4. Bölüm

Karanlık Ejderha

LEZZA
_vandes_

Gözyaşları, sesini bastırmak için kafasını gömdüğü yastığını sırılsıklam etmişti. Kalbi, delicesine yanıyor, hıçkırıklarının ardı arkası kesilmiyordu.

Tecna...

Onu kaybetmişlerdi.

Andros'ta, Omega Boyutuna açılan kapıyı kapatmak için tüm gücünü kullanmış, Enchantix'ini kazanmış ve kapıyı kapattıktan sonra içine çekilmişti ve şimdi, ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Elleri kolları bağlanmıştı sanki...
Faragonda, onlar bir delilik yapıp okuldan ayrılmasınlar diye bariyeri güçlendirmişti ve şimdi, intikam için Valtor'la yüzleşemiyorlardı bile.

Bloom da tıpkı diğerleri gibi çaresizlikle, gözyaşları içinde uyuyakalmıştı ta ki gözlerini açtığında aynadaki sarı gözlerini görene kadar...

Bir tür transta olduğu kesindi ama bedeninin kontrolünü tamamen yitirmemişti. İradesinin isteğinde olup karanlığına uyum sağlayan bir güdüsü vardı: İntikam.

Bulutlu Kuleye ışınlandığında daha önce Valtor'un ona vermiş olduğu kristali cebine koydu ve kararlı adımlarla içeri girdi. Onun varlığını hissedebiliyordu ve nereye gitmesi gerektiğini adı gibi biliyordu. Eskiden Müdire Griffin'in olan odanın önüne geldiğinde elini yavaşça havaya kaldırdı ve avucundan yayılan ateş, bir kütle halinde kapıya çarpıp paramparça ettiğinde etrafı bir süreliğine saran dumanın içinden geçip odaya girdi.

Valtor tam karşısında, yüzünde alaylı bir gülümseme ile duruyordu ve yanında saldırmaya hazır durumda olan Trix'e karşılık Bloom sakindi, alaylı, ürkütücü bir kahkaha attı.

Stormy, hayretle ağzını bir karış aralamış vaziyetteyken Darcy endişeyle, "gerçekten de o sürtük hâlâ içindeymiş..." diye fısıldadı.

Bloom kararlı, yavaş adımlarla ilerlerken saçları havalandı ve bedenini saran kara duman, onun karanlık dönüşümünü tamamladı. Bu manzara karşısında Valtor, hayranlıkla Bloom'u süzerken Bloom duygusuz sesiyle, "sana, seni yok edeceğimi söylemiştim." diye uyardı ve gözleriyle, önünde çökmesini işaret etti. "Yalvar. Belki, beni ikna edebilirsin."

Valtor, kurnazlık ve hayranlıkla parlayan gri gözlerini kapattı ve derin bir nefes verdi. "Seni hayal kırıklığına uğratmak istemem, Bloom. Ama ikimiz de biliyoruz ki tercihim, her zaman senin diz çökmen olacak."

Bloom'un yüzünü sinsice saran sırıtışı, gözlerinin kışkırtıcı bir eda ile parlamasına neden olurken, "bunun için, pişman olacaksın." diye fısıldadı ama bu fısıldama, o kadar güçlüydü ki Icy refleksle büyü gücünü harekete geçirdi.

Hiçbiri, Valtor hariç ne olduğunu anlamamış; Trix'i sertçe üç bir yana, hızla fırlatırken Valtor'u ise pencereden dışarı atmıştı. Bloom, onun ardından uçtuğunda alayla, gür bir kahkaha attı. "Seninle işim bittiğinde Omega Boyutunu sonuna tercih edeceksin!"

Öfkesi ile harmanlanan bir kasırga yaratıp Valtor'un büyüsünü geri saptırırken bileğini saran alevli zinciri, aralarına giren kasırganın ortasından fırlatarak onu gafil avlayıp tüm bedenini sıkıca sardı. Alevler, Valtor'un kıyafetini ve yavaş yavaş derisini yakarken Bloom, psikopatça sırıttı.
Valtor tüm gücüyle, zinciri yakalayıp Bloom'u hızla kendisine çektiğinde onun bedenini, bedenine gömdü. Bloom'un amansız kıvranışları alayla sırıtmasına neden olurken sakince kulağına eğilerek, "bu halinin, ne kadar baştan çıkarıcı olduğunu, tahmin dahi edemezsin." diye fısıldadı ve bu, Bloom'un yavaşça ısınan bedeninin onu, geri tepmesine neden oldu.

Bloom, "NEFRETİMİN GAZABI İLE YÜZLEŞ!" diye bağırdığında Valtor'un etrafını saran gölge, etlerini parçalamaya başladığı an Valtor, hızla bu gölgeden sıyrıldı ve Bloom'u sert bir şekilde ormana fırlattı ama Bloom, hızla kendini toparlamayı başarıp tekrar gökyüzüne yükselirken oluşturduğu Ejderhayı kükreyerek Valtor'un üzerine gönderdi ve bu kez Valtor, bu muazzam güce karşı gelemeden Bulutlu Kulenin duvarlarına çarpa çarpa gözden kayboldu.
Onun hemen ardından, parçalanan duvarlardan geçerek ilerleyen Bloom, sona ulaştığında elinde oluşturduğu ateş topuyla sınıfı inceledi. Görünürde kimse yoktu, ama...

"Beni, fazlasıyla hafife alıyorsun Valtor!" diye haykırdı.

"Varlığını hissedebiliyorum!"

Ve elindeki ateş topunu hızla sağına dönüp fırlattığında Valtor, arkasındaki iksir raflarına sertçe çarparak yere düştü. Ayağa kalkmaya çabaladıysa da onu, kollarından kavrayıp yerde tutan gölgeler nedeniyle santim kımıldayamamıştı ve artık, karşısında olan Bloom, muzaffer bir gülümseme ile parmaklarını Valtor'un sarı saçlarının arasından geçirdi. Kavradığı saçları sertçe geriye çekip Valtor'un kafasını kaldırdığında, "bu halinin, ne kadar baştan çıkarıcı olduğunu, tahmin dahi edemezsin." diye fısıldadı.

Valtor'un yüzünü kapsayan sırıtışı hissettiği keskin acıyla yavaş yavaş solarken Bloom, acımasızlıkla parlayan gözlerle Valtor'u baştan aşağı süzdü.

"Ve bu, senin hikayenin sonuydu."

Ellerinden fışkıran ve Valtor'un karnını delip geçen gölgeyi hızla geri çektiğinde Valtor, ağzına dolan kanı yere tükürdü. Bloom, sakince bir iki adım geri gitti ve bir süre, onun çaresizce ölüme yaklaşan acılı bedenini ruhsuzca seyretti ve sonra, arkasına dahi bakmadan oradan hızlıca ayrıldı.

...

Valtor bedenini yenilemek için inzivaya çekilmişken Winx ve Uzmanlar, Tecna'yı bulabilmek için Omega Boyutuna gitmiş Uzmanlar, suçlular tarafından esir alınırken Winx, Buz Yılanı ile kapana kısılmışlardı.
Bloom ise Payros'ta hayatta kalma savaşı verirken hem ejderhasını bulmuş hem de Mia ile tanışmış eğitimine onunla devam etmiş ve kendi ateşini Payros'un ateşi ile birleştirmeyi başarıp daha da güçlenmişti. Trix'in kışkırtmasıyla enerjisini tek bir ana odaklamayı başarmış ve Enchantix'ini kazanmıştı. Payros'tan döner dönmez Sky ile Omega Boyutuna gitmiş, Winx ve Uzmanları kurtarıp Alfea'ya geri dönmüşlerdi.

Ve Winx, tekrardan altı kişiydi...

Kahkahalarla yaptıkları yastık savaşının ardından uyuyakalmışlardı ama Bloom, gecenin bir yarısı Stella'nın kolları arasından sıyrılmış, üzerine siyah bir pelerin geçirip Alfea'dan ayrılmıştı.

Neden oraya gittiğini bilmiyordu, kendine engel olamıyordu. İçinde yanan belli belirsiz bir kıvılcım vardı ve nedense kalbi deli gibi atıyor, heyecanına engel olamıyordu. Onu yok etmek istemişti ve şimdi onun için endişeleniyor muydu? Ölmediğinden emindi ama iyi miydi? Bütün bunları neden merak ettiğini bilmiyordu. Bildiği tek şey bu yaptığının bir delilik olduğundan emin olmasıydı.

Yolunu uzatmak niyetinde değildi. Kendini dönüştürüp uçarak, eskiden Griffin'in olan odanın penceresinin önüne geldi. Güçleriyle pencereyi yavaşça aralayıp içeri girdiğinde etrafı, avcuna doldurduğu alevleriyle aydınlattı. Burada gerçekten kimse yoktu ve o, Valtor'un varlığını hissedebiliyordu. Çok yakında ama sanki çok uzaktaymış gibiydi...

Odadan çıkıp sessiz adımlarla ilerledi. Alev izi giderek büyüyordu sanki ama onun nerede olduğunu tam olarak kestiremiyordu. Sarmal merdivenlerden aşağı indi ve dümdüz ilerlemeye devam etti ama tam da o sırada koridorun ardından yükselen kahkaha ile olduğu yerde donakaldı. Bu ses Icy'den başkasına ait değildi ve şüphesiz Darcy ve Stormy de yanındaydılar.

Onlarla karşılaşmak niyetinde değildi, hızla yanındaki odanın kapısını açıp içeri girdiğinde kalbinde, derinde hissettiği alev izi nedense çalkalanmaya başlamıştı. Trix'in giderek yükselen sesi ile hızla kapının arkasından ayrılıp odanın içine yöneldi ve nedense bedeni, sanki onun kontrolünde değilmişçesine dolabın yanındaki boy aynasına yöneldi.
Parmakları aynanın yüzeyine dediğinde ayna, bir su yüzeyi misali dalgalanmıştı ve kapı kulpunun eğildiğini fark eder etmez kendini hızla aynanın içine attı.

"Valtor!" diye seslendi Icy boşluğa ve bıkkınlıkla derin bir nefes verdi. "Yine mi ortadan kaybolmuş?" Ve odanın kapısını hızla kapatarak söylene söylene uzaklaştı.

Bloom bedenini aniden saran soğuklukla gözlerini araladığında şaşkınlıktan dili tutulmuş ve hızla arkasındaki aynaya dönmüştü. Burası neresiydi? Normal bir oda değildi, gösterişli, ferah bir tasarımı vardı. Mor, krem ve beyaz ağırlıklı bir odaydı ve beyaz mermerler odayı olduğundan daha geniş gösteriyordu. Büyük, etrafı mor, gümüş dantelli tül ile çevrili krem rengi bir yatak vardı. Odanın tam ortasında büyük bir çalışma masası yer alıyordu ve bir de önü beyaz tül perdelerle örtülmüş bir balkon vardı.

Meraklı adımları yavaş yavaş balkona yönlenmişken kalbini saran alev izini, manzaranın olağanüstü görünüşü karşısında unutuvermiş, tamamen büyülenmişti: Ay, iki dağın arasından akan şelalenin üzerine parlıyordu ve ayın ışığıyla sarılmış ormanın üzerinde uçuşan ateşböcekleri şairane bir manzara sunuyordu.

Esen rüzgarla birlikte savrulan kızıl saçları aklını başına getirirken onu izleyen bir çift göz olduğu düşüncesiyle hızla arkasını döndü.
Orada duruyordu, tam karşısında... Düğmeleri açık gömleğinin ardından bedenine sarılan bandajları görünüyordu ve beline kadar uzanan sarı saçları, esen rüzgarın etkisiyle savruluyor, gerçek dışı bir görüntü sunuyordu.

O gerçekten eksiksiz yaratılmıştı ve kötü olamayacak kadar güzeldi...

Bloom kanatlarını indirdiğinin, gardını düşürdüğünün farkında dahi değilken Valtor, yüzündeki imalı tebessümüyle acelesiz adımlarla Bloom'un yanına geldi.

"Enchantix..." diye fısıldadı Bloom'un yüzüne ve onu baştan aşağı hayranlıkla inceledi ve gözleri, o kadar deliciydi ki Bloom, elleri ile bedenini örtme isteğine zar zor engel olabiliyordu. "Bana olan nefretinin seni dönüştürdüğü düşüncesi... Gerçekten cezbedici."

Sessizce yutkunup onu delip geçen gözlerden gözlerini çekti ve yerdeki beyaz mermerleri incelemeye başladı. Yanaklarına hücum eden alevlere engel olamıyordu.

"Ben..."

Valtor hafif bir kıkırdamayla soğuk elini Bloom'un cayır yanan, kızarmış yanaklarının üzerine yerleştirdi ve nazikçe okşayıp parmaklarıyla yavaşça çenesini kavradı. Bloom'un gözlerini tekrar kendi gözlerine sabitlediğinde dudağının kenarı yavaşça kıvrıldı.
"Beni ziyaretini neye borçluyum, küçük perim?"

Bloom içinde bulunduğu durumun etkileyiciliğini göz ardı ederek zorlukla bir adım geri çekilirken sendelememek için büyük bir çaba sarf etmişti.

"Yardım..." diye fısıldadı. Esen rüzgarın etkisiyle tüyleri diken diken olmuştu.

Valtor eliyle davetkâr bir şekilde içeriyi gösterirken sakince kenara çekildi. "Lütfen... Küçük, narin perimin dışarıda kalıp hastalanmasını istemem."

Derin bir nefes aldı. Tedirgindi ama bu kez tedirginliği korkudan kaynaklanmıyordu. Ona çekiliyordu, bunun farkındaydı ve buna karşı koyamayacağı düşüncesinden fazlasıyla korkuyordu. Yavaş adımlarla, yanından geçerken Valtor'u baştan aşağı dikkatle süzdü ve Valtor'un simasını baştan aşağı saran işgüzarlık istemsizce göz devirmesine neden oldu.
O içeri girer girmez Valtor, pencereyi kapatıp perdeleri çekmişti ve Bloom buna takılmak yerine sakin adımlarla odanın ortasındaki çalışma masasına doğru ilerledi.

"Her ne kadar başta beni neredeyse öldürecek olsan da..." diye başladı sözlerine Bloom. "Karanlık güçlerine rağmen beni iyileştirmeye çalıştın."

Masanın üzerindeki sürahiyi kavrayıp bir bardak su doldurdu ve sinsice parıldayan mavi gözlerini ondan sakınmayarak arkasını döndü.

"Sana borçlu kalmak istemem..."

Valtor'un dudakları giderek daha da kıvrılırken Bloom, ona yaklaştı ve elindeki bardağı ona uzattı.

Valtor bir süre sadece bardağa ve sonra da sinsice Bloom'a bakındı ve Bloom, anlam vermediğini belirtircesine tek kaşını kaldırdığında Valtor, "hassasiyetle yaklaşmanı beklerdim Bloom, tıpkı benim gibi."

Bloom ne demek istediğini anlamıştı. O gün Valtor, Bloom'a kendi elleriyle o suyu içirmişti ama bunun nedeni Bloom'un hareket edemeyecek durumda olmasıydı oysa Valtor, Bloom'un o zaman ki haline kıyasla turp gibiydi.

Gözlerini devirmeden edemedi ve yine de nedense ona katlanıyordu.

Sakince, ona bir adım daha yaklaşıp bardağı kaldırdı ama onun boyu, boyuna göre fazlasıyla uzundu ve bu şekilde bardağı ona uzatsa dahi suyu, ona içiremezdi.

Valtor, kurnazlıkla parıldayan gözlerini saklamıyordu, sanki hoşuna gidiyordu.

Bloom'un boştaki bileğini nazikçe kavrayıp onu geriye çekerken Bloom, ne olduğunu bir süre anlayamamıştı ama Valtor, yavaşça yatağa oturduğunda her şey anında netleşmişti, şimdi ona ulaşabilirdi.

Valtor, dudaklarına dökülen soğuk suyu kana kana içerken Bloom, gözlerini bir an olsun ondan ayırmıyor, yüzünün her ayrıntısını aklına kazıyordu.

Bir süre sonra bardağı tutan parmakları hafifçe titrerken içini saran ateş, telaşta geri çekilmesine neden oldu. Hızla bardağı, yatağın yanındaki komodinin üzerine bıraktı. Titreyen parmaklarını yanaklarına götürdüğünde arkası Valtor'a dönüktü ki iyi ki öyleydi çünkü parmaklarına akın eden sıcaklık olmasa dahi yanaklarının kızarmış olduğunu anlamamak imkansızdı.

Sessizce yutkunduğunda arkasından yükselen kıkırdama ile yavaşça arkasına döndü.
Valtor, bu durumdan o kadar memnun görünüyordu ki Bloom, buna sinir olmadan duramıyordu ve ne yapması gerektiğini biliyordu: Ateşe, ateşle karşılık vermek...

Az önce hızla aralarında oluşturduğu boşluğu yavaş yavaş doldurdu. Titremeyi zorlukla engellediği parmaklarıyla Valtor'un gömleğinin iki kenarını kavradı ve gömleği yavaşça aşağı çekmeye başladı ama gömlek henüz omuzlarından düşmemişken Valtor, Bloom'un iki elini de bileklerinden yakaladı. Az önce alayla dolu yüzü şimdi şüphe ve tehlikeyle doluydu. Gözleri, Bloom'a bunu yapmaması gerektiğini tehditkar bir eda ile haykırıyordu.
Bloom, gözlerini bir an bile onun gri gözlerinden ayırmazken onun, bu tepkisinden korkmadığını açıkça belli ediyordu ve bu bakışma, Valtor'un gözlerini, Bloom'un narince bandajların üzerinde gezdirdiği eline inmesi ile son buldu.
Bloom, parmaklarından yayılan sıcaklığı Valtor'un sargılarıyla çevrelenmiş yarasına yönlendirirken gözleri, turkuaz rengi ile parlamaya, bedenini sıcak güç dalgası sarmaya başlamıştı ve Valtor'un ifadesi, bu görüntü karşısında yumuşamış; sağ eli, iradesine karşı çıkarak Bloom'un parlayan saç tutamlarına yönelmiş sıcaklığın arasına dalmıştı.

Ne Bloom ne de Valtor, birbirlerine giderek yaklaştıklarının farkında değillerdi. Sanki, bir tür transtaymışçasına birbirlerini çekiyorlardı ve ikisi de bunda herhangi bir yanlışlık sezmiyordu.

Bloom, Valtor'un karnından yavaş yavaş yukarı kaydırdığı parmaklarıyla onun köprücük kemiklerini okşarken Valtor, boşta ki eliyle nazikçe Bloom'un belini kavrayıp onu yavaşça kendine doğru çekti. Bloom, bir elini kaldırıp Valtor'un omuzun üzerine yerleştirirken diğer elini de onun yanağına yerleştirmişti.

Gözleri yavaşça kapanırken dudaklarında hissettiği sıcak nefes, onu daha da çekiyordu ve Valtor, Bloom'un saçlarının arasındaki parmaklarını sakince çenesine kaydırdığında Bloom'un turkuaza dönen gözlerinin yerini zerre zerre dolduran sarılık, dudağının kenarının sinsice kıvrılmasına neden oldu.

"Kimi kışkırttığına dikkat et..."

Valtor, kulaklarına dolan kışkırtıcı ses tonuyla kaşlarını çatıp geri çekildiğinde gri gözleri nefretle sarı gözlere sabitlendi ama bu nefret, kısa süre sonra hiç var olmamış gibi kaybolmuştu ve yerini alan sinsi tebessüm Bloom'un daha da hoşuna gitmişti.

"Bana karşı karanlığını kullanıyorsun demek..."

Gözleri hayranlıkla karşısında ona kışkırtıcı gözlerle bakan Bloom'u incelerken beklenmedik bir anda onu belinden çekip yanına fırlattı ve Bloom, daha ne olduğunu anlamadan iki bileğinden de yakalanmış bir vaziyette, kendini onun altında buldu. Gözlerindeki karanlık anında yok olmuş yerini alan şaşkınlık, bir anlığına debelenmesine neden olmuştu ve Valtor, bunu engellemek için Bloom'un kollarını, başının üzerinde sabitleyip üzerine daha da eğildi.

"Dikkat et, Bloom." diye fısıldadı Valtor ve nefesi, Bloom'un boynunu baştan aşağı kavuruyordu. "Benim de sınırlarım var."

Bloom, bulunduğu durumu kavrayamıyordu. Bedeni ısınıyordu ve onu ele geçiren belirsiz duygular, gitgide daha da artıyor; nefesleri, göğüs kafesinden taşacakmışçasına hızlanıyordu.
Sesli bir şekilde yutkunduğunda Valtor, gri gözlerini işgüzarlıkla kıstı ve yüzünü, yavaşça Bloom'un boynuna gömdü. Bloom, daha ne olduğunu anlamadan dudakların arasından firar eden inlemeyi durdurmak için ellerini kullanmayı denese de Valtor'un parmaklarıyla mühürlenmiş bileklerini milim oynatamamış ve inlemesini ancak dudaklarını ısırarak durdurabilmişti. Bedeni gitgide daha da kıvranırken daha fazla dayanamayacağı aşikardı ve Valtor, Bloom'un sunduğu bu manzara karşısında tam anlamıyla mest olmuştu.

Sağ elini Bloom'un dudaklarında gezdirirken az önce Bloom'un ısırmaktan kanattığı alt dudağındaki kanı baş parmağı ile silip gözlerini, Bloom'un gözlerine kenetledi. Diliyle baş parmağına bulaşan kanı yaladığında Bloom, fal taşı gibi açılmış gözleriyle Valtor'u seyrediyordu ve şimdi, tam anlamıyla emin olmuştu: O, gerçekten tam bir psikopattı.

"B-bırak... Bırak, b-beni."

Resmen sesi içine kaçmıştı. Kelimeleri o kadar kısık çıkmıştı ki Valtor, duymamış dahi olabilirdi.

Bileklerinden yavaşça çekilen sıcaklık ile gözlerini aralığında Valtor, sakince üzerinden çekilmişti. Yüzündeki memnuniyet, Bloom'u normalde olsa delirtirdi ama şu an resmen korkuyordu.
Öyle bir durumdaydı ki bedeni nedensizce titriyordu ve uzuvlarının kontrolü resmen hakimiyetinden çıkmıştı. Milim kımıldayamıyordu ve hatta kollarını nasıl indirdiğini dahi anlayamamıştı.

Valtor, "unutma Bloom, bir dahakine bu kadar anlayışlı olmam." dediğinde iki kolunu da yatağa koyup Bloom'un üzerine eğildi. Yüzünü kaplayan gülümsemeyle, "seni, adını dahi unutacak bir hale getiririm." diye fısıldadığında Bloom, sesli bir şekilde yutkundu ve nereden geldiğini anlayamadığı gücüyle hızla yataktan fırlayıp arkasına dahi bakmadan ayna geçidinden geçti.

Nereden geçiyordu? Nereye gidiyordu? Hiçbir fikri yoktu, sadece koşmalıydı. Geçtiği koridorların her birinin birbirine benzemesinin hiçbir önemi yoktu.

O kadar aklı başından uçup gitmişti ki kanatlarının varlığını dahi unutuvermişti.

Koridorda hızla sağa döndüğü sırada önünde aniden beliren beyazlıkla çığlık attı ve çığlığına eşlik eden başka bir çığlığın ardından kendini, buz gibi zeminin üzerinde buldu ve hayır, sonradan fark etti, zemin gerçekten buzla kaplanmıştı.

Bloom'un gözleri, ona şaşkınlık ve iğrenti ile bakan Darcy'i bulduğunda az önce kendine sorup durduğu "daha beter ne olabilir?" sorusunun cevabını almıştı.

Icy celallenerek ayağa kalktığında Bloom da daha fazla yerde kalmamak için hızla kanatlarını harekete geçirdi ve onların yüzüne dahi bakmadan ters yönde uçarak koridorun sonundaki pencereden dışarı çıktı.

Stormy alayla, "yüzünü gördünüz mü?" diye sorduğunda Darcy onaylar anlamda kafasını salladı. "O titriyor muydu, yoksa bana mı öyle geldi" diye sordu düşünceli bir şekilde.

Stormy kısık bir kahkahanın ardından, "Valtor, onun ödünü koparıyor olmalı." diye cevapladı ama Icy, bundan o kadar da emin değildi. Bir şeylerin olması gerekenden farklı olduğunu hissetmişti ve Bloom'un boynu...

Hayır, yanlış görmüş olmalıydı.

...

Ertesi gün, Bloom normalden daha erken uyanmıştı ve hâlâ kendinde değildi. Aklını kurcalayan bir takım düşünceler vardı ve bu konuda, konuşabileceği hiçkimsenin olmaması gerçekten canını yakmıyor değildi.
Valtor ile arasında geçen her neyse daha dikkatli olmalıydı. Valtor, onun düşmanıydı ve gardını düşürmek gibi bir hatanın izinden gitmemeliydi. Biliyordu, o gardını indirdiği anda Valtor, ya onu kullanacak ya da ondan kurtulacaktı.

Gün ağarmaya başladıktan kısa süre sonra Grizelda, tüm Winx'i toplamıştı. Nereye gittiklerinden bir haber bindikleri hava gemisi süratle ilerlerken Stella, daha fazla dayanamayarak sessizliğini bozdu. "Burası ne garip bir sınıf. Okuldan çok uzaktayız ve ıssız bir yerin ortasındayız."

Tecna, ciddi ifadesinden ödün vermeden, "ben burayı duymuştum." diye cevapladı. "Burası, Faragonda'nın Enchantix sahibi periler için yaptırdığı özel bir eğitim sahası kızlar."

Bloom dahil herkes merakla etrafı incelediği sırada Grizelda, öne çıkarak tüm ilgiyi üzerinde topladı. "Dinleyin kızlar! Bugünkü eğitim oldukça zorlayıcı olacak."

"Şuradaki garip enerji varlıklarını görüyor musunuz?" diye devam etti Profesör Wizgiz.

Bloom, arkasına dönüp baktığında diğer hava gemisindeki kırmızı yaratıkları görebilmişti ve Profesör Palladium, onlara doğru mutlulukla el sallıyordu.

Profesör Wizgiz, "bunlar, anti sihir boyutu Negatus'tan nadir bulunan örnekler." diye devam etti sözlerine.

Karşılarındaki hava aracı belirli bir yakınlığı sağladıktan sonra Profesör Palladium, "bu yaratıklar sihri emerler, sadece ve sadece mükemmel bir konsantrasyonla aktarılan en güçlü sihirlerin onları etkileme şansları vardır." diye açıkladı.

Grizelda, "benim işaretimle saldıracaklar. Onlar, size ulaşmadan durdurmalısınız." dediğinde Flora tereddütle bir iki adım öne çıktı.

"Peki ya durduramazsak ne olur?" diye soran Layla ile Grizelda, ciddiyetinden zerre ödün vermeden, soğukkanlılıkla, "anti sihir, güçlerinizi sonsuza dek siler." diye cevapladı.

Flora, gözlerine yayılan korkuyla Grizelda'ya baktığında bu görevi, ilk önce kendisinin yapacağından bir haberdi ama sonucunda, tıpkı diğerlerinin de başarılı olacağı gibi güçlerinin kontrolünü sağlamış ve canavarı geri püskürtmüştü.

Sıra, Bloom'a geldiğinde Bloom tam olarak ne yapması gerektiğini bilmese de üzerine doğru hızla gelen canavarı geri püskürtmek için tüm gücünü orantısızca kullanmaya başlamıştı. Canavar yavaşlıyordu ama yine de onu durdurmak için yeterli değildi. Bloom, bedenine akan ateşini olabildiğince dışarı saçarken kalbini dolduran ateşi, bir ejderha suretinde gün yüzüne çıkmış, canavarı saniyeler içinde yok etmişti.

Onu durdurduğuna sevinecek gücü dahi kalmamıştı ve kanatlarındaki güç zerre zerre akıp giderken güçlerinin üzerindeki hakimiyetini kaybetti.

"BLOOM!"

Gözlerini açtığında yaptığı ilk şey güçlerini kontrol etmek olmuştu. "Başardın mı?!" diye sordu. Sanki, güçsüzlükten bayılıp kalmasının ardından saatler geçmemiş gibi hâlâ olayın şoku içerisindeydi.

Bayan Faragonda, henüz doldurduğu su dolu bardağı Bloom'a uzatırken onaylar anlamda kafasını salladı. "ama ne yazık ki Enchantix'in ciddi bir şekilde yarım kalmış Bloom."

Şaşkınlığın hücum ettiği gözleriyle Bayan Faragonda'ya bakarken titrek bir nefes verdi. "Nasıl, yani?" diye sordu zorlukla.

"Sen," diyerek başladı sözlerine Faragonda. "Enchantix'i diğerleri gibi fedakârlıkla kazanmadın, tüm konsantrasyonunu gücüne, ateşine odakladığın için dönüştün. Yani, Enchantix seni dönüştürmedi, sen Enchantix'i dönüştürdün."

Güçlenebildiğini sanmıştı ama anlaşılan tek yaptığı gücü kendi gücüne evrimleştirmek olmuştu. Olması gerektiği kadar güçlü değildi ve o gün Valtor'u yenebilmesinin tek nedeni karanlığını kullanmış olmasıydı. Karanlığı özümseyebiliyordu ama ışığı özümseyemiyordu ve bu, Bloom'u deli ediyordu.

Payros'tan döndüğünde her şeyin öncekinden farklı olduğunu, olacağını sanmıştı ama belli ki çok büyük bir yanılgı içerisine düşmüştü.

Gerçekten yaptığı tek şey kendini kandırmak mıydı yani?

"Bloom!"

Önünde şaklatılan parmaklarla düşüncelerinden sıyrıldığında mavi gözlerini sakinlikle Stella'ya çevirdi.

"İyi misin küçük çiçeğim?" diye soran Flora ile onaylar anlamda kafasını salladı.

Bayan Faragonda, Winx'e biraz kafalarını dinlemeleri amacıyla bir günlük bir tatil yapmalarını önermişti. Sonuç olarak hepsi Magix'e gelmiş, bir süre Stella'nın alışveriş merakı yüzünden avm avm dolaşmış ve en sonunda biraz dinlenebilmek umuduyla bir kafeye oturmuşlardı.

Hava hafif yağışlı ve soğuk olduğu için Stella'nın onlar için hazırladığı kışlık kıyafetleri giymişlerdi ve Stella bundan dolayı fazlasıyla memnundu. Şüphesiz ki bu tatil fikri en çok Stella'nın hoşuna gitmişti.

İlerleyen dakikalarda onları, daha doğrusu Layla'yı gözetleyen çocuk yüzünden Layla biraz gerilmiş olsa da Stella, her zamanki enerjisiyle bir şaka yapıp ortamı rahatlatmayı başarmıştı ama bu çok uzun sürmedi...

"Magix halkının dikkatine!"

Gökyüzünden yükselen tanıdık, güçlü ses ile bütün odakları o yöne çevrildiğinde Bloom nedensizce baştan aşağı titremişti.

Onun simasını taşıyan bulutlara küfretmemek için kendini zor tutuyordu.

O pislik, manipülatif adam şimdi yeni bir şeylerin peşindeydi ve çok şükür ki öyleydi. Bu sayede Bloom, onun gerçekte nasıl biri olduğunu aklına kazımakta zorlanmayacaktı.

"20 dakika içinde Antik Dişi Ata Gözünü almak için Magix Müzesinde olacağım."

"Neyin gözü neyin gözü?" diye tekrar etti Stella merakla ve Tecna her zamanki gibi hızlı bir şekilde sonuca ulaşmıştı. "Antik Dişi Ata Gözü, Üç Eski Çağ Cadılarına ait elle yapılmış çok güçlü bir eser."

Valtor, "ya güzellikle verirsiniz ya da savaşırsınız. Her halükârda o, benim olacak." diyerek cümlesini bitirir bitirmez simasını taşıyan bulutlar ortadan kaybolmuş yerini belli bir karmaşaya bırakmıştı.

İnsanlar onun gazabına yakalanmamak için kaçışıyor, müzenin çevresindeki evler bir bir boşalıyor ve çevredeki insan sayısı git gide azalırken gardiyan sayıları git gide daha da artıyordu ama bunun ne kadar işe yarayacağı meçhuldü.

Winx, ilk başta neler olup bittiğini daha iyi anlayabilmek için çatıya çıktıklarında onları, daha önce takip eden, daha doğrusu Layla'yı takip eden 'Ovir' denilen adam tekrar ortaya çıkmıştı ve her ne kadar ilk başta Layla, onun varlığından şikayetçi olsa da müzeyi koruyan kalkanın kırılmasıyla oluşan güç dalgasıyla geriye savrulduklarında Ovir, Layla'yı son anda düşmekten kurtarmış ve az da olsa Layla'nın güvenini kazanmayı başarmıştı.

Winx ise zar zor kendilerini o durumdan kurtardıktan sonra vakit kaybetmeden koşar adımlarla müzeye girmişlerdi.

İçerisi tamamen darmaduman olmuştu. Yer ve duvarlar çatlaklarla doluydu ve baygın, yaralı gardiyanlar belli ki Valtor'u durdurmak için ellerinden geleni yapmışlardı.

Stella harap olmuş çevreyi incelerken, "burayı baştan düzenlemek zorunda kalacaklar." diye söylendi.

Flora endişeyle etrafta baygın yatan gardiyanlara bakarken, "buradan bir kasırga geçmiş gibi..." diye cevapladı.

Tam o sırada Musa gözüne ilişen üç gölge ile, "Trix! " diye haykırdığında tüm ilgi anında ona yönelmişti.

Layla şüpheyle, "emin misin? Şu anda güvenliğin en yoğun olduğu yerde olmalılar." dediğinde Tecna, "bir dakika! Valtor az önce gardiyanları mahzene kilitledi!" diye bağırdı ve elindeki bilgisayarı kapattı.

Musa, "anlaşılan en başından beri gözü hiç istemiyordu. Onları, asıl istediği şeyden uzak tutmak istediği için kandırdı ve Trix de o her neyse onu almaya gidiyor olmalı." diye bir fikir yürüttü ve bu, gayet tutarlı bir fikirdi.

Tecna onu onaylar onaylamaz, "gözün tutulduğu kutu!" diye cevapladı. "O da çok güçlü bir eser. Trix muhtemelen onu alacak."

Ve yanılmamışlardı.

Müzenin merkezine geldiklerinde Trix de oradaydı ve kutu, Icy'nin yarattığı buzdan tezgahın üzerinde duruyordu.

Darcy, "Valtor topladığı büyüleri bunda saklayabilir. Bence oldukça yararlı, değerli bir mücevher." dediği sırada Stella öfkeyle, "Evet! Kutudan uzak durun!" diye haykırdı.

Icy hızla havaya fırlayıp yarattığı buz saçaklarını Winx'in üzerine yığarken öfkeyle haykırdı. "SİZDEN BIKTIM ARTIK!"

Flora yarattığı bahar büyüsüyle saçakları durdurduğu sırada Stormy, oluşturduğu güçlü kasırgayı hızla Winx'e yöneltti ama unuttuğu bir şey vardı; Winx, artık Enchantix sahibi perilerdi ve bu büyüler, kurtulamayacakları kadar güçlü değildi.

Yine de kasırganın sürüklediği kolon Stella ve Musa'ya çarpmış, onları sertçe yere fırlatmıştı.

Buna karşılık Tecna yarattığı kalkanıyla kasırgayı hızla sarmalayıp parça parça bölerek yok etti.

Icy hiddetle, "boş ver onları! Kutuyu aldık! Gidelim buradan!" diye söylense de Bloom, çoktan Icy'nin yarattığı buzdan tezgahı eritmiş, kutuyu kendi taraflarına almayı başarmıştı.
"Bu o kadar kolay olmayacak." diye cevapladı. Yüzünü kaplayan kurnaz ifadesi yavaş yavaş solarken kalbinde cayır cayır yanmaya başladığını hissettiği alevi, onu yapması gereken şeye sürükledi ve refleks olarak kendine yöneltilen güçlü büyüden kaçınmak için geriye doğru taklalar attı. Kafasını kaldırdığında kızıl saçlarının arasından gördüğü sima kanının kaynamasına, öfkenin damarlarına nüfuz etmesine neden oldu.

"Valtor!"

Valtor, sağ elini boynuna yerleştirip gayet rahat hareketlerle boynunu çıtlatırken odayı saran soğuk kahkahası Winx'in buz kesmesine ve işlerin ciddiye bindiğini anlamalarına neden olmuştu.

"Her zamanki gibi, beni hissetmekte oldukça başarılısın Bloom." dedi ve önünde bağladığı kollarıyla rahat bir pozisyon aldı. "Ama korkarım bu, beni durdurmaya yetmeyecek."

Winx hızla havalanıp Valtor'un çevresini sardıklarında Stella kendinden emin bir şekilde cevapladı. "Hayır, ama bu yetecek!"

Oluşturdukları birleşik güç, Valtor için hiçbir önem arz etmiyordu. Öyle ki birleştirdikleri bu güç, onu yalnızca birkaç saniye tutabilmişti.

Bloom, Valtor'un alaylı kahkahalarına daha fazla dayanamıyordu. Ne cüretle arkadaşlarını aşağılardı?! Bedenini saran alevi dönüşümünü harekete geçirdiğinde hızla havaya fırladı ve kalbine dolan alevini acımasızca Valtor'a yöneltti.

Valtor, onu sarsan alevleri engellemeye çalışırken arkasındaki duvara çarpmış ve etrafı toz dumana katmıştı.

Bloom tekrar yere indiğinde Winx artık çevresinde değillerdi, Trix ile savaşmaya koyulmuşlardı ve şimdi Bloom, Valtor ile yalnız kalmıştı.

Etrafı saran toz, güçlü bir büyüyle ortadan ikiye yarılırken Valtor, üzerindeki tozu eliyle çırptı ve takındığı ciddi ifadesiyle yavaşça Bloom'a yaklaştı. "İşte bu, gerçek bir meydan okuma."

Bloom, "güzel, sen ve ben, gidiyoruz!" dediği anda havalandı ve kendini büyülü bir camın arkasına attı.

Elbette Valtor, onu takip etmişti ve şimdi Bloom, onunla nasıl savaşması gerektiğini bilmiyordu. Enchantix'i eksikti ve yanlış bir durumda kontrolünü yitirebilirdi. Dikkatli olmalıydı ve elinden geldiğince güçlerini sakınmalıydı ama nasıl?

"Senin yerine geçmeme izin ver."

Beyninde yankılanan cümleyle gözleri fal taşı gibi açıldığında Valtor'a yönelttiği tüm dikkati anında dağılmış, gözlerinin sarımsı yansımasını camda gördüğü anda kendini telaşla geriye çekmişti ve kanatları, ondan bağımsız onu geriye sürüklediğinde sırtını sertçe duvara çarptığında durabilmişti. Yüz üstü yere düşmekten son anda kolları ile kendini yukarıda tutarak kurtulmuştu.

"Öldür onu."

"Öldür onu."

"Yok et."

"Onlara kim olduğunu göster."

"Parçala onları."

"Yok et."

Beyninde yankılanmaya devam eden cümleler onu delirtiyordu.

"Sus artık..."

Saçlarının arasına geçirdiği parmakları kafa derisini kazımak istercesine yumulurken ellerine dökülen saçları daha da delirmesine neden oluyor, bedenini alaşağı eden karanlık deli gibi acı çekmesine neden oluyordu. Sanki kanatları bedeninden koparılıyormuş gibi hissediyordu. Sanki, peri tozu bedeninden akıp gidiyormuş gibiydi.

Bloom acıya daha fazla dayanamıyordu ve boğazını yakarak dışarı fırlayan çığlıkları tüm müzeyi sardığında kalbindeki acının büyüklüğü az da olsa aşikar olmuştu. Durulmuyordu, durmuyordu... Öyle ki sırf bu acıyı sonlandırmak için kendi güçleriyle kendini dahi yok edebilirdi.

Gözyaşları çehresini çepeçevre sarmışken daha fazla dayanamayacağını biliyordu ama o, güçleriyle bedenini saracağı sırada başka bir güç bedenine akın etmiş, onu delirten karanlığı bir çırpıda susturmuş, yerini sakin bir duruluğa bırakıştı.
Bedeni tamamen güçsüz düşmüştü, yorgun ve halsizdi.
Gözlerini yavaşça araladığında yanağının hemen üzerinde olan sıcak, sert ve güçlü elin sahibiyle göz göze geldi. Daha sonra gözlerini ondan ayırıp Valtor'un arkasına baktığında şok içinde kalmıştı ve Winx ile karşı karşıya gelmenin endişesiyle gerginlikle yutkundu.

Çığlık attığı sırada gelmiş olmalılardı.

Valtor, onu iyileştirdiği sırada Stella'nın "ondan uzak dur!" diye bağırdığını az çok işitmişti.

Valtor, geri çekilirken sağ elinde tuttuğu eldivenini telaşsızca tekrar eline geçirdi. Bıkkınlıkla bakan gözlerini kapatıp derin bir nefes verdi ve ardından sağ elini havaya kaldırıp parmaklarını şaklattı.
Trix'in tutulduğu morfix anında yok olmuştu ve normalde Bloom'un yarattığı güç bariyerinin içinde olan kutu, şimdi Valtor'un elinde duruyordu.

"H-hayır..."

Fısıltısı oldukça boğuk çıkmıştı ama bu fısıltı, hangi koşulda olursa olsun pes etmeyeceğinin açıkça göstergesiydi ve zorlukla, kollarından destek alarak ayağa kalktığında gözlerini, Valtor'un içi kurnazlıkla parlayan gözlerine odakladı. "O-onu, onu almana, i-izin... ahh..." Dengesini sağlamak için arkasındaki duvara tutundu ve sözlerine kararlılıkla devam etti. "Onu almana, izin veremem."

Valtor, alayla tek kaşını havaya kaldırıp dişlerini göstererek gülümserken kafasını, hafif önüne eğip yavaşça sağa sola salladı. "Asla pes etmeyeceksin, değil mi Bloom?" Ve bu sorunun cevabını gayet iyi biliyordu.

Bloom, elinde oluşturduğu alev topunu bir girdap misali yayıp Valtor ve Trix'in üzerine gönderdiği sırada Valtor, boştaki elini hafifçe hareket ettirip üzerine gelen girdabı yardı ve gücü Bloom'un üzerine gönderdi.
Bloom, ona çarpan güce karşı duramadan gerisin geri fırlatıldı ve en sonunda sırtı, camdan bir kafesin üzerine çullandığında cam kırıkları ile olduğu yere yığıldı. Acı, tüm bedenine nüfuz ederken önüne düşen metalik şey, tüm odayı yere çarparken çıkardığı sesi ile doldurdu.

"BLOOM!"

Winx, ona doğru hızla ilerleyip bulunduğu yere girdiklerinde şokla, oldukları yerde kalakaldılar. Valtor ise merakla ve tepkisizce Bloom'u izledi.

Bloom, ellerinden destek alarak zorlukla kendini kaldırdığında saçlarının arasından parlayan safir ışık ile kafasını yavaşça kaldırdı.

Bu...

Bedenini ele geçiren ürperti titremesine neden oluyordu ve ne zaman hareketlendiğini dahi anlamadığı parmakları safir ışığın kaynağını, Sparks tacını, tacını kavradığında şokla aralanmış gözleriyle bunun gerçeklik olup olmadığını sorguladı ama hayır, bu, gerçekti...

Etrafı Sparks bayraklarıyla, hazineleriyle çevriliydi.

Yavaşça ayağa kalktığında yavaş acelesizce attığı her adımı kalbine bir hançer misali saplanıyor; gözleri, gördükleri karşısında hayal kırıklığına uğramasına neden oluyordu.

Tanıtım billboardının yanına geldiğinde durdu.

Domino Gezegeni Sparks Krallığı

Bir zamanların en ihtişamlı, güçlü ve parlak krallığı.
Üç Eski Çağ Cadıları ile yapılan savaşta yok oldu.
Sparks'ın kalıntılarından kalan en değerli eserleri ve hazineleri ise Kral, Kraliçe ve Prenseslerinin ölmesi nedeniyle Magix Müzesinde sergilenmektedir.

Ölmesi...

Kral,

Kraliçe

ve 

Prensesleri...

Ölmesi...

Yaşayan bir varisin olmaması...

Avcunda tuttuğu tacı tamamen kanına bulanmıştı. Acıyı hissetmiyordu, hissedebildiği ne vardı?

Hüzün? Hayal kırıklığı? Pişmanlık? Umutsuzluk? Öfke? Kırgınlık?

Hayır...

Elindeki tacı öfkeyle yere fırlatıp hızla arkasını döndü ve arkasına dahi bakmadan, arkadaşlarının çığlıklarını dahi işitmeden salonun duvarını parçaladı ve hızla uçarak oradan uzaklaştı.

Valtor, ayaklarının ucuna kadar yuvarlanan Sparks tacına bir süre dikkatlice baktı.

Bazı şeyler insanda derin acı uyandırırdı. Pişmanlık gibi, çaresizlik gibi, umutsuzluk gibi... Tüm bunların bir çözümü yok denilebilirdi. Pişmanlık, telafi edilemez durumlar için duyulan boş bir duyguydu. Çaresizlik, elleri kolları bağlı bir insanın kıvranmasından, kör bir insanın ışığı görmek istemesinden başka bir şey değildi. Umutsuzluk çok nadir giderilebilirdi ama arkasında bıraktığı çaba, gözyaşı, acı bu umuda değer miydi?

Valtor, tüm bunlardan sıyrılmanın yolunun intikam olduğunu düşünen bir adamdı. Ona göre ne kadar güçlüysen intikamın o kadar büyük olurdu.

Kafasını kaldırıp karşısında durgun duran bayrağı inceledi: Bir zamanlar mavi gökyüzünde tüm varlığıyla ışıldayan bayrak, şimdi buraya tozlanması ve gelen geçenin bakıp geçmesi için asılmıştı. Bunda, bu durumda payı vardı.

Pişman mıydı? Üzüntü mü duyuyordu? Kendinden şüphe mi ediyordu?

Ne hissettiğinden emin değildi ama hissettiği şey her neyse, olmaması gereken bir şeydi.

Ama hissediyordu: Şu anda ayaklarının dibinde duran bu kanlı taç, gün gelecekti ait olduğu yeri bulacaktı ve o zaman, tüm bunlara; bu bayrağın burada olmasının nedeni olanlarda ne pişmanlık, ne çaresizlik ne de umutsuzluk bırakacaktı.

 

 

Bölüm : 04.07.2025 14:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...