30. Bölüm

Unutulmuş Yemin

LEZZA
_vandes_

Valtor ve Ember, duruşlarında en ufak bir tereddüt olmaksızın, salonun kalbindeki tahtların önüne kadar geldiler.

Kral Erendor ve Kraliçe Samara’nın hemen karşısında durdular.

Sessizlik, bir kesme cam gibiydi; kırılmaya hazırdı.

​Ember, Valtor’un kolunu nazikçe bırakırken, yüzündeki alaycı, ince gülümseme daha da belirginleşti.

Bakışları, öncelikle Sky’ın donuk, acı dolu yüzüne, ardından Diaspro’nun zafer maskesine kaydı.

​"Kraliyet ailesi," diye başladı Ember, sesi tok ve cilalı bir metalin soğukluğunu taşıyordu. "Bu zorlu zamanda, Prens Sky ve yeni eşi, Leydi Diaspro'ya en içten iyi dileklerimizi sunmaya geldik." Kelimesi kelimesine bir nezaket kullanıyordu, ama tonu, kelimenin tam tersini fısıldıyordu.

​Ember, Sky'a yaklaştı, aralarındaki mesafe sadece bir nefeslikti. Gözlerindeki keskin sarılık, onun bakışlarını delici hale getiriyordu.

​"Sky," diye fısıldadı, sesi neşeli bir perinin sesi değil, bir gölgenin soğuk ve hesaplı sesiydi. "Umarım evliliğiniz, Eraklyon'un istediği istikrarı getirir. Çünkü göründüğü kadarıyla, buna çok ihtiyacınız var."

Ember'ın bu imalı sözleri, Erendor'un öfkeyle kasılmasına neden oldu.

​Diaspro, bu meydan okumaya anında tepki verdi; yüzündeki kibirli gülümseme yerini düşmanca bir öfkeye bıraktı. "Hediyeni görmeyi bekliyoruz, Bloom," diye tısladı, adı ‘Bloom’u bir hakaret gibi kullanarak. "Yoksa Eraklyon'a sadece boş sözler mi getirdin?"

​Ember, Diaspro'nun kışkırtmasını görmezden geldi; gözleri, sadece Sky'ın hala şaşkınlık ve acı dolu bakan gözlerine kilitlenmişti.

Ardından, Valtor'a döndü ve Valtor, pelerininin iç cebinden küçük, kadife kaplı bir kutu çıkardı.

​Ember, kutuyu Valtor'dan aldı ve parmaklarının ucunda tutarak Diaspro ve Sky'a uzattı.

​"Elbette bir hediyemiz var, sevgili Leydi Diaspro," dedi Ember, alaylı ses tonu anında sessizleşmiş salonda dalga dalga yayıldı. "Bu hediye, dilerim ki o istikrarı sağlamanızda sizlere yardımcı olur."

​Ember, kutunun kapağını açtı.

Kutunun içinden, salonun ışığını yutan, sıradan görünüşlü ama manyetik bir çekiciliği olan bir nesne çıktı.

Bu, basit, cilalı Obsidiyen bir taştı, ancak taşı çevreleyen, incecik işlenmiş, sonsuzluk sembolünü andıran Ejderha Ateşi kırmızısı bir tel sarmalı vardı.

Taşa bakan herkes, sanki kendi iradesinin bir anlığına sarsıldığını, zihninin en derinlerine nüfuz edildiğini hissetti.

​Bu, bir mücevher değildi. Bu, saf bir enerji hapsiydi.

"Bu, Gölge Sınırı olarak bilinir," diye fısıldadı Ember. Sesi, büyülü bir söz gibi yankılandı. "Efsaneye göre, karanlık bir varlık bunu bir kez kontrol altına aldığında, bulunduğu yerdeki tüm zayıf iradeleri kendisine bağlar. Bu, Ejderha Ateşi'nin kontrol edilmiş gölgesiyle işlenmiştir."

Ember, özellikle "kontrol edilmiş" kelimesini vurguladı.

​"Onu size hediye ediyorum," dedi, kibirli bir jestle taşı Sky'ın eline bıraktı. Sky, taşın soğuk, ürkütücü enerjisiyle anında irkildi.

​"BU DA NE DEMEK OLUYOR!" diye bağırdı Diaspro, öne atıldı ama Syk hızla onu kolundan yakalayıp geride tuttu; bu, ondan beklenebilecek en akıllıca hareketti.

Bu taşın anlamı açıktı ve bu, tek kelimeyle Diaspro'yu deli etmişti. Ama Sky'ın hissettiği tek şey soğukluktu, ölümün soğukluğu...

Ember, sesi bir kılıç darbesi kadar keskin ve soğuktu. "Benim hediye ettiğim bu taş, bu gecenin ve geleceğinizin sessiz bir hatırlatıcısı olacaktır."

​Bu, açık bir tehditti.

Ember, Sky'a, "Seni kontrol eden güç, sana bu hediyeyi veriyor," derken, Diaspro'ya doğru baktı. Gözleri, 'senin zaferin, benim gölgelerimle mühürlenmiş' mesajını iletiyordu.

​Kraliçe Samara, öfke ve çaresizlik içinde yerinden fırladı. "Yeter! Bu saygısızlık..."

​Valtor, Kraliçe Samara'nın sözünü kesti; sesi, salonun tavanını çatlatacak kadar güçlü ve buyurucuydu. "Kontrol edemediğiniz bir güce saygı duymak, akıllıca bir politikadır, Kraliçe Samara. Ve görünen o ki, siz akıllıca davranma yeteneğinizi kaybetmişsiniz."

​Ember, Valtor’un koluna yeniden asaletle tutundu ve gözleriyle Kral Erendor'u yavaşça, baştan aşağı süzdü. "Davetinize karşılık veriyorum, Kral Erendor." diye mırıldandı.

İma ettiği şey belliydi; ateşe karşılık ateş, tehdite karşılık tehdit.

Kraliçe Samara, oğlunun elinde tuttuğu o uğursuz obsidiyen taşın karanlık parıltısı karşısında dehşetle donakalmıştı.

Kral Erendor'un yüzü, asil öfkenin bembeyaz bir maskesine dönüşmüştü; ancak omuzlarında hissettiği siyasi baskının ağırlığı, onu tahtına geri mıhladı.

Bir anlık karmaşanın ardından, Eraklyon'un yıllardır ustalaştığı şey devreye girdi: görünüşü korumak.

​Ember, Kral'ın sessiz teslimiyetini sessiz bir zaferle kaydettikten sonra, asalet ve tehlikenin mükemmel bir karışımıyla Valtor'un koluna tutundu.

Salonun üzerindeki gerilim o kadar yoğundu ki, soylular nefeslerini tutmuş, her an bir büyünün patlak vermesini bekliyorlardı.

Ancak patlayan tek şey, Ember’ın alaycı, ince bir yay gibi gerilmiş gülümsemesi oldu.

​"Sanırım bu akşam için hediyelerimizi sunduk, hayatım," dedi Ember, sesi bir daha kimsenin duyamayacağı kadar yumuşaktı ama yine de Sky’ın kulaklarında bir zehir gibi çınladı.

​Valtor, başıyla onayladı. İkisi, en ufak bir acele veya eğilme jesti yapmadan, salondaki kalabalığı bir nehir gibi yararak, kendilerine ayrılmış olan köşeye doğru ilerlediler.

Onların varlığı, Eraklyon'un görkemli partisine davetsiz, yırtıcı bir unsur eklemişti.

Gölge Sınırı'nın büyüsü, Sky'ın avucunda soğuk bir ağırlık olarak kalırken, salondaki müzik utangaçça yeniden başladı.

Hava ağırlaşmış, ancak balo, asıl gösteriye hazırlık yapmak üzere zoraki bir neşeyle devam ediyordu.

​Aradan yarım saat geçtiğinde, Saray Şövalyeleri'nden biri, altın sesiyle salonun sessizliğe bürünmesini sağladı. "Majesteleri Kral Erendor ve Kraliçe Samara’nın onayıyla, Eraklyon Prensi Sky ve eşi Leydi Diaspro’nun ilk dansı başlıyor!"

​Sky ve Diaspro, salonun ortasına doğru ilerlediler.

Sky’ın yüzündeki acı, iyi eğitilmiş bir kraliyet yüzünün ardına gizlenmişti, ancak her adımı zorakiydi.

Diaspro ise zaferin coşkusuyla parlıyordu.

Prensin koluna, sanki en değerli kupasını tutuyormuş gibi sıkıca asılmıştı.

​Müzik, yumuşak bir vals melodisiyle başladı.

İki figür, salonun ortasında dönmeye başladılar. Bu, bir aşk dansı değil, bir iktidar gösterisiydi.

​Salonun gölgeli köşesinde, Valtor ve Ember, bir bardak Kırmızı şaraplarını yudumlarken, yeni evlileri izliyorlardı.

Onların hemen yakınında, beklenmedik bir şekilde, Trix üçlüsü - Icy, Darcy ve Stormy - Winx kızlarından Stella, Flora ve Musa'nın yanındaydı.

​Icy, kadehini yudumlarken, gözleri buzu andıran bir alayla kısıldı. "Ah, ne mide bulandırcı bir görüntü," diye fısıldadı, sesi kuru bir kış rüzgarı gibiydi. "Diaspro'nun yüzündeki şu ifadeye bakın. Sky'ı gerçekten 'kazandığını' düşünüyor. Aptallık, onun en çekici özelliği miydi."

​Stella, Trix'in bu iğnelemesine, şaşırtıcı bir şekilde, alaycı bir kıkırdamayla karşılık verdi. "Sadece 'kazanmak' değil, Icy. Bildiğin, kıvılcımlı bir av kupasını kucaklıyor gibi."

​Darcy, gözlerini dans eden çifte dikerek, "Asıl kıvılcım şu an Ember'ın hediye ettiği taşta olmalı," dedi, sesi gölgeli bir fısıltıydı. "O Obsidiyen, Sky'ın kalbinden daha soğuk. Bloom bu kez gerçekten beni şaşırttı, 'siz benim emrimdesiz' anlamına gelen bir taş vermek..."

​Stormy, gürleyen bir kahkaha attı. "Aynen öyle! Açıkça bu tam bir Trix hamlesiydi!"

​Flora, genellikle nazik olan sesiyle, endişeli bir tını taşıyordu. "Ama yine de, Sky'ın yüzündeki acı... bu kadar eğlenmemeli miyiz? Onun adına üzülüyorum."

​Musa, arkadaşının kolunu okşadı. "Üzülmek mi? Flora, bu bir savaş. Sky, yanlış tarafı seçti ve şimdi bedelini ödüyor. Balo salonundaki en zayıf iradenin kim olduğunu hepimiz biliyoruz ve Gölge Sınırı tam da onu hedef alıyor. Valtor ve Bloom'un anlaştığını görmek ise... Açıkçası, bu baloda beni en çok eğlendiren şey."

​Trix ve Winx'in bu garip, anlık ittifakı, dans eden çiftin sahte neşesinden çok daha samimi ve eğlenceliydi.

Onların kadeh tokuşturmaları, salonun genelindeki gerginliği bir anlığına dağıtan, çatlak bir kahkaha gibiydi.

​Vals, soyluların kibar, zoraki alkışlarıyla sona erdi. Sky, Diaspro'yu zarifçe bıraktı ve hemen ardından, kendini kalabalıktan çekerek, babasının yanına gitti. Gözleri, avucundaki Obsidiyen taşın soğukluğunu unutamıyordu.

​Diaspro ise zaferin sarhoşluğuyla ışıldıyordu. Alkışları kabul ettikten sonra, bir uşaktan kristal bir kadeh aldı. Gözleri anında, balo salonunun kenarında, bir heykeltıraşın en keskin eserleri gibi duran Ember ve Valtor'u buldu.

Amacı belliydi: zaferini, en büyük rakibinin yüzüne vurmak.

​Kadehi elinde, şarabın dökülmemesine dikkat ederek, Ember’ın yanına doğru yürüdü.

Ember, pencereden dışarıyı, Eraklyon'un kışkırtıcı derecede parlak ay ışığı altındaki bahçelerini seyrediyordu.

Valtor ise, bir imparatorun soğuk ilgisizliğiyle, salonun içini gözlüyordu.

​Diaspro, Ember’ın tam arkasına geldi ve yapmacık bir nezaketle öksürdü. "Bloom. Ya da sanırım bu geceki takma adınla, Ember." Sesi, bal tatlısı ve zehirli bir karışımdı.

​Ember, yavaşça pencereden ayrıldı ve bakışlarını Diaspro'ya çevirdi. Gözlerindeki sarı parıltı, kadehindeki kırmızı şarap kadar yoğun ve tehlikeliydi. "Diaspro. Görünüşe göre ilk dansınız bitmiş. Tebrikler. Bir nevi."

​Diaspro, bu imaya aldırmadan, kibirle gülümsedi. "Bir nevi mi? Sky benimle dans etti, Ember. Evlilik yüzüğü parmağımda ve tahtın yanındaki yer benim. Sen ise, en iyi ihtimalle, bir 'davetli' olarak burada duruyorsun, bir zamanlar sahip olduğun her şeyi elinden almış olan kadını izliyorsun." Kadehini yukarı kaldırdı. "Buna tam anlamıyla zafer derler, değil mi?"

​Ember’ın yüzündeki ince alaycı gülümseme, daha da keskinleşti. Elindeki kadehi yavaşça salladı. "Ah, sevgili Diaspro. Sen zafere 'sahip olmak' ile, gerçek güce sahip olmayı karıştırıyorsun."

​Gözleri, aniden ciddileşti. "Sen, Eraklyon'un tahtı için en iyi 'ikinci seçeneksin' ve bu, senin zaferin değil, benim özgürlüğüm." Bakışları, Valtor’a kaydı. "Sen, tahtın yanına sığındın. Bense, tahtları devirebilecek olanın yanında duruyorum."

​Diaspro’nun yüzündeki gülümseme sarsıldı.

​Ember, son darbeyi indirmek için öne doğru bir adım attı. Sesi, etrafındaki parıltılı kadehler ve ipek elbiseler arasında çelikten bir ses gibiydi. "Seni suçlamıyorum, belli ki bir oyuncak olmayı sana çok öncesinden benimsetmişler. İlk önce İsis, sonra Valtor ve en son da... Eraklyon. Sana karşı hissettiğim tek duygu: Acınası olduğun, daha fazlası değil."

​Ember, Valtor’un bulunduğu tarafa doğru döndü ve elindeki şarap bardağını hafifçe kaldırdı. "Ve sen," dedi Ember, sesi bir yargıç hükmü kadar keskin, "Bir daha, benim irademin dışına çıkıp belirlediğim ismin dışına çıkma cüretini gösterirsen, arkanda küllerini dahi bırakmam." Ve elindeki yarım kadehi yavaşça Diaspro'nun eline tutuşturup Valtor'a doğru ilerledi, Diaspro'yu arkasında bıraktı.

​Diaspro, korku boğazına düğümlenmiş gibi hissediyordu. Gözleri dehşet, öfke ve utancın bir karışımıyla seğirdi.

Ember’ın sözleri, onun 'zafer' anını alıp, onu bir hiçliğe dönüştürmüştü.

Sky'ı almıştı, ama ruhunu değil; ve en önemlisi, Ember'ın elinde, Sky'dan çok daha değerli, çok daha tehlikeli bir ödül vardı.

​Ember, sırtı dik, bakışı net bir şekilde Valtor'a doğru ilerledi.

Diaspro'yu, adeta salonun ortasında bir leke gibi bırakmıştı.

Valtor, Ember'ın yaklaşışını soğuk bir memnuniyetle izledi.

Genç kadın, koluna yeniden tutundu, "artık geri dönelim, sıkıldım." diye mırıldandı Ember, sesi şimdi yalnızca Valtor’a aitti.

Valtor, kadehini bitirip bir uşağa uzattı.

Uşağın eli, Valtor’un kadehi tutuşundaki keskinlikten dolayı hafifçe titredi.

​"Aceleye gerek yok," dedi Valtor, sesi derin ve yatıştırıcıydı, ama altındaki güç mühürlü bir volkan gibiydi.

Gözleri, balo salonunun ortasında, sahte bir neşeyle dans etmeye devam eden soylulara kaydı. Ardından bakışları, Ember'ın gümüşe çalan dalgalı saçlarında, sonra ise omuzlarında duraksadı. "Buradan ayrılmadan önce değerlendirebileceğimiz bir son an var."

​Ember, ne demek istediğini tam olarak anlayamamış bir şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. "Ne gibi bir an?"

​Valtor'un dudaklarında, o gece için ilk defa, gerçek bir keyif kırıntısı belirdi. Elini nazikçe uzattı, bir adamın aşkına sunduğu bir jestti bu. ​"Bir adamın dans etme hakkı her zaman vardır, değil mi? Özellikle de yanındaki ateş bu kadar güçlü yanıyorsa."

Ember'ın alaycı gülümsemesi, bu teklifin beklenmedik zarafeti karşısında hafifçe yumuşadı.

Hafifçe sallayarak başıyla onayladı ve elini, Valtor'un güçlü parmaklarına bıraktı.

​Müzik, yumuşak bir valsden, daha dramatik, daha ihtişamlı bir melodiye kaydı.

Valtor, Ember'ı salonun merkezine, Sky ve Diaspro'nun az önce dans ettiği o alana doğru yönlendirdi.

Adımlar, kusursuzdu. Valtor'un kontrolü ve Ember'ın keskin zarafeti, birbirini tamamlıyordu.

Onların varlığı, o kadar baskın, o kadar manyetikti ki, etraflarındaki soylular kısa süre sonra dans etmeyi bıraktı. Birer birer, gergin bir sessizlik içinde kenara çekiliyorlar, Eraklyon taht odasının ortasında sadece iki figüre yer açıyorlardı.

Dans, sadece iki kişinin arasında geçen, görkemli, tehlikeli bir gösteriye dönüşmüştü.

​Valtor, Ember'ın belini sıkıca tuttu ve onu bir dönüşe kaldırdı. Yüzleri birbirine yaklaştı. Gözlerindeki açık gri, Ember'ın sarı alevlerini yansıtıyordu.

Tam o anda, Valtor alaycı, kurnaz ve son derece alaylı bir fısıltıyla kulağına eğildi, "Gümüş yakışıyor, Bloom. Ama itiraf etmeliyim ki, Ejderha Ateşi'nin kızılını özledim."

Ember'ın gülümsemesi anında yüzünden silindi.

Ne olduğunu anlamadan, 'Bloom' adının şokunu yaşarken, Valtor onu belinden sıkıca kavradı, onu yerden kesti ve havaya kaldırdı.

Havadayken, Ember'ın gümüşi saçları, bir anda şiddetli bir alev parlamasıyla tutuştu. Gümüş hızla eridi ve yerini Ejderha Ateşi'nin en saf, en kızıl rengine bıraktı.

Alevler, sadece saçlarını değil, tenini ve üzerindeki kumaşı da sarıyordu. Siyah elbise, bir kâbusun son perdesi gibi, aniden eriyip kül olurken, salonun ışıkları, bu sihirli, yakıcı dönüşüm karşısında sönük kaldı.

Elbisenin üst kısmı, bir korse misali bedeni saran, göğüs dekoltesini nazikçe çerçeveleyen ve gücü fısıldayan bir zırh gibiydi. Koyu kırmızının en zengin tonları, derin yakut kızıllığı, kadife dokusuyla öne çıkıyor, yüzeyini saran karmaşık, oryantal desenlerle canlanıyordu. Bu desenler, erimiş altın ipliklerle işlenmiş, adeta cildin üzerinde akan bir sıvı metal ağı oluşturuyordu; her kıvrım, her motif, kadim bir imparatorluğun mührünü taşıyordu. Korsenin merkezindeki lacivert ve gök mavisi ipek paneller, kırmızı alevlerin arasında bir serinlik vaadi gibiydi. Bu küçük, parlak mavi alanlar, denizlerin derinliklerinden çıkarılmış safirleri andıran küçük, damla şeklindeki değerli taşlarla süslenmişti.

Boynu saran gösterişli, altın bir gerdanlık, elbiseyle bütünleşiyor, boyun ve omuz çizgisini ilahi bir zarafetle vurguluyordu.

​Elbisenin etek kısmı, belden aşağıya doğru, katlı bir geçişle zengin, turkuaz ve kobalt mavisi tonlarına bürünüyordu; bu mavilik, denizin dibindeki sessizliği ve bilgeliği temsil ediyordu.

Ancak bu mavilik, edilgen değildi. Kırmızı ve altın ipliklerden örülmüş, katman katman açılan volanlar ve fırfırlarla kesintiye uğruyordu.

Özellikle bel ve kalça hizasından başlayan, altın rengi kanatların estetiğini taklit eden, işlemeli kırmızı ve altın paneller, elbiseye anıtsal, neredeyse mitolojik bir hava katıyordu.

​Eteğin ön merkezinde, derin mavi kadife üzerine işlenmiş, abartılı ve simetrik altın sarmallardan oluşan bir desen, bakışları sabitliyor; bu ana desen, kalbinde yine derin, pırıltılı mavi taşları barındırıyordu.

Etek, zemine doğru genişleyerek ve ağırlaşarak yayılıyor, kadının her hareketinde çevresinde şeffaf, sisli ipek tüllerden oluşan, kırmızıdan maviye geçiş yapan bir hare yaratıyordu. Bu tüller, sanki bir zamanlar bu harabelerin arasından akıp giden nehirlerin ruhları gibi, etrafında dans ediyor, ona göksel bir koruyucunun aurasını veriyordu.

​Elbise, sadece bir kumaş yığını değil, gücü ve güzelliği aynı anda barındıran, dokunmuş bir efsaneydi.

​Bloom, Ejderha Ateşi'nin Koruyucusu olarak, salonun ortasında dururken, soylular arasında büyük bir fısıltı yayıldı.

Herkes, nefesini tutmuştu.

Diaspro'nun yüzündeki şok ifadesi, zafer maskesinin tamamen çatlamasına neden olmuştu.

Sky ise, elindeki Gölge Sınırı Obsidiyen taşının verdiği soğukluğa rağmen, bu kızıl alev karşısında derin bir sıcaklık hissetmişti.

​Valtor, onu yere indirdiğinde, bir anlığına dans etmeyi bıraktılar.

Yüzü, büyük bir tatminle gerilmişti. "İşte benim kıvılcımım," diye fısıldadı, sesi yalnızca Bloom'un duyabileceği kadar alçaktı. "Benliğinin her zerresine aşığım, Bloom."

​Bloom, ona döndü. Kırmızı saçları, alevlerin dansını yansıtırken, gözlerindeki altın parıltı, kendi ateşinin altındaki safir parıltısıyla yer değiştirmişti.

​Kral Erendor, tahtından kalkmak için hamle yaptı ama Valtor'un bakışı onu durdurdu.

Valtor ve Bloom, müziğin yavaşlamasını fırsat bilerek, birbirlerine son bir kez baktılar.

​Valtor, Bloom'un elini yavaşça öptü. "Son kalan işini hallet, seni bekliyor olacağım."

​Bloom, başıyla onayladı. Valtor'dan ayrıldı ve, gözleri doğrudan Kral Erendor'un, acı dolu bakışlarına kilitlenmiş halde, tek başına salonun çıkışına ilerledi.

Kral Erendor bunun ne anlama geldiğini biliyordu, Bloom'un buraya gelmesini sağladığı şey ve onun en büyük sırrı...

...

On sekiz yıl...

Bu süre, Eraklyon ve Sparks'ın kaderini mühürleyen kadim bir yeminin ağırlığı altında titrek bir anıdan farksızdı.

Yemin, Işık Birliği'nin üyeleri, Üç Eski Çağ Cadıları'yla girdikleri o büyük savaştan sağ salim dönene dek, Erendor, Eraklyon'un Kralı, Sparks'ın kristal kulelerini ve halkını koruyacaktı.

Fakat gölgeler bu yemini yutmak için çoktan hazırdı...

Cadılar, saldırılarına Sparks'ın atan kalbi, Hayat Ağacı'nın mistik özünü barındıran, safir ve altın yansımalı şehir Auron'dan başladılar.

Gökten inen bir ateş sağanağı, Auron'u küle ve lanete boğarken, Erendor'un yüreğine soğuk bir korku saplandı.

Cadıların teklifi, kurban edilecek bir krallığın bedeli karşılığında kendi krallığının güvencesiydi.

Erendor, omuzlarına yüklenen sorumluluğun ağırlığı altında ezildi ve titrek bir el ile bu kirli anlaşmaya imza attı.

Karşılığında, Hayat Ağacı'nın Özü ile parıldayan bir kum saatini aldı. Eraklyon'u karanlıktan koruyacak bu hediye, Sparks için tarihe düşülen ilk ihanet, ilk ölümcül darbe oldu.

​14 Yıl Önce

​Hava, Eraklyon'un mermer avlularında bile ağır ve metalik bir koku taşıyordu; uzaktan gelen felaketin sönmüş kokusuydu bu.

Kral Erendor, kristal işlemeli tahtında değil, fildişi kulesinin en yüksek balkonunda duruyordu. Gözleri, batı ufkunda yanan mor ve siyah bir lekeye çakılıydı; bir zamanlar Işık Krallığı, Sparks olan yerdi orası.

​Dört yıl önce, bu krallıklar birliğin gücüyle parlıyordu.

Erendor, yeminini anımsadı: Kral Oritel'in, o coşkulu ve gürleyen kahkahalı dostunun elini sıktığında hissettiği sarsılmaz güveni.

Işık Birliği; Marion’un bilgeliği, Oritel’in cesareti ve diğer dört büyücünün kudretiyle, Üç Eski Çağ Cadıları’nın nihai karanlığına karşı bir kalkan kurmuştu. O gün, Erendor'a düşen görev basitti: "Dönene dek koru."

​Fakat cadılar, kalkanı delmenin en hain yolunu seçmişti. Önce, Sparks'ın ruhunu, canlılığın aktığı damarı hedef aldılar: Auron.

Hayat Ağacı’nın dalları, kadim zamanlardan fısıltılar taşırken, Cadılar'ın gazabı gökyüzünü yarmıştı. Safir şehir, alev ve lanetin birleşimiyle eriyip simsiyah bir cürufa dönüşürken, Hayat Ağacı'nın ışıltısı boğuldu.

4 Yıl Önce

​Erendor, Eraklyon'un ordusunu hazırlıyordu, kılıçların şıngırtısı avluda yankılanıyordu ki, kulenin karanlık eşiğinde üç siluet belirdi.

Onların varlığı, havayı bile donduruyordu. Üç Eski Çağ Cadıları. "Kral Erendor," diye tısladı Belladona, sesi kuru yaprakların hışırtısı gibiydi. "Korkunu hissediyoruz. Ve korku, krallıkların düşüşüne giden en kısa yoldur."

​Teklifleri basitti, dehşet verici olduğu kadar baştan çıkarıcıydı da: Eraklyon'a dokunmayacaklardı. Ne tek bir taşını yıkacak, ne de tek bir Eraklyonluya zarar vereceklerdi.

Bedeli mi?

Sparks'ı korumasız bırakmak.

Savaşın kaderini, dostunun kaderini, karanlığa terk etmek.

​Erendor'un boğazına bir yumru oturdu. Geri çekilse, ihanet edecekti. İlerlese, Sparks'ı kurtaramayacak ve Eraklyon'u da felakete sürükleyecekti. Yemin, kalbinde bir hançer gibiydi.

​Ve sonra, Cadıların elinden Erendor'un mermer masasına koyulan şey, tereddütünü tamamen kırdı.

​Bu, bir cam küre ya da mücevher değildi; zarif, obsidiyen çerçeveli ve içinde altın renginde parlayan, sürekli akan bir tozun bulunduğu bir kum saatiydi.

​"Bu," diye açıkladı Lysslis, "Hayat Ağacı'nın son özü. Bu kum aktığı sürece, Eraklyon, karanlığın gazabından korunacak."

​O an, Erendor güvenceyi değil, yalnızca ihaneti seçti. Oritel'e, Marion'a ve tüm Birliğe karşı işlediği bu suç, gökyüzünün kararışıyla tescillendi.

O kum saati, Eraklyon'un kurtuluşu, Sparks'ın yediği ilk darbe, aldığı ilk ihanet olarak tarihe geçti.

Kum taneleri yavaşça akarken, Erendor geride bıraktığı krallığın çığlığını duymazdan geldi ve ilk kez, krallık tacı alnında değil, kalbinde bir ağırlık yaptı.

 

Bölüm : 06.12.2025 11:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...