
İyi okumalar dilerim 💖 💋
😘🫂
Bir ben miyim senden gidemeyen,
yoksa sen misin bende kalan?
Hasret midir yürekte yanan,
yoksa aşk mıdır yürekte kalan?
Bir ben miyim seni özleyen,
yoksa sen misin kendini özleten?
Kader midir bizi imkansız kılan,
yoksa imkansız olan biz miyiz?
Bir sen misin beni çok seven
yoksa ben miyim seni senden çok seven...
( şiirin kime ait olduğunu bilmiyorum o sebepten dolayı isim veremiyorum!)
‼️‼️‼️‼️‼️‼️‼️‼️
#Narin
#Sılabebek
#İkbal
#Ayşenur
Daha bilemediğimiz binlerce kadın...
Unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız🎗️🖤
Çığlığı olamadığımız binlerce kadın adına...
Susma ✋🏻 hakkını savun, sesini duyur.
‼️‼️‼️‼️‼️‼️‼️
2008 Manisa
Bugün günlerden pazartesi, okulun ilk günü. Duru ve Yusuf okula başlayacaklardı.
"Duru, nereye saklandıysan çabuk çıkıyorsun. Bugün okula gidilecek," dedi annesi Nazan, aramaya koyularak.
"Ya ben biliyorum ki her şeyi, neden bildiğim şeyleri öğrenmeye gidiyorum?"
Gelen sesin olduğu tarafa yürüdü; Duru kendini salondaki koltuğun altına saklamıştı.
"Oradan hemen çıkıyorsun, okula gideceğiz, hadi!"
"Ya ben gitmek istemiyorum!"
"Gitmek zorundasın!"
"Neden ki?"
"Ne neden ki?"
"Okula gitmek zorundasın dedin ya, neden zorundayım?"
"Meslek sahibi olup, kimseye muhtaç olmamak için."
"Babam bana bakar," dedi Duru, koltuğun altından çıkıp annesinin bakışlarını umursamadan, küçük poposunu sallaya sallaya odasına doğru yürümeye başladı.
"Hop hop, o tarafa değil, küçük hanım, kapıya doğru!" dedi Nazan, inatçı kızının omuzundan tutup yönünü çevirdi.
Nazan, bir elinde Aden, diğer elinde Yusuf ile okula gitmek için arabaya doğru ilerliyordu. Ama Aden, Duru inatçılık yaptığı için sürükleyerek götürüyordu.
Arabaya binip iki çocuğun emniyet kemerlerini bağladıktan sonra, Duru'nun yanına oturdu, Yusuf'un yanına da annesi oturdu.
"Babam nerede?" dedi Duru, kaşları çatık bir şekilde.
"Okula geleceğini söyledi, orada bekliyor bizi," dedi Nazan, kızının bu haline gülmemeye çalışarak.
Yolculuk boyunca Duru, ne kadar istemediğini söyleyip nazlansa da Nazan onu umursamıyor, aksine gülüyordu. Bir ara Duru, "Karnım ağrıyor," diyip ağlamaya başladı, ama Nazan, kızının huyunu bildiği için aldırış etmemişti.
Araba, okulun önünde durdu. Okula heyecanla başlayan yüzlerce öğrenci ve veliler bulunuyordu. Duru, annesinin elini tutarak okula giriş yaptı. Köşede onu dolu gözlerle bekleyen Ertal'dan habersiz...
Ertal Şanlıkan, kızının sırtında okul çantası ile somurta somurta okula girişini dolu gözlerle izledi. Daha dün kızı bebekken, bugün okul çağındaydı. "Ne kadar çabuk büyüyor, sıpa," dedi içinden.
"Duru, bak kızım, çok güzel değil mi?" Nazan, kızının dikkatini dağıtıp okulu incelemesi için bir şeyler söylüyordu fakat Duru'nun şu an gözleri okulun çekiciliğinde değil, başka bir şeydeydi.
Arkasına, sağına, soluna baktı Duru; gözleri tek bir kişiyi arıyordu. Oturacaklarının köşesinde ona bakan çift gözlerle aradığı kişiyi bulmuştu.
"Babaaa!" dedi Duru, annesinin elini bırakıp babasına doğru koşarak.
Ertal, kızının onu fark edip ona doğru koşmasını görünce gülerek kızına doğru ilerleyip kollarını iki yana açtı. Duru, saniyeler sonra babasının kucağında yerini almıştı.
"Babamm," dedi Duru, kızının kumrala çalan saçlarını koklayıp öperek.
"Baba, okula gelmek istemiyorum ama annem zorluyor," dedi Duru, annesini şikayet ederek.
"Okul okumak zorundasın çünkü annen ondan zorluyor," dedi Ertal, bir yandan Duru'nun saçını severken bir yandan da ikna etmeye çalışıyordu. Ama biliyordu ki kızı çok inatçıydı ve yine biliyordu ki birazdan söyleyecek olan sözleriyle onu ikna etmeye çalışacaktı.
"Ama baba, ben okumayı ve yazmayı biliyorum ki annem, meslek sahibi olup kimseye muhtaç olmamak için okumam gerektiğini söyledi." Babasının sakalıyla oynarken bir yandan açıklama yapıyordu Duru.
"Evet, doğru söylemiş ama sadece meslek sahibi olmak için değil, tabii ki okuyacaksın ki her gün yeni şeyler öğrenebilesin, okuyacaksın ki her şeye hakkın olsun, sonra meslek sahibi olup ayaklarının üzerinde durursun."
"Ama baba, ben senin vemiyahtın olacaktım," dedi Duru ama "veliaht" kelimesine dili dönmediği için biraz farklı çıkmıştı.
"Neyim olacaktın?" Kahkaha eşliğinde sordu Ertal; kızının ne demek istediğini anlamıştı ama kelimeyi yanlış telaffuz ettiği için komik gelmişti.
"Ya gülme!" dedi Duru, dudaklarını büzerek.
"Sayın veliaht olmayı düşünen küçük hanım, ders başladı ama siz burada olmayacak şeyler söylüyorsunuz, hadi bakalım sınıfa," dedi Nazan.
Onun bir tanecik kızı vardı ve o kızı bu işlerden uzak tutmak için elinden geleni yapacaktı. Onun kızı okuyup meslek sahibi olacaktı. Adam öldürüp, mafya lideri olmayacaktı.
"Anne, sen beni kıskanıyorsun," babasının kucağından inip saçını havalı bir şekilde düzenleyerek konuştu Duru.
"Ne?" Şaşkınlıkla sordu Nazan.
"Baba, hadi gidelim biz, annem benim yerime meslek sahibi olsun," diyip önden arabaya doğru ilerliyordu ki Nazan, kızının yönünü değiştirip okulun kapısına doğru yürüttü.
"Çocuk mu, cadı mı belli değil," dedi koruma İbrahim, kıkırdayarak.
Sınıfın başına geldiklerinde onları müdür ve öğretmen karşıladı. Selamlaşma faslı, tanışma derken sıra küçük Duru'ya geldi.
"Merhaba Duru, tanıştığıma memnun oldum; ben senin yeni öğretmeninim, adım Sude," elini uzatarak samimiyet dolu sesiyle konuştu genç öğretmen; 24 yaşlarında, sarışın, ela gözlü bir bayandı.
Duru, ona uzatılan eli sıkarak kafasını salladı. "Memnun oldum, ben de Aden Duru Şanlıkan; buda kardeşim Yusuf," dedi Duru, Yusuf'u göstererek.
"Öyle miii? Merhaba Yusufçum, tanıştığıma memnun oldum," dedi öğretmen, diğer öğrencisine dönerek.
Yusuf, ona uzatılan eli tereddüt edip çekimser davransa da sıkarak memnuniyetini dile getirdi.
"Biz şimdi sınıfa geçip yeni arkadaşlarımızla birlikte tanışalım mı?" Sude öğretmen, iki küçük çocuğa gülümseyip onları ikna etmeye çalıştı. Yusuf onayladı onaylanmasına ama Duru onun gibi değildi; ama hayır da diyemedi.
"Geçelim mi sınıfa?" dedi Sude öğretmen.
Duru, anne ve babasına dolu dolu gözlerle bakıp sarıldı; ardından sesini çıkarmadan Yusuf'un elini tutarak içeri yeni sınıfına girdi.
"Gözleri doldu," dedi Ertal.
"Sessiz bir şekilde girdi," diye konuştu Nazan.
Nazan ve Ertal, her ne kadar kızlarının okuması için buraya getirmiş olsalar da, içlerinde onu buradan alıp götürme hissi vardı. Duru güçlüydü ama onlar olmadan yapamazdı. Kızları bugün ilk kez onlardan ayrıydı ama sadece birkaç adım uzakta.
💓💓💓
Şanlıkan çifti, son ders ziline kadar arabanın içinde bekledi. Kızlarının ilk okul günüydü ve onu yalnız bırakıp gitmek içlerine sinmiyordu.
Son zil çaldığında Ertal ve Nazan, arabadan inip okula doğru heyecanla yürümeye başladılar. Öğrenciler, velileriyle bir bir çıkarken en arkada Yusuf ve Duru el ele tutuşarak geliyorlardı.
Duru, babasını gördüğü an yerinde durdu. Bir süre baktı, baktı, baktı ve en sonunda dudaklarını büzerek babasının yanına koştu.
Ertal, kızının bu haline gülüp onu kucağına alarak saçlarına küçük öpücükler bıraktı. Nazan da Yusuf'un yanına gidip çantasını aldı, onun da saçlarına öpücük bırakıp arabaya doğru yürüdüler.
"Eee çocuklar, okul nasıl geçti?" Nazan merakla sordu.
"Çok güzeldi, öğretmenimiz de çok güzel," dedi Yusuf heyecanla.
Ertal ve Nazan, Yusuf'un anlattıklarını dinledikten sonra Ertal'ın saçıyla oynayan yaramaz kızlarına baktılar.
"Duru?" Nazan merakla ona baktı.
"Çok sıkıcı! Resim çizdirip durdu, bir şey bilmiyor bu kadın. Ben olsaydım daha güzel öğretmenlik yapardım," diye suratını asarak konuştu Duru. Onun bu haline Nazan, alnına vurdu. Bu kız asla değişmezdi.
"O zaman oku da sen öğretmen ol, küçük hanım. Bu arada öğretmene saygısızlık etmiyoruz, anlaşıldı mı?" Kızını uyardıktan sonra arabaya binip kemerlerini bağladı Nazan.
Ön koltuğa oturacağı sırada, arabanın önünde duran adamla kalp ritmi hızlandı.
"E-Ertal," dedi Nazan kocasına seslenerek.
Ertal, anlamaz bakışlarla önce karısına, sonra karısının korkuyla baktığı yere döndü. Yüzündeki gülümseme jet hızıyla silinip, yerine öfke ve nefret aldı.
"Senin ne işin var burada?" dedi Ertal, sinirle karşısında duran kişiye bağırarak.
"Sakin ol evlat, torunumun ilk gününde yanında olmaya geldim sadece," dedi karşısındaki adam, sakin ama bir o kadar sabırlı bir sesle.
Ertal, sabrının son raddesine gelmiş bir şekilde adım atacağı sırada, küçük Duru arabadan inip "Baba, ne oluyor?" diyince, Ertal gözlerini sinirle kapatıp açtı, gülümseyerek küçük kızına döndü. "Bir şey yok babacım, gidiyoruz, hadi bakalım atla arabaya," dedi.
Duru, önce babasına, sonra ona bakan adama baktı; şu an hiçbir şey anlamamıştı ama yıllar sonra çok iyi anlayacaktı...
GÜNÜMÜZ
Günlerden pazar. Şu an kuş tüyü yastığım ve yatağımda uzanıp tatilin keyfini çıkarıyorum; günüm çok güzel geçiyor, sessiz ve sakin bir şekilde dinleniyorum.
Demeyi çok isterdim, fakat şu an elimde hortum, üstüm başım dağınık bir şekilde sabahın 10’unda halı yıkıyorum.
Pardon, halı yıkıyoruz.
Kocaman bahçede 100 tane büyük halı ve 50’den fazla koruma var; kimisinin elinde hortum, kimisinin elinde paspas, kimisinin elinde sabun, kimisinin elindeyse fırça.
"Kızım, doğru tutsana şu suyu! Üstüm başım hep sırılsıklam oldu, hastalanacağım senin yüzünden!"
Ha bir de bir adet Ömer vardı. Şu an benim su tuttuğum halıyı fırçalamakla meşguldü.
"Tamam be," dedim, suyu daha fazla dökerek. Aslında niyetim halı falan yıkamak değil, işe çomak sokmaktı. Ancak o zaman annem yakamı bırakırdı. Ama kadın ne kadar bilenmişse, tık yoktu.
"Öfff, hasta olacağız! Yeter ya!" dedim, Ömer'in üzerine su dökerek.
"Kızım, şunu doğru tut Adennnnn!" diye bağırıp köpük dolu suyu üzerime döktü.
"Yaaaa!" diye çığlık attım; kıyafetimle beraber şu an her tarafım köpük olmuştu.
"Su dökün banyo yapsın!" diye arkadan gülerken konuşan dedemin sesi geldi. Onun bu sözüne bütün korumalar gülmeye başladı.
"Şu an ben gülmüyorum ama!" dedim, kızgın bir şekilde kollarımı yana açarak.
"Aden, mızmızlanacağına işine odaklanmış olsaydın çoktan bitmişti," dedi Yusuf, annemin ona soyduğu elmayı yiyerek.
"Öyle mi paşam? Kolay tabii elma yiyip konuşmak; annem ağladı, be benim burada!" dedim isyan ederek.
"Yoo, ben ağlamadım," dedi annem gülerek.
Çok mu düşünmüştü bu espiriyi?
"Anne, yeter artık! Canım çıktı, hiç mi insaf yok sende be kadın?"
"Sen onu gizli gizli Urfa'da iş çevirmeden düşünecektin; söylenme de yap işini, daha yukarıdaki halılar duruyor!" dedi annem elma soyarak.
"Yaa, iş çeviren o! Neden onun cezasını burada biz çekiyoruz?" isyankar bir sesle konuştu Ömer; şu an bütün korumalar ona katılarak kafasını salladı.
Bunlar adamı çok pis satarlar be.
"Sizde iş birlikçi sıfatıyla oradasınız," dedi annem hepsine tek tek parmak sallayarak.
"Pis iş birlikçiler, sizi püüü!" dedim onaylamayan sesimle ama hepsi cin görmüş gibi bakıyordu bana.
"Hadi hadi yıkayın, daha halı çokkkk!" dedi annem elini sallayarak.
4 saat sonra
"Ah anne ah, şu halimize bak! Allah'ım, neydi günahım?"
"Oyalanma, oyalanma!" Dedem, elindeki vişne suyuyla gölgede oturmuş, bana emir veriyordu.
"Dede, seni sevdiğimi söyleyeyim, kurtar şu torununu be," dedim, göz kırparak.
"Şu an var ya, değil beni sevdiğini söylemek, minareye çıkıp 'en büyük kral benim dedem' desen bile bu eğlenceyi kaçırmam. O yüzden hiç yalvarma," dedi, vişne suyunu höpürdeterek.
"En büyük kral benim babam bir kere, öyle bir şey yapmam zaten!" dedim, göz devirip babama yavru köpek bakışı attım.
"Hiç bana bakma, bu sefer hak ettin," dedi babam.
"Bir şarkı sözü vardır, bilemem bilir misin baba?" dedim, 'baba' sözcüğünü vurgulayarak.
"Hangi şarkı sözüymüş?" diye kaşlarını kaldırarak sordu.
"Güleyrum haline, katıra katıra, bir sözünü geçiremedin karınaaa," Karadeniz şivesiyle söyledim. Bunu söylememle "eşek spası" lafını duymam bir oldu.
🌝🌝🌝
Günlerden pazartesi. Gözüme çarpan ışıkla, zorda olsa gözlerimi açtım. Üstümde kocaman bir yük vardı; annem dün, tabiri caizse pestilimi çıkarmıştı. Halı yıkamaktan baştan aşağı bütün eklemlerim ağrıyordu. Başımın ağrısıyla yerimden zorla kalkıp banyoya girdim, ihtiyaçlarımı karşılayıp yüzümü yıkadım ve çıktım. Dolaptan giyeceğim elbiseleri alıp giydim; bugün rahat olmak istiyordum. Birazdan Ahi ve Agir’in yanına gidecektim. Rahat olmak için kot şort ve beyaz crop giydim, spor ayakkabılarımı giyip saçımı dağınık bir topuz yaptım. Yüzümde pek makyaj sevmiyordum, güneş kremi sürüp çok hafif bir makyaj yaptıktan sonra odamdan çıktım.
Merdivenlerden inerken, aşağıda atışan babam ve dedemin sesini duyunca yüzümde bir gülümseme oluştu; bu ikilinin atışmaları hoşuma giderdi.
"Yaptığı menemene bak, tatsız tuzsuz!" dedi dedem.
"Önünüzde duran tuz, tuzsuz yemekler için bulunuyor; isterseniz dökebilirsiniz," diye cevap verdi babam.
"Aaa, öyle mi? Ben de tuzu süs sanıyordum. Gördün mü, Nazan? Tuz, yemekler için bulunuyormuş!" dedem, babamın sabrını zorlamaya devam ederken ben salona girdim.
Babam rahatlamış bir sesle, "Kurban olduğum, gel babam geç otur, kurtar beni! Ağız tadıyla yemek yiyemedim," dedi.
"Bak, bak, bak! Bir de şikayet ediyor; hem de 23 yaşında olan genç bir kıza, püüü!" dedi dedem, elindeki ekmeği menemene batırıp ağzına atarak.
"Dede, sen güzel olmamış demiyor muydun? Versene, ben yerim onu," dedim, önündeki menemeni alacağım sırada elime vurup, "Çek kız ellini, benim o!" dedi tabağını saklayarak.
"Dede, sen dedin 'güzel değil' diye, ne ara senin oldu?" dedim, gülmemek için kendimi sıkıyordum.
"Aden, ikile," dedi dedem, göz işaretiyle sandalyemi göstererek.
Onun bu haline gülüp, babamın sağ tarafına masaya oturdum. Babam önüme zeytin, peynir, domates koyarken elinden tutup öptüm; tebessümle saçlarımdan öpüp yemeğini yemeye başladı.
"Yusuf nerede?" dedim önüme menemen koyarken.
"Yukarıda, doktor Zeynep Fidan gelecek birazdan; yemeği şimdi değil, tedaviden sonra yiyeceğini söyledi," dedi annem, elindeki çayı yudumlayarak.
Kaşlarımı kaldırıp, "Tedaviden sonra yiyecek?" diye sordum. Var bunda da bir koku ama hayırlısı.
Önümdeki yemeği yerken annem konuştu.
"Bugün işin yoksa benimle alışverişe gel," dedi ama benim bugün işim vardı.
"Anne, bugünlük idare etsen, işim var da benim," dedim, portakal suyundan bir yudum alarak.
"Ne işi?" dedi annem.
"Şey, söz verdiğim biri var da onunla buluşacağız," dedim açıklama yaparak.
"Kiminle?" Aynı anda dedem ve babam kaşlarını kaldırarak sordu.
Ben yediğim ekmeği zorla yutkunurken, birden kapı çaldı. Rahat bir nefes alıp yerimden kalkıp kapıya koştum.
Kapıyı açtığımda karşımda Ömer ve Zehra vardı. el ele olan ikisine imalı bir gülüş atıp, "Oooo yenge, evlilik ne zaman?" dedim, 32 diş sırıtarak.
Zehra utanmış olacak ki gözlerini kaçırdı. Ömer’e döndüm, sırıtarak, "Eeee abicim, sen söyle; evlilik ne zaman?"
"Sen boşandığın zaman," dedi ve içeri girdi.
"Pislik!" dedim, gözlerimi devirip önden giderek içeri salona girdim.
"Kim gelmiş?" Annemin sorusuyla Ömer ve Zehra'nın içeri girmesi bir oldu.
"Ooo çocuklar, hoş geldiniz! Kaynananız sizi seviyormuş," dedi babam ama bu sözü, ikisinin de birbirine bakıp kızarmasına sebep oldu.
Rahat durmayıp, "Annem Zehra’yı sever de, Zehra’nın annesi Ömer’i sever mi, bilemiyorum," dedim sırıtarak.
"Niye lan, benim neyim var?" diye yükseldi Ömer birden.
"Hiç!" dedim gülerek yerime oturdum.
Zehra yanıma, Ömer de annemin yanına gidip oturdu.
"Konuyu değişmeden tekrar soruyorum; kiminle, nereye?" dedi babam bana dönerek. Biz bu konuyu kapatmadık mı ya, dedim içimden.
"Ne oluyor?" dedi Ömer, anlamayarak.
"Bu deli biriyle buluşacakmış," dedi dedem, önündeki menemeni bitirip üstüne çayını yudumlayarak.
"Ahiyle buluşacaktın değil mi, Duru?" diye bam diye bombayı patlattı Zehra.
Öksürerek kaş göz işareti yaptım ama iş işten geçmiş; dedem ve babam şok bir şekilde bana bakıyordu.
"Şey," dedim, açıklama yapmaya çalışarak.
"Ney?" dedi ikisi aynı anda.
"Menemen de çok güzel olmuş," dedim ağlamaklı bir sesle.
"Aden," dedi babam.
"Duru," diye devam etti dedem.
"Anne!" dedim anneme dönerek.
"Açıklama bekliyoruz," diye sesini hafif yükselterek konuştu babam.
"Bugün Agir ve Ahi ile buluşacağım ama Agir için yani," dedim birden konuşarak.
"Agir kim ulan?" dedi babam, Agir'in kim olduğunu bilmiyordu tabii ki.
"Agir..." diye açıklamaya başlayacaktım ki, Zehra ikinci bombayı patlattı.
"Aden'in çocuğu, sizin haberiniz yok mu?" dedi. Ömer, ellerini açıp, "Son duanı oku," diyerek bana baktı.
"Ne?" dedi babam, annem ve dedem aynı anda, şok içinde.
"Kız, senin ne ara çocuğun oldu?" diye sordu annem, şaşkınlıkla.
"Aden Duru!" Babam, sabrının sınırındaymış gibi adımı haykırdı.
"Öyle değil!" dedim, neredeyse ağlamak üzereydim.
"Nasıl değil? Agir sana 'anne' diyordu?" Zehra, beni zor duruma sokmaya devam ediyordu. Ömer'e döndüm, "Sustur şunu," dercesine baktım ama o, elindeki ekmeğe çikolata sürmekle meşguldü.
"Anne mi diyordu?" dedi dedem, gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
"Kalp krizi geçireceğim," dedi babam, bana öfkeyle bakıyordu.
"Kızım, konuşsana! Babanın kalbine inecek şimdi!" dedi annem telaşla.
"Dil altı hapım nerede?" dedi babam, elini kalbine götürerek.
"30 yıldır yapamadığım şeyi 5 dakikada başardın Duru, tebrik ederim seni," dedi dedem alaycı bir şekilde.
"Dede, ne diyorsun ya?" dedim korkuyla, babama doğru ilerleyip gömleğinin önünü açtım.
"Baba, biraz sakin mi olsan ?" dedim, ortamı yumuşatmaya çalışarak.
" Göğsüme bir ağrı girdi," dedi babam, kalbini tutarak.
"Baba?" dedim korkuyla.
"Ertal," dedi annem de korkuyla gelip, babamın yakasını daha fazla açtı.
"Oğlum, iyi misin?" dedi dedem; o da panik olmuştu, bir kayın babadan çok bir baba şefkatiyle sordu.
"İyiyim, bir ağrı girdi," dedi babam, kalbini okşayarak.
"Tamam, gel koltuğa oturalım," dedi dedem. Şu an bu ana mı ağlayayım, yoksa benim yüzümden babamın hastalanmasına mı, bilemedim.
"Kim o çocuk, Duru?" dedi babam, kalbini tutarak.
"Yaa, benim oğlum falan değil, Ahi'nin birinci karısından olan çocuğu. Orada kaldığım süre zarfında bana alıştı. Küçük, daha 1 yaşında, ondan 'anne' diyor; ben annesi değilim," dedim, açıklama yaparak.
"Ah be kızım, baştan söylesene! Adamın kalbine inecekti," annem, babamın bir koluna girip koltuğa oturturken söyledi.
"Ne bileyim, birden Zehra'nın pimi çekilmiş bomba gibi patlamasını," dedim, sinirle Ömer ve Zehra'ya dönerek.
"Hiç suçu Zehra'ya atma Aden hanım, doğru olanı yaptı. Sana kalsa ohooo," dedi Ömer, sevgilisini de yedirmiyor haspam.
"Sus be," göz devirip babamın yanına oturdum.
"Baba, iyi misin?" yavru kedi gibi bakıyordum.
"O adamdan boşanacaksın," dedi babam birden. Öylece kaldım. Ne diyecektim veya ne demesini bekliyordum ki? Aferin diyip Ahi'yi bağrına basmasını mı?
"Ama baba, daha tanımıyorsun bile," dedim ama gelecek olan cevabı şu an bana dönen bakışından anlamıştım.
"Tanımama gerek var mı?" dedi emin bir sesle.
"Var tabii ki," dedi birden annem. Ona döndüm, ne diye ama o, kurtarıcı gibi, baba yaklaşıp "Kızının evli olduğu adamı kabul et demiyorum ama en azından tanış gelsin buraya, konuşun, tanışın; sonra yine dersin boşan diye," dedi annem, babamın ona ne diyorsun diyen bakışına karşılık.
"Olmaz! İstemiyorum o adamdan, boşanacaksın Duru, duydun mu beni?" dedi babam emin bir sesle.
"Haklı, boşanacaksın. Ben daha babanı kabul etmedim, başka bir damat bozuntusuna katlanamam," diye konuştu dedem.
"Ara kızım, Ahi'yi gelsin buraya," dedi annem, ikisinin arasına girerek.
🎗️🖤
YUSUF VE ZEYNEP FİDAN
"Biraz daha ayağınızı çekin kendinize doğru," dedi doktor Zeynep.
Yusuf, doktorun dediğini yapıp ayağını biraz daha kendine çekti ve bıraktı.
"Güzel," dedi doktor, memnuniyetle.
"Daha kısa bir sürede yürüyebilir miyim?" dedi Yusuf heyecanla. Tekerlekli sandalyede kalmak istemiyordu. Bu halde insan içine çıkmıyor, gününün büyük bir kısmını odasında geçiriyordu. Pek dışarı çıkmıyor, odasına kapanmıştı.
Onun bu halini bildiği için Zeynep Fidan, doktorluk mesleğini bir kenara bırakıp bir arkadaş sıcaklığında yaklaştı Yusuf'a.
"Bak Yusuf, anlıyorum seni. Yürüyemiyor, bir sandalye üzerinde kimsenin seni görmesini istemiyorsun ve bu yüzden en yakın olduğun arkadaşlarınla da aranda büyük bir sınır koyuyorsun. Ama şu yönden düşün: bir daha asla ayağa kalkamayabilirdin. Şu an içinde bulunduğun durum geçici bir süre için geçerli. Bu yüzden utanmayı veya kendini odaya kapatmayı bırakıp eski haline dönmen gerek. Arkadaşların bu haline senin kadar çok üzülüyor."
"Beni hep ayakta görmelerini istiyorum. Bu halde kimsenin zihninde yer almak istemiyorum," dedi Yusuf, sesi titriyordu. Bu halinden memnun değildi; herkes bunun farkındaydı. Ama elinde olan bir durum değildi.
"Anlıyorum ama bu şekilde de sadece kendini ve seni seven kişileri üzüyorsun. En azından kendini onlardan soyutlama," bir doktordan çok bir arkadaş gibiydi sözleri. Yusuf, gözlerini ilk açtığında ona bakan ela gözlere tekrar baktı. Çok güzeldi gözleri Zeynep Fidan'ın.
Gülüşü de güzeldi aslında. Gülerken yanağının sol tarafında küçük bir gamze beliriyordu. Bir de çenesinde gamzesi vardı; Zeynep Fidan'ın gamzeleri çok güzeldi.
Aden Duru içeri girdiğinde, doktora hayran hayran bakan Yusuf'u gördü. Kaşlarını çattı; şu an bu durum onun hoşuna gitmemişti. Bugüne kadar hiç ondan başka kız arkadaşı yoktu Yusuf'un. Şu an bir kadına böyle bakması, ister istemez kıskanmasına sebep olmuştu.
"Kardeşimmm!" diye birden odaya girdi Aden, "m" harfini uzatarak.
"Hoş geldin," dedi Zeynep Fidan gülümseyerek.
"Hoş buldum doktorum. Eee, kardeşimin durumu nasıl? Ne zaman kalkıyoruz ayağa? Yıkaması gereken halılar var da," dedi Aden, espiriye karışık alaycı bir sesle.
"Yakında eskisi gibi yürüyecek; halı kısmını anlamadım," dedi Fidan, Yusuf'a bakıp soru soran bakışlarla.
"Şaka yapıyor canım Aden işte, Herman ki gibi," dedi Yusuf, yüzünde sırıtış, sesinde ima dolu bir tonla.
"Ya, ya şaka, şaka," dedi Aden gülerek.
"Ne oldu? Neden geldin ki sen?" dedi Yusuf, sesini kısık tutarak. Şu an Aden'in gelişi, doktoruyla konuşmasının bölünmesine sebep olmuştu.
"Gelmeyeyim de kızı yiyecekmiş gibi bak, değil mi Yusuf efendi?" dedi Aden, yüzündeki gülümsemeyi silmeden.
"Ne yemesi, saçmalama," dedi Yusuf, yakalanmanın verdiği rahatsızlıkla yerinden kıpırdandı. Zeynep Fidan'a baktı ama doktor, şu an onlara bakmıyor, elindeki reçeteye birkaç şey yazıyordu.
"Balık görmüş kedi misali diyorum," dedi Aden, yandan Yusuf'u cimcirdi. Yusuf, cimcirmeden kaynaklanan ağrıyla ufak bir ses çıkardı.
"İyi misin?" onun sesine doktor telaşlı bir şekilde yanına gelmesine sebep olmuştu.
"İyi, iyi, merak etmeyin; siz onun rahatsızlığı farklı," dedi Aden.
"Nasıl yani?" anlamamıştı doktor.
"Aden Duru, Ahi geldi, seni bekliyorlar!" Zehra'nın gelmesiyle Yusuf rahat bir nefes aldı. Bu manyaktan kısa da olsa kurtulmuştu.
"Geliyorum," dedi Aden, koşa koşa odadan çıktı.
"Değişik bir yapıya sahip," dedi Zeynep Fidan, gülümseyerek Aden'in arkasından baktı.
"Çokkk," diye onayladı Yusuf ama tekrardan hayran hayran doktoruna bakmaya devam etti.
🤭🤭🤭
"Hoş geldin," dedim korku ve endişeye karışık sesiyle Ahi'yi karşıladım. Ahi'nin de benden kalır bir yanı yoktu doğrusu.
"Birazdan görecek nasıl bulduğunu," dedi Ömer, elindeki çayı höpürdeterek.
"Yav, bir gitsene, sen ne diye kapıda duruyorsun?"
"Bu halinizi görmek için," dedi Ömer, elindeki çayı daha fazla höpürdeterek.
"Sabırrrr," dedim, elimi boğazıma götürüp sıkma işareti yaparak.
"Sana sabırlar diliyorum, canımın içi," dedi Ömer gülerek salona geçti.
"Hazır mısın?" dedim Ahi'ye dönerek.
"Başka bir seçenek var mı?"
"Çok kasma, babam ve dedem üzerine gelecek, ne derlerse tamam de geç. Asla karşılık verme, yoksa sonumuz hastanede biter." Tek tek açıklama yaptım. Bu yaşta dul kalmak istemiyorum.
"Tamam," dedi, derin bir nefes alarak önden yürüdü Ahi.
Arkasından giderek salona giriş yaptık. Bizim gelmemizle babam ve dedem ayağa kalktı; annem ve Ömer zaten ayaktaydılar.
"Hoş geldin oğlum," dedi annem, samimiyet dolu sesiyle.
"Hoş buldum," dedi Ahi, annemin yanına gidip elini sıktı.
Dedem ve babama döndüm, bir şey söylemeleri için ama ikisi de birbirlerine bakıp kaş göz işareti yapıyorlardı. Annem, benim neye baktığımı anlayacak ki öksürerek ikisine sinyal yolladı.
"Hoş geldin," dedi ikisi aynı anda, çarpık bir şekilde.
"Ne?" dedik hepimiz aynı anda; sesleri çok değişik çıkmıştı çünkü.
Dedem;"hoşt geldin," diyecekti ki annemin bakışıyla, "hoş geldin dedik," dedi lafı çevirerek.
"Hoş buldum efendim," dedi Ahi, ikisinin elini sıktı. Ama babam nasıl sıktıysa, çocuk elini zor kurtardı.
Koltuğa oturduk; hepimiz şu an ölüm sessizliği içindeydik. Bir tek dedem, babam ve Ömer'in çaylarını karıştırma sesi geliyordu.
"Eee, oğlum, nasılsın?" dedi annem, araya girip sessizliği bozarak.
"İyiyim efendim, çok şükür, sizler nasılsınız?" dedi Ahi, anneme dönüp tebessüm ederek.
"Sen gelene kadar iyiydik," dedi babam, göz devirdi.
"Ben 30 yıldır kötüyüm," diye devam etti dedem.
Dedemin sözüyle kafasını sağa sola salladı; babam ne dediğini anlamıştı.
"Nasıl yani?" Ahi anlamayarak sordu. Ama ikisi de oralı olmayıp çaylarını karıştırmaya devam etti.
"İyiler, oğlum, iyiler. Annenler, babanlar nasıllar?" diye devam etti annem sorularına. Şu an kurtarıcı melek annemdi; o da olmasaydı, kim bilir şu an neredeydik? Büyük ihtimalle cenaze töreni hazırlıyorduk.
"Onlar da iyiler, selamları var sizlere."
"Boşandığın zaman iletin bizim selamı da," dedi babam çayını yudumlayarak.
"Nasıl yani?" Ahi bu sefer anlamıştı; yüzü bir tık düşmüştü çünkü.
"Kızımdan boşanacaksın," dedi babam, elindeki çayı bırakıp ciddiyetini koruyarak.
"Boşanmayacağım," dedi Ahi, aynı ciddiyetle. Ben ve Ömer şok bir şekilde Ahi'ye döndük. Ahi'ye kaş göz işareti yaptım ama o oralı olmadı.
"Boşanacaksın!" diye dişlerini sıkarak konuştu babam.
"Boşanmayacağım, biz kızınızla birbirimizi seviyoruz," diye birden bomba etkisi yarattı Ahi.
"Ruhuna el Fatiha," dedi Ömer, ellerini iki yana açarak.
"Aden Duru"
"Babam," dedim yutkunarak.
"Ne diyor bu?" dedi Ahi'yi göstererek.
"Doğruları," diye araya girdi Ahi.
"Bu çocuk ya ciğeri fazla kaçırmış ya da yüreği," dedi annem, sessiz ama bir o kadar şok olmuş bir sesle. Sesini ben duymuştum ama şu an ona değil, Ahi ve ona sinirle bakan babama odaklanmıştım.
"Ahi, yapma, ölüme koşuyorsun," dedim kısık sesle ama o oralı bile olmadı.
"Aden Duru Şanlıkan! Söyle bakalım, kalbinde kim var, duysun bu herif," dedi babam, bakışlarını Ahi'den çekmeyip.
"Kalbimde senden başka kimse yok, reisim. Bilmez misin, ben bir babama aşığım," dedim yutkunarak.
"Ziyaaaa, ziyaaa," dedi Ömer gülerek.
"Duydun mu lan?" diye giriş yaptı dedem. Şu an babamın mı tarafındaydı o?
Babam, ses çıkarmadan gururlu bir şekilde arkasına yaslanarak "aldın mı ağzının payını" der gibi bakıyordu.
"Bu kızınızdan boşanacağım anlamına gelmez," diye konuştu Ahi; kendinden emindi sözleri.
"Öyle mi?" dedi babam, "sen misin bana meydan okuyan?" der gibi baktı.
Ben ikisinin arasında bakışlarımı götürüp getirirken birden babam belindeki silahı çıkardı. Ben ayağa kalkıp durduracağım sırada, silahın tetikine basıp Ahi'yi vurdu, hem de sol bacağından.
Ahi, aldığı kurşunla yerinde kıvranıyordu.
"Baba, ne yaptın ya?" dedim ağlamaklı bir sesle.
"Ertal, ah Ertal," diye araya girdi annem, koşarak Ahi'nin yanına gelip yarasına baktı.
"Eline sağlık," diye rahatını bozmadan elindeki çekirdeği çitledi dedem.
Ömer de Zehra'nın kulağını kapatmıştı. Bunlar da bu sırada romantizm yaratıyordu; sabırrrrrr çektim içimden.
"Kızım, yürü, koş Zeynep Hanımı çağır, gelsin baksın şu çocuğa. Şimdi bir şey olacak," dedi annem, bir yandan Ahi'nin yarasını sıkarken bir yandan bana bağırıyordu.
"Tamam," dedim, yukarı doğru koşup korkuyla kapıya bakan kadınla karşılaştım.
"Ne oluyor?" dedi Yusuf, korkuyla bana bakarak.
Elimle sakin olmaları için hareket yaptım. "Sıkıntı yok. Babam, Ahi'ye silahının markasını göstereceği sırada silah ateş aldı. Zeynep gelip bakabilir misin? Ahi de doktor ama şu an kendinde değil gibi," dedim, sesimi sakin tutmaya çalıştım.
"Ayy, tamam," dedi Zeynep, kapıya doğru yürüyüp odadan çıkarken Yusuf'a döndüm.
"Ne oluyor? Ne ateşi?" dedi Yusuf, Zeynebin gitmesiyle.
"Babam Ahi'yi vurdu," dedim, elimle alnıma vurarak.
"Ne? Ama belliydi, olacaktı bu," dedi Yusuf.
"Bende dedim ama dinleyen kim," diyerek kapıya yöneldim.
Kapıdan çıkacağım sırada, şimşekler sanki beynimde çakıyordu. Şok bir şekilde arkamda ayakta duran Yusuf'a döndüm.
"Y-yusuf," dedim, gözlerim dolmuştu, sesim titremişti. Kardeşim şu an ayaktaydı.
"Hadi, yardım et de aşağı inelim," dedi bana elini uzatarak.
Elini sıkı sıkıya tutup yavaş yavaş odadan çıkardım. Merdivenlerin başına geldiğimizde demirlerin yardımıyla merdivenden inip salona geçtik.
Salonda çekirdek çitleyen babam ve dedem, Zeynep'e yardım eden annem ve bir yandan kıvranan Ahi vardı.
"Yusuf!" Ömer'in sesiyle hepsi bize döndü. Annem ağzını şaşkınlıkla kapatmıştı. Babam ve dedem de gururlu bir şekilde bakıyordu.
Bir yandan da gülümseyen Zeynep Fidan ve acı çeken Ahi...
Anne..." dedi, içindeki çığlığın dışa vurulmasıyla.
"Anne..."
"Anne, ne olur bana bak," dedi Sertar, ağlayarak. "Anne, ne olursun uyan," dedi ardından.
Bu kadar kolay mıydı, arkanda kimi bıraktığını düşünmeden, onun ne hale geleceğini umursamadan kendi canına kıyamak?
Kolay mıydı, seni seven kişileri yok sayıp ölmek?
Kolay mıydı arkanda bir enkaz bırakmak?
Kolay mıydı bu hayattan göçüp gitmek?
"Anne, benim kimsem kalmadı... Babamı aldılar benden, seni de sen aldın benden, be annem..." Kanlar içinde kucağında yatan kadına sarıldı, ağlayarak feryat etti Sertar.
"Kimsem kalmadı benim, aldılar ailem bildiğim kişileri ellerimden. Bir kızın hayatı mahvolacak diye benim hayatımı mahfettin. Benim suçum kimsesiz doğmamdı sadece. Bir ailem olsaydı o gün o lanet hastane odasında takas edilmezdim. Ama oldu, lanet olsun ki oldu. Yıllar önce olduğu gibi, bugün de kimsesiz kaldım..." Kendi kendine konuşuyordu ama en çok sitemi yaşananlardaydı.
"Hayır, hayır, anne kalkman lazım, anne bak, yağmur yağıyor." Kollarındaki kadını sarstı, elleriyle uyanması için yüzüne dokundu ama bir tepki gelmedi.
"Anne, ben korkarım ki..." kafasını omzuna yatırıp kısık sesle ağlamaya başladı.
"Anne, beni kucağına alıp 'korkma geçecek' desene," kızarak bir yandan ağlayarak konuştu. "Anne, sen bilmez misin, ben en çok gök gürültüsünden korkarım..."
"Sertar..." dedim, beni duymasını umarak ama o, kafasını hayır anlamında sallayıp bir şeyler söylüyordu.
Yanına yaklaşıp omzuna dokunarak "Sertar," dedim. Bana yaşlı, bir o kadar da kan çanağına dönmüş gözlerle baktı.
Küçük bir çocuk gibiydi, gözlerinden akan yaşlarla kafasını annesinin boynuna gömdü.
"Anne, beni neden bıraktın?" dedi, kızmış bir edayla.
"Sertar, alabilir miyiz onu?" sorduğumda kafasını hayır anlamında salladı, annesinin kokusunu derin bir şekilde içime çekti ve sonra sayısız öpücük kondurdu boynuna ve yüzüne.
Göğsüne bastırdı kucağında kanlar içinde kalan kadını. Bir zamanlar hayat dolu, gülen gözler şimdi donuk ve boştu. Ağlaya ağlaya dakikalarca yalvardı: "Bırakma beni bir başıma, kimsesizler gibi," diye. Her cümlenin sonunda sesi biraz daha kırılıyor, biraz daha tükeniyordu. Ama ne bir ses vardı, ne de bir tepki. Yalnızlığın ağır yükü omuzlarına çöküyordu. Kaldırdı başını göğe doğru, gözleri yaşlı bulutları arıyordu sanki: "Benim ne suçum vardı da beni doğduğum günden bu yana kimsesiz bıraktın? Vardır bir bildiğin de bu, çok büyük be..." Gözlerinden yaşlar, göğsünü döven bir fırtına gibi şiddetli bir yağmur misali akarken, konuşmaya, içindekileri dökmeye çalışıyordu. İçindeki yangını söndürmek ne mümkün...
"Ne yapacağım ben, kimsesizler gibi? Ne yapacağım ben bu saatten sonra? Kimsem kalmadı, aldın onu benden. Al beni de yanına, ne olur, al canımı. Dayanamam ben! Öldürürsem kendimi, annemin yanına gelemem ama onsuz da yapamam. Delireceğim ben artık!" dedi, hıçkırıklar boğazına düğümlenirken. "Annem, ne olur dön bana, ne olur, bırakma beni... Ölüyorum anne, bırakma, ne olursun..." Hıçkırıkları daha da derinleşti, sanki içinde koca bir uçurum açılmıştı. Her sözü, yüreğine saplanan bir hançer gibi derin yaralar açıyor, konuştuğu her bir cümle yüreğine taş misali oturuyor, kalbin durmasına neden oluyordu.
Bir türkü mırıldandı genç adam, ağlaya ağlaya, içindekileri kusarak. Her bir nota, içindeki acının sesi gibiydi; her kelime sanki yeniden bir veda:
"Yüce dağlar olmasaydı, laleleri solmasaydı.
Ölüm Allah'ın emri de, şu ayrılık..."
Türkü yavaş yavaş söyledi söylemesine de, son cümle ruhunda binlerce yara açtı: "Ölüm Allah'ın emri de, şu ayrılık olmasaydı..." dedi, son sözleri söyleyip kucağında yatan kadının alnını defalarca kez öperek. Kadının cansız bedenini bir an olsun bırakmak istemiyor, elleri onu geri getirecekmiş gibi sıkı sıkıya sarılıyordu. Ama hayat, onun ellerinden kayıp gitmişti. Ve o, bu dünyada yapayalnız kalmıştı.
"Söz veriyorum, onun intikamını alacağız. Şimdi anneni ver bize ve bizimle gel," dedim, güven veren bir sesle. Bana baktı, önce sonra kafasını salladı ve ayağı zor da olsa kalkıp uzattığım elime tutundu.
"Nereye gidiyoruz?" dedi, kan çanağı olan gözleriyle.
"Yavuz Şanlıkan bizi bekliyor," dedim. Bunu söylememle şok oldu; belli ki beklemiyordu...
"Sen kimsin peki?" dedi, soru soran bakışlarla.
"Ben Defne, Defne Şanlıkan" dedim, ellimi uzatarak.
~~Bölüm sonu~~
Bölümü nasıl buldunuz?
En sevdiğiniz bölüm?
Ahi ve Ertal karşılaşması?
Söylemek istedikleriniz?
"Çoğunlukla kanaldayım, oradan bilgi verip açıklama yapıyorum. İsteyenler oraya gelebilirler (çıkmayacaksanız)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |