
İyi okumalar ciğerlerim ♥
Bu bölüm felaket uzun oldu
🌪️🌪️🌪️
İki hafta geçmişti o günün üzerinden. Annem şuan evde değil, mezarın içindeydi. Selası okunmamış, namazı kılınmamıştı. Ve bugün olacaktı. Artık evdeydik. Yatakta yatıyordum ama uykum gram yoktu. Masal arasıra uyanıyor, bana bakıyor ve tekrardan uyuyordu. Onun uyumasını istiyordum.
Erengilin kınası ise yarındı. Kafamı toparlayabileceğimi düşünüyordum. Kına kadınlara özel olacaktı.
Saat sekiz olmuştu ve alarm çaldı. Hemen sağımdaki komidine uzandım ve alarmı kapattım. Ayağa kalktım. Üstümde sadece pijama altı vardı. Cama doğru ilerledim ve siyah perdeyi iki tarafa doğru açtım. İçeriye o parlak güneş girdi.
Arkama döndüm ve yatağa doğru ilerledim. Masal'ın yattığı yere dolandım ve Masal'ı tek hamlede kucağıma aldım.
Ben banyoya doğru ilerlerken, o gözlerini açmaya çalışıyordu. Üstünde toz pembe bir gecelik takımı vardı. Saçları dağılmıştı ama yinede o kahve saçları parlıyordu. Gözlerini yavaşca açtı. Elayla karışık yeşil gözleri beni selamladı. Güzel uzun kirpikleriyle beraber beni öldürüyordu.
"Günaydın" dedi uykulu bir şekilde. Benim cevabım ise alnına derin bir öpücüktü.
Banyoya girdiğimizde onu çamaşır makinesinin üstüne oturttum. Lavabonun karşısına geçerek elimi ve yüzümü yıkadım.
Masal, çamaşır makinesinin üstünden atladı ve o da elini, yüzünü yıkadı.
Diş fırcamı aldım ve onunkini de ona verdim. Macunları sıktım ve dişimi fırçalamaya başladım.
Duvardaki ayna bana göre yapılmıştı. Masal sadece saçlarını ve gözlerini görebiliyordu. Ben ise boynum, kafam ve göğsümün bir kısmını görebiliyordum. Bu yüzden her banyoya girişinde beni azarlıyordu. Bende ona minik bir tabure almıştım. Banyomla uyumlu, lacivert rengindeydi.
Dişlerimizi fırçaladıktan sonra bu sefer Masal'ı kucağıma alarak jakuzinin oraya geçtim. Masal'ı jakuzinin yüksek olan kenarına bıraktım ve jakuzinin suyunu açtım.
Suyu dolduğunda üstümü çıkartıp sıcak suya girdim. Normalde soğuk suda yıkanıyordum ama Masal sıcak suyu seviyordu. Masal da hemen arkamdan suya girdi.
Masal'ı bacak arama çektim. Elimi karnına attım ve karnını uzunca okşadım.
İngiltere'deyken iz olmayan koluna dövme yaptırmıştı. Bir Fırtına vardı, hortum gibi birşeydi. Sağ elimi karnından çektim ve dövmeyi okşadım. Güzel duruyordu. Hortumun sağında ve solunda bulutlar vardı, şimşek çakıyordu.
Dövmeyi okşamayı bıraktım ve aynı elimle oturduğumuz yerden su alıp saçlarını ıslatıyordum. Biraz ıslattıktan sonra parmaklarımla taradım saçlarını.
Sol elimi karnından çekmiyordum. Bu hafta 23. Haftaya girmiştik. Daha hareket etmese de varlığını hissetmem gerekiyordu.
Masal dizlerinin üstüne oturdu ve bana döndü. Sol elini yanağıma, sağ elini de saçıma koydu.
Gözlerime baktı ve "saçların her zaman kısa mı kalacak, Mert Demir" dedi, fısıldayarak. Ben de onun gözlerine baktım. Bana öyle bakıyordu ki... Sanki gözlerinde kendimi görmemi istiyordu.
"Annem, en son saçlarımı böyle gördü ve Saçların babanın saçları gibi, yumuşacık diyordu. Uzatmak istesem bile uzatmayacağım"
Kafasını sola doğru eğdi. "Annen saçlarını uzunken de çok seviyordu. Hatta salonda kanepede uymuştun ya" dedi sevinçle. Gözleri parladı. "İşte o zaman annen saatlerce saçlarınla oynadı. Ve annen bana bir söz verdirdi" dedi. Yüzünde ki sevinç solmuştu.
"Bana dedi ki Masal sen bana benziyorsun, Mert ise Asaf'a. Kaderiniz bize benzemesin. Ama bak bana Asaf değişti. Ben engel olamadım. Eğer ben bu dünyadan gidersem Mert değişecek. Sen Mert'i değiştirme. Ben varken nasılsa, ben yokken de öyle olsun"
Masal'ın gözleri dolmuştu. Nefesini doğru almaya özen gösteriyordu. Sakinleştiriyordu. Benimde gözlerim dolmuştu.
Masal'ı göğüsüme yapıştırdım. Çatallı sesiyle "ben seni kaybetmek istemiyorum, Mert" dedi.
Artık jakuziden çıkmıştık. Benim sadece altımda bir havlu, Masal'da ise bornoz vardı.
Ben önde o arkamda banyodan çıktık. Yatağa gittim ve oturdum. Sırtımı yatağın başlığına yasladım.
Masal yanıma oturacaktı ki ben onu çekip kucağıma aldım. Saçlarında havlu vardı. Havluyu yavaşca çözdüm. Birkaç hareketle saçlarındaki suyu, havluya topladım.
Saçlarını tarakla taramak yerine parmaklarımla taramaya başladım. Saçlarını hissetmeyi seviyordum. Karnındaki yarası hala sızlıyordu. Bu yüzden çoğunlukla benim kucağımdaydı.
O kucağımdayken kalktım ve giyinme odama girdim. Giyinme odamın, kapı olan duvarı hariç her duvar dolaptı. Ortada bir masa vardı. Çekmeceli bir masaydı. Çekmecelerinde benim saatlerim, kolyelerim ve Masal'ın takıları vardı. Üstündeki cam vardı. Takılar oradan görünüyordu.
Masal'ı masaya oturttum. Üstündeki bornozun kuşağının düğümünü açmak yerine çektiğim için kuşak tamamen elimde kalmıştı. Kuşağı sağa doğru fırlattım.
Arkama döndüm ve çekmeceden iç çamaşırı aldım. Masal'a döndüğümde ise kollarını bornozdan arındırmıştı.
Onu zorlamamak adına üstünü ben giydiriyordum. İç çamaşırlarını başarılı bir şekilde giydirdim.
Siyah, kalın askılı ve diz üstünde biten siyah bir elbise aldım. Sırtı fermuarlıydı. Çok dekolteli değildi. Bu yüzden bunu seçmiştim.
Masal'ı masadan indirip elbisesinin fermuarını açtım. Yukardan giydirmek yerine aşağıdan giydirmek benim için daha mantıklıydı.
Ayaklarına doğru elbiseyi uzattım. Ayaklarını sokmadı. Aşağıdan kafamı ona doğru uzattım.
Masal gülümseyerek "Önce şort giymem gerekiyor" dedi. Ona anlamaz ifadelerle bakmaya devam ettim. Ayağa kalktım ve "ne şortu?" Dedim. O ise iç çamaşırlarının olduğu çekmeceyi açtı ve içinden ten rengi kısa bir şort çıkardı.
Kendisi tam giyinmek için eğilecekti ki şortu elinden aldım. Eğildim ve ben giydirdim. Elbiseyi de giydirdim ve çoraplarının olduğu çekmeceye yöneldim. Çekmeceyi açtım ve uzun, Beyaz, ucunda beyaz dantelimsi fırfırları olan çorabı aldım. Küçük çocuk çorabı gibiydi.
Tekrardan Masal'ın karşısına geçtim ve beyaz çoraplarını da giydirdim. Siz kapağının beş parmak altında bitiyordu.
Doğruldum ve ayakkabıların olduğu yere baktım. Beyaz ayakkabısı görünmüyordu. Yüksek ihtimalle aşağıdaydı.
Masal'ı tekrardan Masaya oturttum ve kendime kıyafet seçmeye başladım. Siyah bir gömlek, siyah kumaş pantolon, beyaz çorap ve beyaz spor ayakkabı.
Benimde ayakkabım Burada yoktu. Yüksek ihtimalle aşağıdaydı.
Üstümü hızla giyindim. Gömleğimin eteklerini pantolonuma soktum. Lacivert bir kemer taktım. Üç düğme açık bıraktım ve güneş gözlüğümü aldım.
Gözlerimin altı balon gibiydi ve yüksek ihtimalle bir sürü kamera olacaktı.
Masal'ı masadan indirdim ve odamızdan çıktık. Hızla Sina ve Bade'nin odasına girdik. İkisi de çift kişilik yatakta kıvrılmış uyuyorlardı.
Sina'nın üstünde Spidermanli pijama vardı. Bade'nin pijamasının üstünde ise prensesler vardı.
Ben Sina'ya, Masal Bade'ye gitti. Sina'nın sırtını sıvazlayarak uyandırdım. Masal ise Bade'yi aynı şekilde uyandırdı.
İkisi de uykuluydu ama Masal çoktan Bade'yi ve kıyafetleri alıp çıkmıştı.
Sina, ayaktaydı ama hâlâ uyuyordu. Ben ise kıyafetlerini almıştım ve yanına geçtim.
Tek tek pijamalarını çıkarttım. Saçları dağınıktı ve üstünü çıkartınca daha çok dağılıyordu. Altına siyah bir pantolon giydirdim. Üstüne ise siyah bir gömlek. Gömlek benimkinin mini bir kopyasıydı. Gömleğinin kollarını kıvırdım ve düğmelerini ilikledim. Üç düğme açık bıraktım. Sina'nın da lacivert bir kemeri vardı. Pantolonuna onu taktım. Çoraplarını verdim giydi. Saçlarını sola doğru yaptık. Ve hazırdı.
O sırada içeriye zıplayarak Bade girdi. Aynı Masal gibiydi. Onunda kahve saçları ve ela gözleri vardı. Üstündekilerde birebir kopyasıydı. Koşarak kucağıma oturdu.
Bana bakarak sevinçle "prenses oldum ben. Annem beni prenses olarak görecek" dedi.
Sina ise Bade'yi tersleyerek "bende çok yakışıklıyım kızım. Annem beni de yakışıklı olarak görecek" dedi.
Bade bu sefer kaşlarını çattı ve bana döndü "ben yüzümü yıkadım bile ama Sina yıkamadı" dedi.
Ben ise gülümseyerek "evet prensesim şimdi Sina'da yıkayacak" dedim ve kucağımdan Bade'yi indirdim.
Ayağa kalktım ve Sina'nın elinden tuttum. Odadan çıkartım Banyoya soktum. Masal'a aldığım tabureden onlara da almıştım. Sina tabureye çıktı, önce ellerini yıkadı ve sonra yüzünü yıkadı. Ellerini ve yüzünü havluya sildi ve geri indi.
Benim önümden giderek merdivenlerden tek tek indi. Aşağıda herkes vardı. Buse ve Helin İzmir'den ev tutmuşlardı. Onlar artık orada yaşıyordu. Erengilde kaldıkları sürece Minel burunlarından getirmişti.
Sina ve ben kahvaltı masasına oturduk. Sandviçler geldi ve portakal suyuyla birlikte yedik.
Hepimiz bir olup masayı topladık ve evden çıktık. Benim arabamda ben, Masal, babam, Sina ve Bade vardı. Diğer arabada ise Asuman, Karan, Ceylin ve Dalya abla vardı.
Mezarlığa geldiğimizde bizimkiler de vardı. Onlarda yeni arabadan iniyorlardı.
Artık herkes öğrenmişti babamı. Akrabalar çok soru soruyorlardı ama bir şekilde halletmiştik.
Mezarlığa girdiğimizde annemin mezarına gittik. 2 haftadır kimse gelmemişti. Biz istememiştik. Acımızın biraz hafiflemesi gerekiyordu.
Üstünde çicekler vardı. Mezarlığa daha çok yaklaştım. Ben mezar taşının arkasına gülümsedi, hemde öyle bir gülümsedi ki... Ay'ın ışığını deldi geçti gülümsemesi yazdırmıştım.
Ön tarafını okudum bu sefer. Ölüm tarihi 14 Ağustos...
Babam Semih Serer'i aramıştı. Ve demişti ki Unutma bir sonraki 14 Ağustos'ta birimiz olmayacak... Hâlâ benim aklımdan cıkmamıştı bu söz.
Artık kalabalıktık. İmam da gelmişti. Kadınların başında siyah bir tül gibi birşey vardı.
🌪️
Dualar okunmuştu, namazlar kılınmıştı. Artık eve dönüyorduk. Kendimi daha iyi hissediyordum. Bu 2 haftada bir şeyleri düşünüp karar vermiştim.
Ölüm Allah'tandı. Annemin eceli gelmişti. Ama nedeni Semih Serer'di. Ben Semih Serer'den intikamımı alacaktım. Belki onu öldürmeyecektim veya çok acı çekmeyecekti. Ama intikamı gayet iyi bir şekilde alacaktım.
Tüm arkadaşlar bize gidiyorduk. Erengilin yarın kınası olacaktı ama rahatlardı. Tüm işleri halletmişlerdi. Artık evleniyorlardı. Ne kadar da ertelemek isteseler de ben istememiştim. Düğünleri bana da iyi gelecekti.
Eve varmıştık. Babam ve Karan yoktu. Onlar işimiz var deyip yanımızdan ayrılmışlardı.
Eve girdiğimizde Masal üstünü değiştirmeye gitmişti. Hepimiz salona oturmuştuk.
Sina ve Bade kenarda oyun oynuyorlardı. Onları izliyordum. Sina, arabasıyla Barbie'nin yanına geliyordu. Bade ise barbie'sini arabaya bindiriyor gibi yapıyordu.
O sırada Masal gelip yanıma oturmuştu bile. Ama benim haberim olmamıştı. Elini bacağıma koyduğunda fark etmiştim geldiğini.
Üstünde Krem bir tişört vardı. Altında ise Bebe mavisi müslin kumaşından bir pantolon vardı.
Biliyordum ki biz hiç olgun kişiler değildik. Ama bu yaşananlar bizi olgunlaştırmıştı.
Masal, küçüklüğünü yaşayamamıştı. Babasıyla oynayamamış, ailecek beraber oturup film izleyememişlerdi. Tek izlediği şey bir faciaydı.
Benim yanımda her zaman bir çocuk gibi davranıyordu. Ben ise ona uyum sağlıyordum.
Bende küçük yaşta şirket yönetmeye başlamıştım. 18'de başlamıştım ve 20 yaşında tam olarak benim üzerimde olmuştu şirket. Bu ise beni işimde olgun, normal hayatta ise bir çocuk yapmıştı.
Bir çocuğumuz olacaktı. Belki bazı kişiler için bu bir hataydı.
Erken bir bebek olacaktı bizim için. Çünkü biz yeni büyüyorduk.
Ben dalmış bunları düşünürken Zeynep konuşmaya başladı.
"Sizinle konuşmak istediğim bir konu var" dedi. Boğazını temizledi ve söze başladı
"İmtihan diye birşey var, biliyorsunuz. Her insanın geçtiği veya geçeceği bir imtihan var. Hepimiz bir imtihanın içerisindeyiz"
Örnek olarak eliyle kendisini gösterdi "ben" dedi. Sonra elini yanında oturan Ömer'e doğru uzattı ve bu sefer de "Ömer" dedi. Sonra elini bize sırayla gösterdi.
"Masal, Mert ve Aden. Hepimiz bir imtihanın içerisindeyiz"
Durdu. Derin bir nefes aldı ve sol elini karnına koydu. "Zor mu? Çok zor. Ama biz ne yapacağız. Güçleneceğiz. Ayağa kalkacağız ve şunu diyeceğiz" dedi Zeynep. Ve anında Aden konuşmaya başladı "bu hâlimize de şükür. Ya daha kötüsü olsaydı. Demeliyiz ve diğer insanlarla empati kurmalıyız"
Zeynep ise gururla Aden'e döndü. Kafasını salladı.
Tekrardan önüne döndüğünde Ömer'in bacağından yardım alarak ayağa kalktı.
Yerde oturmuş yapboz oynayan Bade ve Sinayı kaldırdı ve merdivenlere yöneldi.
Yüksek ihtimalle uykuya yatıracaktı. Öğle uykusuna ben eskiden çok dikkat ediyordum. Fakat uzun zamandır kontrol edemiyordum ve Şu 2 haftadır Zeynep yatırıyordu.
Doğu sırıtarak Eren'e bakıyordu. Eren ise ne oluyor diyerek Doğu'ya bakıyordu.
Bakışmalarını durduran şey çalan kapı ziliydi. Herkesden önce kalkıp kapıyı açtım. Karşımda Hakan vardı.
Hakan annemin ölümünden sonra memleketine gitmişti. Annesi oğlum çok önemli bir husus var hemen gel dediği için annesigilin yanına gitmişti.
Hakan'ın suratı beş karıştı. Ayakkabılarını çıkarıp eve girdi. Salonun ortasına geçtiğinde elini kaldırdı. Hakan'ın arkasından yürüdüğüm için ne gösterdiğini anlamamıştım. Ama tepkilerden önemli birşey olduğu belliydi.
Doğu "çüş anasını satayım. Ama ebesinin-" derken Ömer'den sert bir "sus" Emri gelmişti.
Ben ise arkadan hâlâ Hakan'a bakmaya çalışıyordum.
Hızla Hakan'ın önüne geçtim ve eline baktım. Elinde bir nişan yüzüğü vardı. Herhangi bir tepki vermeden yüzüğü parmağından çıkarttım ve içine baktım.
İçinde Hakan, sonsuzluk işareti ve Gonca yazıyordu.
Arkamdan birisi bir hışımla yerinden kalktı. Arkama vakit kaybetmeden döndüm ve Ceylin'in bahçeye çıktığını gördüm.
Hakan kanepeye oturmak yerine yere çökmüştü. Ama harbi çökmüştü.
Hakan "bir gittim... Her şey hazır. Nişanlandırdılar hiç bilmediğim bir kızla beni" dedi. Ve kafasını kaldırıp bana baktı "yardım et" dedi masumca.
Selim Hakan'a bakarak "istemiyorum demedin mi oğlum?" Diye sordu.
Hakan ise bu sefer çağresizce duruyordu. "Dedim ama ne dediysem tam zıttını yaptılar"
Mete "sevdiğim var deseydin?" Dedi.
Hakan ise sinirle güldü "dedim.. onu da dedim. Zaten var sevdiğim. Fakat taktılar bu amına koyduğumun yüzüğünü" dedi, Hakan.
Sonra kenarda, sandalyede oturan Dalya ablaya döndü ve "kusura bakma abla. Biraz sövmem lazım ki rahatlayım ben" dedi.
Elimdeki yüzüğü Hakan'ın avucuna bıraktım.
"Ne yapacağız biliyor musun Hakan?"
Hakan bana döndü.
"Evleneceksin"
"Mert ne evlenmesi kardeşim? Zaten sevdiğim var diyorum. Kendi içimde bile sevsem başka biriyle evlenmem ben"
Hakan'a baktım. Bana salak salak bakıyordu. "Lan zaten sevdiğin kadınla evleneceksin" dedim.
Hakan ise elindeki yüzüğü fırlatarak ayağa kalktı. Ben sigara içmeye gidiyorum diyerek bahçe kapısına doğru ilerlemeye başladı. Eren ise arkasından gitmeye başladı. Kesinlikle o da sigaraya gidiyordu.
O sırada Zeynep merdivenlerden indi ve kocasının yanına doğru ilerlemeye başladı.
Zeynep'in gelmesiyle beraber Ömer de ayağa kalktı ve Eren'e "eğer şu ev bir sigara koksun yarın ve diğer gün düğününe gidemezsin!" Diye yargı dağıttı.
Bağımsız bir Ömer için adalet!
Hakan'ın daha yeni oturduğu yere bu sefer ben oturdum. Minel, Ecrin'e baktı ve gülümseyerek "Ecrin, ne zaman doğruyorsun canımın içi?" dedi.
Merakla Ecrin'e dönmüştüm. Kimsenin hamile olduğunu bilmeyen kız herkesden önce doğum yapıyordu.
Ecrin sorusuna cevap vermeden bu sefer bana bir soru gelmişti. Aden "sizin dini nikahınız var mıydı ya?" Diye bana sormuştu.
Ama ne dediğini anlamamıştım bile. Aden'e dönüp "ne nikahı, ne?" Diye sordum. Aden ise bana hiç birşey söylemedi ve eline telefonu aldı.
Pür dikkat Aden'i izliyordum. Aden ise bir numara tuşladı.
Telefonu kulağına yasladı ve heyecanla "aşkım napıyorsun?" Diye bir soru sordu telefondakine. Bir şeyler dinledikten sonra "aynen bende iyi de babanı Mert demir'in evine yollar mısın?" Diye sordu. Birkaç şey daha konuştuktan sonra Aden telefonu kapattı. Kim bize gelecekti merak ediyordum.
Merakımı siktir ederek Ömer'e döndüm. Bugün biraz garipti.
"Ömer, bugün biraz moralin bozuk sanki?" Diye sordum. Ömer bana döndü. Onun üstünde ise siyah bir gömlek ve beyaz bir pantolon vardı.
"Moralim bozuk demeyelim de enerjim düşük" dedi. Yüzü solgun duruyordu. Sanki bir olay olmuştu ve ki olay onu derbeder etmişti.
Zeynep, hemen solundaki Ömer'e döndü. Ömer'in yüzüne, yüzünü yaklaştırdı. Dikkatle baktı. Bende onlara dikkatle bakıyordum.
Zeynep Ömer'e bir süre baktıktan sonra bana döndü. Bu sefer bende Zeynep'e baktım. Zeynep "Bugün biraz solgun. Mutlu değil, birşeyler diyorum dinlemiyor... Anlat diyorum olmayan derdi nasıl anlatayım benim canım sıkkın diyor" dedi bıkkınlıkla.
Zeynep bir anda Ömer'e döndü ve "Ömer... Bana anlatmalısın, ne olduysa. Ben de anlatmalıyım ne olduysa. Çünkü ben senin-" dediği gibi Doğu atlayıp "psikoloğunum" dedi.
Zeynep ise Doğu'ya göz ucundan bakıp tekrardan Ömer'e döndü. "Karınım" diyerek cümlesine devam etti.
Ömer ise dik duruşunu sonlandırdı ve geriye yaslandı. "Birşey yok diyorsam yoktur Zeynep. Ne zorluyorsun sen?" Dedi.
İş daha da garipleşiyordu. Son odak kavga eden çifti izliyorduk.
Bu sefer Zeynep dikleşti. "Bana bak Ömer Akay, adam gibi dur ve ne olduysa anlat" dedi. Ömer, Zeynep'in yüzüne bile bakmadı.
Zeynep bu sefer bize döndü. Yani Ömer hariç herkese.
Konuşmaya başladı "Bana gelen insanlardan örnek vermek istiyorum. Hiçbir zaman erken evlenmeyin. Ya da evlendikten sonra çocuk yapmayın" dedi. Bizzat olarak Minel'e baktı. İşaret parmağını tehditkârca salladı. "Minel sakın evlendikten bir ay sonra bana ulturason fotoğrafıyla gelme" dedi.
Minel ise elini yumruk yaptı ve bir tarafı öpüp bahçeden yeni içeri girmiş olan Eren'in kafasına vurdu. Eren'in yüz ifadesinde alışkanlık vardı.
Bileğimi kendime doğru çevirdim ve saate baktım. Sohbet muhabbet derken saat sekiz olmuştu bile. Yemek yememiz gerekiyordu artık. Ama önceliğim her zaman kavgaydı.
Yerinden hareketlenen Zeynep'e baktım. Yerinden, hiç bir yerden yardım almadan kalkmıştı. Bahçeye çıkan kapıya doğru birkaç adım attı. Ömer'e döndü ve "peşimden gel Ömer" diye bir emir verdi. Birkaç adım daha attığında tekrardan Ömer'e döndü ve Ömer'in hâlâ oturduğunu gördü. Zeynep bu sefer "ben ne diyorum şuan, kalk ve gel oğlum ne oturuyorsun yerinde!" Diye sert bir emir daha verdi. Ömer bu sefer bıkkın bir şekilde yerinden kalktı ve Zeynep'in peşinden ilerlemeye başladı.
Zeynep'in üstünde acı kahve saten bir gömlek vardı. Altında ise bej bir pantolon vardı. Ciddi gösteren bir kombindi.
Doğu, Zeynepgilin bahçeye çıkmasından faydalanarak "arkadaş magazin grubumuza yeni dedikoldular yükleniyor" dedi. Ecrin Doğu'nun omzuna tokadı yapıştırdı.
Ömer daha yeni çıktığı kapıdan, hızla geri girdi. Bu sefer Zeynep Ömer'i takip ediyordu. Zeynep içeri girdiği gibi saçlarını savurdu. Ömer hafif sağ çaprazımda kalan koltuğa yani eski yerine oturdu. Az sonra görecektik ve anlayacaktık beş saniyede birşeyler düzeldi mi, yoksa düzelmedi mi?
Zeynep Ömer'in arkasından ilerliyordu ama oturma kısmına gelince Zeynep tam karşıma yere oturdu ve bağdaş kurdu.
Demekki olay düzelmemişti
Selim oturduğu yerden kalkarak "gel Zeynep buraya otur" dedi. Zeynep ise sağındaki Selim'e baktı. "Yok Selim, sen otur" dedi ve çenesi dik bir şekilde etrafa bakmaya devam etti.
Ben Zeynep'e "olay çözülmedi değil mi?" Diye sordum. Zeynep ise Ömer'e yan gözle bakarak "seni dinlemeyene birşey anlatamıyorsun işte Mert" dedi.
Yaz olduğu için hava geç kararıyordu. Yeni karamaya başlamıştı.
Zeynep bu sefer direkt olarak bana baktı ve "kafasında ne varsa beni bile umursamıyor" dedi. Elleri karnındaydı. Minik kızını seviyordu.
Aden Ömer'e "ne olursa olsun burada en çok etkilenen kişi bebektir. Bu yüzden bir sorunuz varsa anlatın konuşun ve olayı silip atın. Küçücük bir bebeğe bunu çektirme Ömer hocam" dedi. Zeynep'e baktı ama bakışları tekrardan Ömer'e döndü.
"Hem Zeynep'e hemde karnındaki bebeğe çok dikkat et. Eğer birşey olursa kıyamet asıl o zaman kopar Ömer hoca"
Ömer Aden'e baktı. "Kafa iyi tutulur şartlar iyi koşulur diyorsun yani Aden Yalçın?"
"Ben öyle birşey diyor muyum bilmiyorum ama karına olan davranışlarını düzeltmen gerekiyor"
"Zaten Zeynep'e iyi davranıyorum"
"Hayır karına iyi davranmıyorsun şuanda"
"Aden hocam, bu kadar yeter gerçekten. Ben Zeynep'e iyi davranıyorum ve bu konuya bu kadar inmeni istemiyorum"
Aden, Ömer'i daha da çıldırtmak için devam ediyordu. "Mesela karına iyi davransaydın şuan yerde oturmasına izin vermezdin"
"Onun kararı ve ben kararlara saygı duyarım"
Bu sefer Asude dahil oldu "bu karara saygı değildir, seni en başından tanıyoruz. Şuan sen Zeynep'i zorla alıp koltuğa oturtmuş olman gerekiyordu" dedi.
Ömer ise rahatlığını bozmadan "zorla hiçbir şey yaptıramam, yapmam" dedi.
Aden "la havale" diyerek Mete'ye yaslandı.
O sırada kapı çaldı ve ben hızla kapıyı açtım. Karşımda bir İmam vardı. Daha sorgulamadan İmam reis içeri girmişti bile. Bozuntuya vermedim. Kapıyı kapattım ve arkama döndüğümde Zeynep Selim'in yerine geçmişti bile. Hoca da Ömer'in yanına oturmuştu.
Aden'e bakıp bu ne der gibi bir hareket yaptım. Aden ise "e siz dinî nikahımız yok demediniz mi?" Dedi. Bende elimle Masal'ı göstererek "çocuğumuz bile oluyor dinî nikahı kıydık biz" dedim.
Aden ise şaşırarak bana baktı. Sonra çaktırmamaya çalışarak hoca efendiye bakıp elini Minel ve Eren'e uzatarak "hocam buyrun bunların dinî nikahı kıyılacak. Resmi nikah iki gün sonra. Sen bizim için 2 gün önce kıyarsın dimi?" Dedi.
Minel ve Eren şoka girmişlerdi. Hoca efendi kafasını olumlu salladı. Aden yerinden kalkıp Minel'i aldı ve merdivenlerden çıkmaya başladı. Arkadan tüm kadınlar çıkmıştı.
Ben ise gülümseyerek Erene döndüm. "Eren, hadi aslanım abtest al da gel" dedim. Eren ise yerinden kalkıp zemin kattaki tuvaletin yolunu tuttu.
Zaman geçiyordu. Daha Minel'i hazırlayacaklardı.
Bende o sırada işçi iş yerinde gerek diye düşünerek yerimden kalktım ve mutfağa girdim. Her bu alana girdiğimde aklıma annem geliyordu.
Yemek yapar ama bana hangi yemek olduğunu söylemezdi. Ben masayı kurardım ve bana anca öyle derdi yemeğin ne olduğunu.
Düşünceler aklımı bulandırıyordu. Düşüncelerimi çöpe atarak yemek yapmaya başladım. Bir erkek olarak çok iyi yemek yaptığımı düşünüyordum ve idda da ediyordum.
Ama şimdi menemen yapacaktım çünkü çok bir sürem yoktu. Menemen yaparken kavonaza yapılmış el yapımı domates sosu kullanıyordum. Nefis oluyordu.
Hızla malzemelerimi hazırladım. Biberlerimi kesme tahtamın üzerine aldım. İnce ince doğramaya başladım. Alttaki dolaptan tavamı aldım ve ocağa yerleştirdim. Yanda duran sıvı yağı aldım ve göz kararı döktüm. Yağ kızdıktan sonra biberleri attım ve kavurmaya başladım. Hemen yandaki uzun dolaptan bana gereken domates soslarımı aldım. Biberler kavrulurken domates soslarının kapağını açıp, kavrulan biberlerin yanına boşalttım. Kalabalık olduğumuz için çok menemen yapmam gerekiyordu.
Sos, biraz sıvıydı. Suyunu çekmesi gerekiyordu. Domates sosu suyunu çekerken sarımsak aldım. Çekmeceden en ince rendeleyecek olan o rendeyi aldım. Sarımsakları soydum ve tavanın içine rendeledim.
Sarımsaksız yemek olmaz, olduysa da yenmezdi.
Soğansız yapacaktım. Eren paşam soğan yemiyordu.
Elime tahta kaşığı aldım ve yaptığım naçizane tarifi karıştırmaya başladım. Herkesin menemen yapışı farklıydı. Başka malzemeler atan da oluyordu. Ben annemden öğrenme bu tarifi yapıyordum.
Yumurtaları kırma zamanı gelmişti. Yumurtalığı buzdolabından aldım. Yumurtalığımın üstü de kapalıydı ve pembeydi.
Yumurtalığı açtım ve yumurtaları tek tek, dikkatle kırdım. Yumurta kabuklarını çöpe attıktan sonra buzdolabından kırmızı pul biberi aldım. Biraz pul biber döktüm. Arkasından ise tuz.
İçerden hâlâ ses gelmiyordu. Bu kadınların hazırlanması çok uzun sürüyordu.
Menemenim olurken menemenin yanında yiyebileceğimiz şeyler yapmak istiyordum. Cacık hariç birşey istiyordum. Aklıma havuç ve kabak tarator geldi.
Geniş bir tabak aldım ve bu sefer havuç ve kabağa uygun rende aldım. Rende ayakta duran rendelerdendi. Sebzelikten havuçları aldım ve yıkadım. Arkasından kabakları aldım ve onları da rendeledim.
Yeni bir tava çıkarttım ve tavaya biraz sıvıyağ biraz da tereyağ koydum. Tereyağının erimesini bekledim. Eridiği zaman ise havuç ve kabakları koydum. Biraz karıştırdıktan sonra kapağını kapattım.
Masa çok boş kalacaktı. Masanın boş kalmasını istemediğim için pilav yapmaya karar verdim.
Pirinç pilavı yapacaktım. Tel şehriye kullanmadan. Pirinç olan kutuyu aldım ve bir süzek aldım. Rafdan bir su bardağı alarak bize yetecek pirinç ölçüsünü koydum. Pirinçleri güzelce yıkadım.
Bir tencere alarak ocağa yerleştirdim. Bu sefer sadece tereyağı koydum. Tereyağı eridiği gibi pirinçlerimi koydum. Pirinçler biraz kavrulması gerekiyordu.
Bazı kişiler pilav yaparken limon bile sıkıyordu ama onları anlamıyordum. Anam babam pilav tarifi yapıyordum ben.
O sırada altını kısmış olduğum menemenime baktım. Altı kısık biraz daha pişebilirdi. Havuç ve kabağa baktım. Bir tur karıştırdım ve tuz attım.
Artık tencereye su koymam gerekiyordu. Pirinç ölçüsünün iki katı kadar su koydum. Tencerenin de kapağını kapattım.
Menemenin de kapağını kapattım ve altını kapattım.
Mutfaktan çıktım ve kapıyı da kapattım. Elimi yıkayıp içeri geçtim.
İçerde daha yeni Zeynep ve Ömer'in oturduğu koltukta şimdi Minel ve Eren oturuyordu. Minel'e beyaz bir elbise giydirmişlerdi. Masal'ın elbisesiydi.
Tek her yeri kapalı olan o elbise.
Minel'in kafasında ise Beyaz bir başörtü vardı. Yanındaki Eren'de ise şuan tüm erkeklerde olan o siyah gömlek vardı. Altında ise lacivert bir pantolon vardı.
İmam ise tam karşılarında oturuyordu. Bende hemen yere oturdum. Eren'in tarafında yere Ömer oturmuştu. Minel'in tarafında ise Zeynep sandalye de oturuyordu.
İmam başladı.
"Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdülillahi rabbil âlemîn. Vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn"
Hepimiz bir ağızdan "Amin" dedik. İmam devam etti.
"Ve min âyâtihî en haleka lekum min enfusikum ezvâcen li teskünû ileyhâ ve ceale beynekum meveddetev ve rahmeh. İnne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn"
Sonra aklına birşey gelmiş gibi bir hareket yapmıştı.
"Şu hadisi de hatırlatmak isterim gençler; Nikâh, benim sünnetimdir. Sünnetimden yüz çeviren benden değildir." Dedi. Sonra Minel'e döndü ve "babanın ismi nedir gelin kızım?" Diye bir soru sordu. Minel ise " Ahmet" dedi. İmam bu sefer Eren'e döndü. "Senin babanın adı nedir oğlum?" Diye sordu. Eren ise "Yiğit" dedi. İmam kafasını salladı.
Oturmuş hepimiz izliyorduk. Beni ilgilendiren kısım Mehir kısmıydı.
İmam tekrardan konuşmaya başladı. "Aziz müminler! Allah Teâlâ insan neslinin devamını nikâh ile takdir etmiştir. Nikâh, peygamberlerin sünnetidir. Bugün burada Yiğit oğlu Eren Tuğrul ile Ahmet kızı Minel'in nikâhını kıyacağız. Cenâb-ı Hak bu nikâhı hayırlı ve mübarek eylesin"
Tekrardan hep bir ağızdan Amin dedik.
"İlk soracağım soru Minel'e olacak" dedi. Hepimiz Minel'e baktık. İmam reis devam etti. "Minel Mehir olarak ne istiyorsun?" Diye sordu.
Minel, Zeynep'e baktı. Zeynep ise Minel'e öneri olarak "Minel ben kilom kadar altın istedim. Ek olarak birde altın kemer" dedi otuz iki diş sırıtarak. Minel'in bu fikir aklına yatmıştı ki o da gülümsüyordu. Minel imama döndü "bende kilom kadar altın istiyorum" dedi. İmam ise kafasını sallayarak Eren'e döndü. Kafasını sola Eğip duydun mu? Gibisinden bir hareket çakmıştı.
İmam devam etti.
“Ahmet kızı Minel, mehir karşılığında Yiğit oğlu Eren Tuğrul'a kendini nikâhladın mı, kabul ettin mi?”
"Kabul ettim"
"Kabul ettin mi?"
"Kabul ettim"
"Kabul ettin mi?"
"Kabul ettim"
Sıra Eren'e geçmişti. Burada ki çoğu kişi Tuğrul'u bilmiyordu. Herkes yeni öğrenmişti.
“Yiğit oğlu Eren Tuğrul, Ahmet kızı Minel'den mehir karşılığında nikâh olarak kabul ettin mi?”
"Kabul ettim"
"Kabul ettin mi?"
"Kabul ettim"
"Kabul ettin mi?"
"Kabul ettim"
İmam bu sefer bir Ömer'e baktı Bir de Zeynep'e.
“Siz de bu akde şahitlik ettiniz mi?”
"Ettik" dediler bir ağızdan.
"Ettiniz mi?"
"Ettik"
"Ettiniz mi?"
"Ettik"
İmam tekrardan konuşmaya başladı
"Allah Teâlâ kıydığımız bu nikâhı hayırlı ve mübarek eylesin. Eşlerin aralarına muhabbet, sevgi ve rahmet versin. Bir yastıkta ihtiyarlatsın, hayırlı evlatlar nasip eylesin. Dünya ve ahirette saadet ihsan eylesin. Âmin"
Hep beraber Amin dedik.
"El-Fâtiha"
Hepimiz ellerimizi göğe açmıştık. Fatiha okuduktan sonra İmam hayırlı olsun dedi ve Eren imamı yolcu etti. Ben ise ayağa kalktım ve "yemek hazır hadi dışarıya masaları hazırlayın" dedim Eren'e bakarak. Ama o sırada Eren Minel'e bakıyordu ve beni hiç dinlemiyordu.
"Eren. Hop. Alo. Şşşh. Eren bey. Eren hocam. Aha ölüyorum Eren" dedim ve son dediğime döndü. Bense daha yeni öyle birşey dememiş gibi yaparak "masaları hazırla" dedim.
Zeynep benden önce mutfağa girdi. Kalan herkes dışarı çıkmıştı ama Masal hariç. Masal yukarı çıkıyordu. Yüksek ihtimalle çocukları uyandıracaktı. Bugün geç yatmışlardı ve geç yatmaları uzun uyumalarını sağlıyordu.
Zeynep tek tek tencere ve tavalar bakarak biz dolabına doğru ilerledi. Yoğurdu aldı ve bir kaba boşalttı. Ben ise o sırada sarımsak aldım ve soymaya başlamıştım.
Zeynep yoğurdu koyup tuzladıktan Sonra ben doğradığım sarımsakları koydum. Sonra Zeynep tavayı alıp havuç ve kabağı o kaba boşlattı. Bir taraftan da bana söylenmeyi bırakmıyordu.
"Niye havucu ve kabağı bir arada yaptın? Ayrı yapsaydın ya" dedi.
Ben ise "yenir" dedim sadece.
Zeynep ise bu dediğini duymazsan gelerek "şuan en sevmediğim yemek olsa bile yerim. Felaket açım" dedi, taratorları karıştırken.
"Afiyet bal şeker olsun"
🌪️
Yemekler yemiştik ve bayağı olmuştu. Asude, Selim, Mete, Minel, Eren, Ecrin ve Doğu gitmişti. Karan ve babam gelmişti. Karan ve babam ev bakmıştı.
Geldiklerinde evi bana anlatmışlardı fakat ben hayır demiştim. Benim evim vardı.
Karan'a anahtarı vermiştim. Ve evi tarif etmiştim. Yarın gidecek ve eşyaları ayarlayacaklardı. Karan, Asuman, Ceylin ve Dalya gidip kalacaklardı.
Şuan salonda Masal, ben, Aden, Ömer ve Zeynep vardık. Hep beraber oturuyorduk. Ömer ve Zeynep ayrı yerlerde oturuyordu.
Kalanlar uyumuştu.
Ömer bir anda ayağa kalktı ve kapıya yöneldi. Arkasına döndü ve oturmakta olan Zeynep'e baktı.
"Gelecek misin?"
"Gelecek misin? Mi!? Ben senin karınım oğlum. Sen bana 'gidecek miyiz?' veya 'kalkmak ister misin?' diye sorman gerekiyor"
Zeynep nefesini kontrol altına almaya çalışıyordu.
Ayağa kalktı ve "noluyor? Bir sorun varsa bana sorunu söylemen gerekir. Ama sen 'birşey yok' diye inat ediyorsun! Ne lan bu, adamı çıldırtacak mısın?!"
Ömer tepkisizdi. Normal bir ses tonuyla "tamam gelme o zaman" dedi.
Zeynep'den garip bir kahkaha geldi. Sonra bir anca ciddileşti ve "ne?" Dedi.
Ayağa kalktım ve Ömer'e doğru ilerlemeye başladım. Ben Ömer'e doğru ilerlerken Zeynep, Ömer'e doğru yürümeye başlamıştı bile.
Ömer'in sağına geçmiştim. Orada dururken Zeynep'in, Ömer'e yürümesine izin vermiştim.
Zeynep, Ömer'in dibine girmişti. Yüzünü Ömer'e yaklaştırdı ve "bir daha söyle, ne dedin?" Dedi bir fısıltıyla. Duyuyorduk, sessiz değildi. Ama korku filmlerindeki arka plandaki fısıldama sesiydi.
Ömer ise rahatlığını koruyordu.
"Gelme, seni zorlayamam"
"Şunu unutma Ömer Akay, bir gün öyle şeyler olacak ki... Sen bana 'seni zorlayamam' diyemeyeceksin"
Ömer ise Zeynep'e birkaç saniye daha baktı, sonrasında kapıyı açtı ve gitti. Arkasından kapı açık kaldı.
Zeynep geri birşey olmamış gibi döndü ve oturdu.
Ben Ömer'in arkasından bakıyordum. Arabaya bindi ve gitti. Gittiği zaman kapıyı kapattım.
Arkama döndüğümde Masal bana yanını gösteriyordu. Yanına gittim ve hemen oturdum.
Aden, yanındaki Zeynep'e bakıyordu. Bir elini Zeynep'in bacağına attı ve "benim evde beraber yatarız. Boşver bu öküzü" dedi.
Zeynep ise "benim üzüldüğüm tek şey eğer aramız bozulursa şu karnımdaki bebektir" dedi. Sonra Aden'e tam olarak dönüp "ya boşanırsak... Bu bebek ne yapacak? Güneş n'olacak? Çocuk arada savrulacak" dedi.
Masal yerinde dikleşti.
"Zeynep moralini bozmak istemiyorum ama birşeyleri konuşmamız gerekiyor. Bir davam vardı. Boşanma davası. Kadının kucağında minik bir bebek var. Diyor işte hamileyken aramız bozuldu. Aslında benlik bir durum yoktu ama bana uzak davranıyordu. Yüzüme bakmıyordu... Hanımcı erkek gitmişti yerine garip biri gelmişti. Karnımdaki bebeğe bile çok değer veriyordu fakat artık o da yoktu. Bekledim sabırla ve aldatıldığımı öğrendim. Benim yerime çok güzel bir kadın vardı. Ve o gün doğum yaptım, öğrendiğim gün. Ben şimdi boşanıyorum çünkü kızım için. Boşanmasam ilgi göstermeyen bir babanın çocuğu olacak. Kesinlikle buna katlanamam"
Zeynep dikkatle dinlemişti. Anlıyordum ki Ömer'i bırakmak istemiyordu. Ama Ömer garipti. Yani eski Ömer yoktu.
Zeynep parmaklarıyla oynamaya başladı. "Ne olursa olsun bende bekleyeceğim. Ne olduğunu anladıktan sonra hareket edeceğim" dedi, kesin bir dille.
"Hele ki o Ömer böyle birşey yapmış olsun... O depoya onu sokup çevire çevire döverim"
Aden bu lafımı dinledikten sonra Zeynep'in elini tuttu ve "kına da görüşürüz" dedi. Masalla aynı anda kalktık. Onları savuşturduktan sonra odamıza geçtik.
🌪️
Ömer evinin bahçesindeydi. Favori sandalyesine kurulmuş, parmaklarındaki puroyla ilgileniyordu.
Masanın üzerinde duran kahvesinden son bir yudum aldı.
Cebinden telefonu çıkardı ve o mesajlaşmaya girdi. Gülmek istiyordu ama gülemiyordu. Sadece bakıyordu o mesajlara. Başka çaresi yoktu.
Telefonu masaya fırlatır gibi bıraktı. Parmaklarındaki puroyu, ağzına götürdü. Geri çektiğinde ise ağzındaki dumanı serbest bıraktı.
Dışarda oturmaktan artık sıkılmıştı. Kupasını eline alıdı, telefonunu da cebine koydu ve içeri girdi. Purosunu içerde söndürmüştü.
Puroyu tezgahda bir yere savurduktan sonra kupasını da lavabonun içine koydu. Mutfağın ışığını söndürdü ve merdivenlerden yukarı çıktı.
Kendi odasına geçtiğinde, neredeyse her yerde olan fotoğraf çerçevelerini topladı. Topladıktan sonra yere hepsini bıraktı.
Üstündekileri çıkarma zahmetinde bulunmayarak yatağa geçti. Yanında karısı yoktu. Tek başına büyük bir yatakta yatmak garipti. Ama ne olursa olsun uyuyabilirdi. Ellerini kafasının altına aldı ve o rüyaların içine daldı.
🌪️
Sabahın ışıklarıyla kalkmıştık. Kahvaltıyı yapmış ve toplamıştık.
Akşam kına vardı ve biz normal saatinde değil de biraz daha erken gidecektik. Kızları mekana bırakıp biz Erengile geçecektik. Zaman geldiğinde ise mekana gidecektik.
Şuan hanımlar giyeceği şeylerden bahsediyorlardı.
Ceylin biraz durgundu. Her zaman bizi güldüren o neşeli kız yoktu.
Sina yanımda oturuyordu ve tabletinden birşeylere bakıyordu. Neye bakıyor diye merak etmiştim. Biraz eğilip tabletine baktım. Ben baktığımda ise zaten bana göstermek istermiş gibi tabletini bana uzattı.
Bir uygulamadan bir tasarım yapmıştı. Alan benim şirketteki odamdı. İçi farklıydı. Duvarda büyük bir Atatürk çerçevesi vardı. Duvarın hemen önünde geniş bir masa ve koltuk vardı. Masanın önünde tekli iki tane kahverengi deriden olan koltuk vardı. Ortada camdan bir masa, masanın karşısında ise aynı kumaştan bir kanepe vardı. Kanepenin arkasıyla duvarın arasında büyük bir mesafe vardı.
Tam karşıda olan cam ve ona birleşen duvarda ise raf vardı. 'L' şaeklindeydi. Orada ise ödüller vardı.
Kapı tarafında ki duvarda da dolap vardı. Ama orada dosyalar ve biblolar vardı. Bazı yerde saksılı bitkiler, duvarda tablolar vardı.
Harbi güzel tasarımdı. Benim şirketteki odam da buna benziyordu. Fakat bazı yerler farklıydı.
Camın önünü kapatmayı sevmezdim. Aydınlık olacaktı. Odamda kendi koltuğumun yanında bir koltuk daha vardı. Orası Sina'nındı. Yanıma gelip ne yaptığımı izlemeyi çok seviyordu. Bade bende geleceğim der ama geldiğinde Barbie oynar ve sıkılırdı.
Sina, büyük bir adamdı. Şuan şirketi versem yönetirdi. İlerde şirket zaten onundu. Kendi oğluma vermeyecektim. Sina ilerde vermek isterse verirdi.
Sina bana baktı ve "beğendin mi?" Dedi. Ben ise saçlarını karıştırdım.
"Beğenmemek ne mümkün be oğlum! Çok iyi"
Sina ise kafasını sallayıp bu yaptığı tasarımı kaydetmişti.
Minel'den Masal'a bir arama geldi. Masal konuştu ve kapattı. Ayağa kalktı ve "fotoğraf çekimine gidiyoruz. Hazırlanın" dedi.
Sina'nın elinden bir anda tableti aldım. "Hadi bakalım!" Diyerek ayağa kalktım. Çocukların giyeceği şey hazırdı. Sina kendi çok rahat giyerdi ama Bade biraz zorlanabilirdi.
Sina mükemmel yetişmişti. Her işini kendisi yapabilirdi. Bıraksam yemek bile hazırlardı.
Belki de kötü bir yetiştirme şekliydi. Ama en iyi ortağımdı.
Herkes kendi odasındaydı. Masal önden odaya girdi. Ben ise onun tam arkasından girerek kapıyı kapattım. Giyinme odasına geçtiğinde ise gene ben arkasından ilerledim.
Biz erkeklerin giydiği şeyler sıradandı. Biraz renk katmak istiyordum.
Ama önce Masal'ın ne giydiğini öğrenmek istiyordum. Elbisesi kılıfdaydı. Alıp banyoya gitmişti. Giyinecek, makyajını yapacak ve saçını yapacaktı.
Beklemeyi sevmiyordum. Hemen banyoya girdim. Üstünde yağ yeşili ve haki karışımı bir renk vardı. Boldan göğüs dekolteli, ince askılı ve kocaman bir yırtmacı olan bir elbiseydi. Elbisenin etekleri yerlerde sürünüyordu. Topuklu ayakkabı giyse bile gene yere temas edecek gibiydi.
Birkaç adım ileriye gittim ve Masal'a çok yakınlaştım. Yırtmacından görünen sağ bacağına elimi yerleştirdim. Masal'ı kendime biraz daha yakınlaştırdım.
Elimle bacağını acıtmayacak şekilde sıktım ve "uyluk" dedim.
Şaşırmış bir şekilde güldü.
"Etkileyici"
'e tabii' der gibi baktım karşımdaki kadına. Elimi bu sefer ileri geri yapmaya başladım. Bir fısıltıyla "üstündeki elbisenin renginde gömleğimin olması güzel bir denk" dedim.
Bu sefer sırıtıyordu. Omzuma arka arkasına vurarak "hadi giyin" dedi.
Ben ise kafamı sallayarak giyinme odasına geçtim. Elbisesiyle aynı renk olan keten gömleğimi aldım, üstümü çıkarttım ve hemen giydim. Önümü tek tek ilikledim. Üstten 3 düğmesini açık bıraktım.
Gömleklerimden kısa kollu olan yoktu. Uzun kollu gömlek giyip kollarını katlıyordum.
Gömleğimin kollarını katladıktan sonra pantolon bakmaya başladım. Altına güzel bir şekilde uyacak o keten kahverengi pantolonunu aldım.
Onu da giydiğimde ben hazırdım. Parfümümü aldım ve gömleğimin yakalarına sıktım. Bu kullandığım parfümün notaları kaküle, lavanta ve irisdi.
Kokladığında 'işte erkek' denebilecek bir parfümdü.
Saçlarım kısa olduğu için saçlarıma hiçbir şey yapmadım. Biraz uzamıştı ama hâlâ kısaydı.
Giyinme odasından çıktım. Masal'a hiç bakmadan odadan da çıktım.
Çocukların odasına girdiğimde üstlerini giyinmiş bir vaziyette buldum.
Sina sandalyesine oturmuş tabletine ciddiyetle bakıyordu. Gene birşeyler peşindeydi. Yapacak çoğu tasarımı ona bırakıyordum. Çünkü çok olgun bir çocuktu. Kimse altı yaşında olduğunu düşünmüyordu.
Bade ise o kadar olgun değildi. Onun olgun olmasına da gerek yoktu. Sina zaten hallediyordu. Gerçekten bir ortaktı.
Bade boy aynasının önünde saçlarını tarıyordu. Toz pembe elbisenin içinde gerçekten bir prensesti.
Sina da siyah bir beyaz bir gömlek ve siyah bir pantolon vardı. Üstü jilet gibi duruyordu.
Sandalyesinden kalktı ve tabletini yatağının üstüne koydu.
Yanıma geldi ve "abi güvenlikle konuştum aldığımız masa ve sandalyeyi senin odana kuracaklar" dedi.
Saçlarına elimi attım ve "oğlum ben halledeceğim dedim ya?" Dedim.
Sina ise kafasını bir aşağı bir yukarı salladı.
"Sen demiş olabilirsin ama ben hallettim"
Yere çömeldim ve Sina'nın omuzlarından tuttum.
"Sina o işler bende. Senin işlerin belirli. Bana en iyi şekilde yardımcı olmak. Masal ablanında belli görevleri. Çok iyi çalışacağız. Senin masan kurulduğunda beraber gideceğiz şirkete ve beraber toplantılara gireceğiz"
Yüzüne gelen bir parça saçı çektim.
"Beraber dosyalara bakacağız ama bu görevler şuanlık benim. Sen diğer görevlerine geç. Çalışacağız ve başaracağız. Kendi finalimizi kendimiz yazacağız"
Ayağa kalktım ve odadan çıktım. Aşağı kata inip koltuklardan bir tanesine yerleştim. Babam da oturuyordu. Beni gördüğünde kalkıp yukarı gitti.
Ben ne kadar acımı yok saysam da babam kavruluyordu. Ama küçüklüğümden beri öğrendiğim şey yıkılmamam gerektiğiydi.
Karım ve kardeşlerim vardı. Ve yıkmam gereken zengin bir zübbe.
Ne kadar bende bir villa da yaşasam ve şirketim olsa bile o daha çok zengindi.
Uyuşturucu kaçakçılığı, silah kaçakçılığı ve bir çok yasak olan şeyler ülkeye giriyordu.
Kimin sayesinde?
Semih Serer...
Herkes yıkamazdı bu adamı. Tam bir devlet adamıydı. Yani öyle gözüküyordu. Devlet buna hiçbir şey demiyordu. Planı belliydi; devletin yanında dur ve girişi yasak olan birçok şeyi ülkeye sok, sat.
En iyi ticaretçi olarak ödül alıyordu. Bu adam doğru olan ne satıyordu?
Ama unutmamak gerekiyorsa benim de birkaç hatam vardı. Silah konusu bende de olmuştu. Ama gerekeni yapmıştım.
Silah kaçakçılığı yapıp o silahları küçük kız çocuklarını kaçıran ve bir çok işkence yapan adamların ağzına sokup tetiği çekmiştim.
İstedikleri silahlar benim elimde kalmıştı.
O küçük çocuklarda buraya gelen turistlerdi. Rus, Alman, İngiliz ve bir çok ülkeden gelen minik kızlardı.
Belki ilerde bende bir kız babası olacaktım. Babalarının nasıl hissettiğini çok iyi anlıyorum.
Karan merdivenlerden indi. Arkasından ise Sina ile Bade geldi. Hepsi oturmuştu.
Kapı çaldı fakat ben kalkmadan Bade koşarak açtı. Kapıda bir Hakan belirdi. İçeri girdi ve kapıyı kapattı. Geldi ve oturdu.
Avucundaki yüzüğü parmklarının arasına alarak "biri şuna birşey yapsın. Yoksa ben bunu alacağım, yutacağım sonra sıçacağım. Kanalizasyonda çürüsün!" Dedi sinirle.
Hakan sözünü bitirdiğinde merdivenlerin ucunda Ceylin belirdi. Merdivenlerden tek tek indi ve Hakan'ın yanına oturdu.
Üstünde lila bir elbise vardı.
Hakan'ın parmaklarında ustaca çevirdiği o yüzüğe baktı.
"Hakan..." Durdu ve biraz yüzüğü izledi.
"Abi"
Hakan çevirdiği yüzüğü izleyerek "söyle... Abisi" dedi.
Karan'a baktığımda Süper odak onları izliyordu.
Gerçekten meraklandırıcıydı.
"Parmaklarının arasındaki yüzüğü çok iyi çeviriyorsun, bir öz geçmişin mi var?"
"Yüzük... Sevdiğim birine yüzük almıştım fakat takma ihtimalim bile olmadı. O yüzüğü gördü ve beni bıraktı"
"Belkide yüzük için değildir"
Kucağında oynadığı parmaklarına baktı.
"Daha derin bir konu vardır"
Hakan yüzüğü yere bıraktı. Ceylin'e tam olarak döndü.
"Ne, ne o konu? O siktiğimin konusu ne?!"
Ceylin parmaklarına bakmaya devam etti.
Bade bana bakarak "abi siktiğimin ne demek?" Dedi.
Sina Bade'nin ağzını kapatarak "kötü bir kelime" dedi.
Ben ise Sinaya bakarak "dışardaki kuşlara bakın gelin" dedim.
Sina, Bade'nin elini tutarak kapıya doğru ilerlemeye başladı.
Hakan çocukların çıkmasını bekledi.
Çocuklar çıktığında ise "konuş Ceylin, konuş. Ne konusu var burada derin olan?" Dedi yükselen sesini biraz daha kısarak.
Arkadan Asuman'ın sesi duyuldu.
"Ben izin vermedim, Hakan. Aranızdaki yaş çok"
Hakan ayağa kalktı ve yeni tam olarak oraya gelen Asuman'a baktı.
"Asuman, yaş konusunda bir problemimiz yok"
Asuman bu sefer ikinci yolu deneyerek "Ceylin Almanya da sen buradaydın" dedi.
Hakan ise eliyle Karan'ı göstererek "Türkiye" dedi.
Asuman haksız kaldığını anlamıştı.
"Tamam, işin yüzünden. İzin vermedim. Silahlarla işin var ve" durdu ve kardeşine baktı. "Kardeşime zarar gelmesine izin veremem"
Hakan bu sefer sinirle güldü "zarar verebilecek bir kişi miyim ben?"
"Hakan, unutma ki bir gün o işin yüzünden gideceksin. Sen ölme diye önüne patronun mu atlayacak?"
"Patronum önüme atlar. O bana öyle güveniyor ki kardeşleri ve annesi bana emanetti"
Ben ayağa kalktım "ben atlarım, Asuman"
Hakan bu sefer tekrardan Karan'ı gösterdi.
"Şu adamın kardeşinin eşi, benim patronum. Sen bana işimden şüphe edittiriyorsan, evleneceğin adamdan şüphe et. Babası bizim düşmanımız"
Karan bu sefer Asuman'a baktı "haklı" dedi.
"Biri bana anlatabilir mi?"
Kafamı kaldırdığımda karşımda Aden'i gördüm. Bizim evde değillerdi ve kapı çalmamıştı.
"Aden ne ara geldiniz?"
"Bahçeden girdik. Girerken Sina beni tuttu. Dedi şifre ne? Dedim Mert Demir bir, iki, üç. Kabul etmedi. Arkadan Bade geldi. 'siktiğimin beyinlisi o Aden teyzemle Zeynep teyzem' dedi ve bizi içeri soktu"
Masal arkadan "hoşgeldiniz" dedi.
Aden "hoşbulduk hoşbulduk da olay devam edebilir mi acabası?" Dedi.
Hakan ise bu anı bekliyormuş gibi "evet Asuman, haksız kaldın" dedi ellerini iki yana açarak.
Ceylin bu sefer ayağa kalktı. Gururla "ben istemiyorum" dedi.
Hakan'da ki haklılık bir anda yok olmuştu. Hakan Ceylin'e döndü ve "ne?" Dedi.
Omuzları düşmüştü.
"İstemiyordum bende işte" dedi Ceylin göz yaşlarını umursamadan. Soğuk kanlı durmaya çalışıyordu ama başarılı olamıyordu.
Hakan ellerini başına attı ve bu sefer bağırarak "ne demek istemiyordum? O yaşadığımız günler boşuna mıydı? Kalbinde ben yok muydum lan o günler?" Diye hesap sordu.
Şuan ben dahil olsam Hakan bana dalardı. Uzakta durmak ve duygularını dışarıya anlatması hepimiz için en sağlıklısıydı.
Yüksek sesli bir "şşhh" sesi geldi. Babamdı. Ceylin ve Hakan'ın arasına girdi.
Yüksek bir ses tonuyla "ne bu tantana?" Diye bir soru yöneltti.
Hakan babamı bildiği için kafasını yere eğdi. Benim başım dikti. Çünkü olay benimle alakalı bile değildi.
Ceylin ve Hakan'dan ses gelmeyince "kime soruyorum lan ben!" Diye bağırdı.
Hakan kafasını dahi kaldırmadı.
Babam Hakan'ın yanına gitti ve saçlarından tutup kafasını kaldırdı.
"Hakan, ya ne olduğunu söylersin ya da ben sike sike öğrenirim" dedi ve Hakan'ın saçlarını bıraktı.
Ceylin'e bakarak "ağzımı bozdurmayın bana!" Dedi.
Hakan ise "abi, Ceylinle anlaşmaya çalışıyorduk" dedi.
Babam ise bu sefer "sizin aranızda ne olduğunu çok iyi biliyorum. Ne zaman sevgili oldunuz, ne zaman ayrıldınız? Her şey var bende" dedi.
Kanepeye geçti ve oturdu.
"Hakan seni zorla evlendiriyorlar dimi?"
"Evet"
"Kızın babasının adı ne?"
"Abi bunlar kürtler ve çok büyük bir sülaleleri var. Adamın adı Abdullah Amir"
Babam cebinden telefonu çıkardı ve beş saniye sonra birini aradı. Karşısındaki kişi hemen açtı. Babam Alo bile demeden direkt konuşmaya başladı.
"Kızın ya nişanı atar ya da ben sizi patlatırım. On saniyen var ya nişan, ya ölüm?"
Birkaç saniye sonra telefondan bir cevap geldi "kimi patlatacaksın?"
"Sülalenden Bir et parçası kalmaz lan piç. O nişan atılacak. Şu üç gün içerisinde eğer nişan atılmazsa sizi tek tek öldürürüm!"
Ve telefon kapandı.
Ne olduğunu anlamaya çalışırken bu sefer Hakan'ın telefonu çaldı.
Hakan telefonu açtı ve bekledi. Üç saniye sonra da olur deyip telefonu kapattı.
Hakan daha yeni yere bıraktığı yüzüğü aldı ve bana "Mert rafa bak" dedi. Ben ise "rafa nolmu-" derken raftaki biblo yere yapıştı. Çok şükür kırılacak bir şey değildi.
Ama Hakan bibloyu yüzüğü tekmeleyerek düşürmüştü. Yüzük bibloya gelmişti.
Aden bu sefer dayanamayarak "yeter, gidiyoruz" dedi ve kapıya ilerlemeye başladı. O sırada Bade ve Sina da içeri girdi. Dalya abla yukardan indi ve bana "bitti mi kavga?" Diye sordu.
Kalbim acımıştı. "Sorun yok" dedim.
Herkes arabaya yerleştiğinde çekimin olacağı yere doğru gitmeye başladık. En azından yakındı. Uzak değildi.
Çekim yerine vardığımızda herkes arabalarından indi. Bizimkiler vardı çekim yerinde.
Ömer arabasına yaslanmış, parmaklarının arasındaki puroyla ilgileniyordu.
Ecrin arabanın kapısını açmış bir şekilde arabada oturuyordu.
Çekim yeri güzel bir alandı. Yeşillik fazlaydı. İlerde bir salıncak vardı. Orada da sarmaşıklar vardı. Bayağı büyük bir alandı.
Çekim başlamıştı. Eren ve Minel ortalıkta yoktu.
Selim yanıma gelip "şirketle ilgili sorun var" dedi. Selim'e daha dikkatli baktım. "Ne gibi sorunlar?" Diye sordum soğuk bir şekilde.
"Malzemeler bazı firmalara ulaşmamış. Biri bunu engelliyor ve tüm inşaat malzemeleri birine gidiyor"
Şuan şirkete gidemezdim. Hatta bu günlerde hiç gidemezdim. Malzemelerin gittiği ilk yer Selim'in firmasıydı. Çünkü Selim mükemmel binalar yapıyordu. Fakat diğerlerine giden malzemeler nerdeydi?
Bu bir soru değildi. Çünkü yapan Semih Serer'di.
Bugün boşanma davası vardı. Dalya abla gitmişti. Sonucu merakla bekliyordum çünkü bir önceki mahkeme ertelenmişti.
Kafamı kaldırdığımda Minel ve Eren'in mutlu bir şekilde geldiklerini gördüm. Şimdi kadınlar kına yapılacak mekana geçeceklerdi. Biz ise Bizim evde olacaktık.
🌪️
Mekanda herkes vardı. Minel arka tarafta hazırlanıyor, diğer kızlar ise arkada Minel'i hazırlıyordu.
Doğu DJ'lik yapacaktı.
Üstünde beyaz bir gömlek, siyah bir pantolon askısı ve siyah bir pantolonu vardı. Küçük yaramaz çocuk gibiydi.
Sina'nın üzerinde de aynı şeyler vardı. İkisi beraber geziyor, ayrılmıyorlardı.
Kınada güzel bir giriş oldu. Kadınlar ortaya geçmiş oynarken, Doğu şarkıları remixliyordu.
Doğu yanında oturan Sina'ya doğru uzanarak "bak orada balon oynayan çocuklar var, git sende oyna" dedi.
Doğu doğrulduğunda, Sina sağ elini kalbine koyarak "sağol Doğu amca" dedi.
Doğu ise Sina'ya gülerek cevap verdi.
Ama Doğu'nun fark ettiği bir şey vardı. Bir kadın vardı; altında bol, yırtıklı olan bir mavi kot vardı. Üstünde gri bir tişort vardı. Bir omzu açıktı. Tişörtün üstünde bir resim paleti vardı.
Saçları omzundaydı ve kızıllıklar vardı. Mavi gözleri ile kızıllıklar eşleşiyordu. Kafasında ters duran lacivert bir şapkası vardı.
Boynunda üç-beş tane, gümüş farklı farklı kolye vardı. Ve parmaklarının çoğu yüzükle doluydu.
Hiç kınaya gelmiş gibi değildi.
Doğu bu kişinin biri olduğundan şüpheleniyordu. Ama o kişiyi o kadar uzun süredir görmemişti ki; o muydu yoksa değil miydi? İşte onu bilmiyordu.
Sina'nın omzuna dokunarak kadını gösterdi.
"Bu kadın kimmiş? Öğren"
Sina hızla yerinden kalktı. Önce kadına yakın bir sandalyeye oturdu. Sonra yavaş yavaş yaklaştı ve en son kadının yanındaydı.
Çocukluğunu ortaya koydu ve "merhaba abla" dedi, tatlı bir şekilde.
Kadın ise Sina'yı gördüğünde gülümsedi. "Merhaba" dedi gülümseyerek.
Sina bu sefer pisti izleyerek "neden bu kadar mutsuzsun?" Diye sordu.
Kadın gözlerini Sina'dan çekti. "Asla görüşmem dediğim kişinin kınasına geldim" dedi. Ve tekrardan Sina'ya baktı. "Sen kimsin?"
Sina "benim adım Sina, Soyadım Demir. Ben kız tarafıyım" dedi.
Sonra kadına bakarak "sizin adınız ve soyadınız ne?" Diye sordu.
Kadın parmaklarındaki yüzükle oynamaya başladı. “Ben adım Esen Yılmaz. Ben de erkek tarafıyım”
Sina şaşırmış bir ifadeyle "siz Eren abi'nin kuzeni misiniz?" Diye sordu.
Esen ise "gibi gibi. Aslında biraz daha yakın. Ama aramızda kalsın Sina. Benim burada olduğumu, adım ve soyadım... Aramızda" dedi yüzüklerle oynamayı bırakıp.
"Abime söylerim. Ben abimden bir şey saklamam"
"Abin kim?"
"Mert Demir benim abim"
Esen ise başını salladı. Buraya geldiği bilinmemeliydi çünkü eğer bilinirse bu şehirden çıkamazdı. Onun hedefi görünmeden ailesinin yanında durmaktı. Bekli onlar yanında durmamıştı ama Esen pes etmeyecekti ve Ailesini takip edecekti. Onları bırakmayacaktı. Adı geçsin, hemen yanlarına gidecekti. Ama demekki unutulmuştu. Adı geçmiyordu. Bir kere Esen demeleri yeterdi. Esen 16 yaşından beri tek yaşıyordu. Hayat böyle istemişti ve Esen'in de işine gelmişti. Hayalini başarmıştı.
Artık kına vakti gelmişti. Sina ve Esen, uzun uzun sohbet etmişlerdi.
Kına girişinde kızlar ve Minel girdikten sonra mükemmel bir şarkıyla kaynana ve teyzeler halalar oynayacaktı. Oynamak derken halay çekeceklerdi. Buna Doğu girmeyecekti de kim girecekti?
Minel'i ortaya oturttular ve kızlar giriş yaptı. Önce biraz garip gurup hareketler yaptıktan sonra Minel'in oturduğu yerin arkasına sıralandılar.
Şimdi şarkı zamanıydı. Doğu Oğlan Bizim Kız Bizim açtı ve hemen halayın başına geçti.
Ecrin sandalye de oturup kocasını izliyordu çünkü ha doğurdu doğuracaktı.
Elindeki mor mendili sallıyordu, Doğu.
Şarkının bir kısmında Eren davulla girdi. Arkasından ise ekibi girdi.
Eren bir taraftan davulla şarkıya uyum sağlarken, erkekler ellerini birbirine vurarak Eren'e uyum sağlıyorlardı.
En son şarkı bitmişti ve Doğu oyun havası açtı. Daha hazırlamamışlardı. O sırada da oyun havası çalsın diye düşündü, Doğu.
Mavilim açtı Doğu.
Pistin kenarına geçtiğinde Sina ve Mert'in de orada olduğunu gördü. Hemen yanlarına geçti.
Elinde ki mendili sallaya sallaya Sina'ya yaklaşıyordu. bir taraftan da şarkıda geçen "mavilim incilim, yar yar" diye şarkıya eşlik ediyordu.
Sina ise Doğu'ya ters ters bakmakla meşguldü. Mert ise Sina'ya bakıp gülüyordu.
Bu şarkı bittiğinde Doğu koşarak şarkı ayarlamaya gitti. Sina ise Doğu'nun olmamasından faydalanarak abisine daha çok yaklaştı.
Mert ise Sina'nın bir şey diyeceğini anlamıştı. Sina'ya doğru eğildi. Sina ise. "Bana göre saat 5 yönünde bir kadın var. Saçlarında kızıllar filan var. Adı Esen Yılmaz. Eren abinin neyi olduğunu söylemedi ama yakınıymış" dedi ve geri çekildi.
Mert hemen kafasını kaldırdı ve baktı. Hedefi bulduğunda dikkatle inceledi. Bir not defterine bir şeyler yazıyordu ya da çiziyordu. Bu yaptığı tanınması için yeterliydi.
Esen gelmişti. Mert buna şaşırmıştı. Ama Eren'e bakınca Esen'in burada olduğunu bilmediği belliydi. Mert, Nare'ye döndü. Onunda haberi yoktu.
Bir anda yüksek yüksek tepelere açıldı ve daha yeni Minel'in etrafında dönen grup bu sefer ellerinde mumla dönmeye başladı. Ve artık Minel'in başında al bir tül, Eren'in omzunda ise yeşil bir tül vardı.
Mert durgun adımlara Esen'in yanına gitti. Herkes Minel'in başındayken tam zamanıydı.
Az önce Sina'nın oturduğu sandalyeye oturdu ve "birgün gerçekten karşılarına çıkabileceksin, buna inanıyorum. Belkide onların bir portresini çizeceksin... Kim bilir. Ama kesin olarak söyleyeceğim bir şey varsa; Eren kollarını açıp seni bekleyecek. Ne olursa olsun" dedi. Cümlesini bitirdiği gibi Esen'e baktı.
Esen dümdüz karşısındaki adama bakıyordu ki, adam kendisine döndüğünde onun Mert Demir olduğunu anlamıştı. Şirket sahibiydi. Onu tanımayan yoktu. Belki de vardı ama Kendisi tanıyordu daha ne olacaktı.
Esen'in önce gözleri büyüdü. Sonra kaşları hava kalktı ve tam zıttı olarak çatıldı.
"Sina hemen anlatmış sanırım"
"İsim soyisim söylemesi yeterli. Eren yakın dostum. Olayları biliyorum"
Mert oturduğu sandalyeden kalktı ve kınanın olduğu yere doğru ilerleyen başladı. Kadınların arasından geçti ve en son karısının yanına vardı. Şimdi kına takılacaktı.
Kına yak ellerime açıldı ve ortaya Aden geçti. Hemen yanında ise Mete vardı. Aden biraz bekledi. Önceliği Minel'in biraz ağlamasıydı.
Ama Minel sırıtıyordu. Minel hariç herkes ağlıyordu. Aden kenardaki Ecrin'e baktı ve bakmaz olaydı. Hüngür hüngür ağlıyordu, Ecrin.
Aden kısık sesle "hadi bismillah" dedi ve eline kınayı aldı. Yere çömeldi ve Minel'in elini aldı. Tabii ki elini açmadı. Hemen Nare geldi ve bir eline üç tane tam altın koydu.
Aden şaşırmış bir ifadeyle "maşallah" dedi.
Sıradaki şarkı açıldı ve şarkı Gelin hoş geldin'di.
Diğer eline de aynı şey yapılmıştı. Aden, Minel'in elini dikkatle eldivene yerleştirdi. Bir insanın iki elinde 220 bil 128 lira olabilir miydi?
Ayağa kalktı ve yavaşça Nare'nin yanına gitti. Kulağına "vay kaynana ne bu bolluk? Bu paranın kaynağı ne Nare Sultan?" Dedi.
Nare ise gülerek omuz silkti.
Aden durmayarak "bende kendi düğünümde böyle bir şey bekliyorum ama Nare Hanım" dedi.
Nare ise "neler istersin Aden kızım?" Diye sordu.
"Neler olursa"
İkisi de gülerek bu konuşmayı bitirdi.
Mete, Eren'e kına sürer gibi yaptı ama sürmedi. Minel'in annesi geldi, Eren'in cebine altı tane tam altın attı.
Aden bir kere daha kalp krizi geçirdi. Şuan Minelle bile evlenebilirdi.
Şimdi testi kırma vaktiydi. Doğu hariç tüm erkeklerin çıkması gerekiyordu.
Mert hariç hepsi çıktı. Bir tane kadın geldi ve Mert'e "oğlum hadi sende çık" dedi. Mert ise buna tepki göstererek "yok abla ben Doğu gibi burada duracağım" dedi.
Bu sefer kadın kaşlarını çattı. "Ama Doğu evladım Konyalıymış. O durabilir"
"Ben de konyalıyım abla hatta şivede var bende. Nörüyon abla?"
"Çık"
"Hamile karım var"
"Tamam çıkma"
Mert kadından kacarcasına karısına doğru koştu.
Seni anan benim için doğurmuş açtılar ve bir sandalye çektiler. Oraya da Eren'i oturttular. Eren çeketini ayak ucuna açtı ve koydu. Minel üç tür attı ve testiyi Eren'in ayak ucuna fırlattı.
Testi kırıldı ve içinden paralar çıktı. Ama hiç bir çocuk koşmadı.
Çünkü Sina önden hepsini tehdit etmişti.
Eren'de ortamı terk etmişti. Doğu yerine geçmiş şarkıları ayarlıyordu. Sina ise bu sefer etrafı gözlemliyordu. En çok da Esen'e bakıyordu. Çünkü Esen bir şey yapacaktı ve zamanı bekliyordu.
Oy atlıya atlıya açıldı ve Nare ile Minel pistin ortasına geçtiler. Diğer kişiler ise etraflarında geniş bir halka oluşturdular.
Esen'de o halkanın en sonuna geçmişti. Şapkası düzdü ve yüzü belli olmuyordu.
Nare ve Minel karşılıklı oynarken şarkının o kısmına geldiler.
Kaynanam Melek gibi
Görümcem çicek gibi
Kendileri oynamaya devam ettiler.
Kaynanam Melek gibi
Görümcem çicek gibi
Züleyha tam görümcem dediği gibi ortaya Esen geçti.
Minel bu kişinin kim olduğunu bilmiyordu. Ama Nare gördüğü gibi yerinde kalakaldı.
Kızı gelmişti. Yıllardır özleminden kavrulduğu kızı gelmişti.
Hızlıca Esen'e sarıldı. Vakit kaybetmek istemiyordu.
Minel ise bu kişinin kim olduğunu çözmeye çalışıyordu.
Doğu hızlıca şarkıyı kapattı ve arkadan izlemeye başladı.
Nare sıkıca sarılıyor ve bırakmak istemiyordu. Ama bir süre sonra geriye çekildiler. Yanlarına Minel geldi ve Esen'i inceledi.
Nare ise bir Minel'in elini Bir de Esen'in elini tuttu. Minel'e baktı ve Esen'i gözleriyle gösterdi.
"Kızım, Yıllardır görüşmediğimiz kızım"
Minel Esen'e gülümsedi ama kalbine bir hançer saplanmıştı. Eren kardeşi olduğundan hiç bahsetmemişti. Yıllardır bir ilişkileri vardı ama bir kardeşi olduğunu söylemişti. Kardeşini neden söylemezdi ki Bir insan? Görüşmıyorsan görüşmüyoruz diyebilirdi.
Minel bozuntuya vermedi ve Esen ile tanıştı. Görümcesini kına gecesinde öğrenmişti.
Doğu ortamı güzelleştirmek için roman havası açmaya karar verdi ve ultra mega becerilerini sunma kararı aldı.
Kaldır beni dansa açtı ve piste geçti. Mor mendilini çıkardı ve şarkıya uyum sağlamaya başladı. Karşısına hemen Aden geçti.
Mert eline telefonu aldığı gibi Mete'yi aradı. Mete açtığı gibi "burda biri roman havası oynuyor, görmen gerekiyor. Koş" dedi. Mete ise bir şey demeden telefonu kapattı.
Beş saniye sonra kapıda Mete belirdi. Girdi ve hemen Mert'in yanına geçti. Aden öyle iyi oynuyordu ki, Mete konuşamadı.
Ama Doğu da çok iyi oynuyordu. Roman oynayan Erkek çok çekici lafını tam olarak uyguluyordu.
Şarkı bittiğinde Aden, Mete'yi gördü. Hemen yanına gitti. Mete, Aden'in belinden tuttu ve kendine çekti.
"Böyle oynamaya devam edersen, kendimi boğacağım"
"Sana daha çok ihtiyacımız var. Sakin öyle bir hata yapma"
Mete gözlerini kıstı. "Bende istiyorum böyle bir dans. Ama etrafta insanlar olmadan"
Aden, Mete'nin ensesinde biraz oyalandı ve "tabii canım karşında oryantal dansçısı var zaten" dedi ve piste doğru kaçtı.
Mete, Aden'in koşuşunu izledi ve en son güldü.
🌪️
Düğüne hazırdık. Üstümde siyah bir Polo yaka ve altımda siyah bir kumaş pantolon vardı. Sina'da aynıydı. Yanımda Karan duruyordu ve Asuman ile Masal'ı bekliyorduk.
Kırmızı bir elbiseyle benim güzeller güzeli karım merdivenlerden indi. İnce aslılı, dün ki gibi uzun ve yırtmaçlı olan bir elbiseydi. Göğüs yerinde bir şey yoktu. Ama Masal'a sarıldığımda tenine temas etmiştim. Sırtı açıktı. Arkadan iplerle bağlanmıştı.
Geri çekildim ve yürümeye başladım. Masal ise elimden tutuyordu ve peşimden geliyordu. Dışarı çıktığımda arkamdan Sina ve Bade de geldi. Masal'ın kapısını açtım ve Masal koltuğa yerleşti. Sonra ben kendi koltuğuma geçtim.
Arabayı çalıştırdım ve düğün yerine doğru sürmeye başladım. Arkamdan Karan da geliyordu. Dün Dalya ablayı görmemiştim. Dün mahkemeden sonra yeni evlerine geçmişti. Ev daha tam olarak hazır değildi.
Belliydi, zamana ihtiyacı vardı. Zaman onundu.
Düşünceler aklımı yiyordu. Aklımda tonlarca fikir vardı. Hangisini ilk uygulayacağım bile belliydi. Tek gereken zamandı. Boşanmalarıydı.
Mekana gelmiştik. Açık bir düğün salonuydu. Daha insanlar gelmemişti. Biz erken gelip bir kaç şeyi ayarlayacaktık. Şarkıların başında gene Doğu olacaktı.
Arabadan indim ve Masal'da indi. En son arabayı kitledim. Masal ve ben önden yürürken arkamızdan Sina ve Bade geliyordu. Bade dünden beri siktiğimin deyip deyip duruyordu.
Sina uyarıyordu, ben uyarıyordum ama iş babama kalmıştı. Babamla yeni tanışsalar bile babamı kısa sürede çok iyi tanıdılar.
Bade, çok rahat baba diyordu ama Sina öyle değildi. Gözlemliyordu. Önce Emin olmak istiyordu. Güven problemi olacaktı, belliydi. Ama bunu aşacaktı. Şu planlar bitsin.
En ön taraftan bir yere oturduk. Kendimizi kız tarafı ilan etmiştik. Konvoy İzmir'de sıkıntıydı.
Korna sesleri gelmeye başlamıştı. En önden Doğu'nun arabası belli olmuştu bile. Arkada ise Eren'in düğün arabası.
Konvoy araçları tek tek, sırayla durdu. Eren ve Minel en önde olmak şartıyla, sırayla alana giriş yaptılar. Minel ve Eren kendi odalarına geçtiler. Diğerleri ise bir masaya yerleştiler.
Artık insanlar gelmeye başlıyordu. Salon dolmuştu. Doğu giriş müziği ayarlıyordu. Ve bir anda yüzünde Zafer gülüşü belli oldu. Bulmuştu.
Şarkıyı bilmiyordum ama güzel bir melodiydi. Süslü giriş yerinden Minel ve Eren geçiyordu. Gerçekten mükemmel gözüküyorlardı.
İlk dansları olacaktı. Piste geçtiler ve Doğu bir tuşa bastı.
Gökhan türkmen'den Aşk açılmıştı.
Bu adam işini biliyordu.
Eren ellerini Minel'in beline, Minel ise ellerini Eren'in omzuna yerleştirdi. Uyumlu ayak hareketleriyle bir sağa bir sola ilerliyorlardı. Arada bir dönmeyi de eksik etmiyorlardı.
Minel'in iki elbisesi vardı bugün. Biri şuan giydiği uzun, harbi gelinlik diyebileceğimiz bir gelinlikti. Diğeri ise mini olan, eğlence başladığında giyeceği elbiseydi. Elbiseydi çünkü tek ayrıntısı beyaz ve aşırı süslü olmasıydı. Kendini belli ediyordu.
İlk dansları bittiğinde Son Arzum açıldı ve tüm çiftler piste davet edildi. Normalde çıkmamız gerekiyordu fakat Masal'ın dikişine güvenmiyordum. Biraz daha zaman geçmeliydi.
Ayakta bile durmasını istemiyordum ki Masal sanki bana inat her saniye ayağa kalkıyordu.
Hemen önümde bana tatlı tatlı baktı. Elinden tuttum ve yanımdaki sandalyeye oturttum.
"Masal, dikişin daha çok yeni. Aden seni yoğun bakıma almamak için hızlı taburcu ediyor. Ayakta durmamalısın. Karnında ki miniği düşün"
Kafasını salladı ve insanları izlemeye başladı.
En sonunda çiftlerin dansları bitmişti. Artık oyun havası sırasıydı.
Benim favori şarkım açılmıştı ama oturmak daha güzeldi.
Sağıma baktığımda Ömer bana koşarak geliyordu. Geldiğinde beni tutup direkt ayağa kaldırdı. Piste doğru geçtiğimiz de artık oynuyorduk.
Doğu ise kesinlikle bırakmadığı mor mendiliyle yanımıza gelmişti.
Aynı anda üç kişi şarkıya eşlik ettik.
"Her gün gider sinemaya, hamama"
Son nakaratı geldiğinde kendimi sandalyeme attım. Bugün biraz etrafı gözlemlemek istiyordum.
Ama Doğu durmuyordu. Favorilerden gidiyordu.
Bu sefer Mete kaldırdı beni. Oyun havası bir başkaydı. Karşılıklı oynamanın zevki başka bir şeyde yoktu.
Sarmaşık güllere dolaştım
Sarmaşık güllere dolaştım
Öptüm sevdim, helalleştim
Öptüm sevdim, helalleştim
Meteyle uyum içerisinde dönerken, piste gelen geliyordu.
En son karşımda oynayan Meteydi ama artık Semih Sererdi.
Yavaşca yaklaştım ve "niye geldin lan puşt?" dedim. Yani aslında bağırdım çünkü bir birimizi duymak biraz imkansızdı.
Bir tur daha döndüğümüzde bu sefer o yaklaştı. "Altın takmaya geldim, sakin ol Demir"
Karşılıklı oynamaya devam ettik. Bir tur daha döndük ve bu sefer tekrardan ben yaklaştım.
"Siktir git, yoksa bu kadar insan var demem belimdeki silahı çeker, kafana sıkarım"
Güldü "sakin ol Demir. Gidiyorum ya" dedi ve yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı.
Artık oyun havası yerine biraz daha kopmalık şeyler çalıyordu.
Ortada durup Semih Serer'in nereye doğru gittiğine bakıyordum. Bir masadaki boş şarabı aldı ve yoluna devam etti.
Bende allık allık bakmak yerine Nare ablanın yanına gittim.
"Nare abla halay nerede ya?"
"Bunlar elit, çekmiyorlar halay"
En son yerime oturmuştum. Masal bana bakıp "daha yeni karşılıklı oynadığın babam mıydı?" Diye sordu.
Kafamı salladım.
Bir insan ezeli düşmanıyla karşılıklı oyun havası oynar mıydı?
Masada bana ayrılmış şarabı kafama diktim. Ayağa kalktım ve Doğu'nun yanına gittim. İstek bir şark belirttim ve ortaya geçtim.
Şarkı açıldığında Eren gülerek yanıma yaklaştı.
Hey hey,
Hani ya da benim elli dirhem pırasam, pırasam
Üç mum yaksam konyalıyı arasam
Of of, Konyalım yürü
Şarkıya eşlik ediyordum.
Eren'e bu şarkıyı açıyordum ve nedeni bilinmeyen bir keyif veriyordu. Hâlâ da o keyifli veriyor.
"Konyalının kaşlarına vurgunum" diyerek yerime oturmaya geçtim.
Şarkının devamı vardı ama ayakta benim de çok durasım gelmiyordu. Enerjimi ileri ki saatlerde atmayı planlıyordum.
Zaman geçmişti takı töreni olmuş pasta gömmüştük. İnsanlar azalmaya da başlamıştı. Orta da Doğu yoktu. Gene bir yere gitmiş diye düşünmüştük ve Doğu'nun yerine Selim'i oturtmuştum.
Hakan gene iş başındaydı. Ceylin'e bir çiçek gelmişti ve notu mikrofon ile okunacaktı.
Şarkı bittiğinde Selim "Bir not var burada, çiçek gelmiş birine ve o not bu not. Şimdi izninizle okuyorum; Gözlerine baktım ve anladım, istemiyorum dedim ama kalbini gördüm. Korkma, sadece kalbini dinle"
Hakan gene romantiklik peşindeydi. Adam işini biliyordu. Stratejik ilerliyordu ve sevdiğine kavuşacaktı.
🌪️
Ceylin notu duyduğu gibi kendini lavaboların olduğu yere attı. Bir kapı vardı, oraya girdi. Kare bir alandı koridor gibiydi. Bir taraf erkekler Bir taraf kadınlar diye ayrılıyordu. Kadınlar bölümüne gitmedi. Sadece duvara yaslandı.
Önünde ki kapı açıldı ve Hakan girdi. Kapıyı kapattı ve kilitledi. Ceylin'e yavaş yavaş yaklaştı ve "kalbin şuan ne diyor?" Diye de sordu.
"Çok şey diyor. Ama ayıramıyorum, doğru ne? Yanlış ne?"
"Ben sana doğru olanı söyleyim, kimseyi dinlememek ve ilerlemek. Seni gerçekten seven birine güvenmek"
Ellerini saçlarına attı ve "bilmiyorum' dedi, bıkkınlıkla.
Hakan bir elindeki şarabı Ceylin'e uzattı. Diğer elindeki şarabı ise tekledi.
Kenara bardağı koydu. Ceylin ise bitirdiğinde Hakan'ın koyduğu yerin hemen yanına koydu.
Hakan bir adım daha attı Ceylin'e doğru. Artık çok yakınlardı. Ceylin'in gözünden Bir damla yaş aktı ve "özledim" dedi.
Hakan ise "sen mi, ben mi?" Dedi.
İşte o an ikisi de beklemedi; önce sarıldılar sonra dudaklarını birleştirdiler. Hakan sanki bu anı korumak istermiş gibi Ceylin'i belinden kavradı ve havaya kaldırdı. Kadınlar tuvaletinin oraya geçecekti ki kapıyı tıktıklamayı da ihmal etmedi. Birinin onları böyle görmesi sıkıntı olabilirdi. Kadınlar tuvaletinin oraya girdiklerinde Hakan Ceylin'i bıraktı ve teker teker her bölmeyi tıktıkladı. Kimse yoktu.
Hakan unutmadan kapıyı da kitledi ve özlemini gidermeye Ceylin'in yanına gitti. Tekrardan Ceylin'i havaya kaldırdı.
Aden'in hızlı olması gerekiyordu. Tek ihtiyacı şuanda ellerini yıkamaktı. Fakat kapı açılmıyordu. Buraya bakan görevli de yoktu.
Zaman kaybedemeyeceği için tek şıkkı kapıyı kırmaktı. Elbise filan dinlemedi ve kapıya bir omuz attı. İlk darbede kırılmadı. Sıra ikincideydi. İkinci darbede artık o küçük koridora geçebilmişti. Kadınlar diye gösterdiği yere geçti ve kulpu çevirdi. Gene açılmadı.
Omuz atmaya hazırlanırken Bir taraftan da "bunu yapanın annesi benden kaçsın" diyordu.
Bu kapı birinci darbede kırıldı ve içeri girdi.
Tek sorun şuydu ki Hakan ve Ceylin sesi siklemediği için birinin geldiğini anlamamalarıydı.
Aden girdiğinde böyle bir manzara gördüğü için eliyle o kısmı kapattı. Arkasına döndü ve ellerini yıkadı. Tam çıkacakken bunların birilerine yakalanma ihtimalleri olduğunu düşündü. Ve minik bir şekilde öksürdü.
Bozuntuya vermedikleri için bir daha öksürdü. Ama aynılardı.
Ve Mete geldi. "Buraya noldu?" Diye gelirken Aden'in minik öksürüklerle Hakan ve Ceylin'i ayırma çabasında olduğunu gördü. Aden'e "sen koş ben halledeceğim" dedi ve Aden ışık hızıyla yok oldu.
Mete ise Aden'in tekniğini denedi ama bir boka yaramadığını gördü.
Önce boğazını temizledi ve "Hakan, Semih Serer baskın attı ölüyoruz. Adam herkesi kesiyor" dedi ve Hakan bir anda Ceylin'i arkasına aldı, belinden silahı çıkarttı ve Meteye doğru uzattı. Mete ise Hakan'ın eliyle beraber silahı tekrardan yerine yerleştirdi.
Hakan'ın omzuna vurarak "hadi sen kırmızı rujunu tazele de gel" dedi ve ortamı terk etti.
Artık etrafta Mete de yoktu.
Hakan yüzünü yıkadıktan sonra önce Ceylin çıktı sonra ise Hakan.
Düğün bitmişti bile. Artık herkes evlerine dağılıyordu.
Yoldayken Mert'e ve diğerlerine bir haber geldi ve hepsi hastaneye sürmeye başladı.
🌪️🌪️🌪️
Bitti
Bu bölüm geç geldi farkındayım ama uzun bir bölüm.
Toplamda 3 bölüm ediyor bu bölüm.
Fikirlerinizi almak istiyorum.
Buyrun yorumlara👉🏼
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.11k Okunma |
6k Oy |
0 Takip |
40 Bölümlü Kitap |