16. Bölüm

15.Bölüm: "Korkusuz Yürek"

Adelina
adelinashwriterr

15.Bölüm: "Korkusuz yürek"

 

Gözlerimi çekebilseydim zaman kaybetmeye çalışır mıydım?

 

Herkese merhabalar. Bu bölümü olabildiğince uzun yazacağım. Çünkü diğer bölümde tamamen farklı olaylar olacak. Herkese keyifli okumalar dilerim...

 

****

 

Akşam yemeğini babamlarla yapmıştım. Ardından eve geçerek kedimin mamasını verip direk duşa girdim. Karmakarışık düşünceler beynimden gitmiyordu. Ama bu kez aklımda Sarp vardı. Ona karşı uyanmaya başlayan duygularım vardı. O gündem sonra yine konuştuk ama o konu hakkında hiçbir şey konuşmamıştık. Hatırlıyordum, beni öpüşünü, dokunuşunu. Onu hissetmemi. Ancak kısa sürmüştü. Zaten ilk günden beri bana dokunduğu her an heyecanlanıyorum, o gün öpüşü başka bir boyuta taşımıştı. O kadar istekli öpüyordu ki bir süre sonra ben bile ona karşılık vermeye başlamıştım.

 

Sanırım ayrılacağımız için ona bağlanmamı istemiyordu. Ama buna o kadar veremezdi. Belki birbirimizi gerçekten sevip evliliğimize devam edecektik. Neyi engellemeye çalışıyor anlamamıştım.

 

 

Duşumu aldıktan hemen sonra odama geçip üzerimi giyinmeye başladım. Mavi kot pantolon, beyaz boğazlı kazak ve deri ceket giyinip siyah botlarımıla kombini tamamladım. Saçlarımı kuruttuktan kıvırcık olması birkaç krem sürüp elimle şekillendirdim. Ardından hafifçe makyaj sürüp evden çıktım.

 

Hava çoktan kararmıştı. Neyse ki Sarp bu gün yine devriyede olduğu için işim daha rahattı. Araba tamirde olduğu için mecbur motosikletle gitmek zorundaydım. Gerçi havalı bir giriş olur bence neyse. Kaskımı ve eldivenlerimi takıp motosikleti çalıştırınca hemen harekete geçtim.

 

Söylediği adrese yaklaştığımda orada arabanın kaportasına yaslanmış kollarını göğsünde birleştirip beni bekliyordu. Sürekli sağa sola ve kolundaki saate bakıyordu. Arkasında bir sürü koruma vardı yine. Hava çoktan kararmıştı, şehrin sarı lambaları sokağı loş ışıkla aydınlatırken, soğuk hava adamı üşütüyordu. Gerçekten muhteşem bir kombinle bu soğuk havada hayatta kalmaya çalışıyordum.

 

Aniden aklıma bir fikir geldi. Motosikleti Savaş'ın üzerine doğru sürmeye başladım. Önce beni fark etmedi, ardından beni gördüğü anda kaşları çatıldı. Belinden silahı çıkartarak bana doğrulttuğunda, korumaları hemen önüne geçip silahları çıkarttılar. Son hızla gelip aniden L yaparak önlerinde durdum.

 

Çoban korkmuş olmalı ki kaşları çatık dudakları birbirine sıkıca bastırıp bana baktı. Yanındaki Cesur elindeki silahı bana doğrultarak öne çıktı. "Kimsin ulan?" Savaş ise tepkisizce bana bakıyordu.

 

Kafamda kask olduğu için beni tanımamaları gayet normaldi. Elimi kaldırıp hafifçe merhaba dercesine salladığımda çatık kaşlarla bana bakan Çoban'ın kaşları daha çok çatıldı. "Defne bu" dedi Savaş ciddi tonda. Bir dakika. Nereden tanıdı lan?

 

Kaskımı çıkarıp yüzüme düşen saçları arkaya doğru savurarak yüzlerine baktım. "Doktor hanım geldi!" diye sevecen sesle gülümsedim. Beni görünce hepsi silahını beline geri soktu. "Sen beni nereden tanıdın?" diye sorduğumda kendinden emin gülerek "tanırım" dedi eminlikle. Ardından arsızca vücudumu süzdü. Bir dakika. Vücut hatlarımdan tanıması mümkün değildi değil mi?

 

"Sapık" dedim öfkeyle.

 

Cesur baştan aşağı beni süzdükten sonra bakışları motosikletime kaydı. "Beğendin mi? İstersen bir tur attırayım sana?"

 

"Amacın neydi?" dedi Çoban sorgulayıcı bakışlarla bana bakış atarak.

 

Omuz silkerek havalı bir şekilde motordan indim. Kaskı motosikletin üzerine bıraktım. "Havalı bir giriş yapmak. Gerçekten seni ezeceğimi mi zannettin?" diye döndüm Savaş'a.

 

Tam eldivenleri çıkaracakken kolumdan tutarak beni kendine çekti. "Öyle mi? Beni ezebileceğini mi zannettin?"

 

Gözlerimi kısıp gözlerine bakakaldım. Bu öfkeli gözler... Sarp'ın gözlerine çok benziyordu. Şimdi hatırladım. Sarp'ın öfkeli gözleriyle aynıydı.

 

Yutkunarak gözlerine hayranlıkla baktığımda hızlıca gözlerini benden çekti. Kolumu bırakıp arabaya doğru yürümeye başladı. Şoktan ne yapacağımı bilemedim. Eldivenlerimi çıkarıp motorun üzerine bırakarak arabaya doğru ilerlemeye başladım.

 

Anahtarı ise korumalardan birine verdim. Önce Savaş'ın arabaya bineceğini düşünerek adımlarımı yavaşlattım. Ancak kapıya gelir gelmez geri çekilerek elini bana doğru uzattı. Boş boş eline bakarken o ise önce eline sonra arabaya baktı. Odun olduğum için centilmenliğini anlamamıştım. Daha sonra dank etti tabi.

 

Elini tutup arabaya bindiğimde cam köşesine geçtim. O da peşimden gelip tam karşıma oturdu. Bacaklarını her erkeğin yaptığı gibi iki yana açarak rahatça oturdu. Dizleri dizlerime değiyordu. Bundan rahatsız olmuş gibi bacaklarımı kendime doğru çektiğimde belki rahatsız olduğumu anlar bacaklarını düzeltir dedim. Ama sanki inandıma bacaklarını kapatmadı. Onun hemen yanında ise Cesur oturdu. Onun yüzünde maske vardı ve gözleri maviydi. Benim yanıma ise Çoban geçmişti.

 

Araba hareketlendiğinde hiçbir şey demeden dışarını izlemeye başladım. Ara sıra telefonumu da kontrol ediyordum. Çünkü tam iki saat önce Sarp'a mesaj yazdım neredesin diye? Beyefendi görüldü attı. Arayınca da benimle sert konuşup işim var deyip geçiştirdi. Bu tavrı hiç hoşuma gitmemişti. Benden kaçıyor gibiydi, ya da ikinci seçenek hayatında birisi vardı. Çünkü son beş gündür hiç tanımadığım bir Sarp vardı. Oldukça öfkeli ve sabırsız. Ayrıca son beş gündür hiç görüşmedik. İnsan hiç mi özlemez? Tamam aramızda bir ilişki yok belki ama en azından arkadaş gibi de özleye bilir. Korkuyordum açıkçası. Yine aynı şeyi yaşayacağım içim çok korkuyordum. Ya beni yarı yolda bırakıp giderse? Ya Semih'le yaşadığım şeyin aynısını onunla da yaşarsam? Onu asla affetmem. Ona bu konuda hassas olduğumu söylemiştim. Ama anlaşılan pek de umurunda değil. Bir de umrumdaymışım gibi konuşmalar yok mu?

 

Derin bir ah çekip telefonu kapattım. Kollarımı göğsümde birleştirip plan kurmaya başladım. Madem beyefendi benimle konuşmak istemiyor o zaman eve giderken ona kısa bir mesaj atacağım. Düğün iptal diye mesaj atıp telefonu kapatacağım. Ardından babamın dağ evine gidip ortadan kaybolacağım. Arasın dursun beni. Bakalım endişelenecek mi?

Beni bulunca da sen uzak davrandın ben de gerekeni yaptım diyeceğim. Güzel. Bahanem de hazır.

 

Defne, çocuk musun sen? Biraz yetişkin ol.

 

"Yine ne senaryo kuruyorsun acaba beyninde?" Savaş'ın sorduğu soruyla bakışlarımı ona çevirdim. İki saattir bana mı bakıyordu o?

 

"Bana mı dedin?" diye sordum emin olmak ister gibi. Başını hafifçe salladı.

 

Omuz silkerek dudaklarımı birbirine bastırdım. "Özel bir mesele."

 

"Başkomiserle mi kavga ettiniz?"

 

"Keşke kavga etsek," dedim iç çekerek. "Neyse, bu konuda konuşmak istemiyorum." Duruşumu dikleştirip boğazımı temizledim. Şimdilik bu konu burada kalsın. Daha sonra Sarp'la baş başa konuşacağım zaten.

 

"Ne yapacağımı söylemeyecek misin? Taha kim? Ona ne söyleyeceğim? Nasıl davranacağım?"

 

Fakat soruma Savaş değil Cesur cevap verdi. "Taha Savaş bey gibi yeraltından. Gerçek ismi Yiğit Şahin. Takma isim kullanıyor. Yeraltında herkes takma isim kullanır. 34 yaşında. Aynı zamanda da Türkiye'nin ihracat şirketlerinin sahibi. Ve emin ol hiç tahmin edemeyeceğin kadar tehlikeli birisi."

 

"Nasıl yani?"

 

Cesur konuşmak için Savaş'tan izin aldı ardından devam etti. "Yeraltı dünyası iki yere bölünüyor. Beyazlar ve siyahlar.

 

Siyahlar cinayet, insan kaçakçılığı, organ mafyası gibi işlerle ilgilenirken, beyazlar onların adamlarını ortadan kaldırır. Yani beyazların işi siyahları bitirmek. Bu yıllardır böyle."

 

"Yani en tehlikesi siyahlar mı?"

 

"Hayır," dedi tekdüze sesle. "Beyazlar. Çünkü en tehlikesiyle baş eden daha tehlikelidir."

 

"Peki Savaş hangisinde?" Bakışlarım Savaş'a kaydı. Arada kısa bir sessizlik oldu. Çoban bana dönerek "sana ne?" dediğinde yutkundum. Gerçekten bana ne?!

 

Ama bir dakika. Merakım uyandı şimdi. Beyaz mı siyah mı?

 

"Peki, amaçları ne? "

 

"Kendi kanunları kendi yasaları vardır. Mesela Tara'da kadınlar içki içmezler, erkeklerle muhatap olmazlar. Toplantıda yukarıda oturup oradan fikirlerini söylerler. Ama her zaman kadınların fikrine saygı vardır. Ne olursa olsun Tara kadınlarına el kaldırılmaz, Tara kadınların hepsi erkek gibi dövüşmeyi biliyor. Amaç ise bu dünyadan ayrı başka bir adaletli dünya kurmak ve o dünyada yaşamak. Genellikle gerçek dünyadan uzakta kalmayı severler. Kendilerine ait küçük bir dünyası var. Kimse karışamaz ve dağıtamaz. Tara'da herkes kanunlara uymak zorunda. Uymayan olursa ailesi katledilir. Ailesi yoksa da sevdiği biri ve ya birileri. Bu yüzden genellikle evlenmezler. "

 

"Korkutucu." dedim kollarımı kendime sararak. Düşünsenize bir yanlışında ailen mahvoluyor.

 

"Türkiye'de birçok örgüt liderleri var. Bu da onun gibi bir şey. Devletin el altından yaptığı kara işler Tara'dan geçiyor. Tara'da tüm üyeler cani, katil hatta tecavüzcü. Taha da onlardan birisi. O yüzden çok dikkatli olman gerekiyor."

 

"Peki, cani mi, katil mi, tecavüzcü mü?"

 

Sorduğum soruyla üçü de kaskatı kesilmişti. Soru sormama mı, yoksa Sorduğum soruya mı anlamamıştım.

 

Savaş karanlık sesiyle "fazla gereksiz konuşanları öldürecek kadar cani" dediğinde ağır bir şekilde yutkundum. Sesindeki karanlık beni korkutmaya yetmişti. Sus, soru sorma diyordu kısacası.

 

"Peki ben ne yapacağım?" Şaşkın gözlerle onlara döndüm. Bu kez Savaş bana doğru hafifçe eğilip gözlerime baktı.

 

"Onun verdiği cezanı çekeceksin." Ne?! Hayır, ama benim suçum yok ki? Aman tanrım. Ne yapacaktılar bana?

 

Tüm korku dolu senaryoları aklımdan geçirirken nefesim kesilmişti. Çünkü anlaşma böyle değildi. Savaş'la böyle anlamamıştık.

 

Korkma Defne. Savaş bu. İzin vermez dediyse izin vermez. O orada olacak.

 

Aniden bacaklarım titremeye başladı. Ama sadece ben hissediyordum. Ellerimle daha çok sıkıp titremesini engellemeye çalıştım. Hayır, sakin ol. Kötü düşünme. Sen Defne'sin. Kurtulursun. Kötü düşünme. Şans seninle.

 

Bakışlarımı kaldırıp derin bir nefes aldım. Bunu olacağını biliyordun zaten. Şaşırma, korkma.

 

Araba durduğunda Çoban inip ardından beni indirdi. Ardından Cesur indi fakat Savaş inmedi. Arabada otururken kaşlarımı çattım.

 

Yapma Savaş. Sende mi yalancısın?

 

"Gidiyoruz" dedi Çoban kolumu tutarak. Fakat gözlerim hala Savaş'taydı. Sanki ne tepki vereceğimi bekliyormuş gibi gözlerimin içine kenetlenmişti. Sadece bir mimik bile yakalasa zafer kazanacaktı. Fakat gözlerimde hayal kırıklığından başka bir şey yoktu. Hiçbir şey demeden arkamı dönüp yürümeye başladım. Şaşırtmıştı, çünkü araba hemen gitmedi. Biraz bekledi. Hatta Cesur neden gitmediğini merak ettiği için sürekli arkaya dönüp kontrol ediyordu. Fakat ben dik duruşumla yürümeye devam ediyordum. Ve biraz sonra araba hareketlendi.

 

Korkma Defne. Sen her şeyin üstesinden gelirsin.

 

Kapıya geldiğimizde Çoban kapıyı açıp kenarda bekledi. "Biz burada bekleyeceğiz."

 

Hayır, doğru cümle şu. Cesedini çıkarmak için burada bekleyeceğiz.

 

Hayal kırıklığıyla önce Cesur'un sonra Çoban'ın gözlerine bakıp başımı hafifçe salladım. Acıyla gülerek "yalan söylemenize gerek yoktu, ölümden korkmuyorum" dedim keskin sesle. Ardından bir hışımla içeri girip kapıyı sertçe kapattım.

 

Cehenneme hoş geldin Defne. Ama bu kez büyüdün, bu kez daha akıllısın, daha zekisin. Hadi Defne. Ölürsen de adına layık öl. Sıradan bir ölümü hakketmiyorsun.

 

İçeri girdiğimde siyah duvarlar üzerinde kızıl ejder olan büyük tavanlı geniş bir salon karşıladı. Duvarlarında asılı olan şeytan iblis gibi korkunç yaratıkların tabloları o kadar gerçekçiydi ki sanki gerçekten birisi orada gözünüzün içine bakıyor gibiydi.

 

Kollarımı kendime sararak uzun karanlık loş ışıkla aydınlanan koridorda yürümeye başladım. Koridor karanlık bir odaya doğru gidiyordu. Etrafta bir sürü siyah takımlı adamlar robot gibi durmuş gözlerini bir noktaya sabitlemişti.

 

Eminsiz adımlarla koridoru izlerken aniden karşıdan uzun boylu esmer siyah saçlarını arkaya doğru taramış bir adam bana doğru yaklaşıyordu. "Defne sen misin?" diye sorduğunda tek kaşımı kaldırıp anlamayan gözlerle suratına baktım. Burada benden başka bir kız var mı acaba?

 

"Yok bu" dedim korumanı göstererek. "Burada benden başka bir kadın olmadığına göre?"

 

Kızgın gözlerle bana bakarken başıyla içeriyi işaret ederek "yürü," dedi emir vererek.

 

Gözlerimi siyah gözlerinden ayırıp gösterdiği odaya doğru yürümeye başladım. "Adın ne?" diye direk sorduğumda afallayarak suratıma baktı. "Sana ne?"

 

"Tamam Alper, sinirlenme."

 

"Alper değilim," dedi hemen cevap vererek. Gözlerimi devirip "ne farkı var ki Yavuz? İsim isimdir." dediğimde ses tonu biraz daha yükseldi. "Yavuz değilim. Beni sinirlendirme"

 

"Sinirlenme o zaman sende Abuzittin. Aaa. Ne var burada?"

 

Şaşkınlıkla bana bakarken durup suratına bakmaya başladım. Ben eğleniyordum o ise sinirleniyordu. "Yoksa Abuzittin misin?" dedim şaşırarak. Değildi de kandırıyorum sadece.

 

"Miran!" dişlerinin arasından. "İsmim Miran" dedi yenilgiyi kabul ederek. İşte bu.

 

"Memnun oldum Miran. Bende Defne Yıldız Aksoy. Doktorum. Diş doktoru. İstediğin zaman dişlerini söke bilirim."

 

Aniden beni iterek tekrar yürümem için uyardı. Ve önüme dönüp tekrar yürümeye başladım. Odaya geldiğimizde kapılar kendi kendine açılırken kırmızı siyah karışımı olan daha büyük bir odaya girdik. Burada daha korkutucuydu. Çünkü duvarlarda tabloların yerine silahlar, bıçaklar ve kesici aletler asılmıştı. Soldaki küçük bıçak dikkatimi çekmişti.

 

Miran benimle beraber içeri girip kapıyı kapatmadı. Kapı açık kaldı. Bu da iyi bir şey. Birkaç saniye sonra odanın diğer tarafından bir ses geldi. Kapı varmış orada. Ahşap büyük bir kapı. Kapı açıldığı zaman içeri siyah takım elbise giymiş uzun boy kirli sakallı esmer bir adam ellerini cebine sokarak bana döndü.

"Hoş geldiniz, demek meşhur Defne sizsiniz? " diye sordu hükmedici bakışlarla. Yalnız değildi. Yanında başka esmer simsiyah saçları olan kısık gözlerle bana bakan bir adam vardı.

 

"Ben Taha, bu da Savaş'ın kuzeni olan Cihangir Karakurt."

 

Cihangir sinsi gülüşle beni süzerken, istemsizce bakışlarından rahatsız olmuştum. "Aaaa Savaş gibi yakışıklı değilsin. Hayal kırıklığına uğradım," dedim cilveli şekilde omuz silkerek. Ardından kaşlarımı havaya kaldırıp Taha'ya dönüp "beni kim öldürecek?" diye sorduğumda Taha sırıtmaya başladı. "Ölmeyi bu kadar çok mu istiyorsun?"

 

Omuz silkerek kollarımı göğsümde birleştirdim. "Beklemeyi de bekletmeyi de sevmem."

 

"Ama yanlışın var küçük hanım. Biz seni öldürmeye çağırmadık, ha öyle bir fikrimiz olsaydı zaten de Savaş'ın yüzünden yapmamız imkansızdı."

 

"Savaş'ı övmeyi bırakıp artık ne istediğinizi anlatır mısınız?"

 

"Savaş'ı övmek mi? Gerçekleri söylüyoruz. Savaş'ı tanımıyorsun galiba?"

 

"Umrumda değil" dedim omuz silkerek. "Ne istiyorsunuz?"

 

"Hiçbir şey." dedi Cihangir. "Sadece bir gösteri olacak. Kısa ama anlamlı."

 

Cihangir başıyla adamlarına işaret ettiğinde adamları dışarı çıktı..

 

"Yavru ceylan, sen niye bu kadar rahatsın? Normalde korkman gerekiyor. Yoksa Savaş -"

 

"Yay burcuyum, kaosun içinde bile eğlence bulurum yani. Mesela biraz önce arkadaş Abuzer'le tanıştık." dedim Miran'ı göstererek. Miran başını eğip öfkeyle bana bakarken kendini zor tutuyor gibi gözlerini kapatıp "la havle" diye bığık altı mırıldandı.

 

Cihangir tek kaşını kaldırıp Miran'a bakarken alayla ama ciddi ifadeyle "yeni ismin hayırlı olsun" dediğinde Miran bana kısa bir bakış atıp "teşekkür ederim" dedi çaresizce.

 

Birkaç saniye sonra adamlar tekrar geri döndüler. Fakat bu kez yanlarında birisi daha vardı. Adnan Deniz.

 

"Efendim, beni çağırmışsınız." Adnan ceketinin düğmesini ilikleyip bana döndüğünde şok içinde gözlerini açtı. "Se-sen?"

 

Ben ise şok içinde olayları izliyordum. "Adnan, bu kız senden para almış. Ama söylüyor ki sen kendi rızanla vermişsin. Yani hiç sorgulamadan. Nedenini sorabilir miyim?"

Taha bu kez bakışlarını Adnan'a çevirdi.

 

Hayır, bu adamlar bu kadar saygılı konuşamaz. Kesin bir şey olacak.

 

"Efendim, ben Savaş bey istiyor diyince şey yaptım." Adam soğuk terler dökmeye başladı. Sürekli yutkunarak alnında biriken ter damlalarını mendiliyle silip, alt dudağını ısırdı. Göz bebekleri ise hiç olmadığı kadar büyümüştü.

 

"Peki Savaş'ı aradın mı?" diye sordu Cihangir. Bu adam kesin bir şey saklıyordu. Ama ne?

 

"Efendim, Savaş bey diyince ben sorgusuz sualsiz -"

 

"No no no. Yalan yok. Dur ben anlatayım." Cihangir Adnan'a yaklaşıp ellerini cebine soktu. "Çok zekice bir plan yapmış beyefendi." Cihangir garip birisiydi. Bir psikopat gibi mimiklerini kullanıp kendini deli göstermeye mi çalışıyordu anlamadım.

 

"Defne'ye parayı verdi. Çünkü karşılığında daha fazlasını almak istiyordu. Bu yüzden Taha'nın adıyla iş yapmayı düşündü. Parayı Defne'ye verdikten sonra Defne'ni sokağın ortasında dövürdürdü." Gözlerim şokun etkisiyle kocaman açıldığında dudaklarım aralandı. Beni dövdüren Adnan mıydı?

 

"Maksat kızın gözün korkutmak." Tebessüm ederek gözlerime baktı. Ardından "onu tehdit edip verdiği paranın iki katını alacaktı. Fakat araya Savaş girdiği için Adnan geri çekilmek zorunda kaldı. Ve sanki hiçbir şey yokmuş gibi Taha'yla sadakatli adamı gibi davranmaya başladı. Fakat Savaş'la Taha'nın zeki olma ihtimalini düşünemedi."

 

Ve aniden beni gösterip "ve bir de gerizekalıyı" dediğinde gözlerimi sinirle kıstım.

 

Adnan ağzını açıp tam inkar edecekken "efendim, kızla işbirliği yaptım." dediği anda şok içinde gözlerimi açtım. Cihangir ve Taha kaşlarını çatarak adama döndüklerinde ben ağzım açık adamı izliyordum.

 

"Defne benimle işbirliği yaptı. Taha beyi kandırmak için."

 

Taha tek kaşını kaldırıp bana döndü. Ardından belindeki silahı çıkarıp bana uzattığında korkuyla gözlerim açıldı. Nutkum tutulmuşdu, dilim sanki bloklanmıştı. Konuşamıyordum. Sadece başımı iki yana salladım.

 

"Benim kadar o da suçlu."

 

Beni de ateşe veriyordu. Kendi yanacaktı beni de yakacaktı. Öfkeyle gözlerime bakarken, sinirle soluduğunu fark ettim. Burnu seğiriyordu. Aniden Taha silahın yönünü Adnan'a çevirip koluna ateş etti. "Bir daha yalan söylersen kafanı patlatırım bu kez" dedi öfkeyle. Ne yani? Bana inanmış mıydı? Konuşmama rağmen?

 

Acı içinde bağıran Adnan kolunu tutarak çömeldi. Kolu yaralanmıştı. "Efendim, ben yalan söylemiyorum. İnkar etmedi, görmüyor musunuz?"

 

Edemedim, konuşamadım çünkü. Bloklanmıştım. Zihnim durmuştu, algılarım kapanmıştı.

 

"Efendim -" aniden duyduğum ateş sesiyle irkilerek çığlık attım. Ateş kulağımın dibinden açılmıştı. Kalbim hızla çarparken bir an vurulduğumu sandım. Fakat acı yoktu. Korkuyla gözlerimi açtığımda Adnan tam alnından vurulmuş gözleri açık bana bakıyordu. Soluğum kesildi, dizlerimin bağı çözüldü. Ne Cihangir ne de Taha vurmamıştı. O zaman kim vurmuştu?

 

Arkamda duran Abuş'a bakmak için döndüğümde kapıda elinde silah tutup silahı Adnan'a doğrultan Savaş'ı gördüm. Ateş eden Savaş'tı.

Gözlerindeki öfke ölümü hatırlatıyordu. Titremiştim. Savaş hiç kıymadan adamı öldürdü.

Gözlerinde bir şey gördüm, titredim.

 

"Oyun oynadı ama yenildi. Bizimle oyun oynayan herkes yenilir Defne hanım. Bir dahaki sefere kiminle uğraştığınıza dikkat edin." Taha'nın söylediği cümleyle yutkunarak Taha'ya döndüm, gözlerimi kaçırdım. Kalbim dört nala koşarken kendimi kusmamak için zor tuttum. Çünkü ne zaman korksam kusardım. Beni tehdit etmek için getirmişlerdi. Karşımda kimin olduğunu göstermek için.

 

Savaş silahını beline sokup Taha'nın yanına geldi. Gözlerini benden ayırmadan Taha'ya "bu kadar yeter" dediğinde Taha başını hafifçe sallayarak bana döndü. "İyi misin, rengin bembeyaz oldu"

 

"Su" dedim kısık sesle. Kan kokusu beni tutmazdı, ama şimdi çok kötü hissediyordum. Elimi kalbime koyup koşar adımlarla odadan çıktım. Uzun karanlık koridorda koşarken bir an önce dışarı çıkmak istiyordum. Gün boyu hiçbir şey yemedim, üstelik stres ve yorgunluk eklenince iyice kötü hissediyordum. Kapıyı açıp bir hışımla kendimi dışarı attım. Hızlıca arka tarafa geçip derin derin nefesler alıp vermeye başladım. Sanki birisi boğazımı sıkıyor gibiydi. O manzara gözümün önünden gitmiyordu. Adamın gözümün içine bakması... Allahım... Kabus gibi..

 

Duvara yaslanıp yere çömeldim. Rüzgar sertçe eserken kollarımı kendime sardım. Üşüyordum, hem de çok üşüyordum. Rüzgar sanki içimden geçiyordu. Tüm bedenim titrerken, saçlarım rüzgarın etkisiyle savrulmaya başlamıştı. Midem de bulanıyordu. Hatta ara sıra sancılar girmeye başlamıştı.

 

Savaş'ın beni buraya getirme nedeni gözümü korkutmaktı. Ama ben korkmuyordum, ölmekten de hiçbir zaman korkmadım. Bunu ona anlatamıyordum.

 

Rüzgar gitgide sertleşirken aniden önümde bir çift siyah pantolonlu ayak durdu. Başımı kaldırdığımda karşımdaki o olduğunu gördüm. Başımı hızlıca aşağı tekrar eğip gözlerimi kaçırdım. Yavaşça çömelerek elindeki bir şişe suyu bana uzattı. Önce suya sonra ona baktım. Aklınca bana iyilik yapıyordu.

 

Gözlerimi devirip başımı tekrar çevirdim. "Al şunu iç. Kendine gel. Şu an morgdaki ölüden bir farkın yok."

 

"Merhametine ihtiyacım yok."

 

"Biraz daha burada bu şekilde durursan, ihtiyacın olacak gibi."

 

"Sana kalmadım."

 

"Bana kaldın," dedi kararla. Bakışlarımı ona çevirdiğimde "bana kalacaksın," dedi aynı kararlıkla. Gözlerimiz kenetlenirken, gözleri derinliklere indi. Sanki içimde bir yerdeymiş gibiydi. Ruhumda dolaşıyordu.

 

Beni hipnoz ediyor gibiydi. Büyülü bakışları beni kolaylıkla kandıra bilecek kapasiteteydi. Hızlıca bakışlarımı çekip "yalan söyledin," dedim kızgın ifadeyle.

 

"Yalan söylemedim, orada olacağım dedim ve oradaydım."

 

"Beni yalnız gönderdin."

 

"Yalnız gitmeni istedim çünkü."

 

"Ya bana bir şey yapsaydılar?"

 

"İzin vermezdim," dedi kararlı gözlerle gözlerime bakarken. "Benimle olduğun sürece kimse buna cesaret edemez."

 

"Peki beni senden kim koruyacak?" sustu. Çünkü söylenilecek bir cevap yoktu. Çünkü bazı sorular cevapsız olur.

 

"Ben sana zarar vermem."

 

"Beni niye öldürmedin? Oysa seni ben kandırmıştım."

 

Başını iki yana sallayarak hafifçe güldü. "Ne yapacağım ben seninle?" diye sordu gözlerimin içine bakarak.

 

"Niye öyle dedin ki? Sen katilsin, canisin. Bu işler senin işin. Hep yaptığın işler. Elin titremesin."

 

Gülümsedi. İlk kez gülümsedi. Dudakları sadece gözüküyordu.

 

"Ama şimdiye kadar öldürdüklerimin hiçbirisi senin gözlerine sahip değildi." Kaşlarım hayranlıkla havaya kalkınca dudaklarım hafifçe aralandı. Hayatımda gördüğüm en garip iltifattı. Ama güzeldi.

 

"O zaman bakma. Gözlerini kapa ve tetiği çek."

 

"Gözlerimi çekebilseydim zaman kaybetmeye çalışır mıydım?"

 

Nefesim kesildi, nutkum tutuldu. Dünya durdu sanki. Savaş'ın cümlesiyle zaman bile durdu. Zaman kaybetmeye çalışıyordu çünkü beni öldürmek istemiyordu. O bana aşıktı...

 

Gözlerim büyülenmiş gibi bakarken tekrar şişeyi bana uzattığında yavaşça elinden alıp içmeye başladım. Şimdi daha fazla susamıştım. İçerken gözlerini gözlerimden çekmiyordu. Su içmeme bile dikkatlice bakarken kendimi kaybetmemeye çalıştım. Birisi bakarken elim ayağıma dolaşıyordu çünkü. Biraz içtikten sonra bu kez bana doğru yaklaşıp üzerimdeki ceketi çıkardı. Ardından kendi kabanını çıkarıp bana giydirdi. Kabanda kendi sıcaklığını hissetmek garipti. Savaş'ın sıcaklığı sanki üzerimdeymiş gibi.

 

Ardından kollarımdan tutarak beni yavaşça kaldırdığında bir an ani baş dönmesiyle duvara yaslandım. Savaş belimden tutarak beni kendine çekti. Fakat ona yaslanmak istemiyordum.

 

Kolu sıkıca belime sardığında kendimi uzakta tutmaya özen gösteriyordum.

 

Arabanın yanına geldiğimizde Cesur'la Çoban şaşkın gözlerle beni izliyordu.

 

"Ne oldu ya? Bir ceset görmekle bu hale kaldıysan, seninle işimiz zor doktor hanım."

 

"Mümkünse benimle işiniz olmasın." Anlaşılan bunların işi daha bitmemiş.

 

"Telefonun çalıyor" Cesur bakışlarıyla elimde tuttuğum telefonu gösterdi. Telefon sessizdeydi, o yüzden duymamıştım. Hepsine tedirginlikle bakış attıktan sonra telefonu dikkatlice açtım. Arayan Tolga'ydı. Onlardan uzaklaşmak istediğimde Savaş sertçe kolumdan tutup gitmemi engelledi. "Burada konuş." Ne bu?! Kıskançlık krizi falan mı?

 

Hiçbir şey demeden telefonumu açtım.

 

"Efendim Tolga?"

 

"Defne, neredesin?"

 

"Evde değilim şu an ne oldu?"

 

"Defne, hemen hastaneye gelmen gerekiyor. Acil."

 

"Ne oldu?" dedim endişeyle. Tolga'nın sesi kötü çıkıyordu. Gitgide daha çok telaşlanıyordum.

 

"Şirin hanıma sen mi bakmıştın?"

 

Şirin hanım Pınar'ın hastasıydı. Fakat Pınar onun dişini onaramadığı için benim yanıma gelmişti bu sabah.

 

"Evet, sorun ne?"

 

"Şirin hanım ölmüş. Yanlış iğneyi vurmuşsun, şok vermiş."

 

"Ne?!" Şoktan soluğum kesildi. Kulaklarıma inanamıyordum. Nasıl ölür?! Ayrıca ben asla iğne kullanmam. Bu nasıl olabilir?

 

"Ne oldu?" Cesur yanıma gelip çatık kaşlarla bana döndü.

 

"Tolga, ne söylediğinin farkında mısın?"

 

"Defne, ailesi burada. Hastanede olaylar karışık. Çınar bey seni istiyor. Hemen gel."

 

"Nasıl olur? Ben iğne kullanmıyorum."

 

"Bilmiyorum Defne, Pınar senin yaptığını söylüyor."

 

"Ben ilaç verdim. Ayrıca Pınar'ın hastasıydı sadece bugün yanıma geldi."

 

"Bilmiyorum Defne. Pınar tüm suçu üstüne atmaya çalışıyor.

 

"Ama ben yapmadım. Ben öyle bir hata asla yapmam. Giderken iyiydi."

 

"Oğlu ve gelini geldi. Doktorlar iğneden olduğunu söylüyor diyor bu herif. Çık gel. Çabuk."

 

"Tamam geliyorum."

 

Telefonu kapattığımda Savaş telaşlı gözlerle bana döndü. "Ne oldu nereye gidiyorsun?"

 

"Ha- hastam ölmüş," dedim kekeleyerek. "Ne?!" dedi kaşlarını çatarak. Hemen üzerimdekini çıkarıp kendi ceketimi giyindim. Şu an ona cevap verecek durumda değildim. Hızlıca oradan uzaklaşıp yola doğru koşar adımlarla yürümeye başladım. Yola doğru koşar adımlarla yürümeye başladım.

 

Taksi bulmam gerekiyordu. Onlarla gidemezdim. Merkeze yakın olduğum için şanslıydım. Sadece taksi gerekiyordu. Uygulamayı açıp tam taksi sipariş edecekken, bir taksinin geldiğini fark ettim. Hızlıca ona doğru koşarak durdurdum.

 

"Abi, Azimovlar hastanesine götüre bilir misin beni?"

 

"Atla"

 

Hastaneye geldiğimizde parasını verip hızlıca hastaneye doğru koştum. Odama geçip hızlıca üzerimi değiştirdim. Kapıda Mahmut abi bana yukarıdan geleceklerini söyledi. Şimdi onların neden üzerinde forma yok diye aptalca sorularıyla uğraşamazdım. Üzerimi giyinip beyaz önlüğümü giyindim. Ve odadan hızlıca çıktım. Herkes hastanenin bekleme salonundaydı.

 

"Ha. Defne de geldi." Pınar Şirin hanımın ailesine beni göstererek tüm okları bana çevirdi. Aceleyle onlara yaklaştığımda Şirin hanımın oğlu Yusuf üzerime doğru yürüdü. "Sen mi öldürdün ulan annemi?" Tolga ve Çınar bey araya girerek onu uzaklaştırmaya çalıştılar. "Hop hop Yusuf bey. Lütfen."

 

Korkuyordum, çünkü bir hastanın ölümü benden biliniyordu. "Bakın ben bir şey yapmadım."

 

Kendimi anlatmaya çalıştım ama kimse beni dinlemiyordu. Hayal yanıma gelerek beni o adamdan uzaklaştırdı. "Yusuf bey, anneniz Defne'nin değil Pınar'ın hastası." Hayal de benim gibi adama laf anlatmaya çalışıyordu. Fakat adam çok öfkeliydi. Bu kez Pınar'a döndü. Pınar korkuyla geriye doğru sendeledi. "Hayır, o Defne'nin hastası."

 

Yalan söylüyordu. Beni yakmak için yalan söylüyordu resmen. Galiba bugün herkes beni yakmak istiyordu. "Pınar, delirdin mi sen?!" diye bağırdı Hayal Pınar'ın üzerine. "Şirin senin hastandı. Saçmalama. Defne'nin yanına sadece bugün geldi."

 

"Güvenlik!" diye bağırdı Pınar. Adamı dışarı çıkartmak istiyordu. Açıkçası doğru olanı yapıyordu çünkü böyle konuşmak imkansızdı. Güvenlikler gelip adamı dışarı çıkarttıklarında asıl olayın şimdi başlayacağını anlamamıştım. Adam dışarı çıkarılsa da eşi buradaydı. O ona kıyasla daha sakindi.

 

"Bakın beni dinleyin. Ben Şirin hanıma hiçbir iğne vurmadım." Bağırıyordum, ama duyulmuyordum.

 

"Yalan söylüyorsun!" diye bağırdı Pınar üstüme. "Sen yaptın."

 

"Pınar, Defne iğne kullanmıyor," dedi Tolga sertçe.

 

"Ve ayrıca Şirin senin hastandı. Ona iğne sen yapıyorsun, " dedi Hayal çıkışarak.

 

"Arkadaşlar, bugün en son Defne'nin yanına gelmiş. Ondan sonra zaten ölmüş." Çınar bey hiç anlamadığım şekilde Pınar'ı koruyordu. Oysa ki beni daha iyi tanıyordu.

 

"Neler oluyor burada?" Poyraz'ın sesini duymamla başımı çevirdim. Yanında o günkü adamla beraber bize doğru geliyordu. Üzerinde doktor forması vardı. O burada mı çalışıyordu?

 

"Poyraz?" dedim şaşkın dolu sesimle.

 

"Defne? Ne oluyor burada?"

 

"Doktor bey, bu iki kadın benim annemi öldürdü. Kadına yanlış iğneyi vurmuşlar. Annem şok geçirdi." Sabiha Poyraz'a durumu açıklarken Pınar direk lafa daldı.

 

"Sabiha hanım, lütfen. Bu konuyla benim hiçbir ilgim yok." Pınar üste çıkmaya çalışırken benim sinirler daha çok gerildi.

 

Elim ayağım titremeye başlamıştı. Dinlemediğim yetmiyormuş gibi bir de iftiraya uğruyordum.

 

"Ya şaka mı yapıyorsun sen? Niye kimse beni dinlemiyor? Kadına iğne vurmadım diyorum niye anlamıyorsunuz?"

 

Bağırmaya başlamıştım. Sinirlerim tamamen gerilmişti. Tansiyon gitgide yükseliyordu.

 

Tolga ve Hayal benim tarafımdaydı. Fakat onlar bile ıspatlayamıyordu. Pınar herkesi kolaylıkla manipülasyon ede biliyordu.

 

"Tamam sakin ol Defne." Poyraz elimden tutarak beni koltuğa oturttu. Ayakta duramıyordum sinirden. Göz göre göre bana iftira atılıyordu. Hayal ve Tolga da yanıma geldi. "Defne, sakin ol. Yalan söylediğini hepimiz biliyoruz."

 

Tam o sırada telefonum çalmaya başladı. Arayan Sarp'tı. Şu an onunla konuşacak durumda değildim. Zaten sesim titriyordu.

 

Meşgule atıp koltuğun üzerine bıraktım. "İnanmıyorum ya. Konuşmama izin vermediler bile. "

 

"Çınar bey, böyle daha diplomasını almayan öğrencileri işe alırsanız sonumuz böyle olur tabi." Pınar hala uğraşmaya devam ediyordu.

 

Sinirle ayağa kalkıp "beni hafife alma Pınar. Benim diplomamın seninkinden daha fazla olduğunu biliyorsun." dedim bağırarak. "Senin 5 yılda okuduğun üniversiteye benzemez. Sen tüm eğitim hayatını ve tecrübeni toplasan bile benim okuduğum üniversitenin yanından bile geçemezsin. Haddini bil."

 

"Tamam Defne. Uğraşma onunla." Tolga beni geri çekmek için önüme geçti. Telefonum ise hala çalmaya devam ediyordu. Sarp ısrarla arıyordu.

 

Telefonu Hayal'e uzatarak koltuğa geri oturdum. "Al şunu aç. Sinirlerim bozuk zaten bir de onunla uğraşamam."

 

"Alo? Benim Hayal. Defne şu an müsait değil de."

 

Poyraz beni sakinleştirmek için önümde eğilip yüz yüze durmamı sağladı."Tamam Defne, belli ki seni kıskanıyor senin ayağını kaydırmaya çalışıyor. Merak etme. Gerçekler gün gibi ortada. Halledeceğiz." Ama öfkem bir türlü geçmiyordu. Kadın resmen hastasını öldürmüş. İnanmıyorum. Gerçekten inanmıyorum. Nasıl bu kadar dikkatsiz olabilir bir insan?

 

Pınar'ın asıl amacı beni suçlu çıkarmaktı. Çünkü onun hastası beni tercih etmişti. Kıskançlığın boyutu şaka mı?

 

Hayal uzakta telefonla konuşurken deyip telefonu kapatarak bize doğru geldi. "Sarp geliyor."

 

"Her şeyi anlattın değil mi?" diye sorduğumda Hayal "evet, polis çağıracaklar Sarp yanında olsun hiç olmazsa" diye açıklama yaptığında sinirle gülüp yüzümü elimle kapattım.

 

"Onu istemiyorum yanımda Hayal. Niye onu çağırıyorsun?"

 

"Defne, abartma. Kadını görmüyor musun seni mahkemelik etmeden vazgeçer mi?"

 

Poyraz'ın yanındaki adam nihayet uzun süre sonra konuşmayı becermişti. "Kim kimi mahkemelik ediyor? Kadın zaten onun hastası. Tüm suç onda. Belli."

 

"Yani." dedi Hayal kollarını iki yana açarak. "Doğru söylüyor arkadaş."

 

"Asaf, ismim Asaf. Poyraz'ın kuzeniyim bu arada." Hayal başını hafifçe sallayıp zoraki gülümseyerek tekrar ciddileşti.

 

Pınar aniden yanımızdan ayrılıp Çınar beyi odasına doğru götürdü. Kesin onu dolduracaktı bana karşı. Şeytan kadın.

Her zaman yaptığı gibi.

 

Ama bende burada boş duramazdım. Hemen ayağa kalkıp kadının yanına gittim. "Bakın, Sabiha hanım. Annenizin ölümünün benimle bir ilgisi yok. Siz de oradaydınız. Dişine ilaç koydum, iğne vurmadım ki."

 

Pınar yok iken kadını ikna etmeye çalışıyordum. Çünkü tek şahidim oydu. Kadın onaylarcasına başını salladı. Hakkını savuna bilen birine benzemiyordu. Korkak bir tip vardı. Omuzları düşük elleri önünde birleşmişti.

 

"Lütfen söyler misiniz? Benim suçum yok der misiniz? Bana iftira atmaya çalışıyorlar."

 

Kadın boş gözlerle yüzüme bakarken Pınar ve Çınar tekrar geri dönmüştü. "Biz kameralara baktık. En son senin odandan çıkmış." Çınar bey söylediği cümleyle Pınar kendinden emin tavırla gülerek bana baktı.

 

"Allahım bana sabır ver" diye bağırdım hastanede. "Evet, benim odamdan çıktı" diye bağırdım yüksek sesle. Çünkü normal konuşunca anlamıyordular. "Çünkü bugün şikayetlenerek gelmişti. Pınar'ın işini doğru yapmadığını söyledi ve benden yardım istedi. Bende dişini muayene ettim Ve İLAÇ KOYDUM SADECE. SABİHA HANIM DA ŞAHİT. İĞNE FALAN VURMADIM."

 

"Defne, eğer yalan söylüyorsan?"

 

"Ya bir şey diyeceğim." Aniden Asaf araya girdi. "Niye herkes Defne'nin yalan söyleme ihtimalini düşünüyor da Pınar'ın yalan söyleme ihtimalini düşünmüyor?" Tek kaşını kaldırıp Çınar'a baktığında Çınar yutkunurken bakışlarını kaçırdı. Doğru. Neden?

 

Tam da tahmin ettiğim gibi. Çınar tarafsız değildi. Pınar'ın tarafında.

 

"Ben hepinizden şikayetçiyim," dedi Sabiha hanım bıkkınlıkla. Bu kadının ne yapmaya çalıştığını anlamamıştım. Niye böyle garipti. "İkinizi de mahkemeye vereceğim."

 

"Ne oluyor burada?" dedi kalın bir ses hastanede yankılanırken. Bu ses Sarp'a aitti. Asker adımlarla bize doğru yaklaşıyordu. Elinde telsizle yanında Alp'le bize doğru gelmeye başladılar. Sarp'ın üzerine giyindiği polis yeleği onu daha çok havalı gösterirken giyindiği siyah kazak kaslarını ortaya çıkarmıştı. "Kim kimden şikayetçi?" Bakışları ilk beni bulmuştu. Fakat ona uzun süre bakmadım. Hızlıca bakışlarımı kaçırdım.

 

"Polis bey, bu iki doktor benim annemi öldürdüler. Yanlış iğne vurmuşlar. İkisinden de şikayetçiyim. Yakalar mısınız lütfen?"

 

"Hayır hayır ben değil o." Pınar yine beni gösterirken sinirle güldüm. Alnıma masaj uygularken gözlerimi kapattım. Tolga'nın ise sanki beynine kan sıçradı. Yüzü kıpkırmızı olmuş alnında damarlar belirmişti. "Manyak kadın senin suçun. Yeter artık" diye yürüdü Pınar'ın üstüne doğru. Poyraz ve Asaf onu tutmaya çalışırken, Hayal bu kez Pınar'ın üzerine doğru yürüdü. "Korkak, iftira atıyorsun. Seni var ya seni öldürürüm bak." Alp ve Çınar bey Hayal'i önlemeye çalışırken Pınar Sarp'ın arkasında saklanarak "polis bey lütfen, canım tehlikede" diyip masum gibi Sarp'a baktı.

 

Şimdi saçlarından tutup tüm hastanede sürükleyip ardından kafasını sertçe duvarlara vurmak istiyordum. Ama hayır. Seviyem buna izin vermez.

 

Öfkeyle nefes verip gözlerimi kapattım. Sarp'ın bakışları üzerimdeydi. Bakışlarıyla yüzümü inceledi. Sinirden gözlerim dolmuştu. Başım zaten acıyordu, boğazım kurumuş, gözlerim buğuluydu. Bıkkınlıkla nefes verip kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Kalbim sıkışıyordu.

 

Kendimi ifade etmeme izin vermiyordular. Konuşmama izin vermiyordular. Öfkeden yerimde duramıyordum. Poyraz destek verircesine elini hafifçe sırtıma vurup "Pınar hanım, izin verin Defne'ni de dinleyelim," diye çıkıştığında Pınar donakaldı. "Çınar bey, siz tek taraflı gözüküyorsunuz haberiniz olsun."

 

"Poyraz bey haklı" dedi Sarp aniden. İlk kez aynı fikirdeydiler. "Eğer Pınar hanım suçluysa, onun kadar en az siz de suçlu bulunursunuz haberiniz olsun. Şimdi izin verin Defne konuşsun." Sarp'ın karşısında Çınar bey aniden tedirgin oldu. Başını hafifçe salladığında bana baktı. Pınar ise susmak nedir bilmiyordu.

 

"Neyi dinleyeceğiz? Yalanlarını mı? Pardon ya sizin nişanlınızdı değil mi? Siz şimdi ona kıyak da geçersiniz."

 

"Eğer ben ona kıyak geçseydim hiçbir şey sormadan sevgili nişanlımın gözlerinden yaş akıttığınız için hepinizi tutuklardım. Ama şu an kendimi zor tutuyorum, sınırları zorlamayın lütfen."

 

Gözyaşlarımı akıttığı için tutuklamak mı?

 

"Yeter!" diye bağırdım boğazım yırtılırcasına. "Hiçbir şey demiyorum ama bu kadın şahit. Sabiha, nasıl bu kadar susa biliyorsun? Benim yanımdaydın sende. Bakın. Şirin hanım yanıma geldi. Dişinden şikayetçi olduğunu söyledi." Sesim titriyordu, yalnız sesim değil ellerim de sinirden titriyordu. "Ben de dişine ilaç koydum. Bana dedi ki Allah senden razı olsun kaç gündür ölüyordum. Pınar doğru düzgün dişimle çalışmadı. Parasını aldıktan sonra bakmadı bile. Şimdi gidiyorum onun yanına. Hesap soracağım ve paramı ondan alacağım. Ondan sonra ben zaten işten çıkıp eve gittim. İğne konusuna gelince. Ben iğne bıçak ve kesici hiçbir alet kullanmıyorum. Kullansam o kadar masraf yapıp yurt dışından neden özel cihazlarımı getireyim? Tüm hastane hatta hastalarım bile benim ne kullandığımı iyi biliyor. Ve ayrıca neden Pınar'ın odasının kamerasına bakmıyoruz? "

 

"Benim odamda kamera çalışmıyor" dedi hemen. "Ne tesadüfse herkesin odasında çalışır, sende çalışmaz?"

 

"Bir dakika" dedi Pınar'ın sağ kolu olan Büşra. Artık tüm hastane bizi dinliyordu. "Defne hanım haklı. O işten çıktıktan sonra ben mola için yukarı çıktım. Pınar hanımın kapısı aralıktı. Şirin hanım oradaydı. Pınar hanım ona iğne yapması için ikna ediyordu. Şirin hanım istemiyordu ama onun iyiliği için olduğunu söyledi. Ben şahidim. Defne hanımın hiçbir suçu yok. "

 

"Sen bir de benim koyduğum ilacın üzerine iğne mi yaptın?" dedim şok içinde ellerimi kafama koyarak. "Hangi mantıkla?"

 

Pınar şaşkınlıkla beni izliyordu. Ben ise şoktaydım. "Ben iyi olsun istemedim." diye itiraf etti nihayet. "Ben böyle olacağını bilmiyordum."

 

"Bilmiyorsan, sor. Bana sorma tamam ama Hayal'e sor. Kadını kendi ellerinle öldürmüşsün."

 

Nihayet. Sonunda. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Şahitler tek tek ortaya çıkmaya başlamıştı. "Çok üzgünüm, böyle olsun istemezdim. Yanlışlıkla oldu. Sana karşı öfkeliydim, düşünemedim. "

 

"Düşünemedim diyor bir de ya. Nasıl düşünemedin? Senin düşüncesizliğin bir kadının hayatına mal oldu. Farkında mısın? Bir de suçu bana atmaya çalışıyorsun."

 

Sarp araya girerek bizi engelledi. "Pınar hanım, bizimle karakola gelmek zorundasınız. Şirin hanımı öldürme şüphesiyle sizi tutuklamam gerekiyor."

 

"Defne, senin de ifade vermen gerekiyor," dedi Alp beni uyararak. Saat 12'di. Ve benim yarın kınam vardı. Hayal önüme geçerek Alp'in önünde durup gözlerine dik dik baktı. "O gelemez. Yarın kınası var. Kınadan sonra gelir."

 

"Hayır, Defne hanım da şimdi ifade verecek" dedi Çınar bey aniden. "Niye hepimiz şimdi veriyoruz, Defne yarın verecek? Başkomiserin nişanlısı olduğu için ayrıcalık mı tanıyorsunuz?"

 

"Biz kimseye ayrıcalık tanımıyoruz" dedi sertçe Alp.

"Yarın kınası var diyorum, duymuyor musunuz Çınar bey." Hayal bu kez Çınar'a döndü.

 

"Duyuyoruz çok iyi duyuyoruz hem de. Ama ayrıcalık yaptığınızı görmeyecek kadar kör değiliz."

 

Sarp öfkeyle dişlerini sıkarak Çınar'ın karşısına geçerek gözlerine baktı. "Suçluya yardım yataklık yapan sizdiniz değil mi? O zaman sizi de alalım şöyle."

 

Sanki Çınar beyin başından aşağı kaynar sular döküldü. Kesik kesik nefesler vererek diliyle dudaklarını aldı. Aniden Sarp kelepçeyi çıkarıp Çınar'ın bileklerine taktı. Ardından polislere başıyla onları götürmesi için işaret etti.

 

***

 

Pınar'la Çınar gittikten sonra koltuğa oturup dinlemeye çalıştım. Stresten dolayı başım ağrıyordu, kaslarım gevşemişti sanki. Tolga ve Hayal üzerlerini değiştirmek için yukarı çıktılar. Alp Sarp Poyraz'la kalmıştım. "İyi misin?" diye sordu Poyraz endişeli sesle. Yanıma oturup endişeli gözlerle bana bakarken Sarp uzakta durmuş sinirle bizi izliyordu.

 

"Yorgunum, çok yorgunum" dediğimde bana doğru yaklaşarak elimi tuttu. "Sana dedim her şey düzelecek." Amacının farkındaydım. Ama hiçbir şey demeden bana karşı gülen gözlerle baktığında sıcak gülümseyerek gözlerine baktım. Elimi elinin üzerine koydum. "Teşekkür ederim."

 

Bakışlarım Sarp'a kaymıştı. Başını hemen çevirip gözlerini öfkeyle kapattı. Kendini zor tutuyor gibiydi. Ama yapacak bir şey olmadığını da biliyordu. Çünkü benden uzaklaşan oydu.

 

Poyraz'la birlikte ayağa kalktığımda aniden başımın dönmesiyle ona yaslandım. Tüm gün aç olduğum için başımın dönmesi aslında normaldi.

 

"Defne?"

 

"İyiyim, " dedim. Ve şu an Poyraz'ın kolu belimdeydi. Sıkıca sarmıştı. Aniden bakışlarımı kaldırdığımda Sarp'ın bize doğru öfkeli adımlarla yaklaştığını gördüğümde panikledim. Kalbim deli gibi atmaya başlamıştı.

 

Sarp belimdeki kolu sertçe çekip öfkeyle Poyraz'a döndü. Ve beni kendine yasladı.

 

"Siz işinize bakın doktor bey. Sevgilimi kendim götürürüm." Poyraz'ın bir şey demesini beklemeden beni bir çırpıda kucağına alıp arabaya doğru götürdü.

 

Kıskançlık krizi geçiriyordu. Bunu görmeyecek kadar kör değildim. Ama benden uzak durmaya çalışmasına da anlam veremiyordum. Niye yaparsın ki? Ben ona hiçbir şey yapmadım.

 

Kucağındayken gözlerine bakıyordum. O ise gözlerime bakmamaya çalışıyordu. Hafif çıkan yeni bebeksi sakallarını dikkatlice inceledim. Yüzünün her hattını her milimini ezberlemek ister gibi inceledim.

 

"Seninle konuşmasam, kaçsam sana öfkeli olsam bile o beline benden başka kimse sarılmayacak. Anladın mı?!"

 

Tatlı bir kahkaha atarak "yerinde durmazsan yerini kaparlar yakışıklı" dedim yanağına öpücük kondurarak.

 

Gözleri anında beni buldu. Beklenmedik bir şey yapmıştım çünkü. "Bir daha Poyraz'ın kolunu orada görürsem kolunu omzundan kırarım anlaşıldı mı?"

 

Kıskanıyordu. Açık açık beni kıskanıyordu. Ve bu çok hoşuma gidiyordu. Beni arabaya bindirdikten sonra kendisi de şoför koltuğuna geçip kemerini taktı. "Niye bana uzak davrandın?"

 

"Çünkü sana bağlamak istemedim. Ama sen izin vermiyorsun ki sürekli Poyraz dibinde bitiyor." Arabayı sinirle çalıştırıp dudaklarını birbirine bastırdı. Kendi kendime kazandığım zaferden dolayı kıkırdadım.

 

"Demek ki çoktan bağlanmışsın bana." Sinirle kısa bir bakış atıp gözlerini devirdi. Alt dudağımı ısırarak boyuna posuna bakmaya başladım. Bu adam her defasında nasıl oluyor da dikkatimi çekmeyi başarıyordu?

 

"Aç mısın?" diye sorduğunda başımla onayladım.

 

"Evet"

 

Arka koltuktan poşetleri alıp bana uzattı. Poşeti açtığımda peynirsiz sucuklu tost ve ayran beni bekliyordu. Gözlerim kocaman mutlulukla açıldı. "Yaaa teşekkür ederim. Açlıktan ölüyordum. Beni aldatmadıysan seni affediyorum."

 

Tosttan bir ısırık aldığımda aldığım leziz tat tüm beynime işliyordu. Dünyanın en leziz yemeği olabilir mi acaba?

 

"Seni aldatmam için senden daha fazlasını bulmam lazım." Söylediği son cümleyle öksürdüm. Yemek boğazımdan geçmedi. Sırtıma hafifçe vurduğunda tekrar yaşama döndüm.

"Ay ölüyordum."

 

"Benim için mi?" dedi sırıtarak.

 

"Yemin ederim, ağzına çarpacağım bir tane" dedim elimi havaya kaldırarak.

 

"O elini başka yerime çarpsan da olur."

 

"Sarp!"

 

Eğlenerek kahkaha atarken aniden dudaklarını yanağıma bastırdı. "Ne yapıyorsun?" dedim onu ittirerek.

 

"Özledim nişanlımı."

 

"Özleme" dedim sertçe. "Özlemişmiş"

 

"Mümkün mü sence?"

 

Herkese merhabalar okurlarım.... Yazarınız öğretmen oldu. Tebrik edin bakayım. Şık şık şık şık uhuhuuuuu

 

Yeni upuzun bölümü nasıl buldunuz? Güzel değil mi? Tam istediğim gibi oldu. En çok sevdiğiniz sahne hangisi?

 

Fikirlerinizi lütfen yazın. Merakla bekliyorum. Oy vermeyi unutmayın lütfen

 

 

Bölüm : 25.12.2024 10:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Adelina / Savaş'ın Yıldız'ı / 15.Bölüm: 'Korkusuz Yürek'
Adelina
Savaş'ın Yıldız'ı

7.04k Okunma

500 Oy

0 Takip
49
Bölümlü Kitap
Giriş1.Bölüm: "İçimizdeki Kötülük"2.Bölüm: "Savaş'ın Peşinde"3.Bölüm: "Tesadüf Değil Plan"4.Bölüm: "Kırılmış Kabulleniş"5.Bölüm: "Arkadaş Olalım mı?"6.Bölüm: "Geri Dönüş"7.Bölüm: "Bilinmeyen Hata"8.Bölüm: "Kaçırılma Krizi"9.Bölüm: "Dağ evinde dağ ayısıyla"10.Bölüm: "İlk Mühür"11.Bölüm: "Kıskançlık Savaşı"12.Bölüm: "Şeytanın Tohumu"13.Bölüm: "İhanet Hançerinin Ateşi"14.Bölüm: "Gerçeklerden Uzak Hayallere Yakın"15.Bölüm: "Korkusuz Yürek"16. Bölüm: "Rüya Gibi Kabus"17.Bölüm: "Aile Olmaya Hazır mısın?"18.Bölüm: "Bir Yıldız İntikamı Düşünün"19.Bölüm: "Topuklu Belalar"20.Bölüm: "Acı Gerçeklerin Rüzgarı"21.Bölüm: "Karanlığı ışığımdan daha güçlü."22.Bölüm: "Kraliçe Geri Dönüyor"23.Bölüm: "Büyük Buluşma"24.Bölüm: "Yıldız Kayması"25.Bölüm: "Yüzleşme"26.Bölüm: "Anne sana ihtiyacım var."27.Bölüm: "Şimdi Sıra Bende"28.Bölüm: "Ben Defne Yıldız Karakurt"29.Bölüm: "Herkesin Kendi Acısı Kendine Yeter"30.Bölüm: "Mahşerin Karanlık Perdesi (Sezon Finali)24.Bölüm: "Özel Bölüm"Özel Bölüm: "Akşam Yemeği(Savaş ve Defne)"(İkinci Kitap) 31.Bölüm: "Dönüyoruz"(2.Sezon)32.bölüm: "İki Ateşin Aşkı"33.Bölüm "Karanlığında Işığımı Kaybettim"34.Bölüm: "İçimizdeki çocuk"35.Bölüm: "Cehenneme Bir Adım Kala"36.bölüm: "1.Gün-Şeytanın Pençesinde"37.Bölüm: "2.gün Kayboluş ya da yok oluş"38.Bölüm: "Savaşın Ortasında Sen ve Ben"39.Bölüm: "Oyunun Gerçek Piyonları"40.Bölüm: "Tutsak Zihinlerin Zincirli Kalpleri"41.Bölüm: "Siyahın Beyaz Lekesi"42.Bölüm: "Karanlığın Sonu"43.Bölüm: "Sahte Sevgi Çemberi"44.Bölüm: "Çizginin Ucunda"45.Bölüm: "Son Seçim"46.Bölüm: "Bozulmuş Düzen"
Hikayeyi Paylaş
Loading...