

16.Bölüm: "Rüya gibi kabus"
"Etme sırtını duvardan başkasına emanet; En kralının bile içinde vardır bir nebze ihanet."
Alıntı.

"Yıldızlar yok bu gece farkında mısın?"
"Evet," dedim dudaklarımı büzerek. "Galiba yağmur yağacak."
"Hmm" diye mırıldanarak bana baktı. "Bulutlar kapamış. Yıldızlar artık görünmüyor." O bana bakarken ben gökyüzüne bakıyordum.
"Ama çekilince geri gelecekler. Işığına engel olamaz ki?" dedim gözlerine bakarak. Gülümsedi. Hiçbir şey demeden sadece gülümsedi. Ben de gülümsedim. Öyle sıcak bir gülümsemesi vardı ki insan karşılık vermek istiyordu. Ya da sadece ben istiyordum.
Aniden dudaklarını aralayıp "senin yanında olduğumda sanki her şey sessizleşiyor," diye sessizliği bozunca kaşlarım havalandı. "Dış dünyayla hiçbir bağım olmuyor." Sarp Baysoy ilk kez bana iltifat dolu bir cümle kurmuştu. Şaşkındım, ama şaşkınlığımı belli etmedim. Çünkü genelde iltifat etmezdi. En azından bana.
Kaşlarımı havaya kaldırıp başımı hafifçe eğdim. "Niye?" Diliyle dudaklarını yalayıp önce gözlerime sonra dudaklarıma baktı. Tekrar bakışlarını kaldırıp gözlerime baktı.
Yaptığı hareketle yüzümdeki gülüş daha da genişlerken derin bir nefes alıp dudaklarını araladı. Gözleri gözlerime kenetlenmişti. "Beni huzurlu hissettiriyorsun," dedi huzurlu sesiyle. "Hiç kimsenin hissettirmediği o huzur sensin." Beynim sanki durmuştu. Kulaklarım gerçekleri mi duyuyordu? Yoksa hayal mi? Bu aşk itirafı değildi. Bu aşk itirafından daha fazlasıydı. Aramızda artık arkadaşlığın bir bağı kalmadığına göre bu duygular gerçekti.
Ağzım açık gözlerim gözlerine kilitlenmiş vaziyette durarak ona bakarken, gülümsememi görüp çarpık gülüşünü yüzüne kondurdu. Gülüşüme gülüyordu.
Doğru mu duydum ben? Yok hayır rüya değil? Yürüyen ego bana mı yürüyor? Aman tanrım.
Aniden öyle bir gülüş kondurdu ki bu kez gülüşünü izlemeye başladım. O benim gülüşümü ben onun gülüşünü izliyordum. Dünya durmuş sadece biz vardık. Dünyada tek ben varmışım gibi bana bakarken hayranlıkla gözlerine baktım.
"Oha!" dedim aniden. "Bunu beklemiyordum."
Biraz daha bakarsam sapık rolüne balıklama atlardım. Bakışlarımı ondan çekip önüme döndüm. Nefesim kesilmişti ama. Nefesimi kesmişti.
"Şaşırtmayı severim," dedi bana göz kırparak. Benim cümlemi bana satıyordu. Aniden yanıma doğru kayıp kolunu omzuma attı. Gözlerim şaşkınlıkla kocaman açıldığında başımı çevirmeye korkuyordum. Çünkü çevirdiğim anda öpüşecektik, çok fazla yaklaşmıştı. Yutkunup nefesimi tuttum.
Hayır Defne. Kafanı çevirme.
Eli aniden çeneme gittiğinde içimde tuttuğum ateş aniden tüm damarlarımda atmaya başladı.
Ateş damarlarımda atıyordu evet. Yanıyorum yahu yanıyorum.
Yavaşça kendine doğru çevirdiğinde bakışlarım istemsizce dudaklarına kaymıştı. Çünkü aramızda mesafe yoktu.
Koala gibi birbirimizin ağzının içine girmiştik. Böyle düşününce komik gelmeye başladı. Allahım kendi kendime gülüyorum.
Adam dudaklarıma bakıyor ben gülüyorum. Dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemeye çalışsam gözlerim beni ele veriyordu. "Neye gülüyorsun?" diye sordu fısıltıyla.
"Komik bir şey geldi aklıma" dedim kıkırdayarak. "Hmm, ne?"
"Koala," dediğim anda geri çekilip gülmeye başladım. Yemin ederim ki sinirlerim bozulmuştu. Komik hiçbir şey yoktu, sadece kolanın suratı aklıma geldi ve o an kendimi tutamadım. Sarp ise şaşkın gözlerle beni izliyordu.
"İyi misin?" dedi gülerek. Başımı sallayıp kahkaha atarak ona döndüm. "Sinirlerim bozuldu, böyle her şey üst üste geldi o yüzden gülüyorum"
Allahım, şimdi gerçekten beni deli sanacak.
Gülerken hiç engel olmadı bana. Hayran gözlerle izliyordu beni. Sanırım sinir boşalması yaşıyordum.
Kendimi zar zor durdurup ona döndüğümde sanki yarım kalmış gibi tekrar yanıma yaklaştı. "Gülmen bittiyse sana bir şey diyeceğim."
"Söyle."
"Bana karşı duyguların var mı?"
İşte o meşhur soru. Bu soruya ben cevap veremezdim. Çünkü yaralıydım. Duygularımı arka plana çoktan almıştım. Artık sadece beynimle hareket ediyordum. Canımın daha fazla yanmaması için sessize almıştım...
Gözlerim şehrin küçük sarı ışıklarına kaydı. Göğsümün ortasında oturan sıkıntı nefesimi tıkıyordu. Yüzümde buruk bir gülümsemeyle dudaklarımı araladım.
"İki sene önce kalbim atmıştı. Semih kalbimi attıran ilk erkekti. Öyle güzel seviyordu ki. Beni gerçekten sadece seven oymuş gibi hem de. Ama sadece bir gecede her şey değişti. Nişanımıza bir gün kalmış hiçbir açıklama yapmadan çekip gitti. İhanetini acısı kalbimi o kadar çok paramparça etti ki artık acıya dayanamıyordum Sarp "dedim gözlerine bakarak. O ise üzgün gözlerle beni izliyordu. "Ben de kalbimi söküp attım" dediğim anda sesim içime kaçmıştı. "En ilginç ne biliyor musun? Kalbimi ilk attıran da öldüren de aynı adamdı. İnsan hiç ektiği çiçekleri öldürür mü? İnsan hiç iyileştirdiği ruhu parçalar mı?" Gözlerim dolmuştu, acımasızca silip elimin tersiyle silip burnumu çektim. Artık onun için ağlamam. Gözyaşlarımdan değerli değildi.
"Sorduğun sorunun cevabı yok bende."
Sarp beni kendine taraf kaydırıp gözlerime baktı. "Defne, ben senden nasıl vazgeçeceğim?" diye sorduğunda sesinde hüzün vardı. "Ruhum sana bağlanırken senden nasıl vazgeçeceğim?"
Hiçbir şey anlamamıştım. Niye böyle söyledi, niye üzüldü? Aniden bakışları tekrar dudaklarıma kaymıştı. Yine ateş bastı, yine yakıyordu bakışları dolaştığı her yeri.
Dudaklarıma yapışıp sertçe öpmeye başladı. Algılarım durmuştu. Başımı elleriyle yöneltti. Dudakları ateş gibi yanıyordu, ama bu ateş canımı yakmıyordu. Dudakları dudaklarıma ateşe veriyordu. Nefes nefese öpüşmemiz bitsin istemiyordum. Duygularımı kontrol edemiyordum. Dudakları dudaklarıma sahip olurken kalbinde sanki ince bir bağ benim kalbime doğru yol almıştı. Her dokunuşuyla daha fazlasını istiyordum. Şu an akıllıca hiçbir şey düşünemiyordum, sadece ona teslim olmuştum. Ve bedenim onu istiyordu. Elleri belime kayınca beni aniden kucağına aldığında afallamıştım. Bacaklarımı beline dolayıp kucağına yerleştirdi. Vücutlarımız tekrar birleşti.
Dudaklarımı şehvetle öperken birkaç saniyelik dudaklarını ayırıp gözlerime baktı. Göğüs kafesim hızla inip kalkarken nefes nefese kalmıştık.
"Sarp, ne yapıyoruz biz?"
"Kendimi durduramıyorum, sana dokununca kendime engel olamıyorum."
Bende durduramıyordum. Onu daha çok istiyordum. Kalbim dörtnala koşarken ellerini dudaklarıma sürttü. "Çok güzelsin."
Bulutlar hafif esen rüzgarın etkisiyle dağılırken saklanan yıldızlar birkaç saniyeliğine tekrar ortaya çıkmaya başladı. Ayın parlak ışığı üzerimize yansırken, rüzgarın hafif uğultusu kulaklarımıza doluyordu. Ardından tekrar siyah bulutlar yerlerini almıştı. Sarp'ın söylediği cümle rüzgarın etkisiyle dans ederek kulaklarıma dolurken, yutkunarak o çok güzel bakan gözlerine baktım. Bana ilk kez çok güzelsin diyordu. Ellerim bir anda yüzüne gitti. Yeni çıkan bebeksi sakallarını okşayarak "bana öyle bakma," dedim fısıltıyla. "Yoksa tutulurum sana, bir daha kimse ayıramaz beni."
Dudağının kenarı kıvrıldı. Belimdeki elini sıkarak beni kendine bastırmasıyla altımdaki sert erkekliği bana batmıştı. "Sen çoktan tutuldun bana."
"Ah, yapma." Islanmıştım, öpüştüğümüz anda ıslanmıştım hem de. Vücudum onun dokunuşlarına sanki aç gibi tepki veriyordu.
"Tenin beni istiyor, bunu göremeyecek kadar kör değilsin herhalde."
Yine aramıza egosu girmişti. "Aramızdaki dağ gibi egonu çekersen göreceğim." Söylediğim cümleyle kıkırdamıştı.
"Bana laf atmadan duramıyorsun değil mi?" dedi sırıtarak.
Gözlerimi yüzünün her zerresinde dolaştırarak "yürüyen ego olduğun için durmam imkansız gibi gözüküyor, " diye mırıldandığımda güldü. Gülüşü çok güzeldi. "Bu egom sadece sana. Emin ol kimsenin yanında böyle değilim."
"Suçum ne benim?" dedim cilveli sesle. Her cilveli konuştuğumda sanki kendini zor tutuyormuş gibi yutkunan Sarp bu kez yüzünü yüzüme yaklaştırdı.
"Vücudunun her zerresi bana ait olmak istiyor."
"Nasıl bu kadar kendinden emin ola biliyorsun?" Alt dudağımı ısırarak gözlerine baktığımda gözleri daha çok koyulaştı. Ardından kendimi aniden erkekliğine bastırdığımda kendine kısık sesle küfür etti.
"Sıcaklığını hissetmek delirtiyor beni. Şu an sana burada sahip olmak için bir engelim yok."
Haklıydı. Tepede kimse yoktu. Zaten yol çok aşağıda kalıyordu.
İstiyor muydum? Hem de nasıl.
Ama onun benden daha fazla istemesi gerekiyordu. Ben istediğim için değil, o istediği için. Sanki yalnız ben istiyorum ve o da bana mecburmuş gibi istemiyordum. Bir dakika. Ben ne istiyorum tam olarak?
Dudakları tekrar dudaklarımı buldu. Bu kez karşılık veriyordum. Dudakları bu sefer daha nazikti. Sertçe öpmüyordu. Alt dudağımı dişlerinin arasına alıp hafifçe ısırdığında dilimi ağzına sokmuştum. Yaptığım hareketle hırlamaları kulağıma doluyordu. Bundan sonra ne olacak bilmiyordum, ama bu kez anı yaşamak istiyordum.
Üzerimdeki deri ceketi çıkararak kenara attım, beyaz boğazlı kazağımla kalmıştım. Çünkü buralar fazla sıcaktı. Elleri kazağın içine kayarak tenime dokunmaya başladı. Her dokunuşuyla öpüşü daha çok sertleşiyordu. Parmak uçları yukarıya doğru kayınca göğüslerimin tam üstünde durdu. Kendimi sertçe ona bastırdığımda kendine kısık sesle küfür edip göğsümü avuçlarının arasına alarak sıktı. "Ahh!" çok güzeldi.
Ardından tek eliyle göğsümü yoğurmaya başladı. Dudakları dudaklarımdan boynuma kaymıştı. Başımı geriye atarak onun için yeterli alan açtığımda ateşli dudakları artık her yerimde dolaşmasını istiyordum. Ellerim boynundaydı. O bana dokundukça ben daha fazla arzuyla kendimi ona bastırıyordum. "Siktir, Defne. Delirtiyorsun beni."
Erkekliği tamamen sertleşmişti. İkimiz de pantolon giyinmemize rağmen sertliğini içimdeymiş gibi hissediyorum. Kendime engel olamıyorum. Onu istiyordum. Dudaklarını tekrar dudaklarıma getirip elini göğsümden çekti. "Islanmışsın."
Nasıl hissetti? Islaklığım ona da mı geçti? Ayyyy altıma yapsaydım bu kadar utanamazdım. Kahretsin.
"Ben-" Ne diyeceğim? Hay aksi.
Şaşkınlığımı görünce güldü. "Bana bu kadar çok dokunduğun için olabilir mi acaba?"
"O kadar çok Islanmışsın ki ıslaklığın bana da geçti," bakışlarıyla kasık bölgesini gösterdi. Gerçekten pantolonu ıslanmıştı. Bu kadar fazla sıvının gelmesi normal miydi? Utançla gözlerimi kaçırıp dudaklarımı büzdüm. Geri çekilmek istediğimde engelledi. "Daha fazla ıslanmanı istiyorum." deyip kollarını belime sardı. Gözleri kararlılıkla gözlerime bakarken nefesim kesildi.
"Bedenin çabuk tepki veriyor, ve bu beni daha çok delirtiyor." Gözleri arsızca yüzümü inceledi.
"İstiyor musun?" dedi beni erkekliğine bastırarak.
Evet demeden önce durdum. İstiyordum ama şimdi değil. Burada değil.
"İstiyorum ama şimdi zamanı değil Sarp."
"Bakire misin?" diye sorduğunda yutkundum. "Evet," dediğimde şaşkınlıkla gözlerime baktı. "Sen Semih'le-"
"Hayır." dedim lafını keserek.
Ne demek istediğini anlamıştım. Semih'le birbirimizi ne kadar çok sevsek de hiçbir zaman bana dokunmasına izin vermedim. Korktum, ya istediğini aldıktan sonra çekip giderse diye çok korktum. Ama maalesef ki istediğini almadan bile gidiyormuş. İyi ki yapmışım, diyorum arada. Beni kandıran adamla bana ihanet eden adamla birlikte olmak daha çok canımı acıtırdı.
Onu hatırlayınca Sarp artık gözüme farklı görünmeye başladı. Sanki o istediğini aldıktan sonra gidecekmiş gibi. Hızlıca kucağından kalkıp ceketimi alıp üstüme giyindim. Semih'i düşününce yine gözlerim doluyordu. Onu özlediğim için değildi ona inandığım için kendimden nefret ediyordum. Ve en kötüsü de kalbim tekrar uyanmıştı. Sarp'ın dokunuşlarıyla tekrar uyanmıştı. Oysa ki ben onu kapalı moda almıştım. Çünkü canımı acıtıyordu.
Tekrar aynı şeyleri yaşamak istemiyordum. Aşık olmak hiç istemiyordum. Kendimi kaptırmak istemiyordum. Yine yaralanırsam bu kez kalkamazdım.
Hızlıca ayağa kalkarak koşar adımlarla oradan uzaklaştım. Karışık duygular içerisindeydim. Sarp'ı kaybetmek istemiyorum ama aynı zamanda da ona aşık olmak istemiyordum. Ona bağlanmak istemiyordum.
"Defne?" diye şaşkınlıkla arkamdan seslendiğinde hiçbir tepki vermedim.
Hiçbir şey demeden koşar adımlarla ondan uzaklaştım. "Kendine gel Defne. Kendine gel. Artık kalbin yok. Artık kalbin çalışmaz. Kendine gel." Tepeden aşağı doğru hızla inerken Sarp çoktan peşime düşmüştü. "Defne, dur bir dakika." Duramazdım, durursam ona karşı koyamazdım. Şu an tek istediğim yalnız kalmaktı. Sarp yine benim alanıma girmişti.
"Konuşmak istemiyorum. Lütfen git."
Koşmak istedim, hızlıca ondan uzaklaşmak istedim. Ama koşamıyordum. Koşamazdım...
Tam mahalleye girecekken Sarp hızlıca bana yetişip kolumu kendine çekerek beni durdurdu. "Sana diyorum ki dur. Konuşmak istiyorum."
Dolan gözlerimi gökyüzüne kaldırıp kasılan ciğerlerimle nefes almaya başladım. "Bak, ben yaralıyım Sarp. Ben artık kalbimin tekrar atmasına izin veremem. Canım çok yandı."
Gözlerinde derin bir pişmanlık vardı. Suçlu gözlerle bana bakıyordu. "Biliyorum, özür dilerim. Ama kendime engel olamıyorum. Benim suçum."
Ama Sarp'a güvenmeyi, onu sevmeyi o kadar çok istiyordum ki. Sırf kalbimi iyileştirsin diye. Çünkü sadece o yapabilirdi.
Gözlerime baktı acıyla. O da farkında imkansız olduğunun. Beni engelleyen nedeni biliyordum. Ama onu engelleyen ne olduğunu bilmiyordum.
Beni kendine çekip yüzümü avuçlarının arasına aldı. Alnını alnıma yasladı. Nefesi nefesime karıştı. "Canın çok acıdı farkındayım. Ama sana duymak istediklerini söyleyemem." Sustum ve şaşkınlıkla gözlerine baktım.
"Sevme beni" dedi bir anda. "Canını acıtırım. Çok canın yanar ben buna dayanamam. Sevme beni." Kalbim bir anda tekledi. Bunu duymayı beklemiyordum. Şaşkındım.
"Kalbin paramparça. Ben o kalbi yok edemem. Bırak kalsın orada. Atmasın benim için. Ruhunu paramparça yapamam. Ben sana kıyamam Defne." Elimde kırık kalbimle karşısında çaresizce duruyordum. Bunları beklemiyordum. Bana umut vereceğini düşünmüştüm. Benim yanımda olacağını beni seveceğini düşündüm. Ama değildi. Sarp kalbimi iyileştirmekten vazgeçiyordu.
Buruk gülümseyerek gözlerine alayla ve titreyen sesimle "sen iyileştiremezsin yani?" diye sorduğumda gözlerinde acı daha da büyümüştü.
"Tekrar parçalayacağım kalbi iyileştirmem acımasızca. Ben seni sevsem yarama tuz basarım ama senin yaranı iyileştiremem Defne'm. Seni sevemem," dedi yalvarırcasına. "Sende sevme beni." Koskoca Sarp Baysoy dolan gözlerle bana bakarken bu konuda çaresiz olduğunu söyledi bana. İmkansız olduğumuzun farkındaydım ama en azından savaşa bilirdik. Ama o savaşı bile reddediyordu.
Belki de haklıydı. Olamazdık, çünkü benim elimde paramparça bir kalp vardı. O ise iyileştiremeyeceğini söyledi. "Seni herkesten korurum ama kendimden koruyamam," dediğinde acı içinde gözlerine baktım.
Sarp'la biz savaşmadan kaybetmiştik. Belki de en doğrusu buydu. Kimsenin daha fazla zarar görmemesi için yollarımızın ayrılması gerekiyordu. İki yabancı olmamız gerekiyordu. Bana dokundu, sarıldı, kokladı hatta öptü. Ama şimdi bunu artık yapamayacağını söylüyordu. Evlenecektik, ama evlenerek ayrılacaktık...
****
"Hadi. Defne, herkes bizi bekliyor." Bindallı kırmızı kına elbisemi giyinmiş odamda oturuyordum. Pencereden dışarıya bakıyordum. Kına bizim bahçedeydi. Annemin çağırdığı organizasyon bahçeyi tamamen değiştirmişti. Çok güzeldi. Ağaçlar, sandalyeler süslenmişti. Herkes toplanmış beni bekliyordu. Ben ise odamda oturmuş camdan dışarıya bakıyordum.
Hayal kapıyı kapatıp yanıma gelerek diz çöktü. Gözlerime bakarak "ne oldu kuzuma?" diye sorduğunda dolan gözlerimi kırpıştırıp bakışlarımı çektim.
"Bir şey yok iyiyim" Sarp'ın söylediklerini aklımdan çıkaramıyordum. Bundan sonra Sarp'la aramızda hiçbir ilişki kalmayacaktı. İki yabancı gibi birkaç aylığına yaşayıp ardından ayrılacaktık. Hayatımda ikinci kez güvendiğim birisi benden vazgeçiyordu. Bir an Damla'nın söyledikleri geldi aklıma. Erkekler seni kaldıramaz...
Belki de haklıydı...
"Hayal, eğer kötü bir şey olursa, kaldıramayacağım bir yük olursa benim yanımda olur musun?"
Söylediğim cümleyle gözyaşım yanağımdan aşağı doğru süzüldü. Çünkü bundan sonra ne olacağını bilmiyordum. Kötü hissediyordum.
Parmağıyla yanağımdaki ıslaklığı silip dudaklarını büzdü. Hemen gözleri dolmuştu. "Biz on senedir hiç ayrılmadık bundan sonra da ayrılmayacağız. Haksız olsan bile arkanda dimdik duracağım. Zor durumda olsan hemen sağ tarafında olacağım. Çünkü sol tarafta Sarp olacak. Ama unutma ki her ihtiyacın olduğunda yanında olacağım." Olmayacak. Sarp sol yanımda olmayacak. Çünkü olamayacağını söyledi.
Ayağa kalkınca ayağa kalkıp sıkıca sarıldık. Biz birlikte çok şey atlattık. Ve sanırım daha atlayacağımız çok şey vardı.
"Ayrıca senin bize ihtiyacın yok. Sen Defne Yıldız Aksoy'sun. Tek başına herkese meye okursun, hiçbir yara almadan savaştan çıkarsın. Anlaşıldı mı? Sen çok güçlüsün ve ayrıca çok güzelsin."
Utanarak başımı aşağı eğdim. İhtiyacım olan buydu. Özgüven tazelemesi. "Teşekkür ederim."
"Hadi gidelim yoksa Dilara'yla Canan bizi yırtar."
Elbisemin eteğinden hafifçe kaldırıp yürümeye başladık.
Tamam Defne. Sakin ol sakin ol. Sen her şeyin üstesinden gelirsin. Bu zamana kadar yalnız savaştın bundan sonra da yalnız savaşacaksın ve kazanacaksın. Merak etme. Şimdi keyfini çıkar.
Giriş şarkımız Gökçe Tik tak şarkısı çalmaya başladı. Dansçı kızlar ellerinde büyük yelpazelerle dans ederek sahneye girdiler. Birkaç saniye sonra şarkı başladı ve ben dans ederek geldim. Bu da organizasyonun bir parçasıydı.
Küt küt tık tık atıyor kalbim
Koşuyor hızlı hızlı
Senin için deli gibi tik tak tik tak uslanmıyor bir türlü.
Ben dans ederken arkadaşlarım tek tek gelerek bana eşlik etmeye başladılar. Hayal, Ceren, Eda, Pelin hatta avukatım Seren ve kuzeni Hira da buradaydı. Kızlarla sonuna kadar eğlenerek dans ediyorduk. Şarkı bittikten sonra başka bir şarkı çaldı.
Seren üzerinde kısa dar bir elbise vardı. Çok güzel fiziğiyle ve kıvrak hareketleriyle dikkat çekiyordu. Hayal ise beyaz tek omuzlu bir kısa elbise giyinmişti.
Lara Katmer katmer şarkısı çalmaya başladı. Kızlarla göbek atmaya başladık.
"Huhuuu, aşkta dertler katmer katmer" diye bağıra bağıra Hayal kıvırıyordu. Önümde eğilip Arap dansı yapmaya başladı. Sanki kendi evleniyor gibi neşeliydi, çıldıracağım.
Yaklaşık beş altı şarkıdan sonra yorulduğumu hissedip dinlemeye gittim. Telefonuma baktığımda Sarp'tan hiçbir mesaj yoktu.
Hiç moralimi bozmadan telefonu kenara bıraktım. Hayatımda ilk defa evleniyorum. Keyfini çıkaracağım. Biraz dinlendikten sonra tekrar ayağa kalkıp dans etmeye başladık.
Kına merasimi başladığında tam ortaya sandalye koyup beni oraya oturttular. Çocukluktan beri kına törenlerine baktığımda kızların ağlamasına hep gülerdim. Tabi anlam veremezdim. Ta ki bugünüme kadar.
Ama şimdi garip duygular hissediyordum. Annem lacivert elbisesiyle kenarda durmuş dolan gözlerle beni izliyordu. Onu böyle görünce garip olmuştum. Annem ağlayınca bende ağlardım. Şimdiki gibi.
Ağlama anne. Dayanamam.
Kına duvağını Yeliz yengem örttüğünde gözlerim dolmuştu. Hazırdım yemin ediyorum ağlıyorum Allahım. Ağlamam ben ya. Niye böyle oldu?
Ahu ve Hayal şarkı olarak hüzünlü şarkı değil de Berna Tan Kına şarkısını çaldırıp etrafımda ellerinde mumla dönmeye başladı. Hareketli şarkıydı ama yine ağlıyordum kahretsin.
Böyle ağladığımı görünce Ahu "gelin sulu göz çıktı annesi" dediğinde herkes kahkaha atarak gülmeye başladı. Zümra hanım anneme destek verircesine omzuna hafifçe vurarak bana baktı. Zümra hanım gerçekten iyi bir insandı, evliliğimiz gerçek olsaydı bence bu kayınvalidemle gayet iyi anlaşırdım. Çünkü Semih'in annesi öyle değildi. Bana hep kötü davranırdı.
Kızlar bir iki tur döndükten sonra Ahu gelip duvağıma baktı. Ağlıyordum. Hem de hıçkırarak.
"Gelin hazır" dedi gülerek. Ardından tekrar duvağımı örtüp doğruldu.
Kınayı yakmak için ise Hayal geldi. "Kınanı yakmaya geldim kuzum gideysun" dedi şiveyle. Elimi açıp kınayı yaktıktan sonra içine altın koyup eldiven giydirdiler. Ama ben hala ağlıyorum.
Burnumu çekip gülümsemeye çalıştım. Ardından Ahu mendil getirip yüzümdeki ıslaklığı silmeye çalıştı. Şimdi sıra duvak açmaktaydı.
"Duvağı kim açacak?" Adetleri bilmediğim için merakla Ahu'ya sordum. Ahu omuz silkerek bilmediğini söyledi. "Kaynana açmaz mı? Ya da damat?" diye sordu merakla. "Erkekler kınaya gelmez diye biliyorum."
Şu an herkes bir şeyi bekliyormuş gibi dururken aniden başka bir şarkı çalmaya başladı. Dansçı kızlar hepsi kapıya doğru giderek sıraya dizildiler. Şaşkınlıkla onları izlerken aniden şarkı eşliğinde davulları çalmaya başladılar.
Kenan Doğulu güzeller içinden şarkısı çalmaya başladı. Kızlar yavaş yavaş bana doğru gelirken o geldi. Sarp. Buradaydı. Tüm yakışıklılığıyla karşımdaydı. Ve sadece şaşıran bendim. Herkes bunu bekliyormuş gibi bana bakarak alkışlarken Sarp bana doğru gelmeye başladı.
Bekliyor muydum, asla. Yüzünde kendinden emin ifadeyle gözlerime bakıyordu. Dünkü olaydan sonra hiç konuşmamıştık. Açıkçası konuşacak bir şey de kalmamıştı. Evleniyorduk, ama evlenirken ayrılacaktık.
Üstünde siyah takım elbisesiyle herkesi kıskandıracak kadar yakışıklılığıyla gelip tam önümde durdu. Başını dikleştirip etrafa kısa bir bakış attı. Niye? Ne yapacaktı ki? Peki duvak? Aniden duvağımın eteğinden tutarak duvağımı açtı. Duvağı damat açıyormuş. Herkes bizi alkışlarken bir an olsun gözlerini gözlerimden çekmiyordu. Ama ben daha fazla durmayıp gözlerimi kaçırdım.
"Hala kızgın mısın?" diye sordu fısıltıyla.
"Değilim. Bana bir yol haritası lazım."
"Yol haritan ben olurum."
"Güvenemiyorum maalesef."
"İstersen de istemesen de bana ait olacaksın. Benim karım oluyorsun."
"Dün öyle demiyordun ama ayarsız mısın?" Bir öyle bir böyle. Tüm ayarlarımı bozuyor resmen adam.
Güldü. Hiç kimseye çaktırmadan bana doğru hafifçe eğilip "söylediklerimin arkasındayım," dedi sessizce. "Bana güvenme ama yanımda olacaksın. Her baktığın noktada beni göreceksin." Söylediği son cümleyle gözlerim kocaman açılmıştı. Kalbim sanki durmuştu. Korku tüm damarlarımda atarken yutkunarak gözlerimi kaçırdım.
"Ama dediğim her zaman yanında olacağım. Seni herkesten korurum ama kendimden koruyamam. Bu yüzden dikkatli ol." Tehdit mi ediyordu beni? Sarp beni tehdit ediyordu. Evet. Aman tanrım. Ama koskoca Savaş Karakurt'tan korkmadıysam Sarp'tan korkmama gerek yok diye düşünüyorum. Niye mi? Çünkü Defne Yıldız Aksoy'um.
Bence çok güvenme. Bir şeyler olacak gibi.
Şaşkınlıkla gözlerine bakarken geriye doğru çekilerek Ahu'ya döndü. Başıyla işaret ettiğinde Ahu hızlıca ortadan kayboldu. Birkaç saniye sonra ise elinde küçük bir hediye kutusuyla bize doğru geldi.
Dik dik gözlerine bakarken gülümseyerek kutuyu açtı. Kutuda altın bir kolye vardı. Sarp'ın Defne'si isimli altın bir kolyeydi. Ve Sarp'la Defne'nin arasında elmas bir yıldız vardı. Çok güzel ve zarif bir kolyeydi. Hayatımda gördüğüm en güzel kolyeydi.
"Özel tasarım" dedi fısıltıyla. Ardından kolyeyi alıp boynuma taktı. Artık ona karşı hiçbir duygu beslemediğimden emindim. Hele ki son söylediklerinden sonra.
Duvağını eteklerinden yavaşça tutarak yukarı doğru çekti. Gözleri bir an olsun gözlerimden ayrılmıyordu. Duvağı açtıktan sonra ellerini yüzüme koyup alnıma dudaklarını bastırdı. Tabii ki gerçek olmayan bir öpücük. Fakat garip olmuştum. Sanki gerçekten kocammış gibiydi.
İki üç saniyelik bir şeydi ama o kadar huzurlu oldum ki o an. Herkes bize bakıyordu, tüm dikkatler üzerimizdeydi. Islak kirpiklerime dikkatlice baktığında hafifçe sırıttı. "Sen gerçekten ağladın mı?" diye sorduğunda dudaklarımı birbirine bastırdım. "Adet yerini bulsun diye şey yaptım."
"Tabi tabi. Kesinlikle öyledir."
Aniden başka bir şarkı çalmaya başladı. "Çağla Saz mı Caz mı?" çaldığında Hayal ve Ahu davulcudan davulu alarak bana verdiler. Kınamda davul çalmaya başladım. Hayal'e daha önce söylediğimde annem karşı çıkmıştı. Ağır olmamı istemişti. Kına benim değil mi, ağır olmak istemedim.
Ayrıca niye insanların düşüncelerini umursuyorum ki?
Davul çala çala aynı zamanda da cilveli şekilde dans etmeye başladım. Tabi bana eşlik eden Hayal ve Ahu benden daha çılgın olduğunu hesaba katmadım. Üçümüz deli gibi ortada oynarken arada Sarp'a kısa bakışlar da atıyordum. Cilveli gelinim ya. Bu kadar deli olduğumu tahmin etmemiş olmalı ki şaşırarak sırıtıyordu. Alp Civan da kınadaydı.
Şarkı bittikten sonra başka şarkılar çalmaya başladı. Sarp'la birkaç kez oynamıştık sadece. Pek oynamayı seven birisi değildi. Sonrasında zaten ortalıkta görünmemeye çalışıyordu.
***
Kına bittikten sonra herkes dağılmaya başlamıştı. Bahçedeki koltukta babam annem ve Sarp'ın ailesi oturmuş bir şeyler konuşuyordu. Üzerimdeki bindallı elbiseyi çıkarmadan yanlarına gittim. Sarp yanlarında değildi. Yine kaybolmuştu. "Kızım, gel buraya." Babam yanında yer açarak beni yanına oturttu.
"Nasıldı beğendin mi?" diye sorduğunda kolunu omzuma atarak bana sarıldı. "Güzeldi ama çok yoruldum."
Ahu tek gözünü kırparak "daha düğü nde var. Ne çabuk yoruldun?" diye bana döndüğünde gülerek omuz silktim. Fakat aklım çok karışıktı. Ortada bir şeyler döndüğü kesindi. Ama ne?
Sarp bahçenin diğer tarafından telefonla konuşarak bize doğru gelmeye başladı. Bu kadar çok telefonla konuşması dikkatimi çekmişti. Acaba bu kadar fazla kimle konuşuyordu?
Bize doğru yaklaşınca telefonu kapatıp cebine koydu. Tam karşıma geçerek oturdu. Bakışları direk babamı bulmuştu.
"Defne, biliyor musun kim geliyor?" Babam bakışlarını Sarp'tan çekmeden saçlarımı okşamaya başladı. Susadığım için sehpada annemin su bardağını alıp "kim?" diye sorarak suyu içtim.
"Keno" dediği anda suyu püsküttüm. Ne?! Nasıl tepki vereceğimi bilemedim.
Keno benim özel korumamdı. Tam ismi Kenan Evren'di. Ama kısaca ona Keno derdik. 5 yaşımdan beri bana tutulan özel koruma. Fakat Fransa'ya gittikten sonra artık gerek olmamıştı. Ama yıllar sonra tekrar gelmesi... Adam çok tehlikeli birisiydi. Benim için değildi. Etrafımdakiler için fazla tehlikeliydi. Çünkü her sinirlendiğinde silahını çıkarıp adam indirirdi. Gözünü kırpmadan hemde. Herkes ondan korkardı. Ama şimdi babamın neden böyle bir şey yaptığını anlamamıştım.
"Ne? Niye?"
"Seni koruması için kızım" dedi saçlarımı okşayarak. Ama imalı cümleleri gözümden kaçmamıştı. Ve iğneli cümleleri Sarp'aydı.
"Ne gerek var Harun bey?" Cengiz bey kaşlarını çatarak babama döndüğünde hoşuna gitmediğini anlamıştım. Adamın evinde bir sürü koruma vardı tabii ki hoşuna gitmez.
"Gerek var ki böyle bir şey yapıyorum" dedi babam umursamadan. Cengiz bey tam bir şey söylecekken Zümra hanım onun sinirlendiğini fark ederek olaya hemen el atmak istedi. Babam onlara karşı büyük bir atakta bulunmuştu ve Cengiz bey artık sessiz kalmak istemiyordu.
Zümra hanım nazikçe gülümseyerek araya girdi. "Bizim evde zaten yeteri kadar koruma var. Ne gerek var ki?"
Haklı.
"Hiçbirine güvenmiyorum maalesef." dedi ifadesizce. Babam inatçıydı, biliyorduk ama bu kadar ileri gideceğini farkında değildik. Babam resmen sizin hiçbirinize güvenmiyorum diyordu açık açık.
İyi de neden? Ne yapmış olabilirler?
"Ben varım. Ben olduğum sürece korumaya ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum," dedi Sarp sırtını koltuğa yaslayarak. Bu kez ikinci atak Sarp'tan gelmişti. Fazla kendinden emindi. Babam kaşlarını çatarak gözlerini kıstı. Diliyle dudaklarını ıslattı. Sarp'ın özgüvenle konuşması hoşuna gitmemişti.
"Peki senden kim koruyacak?" Tek kaşını havaya kaldırıp Sarp'a bakarken Sarp'ın yüzü bir anda kireç gibi olmuştu. Bu cümleyi beklemiyordu, hiç birimiz beklemiyorduk. Sarp'ın bana zarar vermesini açık açık söylemesi ilginçti.
"Benim ona zarar vereceğimi mi düşünüyorsunuz?"
"Her ihtimale karşı önlem alıyorum sadece."
"Harun!" dedi annem sertçe. Fakat babam anneme sus der gibi öyle bir keskin bakış attı ki annem hiçbir şey demeden sustu. Babam bu kez sinirliydi.
Cengiz bey aniden sinirle ayağa kalktı. "Yeter artık Harun bey. Bu kadarı da fazla. Her muamelenize ses çıkarmadık, kendinizi iyice aştınız. Siz evladınız varsa biz de sokakta bulmadık oğlumu. Nasıl Sarp'ın Defne'ye zarar vereceğini düşünüyorsunuz?"
Haklıydı, babam Cengiz beyin üstüne fazla gidiyordu. Özellikle de Sarp'ın üstüne. Bu kez susmak istedim. Sırf ne olacağını merak ettiğim için.
Babam ayağa kalkarak gözlerini kısıp Cengiz beyin tam önünde durduğunda Sarp da hızlıca ayağa kalkarak başını dikleştirdi. "Ben kızımı koruyorum. Yanlış yapana öyle bir yanlış yaparım ki emin ol hiçbir şeyi gözüm görmez. Aklı şaşar. Amirim ama kızım için yapabileceklerimin hiçbir sınırı yok."
"Kızınızı kimden koruyorsunuz eşinden mi?"
"Defne, hemen içeri gir." dedi sertçe başını çevirmeden. Şaşkındım. Neden durduk yere içeri giriyorum ki?
"Baba-"
"Hemen dedim sana" sesini bir anda yükseltmesiyle irkilerek ayağa kalktım. Herkese kısa bir bakış attıktan sonra elbisemin eteğinden tutarak içeri doğru ilerledim. Babam öfkeliydi. Niye bu kadar gerildiğini anlamamıştım.
Yazarın anlatımıyla
🎀
Defne içeri girdikten sonra Harun duruşunu dikleştirip çatık kaşlarla Cengiz'e döndü. "Oğlun katil olduğu için olabilir mi?"
"Duracaksın orada Harun bey. Biz de meraklı değiliz sizinle akraba olmaya." Cengiz kalın siyah bığının altından dudaklarını öfkeyle ısırdı. Artık Harun onun için son damlayı taşırmıştı. "Halil Kantar'dan kızınızı korumak için evlendirdiğinizi unutmayın. Ayrıca biz değil, siz istediniz bu evliliği. Biz de saygı duyduk. Çünkü oğlumun size can borcu vardı. Lütfen aramızdaki saygıyı bozmayalım."
Dilara uzun süren sessizliğinden sonra nihayet ayağa kalktı. "Cengiz bey, o değil ben Zümra hanımdan rica etmiştim. Kocamın hiçbir şeyden haberi yoktu. Ayrıca can borcu olduğu için değil, Defne'ni Halil'den sadece Savaş koruya bilirdi." Bakışları Savaş'a kaydı. "Ama eğer defasında gözümüze sokacaksınız bence hiç başlamadan bitirelim bu oyunu. Bize mecburmuş gibi davranmanıza gerek yok."
Cengiz gözleri Harun'a kaymıştı. Bakışları oldukça katıydı.
"Bizim için hiçbir sorun yoktu. Fakat sizin yaptığınız doğru değil. Kocanız her defasında iğneli cümleler kurmakla aramızda saygıyı azaltıyor."
"Ben sadece kızımı korumak istiyorum" dedi Harun dişlerinin arasından tıslayarak. Kızını katillerin eline verdiği için en çok kendine kızgındı.
Bu kez Savaş araya girdi. "Kızınızı korumak için zaten benimle evlendiriyorsunuz. Kızınızı benden korumanıza gerek yok. Ayrıca içiniz rahat olacaksa Keno her kimse Defne'nin koruması olabilir. İzin veriyorum." Son cümleyi bastırarak söylemişti. Meydan okur gibi gözlerine bakıyordu. Çünkü Defne artık Harun'un değil Savaş'ın hakimiyeti altında olacaktı. Savaş resmi olarak onun kocası olacaktı. Ve bunu hatırlamak Harun'u daha çok öfkelendirmişti.
Harun'un öfkeyle burnu seğirirken Savaş tekrar bir atakta daha bulundu. "Benim kimseden korkmadığımı hatırlatmama gerek yok herhalde." Harun kendini zor tutuyordu. Bakışları adeta Savaş'a ateş ederken aniden Ahu ayağa kalktı ve araya girdi. "Harun amca, kurduğunuz oyunda en çok acı çeken Defne olacak" dedi sakince. Harun kaşlarını çatıp Dilara'ya döndü. Dudaklarını sinirle daha çok sıkarak gözlerini birkaç saniyelik kapattı.
"Çünkü kimse ailesinin ona oyun kurup bir mafya lideriyle evlendirmesine katlanamaz. Defne er geç öğrenecek her şeyi. Bize laf sokmaktansa bence kızınıza yapacağınız açıklamayı düşünün."
Cengiz Ahu'nun söylediği cümleyle başını dikleştirip gururla kızına baktı. Kızıyla küstü, konuşmuyordu ama kızının her defasında babasını koruması onu içten içe mutlu ediyordu.
Harun yutkundu. Karşısındaki Savaş Karakurt olsa da kızını son nefesine kadar koruyacaktı. Halil Kantar'ın karşısında duramazdı. Çünkü onun karşısında durmak için Tara'nın üyesi olman gerekiyordu. Ve bu yüzden bunu da sadece Savaş yapabilirdi. Güçlü bir üyeye ihtiyaçları vardı çünkü. En güçlüsü ise Savaş'tı. Beyazların lideri Savaş Karakurt siyahların lideri Evgin Kantar'ın abisi Halil Kantar'a karşı olacaktı.
***
🐺
Karakurt ailesi eve geldiklerinde hala öfkeleri geçmemişti. Harun'dan güçlü olsalar da ondan korkuyordular. Çünkü Harun öfkeyle kimin daha çok zarar görmesini umursamadan bir bombayla her şeyi mahvedebilirdi.
"Gördünüz değil mi?" Cengiz kızgın ifadesiyle salonun ortasında volta atarken Ahu ve Zümra koltuğa geçtiler. "Harun duracak gibi değil."
"Onu engelleyen Dilara. Dilara bir şey yapmasına izin vermez." Zümra ortamı yumuşatmak adına ve Cengiz'i sakinleştirmek için kurduğu cümleye Ahu direk cevap verdi. "Değil. Onu engelleyen Defne."
"Nereden biliyorsun?" Savaş ellerini beline koyup kaşlarını çattı.
"Kızı için her şeyi yapan bir babanı sadece kızı engelleye bilir." Bakışları direk babasına kaymıştı. Bir zamanlar onların ilişkisi de böyleydi. Ahu babasına çok düşkündü. Babası da onu. Ama tek hatasıyla babası onu silmişti.
Savaş aniden annesine döndü. "Hayır ben anlamıyorum. Dünyada 8 milyar insan varken neden Defne? Anne, öldüreceğim kadını benimle niye nişanlandırıyorsun? Başka kadın mı yoktu?" Zümra gözlerini devirdi. "Öldürmeyi ver bu sefer de. Ölür müsün?"
"Anne!"
"Öldürmeyecek zaten. Kullanacak!" dedi Cengiz imayla. Zümra öfkeyle Cengiz'e bakarken Cengiz gözlerini kaçırdı.
"Savaş, sakın o kıza aşık olayım deme. Bizi çıkmaza sürükleme."
"Niye? Evleniyoruz işte. Babası mı engel olacak?" dedi Savaş alayla. "Ayrıca gelininiz size karşı ga
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.04k Okunma |
500 Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |