
Herkese merhabalar. Nasılsınız bakalım? Yeni bölümü beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayalım.
13.Bölüm: "İhanet Hançerinin Ateşi"
Bitti, öldük...
Defne ve Serap
Bölüm şarkısı Fazıl Say - İnsan insan
Yazarın anlatımıyla.
Bakışları Cesur'u buldu. "Uyandı mı?" Cesur başını iki yana sallayarak mavi gözlerini karşısındaki adama sabitledi. "Hayır, abi." Adam arkasını dönüp tedirginlikle alt dudağını dişlerinin arasına alarak ısırmaya başladı. Kızın onunla oyun oynaması onu öfkelendirmişti. Onu aptal yerine koyması ise başka bir boyuttu.
Gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. Aklında onunla ilgili planları vardı. Fakat kıza zarar vermek istemiyordu. Arada kalmıştı. Omuzlarını dikleştirip omzunun üzerinden baktı. "Uyanınca haberim olsun."
"Tamam" deyip hızlıca odadan çıktı. Birkaç saniye sonra ise kapı tekrar çalındı. "Gel" diye emretti kalın sesiyle. Bu kez gelen Çoban'dı. Çoban içeri girer girmez kapıyı sertçe kapadı, anlaşılan öfkeliydi.
"Savaş, kızı neden getirdin buraya?" dedi aniden hesap sorarak. "Onu buraya getirmen doğru değil."
Savaş arkasını yavaşça dönüp başını hafifçe yana doğru eğdi. Gözlerini kısarak karşısındaki adamın ne yapmak istediğini anlamaya çalıştı. "Ne zamandan beri doğrularımı sorguluyorsun?"
Çoban başını dikleştirip yutkundu. Karşısındaki Savaş'tı. Onu haksız çıkarmak ölümüne imza atmak demekti. "Bence artık doğrularını sorgulaman gerek." Ancak şimdi zamanı değildi. Çünkü Savaş hata yapıyordu. Çoban onun sonradan pişman olmasını istemiyordu.
"Çoban!" dedi sertçe. "Benimle alay eder gibi oyun oynadı. Gitmiş Taha' yla işbirliği yapmış. Onu nereden bulduysa artık. Benim şu an Taha'ya borcum var. Hem de hiç haberim olmadan."
"Farkındayım, ama bir amaç için yapmış."
Alayla gülerek ellerini sert bir şekilde masaya vurdu. "Sen neden onun tarafını koruyorsun?"
"Çünkü o kız senin nişanlın Sarp Baysoy! Ona zarar vermeyi düşünmüyorsun herhalde?" Savaş öfkeyle gözlerini kapatıp elleriyle sertçe yüzünü ovuşdurdu. Gerçeği kabullenmek zordu.
"O yaptığım zaten baştan sona hata. O aptal kızın elinde oyuncak oldum zaten. Olmadığım bir kişiliğe bürünmek ne kadar zor biliyor musun?"
"O seçimi sen yaptın. İstemiyorsan kızın duygularıyla oynama. Durduk yere yakınlık gösterme. Anlaşmaya uy, işini bitir ve ayrıl."
Savaş gözlerini kısıp karşısındaki adama dikkatlice baktı. İşleri karmakarışık hale getirmişti. Nereden bilebilirdi ki, annesinin bulduğu kızla öldürmek istediği kız aynı kişinin olduğunu. Sustu. Aralarında derin bir sessizlik vardı.
"Etkileniyorsun değil mi?" dedi Çoban Savaş'a bakarak. "Kızdan etkilendiğin için, ona kıyamayacağın için sinirlisin."
"Nereden çıkardın?"
"Bakışlarını görmedim mi sanıyorsun? Savaş, sen o kız için 4 aydır üzerinde çalıştığın operasyonu iptal ettin, sırf o zarar görmesin diye, gelmiş burada bana umursamazlık taslama."
Savaş aşık olsa bile bu imkansızdı. Çünkü onların asla birlikte olamayacağını Savaş çok iyi biliyordu. Kim gidip bir katile aşık olur ki? Aşık olsa bile oldukları durum ve Tara asla buna izin vermezdi. Kanunlar ve yasalar vardı.
"Annemin yüzünden. Kıza bir şey olursa benim kimliğimi ortaya çıkaracakmış. Kızı korumam gerektiğini söylüyor sürekli. Bıktım artık." Annesini bahane getirse de içgüdüsel olarak kendisi de kızı korumak istiyordu. Belki de nişanlısı olduğu için öyle düşündüğünü düşündü.
"Halil Kantar'ın canavar olduğunu biliyorsun herhalde?" diye sordu Çoban imayla.
"Biliyorum, o yüzden evlenmek zorundayım ya? Kızın bundan haberi bile yok." Çoban siyah kaşlarını çatıp, eliyle çenesini sıvazladı. "Bir dakika. Sen Halil'den korumak için onunla evlendiğini Defne bilmiyor mu?"
"Hayır Defne'nin hiçbir şeyden haberi yok. Annesi planlamış her şeyi. Halil Türkiye'ye geri dönüyor. Annesi kızını korumak için benimle evlendiriyor. Ve Defne de sağ olsun hiç yerinde durmuyor. Benim işlerime karışarak asabımı bozmakta bir numara."
Çoban şaşkınlıkla dudaklarını aralarak kaşlarını hafifçe havaya kaldırdı. Yaşadığı şok etkisiyle aydınlanarak ağzı açık kaldı. "Defne eğer gerçeği öğrenirse yıkılacak. Ortada resmen büyük bir oyun dönüyor."
Savaş başını hafifçe sallayarak, dudaklarını ısırdı. "Hem de çok büyük oyun. Ama anlamadığım Halil neden bunları yok etmek istiyor? Aralarında bizim bilmediğimiz bir şey var. Ama ne?"
"Bu işin sonu hiç iyi yere gitmiyor. Bu işin ucu bize dokunmasın?" Çoban tedirginlikle Savaş'a baktı. "Bize doğru geldiğini görürsem zaten bırakıp gideriz hep yaptığımız gibi." Savaş için zor olan ise Defne'ni ateşin ortasında bırakmak olacaktı. Ona karşı duyguları yok ve kendini ailesini kurtarmak için Defne'den vazgeçmesi gerektiğini de biliyordu.
"Ama?"
"Ama Defne'nin zarar görmesini engelleyemem."
Ortalıkta büyük bir oyun dönüyordu. Ve bu oyunun tek kurbanı Defne'ydi. Bu oyunun sonu belliydi. Savaş bu oyunu engelleye bilirdi ama engellemek istemiyordu. Araya karışmak istemiyordu. Çünkü ortada Tara vardı. Tara Savaş'a böyle bir yetki vermemişti. Savaş Karakurt Tara'nın lideri olmasına bu kadar yakın iken görevini riske atamazdı. Bu yüzden Defne kurban gidecekti. Halil Kantar'ın karşısında durabilecek güçte olan tek kişi Savaş Karakurt'tu. Ama o da geri çekilmeyi seçiyordu. Çünkü alınacak bir intikamı vardı.
Kapı tekrar çalındı. "Efendim?"
"Gel Cesur."
"Kız uyandı."
Defne'nin anlatımıyla.
Gözlerimi açtığımda karanlık bir depoda elleri bağlı bir şekilde yerde yatıyordum. Kafam acı içinde zonkluyordu. Sanki kafamı sert bir yere çarpmış gibi canım yanıyordu. Başımı kaldırıp arkada bağlanmış ellerimle doğrulmaya çalıştım. Bana ne olduğunu hatırlamaya çalıştım. Sırtımı soğuk duvara yaslayıp basenimin yukarı kısmına kadar kıvrılmış eteğimi düzelttim. Fakat kısa olduğu için pek bacaklarımı örtmedi.
"Uyandın mı savaşçı?" Ses duyduğum yere başımı çevirdiğimde karanlıkta bana doğru gelen üç maskeli adam gördüm. Bu Savaş'tı. Ortada asker adımlarla yürüyen ve her zamanki gibi eldivenlerini giyen oydu. Diğer ikisi ondan bir iki adım arkada geliyordu.
Tam gelip önümde durduklarında öfkeyle hepsinin gözlerinin içine baktım. Çünkü hepsi maskeliydi.
Aniden gözlerim Savaş'ın sağında duran adama kaydı. "İsmin ne?" dedim ciddi tonda. Adam afalladı. Önce Savaş'a sonra bana baktı. "Ne yapacaksın ismimi?"
"Köpek dememi istemiyorsan ismini söyle."
Savaş bakışlarını çevirip adama baktığında adam "Cesur" dedi öfkeyle.
"Cesur, bana ceketini ver." dedim emrederek. Her üçü şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. "Ne yapmaya çalışıyorsun?" diye Savaş keskin sesle sorduğunda "bir ceketle ne yapabilirim?" diye sordum alayla. "Cesur, bana ceketini ver, dedim sana."
Adam dediğimi yapıp ceketini çıkardı. Neden mi dediğimi yaptı? Çünkü ne yapacağımı merak ediyordular.
Bana doğru yaklaştığında "ceketini bacaklarımın üzerine koy" dedim gözlerinin içine öfkeyle bakarak. Şaşkınlıkla başını çevirip Savaş'a baktı. Savaş başıyla onayladığında ceketiyle dışarıda kalan bacaklarımı örttü. Bir daha kısa etek giyer miyim asla!
Ceketini bıraktıktan sonra geri çekilerek yerini aldı.
"Şimdi rahatladın mı?" diye sordu alayla Savaş.
"Çok."
"Nişanlının adına çok üzülüyorum. Böyle bir kızla evlendiği için kötü hissetmiş olmalı." Alayla söylediği cümleyle karşısında eğileceğimi zannetti. Ama ben eğilmezdim.
"Merak etme sen. Onu iyi hissettirecek şeyler de yapıyorum." Şeytani gülüşle gözlerine baktığımda kaskatı kesildiğini anlamıştım. Fakat ilginç olan yanındaki adamlar söylediğim cümleyle kendi aralarında kıkırdamaya başladılar. Savaş ikisine de kısa bir bakış atıp bana döndü.
"Korkmuyor musun?" Karanlık sesi bile beni korkutmuyordu.
"Korkacak bir şeyim yok ki..."
"Ya biricik nişanlına bir şey olursa?"
Beni tehdit etmeye çalışıyordu. Tuzağına düşmeyecektim. Sarp'ın benim için değerli olduğunu bilmeyecekti.
"Sarp Baysoy'a değil silah, parmak kaldırsan o parmağını kırıp bir yerlerine sokar."
Evet, yine kendinden emin konuşan Defne Yıldız Aksoy. Bir gün ölürsem bu dilim yüzünden olacak.
Savaş'ı şaşırtmaya devam ediyordum. Hiç beklenmedik cevaplar geliyordu. Açıkçası ben bile öyle konuşmama şaşırıyordum.
"Yani Sarp komiser Savaş'tan güçlü öyle mi?" Bu kez soruyu Cesur sormuştu.
Hayır Savaş daha güçlüydü. Ama Sarp çok zekiydi. Savaş'ın zeka seviyesi bilemediğim için pek konuşmak doğru değildi.
"Sorularını bitirip beni buraya neden getirdiğini sorabilir miyim?" Ellerini cebinden çıkarıp bana doğru geldi. Zarar vermeyeceğini biliyordum. Hesap sorar gibi üzerime eğildiğinde "benimle oyun oynarken başına bunların geleceğini bilmiyor muydun?" diye sordu sert tonda.
"Emin ol tuzağıma düşeceğini hesaba katmamıştım." Gerçekten de öyleydi. Çünkü karşımda koskocaman Savaş Karakurt vardı. Ama her şeye rağmen riske girmeye çalıştım. Ve sonuç başarıyla tamamlandı. Ben şok.
Erkeksi şekilde gülerek omzunun üzerinden solundaki adama baktı." Duydun mu Çoban? Küçük savaşçımız riske girmeyi seviyormuş." Çoban mı? O nasıl bir isim be? Komiğime gelmişti. Hayır Defne. Şimdi sırası değil. Düşünsen güleceksin.
Cesur Çoban Savaş'a girmiş.
İçimde yaptığım espriye kendim kıkırdarken aniden Savaş kafasını bana doğru çevirdi. Gözleri donuk bakıyordu. Neye güldüğümü anlamak ister gibi bakıyordu. Ve sanırım ona güldüğümü dsşündü. Hayır. Bir şey yapacaktı. Aniden elleriyle saçlarımı tutup geriye doğru çektiğinde acı içinde inledim. O kadar sıkı çekiyordu ki, saç diplerim acı içinde kıvranıyordu. "Yapma, canımı yanıyor" dedim bağırarak. Öldürürse öldürsün ama işkence vermesin. Dayanamam.
O ise saçımı daha sertçe çekip kafamı kendine yaklaştırdı. "Sana beni anlatmadılar galiba? Kanla beslediğimi söylemediler mi?"
"Vampir olduğunu bilmiyordum. Ama bana zarar vermeyeceğini ikimiz de biliyoruz." Meydan okuyordum. Çünkü bana dokunamayacağını biliyordum. Eğer niyeti beni öldürmekse çoktan işimi bitirmişti.
Şok içinde gözlerime bakıyordu. Kafamı sert bir şekilde bırakmak için ittiğinde dengemi kaybederek kolumun üzerine düşüp, kafam demir boruya çarparak yaralandım. Düşüşün şiddetiyle kolumda keskin bir acı hissettim. "Ah, yavaş be odun." diye çığlık atarken gözlerim acıyla doldu. Kolumu çok pis incitmiştim.
Allah kahretsin.
Savaş Karakurt'a odun demek de başka bir boyut tabi.
Korumalarından birisi bana doğru yaklaşıp beni doğrulttuğunda acının etkisiyle gözlerimden yaş geliyordu. "Ellerini çözün" dedi emir vererek. Adamlar bana yaklaşıp arkada bağladıkları ellerimi çözdüğünde iplerin sıktığı bileklerime masaj uygularak ayağa kalktım. Sol kolum incinmişti. Kolumu tutup sağa sola iyi mi diye sertçe hareket ettirdiğinde acı tazelendi.
"Ah ne yapıyorsun manyak!"
"Kırılmadıysa sorun yok" dedi sırıtarak. Benimle oyun oynayan oydu. Zevk alıyordu resmen. Dudakları ince bir çizgi halini alırken öfkeyle üzerine yürüyüp "bir yerlerini kıracağım şimdi" dedim dişlerimin arasından tıslayarak. Öfkeyle baktığım gözlerinde alay vardı. Yüzünü yüzüme yaklaştırıp "hadi yapsana" dedi meydan okur gibi. Fakat beni ciddiye almadığı her halinden belliydi.
Ben gitgide daha çok öfkelenirken o bu durumdan eğleniyor gibi görünüyordu. Bana birini hatırlattı da neyse.
"Dua et, erkeksin."
"Ne?" dedi gülerek. "Nasıl yani?" Yutkundum. Cevap yoktu çünkü.
Aptal bir bahanem olmadığı için de mecbur gözlerimi kaçırdım. Ama o hala beni izliyordu. "Ama var ya seni farklı kılan ne biliyor musun?" Bakışlarım tekrar gözlerine kaydı. "Küçücük bir serçe kocaman bir aslana meydan okuyor. Oysa ki aslan tek pençesiyle onu paramparçayım ede bilecek güçte." Yüzünü daha çok yüzüme yaklaştırdı. "Ve sende o serçesin" dedi işaret parmağını kalbimin tam üstüne bastırarak. Yutkundum. Doğruydu, meydan okumayı seven birisiyim. Aptal özgüvenim de buradan geliyordu zaten.
Gözleri yüzümü her milimini ezberlemek ister gibi yüzümde dolaşırken bakışlarımı çekip ondan uzaklaştım.
Kafamdaki acı hala tazeliğini koruyordu. Aniden hissettiğim sıcak sıvıyla korkuyla yutkunarak elim kafama gitti. Kan... Kanıyordu.
"Sana sorduğum sorulara karşı yalan söylersen kanayan tek kafan olmayacak." Arkamı ona dönüktü. Gözlerimi öfkeyle kapatıp derin bir nefes aldım. Arkamı dönerek yüzüne baktım.
"Taha'yı nereden tanıyorsun?"
İlk kez duyduğum bir isimdi. Şaşkınlıkla kaşlarımı çattım. "Taha kim?" diye sorduğumda gözlerini öfkeyle kapattı. Yalan söylediğimi düşünmüş olmalı. Ama yalan söylemiyordum.
"Sana biraz önce ne dedim ben?" Bana doğru bir adım attığında arkaya doğru bir adım attım. "Gerçekten tanımıyorum Taha'yı. İlk kez duyuyorum" dedim korku dolu sesle. İnanmadı. İnanmayacaktı. Ve bir adım daha. "Defne, benimle oyun oynama." Sesindeki karanlığı hissedince gerilmiştim.
"Yalan söylemiyorum, gerçekten onu tanımıyorum."
"Gerçekten tanımıyor olabilir mi?" dedi Cesur Savaş'a sorarak. Savaş onu bana doğru son bir adım daha attığında sırtım duvara yaslandı. Kapana kısılmıştım. "Evet, tanımıyorum. Yemin ederim ki tanımıyorum. Yalan söylemiyorum" yalvarırcasına gözlerine baktığımda hiçbir duygu değişimi yoktu.
Son bir adım atarak aramızdaki tüm mesafeyi kapatarak vücudunu vücuduma yasladı. Eliyle çenemden sertçe tutup kaldırarak gözlerime baktı. Kızgın bakan gözleriyle yüzümü inceledi. "Beni borçlandırdığın adam."
"Hayır. O değil. Adnan Deniz. Benim konuştuğum adam Adnan Deniz."
Gözlerini kısıp, başını hafifçe eğdi. "Adnan Deniz zaten onun adamı aptal."
Gözlerim şaşkınlıkla kocaman açıldı. "Ne?! Ama ben tanımıyordum."
Çenemdeki eli sıkılaştığında gözlerimi acıyla kapattım. Dudaklarını diliyle yalayarak "o adamı nereden buldun?" diye sordu dişlerini sıkarak. "Cevdet Çelik. Dedem Cevdet Çelik de sizden. Her şeyi biliyor."
Canımı yakmak ister gibi parmaklarını daha çok sıktığında "canım yanıyor," dedim ince çıkan sesimle. Söylediğim cümleyle hızlıca elini çekti. "Anlat."
Çenemi bırakır bırakmaz kafam sanki bir boşluğa düşer gibi serbest kalınca derin derin nefesler alıp vermeye başladım.
"Adnan Deniz'le konuştum. Senin adından ricada bulunup parayı almak zor olmadı. İlginç olan şu ki adam hemen ikna oldu. Hiç sorgulamadan parayı verdi." Savaş'ın kaşları aniden çatılmıştı. "Abi, bu mümkün değil. O herif şüpheci birisi. Hiç sorgulamadan parayı vermesi imkansız. Ayrıca seni aramadan böyle bir işe kalkışmaz." Cesur söylediklerinde haklıydı. Çünkü hiç kimse bu kadar çabuk ikna olmamalı. Bu durum bana da garip gelmişti.
"Evet, sanki bekliyormuş gibiydi." Söylediğim cümleyle Savaş'ın gözlerinde şaşkınlığını küçük bir emaresi geçti.
"Yalan söylemediğini nereden bileceğim?"
"Ben Taha'yı tanımıyorum. Ama belli ki sen tanıyorsun. Bu yüzden kararı da sen vereceksin." Eğer Taha denilen adam gerçekten Savaş'ın ona borçlu kalmasını istiyorsa demek ki aklında onunla ilgili planları olmalı. Ama artık bundan sonrasına ben karışmayacaktım.
"O parayı alıp hakimi senin adınla satın aldım. Sonrasını da biliyorsun zaten." Korka korka kurduğum cümlelerin sonumu getireceğini biliyordum. Çünkü söylediğim her cümleyle Savaş'ın öfkesi daha da büyüyordu.
Sinirle derin bir nefes aldı. "Bu kusursuz planının sonucunda peki başına gelecekleri hesaba kattın mı?"
Öfkeyle gözlerimi kapattım. Serap sıradan birisi değildi. Onu o köşede bırakamazdım. "Hiç acı yaşadın mı?" Başımı dikleştirip kararlı gözlerle gözlerine baktım. "Ya da şöyle söyleyeyim. Damarlarında acının dalgası yayırlırken çığlıkların duvarlar tarafından bastırıldı mı?" Yutkundum. Karşımdaki adam ifadesizce bana bakıyordu.
"Hayatında en çok neden korktu biliyor musun? Annesi gibi olmaktan korktu. Annesi gibi cani olmaktan korktu."
Dolan gözlerimle gözlerine baktım. Boğazımdaki taş daha çok ağırlaşırken tekrar acıyla yutkundum.
"Annesi babasını bıçaklamış, ve bu yüzden hapise düşmüş." Herkesin hayattaki acıları farklıydı. Serap'ın hikayesi ise daha farklıydı. Yıllar önce mutlu bir ailesi varken şimdi babası mezarda annesi hapisteydi. Yaşadığı acıdan dolayı hiçbir zaman kendini güvende hissetmedi. Onun hayatta güvendiği tek kişi bendim.
"Serap'ı o cehenneme gönderemezdim. Bunun için savaştım ben." İşaret parmağımı havaya kaldırarak tehdit eder gibi ona doğru salladım ve yüksek sesle konuşmaya başladım. "Hata yaptım ama pişman değilim. Yine olsa yine yaparım. Çünkü o sadece bana güvendi. Onu orada yalnız başıma bırakacağımı mı düşündün?"
Üzerine doğru giderek aramızdaki mesafeyi tamamen kapattım ve yüzümü yüzüne yaklaştırdım. "Değil sen. Senden bin tane de olsa beni kimse engelleyemez" dedim üzerine bağırarak. "Beni sadece ben engelleye bilirim. Senden de korkmuyorum."
Korkuyordum.
Havada kalkmış elimi yakalayarak bileğimi sıkıca kavradı. "Dramınız gözümü yaşarttı küçük hanım. Ama benim işime karışmanın cezasını bu küçük dramlarınla hafifletemezsin. Madem her şeyi sen yaptın. O zaman gidip her şeyi düzelteceksin."
Bomboş gözlerle suratına bakarken aklından geçenleri tahmin etmeye çalışıyordum.
"Gidip Taha'yla konuşup borcu sildireceksin. Yoksa sana yapacaklarımın listesini yapmaya başlarım. Anladın mı?"
"Sen koskocaman adamsın gidip kendin sildirsene. Ben silah kullanmayı bile bilmiyorum, elin mafiyasının önüne çıkıp şu borcu siler misin abiciğim mi diyeceğim? Marketten borç mu sildiriyoruz?"
"Savaş, kızı gördüğü anda konuşmasını beklemeden çekip vurur." Çoban söylenerek bize doğru geldi. "Taha'yı tanımıyor musun?" Gözlerim korkuyla açıldı.
Savaş omzunun üzerinden Çoban'a bakarak başını hafifçe salladı. "Bende onu istiyorum ya. Ben yapmadan o bitirsin işini." Ciddiydi, alayla bakmadı, imayla söylemedi. Savaş bu kez ciddiydi. Hem de hiç olmadığı kadar...
Çoban şaşkınlıkla Cesur'a döndü. Ben ise gözlerimi kocaman açtım. Yutkundum, bunların olacağını biliyordum. Şaşırmam gerekmiyordu. Tahmin etmiştim. Gözlerimi kaçırıp suçluymuş gibi başımı eğdim. Kendi sonuma kendi ayaklarımla gidecektim.
"Tamam," dedim itiraz etmeden. "Yapacağım." Cesur ve Çoban söylediğim cümleyle daha çok şaşırırken, Savaş kaşlarını çattı. Ama bu öfke değildi, şaşkınlıktan dolayı çatmıştı.
"Ama senden tek ricam olacak. Bana biraz zaman ver. Yapmam gereken son bir şey kaldı."
****
"Kızım, bak bu gelinlik nasıl?" Zümra hanım elindeki dantel kollu gelinliği bana gösterdiğinde ifadesizce "güzel" dedim hevessiz şekilde. Çünkü giyinemeyeceğim bir şeyi seçmem gerekmiyordu. "Defne, hadi ama. Sabahtan beri bir sürü gelinlik gösterdik hepsini beğendin. Böyle şey mi olur?" Ahu yanıma gelip ellerimi tuttu. "Ne oldu sana? Kötü bir şey olduğu kesin. Abimle kavga mı ettiniz yoksa?"
"Hayır. Merak etme. Her şey yolunda. Kendimi biraz kötü hissediyorum sadece." Sesim çok kötü çıkmıştı. Neredeyse ağlayacaktım.
Çünkü birkaç gün sonra hayatta olmayacağım.
Zümra hanım elindeki gelinliği bırakıp hızlıca yanıma geldi. "Ne oldu kuzum? Niye ağlıyorsun?" Yüzüme düşen saçları şefkatle arkaya doğru atarak yüzümü açtı. Gözyaşlarım teker teker akarken elimin tersiyle sürekli gözyaşlarımı silme çabasındaydım.
"Ağlamıyorum," dedim ağlayarak. Bir taraftan Zümra hanım diğer taraftan Ahu beni sakinleştirmeye çalışırken gözyaşlarım hızlanmıştı. Kendime engel olamıyordum.
"Defne?"
"Sarp?" dedim ince sesle. Sarp'ın burada ne işi vardı? Ne zaman geldi? Kim çağırdı?
"Ne yaptınız kıza? Niye ağlıyor?" Hızlıca yanıma gelip diz çöktü. Öfkeyle annesine baktığında Zümra hanım "dövdük kızı o yüzden ağlıyor" dedi sinirle. "Manyak mısın? Ne yapacağım kıza?"
"Abi, durduk yere ağlamaya başladı. Sabahtan beri morali de yok zaten. Gösterdiğimiz tüm gelinlikleri beğendi."
"Ne?" dedi gülerek Ahu'ya baktı. "O zaman tüm gelinlikleri alalım," dedi suratıma bakarak. Maksatı beni güldürmekti ve bunda da başarılıydı. Sinir bozukluğuyla güldüm. "Ya Sarp."
"Nasıl da biliyor nişanlısının dilini. İki dakikada güldürdü." Zümra hanım imayla söylediği cümleyle Sarp bana göz kırptı. Haklıydı. Çünkü artık beni tanımaya başlıyordu. Aniden Zümra hanım ayağa kalkarak içeri geçtiğinde Sarp da ayağa kalkıp vitrinde duran mor gelinliğe yaklaştı. Gelinlik mor olması bir kenara o kadar kötü tasarlanmıştı ki sanki gelinliği amazon ormanında alıp getirmişler. Üzerinde yeşil renkte desenler falan vardı. Sarp onu eline alıp bana döndü. "Sakın en çok bunu beğendiğini söyleme."
"Ya Sarp. Saçmalama" dedim sırıtarak. Ayağa kalkıp yanına geldim. "Tabii ki de en çok onu beğendim."
Gözlerini kısıp "yapma, bunu bize yapma" dedi ciddi olmaya çalışarak. Dudaklarımı büzüp onu taklit ederek gözlerimi kıstım. "Hmm" dedim cilveli şekilde omuz silkerek. Onu gördüğüm anda moralim düzelmişti. Çünkü adamda pozitif bir enerji vardı.
Gözleri direk dudaklarıma kaymıştı. Yine mi tahrik ettim?
Alt dudağını hafifçe ısırdığında "öhö öhö" dedi Ahu varlığını bize belli etmek için.
Sarp sanki uyanmış gibi afallanarak boğazını temizledi. Ardından gelinliği yerine bıraktı.
"Moralin düzeldiyse artık birkaç gelinlik denemen gerek. Daha çok işimiz var."
Ahu haklıydı. Çok az zamanımız kalmıştı. Artık bir şey seçmem gerekiyordu. Gelinliklerin olduğu yere gidip birkaç gelinlere bakmaya başladım.
***
Şarkıyı burada açabilirsiniz...
Yazarın anlatımıyla.
Bazen öyle bir an olur ki en çok güvendiklerimiz en acı darbeleri vurur. İnsana sevdiğinin darbesi daha ağır gelir. Hayatta yaşayıp giderken hiçbir şey yapmadan dursak bile yine birileri bize zarar vermek için kötülük yapar...
Kötü insan diye bir şey var mı? Belki de o kötü insanlar nankör insanlardır. Onlara yardım amaçlı uzanan elleri tutup daha yükseklere çıkınca o elleri teker teker kıran nankörler. Oysa dünya doludur nankörlerle. Kendi annesinin, kardeşinin, ailesinin, arkadaşlarının, iyiliklerini bir vampir gibi sömürüp güç topladıktan sonra hepsinin tek tek zehirler...
Geride kalanların kalbine öyle bir yara mühürlenir ki kimse o yarayı iyileştiremez. O yara her geçen gün daha bir can alır. Çünkü o yarayla yaşamak mümkün değildir. Çünkü bir zamanlar o kalp o yarayı vuran vampiri sevmiştir. Şimdi ise zehiri ile hayatına son veriyor... Bazen sevgi ölümüne imza atmaktır...
"Bırakın beni. Ben hiçbir şey yapmadım." Serap'ın bağırmasına rağmen hiç kimse onu umursamıyordu. Polisler kollarından tuttuğu gibi onu içeriye doğru götürüyordular. Adliyenin koridorlarında bağıran Serap'ı kimse duymuyordu. Herkes birkaç saniyelik dönüp baktıktan sonra tekrar önüne dönüyordu. Mahkemeye çıkan Serap'a Ahsen Sarcık'ı öldürme suçundan dolayı on yedi sene hapis cezasına çarptırıldı. Avukat Seren Ateş hazırladığı mükemmel dosyayla davayı kazanmıştı. Fakat onun kazanması için ona bir kişi daha yardım etmişti.
Başka bir dosya için adliyeye gelen Sarp ve Alp komiser aniden Serap'ı gördüklerinde şok içinde oldukları yerde durup donakaldılar.
"Onun burada ne işi var?"
Serap yanlarından geçerken bağırarak "sizi mahvedeceğim," diye çıkıştı. Onu yine onların hapse attığını düşündü. Sarp onu götüren jandarmaları durdurup Serap'ın karşısına geçti. "Ne oluyor burada? Sen çıkmamış mıydın?"
"Siz yaptınız" diye bağırdı Serap boğazı yırtılırcasına. "Sizi öldüreceğim."
"Mal mal konuşma!" Alp komiser eliyle Serap'ı iterek öne geçti. "Biz hiçbir şey yapmadık. Ama biliyor musun biz de seni arıyorduk. İyi oldu bu."
"Hepinizi öldüreceğim. Hepinizi teker teker mahvedeceğim." Jandarmalar onu kolundan tutarak tekrar ilerlemeye başlarken Serap acıyla "Defne!" diye bağırdı. Arkadaşını istiyordu. Onu oradan çıkartacaklar tek kişi oydu. "Defne'ni bulun bana. Defne, neredesin?"
"İlginç. Çok ilginç. Kim buldu ki onu?" dedi Sarp kaşlarını çatarak.
Aniden adliye koridorun başından topuk sesleri duyulmaya başladı. Siyah topuklu botlar, siyah kumaş pantolon, siyah boğazlı kazak, siyah ceket giyinip saçlarını sımsıkı at kuyruğu yapan Defne onlara doğru gelmeye başladı. Yüzünde ilk kez makyaj yoktu. Onun yerine öfke vardı.
Serap arkadaşını görür görmez, mutlulukla ona doğru seslendi. "Defne? Defne, beni kurtar Defne."
Defne topuklu ayak sesleriyle ona doğru yaklaşmaya başladı. Herkes şaşkınlıkla işlerini durdurup Defne'ni izlemeye başladı. Çünkü adliyedeki herkes Defne'ni tanıyordu. Bundan sonra ne olacağını merak ediyordular.
Jandarmalar Defne'ni görür görmez oldukları yerde durdu. Avukat Seren başını dikleştirip yavaşça onlara doğru yaklaştı.
Defne başını dikleştirip kendinden emin tavırla yürümeye devam ederken Sarp kaşlarını çattı. Çünkü Defne'nin yine aynı hatayı yapacağını düşündü. Kollarını göğsünde birleştirip ona döndü. Alp ise şaşkınlıkla ona bakıyordu.
Defne için en zor andı. Başını hep dik tutmalıydı. Çünkü o amirin kızıydı. Çünkü o albayın torunu. Çünkü o hakimin yeğeni. Adaletin ince ipleri arasında büyüyen bir kızdı. Hakim değil, avukat değil ama adaleti sağlamak için savaşan savaşçıydı.
Dedesi albay Atilla Aksoy ona şu cümleleri söylemişti.
"Ne olursa olsun senin benim adaletim diye bir şey yok. Eğer birisi zarar görüyorsa ve burada sen zafer kazansan bile bu adalet değil. Adalet insanın içindeki vicdandır. Eğer gece rahat uyuyorsan o adalettir evlat. Milyonlarca para verseler bile adaletin temelini sarsıtmayacaksın. Çünkü eğer adaleti sağlamazsan o zaman onun dikenli okları sana da uğrar. Yaşattığını yaşamadan kimse ölmeyecek evlat. Bazen kimsenin ona kötülük yapandan haberi olmaz. Yukarıda Allah var. Şüphesiz ki en iyi cezayı veren odur. Ve en iyi hakim odur. Zamanı gelince herkes hakkettiğini yaşar... "
Büyük babasının son cümleleri zihninde tekrarlanırken Serap'ın tam önünde durdu. Serap ilk kez onu makyajsız görüyordu. Defne ilk kez hiçbir makyaj vurmamıştı. Defne ilk kez siyah giyinmişti.
"Eğer bir gün siyah giyinsem ve makyajsız dolaşsam demek ki her şey bitmiştir."
"Defne?" dedi gözlerine inanmayarak. Gözyaşları teker teker yanağına süzülürken yutkundu. "Bana yardım edeceksin öyle değil mi?" Defne'nin gözlerine yalvarır gibi bakarken Defne'nin soğuk bakan gözleri onu üşütmüştü.
"Kalbin acımadı mı?" diye sordu fısıltıyla Defne. Serap kaşlarını çattı. "Onu öldürürken kalbin acımadı mı?" Serap'ın soluğu kesildi. Dudakları aralandı.
"Bana yalan söylerken canın acımadı mı?" Serap anlamıyordu. Beyni durmuştu. Zihni olanları anlamakta zorlanıyordu. Belki de gerçeği kabul etmek istemiyordu.
"Defne hanım," dedi Seren arkadan seslenerek. Serap dönerek Seren'e döndü. Defne ise bakışlarını çevirdi. "Serap Yıldırım Ahsen Sarkcık'ı öldürme suçundan on yedi sene hapis cezasına çarptırıldı. Yaptığımız işbirliği başarıya sonuçlandı." Sanki o an Serap'ın kalbinin ortasına bir hançer saplanmıştı. İhanet hançeri.
Önce Serap ihanet bıçağını Defne'ye sapladı. Onu kullanarak olaydan çıkmaya çalıştı. Savaş'ın Defne'nin peşine düşeceğine bilerek yaptı bunu. Defne'nin canını hiçe saydı. Fakat Defne ihanet hançerini sertçe Serap'ın kalbine sapladığında Serap şaşırdı. Çünkü Defne'den asla beklemediği hareketti. Herkesten beklerdi ama ondan beklemezdi. Fedakar arkadaşı ilk kez kendini düşündü.
Çaresizce dönüp Defne'nin buz gibi gözlerine baktı. "Yapamazsın, bunu bana yapamazsın."
"Sen nasıl sırtımdan vurdun? Nasıl kıydın kardeşliğimize?" diye sordu Defne yüksek sesle. "Şimdi söyle bakalım? Kimin ihaneti daha acı verici? Benim hançerim kalbini incitti mi?" Defne hesap soran gözlerle ona bakarken içindeki acı onu girdabın içine sokmaya çalışıyordu. O aynı zamanda içindeki acıyla da savaşıyordu.
"Defne, sen yapamazsın. Bunu bana yapamazsın. Yapamazsın." Serap'ın gitgide yükselen sesiyle adliyedeki herkes onları izliyordu. Serap aniden Defne'nin üzerine atılmak istediğinde jandarmalar onu engelledi. Her şeyi şaşkınlıkla izleyen Sarp'ın ağzı açık kalmıştı. Çünkü Defne onu da şaşırtmıştı. Yalnız onu değil herkesi. Herkes şok içinde onları izlerken Sarp hızlıca Defne'ni korumak için önüne atladı. Serap ise bağırmaya çığlık atmaya devam ediyordu. Alp Sarp'ın peşinden giderek Defne'ni arkalarına aldığında Defne gözyaşlarına engel olamamıştı. Ama onun için gözyaşı dökmeyeceğine onun önünde ağlamayacağına yemin etmişti. Belki sonra saatlerle ağlardı ama şimdi değil. Eliyle sertçe gözyaşlarını silip boğazındaki dikenli taşı yutmaya çalıştı.
"Yapamazsın bunu bana. Ben senin kardeşindim. Bunu bana yapamazsın."
"Sen bana yalan söyledin. Sen masum bir kızı öldürdün. Beni Savaş'ın önüne atıp gittin. Kimin suçu sana soruyorum?"
Serap'ın kıpkırmızı olmuş gözleri öfkeden dönmüştü. Artık üzgün değil öfkeliydi. "Sen Defne Aksoy'sun. Senin arkanda dağ gibi ailen vardı. Ben kimsesizim ulan! Sen kurtulurdun ama ben o deliğe giremezdim."
"Ben sana sahip çıktım. Sana yuva oldum. Ama sen nankörün tekiymişsin. Sen insan değilsin Serap. Kimse bu kötülüğü yapmazdı. Kimse yapmazdı Serap."
"Hayat senin pembe gözlüklerinden baktığın gibi değil" dedi acı içinde bağırarak. "Ben acının içinden geçtim ulan. Sen benim yerimde olsaydın şimdi burada olmazdın."
Yutkundu, bu cümle öyle bir ateş açmıştı ki kalbine. Defne acıyı görmüştü. Acının içinden geçmişti ama çok erken yaşta...
Kimse bilmiyordu. Hiç kimse bilmiyordu. Ne yaşadığını kimse bilmiyordu.
Sarp öfkeyle "götürün şunu" diye emretti. Jandarmalar Serap'ı sürükleyerek götürdüğünde Defne arkasından bağırdı.
"Serap!"
Serap başını çevirdi. Son umut tohumuyla. "Sen de annen gibi canisin."
Defne tarafından atılan ok Serap'ın yaralı kalbine saplandığında nefesi kesildi. Kanayan kalbi daha çok acıyordu. İki kardeşin savaşı daha bitmemişti ama hesaplaşmıştılar. Ruhları aynı olan, kalpleri aynı olan iki kız çocuğu bu gün öldü. Hayalleriyle birlikte ruhlarını da gömdüler.
"Defuş, bak sana ne aldım?" dedi on iki yaşındaki Serap. "Ya çok güzel" Defne pembe tokayı alıp saçlarına taktı. "Aaa bende sana aynı tokayı almıştım. Bak" dedi hediye paketinden pembe tokayı çıkararak. "Ay kalbimiz aynı." Serap tokayı alıp sarı saçlarının arasına taktı. Defne de kahverengi saçlarının arasına taktı. İkisinde de aynı toka olduğu için mutluydular. "Ölene kadar saklayacağım"
"Bende"
Çok mutluydular hem de. Birbirlerine sıkıca sarıldılar. O minik kollar öyle sıkı sarıldı ki...
Defne pembe tokayı havaya kaldırıp Serap'a gösterdi. "Bitti. Öldük." Sesi titremişti, içindeki ateş öyle güçlüydü ki kalbini ruhunu yakıp küle döndürüyordu. Tokayı yere atıp topuklu botuyla sertçe üzerine basarak ezdi. Tokayı değil kalbini eziyordu. Acı vericiydi. Cehennemin ateşi göğsünün içindeydi.
Serap saçlarının arasında sakladığı pembe tokayı alıp acı içinde güldü. "Bitti," diye bağırdı. "Öldük."
Ve tokayı yere atıp ezdi.
İki kız kardeşi ayıran ise hayat değildi. Seçimleriydi, inançlarıydı. Biri beyaz iken diğeri siyahı seçti. Ve ruhlar birbirinden sonsuza kadar uzaklaştı.
Serap dışarı çıktığında onu hızlıca arabaya bindirdiler. Arabaya biner binmez nefes almaya çalıştı ama olmadı. Tekrar almaya çalıştı, olmadı. Sanki engel vardı. Göğsünün ortasında büyük bir engel vardı.
Serap çıkar çıkmaz Defne'nin dizlerinin bağı çözüldü. Kendine engel olmayıp diz çöktü.
Sarp onu tutmaya çalıştı. "Defne? Dur" Acı ikisinin de kalbinde büyük bir yara açmıştı. Acı içinde başını yukarı kaldırıp çığlık attılar. İsyanları gökyüzüne yükseldi. Herkes duydu ikisinden başka.
❤️🔥
Bazen olur en çok sevdiklerimiz alır canımızı...
İnanın son cümleyi yazarken İkbal Uzuner'i düşünmeden yapamadım. Şu an hepimiz derin bir yas içindeyiz. Hepimizin başı sağ olsun. Keşke diyeceğimiz çok şey var. Ama gözler kapalı, kulaklar sağır olmaya devam ediyor... Söylenecek çok şey var da işte...
Umarım bundan sonra her şey daha güzel olur, gençlerimizin, kadınlarımızın, çocuklarımızın, hatta hayvanlarımızın huzur içinde yaşadığı, öldürülmediği bir dünya istiyoruz.
Şimdi bölüme geçelim. Pek keyifli değilim bu aralar. Bu bölümde böylelikle Savaş'ın Sarp olduğunu öğrenmiş olduk. Şaşıranlar var mı? Bence gerçeği öğrendikten sonra Defne çok üzülecek. Kahrolacak resmen. Yolun ucunda acı görüyorum...
Sizce bundan sonra olaylar nasıl ilerleyecek? Bir fikriniz var mı?
Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen. Kendinize çok iyi bakın. Ve en önemlisi çok dikkatli olun. Her konuda. Unutmayın ki sizden daha değerli hiçbir şey yok bu hayatta. Sizi seviyorum.
Instagram'da Adelinaa_writerr
Tiktokdan adelinawriterr hesabını takip edin lütfen
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.04k Okunma |
500 Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |