
"Sevgilim!" sesinin yankısı, derin düşüncelerimi kesip savurdu. Başımı yavaşça çevirdim, gözlerim hala karışık bir şekilde uzaklara bakıyordu.
"Ha?" diye cevap verdim, sesimdeki hafif titremeyi fark etmeyerek. İçimdeki karmaşa, gözlerimdeki bulanıklıkla birleşmişti. O an, bu anın gerçek olup olmadığını sorgulamaya başladım.
"Nereye bakıyorsun?!" dedi, bu defa sesindeki endişe biraz daha belirgindi.
"Sadece önemli bir şey düşünüyordum," dedim, ama kelimeler boğazımda takılıp kaldı. Ne düşündüğümü kendim de tam olarak bilmiyordum. Sadece o gözler, o gölgeler, geçmişin hayaletleri kafamda dönüp duruyordu.
"Ağzını oynatıyordun. Cinlerle mi konuşuyordun sen?" Şaka yollu söylediyse de, içindeki gerçek endişeyi sezinleyebiliyordum. Bana biraz daha dikkatle bakınca, gözlerimdeki o karanlık, ne olduğunu anlayamayan bir bakış var mıydı?
O an, bir parça daha geriye çekildim. Gözlerimi tekrar hafifçe kapattım, içimdeki sesler yankılanmaya başladı. Her şeyin aslında ayaküstü gördüğüm bir rüya olması mı? Gerçekten mi? O kadar uzak ve yabancı bir duygu, ama yine de bir şekilde benim içimdeydi.
"Olamaz," diye fısıldadım kendi kendime. Bunu yaşamış olamam, değil mi? Her şeyin bir yansıma, bir yanılsama olduğunu kabul etmek istemedim. O kadar gerçek hissediyordu ki…
Dışarıdaki sesler, beni tekrar gerçekliğe geri çekti. Akın sevgilisiyle, Melan arkadaşıyla, Görkem eniştesiyle AVM'de vakit geçireceklerini söylemişti. Bu basit bir plan gibi görünüyordu ama içimdeki boşluk, bir eksiklik duygusuyla birleşiyordu. Onlar buralarda, eğlenirken ben, burada, içimdeki kaybolmuşlukla kalakaldım.
Gerçek olan neydi? Ve hangisi gerçekti?Zihnimdeki bulanıklık gittikçe derinleşiyordu. Bir yanda Akın ve Melan’ın gündelik, sıradan yaşamı, öte yanda ise benim kaybolan hatıralarımın peşinden sürüklendiğim bir boşluk… Bu ikisi arasında sıkışıp kalmıştım. Bir yanda sıcak, renkli bir alışveriş merkezi, kalabalık bir kalp gibi atıyordu. Diğer yanda ise ben, yalnız bir gölge gibi kayboluyor, kaybolduğumun farkına varamıyordum.
Akın, Melan ve Görkem AVM'de vakit geçireceklerini söylediğinde, içimde bir şeyler kımıldadı. Gerçekten mi? O kadar basit, o kadar normal. Ama benim için o kadar uzak ve erişilemez… Onlar eğlenirken, ben hala bu belirsizlikle boğuşuyordum. Gerçekten eğleniyorlar mı? Yoksa onların da içlerinde, benim gibi bir eksiklik, bir boşluk var mı? Belki de hepimizin içinde aynı karanlık yuva yapıyordu, ama ben sadece bunu fark edemiyordum.
“Ne düşünüyorsun?” diye sordu sevgilim, tekrar sesinin tonu hafif kaygılı ama yine de alaycıydı.
Hemen yanına döndüm, gözlerimdeki bulanıklığı gizlemeye çalışarak. “Hiçbir şey,” dedim, fakat kelimelerim havada asılı kaldı. O an, içimde bir şeylerin kaybolduğunu hissediyordum. Bir şeyi hatırlamak istedim ama düşüncem bir anda uçup gitti. "Bir şeyler kayboluyor," diye fısıldadım, kendi sesimi bile duymadım. Sanki, bir yerlerde unutulmuş bir anı vardı ve ben onu yakalamaya çalışıyordum ama ne kadar çabalarım da olsa o anı tutmayı başaramıyordum.
Birden gözlerim Avm'nin parlak ışıklarına kaydı, orada, kalabalığın içinde kimseyi fark etmiyordum. Sadece insanlara bakıyordum ama onları gerçekten görmüyordum. Sesler, gülüşler, adımlar birbirine karışıyor, her şey bir hayal gibi bükülüp şekil değiştiriyordu. Birkaç saniye boyunca, kendimi bir rüyanın içinde gibi hissettim. Her şeyin geçici, her şeyin yanıltıcı olduğunu düşündüm. Belki de bir rüyada olmalıydım, çünkü bu kadar gerçek olmayan bir duygu, gerçek olamazdı.
Birdenbire Akın’ın sesi yankılandı kafamda. “Hadi, gel şunları alalım, burası çok kalabalık,” dedi. Ama neyi alacağını, nedenini bir an bile düşünmeden söylediklerini hissettim. Onun ne kadar neşeli, ne kadar gündelik bir insan olduğunu bir kez daha fark ettim. Bu dünyadan birine benzemek istesem de, bir adım bile atamıyordum. Bu duygu beni yavaşça boğuyordu.
"Sadece önemli bir şey düşünüyordum," dedim, ama bu sözlerim de eksikti. Onu gerçekten ikna edebilir miydim? İçimdeki boşluğu bu kadar net hissetmem, başkalarına söylemeye çalışmak ne kadar da zor oluyordu. Gerçekti ama bir yanda, sanki o kadar da önemli değildi.
“O zaman neyi düşünüyorsun?” diye sordu sevgilim, gözlerinde biraz daha ciddi bir ifade belirirken.
Bir an için derin bir sessizlik oldu. Ne diyecektim? Gerçekten de bir şey düşündüm mü, yoksa sadece aklımda bir bulanıklık mı vardı? Bunu ona nasıl anlatabilirdim?
“Hiçbir şey,” dedim ve bu defa biraz daha keskin bir şekilde. İçimdeki o eksikliği, kaybolmuşluğu, başka birinin gözlerinde görebilme umudumu ona yansıttım. Ama ne kadar çaba göstersem de, sonunda bu boşluk sadece benim içimdeydi.
Ve sonra bir anda, belki de bir hayal gibi, anılarımın arasında kaybolan bir ses beliriverdi: Her şey bir yanılsama. Her şey bir rüya.
Rüyada ne olursam, gerçek hayatta da o olur muyum? Yavaşça başımı eğdim ve düşündüm. Eğer bir rüyada kayboluyorsam, o zaman gerçekten kaybolmuş sayılır mıyım? O zaman gerçeğin peşinden gitmeye çalışmak ne kadar anlamsız olurdu?
Bir ses, içimde yankılandı: Unutma, gördüğün bu şeyler gerçek değildi.
Ama ne kadar çabalarımda olursa olsun, o ses yine de ne kadar güçlü olursa olsun, içimdeki karanlıkla, kaybolmuşlukla baş edemeyeceğimi anlamıştım. Ve bir an için, o kalabalığın içinde sadece ben ve o eksiklik kaldım.Zihnimdeki bulanıklık, her geçen saniye daha da yoğunlaşıyor, her şey giderek daha belirsiz hale geliyordu. Gerçekten mi? Ne kadar gerçekti? Kendimi bir labirentin içinde kaybolmuş gibi hissediyordum. Dışarıdaki her şeyin bir anlamı vardı, ama ben o anlamı bulamıyordum. Melan ve Akın’ın gündelik hayatı bir şarkı gibi çalıyordu, tınıları hoş, sözleri tanıdık ama ben hiçbir zaman o şarkıyı tam olarak duyamadım. Ve her an, o şarkıyı duymak için bir yol arıyordum, ama kayboluyordum.
Akın ve Melan AVM’de vakit geçirirken, ben hala oradaydım, ama aynı zamanda bir adım ötede, bir başka dünyada… Her şey bir hayal gibi geliyordu. Kalabalık, ışıklar, kahkahalar ve hızlı adımlar… Hepsi bana uzak, her biri başka bir yöne savrulmuş birer iz gibi. Akın bir şeyler söylüyordu, ama onun söylediklerinin benimle hiçbir ilgisi yoktu. Sadece sesleri, havada süzülen kelimeleri duyabiliyordum.
"Bu kadar ciddileşme, biraz rahatla," dedi sevgilim. Gözlerinde hala o kaygı vardı ama ne kadar çabalarını gösterseler de, o bakışları ben hep algılayamıyordum.
Ben ise içimdeki boşluğa odaklanmıştım. "Bir şeyler kayboluyor," diye tekrar mırıldandım. Sesim ne kadar belirgin olsa da, kelimelerim bu dünyaya ait değildi. Onları duyduğumda bile, ben sanki başka bir yerdeydim. "Bir şey kayboluyor… ve ben hâlâ onu bulamıyorum."
Melan beni bir an için dikkatle inceledi, sonra başını hafifçe eğdi ve "Bunun ne demek olduğunu bana anlatabilir misin?" diye sordu.
Benim için bir şeyleri anlatmak zorlaşıyordu. Bazen kelimelerim kayboluyordu, bazen de dilim tutuluyordu. "Bilmiyorum… sadece içimde bir boşluk var," dedim, ama kendimi bile tam anlamadım. Kelimeler ağzımdan dökülürken, sanki bir yerlere doğru kayıyordu ve ben onlara yetişmeye çalışıyordum.
Gözlerimi tekrar kalabalığa çevirdim. Her şeyin karıştığı, insanların hızla geçip gittiği o dünyada, ben bir yerde durmuş, kaybolmuş hissediyordum. Bir an, kalabalığı izlerken, içimde garip bir huzursuzluk belirdi. Herkesin yerinde durmak ve bir şeylerin farkında olmak istediğimi fark ettim. Ama bu farkındalık bana ait miydi? Bunu sorgulamak, kaybolan zamanın, giden insanların sorumluluğunu almak gibiydi. Hepsi bir masaldı; hepsi bir yalan… Ama ne yalan?
Sırtımda bir ağırlık hissettim. Akın ve Melan’ın neşesi, onları anlamama yetiyordu. Onlar neşeyle gülümsedikleri anda, ben içimde bir boşlukla yalnızdım. "Bu kadar basit mi?" diye düşündüm. Onlar birbirlerine bakarken, sanki gözlerinin derinliklerinde hiçbir şey yoktu. Herkesin içinde bir boşluk vardı ve belki de yalnızca ben bunu fark ediyordum.
"Gel, bir şeyler yiyelim," dedi Akın, Melan’a dönerek. Ama sesi çok uzaktan geliyordu, kelimeleri duymak bile, adeta bir yankıydı. "Ya da başka bir şey yapalım, ne dersin?"
Bu sıradan cümlelerin derinliklerine inmek istedim, ama bunu başaramadım. Ne kadar içimdeki boşluğu hissetsem de, bunun kelimelere dökülmesi imkansızdı. O kadar derin bir boşluk vardı ki, sesler bir araya geldiğinde bir türlü anlamlı olamıyordu. İçimde bir yerlerde, göğsümde, kalbimde bir şeylerin kırıldığını hissediyordum. Ama kimseye anlatamıyordum. Kimseyi bunun farkında olmaya zorlayamazdım.
Görkem’in sesini duyduğumda, bir an için gerçek dünyaya geri döndüm. "Hadi, gelin buradan çıkalım, biraz yürüyelim," dedi. Ama ben hâlâ içimdeki boşluğu hissediyordum. Herkes hareket ederken, ben bir kenarda duruyordum. Hareket etmiyordum; çünkü hareket etmenin ne anlamı vardı? Bütün bu geçen zaman, bu kalabalık ve bu hayat… Hepsi bir illüzyon gibi geliyordu.
Bir yanda Akın, Melan ve Görkem'in neşesi… diğer yanda ben… İçimde kaybolan bir şeyin peşinden sürükleniyordum. Nereye gittiğimi bilmiyorum. Ama bir şey kesin: Benim için bu dünyada hiçbir şey kesin değil. Kaybolmak, belki de en gerçek haliyle kendimi bulmaktı.
Sonsuz bir yolun sonunda, belki de nihayet gerçek ile hayal arasındaki sınırı geçebilirdim. Ama bir yanda, her şeyin belirsizliği, her şeyin yokluğu vardı. Birkaç adım daha atmak ve kaybolmak… Birçok insanın geride bıraktığı izleri takip etmek istiyordum. Ama izlerin ne kadar silik, ne kadar kaybolmuş olduğunu görmek zorundaydım.
Akın bana döndü, bakışları sorgulayıcıydı. "Bir şey mi oldu?" diye sordu, ama aslında hiçbir şey olmamıştı. Sadece ben kaybolmuştum. Ve belki de kaybolmaya devam edecektim.Akın’la göz göze geldim, ama bir türlü neşelenemediğimi fark ediyordum. Bunu ona belli etmemek için gülümsedim. Bunu yapabilmeliydim, değil mi? Ama gülümsemem sanki yetersiz kalıyordu. Akın hafifçe omzuma dokundu, “Esin, her şey yolunda mı?” dedi, ama sesi bir tık endişeliydi.
Bir an susup, gözlerimi yere indirdim. "Evet," dedim, ama kelimeler boğazımda takılı kaldı. Melan ve Görkem bizim yanımıza yaklaşırken, bu endişeyi hissettiklerini düşündüm. Her şeyin normal olması gerektiğini söylüyordum kendime, ama kafamın içinde yankılanan o sessiz fırtına durmak bilmiyordu.
“Ne düşünüyorsun?” diye sordu Melan, yanımıza gelip masaya otururken. Esin gibi gizemli bir dünyada gezinmek de çok kolay değildi.
“Hiçbir şey,” dedim, ama kelimeler yine boşlukta kayboldu. Aslında çok şey vardı. Çok fazla şey.
Görkem, Melan’a bakarak hafifçe gülümsedi ve Melan ona bir şeyler söyledi, ama ben bir an sadece onları izledim. Onların arasında bir şey vardı; bir şeyler saklıydı, belli ki ben hep her şeye yabancı kalıyordum.
Biraz zorlayarak, konuşmaya devam ettim: “İyi bir gün geçirmek istiyorum. Hepimiz birlikte... Yani, vakit geçirelim. Birbirimizi görmek iyi olacak.”
Görkem’in gözlerinde bir anlam bulamıyordum. Yine de bu anı yakalamalıydım. Arkadaşlarımın, sevgilim Akın’ın ve Melan’ın yanı başımda olması, içimdeki yalnızlıkla bir savaşa dönüşüyordu. Ama bu savaşı kazanmalıyım.
Melan da gülümsedi. “Evet, hep birlikte vakit geçirmek güzel olacak. Geçen hafta zaten pek fazla görüşemedik.”
Akın’ın da keyfi yerindeydi. Gözlerindeki o huzurlu ama dikkatli bakış, bana her şeyin geçebileceğini hatırlatıyordu. Ona baktıkça, içimdeki kaosun biraz olsun sustuğunu hissettim.
“Ne yapmak istersiniz?” Akın’a döndüm, sanki hala biraz dikkatli olmam gerektiğini düşünerek. Onunla geçirdiğimiz her anın değerli olduğunun farkındaydım. Hepimizin birlikte güldüğü, rahatlayabileceği bir şeyler yapmalıydık.
“Bilmiyorum,” dedi Akın, ama sesindeki sakinlik bana güven veriyordu. “Belki bir kafeye gidelim? Biraz sohbet ederiz.”
Melan ve Görkem hemen onayladı. Ben de, içimden geldiği gibi, bu planı onlarla paylaştım. "Evet, kafeye gidelim, ve sadece sohbet edelim," dedim. Belki de işler yolunda gider diye düşündüm.
Hepimizin birlikte geçirdiği vakit, bu dünyada hissettiğim karmaşayı bir nebze olsun uzaklaştırıyordu. Ama bir şey vardı—gözlerimdeki o huzursuzlukla, bu günü nihayetinde normale döndürebileceğimizi umuyordum.Hep birlikte kafeye gitmek üzere yürüdük, aramızdaki sessizlik giderek eridi. Akın’ın omzuma dokunması, Melan’ın neşeli gülüşü ve Görkem’in arada şaka yaparak, her birimizle farklı sohbetlere dalması bir nebze olsun içimdeki o sıkıntıyı hafifletmeye başladı. Ama yine de, o hissi tamamen atamadım. Bir an, kafeye girmeden önce duraksadım.
Görkem, arkamdan gelerek hafifçe omuzuma dokundu. “Esin, bir şey mi var? Normalden biraz farklısın,” dedi, sesi endişeliydi ama öyle nazik bir şekilde söylediydi ki, kıskanılacak kadar insancıldı.
Başımı salladım, ama gözlerim bir yere odaklanmıştı. “Yok, yok,” dedim, ama söylediklerim doğru değildi.
Görkem’in bakışları biraz daha derinleşti ama hemen bir şey sormadı. Melan, görmemiş gibi davranarak, “Gelsene artık, bu kadar düşünüp durma. Akın’la otururken konuşuruz. Hem burada işler büyür, biz de kayboluruz,” diyerek neşeli bir şekilde beni içeriye davet etti.
Kafeye adım atarken, her şeyin bir anda sanki biraz daha netleştiğini hissettim. Havanın nemli kokusu, kalabalık ama sakin bir atmosfer yaratıyordu. İçerideki masalar karışıktı ama bizimkisi hemen köşede bir yer buldu. Akın, Melan ve Görkem otururken ben biraz geride kaldım, fakat bir an, biraz daha neşeli olmam gerektiğini düşündüm.
"Haydi, herkes rahatlasın," dedim, biraz da kendimi ikna ederek. “Bugün keyif yapalım. Şu anki gerginlikleri bir kenara bırakıyoruz.”
Akın gülümsedi, “Bunun için buradayız, değil mi?” dedi. Hemen elinde bir kahve bardağıyla otururken bana göz kırptı. “Hadi, biraz daha gülümse.”
Melan, kahvesini yudumlarken, “Bir hafta önce böyleydik, neden sonradan her şey değişiyor ki?” dedi. Sanki benden önce bir şeye takılmış gibi, ama gerçekten hepimizde bir değişiklik vardı. Kendimi eski halimde hissetmiyordum.
Görkem, hüzünlü ama şefkatli bir şekilde gözlerime bakarak, “Hayat bazen böyle olur. Hem herkesin belli bir noktada kendini kaybetmesi normal. Ama unutma, yanındayız,” dedi. O kadar iyi niyetliydi ki, bu sözleri belki de bir başkasına o kadar içten söylemezdi.
Bir süre sustuk, ama bu sessizlik rahatsız edici değildi. Birlikte geçirdiğimiz bu zaman, sanki içimdeki boşluğu dolduruyor gibi hissediyordum. Melan gülerek, “Hadi ama, ne zaman eski Esin’i göreceğiz?” dedi, o içten gülümsemesiyle bana göz kırparken.
“Bilmiyorum, belki bu kadar kaybolmazsam, eski ben yine geri gelir,” dedim. Melan’ın sorusu bana biraz düşündürtmüştü, belki de kaybolmamıştım. Belki sadece bir süreliğine farklı bir yere gitmiştim. Ama o eski ben, daha mutlu, daha rahat olan ben geri dönebilirdi.
Akın, bir an sessizce dinledi ve sonra hafifçe gülümsedi. “Esin, bu kafede bir şeyler olur, hem şu an buradayız, değil mi?” diyerek, benim düşüncelerimi başka bir yöne çevirdi.
Evet, belki de doğruydu. Buradaydık. Hala birlikteydik ve bu da bir başlangıçtı. Şimdi yapmam gereken, kalbimdeki o karanlık düşünceleri bırakıp, elimden geleni yapmaktı. Yavaşça gülümsedim ve ellerimi kahve kupasında gezdirdim.
Bugün, en azından onlarla birlikte olmanın huzurunu yaşayabilirdim. Ve belki de, zamanla, kaybolan parçamı bulur, eski halime dönmeyi başarırdım.Bir süre sessiz kaldık, ama bu kez rahatsız edici bir sessizlik değildi. Sadece birbirimizin varlığını hissederek, etrafımızdaki gürültüye rağmen kendi dünyamızda bir anı yaşıyorduk. Akın birden masanın ortasında garip bir hareket yaptı, kahvesini karıştırırken garip bir şekilde kaşlarını çattı. “Sana soracak bir şeyim var,” dedi, dikkatimi çekerek.
Gözlerim hemen onun yüzüne odaklandı. “Ne oldu?” diye sordum, yavaşça kafamı kaldırarak. Akın bir yudum aldı ve sonra tekrar bana bakarak, “Bunu sana söyledim mi? Geçen günki o hallerin… Gerçekten garipti,” dedi. Sesi biraz daha ciddi tonlanmıştı ama gözlerinde hala o tanıdık yumuşaklık vardı.
Melan hemen devreye girdi, “Evet, Esin, sen de farkındasın zaten. Ama önemli değil, ne olduysa oldu. Şimdi ne yapacağız?” dedi, sanki konuşmanın konusunu değiştirmeye çalışıyormuş gibi. Ama o an, Melan’ın söylediklerinin içindeki anlamı çok iyi anladım: Evet, geçtim. Ama belki de içimdeki o kaybolmuşluğu, dağılmış halimi tam olarak toparlayamamıştım.
Görkem, kahvesini bitirip, eğilip masaya doğru bakarak, “Herkesin zaman zaman düşüşleri olur,” dedi. “Biz hep birlikteyiz. Her şey geçer.”
Görkem'in bu sözleri belki de doğruydu. Her şeyin geçmesi, kaybolan parçaların bir şekilde yerine oturması gerekiyordu. O yüzden kafede otururken, elimdeki kahve bardağının sıcaklığını hissettim, etrafımdaki sesleri dinledim ve derin bir nefes aldım.
O sırada Akın, kahvesinden bir yudum daha aldı ve birden ciddi bir şekilde, “Bunu sana sormam gerekiyor, Esin. Gerçekten bir şeyler var. Hala bir şeyler değişmedi, değil mi? Bunu kabul etmelisin,” dedi, gözlerinde biraz endişe vardı. O an fark ettim ki, Akın benim içimdeki değişimi fark etmişti. Belki de yıllardır birlikte olmamız, birbirimizi bu kadar iyi tanımamıza sebep olmuştu.
“Ne gibi bir şey?” dedim, biraz temkinli bir şekilde. Çünkü gerçekten de, bazı duygularım karışıktı ve Akın’ın söyledikleri, bana sanki hepsinin farkına varmışım gibi bir baskı yapıyordu.
Akın bir süre sessiz kaldı, ama sonunda “Bunların hepsi… gerçek mi, yoksa bir illüzyon mu? Bunu gerçekten kendine sormalısın, Esin. Belki de bazı şeyleri kabullenmen gerekiyor,” dedi.
O an, sanki zaman bir anlığına durdu. Evet, kabullenmek zor oluyordu. Ama belki de kabullenmek, bu belirsizlik içinde kaybolmuşluk hissini atmak için tek yoldu. O kadar derin bir nefes aldım ki, o anın içindeki tüm duyguları hissedebildim.
Melan hemen konuyu değiştirdi, “Neyse, hadi bakalım, biraz eğlenelim. Bu geceyi bizim için unutulmaz kılalım,” dedi, gözleri parlayarak. Bunu söylerken, aklımdan geçenleri unutmam gerektiğini söylüyordu. Bir süreliğine bile olsa, bu anı, arkadaşlarımla ve sevgilimle birlikte geçirmeliydim.
Akın gülümsedi, Görkem de omuz silkti. “Evet, haklısın, Melan. Esin, biraz rahatla. Birlikte vakit geçirmek, bazen en iyi çözüm olabilir,” dedi. Ben de, biraz daha rahatlamaya karar verdim.
Evet, bu geceyi birlikte geçirebilirdik. İçimdeki karışıklıkları bir kenara koyarak, sadece bu anı yaşayacaktım. Her şeyin zamanla yoluna gireceğini düşündüm. Akın, Melan, Görkem ve ben… belki de her şeyin en güzel anı, birlikte olduğumuz bu anlardı.
(Şimdi)
Geçmişimde biri vardı, bir gölge gibi beni takip eden, her anımda farkında olmadan bir yerlerden bana bakıp duran biri… O kişi, adını bile anmak istemediğim biriydi. O kadar derin yaralar açtı ki, her gün uyandığımda hala o yaraların izlerini bedenimde hissediyordum. Ama son zamanlarda, o kişi… o kişi tekrar aklımı kurcalamaya başlamıştı. Bir rüya, bir ses, ya da bir anı… ne zaman yalnız kalsam, o hatırlatmalar, o sesler yeniden ortaya çıkıyordu.
Bir gün, sabahın ilk ışıklarıyla uyandım. O an, tam olarak uyanamadım ve gözlerimi tekrar kapattım. Ama o kadar derin bir uykuya dalmışım ki, bir anda rüyamla gerçek arasında bir yerde kalakaldım. Gözlerimi kapalı tutarak, derin bir nefes almak istedim ama… bir şey, ya da biri, bana yaklaşan bir gölge gibi hissediliyordu. Tanıdık bir his, ama bir o kadar da yabancı. Bunu düşünmeye başladım, gözlerimi açıp uyanmaya çalışırken kafamda, “Olmaz, bu artık bitti,” diye bağırıyordum. Ama sanki içimdeki bir yerden gelen bu ses bana hâlâ o kişiyi hatırlatıyordu.
Bir süre sonra, Akın’ın sesiyle gerçekliğe döndüm. “Esin, ne oldu?” dedi, sesi endişeyle karışmış. Hızla başımı çevirdim, tam karşımdaki odaya bakarken gözlerim bulanık bir şekilde hareket etmeye başlamıştı. “Nereye bakıyorsun?” diye sordu Akın, ama ben o an sanki ona bakmıyor, başka bir şey görüyordum.
“O kişi,” diye mırıldandım, biraz korku ve kaygı karışmış bir sesle. Akın, şaşkın bir şekilde yanı başıma geldi ve omuzlarımdan tuttu. “Kim? Ne oldu Esin? Kim?” diye tekrarladı.
Sanki zaman durmuştu ve gözlerimdeki bulanıklık hiç geçmiyordu. Akın’ın sesini duymuyordum, sadece o anki karanlık, karışık düşüncelerimi görüyordum. “O kişi, o kişi tekrar burada… beni izliyor,” dedim. Gözlerim korkuyla parlıyordu.
Melan hemen yanımıza geldi ve kolumdan tuttu. “Esin, sakin ol, kimse seni izlemiyor. Hadi, biraz nefes al,” dedi. Ama ben… ben o kadar kaybolmuştum ki, ne Melan’ı ne de Akın’ı görebiliyordum.
Birden kafamda bir çığlık yankılandı. “Git! Git! Gitme!” diye bağırdım, sanki o an, içimdeki tüm o karanlık düşünceler, gerçekmiş gibi üzerime çökmeye başlamıştı. Akın ve Melan beni tutmaya çalıştı ama… ben onlardan uzaklaştım. Gözlerim tamamen kararmıştı.
“Esin! Esin, buradasın! Biz seni bırakmadık!” dedi Melan, ama sesi sanki çok uzaktan geliyordu. Birkaç adım attım, o kadar hızlıydı ki, başım dönmeye başlamıştı. “Bu gerçek değil, değil mi? Bu rüya,” diye kendi kendime mırıldandım. Ama aklımda bir şey vardı, bir görüntü… o kişi, yine önümdeydi.
Melan’a bir adım atarak, “Beni bırakın!” diye bağırdım. “Lütfen bırakın! O kişi geri döndü!” ama onlar bana dokundukça daha da karanlık bir hale bürünüyordum. Kafamda o an, o ses, o kişi… tüm düşüncelerim birbirine karışmıştı.
“O kişi kim, Esin?” dedi Akın, son derece sabırlı bir şekilde ama sesindeki korkuyu gizleyerek. “Kim olduğunu bilmiyorum! Ama o burada! Hala burada!” dedim, gözlerimdeki korkuyla.
Bir anda, Melin odadan çıktı. Kardeşim… o kadar yıllardır korktuğum bir şeydi. Bir an, kendimi çok kötü hissettim. Melin’in orada olması, bana daha da fazla kaybolmuş hissettiriyordu. “Esin, ne oldu? Ne korkuyoruz?” dedi Melin, yaklaşarak.
Melan hemen ona dönüp, “Bir şeyler oluyor, Esin’de bir şeyler değişiyor, çok dikkatli olmalıyız,” dedi. Ama bu sözler bile bana yetmiyordu. Akın’ın bana daha sıkı sarılmasına rağmen, bu kaosu bir türlü durduramıyordum. Bir anda etrafımdaki her şey, o kişiyle karıştı, kafamın içinde binlerce ses yankılandı.
Artık o kişi bana sadece karanlık bir hatırlatmadan ibaret değildi. Gerçekliğimle, bir rüyanın içi içe geçtiği bir yerde sıkışıp kalmıştım. O kişi, benim düşüncelerimin içinde yaşıyor, gerçeklikle rüya arasındaki sınırı sürekli ihlal ediyordu.
“Git… gitme…” diye tekrarladım, ama bu kez sesim yerini tamamen kaybetmişti. Bu, bir halisülasyon muydu? Yoksa gerçekten o kişi her an beni izliyor muydu? Bunu bile bilmiyordum. Yalnızca bir şey hissediyordum; geçmişimden gelen o hüzünlü gölge, yeniden beni takip ediyordu.Her şey bir anda karardı. Akın'ın ellerini hissetmeye çalıştım, ama onlar yoktu sanki. Zihnimde bir çığlık yükseldi, ama dudaklarımda tek bir kelime bile çıkmıyordu. O eski yüz, o korkutucu figür, beni tamamen sardı. Gözlerimi sıkıca kapattım, ama görüntü daha da belirginleşti.
İçimden bir ses, "O zamanlar seni sevmiştim, Esin. Ama şimdi seninle birlikte olamayacağım," diyordu. Sanki o kişi her an yanı başımdaydı. Ses o kadar tanıdıktı ki, kalbim hızla çarpmaya başladı. Yavaşça gözlerimi açtım, ama karşımdaki tek şeyin Akın ve diğerleri olmadığını fark ettim. O kişi, o figür, hâlâ oradaydı.
"Esin, ne oldu?" Akın’ın sesi titredi. Yavaşça başımı çevirdim. Yüzünde korku vardı, ama o an, hiçbir şeyin gerçek olduğuna inanamıyordum. Onun yanımda olması, Melan ve Minel’in varlığı birer hayal gibi görünüyordu. Gözlerimi tekrar kapadım, ama karanlık bir boşluk vardı, her şey kaybolmuş gibiydi. O kişiye dair hissettiğim korku, beni boğuyor, nefes almakta zorlanıyordum.
“Esin, bir şeyler anlat, lütfen! Hadi konuş!” dedi Akın, ama ben sustum. Kafamın içinde yankılanan ses, gözlerimi açtırmak için çok güçlüydü. O kişi her an her yerdeydi. Bir adım daha attım ve kafamdaki o görüntüyle baş başa kaldım.
Birden bir el omzumdan tutarak beni savurmak istedi. Sesin tanıdıklığı, beni yerle bir etti. "Bu kadar kolayca gitmeni beklemiyordum," diyen o kişiyi duyduğumda, adeta donakaldım. Her şey çok gerçekti. O kişi, yıllar önce ardımda bıraktığım bir geçmişti. Ama o, gerçeğimde bir yara bırakmıştı, bir yara ki o zamanlar fark etmemiştim, şimdi ise her şeyin merkezine oturmuştu.
Bir an, bir düşünce geçti kafamdan: “Beni gerçekten bırakmaz mıydın? Hiç mi vazgeçmedin?” O kişi, her şeyin ardında… Beni ve tüm hayatımı etkisi altına almıştı. Bu durumdan nasıl çıkacağımı bilmiyordum.
Minel’in sesi, beni bu girdaptan çıkarabilirdi belki, ama sesini duyamıyordum. Yavaşça başımı kaldırdım. Melan’ın endişeli bakışlarını gördüm. Akın ise benden bir cevap bekliyordu. Ama ben, o karanlık sesi, o kişinin adını unutmadan bir kelime bile söyleyemedim.
"Esin, lütfen!" Akın'ın sesi kırılgan ve korku doluydu. Ama ben sadece sessizdim. Zihnimde kaybolan bir dünyadan geliyordum. Yavaşça vücudum, yerçekimine karşı koyarak sanki dondurulmuş gibi ağırlaşmaya başladı. Sanki o kişiyi bir kez daha görmemek için her şeyi yapıyordum.
Ve o an, gözlerim bir kez daha açıldığında, o kişi kaybolmuştu. Kafamdaki sesler susmuştu. Ama bir şeyin farkına vardım: Sadece kaybolmamıştı, ben de geçmişimle kaybolmuştum. O kişi, içimdeki boşluğu daha da büyütmüştü.
Akın, ellerini benimle tutmaya devam etti. Ama o an bile, kalbimdeki korkuyu bastıramıyordum. “Esin, ben buradayım. Ne olur, bana güven. Bunu atlatacağız,” dedi, ama sözcükleri bana uzak geliyordu. Gerçeklik, her geçen dakika bir adım daha uzaklaşıyordu.
Sadece içimdeki boşluğu hissedebiliyordum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |