
Bloom göz kapaklarını araladığında ilk gördüğü şey, tavandan sarkan devasa kristal avize oldu. Altın varakların içinde kırılıp saçılan mum ışığı, siyah mermer zemine gölgeler düşürüyordu.
Yavaşça doğruldu. Tenine değen satenin soğukluğu, uykunun bulanık sisini dağıtırken içinde bir huzursuzluk kabardı.
Derin bir nefes aldı, parfüm gibi yayılan gül yapraklarının kokusu ciğerlerine doldu.
“Burası neresi?..” diye düşündü. Gözleri oda boyunca dolaştı. Siyah, işlemeli duvarlar, kırmızı kadife perdelerin rüzgârla dalgalanışı, gecenin içine açılan balkondan sızan ay ışığı.
Her şey ürkütücü bir ihtişamla üzerine çöküyordu.
Yataktan kalkarken, vücudunu saran kumaşı fark etti. Siyah, balık model, dantellerle süslü bir elbise. Derin sırt dekoltesi çıplak tenine yabancı bir soğukluk veriyordu.
Parmaklarını boynuna götürdü. Dantelli bir choker… Onun altında altın ve yakutlardan oluşan ağır bir gerdanlık.
Bu elbise, çok güzeldi. O, burada mıydı? Bloom’a dokunmuş muydu? Onu izlemiş miydi? Nefesini dinlemiş miydi?
Bloom ağır adımlarla yataktan kalktı. Saten örtüler ayak bileklerine kadar süzüldü. Zemindeki gül yapraklarının üzerinde çıplak ayaklarının çıkardığı hafif hışırtı, odanın sessizliğinde yankılandı.
Kırmızı perdeler rüzgârla dalgalanırken bir an durup nefes aldı.
Kalbinde sıkışan tek duygu endişe değildi artık. İçinde derin, kavurucu bir özlem kıpırdıyordu.
Burada olmalıydı… Yakınlarda bir yerde. Onu hissetmeden duramıyordu.
Kapıya doğru ilerledi. Siyah işlemeli kapı, tek bir dokunuşuyla ağır bir gıcırtıyla açıldı. Ardında neredeyse karanlığa gömülmüş uzun bir koridor uzanıyordu.
Kırmızı kadife bir halı boyunca uzanıyor, karanlık sütunların arasında kıvrılıyordu. Tavana sabitlenmiş şamdanların alevleri titrek ışık saçıyordu, ama o, gölgeleri umursamadı.
Adımlarını hızlandırdıkça kalbindeki his kuvvetleniyordu.
Ay ışığı, kapatılmaya çalışılan pencerelerden süzülüp sütunların gövdelerine vuruyordu.
O an Bloom, gözlerini kapatsa bile yolunu bulabileceğini anladı.
Çünkü ateşi duyuyordu. Onun ateşini.
“Valtor… neredesin?”
Elini kalbine bastırdı. İçinde yanmakta olan kıvılcım büyüyordu. Koridorun her adımı, onu ona daha çok yaklaştırıyordu.
Gözlerine ihtiyacı yoktu.
Her nefeste, her adımda Valtor’un varlığını seçebiliyordu.
Bloom, koridorun sonuna yaklaşırken adımlarını daha da hızlandırdı.
Sanki görünmez bir bağ onu çekiyor, alevin kaynağına doğru sürüklüyordu.
Gölgeler arasında Valtor’un siluetini görmese bile, kalbi çoktan bulmuştu onu.
Kapının önünde durduğunda, içindeki ateş göğsüne sığmadı. Parmak uçlarıyla siyah taşın damarlarını yokladı.
O an kapı iç çekmiş gibi derin bir gıcırtıyla kendiliğinden aralandı.
Bloom’un çıplak omuzlarına soğuk bir hava vurdu; gerdanlığın ağırlığı bir anlık sarsıntıyla göğsüne indi. İçeri adım attığında salonun devasa boşluğu onu yuttu: siyah işlemeli duvarlar, vitrayların renkli kırıkları, on altı kişilik kırmızı örtülü uzun masa, tavandan sarkan kristal avizenin nefes alan ışığı. Şamdanlardaki alevler bir an aynı anda uzayıp kısaldı; sanki onu tanıyıp selam verdiler.
Devasa vitray camın önünde, ay ışığının renkli kesitlerinin içinde duran o silueti gördü. Valtor, elleri arkasında bağlı, omuz çizgilerini belirginleştiren siyah ve gümüş işlemeli gömleğiyle sırtını geceye yaslamıştı. Uzun sarı saçları, camdan düşen soluk mavi ve mor ışıklarla ince bir hale gibi parladı.
Bloom’un kalbi hızlandı. Nefesi ısındı. Teninin altında, elbisenin balık gibi dar kıvrımlarına çarpan sıcaklık genişledi. Dizlerinin içi hafifçe titredi.
Valtor, arkasını dönmeden konuştu. Sesi salonun taşlarında yankılanan, derin ve keskin bir kıvrım taşıyordu. "Uzun zaman oldu, Bloom ve şimdi sen, tüm gerçekliğinle burada, yanımda, ait olduğun yerdesin.”
Omuzlarını biraz geriye çekti, elleri hâlâ arkasında bağlıydı. “Bu elbise... Sana hayallerimdekinden bile daha çok yakışmış.”
Sonra ağır bir sessizlik çöktü. Valtor ellerini yavaşça arkasından çözdü, başını Bloom’a doğru çevirdi. O an gözleri vitrayın solgun ışıklarından sıyrıldı; altınla kararmış alev gibi bakan bakışları Bloom’un kalbine kilitlendi. Dudak kıyısı, hafif bir gülüşle kıvrıldı.
Adımlarını duyurmak istercesine halının üstünde yavaşça ilerledi. Gümüş işlemeler, gömleğin üzerinde titreşen ışıklarla parladı.
Her adımında Bloom’un kalbi daha sert çarptı; göğsünün içinde yankı bulan ritim, sanki onun adımlarına uyum sağladı.
“Bakışlarını benden kaçırma,” dedi, sesi alayla karışık bir tutkuyla. “Çünkü senin bütün direncin gözlerinde eriyor. Ve ben, senin gözlerindeki o ateşi her seferinde daha da körüklüyorum. Sen bana direndikçe, alevin büyüyor. Ama şimdi… kaçmıyorsun. Bu defa kaçabileceğin bir yol kalmadı. Çünkü biliyorsun Bloom, bana yaklaşmak düşmek değil… yanmak demektir.”
Valtor, adımlarını tamamlayıp Bloom’un karşısında durdu. Yavaşça elini uzattı. Bloom’un ince parmaklarını avucuna aldı; dokunuşu sert değildi, tam tersine beklenmedik bir naziklikle kavradı.
Parmaklarının üzerinden geçen sıcaklık Bloom’un damarlarına işledi. Valtor başını eğdi, gözlerini onun gözlerinden ayırmadı. Dudakları Bloom’un elinin üstüne yaklaştı, tenine değdiğinde nefesinin sıcaklığı önce ürperti, sonra yakıcı bir kıvılcım gibi aktı.
Öpücüğünü kondurduğunda, Bloom’un bütün bedeni, kalbinden ellerine kadar alevle doldu.
Valtor alçak bir tonda fısıldadı, “işte böyle… Benim ellerimde yanmayı, kendin seçtin.”
Valtor, Bloom’un elini hâlâ kavrarken hafifçe doğruldu. Dudaklarının kıyısında, hem meydan okuyan hem de kontrolünü hiç kaybetmeyen o ince gülüş vardı. Elini bırakmadan, salondaki uzun masaya doğru yöneldi.
“Gözlerini aç, Bloom,” dedi alçak ama buyurgan bir tonda. “Sana sunduğum dünya, hayal ettiğin hiçbir şeye benzemez.”
Adımlarını ağır ağır atarken Bloom’u masanın yanına getirdi.
Kristal avizenin ışıkları, masa boyunca sıralanmış gümüş tabakların üzerinde parıldıyordu. Daha önce boş ve tekinsiz duran masa, şimdi renklerle, kokularla doluydu. Altın kaplı şarap kadehleri, oyma gümüş çatal bıçaklar, üzerinde buhar tüten yemekler: baharatlı etler, nar taneleriyle süslenmiş tatlılar, şeker kaplı meyveler…
Masanın bütün ihtişamı, daha önce Bloom’un gördüğü boşlukla taban tabana zıttı.
Valtor, Bloom’un yanındaki sandalyeyi ağır bir hareketle çekti. Başını hafifçe eğdi, gözleri onun gözlerinden ayrılmadan, nazik bir hareketle oturmasına yardım etti.
Parmak uçları Bloom’un dirseğine değip onu yönlendirdiğinde, Bloom’un bedeninden yeni bir ürperti geçti.
Sandalyeyi yerine itti, sonra hiçbir acele göstermeden masanın karşı tarafına yürüdü. Uzaktaki, tam Bloom’un göz hizasına düşen sandalyeye oturdu. Elleri masanın üstünde birleşti, bakışlarını Bloom’dan ayırmadı.
Bloom’un elleri titrek bir kararlılıkla çatalı kavradı. Önündeki tabakta ince ince kesilmiş et, buharıyla birlikte baharatlı kokularını yayıyordu.
Bir lokmayı ağzına götürdüğünde, çatalın metali dişlerine hafifçe değdi. O an, karşısındaki bakışların ağırlığını çok daha sert hissetti.
Valtor hiçbir şey söylemiyordu. Sadece oturuyor, parmak uçlarını birbirine değdirip masanın üzerinde sabitlerken Bloom’u izliyordu. Gözleri, hiç kımıldamadan. Bakışları ne sert bir öfke taşıyordu ne de şefkat; bu, yalnızca onun dengesini bozan, her an ne düşündüğünü bilmenin imkânsız olduğu, kurnazca bir sessizlikti.
Bloom’un yanaklarına hafif bir sıcaklık yürüdü. Çatalı bırakmak istedi, ama Valtor’un gözleri, onun her hareketini takip ederken yapamadı. Dudaklarından küçük bir nefes kaçtı, parmakları masanın kenarında sıkıldı. İçindeki huzursuzluk, utançla birleşti.
Bloom’un kalbi göğsüne sığmaz oldu. Çatalı masaya bıraktığında çıkan ince metal sesi, salondaki sessizliği yarıp geçti.
Nefesi düzensizleşti; bir süre ellerini dizlerinin üzerinde kenetledi, ama Valtor’un suskun bakışlarına daha fazla dayanamadı.
Ayağa kalktı. Sandalyesi hafifçe geriye sürüklendi, sert zeminin üzerinde boğuk bir ses çıkardı.
Parmak uçları masanın kenarına takıldı, ama bırakmadı. Titreyen bacaklarıyla, adım adım Valtor’a doğru ilerledi.
Valtor, sandalyesine yaslanmış, gözlerini hiç kırpmadan onu izliyordu. Dudak kıyısında beliren ince gülümseme, Bloom’un attığı her adımı daha da ağırlaştırıyordu.
Bloom, onun önünde durdu. Kollarını göğüs hizasında birbirine kenetledi, başını eğdi. Gözleri yere sabitlenmişti.
“Valtor…” dedi fısıltıyla. Sesinde utanmış ama inatla saklanmayan bir kararlılık vardı. “Sana güvenmedim. Kaçtım. Ve o anın utancını her nefeste içimde taşıyorum. Ama ben… ben bunu telafi etmek istiyorum. Beni küçümse, cezalandır, ne yaparsan yap… yeter ki beni bir daha gözlerinden sürgün etme.”
Valtor, sandalyeden ağır ağır doğruldu. Bir gölge gibi masanın üzerinden süzülen bakışları, Bloom’un ince omuzlarına, titreyen parmaklarına, yere dikilmiş gözlerine indi. Dudaklarının kıyısındaki gülüş, yavaş yavaş belirginleşti.
“Telafi…” dedi, sesini bir zehir damlası gibi ağır ağır akıtarak. “Ne kadar naif bir kelime, Bloom. Peki söyle bana.” Adımlarını gürültü çıkarmadan attı, Bloom’un etrafındaki hava giderek daraldı. “Nasıl bir telafi?”
Bloom, cevap veremeden, Valtor parmaklarıyla Bloom’un çenesini sertçe kavrayıp başını kaldırmaya zorladı. “Gözlerini benden saklama, Bloom.”
Göz göze geldikleri anda Bloom’un nefesi boğazında düğümlendi. Valtor’un bakışları, ateşle parlayan bir karanlıktı; hem hükmeden hem de sabırsız.
Elini Bloom’un beline kaydırdı, parmakları siyah elbisenin dar kumaşını kavrayıp onu kendine doğru çekti. Bloom’un bedeni istemsizce Valtor’un sert gövdesine yaslandı.
Valtor’un sesi derinden, sabırsızca geldi. “Telafi edeceksen, bana itaat edeceksin. Direncini, gururunu, bütün o yıkılmaz dediğin iradeni… bana bırakacaksın. Çünkü ben, senden yalnızca özür değil, teslimiyet istiyorum.”
Başını hafifçe eğdi, dudakları Bloom’un dudaklarına tehlikeli bir yakınlıkta süzüldü.
Ama öpmedi. Sadece bekletti. O anın gerilimini, Bloom’un titreyen nefeslerini, gözlerindeki ateşi seyrederek büyüttü.
“Şimdi söyle bana, Bloom…” dedi fısıltıyla, sesinde hem şehvet hem de meydan okuma vardı. “Bedelini ödemeye hazır mısın?”
___
DİKKAT! ŞU ANDAN İTİBAREN YAZILAN SAHNELER +18 SAHNELERDİR! YAŞINIZ TUTMUYORSA VE ETKİLENEBİLECEKSENİZ OKUMAMANIZ TAVSİYE EDİLİR!
___
Bloom’un gözleri, Valtor’un bakışlarının ağırlığı altında titreşti. Dudakları aralandı, ama kelimeler boğazında düğümlendi. Yalnızca başını yavaşça eğdi; bu, inkârı olmayan bir teslimiyetti.
Valtor’un gözlerinde zaferle parlayan bir kıvılcım belirdi. Çenesini hâlâ tutarken dudaklarını Bloom’a yaklaştırdı, artık bekleyemiyordu.
Dudakları, onun dudaklarına sert ama tutkulu bir şekilde değdi; öpücüğü itaatin mühürü gibiydi.
Bloom’un bütün vücudu bir anda alev aldı, dizlerinin bağı çözülmüş gibi Valtor’un gövdesine yaslandı.
Valtor elini Bloom’un belinden yukarı kaydırdı, parmakları çıplak sırtının ince hattını izledi. Dokunuşu sabırsızdı, sanki uzun süredir saklanan arzusu sonunda zincirlerinden kurtulmuştu.
Bloom’un elleri titreyerek Valtor’un gömleğine tutundu. O an, dirençten eser kalmamıştı. Valtor’un gücü, sıcaklığı, gölgesi onun tek gerçeği olmuştu.
Valtor, Bloom’u kollarına aldı; bir anlık bile tereddüt göstermeden onu masanın yanına, ışıkların en çok vurduğu noktaya oturttu.
Valtor’un sert sesi salonu doldurdu. “Bu gece, Bloom, senin telafin başlıyor. Ve bu telafi, yalnızca sözlerle değil… her hücrenle bana teslimiyetinle ödenecek.”
Valtor’un gözleri ateşle yanarken, Bloom’un boynuna yöneldi. Parmak uçları gerdanlığı kavradı ve tek hamlede, keskin bir hareketle kopardı; yakutlar ve altın parçaları hızla yere saçılırken Valtor, dudaklarını Bloom’un boynuna bastırdı; nefesi sıcak, öpücüğü sabırsız ve keskindi.
Bloom’un nefesi kesildi. O an kalbi, göğsünde deli gibi çarpıyor, her atışı Valtor’un sabırsız, kararlı dokunuşlarıyla yankılanıyordu. Utanç ve tutku iç içe geçmiş, yüreğinin her köşesine sızmıştı; hem korkuyor hem de istemsizce arzuluyordu.
Valtor’un eli Bloom’un saçlarını kavradı, parmakları sıkıca saç köklerine dolandı. Bloom’un yumuşak ama titreyen bedenine temas ettikçe, Valtor’un dokunuşu hem sahiplenici hem de şehvetle doluydu.
Boştaki eli, Bloom’un sırtına kayarken elbisenin dekoltesini sertçe yırttı. Kumaşın yırtılması, teninin havayla buluşması, her hücresini titretmişti ve ağzından kaçan inlemesine engel olamamış, gözleri şaşkınlıkla ve arzuyla aralanmıştı.
Valtor, Bloom'un bu tepkisine karşılık sinsice gülümsedi ve dudakları Bloom’un boynundan göğsüne doğru süzüldü, her dokunuşu hem acı hem de büyüleyici bir haz uyandırdı.
Bloom’un nefesi düzensiz, kalbi ritimsiz bir şekilde çarpıyor, vücudu ateşle doluyordu. Utanç ve arzu arasında savrulurken, her an Valtor’un tutkulu ve sabırsız sahiplenişiyle daha da yanıyor, arzunun ve teslimiyetin getirdiği yoğun bir hazla doluyordu.
Valtor, Bloom’un bedenine yaklaşırken hâlâ gözlerindeki ateş sönmemişti. Elleri, elbisenin dar kollarını nazik ama kararlı bir şekilde aşağı kaydırdı; kumaş tenine temas ettiğinde Bloom’un vücudu istemsizce gerildi, kalbi daha hızlı çarptı. Utanç ve arzu bir arada titrerken, Bloom nefesini tutmaya çalıştı ama Valtor’un sabırsız, sahiplenici dokunuşları onu tamamen ele geçiriyordu.
Valtor, dudaklarını Bloom’un boynundan göğsüne doğru indirdi. Bir eliyle Bloom'un sağ göğsünü avuçlarken diğer eli, Bloom'un kalçalarına doğru inmişti.
Dudakları, göğsünü talan ediyordu ve bu his, karnında karıncalanmaya ve bedeninin kontrolünü yitirmesine neden oluyordu.
Valtor, dilini Bloom'un göğüs ucunda gezdirirken gözleri bir anlığına Bloom'un utançtan ve hazdan kızarmaya başlayan yüzünü buldu. İnlememek için dudaklarını örten narin parmakları bile neredeyse kızarmıştı.
Gülümsemesi yavaşça yüzüne yayılırken dişleriyle Bloom'un göğüs ucunu ısırdı ve bu kez Bloom, inlemesini engellemek için hiçbir şey yapamamış, eli refleks olarak Valtor'un omzuna tutunmuştu.
Bloom, her temasında kendini hem korku hem de tutku içinde savrulurken buldu; vücudu, her titreyen dokunuşta ona karşı koymak yerine arzuladığını fark etti.
Bloom’un elleri, istemsizce Valtor’un omuzlarına ve kollarına dolanıyor, titreyen bedeniyle onun gücünü hissediyordu.
Utanç ve heyecan iç içe geçmiş, her nefeste kalbi Valtor’un ritmine uyum sağlamaya başlamıştı.
Valtor, bir an durdu ve dudaklarını Bloom’un teninden çekti. Geri çekildiğinde, Bloom nefes nefese kalmış, yanakları kızarmış, gözleri hem utanç hem de istekle doluydu. Vücudu hâlâ titriyor, her dokunuşun bıraktığı sıcaklık damarlarında yankılanıyordu.
Valtor, gözlerini Bloom’un yüzünde gezdirdi; şehvetin ve arzunun izleri, utancıyla karışmış bir şekilde ortaya çıkıyordu ve bu manzara onun sabırsız, karanlık bir tatmin duygusunu artırıyordu.
Bloom, Valtor’un geri çekilmesine anlam verememiş bir şekilde bakakaldı. Titreyen elleriyle göğsünü kapatmaya çalıştı, elbiseden açığa çıkan tenini örtmek istercesine; utancı ve karışık hisleri yüzüne yansıyordu.
Valtor’un gözleri keskin bir şekilde parladı. Sabırsız ve hükmeden bir tonla fısıldadı. “Bloom… Yanıma gel.”
Bloom, derin bir nefes alıp oturduğu yerden yavaşça kalktığında bedeninden süzülen bir parçayla olduğu yerde donakaldı.
Gözleri, bedeninden kayıp giden elbiseyi bulduğunda kalbinin atışı daha da hızlandı. Utancı tüm bedenini ele geçirdiğinde neredeyse nefes dahi alamıyordu.
Valtor, Bloom’un titreyen bedenine gözlerini dikmiş, sabırsız ve kararlı bakışlarını sürdürüyordu. “Yanıma gel, Bloom,” diye tekrarladı, sesi bir bıçak kadar keskin, onun kadar otoriterdi.
Gözleri, onun utanmış ve çekingen hâliyle zevk alarak Bloom’un bedenini baştan aşağı süzüyordu; her titreyen hareketi, Valtor’un karanlık tatmin duygusunu artırıyordu.
Bloom, kalbinin deli gibi çarpışını hissetti. Utancı, yüzüne yayılan kızarmayla doruğa ulaşmış, neredeyse nefes almakta zorlanıyordu.
Her ne kadar korku ve utanma dalgaları onu geri çekmek istese de, Valtor’un emri ve varlığı içindeki arzuyu tetiklemişti.
Titreyerek ve kendini neredeyse kontrol edemeyecek hâlde, Valtor’un yanına doğru adım attı.
Her adımında hem utanıyor hem de istemsiz bir heyecan ve arzu hissediyordu.
Valtor’un bakışları her hareketini takip ediyor, onun teslimiyetini hem sabırsız hem de tatmin olmuş bir şekilde izliyordu.
Bloom, içindeki karışık duygulara rağmen, Valtor’un istediği yere gelmekten başka çare olmadığını fark etti; utanç ve arzu bir arada, kalbini ve bedenini ele geçiriyordu.
Bloom, Valtor’un delici, kurnaz ve ihtiras dolu bakışları altında duraksadı. Parmakları titriyordu; hem korku hem de bir arzu seli içindeydi.
Yavaşça, neredeyse ürkek bir ritimle Valtor’un gömleğinin düğmelerine dokundu. Her düğmeyi açarken kalbi göğsünde çarpmaya devam ediyor, her hareketinde Valtor’un bakışlarının ağırlığını hissediyordu.
Göz göze olduklarında, Valtor’un sabırsız ama bir o kadar da tatmin olmuş ifadesi Bloom’un titremesini daha da derinleştiriyordu.
Her düğme açıldığında, Valtor’un gövdesi yavaş yavaş ortaya çıkıyordu ama bu, sanılanın aksine Bloom'un kaşlarını çatmasına, utancının yerini endişenin almasına neden olmuştu.
Bloom, titrek parmaklarıyla Valtor’un gövdesine dokunduğunda, elleri onun yara izlerine takıldı.
Büyük, solgunlaşmış izler, her biri ayrı bir acının, ihanetin ve cezaların hikayesini anlatıyordu.
Bloom’un nefesi kesildi; utanç ve endişe iç içe geçmiş, gözleri dolmaya başlamıştı.
“Valtor… Bunlar… Nasıl?” diye fısıldadı, sesi titrek ve kırılgandı. Parmakları ürkekçe izlerin üzerinden geçti, her dokunuşta hem acıyı hem de gizli bir kudreti hissediyordu.
Valtor’un gözleri karanlık ve derin bir şekilde parladı. Omuzları hafifçe gerildi, sesi düşük ve kararlıydı: “Her ihanetimde… her itaatsizliğimde… O Cadılar, bunu bana hatırlattı. Bu izler, onların acımasız adaleti. Ama aynı zamanda bana güç veren hatıralar da… bana kim olduğumu hatırlatan bir işaret.”
Bloom, Valtor'un söylediği bu ağır sözlerin ağırlığı altında ezilmiş gibi geriledi.
"Ben onları öldürmedim. Ben… emir aldım.”
“Ve emri sorgulamadın.”
“Çünkü itaat etmek işine geldi. Çünkü savaşta olmak seni yüceltir. Çünkü Valtor her zaman… kendine hizmet eder.”
Düşüncelerini esir eden sözlerini hatırladığında gözleri dolarken titreyen elleri Valtor’un göğsünde durdu; her yara izi, hem onun acısını hem de karanlık dünyasının derinliğini fısıldıyordu.
Valtor, Bloom’un bu duygusal tepkisini fark etti. Yavaşça eğildi, narin parmaklarını Bloom’un yanaklarına dokundurdu ve yüzünü ona çevirdi.
Gözlerinin derinliğinde bir koruma ve sahiplenme isteği vardı.
Ardından boynuna kısa, nazik bir öpücük kondurdu; bu küçük dokunuş, Bloom’un içinde biriken korku ve utancı hafifçe dağıttı.
“Bloom… Bak bana,” dedi Valtor, sesi hem sert hem de teselli edici bir tonla yankılandı. “Bu izler… bana zarar verdiler, ama bana kim olduğumu hatırlatıyor. Ve sen… senin varlığın bana huzur veriyor.”
Bloom, titreyen nefesiyle Valtor’a baktı. Gözleri yaşlarla dolu, utanç ve arzu arasında gidip geliyordu.
İçindeki korku yavaşça bir merhamet ve güven duygusuna dönüştü; Valtor’un gözlerindeki derinliği, acısını ve ihtirasını aynı anda görüyordu.
Bloom, gözlerindeki yaşları silmeden Valtor’un bakışlarında kayboldu. İçindeki tüm utanç, korku ve merhamet birbirine karışırken yavaşça, ürkek bir cesaretle yüzünü ona yaklaştırdı.
Dudakları Valtor’un dudaklarına dokundu; nazik, uzun ve çekingen bir öpücükle.
Öpüşmesi masum ama bir o kadar da yoğun bir teslimiyet taşıyordu.
Valtor, onun bu utangaç ve tereddütlü hâline karşı içinde derin bir haz hissetti. Dudaklarının titrek, yavaş ritmi, Valtor’un karanlık arzusunu kışkırtıyordu.
Elleri, Bloom’un çıplak bedenine usulca dolaştı; parmakları, çıplak teninde haylazca gezinirken, bir anlık hareketle sertçe Bloom'un kalçalarını kavrayıp onu kendine bastırdı.
Bloom’un nefesi kesildi. Vücudu, alt tarafında hissettiği sertliğin etkisiyle istemsizce titredi, dudaklarından bir inilti firar etti. Sesini bastırmaya çalıştı ama Valtor’un nefesinin sıcaklığı, dudaklarının kararlı baskısı onu çözülmeye zorluyordu.
Valtor, öpücüğü derinleştirirken Bloom’un her tepkisini bir zafer gibi hissetti. Onun utancını, korkusunu ve aynı anda yükselen tutkusunu görmek Valtor için tarifsiz bir zevkti. Gözlerinde kurnaz bir parıltı belirdi; Bloom’un masum teslimiyetini karanlık bir şehvetle yoğurmak, onun için neredeyse büyüleyici bir işkenceydi.
Valtor, Bloom’un dudaklarındaki masum titremeyi daha fazla kontrol edemedi. İçindeki sabırsızlık göğsünde volkan gibi kabardı.
Elleri aniden Bloom’un beline uzandı, bir kararlılıkla onu kavradı ve sanki ağırlığı hiç yokmuş gibi kolayca havaya kaldırdı.
Bloom şaşkın bir çığlık attı. Bir anda Valtor’un omzuna atılmıştı; kızarmış yüzüyle, dağınık nefesiyle ne olduğunu kavramaya çalışıyordu.
“V-Valtor! B-beni indir! İNDİR BENİ!” diye bağırdı, utanç ve panik karışımı sesi odanın duvarlarında yankılandı. Bacaklarını çırpıyor, elleriyle onun sırtını yumrukluyordu. Ama Valtor’un demir gibi kolları ona fırsat tanımıyordu.
Bloom’un çırpınışları Valtor’un adımlarını daha da keyifli hâle getiriyordu. Otoriter tavrını bırakmadı; aksine, kahkahası karanlık odada yankılandı.
“Bırak mücadeleyi, Bloom,” dedi alaycı bir tonla. “Ne kadar kıvranırsan, bana o kadar çok zevk veriyorsun.”
Bloom utançtan kıpkırmızı kesilmişti. Nefesi hızlı, titrek, gözleri yaşlarla doluydu. “Bırak beni! Bu… bu delilik!” diye fısıldadı, ama sesinde bir titreme vardı; korku ve gizli bir heyecan arasında sıkışmış gibiydi. Ama çırpınışlarını sürdürüyor, kendini Valtor’un omzundan kurtarmaya çabalıyordu.
Valtor, onun bu inatçı ama naif direnişine karanlık bir keyifle gülümsedi. Ardından sert, uyarıcı bir hareketle avucunu Bloom’un kalçasına indirdi. Şaplağın sesi ilerlediği koridorda yankılandı, Bloom’un çığlığı ise anında karışık bir utanç ve çaresizlikle boğuldu.
“Akıllı dur, Bloom,” diye fısıldadı Valtor, sesi tehditkâr bir arzu taşırken. "Yoksa seni uslandırmam gerekecek…”
Bloom’un bedeni bir anlık sessizlikle dondu. Valtor’un sözlerindeki ihtiraslı parıltıyı gördüğünde, çırpınışı istemsizce yavaşladı. Kalbi hâlâ deli gibi atıyor, nefesi hâlâ yanaklarını yakıyordu. Ama Valtor’un karanlık otoritesi, onu hem korkutuyor hem de istemsiz bir teslimiyetin eşiğine sürüklüyordu.
Valtor kapıyı tek bir hamlede itti, Bloom’u hâlâ omzunda taşırken odaya girdi. İçerideki loş ışık, karanlık gölgelerle dans ediyordu. Hızla onu yatağa fırlattı.
Bloom’un nefesi kesildi, ipek çarşaflara düşerken yüzü kızarmış, saçları dağılmıştı. Kollarından destek alıp doğrulmaya çalıştı ama Valtor çoktan harekete geçmişti. Bacaklarından kavrayarak onu kendine çekti, Bloom’u adeta zincirlenmiş gibi kucağına hapsetti.
Bloom, titrek bir sesle itiraz etti. “Valtor… lütfen…”
Ama sözleri, nefesinin arasına karışan çelişkili bir titremeyle çıkıyordu.
Valtor’un gözleri sabırsız bir ihtirasla parlıyordu. Dudaklarının kenarında sinsice kıvrılan gülümsemesi, Bloom’un çaresizliğini daha da derinleştiriyordu.
“Ne kadar baştan çıkarıcı olduğunun farkında değilsin, Bloom.”
Bloom utançla başını çevirdi, yanakları alev gibi yanıyordu. Ama Valtor, çenesini sertçe tutup yüzünü kendine çevirdi. “Bana bak,” diye emretti. Sesi hem sabırsız hem de büyüleyici bir kararlılıkla yankılandı.
Bloom’un kalbi göğsünde çırpınırken, dudakları titreyerek açıldı ama kelimeler boğazında düğümlendi.
Valtor’un yakınlığı, nefesinin sıcaklığı, bedenine yayılan baskısı… utancını katbekat büyütüyordu. Fakat içinde inatla yükselen başka bir şey vardı: teslim olmaktan korktuğu ama inkâr da edemediği o karanlık arzu.
Valtor’un sabırsızlığı artık taşkın bir enerjiye dönüşmüştü. Bloom’un her tepkisi, onun için yeni bir zaferdi. Elleri Bloom’un beline sımsıkı kenetlendi, sanki onu kendine zincirliyordu.
“Senin bu masum çırpınışların…” diye fısıldadı kulağına, alaycı ama tutkulu bir tonda, “beni daha da deli ediyor.”
Bloom’un gözleri utançla kapanırken, dudaklarından kaçan titrek bir inilti Valtor’un karanlık gülümsemesine karıştı.
Valtor’un sabrı artık iplik gibi gerilmişti. Başını eğdi, dudaklarını Bloom’un boynuna bastırdı. Öpücükleri nazik değildi; her dokunuşu sert, sahiplenen ve açgözlüydü. Dişleri hafifçe tenini yakalarken, Bloom’un dudaklarından yükselen inilti odadaki loş sessizliği yırtıp geçti.
Bloom’un parmakları çaresizlikle çarşafa kenetlendi, gözleri sıkıca kapalıydı. Yüzündeki utanç kızıllığı boynuna kadar yayılmış, nefesi düzensizleşmişti. Valtor’un hırsla akan öpücükleri, boynunda ateşten izler bırakıyordu.
Valtor’un elleri ise durmuyordu. Bir eli Bloom’un ince belinden yukarı tırmanıp sıkıca göğsünü kavradığında Bloom’un nefesi kesildi. Diğer eli, yavaş ama inatçı bir sabırsızlıkla aşağıya doğru kayarken Bloom’un tüm bedeni gerildi.
Bloom, “H-ha… Valtor…” diye fısıldadı, sesi korkudan çok utançla titriyordu. Ama dudaklarından çıkan her inilti, inkâr ettiği arzuyu açığa vuruyordu.
Valtor, alaycı bir kahkaha attı. “İnkâr edebilirsin, Bloom… ama bedenin çoktan itiraf ediyor. Bu ıslaklık...” ve parmaklarıyla Bloom'un klitorisini okşamaya başladı.
Bloom’un dizleri istemsizce titreşti, kolları daha da güçsüzleşti. Ağzından firar eden inlemelere engel olamazken bir eli istemsizce Valtor'un bileğini kavradı.
Valtor’un yakınlığı ve bedenindeki sert baskı, aralarındaki gerilimi dayanılmaz bir noktaya taşımıştı. O an Bloom, üzerinde oturduğu şeyin varlığını tüm baskısıyla hissetti. Gözleri açıldı, kalbi daha hızlı çarptı. Utancı gözyaşına dönüştü; nefesi, kısık iniltilerle karıştı.
Valtor’un sabırsız gülümsemesi daha da derinleşti. “Hissediyor musun? Beni delirtiyorsun, Bloom. Senin bu masum korkun, beni daha da yakıyor…”
Valtor’un parmağı yavaşça Bloom'un içine girdiğinde içinde yükselen arzu, onu tamamen aklını kaybetme noktasına getirdi. İnlemeleri kaçınılmaz hâle gelmiş, nefesi kesik kesik, titrek ve boğuk çıkıyordu; kelimeler ağzından dökülmeyecek kadar zayıf ve savunmasızdı.
Valtor’un bileğini kavrayan parmakları daha da sıkılaşırken karnında hissettiği sızı daha da artıyor, Valtor'un hızlanan parmakları deli gibi kıvranmasına neden oluyordu.
Valtor, onun kıvranan bedenini diğer eliyle sıkıca sarmaladı ve Bloom'un hazdan kendini kaybetmiş ifadesini sabırsızlıkla, karanlık bir hazla izliyordu. Her titreyen parça, her istemsiz tepki, onun içinde yükselen tutkuyu büyütüyordu.
“Sen… böyle olunca… kontrolümü kaybediyorum,” dedi Valtor, fısıldarken sesi hem tehditkâr hem de çekici bir tınıyla doluydu. Bloom’un bedeni cevap veriyor, istemsiz iniltilerle aralarındaki gerilimi yoğunlaştırıyordu.
Bloom’un gözleri yaşlarla dolu, "hahh.... L-lütfen... Valtor...!" Nefesi kesik, bedeni Valtor’un dokunuşlarıyla titriyor, hiçbir şey söyleyemiyor; sadece hissetmekten, direnememekten başka çaresi kalmıyordu.
Valtor’un karanlık haz dolu bakışı, onu her an daha da teslim olmaya sürüklüyordu.
Her dokunuşunda Bloom’un bedeninin verdiği tepkiler, Valtor’un sabırsızlığını ve sahiplenici arzusunu körüklüyordu; odada sadece nefeslerin ve titrek iniltilerin yankısı kalmıştı.
Bloom’un dünyası tamamen bu anın içinde eriyip gidiyor, utanç ve haz iç içe geçerek onu bilinçsiz bir teslimiyete sürüklüyordu.
Orta parmağını ıslak vajinasında daha da derine soktu; avucu sıcaklığına değecek kadar derine. Her şeyi hissediyordu; parmağı yavaşça duvarlarına giriyor ve Bloom'u delicesine geriyordu.
"Ah...!" Bloom irkildi ve kalçalarını geriye doğru çekmeye çalıştı; bu yanlış bir hareketti çünkü Valtor, onun direncinden daha da tahrik olarak kalçalarını yakaladı ve kalın parmağını daha derine soktu.
"D-dur... Hah... V-Valtor..."
Valtor’un parmakları, vajinasına değdiği her anda ıslak sesler duyuluyordu ve Bloom, bedenini esir eden hazzın etkisiyle utançtan yüzünü dahi kapatacak dermanı bulamamıştı.
Valtor’un bileğini kavrayan parmakları daha da sıkılaşırken karnında hissettiği sızı daha da artıyor, Valtor'un hızlanan parmakları deli gibi kıvranmasına neden oluyordu.
Valtor’un parmakları daha da hızlanırken bedeninin hakimiyetini artık tamamen kaybetmiş, bedeninin titremesine engel olamayacak hale gelmişti ve en sonunda hissettiği, karnını karıncalandıran dolmuşluk hissi yüzünden başını geriye, Valtor'un omzuna atmış ve ağzından çıkan haz dolu çığlığa engel olamamıştı.
Valtor, Bloom’un titreyen bedenini kolunun arasından kavrayıp nazikçe yatağa bıraktı.
Onun hâlsiz, nefes nefese kalmış hâlini izlerken gözlerinde zafer dolu bir parıltı vardı.
Bloom’un yanakları al al yanıyor, göğsü hızla inip kalkıyordu. Dudaklarının arasından hâlâ kontrolsüz iniltiler dökülüyor, gözleri ise halsizlikten neredeyse açılmıyordu.
Valtor, başını yana eğip onu süzerken dudaklarının kenarında alaycı bir gülümseme belirdi. “Zayıflığının bu kadar güzel olacağını hiç düşünmemiştim…” diye mırıldandı, sesi hem kışkırtıcı hem de zehir kadar yakıcıydı.
Bloom, boğazında düğümlenen nefeslerle konuşmaya çalıştı ama tek yapabildiği, kısık ve titrek bir fısıltıydı. “B-bu… doğru değil…”
Valtor kahkaha attı, kahkahasının karanlık tınısı odayı doldurdu. Parmaklarının ucuyla Bloom’un yanaklarından süzülen ter damlasını silerken bakışlarını üzerinde gezdirdi.
“Öyle mi?” diye sordu. “O halde neden hâlâ titriyorsun?”
Bloom, utançla gözlerini tamamen kapattı. Fakat bedeninin verdiği tepkiler, sözlerini çoktan yalanlıyordu.
Valtor, yavaş hareketlerle doğruldu. Ellerini kemerine götürdü, tokayı açarken gözlerini Bloom’dan hiç ayırmadı. Sessizlik içinde metalin çıkardığı tını odada yankılanırken Bloom’un kalbi yeniden hızla çarpmaya başladı. Şaşkınlıkla gözlerini araladığında ağzından kısık bir fısıltı çıktı. "N-ne...?"
Valtor ağır ağır eğildi, gölgesini tamamen Bloom’un üzerine düşürdü. Loş ışıkta bakışları daha da derinleşmişti. “Sakın gözlerini kapatma,” dedi fısıltıyla, emir verircesine. “Çünkü bundan sonra olacakları görmeni istiyorum.”
Bloom’un soluğu boğazına takıldı. O an, hem korkunun hem de bastıramadığı arzunun pençesinde nefessiz kaldı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 32k Okunma |
2.35k Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |