

18.Bölüm: "Bir yıldız intikamı düşünün"
"Her hikayenin iki tarafı vardır. :(:"
Büyük ve lüks bir düğün salonu hayal et. Salonun ortasında göz alıcı, devasa bir avize asılı, tavan yüksekliği ise salonu daha da ihtişamlı kılıyordu. Dekorasyon, beyaz ve krem tonlarıyla zarif ve şık bir atmosfer yaratıyordu. Yuvarlak masalar, beyaz çiçek aranjmanlarıyla süslenmiş, her masada şeffaf sandalyeler yer alıyor ve masalar mükemmel bir şekilde düzenlenmiş durumdaydı.
Salonda büyük pencereler var ve bu pencereler beyaz tüllerle kaplanmış, bu da mekana ferah bir görünüm kazandırıyordu. Arka planda sahne ve ses sistemi ekipmanları kurmuşlardı. Salonun genel havası, büyük ve gösterişli düğünler için ideal bir mekan olduğunu hissettiriyordu.
Arka planda Aşkımız için şarkısı çalıyordu.
"Bayağı güzel süslemişler. Bu kadar beklemiyordum."
"Bayağı masraf yapmışlar." dedi Sarp şaşkınlıkla bana bakarak. Erkek tarafında olan masalarda Cihangir, Abuş ve Taha da gelmişti. "Bak, onların burada ne işi var?" diye sordum Sarp'a bakarak. Sarp baktığım yöne doğru bakarak onları gördüğünde gözlerini hemen kaçırdı. "Bilmem, babamın tanıdıkları herhalde."
"Baban karanlık adamlarla mı tanışıyor?"
Sorduğum soruyla aniden bana baktı. "Sen onların karanlık adam olduğunu nereden biliyorsun?"
"Savaş'la racon kesmeye gittiğimizde tanışmak zorunda kaldım." Ve şu an yaptığımız şeyi burada düğünde öğreniyordu.
Şok içinde gözlerini açarak başını bana çevirdi. "Ne yaptın ne yaptın? Savaş'la ne yaptın?"
Omuz silkerek sevimli olmaya çalışsam da öfkeyle dudaklarını birbirine bastırdı. "Sen bu adamın tehlikeli olduğunu hala idrak edemedin mi?"
"Bana yürüyor. Zarar vereceğini düşünmüyorum."
"Defne, şakanın sırası değil. Sen beni neden dinlemiyorsun?"
Bana bir şeyi yapma denilirse sırf merakımdan yaparım. Bu benim için yazılmamış bir kanundur.
"Beni mecbur etti, ne yapayım? Seni aramaya çalıştım maalesef tripli olduğun için telefonu açmadın. Açtığında da beni geçiştirerek telefonu kapattın." Ve burada ilk kez gerçekten haklıydım. Tabi ben her zaman haklıyım da neyse.
"Seni gerçekten anlayamıyorum." Öfkeyle başını çevirip çenesini sinirle sıvazladı.
"Bana zarar vereceğini düşünmüyorum." Başını bana çevirip gözlerini kıstı. "Sen sevdiğin birine zarar verir misin? Ya da eğer beni sevseydin bana zarar verir miydin?"
Sustu, gözlerinden sanki küçük bir parıltı geçmişti. Bu sorumu beklemiyor gibiydi. "Bilmiyorum," dedi sadece. "Bazen insan istemeden de zarar verebilir. Bunun farkında bile olmaya bilir."
"Çok kolay bir soru sordum oysa ki." Omuz silkerek dudaklarımda buruk bir gülüş belirdi. "Ben olsaydım zarar vermezdim. Elim titrerdi, kalbim ait olduğu yeri parçalamak için fazla acımasız olması gerekiyor. Ve bence hiç kimse sevdiği insana karşı acımasız olamaz. Eğer gerçekten seviyorsa."
Söylediğim cümleler çok şeyi ifade ediyordu aslında. Peki, o benim ne demek istediğimi anlamış mıydı acaba? Bakışlarını benden kaçırdı. Tedirgin olmuştu. Beni gerçekten çok sevmesini istiyordum ama sevmediğini de beynim idrak ediyordu.
Başımı çevirip dolan gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp yutkundum.
Sen güçlüsün Defne. Bunun da üstesinden gelirsin.
Oturduğumuz masaya doğru Seren yaklaşarak kulağıma doğru eğildi. Ona bir görev vermiştim. Sanırım halletmişti.
"Görev tamam." dedi kulağıma fısıldayarak. "Yılanları hallettiniz mi?"
"Hallettik."
Birazdan sesi çıkacaktı. Yaptığımız şey ise intikamdı. İntikamı mı soğuk yemeyi seviyorum.
Ardından beni kaldırarak şarkı eşliğinde dans edenlerin arasına getirdi. Evet, birinci görev başarılı ve şimdi göbek ata bilirim. Dans ederken bir yandan da çaktırmadan Sarp'a bakıyordum. Onu sürekli bakışlarımla kontrol ediyordum. Her zaman yanlarında olan Alp ve Civan yine yanlarındaydı. Sanırım benim de kumam onlardı. Bir şey konuşuyordular ve Sarp tedirgindi.
İstediğimi almıştım en azından onu tedirgin etmiştim.
Yanacaksak aşkımız için
Yanalım biraz da ne çıkar?
Bugün her şey aşkımız için
Tolga hızlıca yanıma gelip siyah gözlüğünü takarak oynamaya başladı. Benden çok onlar mutluydu. Ne o? Benden kurtuldukları için göbek mi atıyorlardı. Hastanedekiler, sınıf arkadaşlarım, hatta Fransa'dan bazı üniversite arkadaşlarım bile gelmişti.
"Huhuy, yanacaksak aşkımız için" Tolga ellerini havaya kaldırarak zıplamaya başladı. Aniden şarkı değişti. Gasoline şarkısı çalmaya başladı.
Dansın ilk adımlarıyla birlikte, arkadaşlarım senkronize bir şekilde hareket etmeye başladılar. Ayak sesleri, müziğin ritmine uyumlu olarak ahenkle yankılanıyordu. Hareketleri öyle uyumluydu ki, dışarıda duran herkes parıltı gözlerle bize bakıyordu.
Bir anda müzik hızlandı, arkadaşlarımla enerjik bir şekilde dönüp ve coşkuyla ritme uygun ellerimizi ve bedenimizi kıvırmaya başladık. İzleyiciler alkışlarla tempo tutup, sahneye olan hayranlıklarını gösteriyordular. Dansın ortasında, Hayak nazik bir hareketle beni sahneye davet etdi. Ben de tereddütsüz arkadaşlarımın arasına katılıp ve dansın en coşkulu anını birlikte geçirmeye başladık. Müzik muhteşem, ortam muhteşem. Atmosfer harika...
Herkes bir anda geri çekilince ortada Hayal ve ben kalmıştık. İkimiz müziğin ritmine uygun senkronize hareketler ederken, diğerleri alkışlarla ve havaya kaldırdıkları kollarıyla bize eşlik ediyordular.
Bir anda şarkı değişti. Bu kez Sefa-Bilmem mi? Şarkısı çalmaya başladı. "Ooooo!"
Sol yanımda boşluk hissinin yanında bir sinirle
Ben seninle
Bilmem mi, zor günlerimde hep sen yanımda vardın
Ve müzik hızlanır. Arkadaşlar, ritme uygun olarak dönüşler yaparak ve ellerini havada süzülen kanatlar gibi hareket ettirmeye başladılar. Aralarından birkaçı, yüksek tempoya eşlik eden neşeli çığlıklar atıp ve izleyenlerin coşkusunu daha da artırmaya çalıştı. İzleyiciler de bu coşkuya katıldı, alkışlar ve tezahüratlarla dansı daha da canlı hale getiriyorlardı.
Şarkıyı ezber bildiğimiz için bağırarak şarkıyı söylüyorduk. Bitmeyen enerjimizle şarkıyı sona kadara dans ederken söyledik.
Tekrar bakışlarımı Sarp'a çevirince Sarp'ın çoktan bana baktığını fark ettim. Ama her zamanki bakışı değildi. Farklıydı, her an yiyecekmiş gibi. Niye öyle bakıyor ki? Korkuyorum.
Ayağa kalkıp diğer misafirlerini yanına gitti. Ama bakışları üzerimdeydi. Başımla "ne var?" diye işaret ettiğimde bakışlarını çekerek önüne döndü.
Ben tekrar bizimkilerle dans etmeye devam ettim. Bu kez Mahzun Kırmızıgül - Dinle şarkısı çalmaya başladı.
"Huhuuuuu"
Herkes pistten çekilip etrafımı çevrelediler. Daire şeklinde durarak şarkıyı yüksek sesle söyleyerek beni ortaya aldılar.
Uçurumsun sen bu bedende
Her şeyi bırakıp bir kenara
Yanmaya hazırım ben ateşlerde
Normalde damat da oynamalı ama bizimki dans etmeyi sevmiyor. Maalesef. Benim şansıma bu çıktı. Acaba edemiyor mu yoksa etmek istemiyor mu?
Müzik hızlandı. Müziğin her vuruşunda uyumlu şekilde hareket etmeye başladım.
Arkadaşlarımın oluşturduğu çemberin ortasında, her dönüşümde eteklerimi savurarak özgüvenle adımlar atıyordum. Saçlarım her hareketimde etrafa dağılarak, dansın ahengine bir parça daha katıyordu. O kadar coşkulu dans ediyordum ki Sarp bile gözlerini benden ayıramıyordu. Herkesin tezahüratları ve alkışları arasında kendimi müziğe bırakmıştım.
Bu an benim için sadece dans etmekten çok daha fazlasıydı; özgürlüğümü ve neşemi ifade etme biçimimdi.
Şarkı yavaşladığında artık nefes nefese kalmıştım. Yorulduğumu fark edip kenara çekildim. Sarp ise bana bakarak gülüyordu.
Ardından Civan ve Ahu'nun gelmesiyle bakışlarını çevirdi. Ben de arkamı döndüm. Aniden kapıda Poyraz ve Asaf belirdi. Giyindikleri takım elbise ile oldukça dikkat çekiyordular. Asaf siyah bir takım elbise giymiş. Takım elbisenin ceketi siyah ve içine beyaz bir gömlek giyinmişti. Gömleğin üst düğmeleri açıktı. Siyah bir pantolon ve kahverengi-beyaz renkli ayakkabılar giymişti. Ayakkabılar mokasen tarzındaydı.
Poyraz'ın üzerinde ise takım elbise, siyah bir ceket, siyah bir gömlek ve siyah bir pantolondan oluşuyordu. Ceket, tek düğmeli ve iki yan cebi vardı. Gömlek, ceketin içine düzgün bir şekilde yerleştirilmiş ve düğmeleri kapalıydı. Pantolon, ceketin alt kısmıyla uyumlu ve siyah bir kemer ile tamamlanmıştı. Sol bilekte metal bir saat vardı.
Açıkçası onların geleceğini düşünmüyordum. Ama sırf Sarp'a inat olsun diye geldiklerini de biliyordum. Bakışlarım direk Sarp'a kaydı. Onları fark etmemişti. Henüz.
Bu yüzden Hayal'in kolundan tutarak onlara doğru gitmeye başladım. Duruşumu dikleştirip sıcak bir gülümsemeyle yanlarına gittik. "Hoş geldiniz doktor bey." Maksatım Sarp'ın dikkatini çekip kıskandırmak ve onu sinirlendirmekti.
Poyraz ise beni gördüğü anda kaşları şaşkınlıkla havaya kalkmıştı. Güzelliğim karşısında dudakları aralandı. "Merhaba, Defne hanım. Ah pardon, Prenses diyecektim." Güya utanıyormuşum gibi sırıtarak "teşekkür ederim" dedim cilveyle. Asaf'ın bakışları ise Hayal'de donakalmıştı.
Tamam gelin ben olabilirim ama o da çok güzel süslenmişti. Saçlarını hafif dalgalı yapıp abartılı parlak makyaj vurmuş, eyeliner ile göz hatlarını belirginleştirmişti. Üzerinde ise gece mavisi uzun yırtmaçlı a yaka olan bir elbise giyinmişti.
Arkadaşım resmen ışıl ışıl parlıyordu. Poyraz Asaf'ı fark ettiği anda sırıtarak bana göz kaş ederek onları gösterdi.
Asaf bir adım öne çıkarak Hayal'in tam karşısında durdu. "Poyraz, bana düğüne gideceğimizi söyledin. Periler diyarına geleceğimizi söylemedin."
Oooo. Cümlenin güzelliği şaka mı? Hayal nihayet bu iltifatın ona yönlendiğini anlayınca gülümseyerek "teşekkür ederiz, siz de çok şıksınız" dedi nazikçe. Hayal böyle şeyleri takmıyordu, daha doğrusu erkekleri takmıyordu. Eski sevgilisinden sonra artık hiçbir erkek onun dikkatini çekmiyordu. Ama Asaf sanki farklıydı. Ona bakışları çok şeyi söylüyordu bence.
"Oo doktor bey, hoş geldiniz." Ve işte bu. Nihayet Sarp'ın dikkatini çekmiştik. Yanında Alp ile sinirli kaşlarla bize bakıyordular. Alp'in bakışları Hayal'deydi. Ama neden?! Hayal'e ve Asaf'a neden öfkeyle bakıyordu? Ne?! Alp de mi Hayal'den hoşlanıyor? Olay şaka mı?
Peki Hayal bunun farkında mı? Değilse ben söylerim sorun değil. Kız bir oturuş da iki tane erkeği kendine aşık etmeyi becerdi. Helal ben olsam beceremem.
Tabi Defne'ciğim, sen daha beceriklisin. Sen üç dört taneyle uğraşıyorsun çünkü iki tane yetmiyor da o yüzden.
"Hoş bulduk, başkomiser." Poyraz bu kez kendinden fazla emindi. Ne bu eminlik? Bir şey var kesin.
"Geleceğinizi düşünmüyorduk," dedi Alp Asaf'a dönerek. "Şaşırttınız." Şimdi burada olmazsak Alp belinden silahını çıkarıp Asaf'ın iki kaşının ortasından vuracak gibi bakarken Hayal etrafa bakındı. "Defuş, babam çağırıyor. Ben kaçtım." Hayal gerilen ortamın farkında bile değildi. Çünkü dikkati tamamen farklı yerdeydi. Onun yerine ben burada tedirgin olmuştum.
Poyraz hiç keyfini bozmadan kendinden emin tavırlar sırıttı. Elini dudaklarının üzerine getirerek hafif çıkan bebeksi bığlarını okşadı. "Şaşırtmayı severim," dedi direk benimle göz kontağı kurarak.
Ha. Tam oldu. Bir sen eksiktin zaten.
"Ehe," dedim bir anda gülmeye çalışarak. Ehe mi ? Gerçekten ehe mi dedim ben?!
Sarp ellerini cebine sokarak omuzlarını dikleştirdi. Gözlerini Poyraz'ın mavilerine sabitledi. "Bu özel günümüzde yanımızda olduğunuz için teşekkür ederiz." Ona inat olsun diye sinsice gülümseyerek kolunu belime sardı.
"Rica ederiz," dedi Poyraz bakışlarını Sarp'ın koluna çevirerek. Bozulmuştu ama bozulduğunu belli etmemek için gülümseyerek "mutluluklar dileriz" deyip yanımızdan ayrıldı ve masaya doğru ilerledi.
Başımı kaldırıp hala Poyraz'ın arkasından bakan iki çift bal rengi gözlerine baktım. "Niye onu kıskandırmaya çalışıyorsun?"
Başını çevirip gözlerime baktı. "Kıskanmaması gerekiyor. Sen benim karımsın. Ne diye kıskanıyor?"
Dudaklarımı büzüp gözlerimi devirdim. Karısıymışım. Çok da umurunda sanki.
"Ayrıca sen neden gidip onu karşılıyorsun? Gülüşmeler, kıkırdamalar. Ne oluyor?! Hayırdır?!"
"Peki, sen neden kıskanıyorsun?!"
Gözleri dondu. Diliyle dudağını yalayıp bakışlarını kaçırdı. "Kıskanmıyorum, ne diye kıskanacağım? Sadece senden uzak durmasını istiyorum o kadar."
"Tabi tabi. Kesin öyledir."
Kıskançlıktan delirip ama hala inkar etmesi beni benden alıyor gerçekten.
Gelinliğimin eteğinden tutarak hafifçe kaldırıp anneme doğru yürümeye başladım. "İyisin değil mi?" Annem telaşla önüme geldi. "Açlığın falan var mı?"
"Hayır, anne. Şey ben sana bir şey diyeceğim."
"Ne oldu?"
Esra olayını anneme anlatmak istiyordum. Annemin haberinin olması lazımdı. "Ben dün karakola gittim babama uğramak için." Acaba şimdi söylenmesi gereken durum mu?
"Eee?" dedi merakla.
"Orada Esra adında bir kız vardı."
"Eee?" dedi imayla bu kez. Tek kaşını kaldırıp eyelinerle belirginleştirdiği gözlerini bu kez daha çok açarak bana baktı.
"Ve babama yürüyor. Hatta geceler babama mesaj atıyormuş." Aile dramı. Yeminle aile içi şiddet olursa tek sorumlusu benim. Çünkü ailenin şeytan çocuğuyum.
"Hmm" dedi bakışlarını benden çekerek mırıldanarak. Başını dikleştirip kısa kahverengi saçlarını kulağının arkasına attı. "Farkındayım, baban birkaç gündür rahatsız. Peki, benim küçük canavarım gerekeni yapmıştır umarım."
"Dilara hanım, beni siz yetiştirdiniz. Sizin kadar olmasam da benim de kendime özgü taktiklerim var." Annem tam bir aslan kadınıydı. Ego, özgüven, ve çekici.
"Güzel, ama benim kadar değilsin. Çünkü sen benden daha fazlasısın."
Tam o sırada genç bir kadın bağırarak salona girdi. "İmdat! İmdat! Yardım edin!" Neden böyle yaptığını ben bildiğim için pek tepki vermemiştim. Babam ve Cengiz bey koşarak kadına doğru gittiler. Herkes şaşkınlıkla ona bakarken sinsi bir gülüşle olanları izlemeye başladım. Annem kaşlarını çatarak olayı anlamaya çalıştı.
"Ne oldu?"
"Esra tuvalette kilitli. İçeriden yılan çıktı. Bir süre yılan var. Bağırıyor." Kadın nefes nefese yarım yamalak kurduğu cümlelerle derdini anlatmaya çalışırken babamın iş arkadaşları kadınla beraber tuvalete doğru koşarken babam olayı anlamıştı. Anında bakışları beni buldu. Annem ise dudaklarını o şeklinde açarak "fazla zekice bir hareket" dedi benim omzuma omzuyla vurarak. "İşte senin benden farkın bu kızım. Benden daha zeki olman. Neyse ki bu huyunu benden ama cesurluk huyunu babandan almışsın. O da senin gibi burnunun dikine gider. Ona yapma olmaz de ve otur izle."
"Öyle mi? Babam bu huyumu senden aldığımı söyledi. Annen gibi inatçısın diyor."
"Yaa" dedi babama cilveli bakarak. "O zaman ikimiz de aynıyız. Deliyiz, inatçıyız." Onlar arasındaki enerji o kadar genç ki ben bile kendimi yaşlı hissettim. Annem ne kadar yaşlı olsa bile babamı baştan çıkarmayı başara biliyordu. Aynı şimdiki gibi. Babam annemin cilveli omuz silkmesini görünce dudaklarını birbirine bastırıp bakışlarını heyecanla kaçırdı. 47 yaşındaki adamı heyecanlandıran bir adet Dilara Çelik Aksoy kadar olamayız.
Annem babamın yanına doğru giderken ben tek kalmıştım.
"Sen yaptın," dedi aniden kulağımda beliren ses. Ne zaman yanıma geldiğini bilmediğim Sarp arkadan bana doğru eğilerek kulağıma fısıldadı.
Başımı çevirdiğimde gözleri gözlerime sabitlenmişti. "Başka ne sürprizin olacak?" dediğinde yutkundum. Daha sürprizlerim ilerde ve ben spoiler vermeyi sevmiyorum.
Bakışlarımı kaçırarak ondan uzaklaşmak için hareketlendim. Fakat kolumdan tutarak gitmemi engelledi. Beni kendine yaslayarak kolunu belime attı. "Nereye gidiyorsun karıcığım? Daha dans etmedik." Gözlerindeki o öfkeyi görüyordum. Saklamak istese de sinirlendiğini görüyordum. Ama niye? Öfkesinin sebebi neydi? Ben miydim yoksa?
Tam o anda dans şarkısı çalmaya başladı. Evet, şimdi ikinci görev başlıyordu. Yüzümdeki öfke aniden silindi ve yerini sinsi bir gülüş alındı.
"Tabi kocacığım, o zaman dans edelim."
"Evet, değerli misafirler. Şimdi gelinle damadımızı dans pistine alalım lütfen." Bu Hayal'in işaretiydi.
Şarkı Ferhat Göçer- Sen elimden tut
Işıklar kapandı, sadece tam ortada dans pistinin ortasında beyaz bir ışık yansıdı. Meydan okurcasına bakıyordum gözlerine. Eliyle elimi prenses edasıyla tutarak piste doğru ilerlemeye başladık.

Elini belime yerleştirdi, gözleri bir an olsun gözlerimden ayrılmıyordu. O ayırmayınca ben de ayırmadım. Kolumu boynuna doladım, tekrar vücutlarımız kavuşmuştu. Birbirimize öfkeli ya da sinirli bakmıyorduk. Üzgündük ikimiz de çok üzgündük. Yaklaşık 3 aydır tanıdığım Sarp Baysoy'la son dansımdı. Yine olsa yine tanışır mıydım? Evet.

"Seninle tanımak çok güzeldi Sarp" dedim titreyen sesimle. Şaşkın değildi bu sefer. "Seni tanımak çok güzeldi Defne."
Bu bizim veda dansımızdı. Sarp'la Defne'nin son dansıydı. Sarp'la Defne'nin hikayesi artık bitiyordu. Artık ikisi de burada sonlanıyordu.
"Başka bir evrende yine benimle karşılaşırsan bu kez beni sever misin başkomiser?"
"Seni her evrende severim doktor."
Gözlerim dolmuştu, başımı göğsüne yasladım, kokusunu içime çektim. Belki de son kez dokunuyordum.
Dudaklarını saçlarıma bastırdı. Belindeki eli daha çok sıkılaştı. Korumacı gibi sarılıyordu. Başımı kaldırıp tekrar gözlerine baktım.
Alnını alnıma yasladı. Gözlerimiz kapalı halde anı yaşıyorduk.

Yarımmış bir yanım
Bir yanım yaralı
Nasıl tamam yaptın
İyileştirdin
Yarınmış ertesi bugünü yaşamanın
Aşk gerçekten varmış hissettirdin
Bilsen nasıl hoş geldin
İyi günde kötü günde
Söz verelim ikimizde
Aldığım en son nefeste
Sen elimden tut
Her ne yaşandıysa bitti
Senle benden önce unut
Bir ömür o güzel başını
Göğsümde uyut.
Nefesi nefesime karışıyordu. Oksijen gibi birbirimizin nefesini içimize çekiyorduk. "Defne, her şey için özür dilerim."
"Her şey için özür dilerim" dedim bende. Belki de Defne ve Sarp'ın hikayesi farklı olabilirdi. Çok güzel mutlu bir son olabilirdi. Ama engeller vardı. Yalanlar, oyunlar, katiller bu sonu bozdu. Sarp'la Defne'nin kaderini bozdu.
"Seni seçtiğim için pişman olmadım." dedi fısıltıyla.
"Seni seçtiğim için pişman olmadım." dedim fısıltıyla.
Gözleri gözlerimi buldu. "Sana doyamadım." Ardından dudakları dudaklarımı buldu. Kısa bir öpücüktü ama çok şey ifade ediyordu. Öpüşüyle yine yaktı, dudaklarımı. Yine uyandırdı kalbimi, yine çiçeklendirdi ruhumu.
"Bir şeyler olacağını biliyorum, hissediyorum. Kötü bir şey olacak."
Dudaklarını büzdü. "Kötü olup olmadığına sen karar vereceksin." Gözleri gözlerimi buldu. "Ama ne olursa her şey bittikten sonra gözlerin yine bana ait olacak."
"Ya her şey bittikten sonra ben olmazsam?"
Söylediğim cümleyle donakaldı. Bu ihtimali düşünmemiş olmalı ki şok içinde baktı suratıma. Bunun bir ihtimal olması bile onu korkuturken gerçeğini düşünmek bile istemiyorum.
"Savaş, benimle kaybeder misin?"
Gözleri şok içinde bana bakakaldı. Yutkundu, gözlerinde şaşkınlıkla daha çok açılırken "sen-" diyebildi kısık sesle.
"Biliyorum kimliğini. Gözlerin seni ele verdi. Sen katil Savaş Karakurt'sun. Gözlerinden, bakışından dokunuşundan, kokundan tanıdım seni Savaş" dedim fısıltıyla. Gözlerim hayal kırıklığıyla dolarken burnumu çektim. Buruk gülümseyerek "neden?" diyebildim sadece.
Gözlerinden bakışından tanıdım onu. Savaş Karakurt'tu. Sarp Baysoy aslında Savaş Karakurt'tu. Benim sığındığım liman cehennemin ta kendisiymiş. Kaçtığım katil sığındığım adammış. Yaralarımı saran adam yaralarımı açan adammış. Üçüncü kez... Üçüncü kez kandırıldım...
"Evet," dedi başını dikleştirerek. "Ben katil Savaş Karakurt'um." Ama gözlerinde öyle bir acı vardı ki... Sesinde pişmanlık vardı. Beni incittiği için miydi, yoksa gerçekler gün yüzüne çıktığı için miydi?
Bana her zaman bakışları artık ve yerini öfkeye vermişti. Bugün Sarp Baysoy'un öldüğü gündü. Bu tarih hiçbir zaman unutulmayacaktı. 18 Kasım. Saat 23.30.
Müzik bittiğinde herkes alkışlamaya başlamıştı. Ama biz birbirimizden ayrılmadık. Savaş'ın gözlerinde öyle bir öfke belirdi ki artık bu gözler bana yabancıydı. Bir zamanlar rüyam olan gözleri artık kabusuma çevirmişti. Kollarını belimden çekerek benden uzaklaştı. Kimliğini bildiğimi anladığı anda gerçek yüzü ortaya çıktı.
Bana yalan söylemişti. Beni kandırmıştı. Bana başka kimliğiyle yalan söylemişti. Bana Sarp'ı sevdirmişti ama sonrasında seven kalbimi bir kez daha mağlubiyete uğratmıştı.
Savaş Karakurt bunca beni parmağında oyuncağa çevirmişti. Peki ben bunun intikamını almaz mıyım?
Bakışlarım ondan çekip kapıya kaydırdım. Daha oyunum bitmemişti. Orada takım elbisesi ile bizi izleyene Semih acı dolu gözlerle bana bakıyordu. Beni aldatan üstüne üstlük beni nişan günümde terk edip ortalıktan kaybolan adamı affetmeyecektim.
Onu affedeceğimi düşünmüştü, çünkü buluşma adıyla kandırıp onu düğünüme çağırmıştım. Semih Karaca'nı kandırdım. Beni yarı yolda bırakmasını affetmeyecektim. Asla. Ona söylemiştim. Ben Defne Yıldız Aksoy'dum. Bana yaşattığı acının iki katını ona yaşatacaktım.
Ve şu an o acıyı yaşıyordu. Çünkü en büyük düşmanıyla tutkulu öpüşümüze şahit ettim. Semih de onlardandı. Yani Tara'dandı. Ve büyük düşmanı ve rakipi Savaş'tı.
"Bana bunu yapamazsın." dedi inanmayan gözlerle bana bakarak. "Defne, sen bu değildin."
"Evet, bu değildim. Çünkü artık hepiniz beni aptal yerine koymaya başladınız" dedim sinirle gözlerine bakarak. "Önce Serap sonra siz. Uzaktan bakınca saf gibi mi görünüyorum?" İkisinden de nefret ediyordum. Beni kandıran iki adamdan da nefret ediyordum.
"Defne, neler oluyor?" Poyraz yanımıza gelip şaşkınlıkla bana baktı.
"Sarp?" Alp ve Civan koşarak yanımıza geldi. Artık düğünün sonlarına doğru gelmiştik. Misafirler yavaş yavaş dağılıyordu. Bakışlarımı çevirdiğimde Cihangir ve Taha da kaşlarını çatarak uzaktan bizi izliyordu. Herkes şu an şaşkınlıkla beni izliyordu. Ben ise dimdik ayakta durarak intikamımı alıyordum. Hepsinden.
Şimdi sahne senin Defne.
"Bana beni affettiğini söyledi ve beni buraya çağırdı. Güya arkadaşının düğünü varmış." Semih kendisi tüm bunları anlatırken bile kendine inanamıyordu. Civan ve Alp ise hayretle bana bakıyordu.
"Ne oldu?" dedim dişlerimi öfkeyle sıkarak. "Sığdıramadın mı erkekliğine?" dedim yüzümü yüzüne yaklaştırıp kızgın gözlerle bakarak. "Beni terk ederken iyiydi bir de arsız arsız karşıma çıkıp barışalım diyorsun ne kadar yüzsüzsün ya?"
"Orada dur," dedi üzerime yürüyerek. Savaş hemen aramıza girip karşısına geçti. "Sen orada dur bakalım."
Semih Savaş'ı umursamadan gözlerini bana dikti. Öfkesinden yerinde duramıyordu. "Bunun cezasını çektireceğim sana."
"Hop ağır ol Semih bey," Alp elini onun omzuna imayla atarak geriye itti. "Kime ceza çektirdiğine önce bir bak sonra. Karşında kim duruyor biliyor musun?"
Ve işte üçüncü atak. Hadi Defne. Başarabilirsin.
"Söylesene," dedim imayla tek kaşımı kaldırarak. "En çok neye sinirlendin?" Semih şaşkınlıkla kaşlarını çattı.
"Seni kandırdığıma mı?" yutkundum. İşte her şeyi bitiren o cümle. "Yoksa Savaş Karakurt'la evlendiğime mi?"
Alp ve Civan gözlerini kocaman açarak bana döndüler. Savaş ise yutkunarak gözlerini kaçırdı. Beni kandırmıştılar. Kendilerince oyun kurmuşlardı ama şimdi o oyunu mahvettim. Şimdi ise final golünü vuruyorum.
"Ve ayrıca yaptığınız sahte nikahı maalesef biliyorum Savaş Karakurt." Bu kez Savaş'ın önünde durdum. Meydan okurcasına gözlerine baktım. Öfkeyle, nefret dolu gözlerle ateş eden bakışlarla katilimin gözlerine baktım. "Ama ben" dedim bastırarak. "Bu oyunu mahvettim. Aptal kız oyunu kazandı."
Ve ışıklar yandı.
Fakat bu kez prenses kendini de harcadı.
"Senin resmi olarak karınım Savaş Karakurt. Sen de benim kocam."
Ve final. Oyun bitti. Taşlar dağıldı, oyun tahtası ortadan kırıldı. Şimdiyse yeni bir oyun başlıyordu. Ama bu kez kuralları ben koyacaktım.
Savaş önce şaşkınlıkla baba döndü. Sanki nutku tutulmuştu. Çünkü sahte nikah düzenleyerek benimle güya Sarp Baysoy' muş gibi evlenmek planı kurdu. Fakat gerçek hayatta Sarp Baysoy denen birisi yoktu. Bende bunu değiştirip ismin yerine Savaş Karakurt yazdırıp nikah memurunu satın aldım. Ve böylelikle gerçekten Savaş Karakurt'la evlenmiş oldum.
Savaş'ın yüzündeki şaşkınlık yerini öfkeye verirken sinsice gülümseyerek gözlerine baktım. "Sana son kez tek bir cümle diyeceğim. Geçtiğim her yeri yakarım, içinde kimlerin olduğunu umursamadan hem de."
Ve omzuna sertçe çarparak yanından geçip onlardan uzaklaştım. Hayal'e başımla işaret ederek düğünü sonlandırmasını istedim. Ve ben hızlıca kapıya doğru ilerledim. Hayal ve Seren peşime takıldılar.
Bitti. Her şey bu kadardı. Başardım ama en çok da kendi canımı yakmıştım. Hepsinden nefret ediyordum. Bana bunu yaptırdıkları için hepsinden nefret ediyordum. Geçmişte yaşadıklarım yetmezmiş gibi bir de yenileri listeye eklenmişti. Ama burada tek suçlu Savaş değildi. Annemdi. Benim arkamdan iş çeviren annem ve babamdı. Beni katille evlendirmeye çalışan onlardı maalesef.
Onlar bana nasıl kıydılar? Nasıl bana bu oyunu oynaya bildiler? Nasıl gözümün içine baka baka bana yalan söyleye bildiler? Nasıl?
Kapıya ulaştığımda annem babam Ahu ve Zümra hanım beni gördüklerinde hayretler birbirlerine baktılar. "Nereye gidiyorsun kızım? Sarp nerede?"
Gerçeği öğrendiğim anda dünya etrafımda sessizleşmişti. Şimdiyse gözlerim dolmuş, kaşlarım hüzünle çatılmıştı. Gerçekler omuzlarımın üzerine büyük bir ağırlık gibi çökmüştü. Dudaklarım hafifçe titriyor, kalbim buruk bir ritmle atıyordu. Duygularımın derinliğini kelimelerle ifade etmek çok zordu.
"Neden?" diyebildim sadece. Tüm cesaretimi toplayıp titreyen bedenimle gözlerine baktım. Annem ve babam. Bu dünyada benim tek destekçilerimdi. Yaşama nedenlerimdi. Beni ayakta tutan tek şey onların varlığıydı. Ama şimdi beni yıkan onlardı. Çocukluğumdan beri sadece iyi olmam için uğraştılar. Onları hayal kırıklığına uğratmamak için her şeyi yaptım. Hatta hayallerimden bile vazgeçtim. Ama şimdi benim hayal kırıklıklarım onlar oldu.
"Neden beni bir katille evlendirdiniz?" Annemin anında gözleri dolarken babam acıyla gözlerini kapattı. "Neden beni kandırdınız? Neden bana yalan söylediniz?" Zümra hanım ise şaşkınlıkla elini ağzına götürüp dudaklarını ısırdı. Beklemiyordular. Hiç kimse benim bu kadar hızlı her şeyi öğrenmemi beklemiyordu. Ahu acıyla dudaklarını büzdü.
Gözlerimden tek tek yaş akarken boğazımda hapis kalan sert bir yumruğu yuttuğumda canımın acısıyla daha çok gözlerim doldu. Her yer bulanıklaşmıştı. Acıyla kalbim kasıldı.
Onların canı acıyor muydu? Benim canımı yaktıkları gibi onların canı acıyor muydu acaba?
"Kızım, açıklaya bilirim." Babam alçak sesle açıklamaya çalıştı. Ama yapamazdı.
"Sus!" diye bağırdım. "Yaptığınız hiçbir açıklama sizi haklı çıkarmaz. Benimle oyun oynadınız." Sesim titremişti. "Herkesi anlarım, ama sizi anlayamam baba" dedim acıyla. "Siz kendi kızınızı katile verecek kadar çaresiz olamazsınız."
Üzerimdeki beyaz gelinliği çekiştirirerek eteklerini öfkeyle yırttım. "Bu giyindirdiğiniz gelinlik değil bana kefen kefen." Herkesin ihaneti yara olur ama ailemin ihaneti bana iyileşmeyen ve hep izi kalan bir acı olur. Peki ben bu acıyı nasıl kaldıracağım?
Hıçkırarak elimle göğsüme sertçe vurdum.
"Bitti, artık benim sizin gibi ailem yok!" dedim gözyaşlarımın arasından kararlığımla. Küçük bir kız incinmişti. Yine yine yine ve yine. Onu koruyamıyorum. Daha çok incitiyorlar. Canı günden güne daha çok acıyordu.
Son kez annemin gözlerinin içine baktım. Dizlerinin üstüne çökmüş hıçkırarak ağlıyordu. Annemin ağlamasına asla dayanamazdım ama şimdi onu arkamda bırakıp gidecektim. Arkada kalanların mı canı daha çok acır yoksa arkada sevdiklerini bırakan insanların mı?
Yalvarırcasına gözlerime bakıyordu. "Umarım," dedim aciz çıkan sesimle. "Bir gün bir katil kızınızın cansız bedenini önünüze attığında yaptığınız şeyin ne kadar acımasızca olduğunu anlarsınız." İnsan kendi canından olan evladını katile verir mi? Hem büyük bir oyun kurup evladını kızını kandırarak. Kızını aptal yerine koyarak planlarını gerçekleştirir mi? Benim ailem yaptı. Annem yaptı hem de. Çok güvendiğim dağların hepsi yıkılıyordu. Sırtımdaki bıçakların artık sayını kaybetmiştim. Dik duramıyordum, sırtımdaki İhanet bıçaklarıyla artık dik duramıyordum.
Benim için her şey bu kadardı. Bir gecede altüst olmuştu. Darmadağın bir şehir bıraktım arkamda. Ama o şehrin altında bombayı koyan ben değil o şehirde yaşayan sevdiklerimdi. Ben ise sadece patlattım. Herkesi ateşin içinde bırakarak orayı içimdeki dev gibi ateşle terk ettim. Onlar sadece bir kere yanacaktılar. Ama ben her geçen gün daha fazla alev alacaktım. Ve bir yıldız intikamı bu kadar yıkıcı olabilir bazen...
⭐❤️🔥
Uhuhuuuu ve herkese merhabalar. Yazarınız ateş topuyla geldi. Bu ne bölümdü böyle?
Defne, kızım ne yapıyorsun? Her yeri ateşe verdin resmen. Doğru söyleyin bak. Defne'nin böyle bir atak yapacağını düşünüyor muydunuz? Ben çoktan planlamıştım. Tabi kafanızda sorular var. Nasıl öğrendi? Ne zaman bu planları yaptı gibisinden. Ama emin olun. Diğer bölümlerde nasıl yaptığını öğreneceksiniz.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.04k Okunma |
500 Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |