
**Manisa, 2001**
“Aaah, suyum geldi!”
Süleyman Ağa, karısının sesiyle paniğe kapılarak gaza daha da yüklendi. Sancısı başladığı anda arabaya atlayıp hastaneye doğru yola çıkmışlardı, ama şimdi suyu da gelmişti. Kadın, arka koltukta sancılar içinde kıvranırken, Süleyman'ın sesini zar zor duyabiliyordu.
"Tamam, tamam, dayan... Geldik!" diye bağırdı Süleyman, ama karısının acıyla yıpranan yüzüne bakarken kelimeleri de, umudu da güçsüzleşiyordu.
Hastaneye vardıklarında Süleyman, arabadan fırladı, hızlıca karısının yanına gidip koluna girdi. "Yardım edin!" diye bağırarak hemşirelere seslendi. Gelen tekerlekli sandalyeye karısını dikkatlice yerleştirirken elleri titriyordu. Kadın hemen ameliyathaneye götürüldü, Süleyman kapıda kaldı.
Yaklaşık altı saattir bekliyordu. Hemşirelerden aldığı bilgilere göre zor bir doğumdu. İçini bir korku kaplamıştı; çocuğuna ve karısına bir şey olmasından deli gibi korkuyordu. Yanında, kardeşi Ahmet Demirel duruyordu. Yaşça küçük olan Ahmet, abisinin bu çaresiz hâline alışık değildi, ne diyeceğini bilemeden bekliyordu.
Birden ameliyathane kapısı açıldı. Süleyman ve Ahmet, refleks olarak oraya döndüler. Bir hemşire, ellerinde minicik bir kız çocuğuyla belirdi. Süleyman hızla yanına gitti, bebeğe dikkatlice baktı; minik, narin bir bedendi ama güçlü bir canlılık hissediliyordu o küçücük bedende.
Bebeği odasına götürdüler. Bir süre sonra doktor Süleyman’a yaklaşıp hafifçe gülümsedi. “Çok inatçı ve oldukça güçlü bir kızınız oldu. Güzelliğinden bahsetmiyorum bile,” dedi doktor.
Süleyman, gerginliği hafiflemiş bir şekilde teşekkür etti, ama içinde tuhaf bir boşluk hissi vardı. Herkes bebeği görmeye gelirken bir saat sonra Ahmet, dayı olmanın verdiği heyecanla sevinç içinde Süleyman’a dönüp, “Ağabey, çocuk doğduğunda ismini ben koyacaktım. Söz vermiştin,” dedi.
Süleyman güldü. “Söz verdik ya, koy bakalım ismini,” dedi. Ahmet, küçük yeğenine sevgi dolu gözlerle baktı ve “Bu dünyalar güzeli kızımızın adı Delal olsun,” diye ekledi.
“Delal, çok güzel bir isimdir,” dedi Süleyman.
“O zaman bebeğin adı Delal Demirel oldu,” dedi Ahmet. Odada memnuniyet dolu bir hava oluşurken, birden telefon çalmaya başladı. Ahmet hızla telefona uzandı, önce dinledi ve sonra sessizce abisine uzattı. Yüzü düşmüştü.
Süleyman bir şey anlamadan telefonu aldı. “Alo?”
“Süleyman oğul! Torunum dünyaya gelmiştir?” Babasının sesi tanıdıktı, ama Süleyman’ın yüreğini sıkan bir şeyler vardı.
“Erê bavo (Evet baba),” dedi Süleyman, içten bir gülümsemeyle.
“Erkek torunum nasıldır?” Bu soru Süleyman’ı dondurdu. Babası “erkek torun” diyordu, ama onun bir kız çocuğu olmuştu.
Süleyman’ın yüzündeki gülümseme bir anda soldu. Babası erkek torun istiyordu, ama onun kız torunu vardı. Babasının sesi tekrar duyuldu: “Erkek torunum olduğuna göre, bundan sonra ağalık senindir, oğul.”
Bu söz, Süleyman’ın yüreğini burktu. Babası, ağalığı vermek için erkek torun bekliyordu. Eğer ki kızı olduğunu öğrenirse, Süleyman’ın ağalığı devralmasına izin vermezdi. Telefonda sessiz kalıp kapattı. Yanındaki karısına dönüp derin bir nefes aldı.
“Hatun, biz bu çocuğu eve götüremeyiz!” dedi.
Kadın şok oldu, ne demekti bu? Bebeği eve götüremeyiz mi? Kocası ne saçmalıyordu böyle?
“Ne dedin sen? Ne demek bebeği eve götüremeyiz?” diye feryat etti.
“Babam erkek torun istiyor. Bizim bebeğimiz kız.”
“Peki kız çocuğu diye ne yapacağız? Çöpe mi atacağız onu?” Kadının sesi öfke ve dehşetle yükselmişti.
“Çöpe atacağız demedim! O benim evladım. Ama eve de götüremem. Babama kız çocuğu götürürsem, ağalık elimden gider!”
Kadının gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Kocası, ağalık için bebeğinden vazgeçmeyi düşünüyordu!
“Burada doğan bir erkek bebekle değiştiririz,” dedi Süleyman, gözlerini karısına dikerek. “Doktorlara söyleriz, iyi bir aileye versinler. Biz de bir erkek bebek alırız.”
“Olmaz!” diye bağırdı kadın. “Ben çocuğumu vermem!”
“Ne demek vermem? Ağalık gidecek diyorum sana!” dedi Süleyman, sinirle.
Kadın daha da kararlı bir şekilde karşı çıktı. “Sen bir ağalık için çocuğundan vazgeçebilirsin ama ben vazgeçmem! Ben onu vermem!”
Süleyman son bir hamle yaparak sesini yükseltti. “Yemin ederim! İkinizi de öldürürüm! Vereceksin o bebeği!”
Kadın şok oldu, kocasının bu sözleri onu darmadağın etti. Süleyman, bebeği hızla alıp odadan çıkarken kadın çığlık çığlığa yerinden kalktı, kocasının elindeki bebeği almaya çalıştı. Ama Süleyman onu itip, bebeği kollarında sıkıca tutarak odadan çıktı.
---
# Günümüz#
"Babası onu çok severmiş, öpermiş; annesi ise hiç sevmemiş, öpmemiş." Annemin dizinin dibinde oturmuş, babamın bana küçükken söylediği şarkıyı söylüyordum. Kadın, olanları öğrenmiş ve şimdi terör estiriyordu.
"Hiç bana öyle bakma, Aden Hanım!"
Aden'in iç sesi:
(Ulan Yusuf, senin keleni kesip kendime akşam yemeği yapmazsam...)
"O aklından geçenleri hele bir yap, bak kapının önünü görebiliyor musun?" Annemin sesi, düşüncelerimi dağıttı. Babama yardım et diye bakış attım, adam kaş göz işaretiyle bana bulaştırma diyordu. Oflayıp önüme döndüm.
"Yaa anneeee..."** Annem bana kaşını kaldırıp "Sen bekle," bakışı atıyordu. Bu kadın artık hep konuşurdu.
"Milletin kızına bak, gider alışveriş merkezlerine, güzellik salonlarına, tatillere; ama benim kızıma bak, elinde bıçakla ölüme atlayıp kasap gibi adam deşiyor. Ey Allah'ım! Neydi günahım?" Kafasını ellerine alıp konuşmaya devam ediyordu ama bu hali çok komikti.
Babama dönüp, "Hepsi senin yüzünden, bu kızı sen böyle yaptın!"dedi. Babam ayıplarcasına bakıp, **"Yahu ben ne yaptım? Dün senin yanında televizyon izliyordum."** Gülmemek için kendimi zor tutuyordum; sanki dün adamlara meydan okuyan o değildi.
"Ertal!"
"Hatun."
"Bu saatten sonra ben değil, veliahtım olacak diyen benim babam mı?" Evet, bunu da duymuştu. Yusuf, hazırlan koçum, seni ben değil babam mumbar yapacak.
"Baban harbi nasıl Hatun? En son hakka yürüyordu, Allah korusun." Ben gülmemek için kendimi öyle bir sıkıyordum ki, içim dışıma çıkarsa şaşırmam.
Annem, "Seni bekliyormuş, damadım gelmeden gitmem diyor," diye cevap verdi. Babam yine şakaya vurup, bir o kadar da ciddi sözlerle, "Beni beklemesin. Yazık, adam yaşlı, gitsin. Ben arkasından bir 30 yıl sonra gelirim." Annem daha fazla dayanamayıp arkasında bulunan yastığı ona fırlattı.
"Siz beni çıldırtırsınız!!"
"Yaa Allah aşkına anne, bunu dedemin veliahtı mı söylüyor?" Evet, doğru duydunuz; annem de benim gibi babasının tek varisi.
"Duru!"
"Sustum."
"Hatun, yeter da vala, yeter. Kızımız tehlikede değil. O kendini nasıl koruyacağını iyi biliyor, merak etme sen, bak korumaların hemen hemen hepsi onunla beraber." Babam yine kurtarıcı meleğim olarak araya girdi ama annemin ikna olmaya hiç niyeti yoktu.
"Ya bir şey olursa? Ya ona korumalar yokken bir şey yaparlarsa? Ben kızımı asla buna alet edemem! Asla kabul etmiyorum, asla anladınız mı?"** Annem artık ağlayacak duruma gelmişti. Ateşim çıktığında hüngür hüngür ağlayıp bir şey olacak diye baygınlık geçirirdi. Bir hafta önce elimdeki bıçağı kestim diye ambulansı arayacaktı ki zor durdurduk.
"Bebeğim, bize biraz müsade eder misin?" Babamın bana söylediği sözle ayağa kalkıp annemin yanağından öptüm ve odama çıktım.
### Yazar Anlatımıyla
Ağlayan kadına sarıldı Ertal. Karısının ve onun göz bebeğiydi Duru.
"Nasıl böyle bir şeyi istersin sen? Nasıl böyle her şeyi onun boynuna yüklersin?"Ağlayarak soruyordu kocasına. Ertal daha fazla dayanamayıp:
"O benim de kızım, benim de canım ama hatun; onu böyle şeylere hazırlamalıyız, onu uzak tutamayız, bunu sende çok iyi biliyorsun. Kızımı veliahtım olarak duyurdum ama bu onun iyiliği için. Bundan sonra herkes daha dikkatli adımlarını atacak."
"Hasta ama, o kriz geçiriyor biliyorsun."
"Biliyorum ama sen de bunu unutuyorsun. Bizim kızımız çok güçlü."
---
**2001 Manisa**
"Dediğim gibi doktor, bebeği iyi birine vereceksin."
Doktor, aldığı parayla memnuniyetle kabul etti. Süleyman, hastanede annesi doğumda ölmüş erkek çocuğunu alıp onun yerine kızını vermişti; kendi kanından vazgeçmişti.
Süleyman Demirel, kucağındaki bebekle kapıdan çıkarken, son kez arkasında çığlık çığlığa ağlayan bebeğe bakıp, "Affet evlat, umarım hayatın bundan sonra yüzün gibi güzel olur," dedi. Hiç beklemeden kapıyı kapatıp çıktı.
Koridorda bebek kucağında memnuniyetle çıkan adamın arkasından baktı Ertal Şanlıkan. Giden adam içeride kızını mı bırakmıştı? Yıllarca bebek sahibi olmak için gitmedikleri doktor kalmamıştı ama bir türlü bebek sahibi olamamıştı. Şimdi bu adam kendi bebeğini buraya mı bırakmıştı?
Hiç beklemeden ağlayan bebeğin odasına girdi. Ağlayan bebeğe doğru yavaş adımlarla ilerledi. Küvetin yanına geldiğinde ağlayan ama bir o kadar da güzel olan kız çocuğuna baktı Ertal. İçinde sanki bir şey kopmuştu. Yıllardır ağlamayan Ertal Şanlıkan, ilk defa bebeğin güzelliği ve ağlamasıyla gözünden yaş döktü.
Bebeği kucağına aldı ve o an dakikalarca ağlayan bebek, onun kucağında sustu. Ertal, bebeğe şaşkın bakışlar atıyordu; dakikalarca hastanede ağlayan bebek, onun kucağında sessizleşmişti. Tebessüm etti ve o an parayı alan doktor, içeriye girdiğinde, kucağında bebek olan Ertal’la karşılaştı. Doktor yutkundu, bu adamı tanıyordu.
Ertal yürüyüp korkudan titreyen doktorun önünde durdu. "Bu bebeğin bundan sonraki ailesi benim ve sen bunu birisine söylersen seni öldürürüm." Adam korkudan titreyerek başını aşağı yukarı sallayıp, kimseye söylemeyeceğini belirtti ve sustu.
Koridorda kucağında bebekle dışarı çıktı Ertal Şanlıkan. Onu gören karısı kaşını çattı ve ona doğru yürüdü; anlamsız bakışlarla hem kocasına hem de bebeğe baktı.
"Ertal, bu bebek ne?"
"Bu, bundan sonra bizim bebeğimiz!"
Kadın, şaşkınlık içinde kocasına bakıyordu. Onları pencereden ağlayarak izleyen kişiden habersiz...
---
*"Nerde bu Sertar? Arıyorum arıyorum, açmıyor köpek."
"Kızım bir sakin ol, işi çıkmış olabilir."
"Sikerim onun işini. Kaç defa dedim, telefonum açılacak diye."
"Aden, Allah aşkına, çocuk kaçmışsa bile haklı yani." Meltem’in bu sözüne hemen yanımda duran yastığı fırlattım.
Sözde bir sevgilim vardı ama yoktu; en nefret ettiğim şey birinin telefonumu açmamasıydı.
"Aden, hadi kızım, gidiyoruz." Annemin sesiyle oflayıp çantamı alıp dışarı çıktım. Altımda siyah pantolon, üstümde beyaz crop vardı; ayakkabı olarak spor giymiştim. Merdivenlerden inip annemin yanına ilerledim. Kadın zorla dışarı çıkarıyordu; neymiş efendim, bundan sonra o nereye ben oraya. Beni böyle tutacağını düşünüyor ama unuttuğu bir şey var, ben onun kızıyım, rahat duramıyorum.
"Anne, gerçekten bunu yapacak mısın?"
Kafasını telefondan ayırmadan, "Sen akıllanana kadar evet, bunu yapacağım," dedi.
"Yani bir asır boyunca." Yanımda duran Meltem’in bu sözüne onu çimcirdim ama o oralı olmadı.
"Hadi hadi, düş önüme, gidiyoruz." Gözümü devirip kapıdan dışarı çıktım; sanki küçük bir çocuk gibiydim. Bana yaptığı muameleye bak, Allah'ım, dün adamlara meydan okuyup depo patlatan ben değilmişim gibi şuan annemin peşinden kuyruğumu sürüyerek ilerliyordum. Kadın resmen ayarlarımla oynuyordu.
"Yusuf! Oğlum, hadi gidiyoruz." Annemin seslenmesiyle hain Yusuf bize doğru geldi, arabaya ilerledi ve ben öldürücü bakışlarımı ona gönderdim. Eğer şu an bu haldeysem, hepsi bu hain Yusuf yüzünden. Ona bakarak, "Sen bekle bak," diye bakış attım. Annem bunu görmüş olacak ki, "O aklından geçenlerin bir tanesini yap bak, ben ne yapıyorum sana," dedi.
Arabaya binip yola çıktık; annem önde, ben ve Meltem arka koltukta oturduk. Arkamızdan 3 koruma aracı ile malum, her an bir şey olabilirdi.
"Uff, şarkı açın bari ya." Sıkılmıştım gerçekten; araba böyle sessiz gitmiyordu. Elimi radyoya attım, rastgele bir şarkı açtım. "Buray,senin yüzünden" çalıyordu. Güzel şarkıydı ama sırf Yusuf yorulsun diye değiştirmesini söyledim. Ard arda 4 şarkı seçti ve ben sırf o uğraşsın diye beğenmediğimi söyleyip değiştirmesini istedim. Annem araya girip Rojda'nın "Ax le Gidyê" şarkısını açtı. Bu şarkıyı hayran olduğumu biliyordu, canım annemmmm.
Hemen şarkı moduna geçip şarkıya eşlik etmeye başladım.
"Ax le gidye le gidye we
Le gidye le gidye we
Ax lê gidyê lê gidyê wê
Can cane Zekirya"
Annem ve diğerleri bana gülerek bakıp deli kız diyorlardı ama ben öyle bir coştum ki, kendimi camdan dışarı çıkardım.
"Av li deşta kişiya wa
Lê gidyê lê gidyê wê
Zeko berjêr meşîya wa
Can canê Zekirya"
...
"Anne, ne olursun. Bak, vallahi bir şey yapmayacağım, bırak da gideyim, lütfen."
"Olmaz, otur oturduğun yerde."
"Nazan, bırak bu kızı artık ya. Saatlerdir tuvalette, gitmesine bile izin vermiyorsun. Bu kızı böyle tutamazsın, bugün tutun tamam peki ya yarın? Diğer günler? Genç kızı dizinin önünde oturtmak nedir ya?" Konuş, Büşra teyze. Saatlerdir dil döktüğüm doğrudur; kadın küçük çocuk muamelesi yapıyordu. Tuvalete bile benimle geldi, aaa, abart anne yani.
"Benim kızım eğer ki tehlikeli yerlerde dolaşıp başına buyruk hareket edip beni dinlemezse, bu yaptığım çok normal bence." Başına buyruk değil be annem... Ona yavru kedi bakışı attım. Sonunda dayanamayıp, "Sadece birkaç saat aradığımda açacaksın, korumaları al, sakın onların yanından ayrılma, Yusuf'u da al yanına," dedi. Ohhh, be, sonunda bakışı attım ve yanından jet hızıyla uçtum.
Alışveriş merkezinden çıkıp, malların geldiği yere gitmek için minibüse bindim. Annemin bundan tabii ki haberi yoktu ve ben bu işi hemen halledip, bir şey çaktırmadan eve geçecektim.
💙
"Yusuf, şimdi bu silahı senin götüne sok-"
"Abla, vallahi ayıp oluyor, bir baksana korumalar hepsi bize gülüyor."
Korumalara baktım; hepsi bize bakıp gülüyordu. Onlara bakmamla daha fazla gülmeye başladılar, bunlar beni ciddiye almıyorlar.
"Bir daha beni anneme ispiyonlarsan, var ya, yemin billah, hamsi diye kızgın yağda pişiririm seni." Tam cevap vereceği sırada karşımızda izlediğimiz ambar açıldı. İşte şimdi başlıyorduk. Kafamı salladım ve yanımda bulunan adamlar oraya doğru koşmaya başladı. Dakika kala sonra silah sesi ile ortalık inliyordu.
~
"Abi bu neydi şimdi?" Yanında duran korumaya baktı; genç adam şoktaydı. O da günler önce öğrendiği gerçekle Urfa'dan Manisa'ya gelmişti. İlk başlarda bulamamıştı ama hastane kayıtlarından Aden’in yerini bulmuş, günlerdir evi gözetleyip onu takip ediyordu.
Geldiği günden beri hiç dışarıya doğru düzgün çıkmayan, çıksa da kafeye gidip orada kız arkadaşı ile oturup yarım saat sonra tekrar eve geçen bir kızdı. Evde camdan dışarı bakıyor ya da balkonda yaşlı bir adam ile konuşup gülümsüyordu. Geçen gün evdeki korumaları toplayıp halı saha maçı yapmıştı ama şu an gözlerine inanamıyordu.
"Abi, o kızın içinden şu an ne çıktı?" Şaşkınlık içinde konuşan adamına bir kez daha baktı. O da anlam veremiyordu; günlerce gördüğü şeylerden dolayı Aden’in saf ve masum olduğunu sanan adam, şimdi aynı kızı çatışmanın içinde, kurşun sıkarken görüyor ve bu kurşunlar daha çok öldürmek için değil, süründürmek için atılıyordu.
"Bilmiyorum Ahmet, bilmiyorum." Genç adam hem şaşkın hem de hayran bakıyordu karşısındaki kıza. Dakikalar sonra silah sesleri susmuş, herkes bahçenin ortasında toplanmıştı. Arkada onları izleyen kişiden habersiz...
- Genç adam dikkatli bakıyordu, ne yapacağını merak etmişti genç kızın.
---
"Siz iflah olmazsınız valla bak ciddiyim, bu konuda." Karşında adamlarının tuttuğu 30 adama bakıyordu Aden. Daha geçen birini uyarmışken, şimdi başka bir düşmanını uyarmak onun için zordu. Salağa laf anlatmak, ona koyuyordu.
"Bizi öldürürsen yaşatmazlar seni." Konuşan adama döndü, gülümseyerek ona yaklaştı genç kız. "Sizi öldüreceğimi kim söyledi?" Korkunç ama bir o kadar sakin bir şekilde sordu. Karşısındaki adamdan cevap gelmeyince sinirleniyordu; en nefret ettiği şeylerin başında gelirdi, birine soru sorduğunda cevap verilmemesi.
"Oruspu!!" İşte bu bardağı taşıran son cümle oldu. Yavaşça elini cebinde koyup bıçağını çıkardı, boynunu çıtlatıp adamlara doğru yürüdü. Ona "oruspu" diyen adamın karşısına geçip çenesini sert şekilde tutup elindeki bıçağı yanağına sürdü. "Bana ne dedin sen?" Adam yutkundu çünkü ne yapacağını kestiremiyordu. Cevap gelmeyince yanında duran diğer adama döndü.
"Sen söyle bu arkadaşın bana ne dedi?" Adam ona korkuyla bakıp konuştu. "Oruspu dedi." Kadın bakışını tekrardan çenesini tuttuğu adama çevirdi ve elindeki bıçakla sağ yanağına bir şekil çizdi. Adam öyle bir bağırdı ki sesinden her yer yankılandı. Durmadı Aden, bu sefer sol yanağına da bir A harfi çizdi; bu, onun her adamda bıraktığı bir izdi.
Aden Duru Şanlıkan, yeraltı dünyasında acımasız kraliçe olarak geçiyordu.
30 adamın yüzüne tek tek A harfini çizip elindeki bıçağı temizleyip cebine koydu. Ellini temizlemek için su aradı ama suyu bulamayınca arkada bulunan çeşmeye doğru ilerledi. Yusuf ona eşlik edeceği sırada ona dönüp, "Sen kal, burayı temizle. Ben hemen gelirim." diyip ilerlemişti.
Ellini temizce yıkayıp yüzüne su vurdu. İşini bitirmiş arkasını döndüğünde, ilerleyeceği sırada karşında ona bakan bir çift ela gözle yerinde durdu.
"Merhaba Duru. Ya da Aden mi demeliyim?"
Karşısında elini uzatan adama ters ters bakıyordu (kendi iç sesiyle: Aden, bu adam kimdi?). İlk defa görüyordu bu adamı. Gözleri ela, boyu neredeyse 1.95. Altında siyah kot pantolon ve siyah tişört giymiş, bir o kadar yakışıklı olan adama ters ters bakıyordu.
Adam onun bu haline gülüp, "Kusura bakma, kendimi tanıtmadım," dedi ve öne daha fazla gelerek elini tekrar kaldırdı. "Ben Âhi Özoğul. Senin için Urfa'dan Manisa'ya geldim. Tanıştığımıza memnun oldum, Acımasız Kraliçe."
Ona yaklaşıp elini uzatan adama Aden de yaklaştı ve uzattığı ellini kendine çevirip arkasından boğazına yapıştı. Hemen cebindeki bıçağı çıkarıp Âhi'nin boğazına dayadı. "Kimsin lan sen?" Bıçağı boğazına daha fazla bastırdı, adam aldığı şokla neye uğradığını şaşırsa da bu hareket hoşuna gitmişti. "Dedim ya ismimi. Şu kesici aleti çeksen mi, boğazımı mı keseceksin?"
Aden daha fazla bastırdı ve Âhi'nin boğazı ufak çizildi.
"Ne oluyor burada?" Gelen sesle arkasını döndü. Gelen Yusuf ve adamlarıydı. Âhi'yi bırakmadan onlara doğru döndü. Yusuf şaşkın şekilde Aden’e ve Âhi’ye bakıyordu.
"Âhi?" Yusuf’un sözüyle Aden, bir Yusuf’a bir de boğazını tuttuğu adama bakıyordu. "Kim lan bu? Sen nereden tanıyorsun Yusuf?"
"Abla, bırak adamın boğazını, bak zaten kanamış. Tanıyorum onu, düşman olamaz." Yusuf’un sözüyle Aden tuttuğu adamı adeta fırlattı.
"Bu kim? Ve bana neden senin için Urfa'dan Manisa'ya geldim diyor?" Bunu Yusuf da bilmiyordu. Âhi, Yusuf'un askerlik arkadaşıydı; askerden sonra bir iki kere görüşmüşler, sonra iletişimleri kesilmişti.
"Boğazıma bıçağı dayamadan konuşmayı deneseydin, şimdiye çoktan öğrenirdin." Âhi, yara olan boğazına cebinden çıkardığı mendille tampon yapıyordu.
"Bana ukala ukala konuşmayı kes, yarım bıraktığım işimi tamamlatma bana." Aden’in sert sesiyle Yusuf araya girip, "Bu böyle olmayacak, bir yerde oturalım, orada konuşalım en iyisi," dedi.
🦋
"Konuş."
"Tamam, anlatacağım." Âhi derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.
"Gerçek aileni biliyor musun?" Aden gözlerini sinirle kapattı. Evet, biliyordu bunu. Acı bir şekilde öğrenmişti, ama bir süre sonra onun için anlamsız hale gelmişti.
"Evet, biliyorum. Bunun onlarla ne alakası var ve sen niye buraya geldin?"
"Abin veya kardeşin olacak it! Benim kardeşimi vurdu ve şu an kardeşim hastanede. Bizim oralarda bunu ya kanla çözerler ya da..." Devamını getiremeden Aden araya girdi.
"Ya da berdelle." Ama bu adamın bilmediği bir şey vardı. O çocuk onun kardeşi ya da abisi değildi; babasının yıllar önce söylediğine göre, o adam evlatlıkmış. Ama beliki bunlar bilmiyorlardı.
"Evet."
"Berdeli benimle yapmayacaksınız, öyle değil mi? O kadar canlarına susamamışlardır."
"Seninle yapılacak denildi çünkü o ailenin senden başka kız çocuğu yok."
"Ben onların kızı değilim!" Dişlerini sıktı, konuşurken çünkü kan beynine sıçrayacaktı.
"Sakin ol, lütfen. Buraya seninle bir anlaşma yapmaya geldim. Gel Urfa'ya, bunu kabul etmediğini söyle, ben de sana destek olurum. Zaten belli ki elin kolun uzun. Çatışmalara katıldığına göre."
Âhi'nin bu imasıyla kaşlarını kaldırdı Aden.
"Gelmezsem ne yaparsın?"
"Hiçbir şey. Benim için bir şey değişmez. Ama seni bir erkek çocuğu için kurban verdiler. Peki, bunu sindirebilecek misin?"
Bu söz ağırdı; yıllar önce olduğu gibi bugün de aynı durum yaşanıyordu. O zamanlar bebekti Aden, hiçbir şey ellinden gelmiyordu. Peki şimdi? Ellinde güç vardı, onlara haddini bildirecek büyük bir güç.
"Bir şartla."
"Nedir?"
...🦋
"Sen beni ne zamandan beri takip ediyorsun?" Ellindeki çorba kaşığını indirip ona soru soran kıza döndü bakışları.
"Yaklaşık iki haftadır."
"İki haftadır beni takip ediyorsun?"
"Evet. Ve bayağı şaşırttın beni."
"Neden ki?"
"Senin saf ve masum olduğunu sanıyordum."
Bunu duyan Yusuf gülmeye başladı. "Masum ve Aden? Hadi canım."
"Aaaa! Ben çok masum bir kızım, hep çevrem beni bozuyor." Ciddi bir şekilde şakaya vuran tavırla konuştu. Bunu duyan Yusuf'un boğazına içtiği çorba kaçtı ve öksürmeye başladı.
"Tabi canım, çok masumsun sen. Zaten az önce adamların götüne silah sıkıp yüzlerini bıçakla deşen ebemdi." Âhi konuşurken, bir yandan Yusuf kıpkırmızı olmuştu öksürmekten.
"Ölmüş kadını karıştırma lan! Bak akşam musallat olur sana. Adam gitti, tıkandı yavrucak." Yusuf'a bakıyordu, harbiden gidiyordu.
"Kimin yüzünden acaba? Adamın sebebi olacaksın. Helal Yusufii, helal." Yusuf daha fazla öksürüyordu.
"Al, su iç." Âhi’nin uzattığı suyu anında çekip kendi içmeye başladı Aden. Âhi, ne yapıyorsun dercesine baktı. Ona dönüp, "Kısmi tıkanma yaşıyor. Böyle durumlarda yiyecek ve içecek verilmez, hatta sırta bile vurulmaz. Sadece 'helal' demen ve onu daha fazla öksürtmen yeterli," dedi. Bu bilgiyi verdikten sonra Yusuf'a dönüp, "Öksür lan."
Yusuf'un artık öksürüğü kesilmişti. Aden’e bakıp, "Masumlukta üstüne yoktur onun. Masum denildiği zaman sıranın başına gelir, halay başıdır kendisi," diye imayla konuştu.
"Bazıları halay mendilini götünde görmek istiyor galiba ha Yusuf?" diye yapıştırdı cevabı Aden.
😂
**Rıha (Şanlıurfa)**
"Götünü balıklara yem edeyim mi lan?"
"Abla, kurbanın olayım bırak, vallahi bu işin şakası olmaz."
"Şaka yaptığımı kim söyledi? Ağla bir de Yusufii."
Üç gündür Urfa’daydık. Âhi’nin yanından ayrıldıktan sonra eve geçmiştim. Urfa’ya gideceğimi onlara söyleyemezdim çünkü babam da, annem de katliam çıkarırlardı. Onlara arkadaş grubuyla birlikte gezmeye gideceğiz demiştim ve tabii ki annem inanmamış, izin vermemişti. Tam tamına altı saat aralıksız "lütfen" demiştim ve en sonunda babamın yardımıyla izin vermişti.
Şu an Balıklı Göl’de, Yusuf'u arka kısmı balıklara çevrili bir şekilde tutuyordum. Beni ispiyonlamak neymiş görecekti. Bana yapılanı asla unutmam ben.
"Siz ikiniz, ruh ve sinir hastalıkları hastanesinden kaçmadığınıza emin misiniz?"
Yusuf efendinin yakasını bırakmadan bize gülerek bakan Âhi ağaya baktım. Beyimiz bayağı eğleniyordu.
"Yusuf'un yerinde olmak istiyorsun herhalde?"
"Yoo, tövbe, ben almayayım."
"Abla ne olur bırak ya." Yusuf'un sözüyle bıraktım ve balıkların üzerine düştü.
Âhi ve korumalar gülme krizine girdiler. Yusuf şaşkın şekilde bir bana, bir etrafına bakıyordu. Etrafımızda insanlar toplanmıştı.
"Gülmeyi bırakın, yürü gelin, çıkarın lan beni." Korumalara bakıp yardım istemişti. Hemen iki adam kolundan tutup çekti. Sırılsıklam bir şekilde karşımda duruyordu. Ben gülmemek için dişlerimi sıktım ama, yanımda duran Âhi krize girmişti. Yusuf bana ters ters bakıyordu.
"Sen dedin bırak beni,"dedim gülerek.
"Ben balıkların üzerine mi bırak dedim?"
"Yer belirtmedin, ben de bıraktım."
"Allah'ım sabır ver."
"Tamam, yeter bu kadar."
Gülmesini bitirmiş olmalı ki Âhi bana doğru adım attı. "Aden, aşiretler toplanmış, hazırsan gidelim."
"Hazırım."
🔥
---
Arabadan inip 20 adamla yürümeye başladım. Âhi önden gitmişti, ben de onun dediği gibi 1 saat sonra geldim. Kafamı kaldırıp dik yürüdüm. Konağın önüne geldim, kapı açıldı. İçeri adım atmak üzereyken, Yusuf elini omuzuma attı. Ona döndüm, güven veren bakışını bana yolladı ve ihtiyacım olan desteği verdi. Ona tebessüm edip kocaman konağa ilk adımımı attım.
İçerisi oldukça büyüktü, konağın ortasında en az 100 kadın vardı ve hepsi büyük görünüyorlardı. İçeri girmemle bakışlar bana döndü. Onlara odaklanmayıp bahçenin ortasına doğru yürümeye başladım. İçlerinden bir kadın gözlerindeki yaşlarla ayağa kalktı, bana bakarak, "Delalam'ın tu hatî? (Delal, sen geldin mi?)" dedi. Kaşlarımı çattım. Bu kadın... Bana doğru yürümeye başlayınca korumalarım önüme geçip onu durdurdu.
Ona bakmaya bile utanıyorum. Kendisi beni yıllar önce bırakıp giden kadındı.
Onu görmezden gelerek, bahçenin ortasında bağırdım: "Süleyman Demirel, çık dışarı!" Sesimle konak yankılandı ve durmadan belimden silahı çıkarıp havaya 5 el ateş ettim. Bu hareketimle dışarıdaki adamlarla birlikte bütün korumalar bana silahlarını çekti, tabii ki benim adamlarım da karşılık verdi.
"Ne oluyor orada?" İşte beklenen kişi, Süleyman Demirel, dışarı çıkmış, aşağı bakıyordu. Beni görmesiyle yutkunması bir oldu.
"İn lan aşağı! Konuşacağız seninle!" Ona bağırmamla, sinirli bir bakış attı ve merdivenlerden inmeye başladı. Arkasından 60 adam çıktı, hepsi tek tek merdivenleri inerken en arkadan Âhi geldi. Bana kafasını salladı ve gülümsemesini yolladı.
Süleyman Demirel karşıma geçti, bana sinirle bakarak, "Bu ne terbiyesizliktir?" dedi. Ona bir adım attım. "Asıl sizin yaptığınız terbiyesizlik ve şerefsizliktir."
Bana sinirle bakarak hızla yaklaşıp elini kaldırdı. Hemen elini havada yakaladım ve öyle bir sıktım ki sanki koparmak ister gibi.
"Bir daha o elini bana kaldırırsan, o elini..."
"Yeter bu kadar!" Konuşan yaşlı adama baktım, ikimize bakıyordu. Bana doğru yürüyüp, "Kızım, bırak babanın elini," dedi.
"Bu adam benim babam falan değil!" Dişlerimi sıkarak konuştum.
"Bu kız ne diyor Süleyman Ağa?" Yaşlı adam şaşkınlıkla Süleyman’a bakarken, Süleyman Demirel bana gözleriyle adeta ateş saçıyordu.
"Beli değil mi? Kız istemiyor işte evlenmek. Kızın rızası olmadığına göre bana o iti verin," dedi Âhi araya girip. Süleyman Demirel sinirle, "Onun rızasını isteyen yoktur, bu evlilik olacak," diye bağırdı.
"Senin de oğlunun da şerefini siktirme bana Süleyman Ağa!" Âhi sinirle bağırmaya başladı. Bu adam, tanıdığım Âhi mi? Bu kadar sinirli olabilir mi?
"Hadini bil Âhi Ağa!" diye başka bir adam araya girdi.
Âhi, ona dönerek, "Sizin gibi soysuzlar mı bildirecek bana haddimi? Sizi burada mermi manyağı yapmamam için bana o şerefsizi getirin!" dedi.
"Berdel olacak mı, olmayacak mı Süleyman Ağa?" Bu sefer başka bir adam konuştu.
Süleyman Demirel bana bakarak, "Evlenecek! İster zorla ister güzelce!" dedi.
Ona gülerek bakıp elini bıraktım ve anında silahı çıkarıp ona doğrulttum. Bir adım geri çekildi ve tam tetiğe basacağım sırada bir ses balta gibi araya girdi...
"Duru, indir o silahı babamın kafasından!" Adımı söyleyen adama döndüm... Bu adam...
"Sertar?"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |