
İyi okumalar ciğerlerim ♥
🌪️🌪️🌪️
Minik Masal, odasında yatağında oturmuş bir şekilde resim çiziyordu. Üstünde en sevdiği beyaz, pembe çiçekleri olan bir elbise vardı. Bir şeyler mırıldanarak resimine küçük çiçekler ekliyordu. Odasına bir anda abisi girdi. Masal, ürkerek abisine döndü. Abisi olduğunu görünce rahatlamıştı. Abisi, hızlı bir şekilde Masal'ı yataktan indirdi ve yatağın altına soktu. Ama Masal'ın aklı, yatağın üstünde kalan resmindeydi. Annesi, abisi ve kendisi vardı. Baba yoktu. Babayı çizmeyi gerek duymadı, minik Masal.
Odaya biri daha girmişti. Karan, yatağın hemen önünde duruyordu. Giren babaydı. Semih Serer "Nerede o küçük fare?!" Diye öne atıldı. Yatağın önüne geldiği gibi Karan'ın yakasına yapıştı. On yaşında olmasını umursamıyordu. "Bana bak çocuk, kardeşini korumayacaksın" yatağı gösterdi. "Çünkü o bir kız!" Dedi.
Karan boş gözlerle babaya bakıyordu. "Kız diye ona zarar vermek zorunda mısın?" Dedi, Karan. Semih bir anda tıkandı, ne diyeceğini bilemedi. Ama fark etti ki; o on yaşında bir çocuk. Her şeyi diyebilirdi. "Kız çünkü ailemizde kız olmasına gerek yok, çocuk! O çok gereksiz!" Diye bağırdı, Semih. Karan hala takmıyordu, babayı. Takılacak bir adam değildi.
Semih'in gözüne birşey çarptı. Yatağın üstünde duran bir resimdi. Elini Karan'ın yakasından çekti. Bir adım daha atarak, resime ulaştı. Resimi eline aldığında fark etti ki; kendisi yoktu. Çenesi seğirmeye başlamıştı. Dişlerini sıkıyordu. Karan'ı yan tarafa çekip yatağın altına baktı. Aradığı şey oradaydı. Elini attı ve Masal'ı çekip aldı. Masal'ın gözleri dolmuştu, titriyordu.
Karan, dengesini kaybetmişti. Babanın elinde Masal'ı görünce hemen ayağa kalktı. Baba, almış Masal'ı götürüyordu. Karan, babanın arkasından koşmaya başladı. Yetişip kardeşini almak istiyordu. Ama yetişemiyordu bile. O kadar hızlı yürüyordu ki, Karan'ın iki adımı onun bir adımıydı. Ama Karan pes etmedi. Hızlı adımlarıyla merdivenden indi. O sırada kapı çaldı. Kapıyı umursamadı, Karan. Salona yöneldi. Baba Masal'ı yere koydu. Karan çevik bir hareketle Masal'ın önüne geçti. Semih daha çok sinirleniyordu. Oğluna zarar gelmesi istemiyordu. Ama kızı için aynı şeyler söylenmiyordu.
Semih acımadan oğlunu bir tarafa savurdu. Karan koltuğun sert bölmesine kafasını çarpmıştı. Ama önemli olan başı değildi. Ayağa kalkmaya çalıştı, başı döndü ve tekrardan yere düştü. Bir daha denedi ama başı dönüyordu. Elini kafasına attığında kanadığını gördü. Pes etmedi ve bir daha denedi ama başaramadı. Tek yapabileceği şey bağırmaktı.
Önce Dalya'ya zarar vermişti, Semih. Dalya mutfakta köşede duruyordu. Yere oturmuş, bacaklarına sarılıyordu. Kızının yardım çağrılarına tepki veremiyordu. Verirse kızı daha çok acı görecekti. Dayanmaya çalışıyordu. Vücudunda, büyük büyük morluklar vardı. Yerde kırık tabak, bardak... Ne ararsan vardı. Boynunda büyük bir kesik vardı. Çaresiz ve kırgındı. Ailesi zorla bu adama vermişti. Onlar sanıyordu ki; ailesini el üstünde tutan bir adam, çocuklarını çok seven bir adamdı. Ama tam zıttıydı. Sadece erkek çocuk seviyordu. Karısından nefret ediyordu. Aslında ilk başta gayet iyiydi. Fakat Masal doğduktan sonra değişmişti. Ama Masal çok güzel bir bebekti. Kendisi oyun oynayabiliyordu. Tek başına rahat bir şekilde uyuyordu. Belki de yaşadığı şeyler bunu sağlamıştı. Dolabı ve yatağının altına geçiyordu, her çığlıkta.
Semih, elini siyah kot pantolonuna attı. Kırık bir tabak parçası çıkarttı. Yandaki sehpaya dikkatlice yerleştirdi. Bir elini Masal'dan çekti. Kapı çalmaya devam ediyordu. Sinirle "Dalya şu kapıya artık bak!" Diye bağırdı.
Dalya, yerinden yavaşca kalktı. Bir eline beyaz bir bez aldı ve boynuna tuttu. Sendeleyerek kapıya doğru gitmeye başladı. Kapıya ulaştığında kapıyı yavaşca açtı. Bulanık görüyordu ve kim olduğunu anlamıyordu. Ama karşısındaki adamın şaşkınlıkla kendisine baktığını anlıyordu. Kendini yavaşca yere bıraktı. Bacaklarını tekrardan kendine çekti.
Gelen adam yavaşca içeri girdi. Oğlunu kucağına aldı. Salonun kapısına geldiğinde oğlunu yavaşca yere bıraktı. Hızla Semih'in boynuna atıldı. Çok fazla alkol kokusu vardı. Semih'i yere yatırdı. Semih'in üzerinden kalkıp "sen ne yapıyorsun, o daha çocuk! Ne yaptığının farkına var, karın kapının orada çok kötü bir hâlde!" Diye bağırdı. Semih gülümsedi. "Ne oluyor sana Demir? Oğlun var senin. Bir tane oğlun fakat benim?"
Adam umursamadan yerde yatan Masal'ı kucağına aldı ve koltuğa yatırdı. Boynuna dikkatlice baktı. Kesik derin değildi.
"Mert, gel Masal'ın yanında dur!" Dedi oğluna. Hemen yan taraftaki Karan'a gitti. Karan'ın kafası kanıyordu. Ama büyük bir olay değildi. Başının dönmesi de normaldi. Karan'ı da koltuğa yatırdı ve hızlı adımlarla Dalya'nın yanına gitti. Bayılmak üzereydi. Boynundan kanlar akıyor, gözleri soluk bakıyordu. Her yeri mordu. Cebinden hemen telefonu çıktarttı. Bir numarayı bulduğu gibi aradı.
Açıldığı gibi "Akay acilen Fırtına'nın evine gel. Dalya'nın durumu hiç iyi değil. Yılmaz'ı da al" dedi. Akay onayladı ve telefon kapandı. Mor olan yerlerine bakıyordu. Çok kötü bir durumdaydı.
Yerden kalktı ve mutfağa doğru ilerlemeye başladı. Mutfağa girdiği anda yerdeki kırık mutfak eşyaları ile karşılaştı. Mutfak çok dağılmıştı. Ellemeden çıktı.
Mert, minik kıza bakıyordu. Onunla tanışmışlardı, bir ödül töreninde. Korku dolu gözlerle bakıyordu, Mert'e. Mert ne yapacağını bilmiyordu. Lakin tek bildiği şey bu adamın iyi olmadığıydı. Çok kötü bir koku hakimdi. Mert normalde korkardı ama şuan kendisine Minik emanetti.
Mert, Masal'a elini uzattı. "Minik, hadi gel" dedi. Masal ise hiç düşünmeden elini uzattı. Mert dikkatlice onu koltuktan indirdi. Salondan minik adımlarla çıktılar. Mert, çıktıkları anda kapıyı açan kadını gördü. Yerlerde kan vardı. Kadının vücudunda morluklar vardı. Elini tutan Minik kıza baktı. Yüksek ihtimalle annesiydi. Kızı arkasına aldı ve hemen oradan uzaklaştılar. Merdivenlerin oraya geldiklerinde babasını otururken gördü. Minik kız elini bırakıp Yusuf'un yanına geçti. Ellerini boynuna doladı. "Teşekkür ederim Yusuf amca" dedi, Minik kız. Gözleri doluydu. Yusuf tereddüt etmeden kollarını Minik kıza sardı.
Mert ise ilerledi ve Minik kızın tekrardan elini tuttu. "Baba biz üst kata çıkabilir miyiz?" Diye sordu Mert, babasına. Babası biliyordu ki herşey Masal'ın dikkatini dağıtmaktı. Gözlerini usulca kırptı. Yavaşca kafasını salladı. Mert, Minik kızın ilk geçmesi için kenara geçti. Minik kız ilk başta geçti ama Mert'in elini bırakmıyordu. Mert'e sonsuz bir güveni vardı. Mert, arkadan yavaş yavaş merdivenlerden çıkmaya başladı. O sırada Minik kızın üstündekileri inceliyordu. Elbisesinden görünen bacağında bir morluk vardı. Elbisesinde kan izleri vardı. Ama ne olursa olsun gülümsüyordu. Gülümsemesi yüzünde hiç solmuyordu. Kollarının belirli yerleri kızarmıştı. Yüksek ihtimalle bugün oldu diye düşündü, Mert.
Üst kata çıktıklarında Masal, Mert'i kendi odasına doğru ilerletti. Mert usulca odaya girdi. Masal, koşarak yatağına atladı. Çizdiği resimi göremeyince şaşkınlıkla resimi aradı. Bulamayınca yüzünde bir burukluk oluştu. Vazgeçti ve yatağın başlığına yaslandı. Mert'e baktı "sende gelsene" dedi, çekine çekine.
Mert, bakışlarını yumuşatmıştı. Karşısındaki Minik kız bunlar için çok masumdu. Hızla yatağa doğru yöneldi. Ayağına bir şey geldi ve yere doğru baktı, Mert. Buruşmuş bir kağıt vardı fakat boyalıydı. Sağ ayağını geriye çekti ve yerdeki kağıdı aldı. Yatağa geçti ve sırtını yatak başlığına yasladı. Elindeki kağıdı Minik kıza uzattı. Masal, Mert'in elindeki kağıdı gördüğünde hiç durmadan Mert'in elinden aldı. Kıpır kıpırdı. Kağıdı dikkatlice açtı. Resimi aynen orada duruyordu. Sadece buruşmuştu ve kağıdın arkasında kan lekeleri vardı. Masal, Mert'e baktı ve yataktan hemen atladı. Yatağının altından boya kalemlerini aldı ve tekrardan yatağa oturdu. Tekrardan birşeyler çizmeye başladı. Mert, dikkatlice Masal'ı izliyordu. Mırıldanmaya başladı, Masal. Mert ise hem onu dinliyor hem de izliyordu. Masal, eline kağıdı aldı ve Mert'e uzattı. "Al senin olsun. Annem, abim, ben ve sen var" kağıtta elbiseli Minik kızı gösterdi "bu benim" onun elini tutan, Minik kızdan biraz daha büyük duran kişiyi gösterdi. Üstünde mavi kısa kollu vardı. Altında ise siyah pantolon. Şuan Mert'in üstündekiler de aynıydı. Mert kağıda dikkatlice baktı. O sıra da Masal "bu da sen" dedi. Mert zaten tahmin etmişti. Ama bozuntuya vermedi. Resimde yerlerde çiçekler vardı. Mert birşey fark etimişti. Çiçekler renkli değildi. Kağıdın rengindeydi.
Beyaz...
Mert çok merak etti ve Masal'a "çiçekler neden beyaz, Minik?" Diye sordu. Masal, Resime döndü. "Çünkü onlar beyaz gül. Beyaz gül mutluluktur. Değil mi?" Dedi Masal. Mert o sırada fark etti. Masal'a "beyaz gül, saflık ve masumiyetin sembolüdür Minik. Yani mutluluktur" dedi. Masal dediği şey onaylandığı için çok mutluydu. Masal heyecanla Mert'e döndü.
"Peki ya senin en sevdiğin çiçekler ne?" Mert gözlerini kıstı. "Mor lotus sanırım" dedi, Mert. Masal yerinde duramıyordu. "Peki anlamı ne?" Mert tekrardan gözlerini kıstı. "Asillik ve maneviyatı sembolize ediyor" dedi. Mert düşündü, zaten mor lotusun hikayesi kısaydı. Anlatsa yaşananları daha da kolay unutacaktı. Alt kattan sesler geliyordu. Mert "Mor lotus çiçeği çamurlu, kirli ve balçık dolu sularda açıyor. Yani tüm zorluklara rağmen yeniden doğuşun asil sembolü" dedi. Masal'ın gözleri büyümüştü. Mert biraz şaşırmıştı. Minik, her şeyi merak ediyor ve öğrenmek istiyordu. Mert ise ona sonsuza kadar anlatabilirdi. Mert, elindeki kağıdı siyah pantolonunun cebine yerleştirdi. Masal'a baktığında gözlerinin yavaşca kapandığını gördü. Çok enerjikti fakat bir o kadar da usluydu. Mert, Masal'ın başını göğüsüne yatırdı. Yatağının üstünde katlanmış ince battaniyeyi aldı ve Masal'ın üstüne örttü. Masal, Mert'in kucağında tatlı bir uykuya daldı.
🌪️🌪️🌪️
Solumdaki adama dikkatle baktım. Yerimden yavaşça kalkıp Serhat'ın elindeki neşteri aldım. Adamın tam önüne geldiğimde yüzünde bir tebessümün olduğunu fark ettim. Sağ elimi omzuna koyup "peki Emre, başından beri mi bize ihanet ediyorsun?" Diye sordum. Sol elimdeki neştere baktı ve sonra bana döndü.
"Ben hiçbir zaman senin adamın olmadım, Demir" dedi usulca.
Usulca dediyse usulca cevap veririz bizde
"Tamam, Fırtına'nın köpeği. Her şey benim için uygun" yavaşca sol elimdeki neşteri sağ elime geçirdim ve sağ tarafından karnına bir çizik attım.
Bir taraftan konuşmaya devam ediyordum.
"Örneğin, küçükken Fırtına'nın yaptığı şeylere çok şahit oldum. Şimdi onun, kızında ve karısında yaptığı şeyleri bir bir sana uygulayacağım. Semih Serer'in acısı senden çıkacak ama şunu unutma ondan da çıkartacağım acılar var" durdum ve bir çizik daha attım. "Sen şimdi benim karımı mı vurdurdun?" Diye sordum. Emre güldü. "Vurdum. Hemde karnından. Çocuğunun olduğu yerden!"
Bunu kim pohpohlamış amına koyayım.
Role girerek "ah, ya senin bir yerin kesilse ne hissedersin bende bunu çok merak ediyorum. Hadi deneyelim" dedim. Yüzündeki gülümseme silindi.
Geriye çekildim ve Ali yanıma geldi. "Ali şimdi beni iyi dinle, aslanım. Bir buket yaptırıyorsun, yüz on bir tane beyaz gül tamam? İçinde not yazdırıyorsun yüz on bir tane gül sonsuz âşkı sembolize eder. Sen benim sonsuz âşkımsın olsun. Bir tane de çelenk yaptır. Bin bir tane beyaz gül olsun. Çelenkin üstüne de bin bir tane gül sonsuza kadar âşk demek, biz birimizin sonsuza kadar âşkıyız yazdır. Bu yazının altına da Mert Demir yazdır, aslanım" Derin bir nefes aldım ve devam ettim "Hastaneye gönderiyorsun. Artı olarak pembe karanfil buketi yaptır. Aden Yalçın'ın odasına yollat, aslanım. O pembe karanfil buketine de yazdır ki Aden hocamın ellerine sağlık. Karımın emin ellerde olduğunu biliyorum. Evladımı ve karımı kurtardığınızı da biliyorum yazdır. Pembe karanfil buketinden bir tane daha yaptır. Sadece ismi Ömer yap, Ömer Akay'ın odasına yollat" dedim. Ali onayladı ve depodan çıktı.
Serhat'a döndüm ve "Serhat aç bir şarkı. Şarkıyla güzel sikilir adam" dedim. Serhat kafasını salladı ve hoparlör sistemini alıp geldi.
"Kaptan açayım bir şarkı da sen bilirsin, adam sikerken neler dinlenir"
"Romantik şarkı tercih ediyorduk genelde. Sen bize göksel ipekçi-MECBURUM aç. Romantik romantik ilerleyelim"
Şarkının sesi yükselmeye başladı. Ve ben Emre'nin üzerine yürümeye başladım. Soldan bir yumruk yedi. Sonra ise sağdan.
"Kezzap getirin bana!" Diye bağırdım. Sonra fark ettim ki emir vermiştim. "Kezzap getirir misiniz?" Diye rica ettim. Elime bir şişe kezzap tutuşturdular. Elimde ki şişeyi yere bırakıp eldivenlerini giydim. Gözlüğümü taktım. Uzun bir sopa aldım ve ucuna bezi sabitledim. Eğildim ve kezzabın kapağını açtım. Sopayı, şişeye soktum ve bezin kezzapla temas etmesini sağladım. Sopayı çıkartıp, Emre'nin üzerine doğru ilerledim. Sopayı, Emre'nin Masal'ı vurduğu yere doğru ilerlettim. Bez temas ettiğinde bir çığlık yükseldi. Bez gayet iyi bir bezdi. Kezzap ona zarar vermiyordu. Emre çığlık atarken, ben ise kahkaha atıyordum.
Mutluluk kahkahası değildi. O kahkaha gözler doluyken, yaşlar boşanırken ki bir kahkahaydı. Acının kahkahasıydı. Ama ne der bizim yazarımız ne olursa olsun düşmanına iyi görün
artık bez temas etmiyordu fakat Emre'nin kan ter içinde kalmasına yetmişti, bile.
Karıma ha?
Oğluma ha?
Kendimi koltuğuma attım. Ellerimle göz yaşlarımı sildim. Cebimden bir kağıt parçası çıkarttım. Ayağa kalktım ve Emre'nin karşısına geçtim. Katlanmış kağıdı yavaşça açtım. Önce ben baktım, kağıda. Sonra ise Emre'ye döndürdüm. Tekrardan göz yaşlarımı sildim.
"Görüyor musun şu resimi? Bu bende on sekiz yıldır var. Masal çizmişti bu resimi. Masal'ın elini tutan kişi benim" Resmin arkasını çevirdim. "Peki ya şu kan izi? O kan izi Masal'ın. Anlaya biliyor musun?!" Kağıdı tekrardan dikkatle katlayıp cebime yerleştirdim. "İşte şimdi bu kan izi için, ameliyattaki kan izi için, mutfaktaki kan izleri için senin kanlarını dökeceğim. Depo senin kan izlerinle dolacak!" Göz yaşlarımı silerek yumruk atmaya başladım. Önce sağ, sonra sol...
Yüzünden kanlar akıyordu. Burnu yüksek ihtimalle kırılmıştı. Geriye doğru sendeledim. Artık bende yorulmuştum ama pes etmek yoktu. Mehmet, elindeki buzlu su dolu kovayı Emre'nin yüzüne doğru boşalttı. Yüzündeki kanların çoğu gitmişti. Titriyor, çığlık atıyordu ama tek dediği şey ölürsem Fırtına için demek oluyordu. Benim ise cevabım anca başı için ölürsün oluyordu. Hastaneden bir haber alamamıştım. Depoya geleli üç saat oluyordu. Saat on bir olmuştu. Kan kokuyordum, kan kokuyordu. Daha içim rahatlamamıştı ve asıl şimdi işkence başlıyordu.
Koltuğuma geçtim. Emre'nin önüne masa getirdiler. Masa da eller kelepçeleniyordu. Ellerini kelepçediler ve işte sıra bana gelmişti. Ayağa kalktım ve kerpeteni aldım. Bana bakışından benim ne yapacağımı anlamış olmayıdı. zar zor gülerek "sen delisin, Demir" dedi. Ben ise gülerek "deliyim lan var mı? Sikeceğim oğlum seni" dedim. Sonra ciddileşip işkenceme devam ettim. Önce tırnak çekmeler...
En sonunda koltuğuma yerleştim. Kalanını bizim çocuklara bıraktım. Sıra izlemekteydi. Önce Emir geldi. Emir, Emre'nin en yakın arkadaşıydı. Fakat Emir, Emre'nin yaptığı şeyin affedici birşey olmadığını biliyordu. Birinci olarak ihanet affedilemezdi. İkinci olarak ise masumların canına zarar affedilemezdi. Üçüncü olarak benim karımı vurması affedilmezdi.
Emir'in elinde metal bir kıskaç vardı. Şaşkınlıkla Emir'i izlemeye devam ettim. Emir sakince "sen solaksın, Emre. Tetiğe bastığın parmağın o zaman sol işaret parmağı... Parmağına veda et" dedi. Emir'i izliyordum fakat kafam çok ayrı yerlerdeydi. Hastaneden hâlâ bir haber alamamıştım ve merak ediyordum. Gözümden bir yaş daha süzülürken, bir çığlık sesi geldi.
Keskin ve acı dolu...
Yere düşen et sesiyle kendime geldim. Çığlık devam ediyordu. Ben ise düşen o parçaya bakıyordum. İşaret parmağı... Aklıma bazı şeyler geldi ama bunu ben bile yapamazdım.
O işaret parmağını ağzına sokma fikri... Ya da götüne sokma fikri...
Ayağa kalktım ve Emre'ye doğru ilerledim. Emre'nin sağ tarafına geçtim ve kulağına "ilk üç kuralı ihlal ettiğin için bunlar. Ve şunu hiç unutma ihanetin bedeli budur" diye mırıldandım. Geriye çekildim ve eline hiç bakmadan "Emir Emre'nin elini sarın" dedim ve devam ettim "kan kaybından ölmesini istemeyiz değil mi?" Dedim gülerek. Koltuğuma tekrardan geçtim. İçim soğumuyordu, nasıl soğuyacaktı bilmiyorum.
🌪️
Uzun zaman olmuştu. Eli sarılı bir şekilde, yerde yüz üstü yatıyordu. Kırbaç izleri sırtını kaplıyordu. Ben yapmıyor, ekiptekiler yapıyordu. Onlara yaptırma sebebim ise başka bir hain varsa işbirlikçisine zarar veremezdi. Ama başka bir hain yoktu. Hâlâ bir haber gelmemişti ve altıncı saatin içerisine girmiştik. Saat gece ikiydi. Üstüm başım kandı. Eğer hastaneden haber gelirse gidecektim fakat bu halimle gidemezdim. Benim odamda banyo vardı. Oraya hızlı adımlarla giderken Ali'yi durdurdum ve "ben duşa giriyorum, aslanım. Haber gelirse ilk işin bana gelmek. Ben gitsem bule bu orospu çocuğunu dövmeye devam edin" dedim ve hemen ilerlemeye başladım.
Duşa girdikten sonra üstümü beş kere saçlarımı ise üç kere sabunlayıp durulamıştım. Artık ne kan izi ne de kan kokusu vardı. Duştan hemen çıktım ve tişörtümü giydim. Masamdaki en alt çekmecemden bir gri eşofman aldım ve onu da giydim. O sırada kapı çaldı ve içeriye Ali girdi. "Abi haber geldi. Seni bekliyor, Ömer hoca" dedi. Kafamı salladım ve deri çeketimi koluma aldım. Hızla odamdan çıktım. Çıktığım gibi yoğun kan kokusu bastırdı. Hızla depodan çıktım ve arabama atladım. Hastane uzaktı ama ev kadar değildi. Zaten gece ikide yollar bomboştu. Hızlı bir şekilde gidebilirdim. Cebimden kağıdı çıkarttım ve camın önüne koydum. Camları açtım ve yolda giderken parfümümü sıktım. Masal'ın kan kokusu almasını istemiyordum.
Gaza biraz daha yüklendim iki yüz kırkla gidiyordum. Hastaneye neredeyse gelmiştim. Şimdi yavaşlamam gerekiyordu çünkü ara sokaklardan bir araba fırlayabilirdi. Yavaşladım ve yola devam ettim. Bir taraftanda Masal'ı düşünüyordum. Acaba nasıldı? İyi miydi? Bu düşünceler kafamı yerken hastaneye gelmiştim bile. Arabamı hemen park ettim ve kağıdı cebime aldım, arabadan indim.
Hızlı adımlarla hastaneye girdim ve girdiğim gibi Ömer'i gördüm. Hızla yanına gittim. Ömer ise "seni bekliyordum, gel" dedi. Kafamı salladım ve peşinden gitmeye başladım. O ise yürürken "Bak Mert, şimdi odaya alındı. Aslında ameliyat iki saat önce bitti fakat yoğun bakıma alınmıştı. Yoğun bakımda uzun süre durması gerekmiyordu ki, zaten yedekliğine almıştık. Şuan odada. Bebek gayet iyi durumda" derin bir nefes aldı ve sağa döndü. "Keseye gelmemiş, kurşun. Eğer kurşun keseye gelseydi amniyon sıvısı¹ giderdi. Ve bebek daha küçük olduğu için ölürdü, kürtaj yapmak zorunda kalırdık. Zor bir operasyondu" bana döndü, omzumu tuttu "çiçek için teşekkürler" dedi ve önünde olduğumuz kapıyı açtı. Oda geniş bir odaydı ve bir tarafta bizimkiler vardı. Daha odaya girmeden bile gözlerim dolmuştu. Ama dik durmam gerekiyordu. Çünkü birinin iyi olması için seninde iyi olman gerekiyordu. Ömer belime değdiğinde içeri geç alarmını verdiğini anladım. Odaya girdiğimde hemen sol tarafımda Masal'ı gördüm. Yanındaki refakatçi koltuğunda bir buket beyaz gül vardı. Hemen onun arkasında ise bir adet çelenk vardı. Bizimkiler ise sağ taraftaki L koltukta oturuyorlardı. Bazıları ayaktaydı. Masal'a doğru ilerlemeye başladım. Gözlerim tekrardan doldu, bir yaş süzüldü. Yanına geçtiğimde yatağa oturdum. Sağ elini avucumun içine aldım ve bir öpücük kondurdum. Sonra üstüne dikkatle eğildim ve anlını öptüm. Masal "şimdi anlıyorum ki onların dediği hiçbir şeye inanmamalıymışım. Sana güveniyorum" dedi. Sesini duyunca bir rahatlama geldi. Ben ise cevap olarak elini bir daha öptüm.
"Güzelim, bunları konuşmaya ne gerek var. Sen nasılsın?"
"Mert, ben senin yanından bir daha ayrılmam. O sıcak göğüsüne yaslanıp uyumak istiyorum"
"Güzelim, rica ediyorum bunları konuşmayalım fakat sana göstereceğim bir resim var" dedim ve cebimdeki resimi çıkarttım. Masal'a uzattım. Eline aldı ve katlanmış kağıt parçasını açmaya başladı. Herkes merakla Masal'a ve Masal'ın elindeki kağıda bakıyordu. Masal kağıdı açtığında sağ gözünden bir yaş aktı. "Ben senin olduğunu nasıl anlamadım?" Dedi. Ben ise cevap olarak "çiçekler neden beyaz, Minik?" Diye sordum. Gülümsedi.
"Çünkü onlar beyaz gül. Beyaz gül mutluluktur değil mi?"
"beyaz gül, saflık ve masumiyetin sembolüdür Minik. Yani mutluluktur" dedim ve anlına tekrardan bir öpücük kondurdum. Masal ise "şimdi belli oldu. Ben sana en sevdiğim çiçeği söylememiştim" dedi. Ben ise sadece gülümsedim. O sırada Dalya abla "o gün, kapı gelen sizdiniz. Babanla sen. Geri kalanını hatırlamıyorum, gözümü hastanede açmıştım" dedi. Ona döndüm ve kafamı salladım "evet biz babamla geldiğimizde çok kötü bir haldeydiniz. Erhan abi ve yiğit abi gelmişti, sizi hastaneye götürmüşlerdi" dedim. O sırada Ömer ve Eren aynı anda şaşırmışlardı. Ömer "ben arkadaş olduklarını biliyordum ama Semih Serer ile bağlantısı ne?" Diye sordu. Ben ise "hepsi arkadaştı ve bazı olaylar gerçekleşti. O olayları bende bilmiyorum" dedim ve tekrardan Masal'a döndüm. Masal dolu gözlerle resimi incelemeye devam ediyordu.
"O gün, senin göğüsünde uyumuştum"
"O gün çok yakındık, Minik"
Kapı çaldı. Kapıya döndüğümde Erhan abi içeri girdi. Çok yaklaşmadı ve duvarın orada durdu. "Demir, gelin Demir ve veliyat Demir, geçmiş olsun" dedi. Ben ise "sağol Erhan abi" dedim. Sonra Erhan abi devam etti "sizi birisiyle tanıştıracağım. Aslında çoğunuz tanıyorsunuz lakin uzun zamandır görmediniz. Ama gördükten sonra kimseye söylemek yok" dedi. Yiğit abi kalktı ve kapıya doğru ilerledi. Sonra içeri siyah kot pantolonlu, siyah tişörtlü, siyah deri ceketli ve siyah şapkalı biri girdi. Kafası eğikti. Kim olduğu belli değildi. Lakin biraz daha incelediğimde bileğinde gümüş saat vardı. Aynısı benim sol bileğimde de vardı. Sağ bileğinde bir bileklik vardı ve üstünde birşey yazıyordu ama okuyamıyordum. Ve adam kafasını kaldırdı...
O adam...
🌪️🌪️🌪️
Ben geldim leleleel
Nasıldıkkk
Şunu belirtmek istiyorum... KİMSEYE HERHANGİ BİR İŞKENCE DENEMEDİM. AKIL SAĞLIĞIM GAYET İYİ MİNİKLER
VE YAŞASIN ATATÜRK
Mert?
Emre?
Emir?
Masal?
Beyaz gül?
Erhan?
Gizli adam?
Dalya?
Semih?
Eren ve Minel'i evlendireceğiz inşallah onların kaderinde evlenememek varmış sanırım😔😔
amniyon sıvısı¹:gebelik sırasında fetüsü çevreleyen, koruyan ve bebeğin içinde yüzdüğü berrak ve hafif sarımsı bir sıvıdır.
Hombre secreto: gizli adam demektirrr. Hangi dil olduğunu biliyoruz.
Bu arada şuanlık bir eleştiri alayım ona göre ilerliyeceğim. Bazı yazanları gerçek hayatta imha edebilirim... Dikkat!!!
Mucuks mucuks mucuks
Lelelelelelelele
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.11k Okunma |
6k Oy |
0 Takip |
40 Bölümlü Kitap |