

Medyada Hayal Köse
20.Bölüm: "Acı Gerçeklerin Rüzgarı"
"Benden nefret etsen de sen benim karımsın. Bana aitsin."
Yazarın anlatımıyla.
"Alerjisi var mı?" diye sordu doktor Savaş'a dönerek. Savaş kollarını göğsünde birleştirip sakince Defne'ni izliyordu. "Ben bildiğim kadarıyla yok."
"Doktor hanım, tansiyonu düşmüş" dedi hemşire elindeki tansiyon cihazına bakarak. "Bir şey yedi mi?"
"Hayır, sanırım."
"Açlıktan tansiyonu düşmüş. Lütfen yemesine içmesine dikkat edin."
"Tamam." Dışarıdan oldukça sakin gözükse de aslında içinde sessiz fırtınalar kopuyordu. Defne'nin böyle olmasının nedeni merak ediyordu. Defneyi daha fazla tanımak istiyordu, onun hakkında daha hiçbir şey bilmediğini farkındaydı. Ve bu onun canını sıkıyordu.
"Bir de hastanın bilgilerini lütfen hemşire hanıma verir misiniz?" Ama Savaş Defne'yle ilgili pek bir şey bilmiyordu. Hemen çantasını alıp cüzdanını çıkarıp kimliğini alıp hemşireye verdi. Hemşire kimlik bilgilerini kaydettikten sonra kimliği Savaş'a geri verdi. Savaş tam kimliği cüzdanına koyacakken bir şey fark etti. Kimlikte doğum tarihi bugünü gösteriyordu.
27.11.2000
Şok içinde kaşlarını çattı. Bugün Defne'nin doğum günüydü ve o bunu bilmiyordu. Unutmuştu. Oysa ki Defne yaralanmasına rağmen onun doğum gününü kutlamıştı. Kısık sesle kendine küfür ederek öfkeyle gözlerini kapattı. Olaylar o kadar karışıktı ki şimdi Savaş ne yapacağını bilemez haldeydi. Defne her şeyi çok erken öğrenmişti ve o Savaş'ın tüm planlarını bozmuştu. Şimdi de doğum günü vardı ortada.
"Biz kan değerlerine bakacağız. Bir de doktoru varsa eğer iletişime geçin. Tansiyonu düşük ama bayılacak kadar değil. Yani belli ki başka bir rahatsızlığı var. Uyanınca yine gelip bakarız."
Savaş başını sallayarak dudaklarını öfkeyle birbirine bastırdı.
Doktorlar odadan çıktıktan sonra Savaş sandalyeyi çekerek yanına geçti. Defne uyuyordu. Bayılma anını unutamıyordu. Çünkü çok sert bir şekilde düşmüştü. Herkes korkuyla onun yanına koşmuştu. Savaş elini koyduğunda Defne'nin başının kanadığını fark etmişti. Hemen kucağına almış hızlıca hastaneye gelmişti. Hastaneye gelene kadar delirmiş durumdaydı. Kendini suçluyordu, ona yanlış bir şey yaptı düşüncesi onu deliye çevirmişti.
Gözleriyle sadece onu izlemeye başladı. Nasıl unuturdu?! Nasıl farkında olmazdı. Ona doğru yaklaşıp dudaklarını alnına bastırdı. "Özür dilerim çok özür dilerim."
"Nasıl?" dedi Alp içeri girerek. "Doktor ne dedi?" Savaş'ın bakışları anında Alp'e dönmüştü. Hemen ayağa kalktı.
"Tansiyonu düşmüş açlıktan."
"Belli, bir şey de yemedi zaten. Ne zaman uyanır?"
"Doktor dedi birazdan uyanır. Ama başka bir rahatsızlığı olabilir dedi.. Yani tansiyondan dolayı bayılmadı."
"Nasıl yani?" Alp kapıyı kapatıp içeri geçti. Önce Defne'ye sonra tekrar Savaş'a döndü. Şaşkınlıkla kaşlarını çattı.
"Bilmiyorum. Hayal'le iletişime geç. Doktoru varsa onu alıp gelsin."
Önce sustu, derin nefes verip gözlerini kapattı. "Tamam." Ve telefonu çıkarıp Hayal'i arayarak odadan çıktı.
Defne yavaş yavaş gözlerini açtığında Savaş hemen ayağa kalkarak ondan uzaklaştı. Kapıya doğru gidip dışarı çıktı. Onu görmesini istemiyordu çünkü başında beklediğini düşünecekti. Ona karşı hiçbir umut parçasının olmasını istemiyordu. Çünkü canı daha fazla yanacaktı.
Defne'ni anlatımıyla.
Gözlerimi araladığımda beyaz bir ışığın gözlerimi kamaştırmasıyla başımı çevirdim. Başımda şiddetli bir ağrı vardı, midem acımasızca darbeler vuruyor gibiydi. Açlıktan geberiyordum. "Kimse yok mu?" dedim cılız çıkan sesimle. Dünden beri doğru dürüst hiçbir şey yemedim. O yüzden midem iflas geçiriyordu.
Ağlamaklı sesimle inlerken aniden kapı sesi duymamla başımı doğrultup bakmaya çalıştım. "Sarp?" dedim bir anda. Ben değil dudaklarım söylemişti. Çünkü genelde yanımda Sarp olurdu. Onu aradı gözlerim.
Gelen doktordu. Doktoru gördüğüm anda hayal kırıklığıyla omuzlarım düştü.
"Defne hanım, uyandınız mı?" Sarışın bir kadın doktor. Bembeyaz cildiyle ışıl ışıl parlarken, dudaklarına sürdüğü kırmızı rujla oldukça dikkat çekiciydi.
"Ne oldu bana?"
Elindeki kağıtlara bakarak sayfaları çevirmeye başladı. "Evde bayılmışsınız. Eşiniz getirdi."
"Eşim?" dedim çatılı kaşlarla. Ama ben evli değilim ki. Bir dakika. Ay evet evliyim ben. Savaş. Savaş'tan bahsediyordu sanırım.
Hafızam yerine gelmişti. En son Savaş'ın yanındaydım ve sertçe yere düşmemle bayılmıştım. Ama Savaş nerede?
"Acaba eşim nerede?"
"Eşiniz dışarıda sizi bekliyor. Eee Defne hanım, midenizde herhangi bir sorunla karşılaştınız mı yoksa bu ilk miydi?"
Neyse ki odada Savaş yoktu. Her şeyi doktora anlata bilirdim. "Ben küçükken çok kötü bir olay yaşadım ve aylarla aç kalma durumunda kaldım." Doktora anlatırken bile tedirgin olmuştum. Doğru mu değil mi bilmiyordum çünkü. Tam o anda kapı tekrar açıldı ve bu kez içeri Savaş girmişti.
Allah kahretsin. Şimdi nasıl anlatacağım ben? Onun bilmemesi gerekiyordu. Herkesten sakladığım sırrı sadece bir cümleyle bile anlayacak zekası vardı. Nasıl saklayarak anlatacağım? Gözleri gözlerimi buldu anında. Sessizce beni izliyordu. Kaşları çatık duruşu dik, bakışları sert.
"Devam edin lütfen" dedi doktor hanım. Boğazımı temizledim. "Bu yüzden midemde bazı sorunlar oluştu. Tabi tedavi oluyorum ama aç kaldığımda böyle tepki veriyor bedenim. Yani birazcık acıksam bile hemen yemek yemem gerekiyor.".
"Anladım, doktorunuz var mı?"
"Evet, Sadi bey benim özel doktorum. Fakat birkaç aydır tedaviyi aksatıyorum o yüzden de olabilir." dedim geçiştirerek.
"Biz kan tahlillerinize her ihtimale karşı baktıracağız. Tabi hamile olma ihtimaliniz de var. Onu kontrol edeceğiz."
Doktorun bakışları direk Savaş'a kaymıştı. Evli olduğumuz için böyle düşünmesi normaldi ama gerçekleri sadece biz biliyorduk. Savaş'la bakışlarımız karıştı. Biz birlikte olmadık ki hamile olayım. Sadece birazcık yakınlaşmayla hamile kalınmaz zaten.
"Doktor hanım," dedi bir anda lafı keserek. "Biz daha yeni evlendik, yani hamile kalması imkansız. Bir de düğünde bazı aksilikler falan da yaşadık."
Bir de söyle sevişemedik. Her şeyi söylüyor resmen. Bu kadar detaya gerek var mı?
"O yüzden kontrol etmenize gerek yok."
"Anladım," dedi kadın şokunu gizlemeye çalışarak. Çünkü Savaş üstü kapalı biz sevişemedik diyor resmen. "Ama her ihtimale karşı onu da kontrol etmemiz gerekiyor. Cevaplar çıkınca size bilgi verilecek." Bu neyin inadı anlamıyorum. Adam illa ki biz sevişmedik mi demesi gerekiyor?! Fakat konuyu değiştirmem lazım. Çünkü utançtan yerin dibine giresim var.
"Eee doktor hanım, ben çok açım. Şimdi bir şeyler yiyebilir miyim?" Elimi mideme götürdüm. Ne olsa yerdim o kadar açım ki.
"Tabii ki. Arkadaşlar hemen sizinle ilgilenecek. Ben yönlendiriyorum."
Doktor hanım kapıdan çıkar çıkmaz bakışlarım Savaş'a kaydı. Aynı şeyi düşünüyor olabilir miydik? Ya hamileysem? Ama birlikte olmadık. Ya farkında olmadan yapmışsak? Ya benim onu aldattığımı düşünüyorsa? Aman tanrım. Duruşunu değiştirmeden yanımdaki sandalyeye geçti.
"Bakire olduğunu söyledin? Hala bakire misin?" Yani beni aldattın mı diye soruyor.
"Bu seni niye ilgilendiriyor?"
"Benim karım olduğun için ilgilendiriyor."
"Gerçek karın olmadığım için ilgilendirmez."
"GERÇEKTEN karım olduğun için ilgilendirir." Ses tonu sert ve hüküm verir gibiydi. Evet, maalesef gerçekten karısıyım. Bir dakika ben şimdi Karakurt muyum? Ve bunu şimdi mi idrak ediyorum. Aman tanrım.
Defne Karakurt. Yok ya hiç yakışmamış. Ben Aksoy'la devam.
"Sana bir soru sordum." dedi ciddiyetle.
"Hiç kimseyle birlikte olmadım. Bu rahatsızlık bende uzun süredir var."
"Madem rahatsızsın neden tedavi olmuyorsun?" Merak mı etti yoksa ağzımdan laf mı almaya çalışıyor? Bu adamın zekasıyla baş etmek epey zor.
Bakışlarımı çekip önüme döndüm. Çünkü bıkmıştım. Yorulmuştum, ilaç içmekten. Yıllarca tedavi oluyorum zaten. Hiçbir faydası yok.
"Konuyu kapatalım."
"Nasılsın?"
"Açım."
"Tamam, yemek getiriyorlar şimdi. Kendini nasıl hissediyorsun?"
"Aç."
"Defne, benimle oyun mu oynamak istiyorsun?"
"Hayır, yemek yemek istiyorum."
"Tamam getiriyorlar."
Gözlerini kapatıp tekrar açtı. Konuşmak istiyordu ama konuşmasına izin vermiyordum. Çünkü acıkmıştım. Şu an doğru düzgün düşünemiyorum.
Kapı sesini duymamla heyecanla ellerimi birbirine vurdum. Hastane yemeklerini sevmezdim ama şu an yemek seçecek durumda değildim.
Taştan yumuşak ne varsa yerdim. Tepsiyi önüme koydukları anda gözlerim parıldamıştı. Hemen yemeye başladım.
***
Yemeği bitirdikten sonra tepsiyi kenara bıraktım. Açlıktan ölmeme rağmen çok az yemiştim. Savaş şaşkınlıkla bana bakıyordu.
"Şu an tepsiyi de yemen gerekiyordu, sen ne o kadar az yedin?"
"Fazla yiyemiyorum, midem kasılıyor."
"Senin midende ciddi sorunlar var."
"Evet, ama sorun değil."
"Sorunun olması sorun değil mi?"
Omuz silktim. "Alışığım, boşver."
Gözleri kararlıkla baktı. "Alışmanı istemiyorum. Bundan sonra yemene içmene dikkat edeceksin anlaşıldı mı?"
Benim için endişelendi mi? Yoksa bana mı öyle geliyor?
Defne kafanı çarptın ya o yüzden sana öyle gelmiş olabilir.
"Endişelenmene gerek yok."
"Endişelenmiyorum, sürekli hastaneye gelmekten bıktım. Ayrıca babanın haberi bile yok burada olduğundan. Sana bir şey olursa benden bilecekler."
Haklıydı, çünkü babam Savaş'ı diri diri gömerdi. Ama babamdan korktuğunu pek sanmıyorum. Daha çok kavga etmekten nefret ediyor gibiydi. Başımı aşağı yukarı sallayarak "anladım" dedim sakince.
Gerçekten umurunda değilim. O kadar soğuk ve duygusuz bakıyor ki. Sanki bayılan eşi değil bir başkasıydı.
Tamam sevmiyorsun ama eşinim yani. İnsan biraz duygulanır. Gözlere bak nasıl da soğuk ve ifadesiz.
"Böyle bakmaya devam edeceksen bakma bana. Yabancıymışsın gibi hissediyorum."
Bakışlarını ışık hızıyla çekerek cama yaklaştı. Arkasını bana dönüp ellerini cebine sokarak dışarını izlemeye başladı.
Ortada rahatsız edici bir sessizlik oldu. Sanki oda üzerime üzerime geliyordu. "Bir şeyler konuş canım sıkılıyor."
"Bana bakma diyorsun sonra konuş diyorsun. Ayarsız mısın?"
"Bana bakmadan konuş o zaman. Canım sıkılıyor. Oda üzerime geliyor."
Omzunun üzerinden bana bakarak omuzlarını dikleştirdi. Sanki güldüğünü hissetmiştim ya da bana öyle geldi. "Nereden öğrendin? Yani gerçeği nereden öğrendin? Nasıl öğrendin?" Tabii ilk soracağı soru bu olacağını biliyordum. Çünkü konuşmamıştık. Konuşacak çok şey vardı.
Yutkundum. "Tamam sus, konuşmak istemiyorum." Bu kez ben bakışlarımı kaçırdım. Ve bu kez ben konuşmak istemiyorum. Çünkü şu an hazır değildim. "Defne!" dedi bana dönerek. "Sana bir soru sordum. Nereden öğrendin? Ne zamandan beri biliyordun?"
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes almaya çalıştım. Anlatmaktan başka çarem yoktu. Çünkü Savaş bu.
"Biz seninle birlikte Taha'nın yanına giderken hani bana yaklaştın ya o an o bakışların bir yerden tanıdık gelmeye başlamıştı. Tabi daha önce de tanıdık geldin de ama fırsat olmadı düşünmeye. Sana mesaj yazmıştım yani Sarp'a."
Yemin ederim yaşarken bu kadar kafam karışmamıştı ama anlatırken ne kadar karışık bir olayın içinde olduğunu fark ettim.
Savaş tek kaşını kaldırıp gözünü bana dikti. "Normalde Sarp yani sen ne olursa olsun anında cevap verirdin. Fakat o gün sanki beni geçiştirmeye çalışıyor gibiydin. Bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştım."
"O anda mı tahmin ettin yani?"
"Hayır, ben hastaneye gittikten sonra ne hikmetse Savaş gitti yerine Sarp geldi. Yani hiç karşılaşmadınız. Daha sonra seninle tepede konuştuklarımızı hatırla. İmkansız olduğumuzu söyledin, ardından ise"
"Ardından ne?"
"Sen kına gecesi beni eve bıraktıktan sonra kendi evine gittin. Ama benim hala seninle konuşacaklarım vardı. Tam evden çıkacakken sesini duydum dışarıda."
Bana doğru bir adım attı. "Sonra?" Yutkundum. Gözlerimi kaçırmak istesem de bakışlarını her zerremde hissediyordum.
"Aceleyle sen dışarı çıkınca kapı açık kalmıştı. Ben de tüm bu şüphelerim doğrultusunda evini araştırmaya karar verdim. Ya kardeşiydin ya da kendisi. Başka bir yol yoktu çünkü. Evine girdim, odana gittim. Ve orada hiçbir şey bulamadım."
Şok içinde gözlerime baktı. Diliyle dudaklarını yalayıp bana doğru bir adım daha attı. "Defne, nereden öğrendin peki?"
"Savaş'ın evine gittim. Yani senin. Tanıyordum orayı. O yüzden zor olmadı."
Kaşlarını şaşkınlıkla çattı. "İçeriye nasıl girdin peki?"
1 hafta önce
"Merhaba, ben Savaş beyin nişanlısıyım da. Acaba içeri girebilir miyim?"
"Pardon?" dedi kapıdaki yüzüme şaşkınlıkla bakarak. "Eee hatta beni Cesur ve Çoban da tanıyor. Savaş istedi gelmemi. İsmim Alara. Yurt dışından geldim." Muhteşem ve profesyonel bir yalan makinesiyle karşı karşıya olduklarını bilmiyordular.
"Bir dakika, burada bekleyin sorayım."
Adamlardan birisi içeri girince diğer adam kapıda kaldı. Dik dik gözlerimin içine bakarken onu da atlatmam gerektiğini anladım. Ama nasıl? Düşün Defne düşün. Aklıma aniden bir şey gelmişti.
"Size bir şey söylemem gerek."
"Buyurun."
"Artık dayanamıyorum. Beni tehdit ettiler. Sizi oyalamamı söylediler. Arkadan girecekler. Hemen engellemeniz gerekiyor." dedim telaşla role girerek. Adam hemen inanmıştı. Hızlıca silahını çıkarıp arkaya doğru koşmaya başladı. Ben de hiç vakit kaybetmeden içeri daldım. Karanlık koridorda ilerlerken biraz önce gönderdiğim adamı fark ettim. Paniğe kapılmamaya çalıştım. Çünkü panik hata yaptırırdı ve benim hata yapma lüksüm yoktu şu an. Etrafa bakındım. Tam yanımda bir kapı vardı. Hemen başka bir odaya girip kapıyı sessizce kapattım. Adamın ayak seslerini duyuyordum. Sadece birkaç saniyeyle kurtulmuştum.
Adam kapıdan çıkar çıkmaz hızlıca koridorun sonundaki odaya doğru ilerlemeye başladım. Yemin ederim kendimi aksiyon filmlerinin içinde hissediyordum. Kalbim ağzımda atıyordu.
Kapının yanına gelince içeriden sesler geldiğini fark ettim. Bu Sarp'ın sesiydi. Şok içinde ağzımı açtım. Sarp Savaş mıydı?
"Savaş, emin misin bu kararından? Defne'yle evlenmek büyük bir hata. Dönülmez yollara girme." Bu ses ise Alp'e aitti. Bir dakika. Çoban yoksa Alp miydi? Yaşadığım şokların ardı arası kesilmiyordu. Neye şaşıracağımı bilemiyordum. Şokta olduğum için de üzülemiyordum da. Şüphelerimde haklıydım.
"Çoban, gerçek nikah olmayacak. Sarp Baysoy denen birisi yok. O yüzden nikah da geçersiz olacak. O kızı neden karım yapayım? Neden bir Karakurt olsun?"
Duyduklarımla sanki dünyam başıma yıkılmıştı, her şey herkes sessizleşti. İçimdeki fırtına öyle bir kıyıya vurdu ki, sesi kulaklarımda çınlıyordu. Her şeyden kaçıp sığındığım güvendiğim adam beni kandırdı. Yine kandırıldım, yine paramparça oldum. Ruhum bedenimden ayrılıp acı içinde kıvranırken, yine bir bıçak darbesiyle yıkıldım. Her geçen gün daha çok yıkılıyordum. Sırtımdaki bıçakların hepsini sevdiklerimin saplamış olması daha acı vericiydi.
Sessizce ve yıkılmış bir şekilde oradan ayrılıp kapıya doğru ilerledim. Beynim durmuştu sanki, dünyanı artık duyamıyordum, göremiyordum. Korumaların olduğunu bile unutmuştum. Ta ki adamların sesini duyana kadar. Hemen kendime gelip hızlıca biraz önce girdiğim odaya tekrar girdim. Ve pencereni açarak dışarı atladım. Adamlar neyse ki arka taraftaydılar. Beni görmeleri ve duymaları imkansızdı. Bu yüzden hızlıca ilerleyip sokağa vardım ardından arabaya binip hızla oradan uzaklaştım.
Günümüz
"Sen nasıl bir şeysin böyle?" dedi şaşkınlık dolu sesle. "Nasıl bu kadar korkusuzca böyle risklere girebiliyorsun?"
Omuz silkerek bakışlarımı kaçırdım. "Ben de böyleyim işte." Ben çocukluktan beri böyleydim. Hiçbir şeyden korkmazdım. Başıma ne gelirse de korkusuzluğum yüzünden gelirdi.
Duyduklarına inanamıyor gibiydi. Onu şaşırtmaya devam ediyordum. Daha çok şaşıracaktı. Tam o anda Hayal içeri daldı. "Defne?" hemen yanıma gelip sarıldı. "Kuzum, ne oldu sana? İyi misin?" Telaşla nefes nefese gözlerime baktı. Yeşil gözleri o kadar çok korkmuştu ki paniklemişti. Korkusunu iliklerime kadar hissediyordum. Biz birbirimizin zaafıydık. Hayal'in zayıf noktası bendim. Aynı şekilde benim de.
"İyiyim, sadece bayıldım. Bir şeyim yok." Onun peşinden Civan ve Alp de içeri dalmıştı.
"Nasıl oldu? Neden bayıldın?" Ama tam o anda bakışları Savaş'a kaydı. Onun yaptığını düşünmüş olmalıydı.
"Daha bir gün bile olmadı be." Benden ayrılarak onun üzerine doğru yürüdü. "Ne yaptın ona?!" Göğsünden itirdi. Sertçe onun göğsüne vurdu. "Ne yaptın ona?! Diyorum katil?! Sana soruyorum. Cevap ver!" Alp hızlıca Hayal'in belinden tutup kenara çekmeye çalışsa da Hayal'in öfkesi yere göğe sığmıyordu. Gözleri bile dolmuştu. Öfkesine engel olamıyordu. Benim için çok endişeliydi. Bana bir şey olacak diye ödü kopuyordu.
"Hayal, dur" dedim bağırarak. Ama nafile. Duymuyordu beni. Alp "Hayal, dur" diyerek belinden tuttuğu gibi Savaş'tan uzaklaştırmaya çalıştı. Hayal Alp'in kollarında çırpınırken Savaş duygusuz gözlerle ona bakıyordu. Hiçbir etkisi yoktu. Savaş'ın duyguları yoktu. Acımasız bir katil gibi bakıyordu o bal gözleri.
"Şerefsiz, katil!" Bu kez Savaş'ın üzerine gitmesine engelleyen Alp'e saldırdı.
Civan Savaş'ın önüne geçtiğinde onu korumak istediğini anlamıştım. Ama Savaş ifadesizce bana döndü. "Arkadaşına söyle, benimle muhattap olmasın. Canını acıtırım yoksa." Karanlık sesi tehditkardı. Yapardı, Sarp değildi ki o. Acımasızca yapardı hem de. Savaş Karakurt'tu o. O caniydi, katildi.
Serumu kolumdan çıkararak ayağa kalktım hemen. Hayal'in gözleri korkuyla açılmıştı. Artık çırpınmayı bırakmıştı. Karşısındakinin bu kadar acımasız olduğunu şimdi fark ediyordu. Sarp hepimizi o kadar kolay kandırmıştı ki onun katil olmasına beynimiz inanmak istemiyordu. Sarp katil olmayacak kadar saftı. Ama Savaş? Asla. Acımasız katil.
Hayal'in dudakları şaşkınlıkla aralandı. Çünkü Sarp'ın gerçek yüzünü şimdi görüyordu.
Ve yanındakiler de birer katildi. Alp de Civan da. Bir insan bu kadar kolaylıkla iyi insan rolünü yapa bilir mi! Onlar yapmıştı. Hepsi yapmıştı. Hiçbiri sandığımız kişiler değildi. "Emin ol seni burada gebertmem iki dakikamı bile almaz." Alp'in Hayal'e karşı kurduğu cümleyle hayal kırıklığına uğradım.
Maskeleri düşmüştü. Hayal Alp'in gözlerine bakarak kesik kesik nefesler verdi. "Sen de mi katilsin?" dedi inanmak istemiyor gibi. Alp'in anında bakışları sertleşti. Cevabını almıştı. Hayal Alp'in yüzüne sert bir şekilde tokat vurduğunda Alp'in başı omzuna düşmüştü. Şok içinde ağzımı açıp elimle kapattım. Hayal dolan gözlerle Alp'e bakarken "yalancı" dedi fısıltıyla. Aralarında bir şey vardı ya da olmuştu? Bilmiyorum ama Hayal kırılmıştı. Alp'in öfkesi gitgide büyürken koyulaşan gözlerinden tehlikeli bir şey yapacağını anlamıştım. Öfkeyle Hayal'i duvara sertçe ve acımasızca ittiğinde nefesim kesilmişti. Hayal'in sırtı duvara çarptığında dengesini kaybederek yere yığıldı. Şok içinde gözlerim büyüdü. "Hayal!" diye bağırdım, yanına giderek eğildim. Şok içinde Alp'e bakıyordu. Alp ise yaptığı hareketin şokuyla geriye sendeledi. Savaş Alp'i geriye doğru itip üzerine yürüdü. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?"
Savaş Karakurt Alp'ten merhametli miydi yani? Ama uzun sürmedi. Beni yine yanılttı.
"Hastanedeyiz."
Gözlerimi acıyla kapattım. Arkam onlara dönük olduğu için yüzümü görmüyordu.
"İyi misin?" dedim ağlamaklı sesimle. Onunla birlikte ben de acı çekiyordum. Güvendiğim adam sandığım adam değilmiş. Sanmak nasıl da kötü bir şeydi. Hayal'in elleri titriyordu. Elimle elini tutarak titremesini engelledim. Alnımı alnına yasladım. Aynı yıllar önceki gibi.
10 yıl önce
"Ben Hayal," dedi yeşil gözlerinin sahibi olan genç kız. Gözlerinde derin bir hüzün vardı. Neredeyse benimle aynı yaştaydı. O da benim gibi buraya hapsolmuştu. İkimiz de karanlık dünyada yalnız başına kalmıştık.
"Ben Defne," dedim cılız çıkan sesimle. "Sen iyi misin?" İyi değildi. Tüm vücudu yara bere içindeydi. Burnu kanıyordu. Dudağı patlamıştı, gözünü morarmıştı. Sanki gözünü patlatmış gibiydiler, yaradan dolayı gözü enfeksiyon kapmıştı. Bu acıya nasıl dayanıyordu?
Yaralı ellerini kaldırarak bana gösterdi. "İyiyim" dedi acı dolu gülümsemeyle. Bir iyiyim bu kadar kötüyüm olabilirdi. "Sen?" dedi teselli eder gibi.
Ben mi? Yaralı bedenimle nasıl iyi olabilirdim?
"İyiyim" dedim buruk gülümseyerek. "İyiyiz" dedim kararlığımla. "Her şey iyi olacak." Gözlerimiz doldu. İyi olacaktık, çünkü buna inanmamız gerekiyordu. Yoksa bu karanlık depoda çürüyüp gidecektik. Umutsuzluk daha çok öldürürdü insanı.
"İyiyiz" dedi beni taklit ederek. "Her şey iyi olacak."
"İyiyiz" dedi fısıltıyla. "İyiyiz" dedim mırıldanarak. Omuzlarından tutarak yavaşça kalktık. Onlar burada olduğu sürece rahat konuşamazdık. Fransızca konuşmaya başladık. "Bana hiçbir şey yapmadı, ben açlıktan bayıldım. Ama senin gitmen gerekiyor. Tehlikeli burası."
Başını iki yana salladı ve fransızca bana cevap verdi. "Yalan söylemiyorsun değil mi?"
"Hayır, lütfen git." dedim yalvarırcasına gözlerine bakarak.
"Seni onlarla bırakmam" dedi başıyla Alp'i göstererek. Alp yüzünde şokun etkisi yavaşça azalıyor yerini öfkeye veriyordu. Hayal'i bu oyundan uzak tutmam gerekiyordu. Hayal'i uzak tutmam gerekiyordu. Alp ona zarar verecekti.
"Hayal, bana güven ve git. Ben üstesinden gelirim. Ama sen olursan yapamam. Seni korumak zorunda kalırım. Lütfen." Kendi aramızda fransızca konuştuğumuz için hiç kimse hiçbir şey anlamıyordu. Boş gözlerle bize bakıyordular.
"Hira'yla iletişim kuracağım. Konuşuruz." dedim göz kırparak. Hayal son kez Alp'e baktı. Aralarında ne var bilmiyorum ama hayal kırıklığına uğradığını fark ettim. Bir şeyler olmuştu ama ne?
Ardından başını hafifçe sallayarak yavaşça odadan çıktı. Ben ise öfkeyle arkamı dönüp Alp'in üzerine doğru gittim. "Bir daha" bir adım attım "Hayal'e yaklaşma" ve bir adım daha. Bir adım atarak "senin kirli ellerinin o saf kızın ruhunu kirletmesine izin vermem," dediğimde kaskatı kesilmişti. Çenesi kasıldı, göğsünde bağladığı kollarını çözdü. "Sakın bir daha ona dokunma."
Gözlerim kararla siyah gözlerine bakarken kaşları çatılmış, öfkeyle burnu seğiriyordu. Savaş aniden önümde belirdi. "Allah Allah sen tehdit etmeyi biliyor musun küçük hanım?" dedi alayla gözlerime bakarak. Öfkeliydim ama kendimi kontrol etmem lazımdı. Yanlış bir şey yapamam.
"Bu küçük kız seni iki kere kandırdıysa demek ki her şeyi biliyor." Benim değil, onun sinirlenmesi gerekiyordu.
İğrenç bir kahkaha atarak gözlerime baktı. "Yalnız o iş öyle değil."
"Öyle mi? Hadi tamam birinci kez kanarsın, insansın. İkinci kanarsın aptalsın!" Yüzündeki gülüşü silmeden öfkeyle gözlerime baktı. "Yalnız dediklerimize dikkat edelim," İşaret parmağını sertçe midemin üzerine basınca yüzüm buruştu. "Midemize dokunur sonra" dedi imayla. Beni tehdit ediyordu. Zehirlemekle hem de.
Ama ben kaybetmeye hiç niyetim yoktu. Savaş da olsa Sarp olarak bazı huylarını ezbere biliyordum ve bunu kullanacaktım tabii ki de.
Gülümseyerek gözlerine baktım. "Kocacığım, sen bana dokunamazsın ki. Dokununca kaybediyorsun kendini. Sonra yatakta buluyoruz kendimizi."
Alp ve Civan'ın gözleri şaşkınlıkla açıldığında Civan inanmayan gözlerle arkadan Savaş'a bakıyordu. Savaş'ın ise yüzü kireç gibi olmuştu. Bunu söyleyeceğimi beklemiyordu. Yüzü domates gibi kızarırken boğazını temizleyerek sinirle soludu.
"Ama en iyisi ne biliyor musun? Sana gerçekten ilgim olduğunu sana inandırdım. Gerçekten birisi tarafından değer gördüğünü sana inandırdım. Bence hala aptal kız rolündesin. Sen sadece intikam aldın ama ailenden benden değil. Bana hiçbir zararın olmadı, hatta işimi kolaylaştırdın bile diyebilirim." Tek kaşımı havaya kaldırıp sorgulayıcı gözlerle gözlerine baktım.
"Hiç olmadığım birisi gibi davranmak gerçekten iğrençti ve beni çok yoruyordu. Sarp'la asla benzer yönümüz yok. Ama sen beni kurtardın."
Buruk gülüşle ve dolan gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. Çünkü güvenimi sarsıtmıştı. Bana en ağır darbeni bana kendisinin Sarp olduğuna inandırarak vurmuştu.
"Ama gerçekten karınım. Hatırlatırım." Başını dikleştirip sırıttı. Hayatımda hiç bu kadar onun gülüşünden tiksinmemiştim. Nefret ediyordum, iğreniyordum gülüşünden.
"O iş kolay ya. Deli raporu çıkarırım iki güne boşarım seni.
Yapabileceklerimin sınırı yok, biliyorsun."
Sarp olsa asla yapmazdı. Bu çok iğrenç bir hareketti. Hiç kimse yapmazdı yapamazdı. Ve şu an anladım ki Savaş çok tehlikeli ve iğrenç birisi. İşte şimdi ondan korkmaya başlamıştım. Ama korku insanı dinç tutar öyle değil mi? Zekayı çalıştırır.
Hiçbir şey demedim, yenildiğimi düşünsün diye. Ondan uzaklaşıp
koltukta bırakılan çantamı alıp hızlıca dışarı çıktım. Neyse ki doktorlar üzerimi değiştirmemiştiler. Giysilerim hala üzerimdeydi.
Hastaneden biraz önce kurtulmak istiyordum. O adamdan bir an önce kurtulmak istiyordum. Yapabileceklerinin sınırı yoksa ben de sınır olacaktım. O kırmızı çizgi ben olacaktım.
Aşağı indim. Sadi bey aşağıda doktorumla konuşuyordu. Hiç onlara gözükmeden hızlıca hastaneden çıktım.
Hemen bir taksi çevirdim. "Defne, nereye?" Civan'ın sesini duymuştum arkadan. Ama umursamadım. Hızlıca taksiye binip oradan uzaklaştım. Hastaneye gidecektim. Kaçıyordum, yine...
***
Odamın kapısını açıp içeri girdim. Kapıyı kapattığım anda sırtımı kapıya yasladım. Bilmiyorum nedenini ama burada kendimi güvende hissediyordum. Hastanede diş bölümünden hiç kimse yoktu. Diğer bölüm doktorları ise buradaydı. Saat neredeyse 21:00. Ve şu an odamda yalnızdım. En son düğünden önce gelmiştim buraya. İşime bağlı birisi olduğum için açıkçası işimden ayrı kalmak beni üzüyordu. Hatta geri dönmeyi bile planlamıştım ta ki bugün olanlara kadar. Artık kendime çeki düzen vermem gerekiyordu. İşime dönsem bile kendimi yormamam gerekiyordu. Yoksa yine aynı acıları tekrar yaşayacaktım.
"Merak etmeyin Nilay hanım, istediğiniz sonucu kısa süre içinde alacaksınız." Poyraz'ın sesini duymamla düşüncelerimden sıyrılarak ayağa kalktım.
Şu an birisiyle konuşmaya o kadar çok ihtiyacım vardı ki bunun kim olması umrumda değildi. Kapıyı açıp dışarı çıktığımda kapımın önünde telefonla konuştuğunu fark ettim. Sesi duymasıyla arkasını çevirip bana döndü. Beni bu saatte görünce şaşkınlıkla suratıma baktı. Yıkılmış gibi görünüyordum, farkındaydım.
Kulağındaki telefonu çekmeden "tamam Nilay hanım. Konuşuruz daha sonra" deyip telefonu kapattı. "Defne, bu saatte ne işin var burada? İzinli değil misin sen?"
"Kendimi biraz kötü hissediyorum o yüzden tek başıma kalmak istedim. Kafamı dinlemek istiyorum."
"İyi misin? Rengin bembeyaz olmuş."
Omuz silkerek bakışlarımı kaçırdım. "İhanete uğrayan birisi nasıl olursa öyleyim." Bana yaklaşıp çenemden tutarak hafifçe yukarı kaldırdı.
"Konuşmak istersen dinlerim." Mavi gözleri gözlerime sabitlenmişti. Güven verici bakışları vardı. Ama hayır. Sarp da öyleydi. Bana güven veren gözlerle bakardı. Bilemezsin Defne. Kimsenin niyetinin ne olduğunu bilemezsin.
"Konuşmak isterim."
"Güzel. O zaman odama gidelim."
***
"Açıkçası her şeye şahit oldun zaten. Tekrar konuşmanın bir anlamı yok zaten." Tam o sırada telefonuma bildirim geldi. Mesaj Savaş'tandı.
Savaş : Hangi cenennemdesin?
Ona tabii ki de cevap vermeyecektim. Beni deli gibi gösteren adama ne yazacağım? Cevap yazmadan mesaj sayfasından çıktım ve telefonu kapadım. Daha iyi tabirle görüldü attım.
"Evet, maalesef ki gördüm. Ne kadar dik durmaya çalışsan da canını acıdığını görmek zor olmadı. Bence bunun Savaş da farkında." Koltuğa geçtiğinde ben de yanına geçtim. Belini hafifçe büküp kollarını dizlerinin üzerine bıraktı. Beni anlıyor gibi bakıyordu. Ama artık Savaş'ın yüzünden kimseye güvenim kalmamıştı.
"Farkında olsa ne değişir ki? Beni gerçekten sevmiyor ki. Yani sevmediği bir insana üzülmez bence." Poyraz'ın yüzünde belli belirsiz bir gülüş yayıldı. Sevinmişti, beni gerçekten sevmediğini öğrenince mutluluğunu saklamaya çalışsa da zafer kazanmış gibi gözlerinin içi gülüyordu.
Savaş: Hangi delikteysen çık. Seni ben bulursam canını acıtırım.
"Beni bekleme. Eve gelmeyeceğim. Senin yanında da bu saatten sonra kalmam zaten. Ayarsız."
Telefonu tekrar kapattım. "Peki neden seni sevmeyen biriyle evlendin?"
"Her şeyi öğrendiğim anda dünya başıma yıkılmıştı. Ve sadece o bana doğru gelmişti o an. Çünkü bir Karakurt olmamı istemiyordu. Ve ben onun istemediği bir şeyi yapacaktım."
Poyraz hayretle kaşlarını kaldırıp bakışlarını çevirdi. "Seni gördüğüm ilk andan beri bana gizemli geliyordun, ama inan şu an daha fazla gizemlisin. Ve bu benim ilgimi çekiyor." Üzerime doğru eğilip aramızdaki mesafeni kapattı. Bakışları dudaklarıma kayınca
telefonum titremeye başladı. Ondan hızla uzaklaşıp, telefonu kapatıp tekrar masaya bıraktım. Arayan Savaş'tı. Yine aradı yine kapadım. Ve yine. Sonunda sessize atıp telefonu çantama koydum. Şimdi ne kadar arıyorsa arasın bakalım.
"Defne çok güçlü bir kadınsın. Aklında ne var bilmiyorum ama başaracağına eminim. Ne zaman yardıma ihtiyacın olursa da her zaman buradayım. Bir telefon uzağındayım." Bana yaklaşmak için bir fırsat bekliyordu.
Tekrar yanına gittiğimde tehlikeli sularda yüzdüğümün farkındaydım.
Ellerimi sıkıca tutup kendi dizlerinin üzerine koydu. Güven veriyordu ama ben artık kimseye güvenmiyordum. Gözlerime derin derin bakmaya çalıştı ama ben gözlerimi kaçırınca o da bakışlarını çekti. Aklıma aniden bir fikir gelmişti. Savaş'a meydan okumanın bir yolunu bulmuştum. Tabi ya. Nasıl daha önce düşünemedim?
Hihihi siz düşünün bakalım Defne'nin aklına ne gelmiş olabilir? 😁😜
"Poyraz, yarın işin var mı?"
"Öğlene kadar doluyum. Ne oldu ki?"
"O zaman yarın akşam yemeğe çıkalım mı?"
Muhteşem. Defne bodozlama girseydin ya.
Şaşkın gözlerle kaşlarını çattı. "Ne?!" Adam ne yapsın?! Karşısındaki ayarsız kadın onu yemeğe çıkarıyor. Biraz önce ondan kaçan kadın şimdi onu yemeğe çıkarıyor.
"Biz birbirimizi daha yakından tanımak amaçlı. Ne de olsa artık aynı hastanedeyiz."
Adam ne yapacağını şaşırdı. Heyecanlandı, eli ayağına dolaştı resmen. "Defne, Savaş'ı kıskandırmak için beni kullanmak sence ne kadar doğru?" Kendime kısık sesle küfür ettim. Neden benim karşıma çıkan erkekler zeki?
"Şimdiye kadar doğru olan şeyleri yaptım da ne oldu? Hep bana yanlış yapıldı."
Ama o yanlış yapanlar sen değildin Defne. Sen Defne Yıldız Aksoy' sun. Hata yapmaman gerekiyor.
"Ama yaptığın her yanlışın bir bedeli olacağını biliyorsun herhalde. Üstelik söz konusu Savaş'sa." Poyraz Savaş'la ilgili o kadar emin konuşuyor ki sanki onu tanıyor. Bir dakika. Bu gerçek mi?
"Sen Savaş'ı en başından beri biliyor muydun?" dedim titreyen sesimle. Sustu, ve bakışlarını kaçırdı. Bir tek ben mi bilmiyordum?! Bir tek ben... Herkes biliyormuş.
Aniden Serap geçti hafızamdan. "Savaş sandığın birisi değil Defne. Dikkatli ol"
Ayağa kalktığımda Poyraz ayağa kalkarak "sana söylemek istedim," dedi gözlerime bakarak. "seni korumak istedim ama yapmadım. Canın daha çok yanacaktı."
Hiçbir şey demedim. Çantamı alıp oradan çıktım. Etrafımdaki herkes her şeyin farkındaymış. Herkes her şeyi bilip bir film gibi oturmuş beni izlemişler. Eğlenceli olmuş olmalı ki hiç kimse hiçbir şey çaktırmamış.
Gökyüzü gri bulutlarla kaplıydı ve yağmur damlaları aralıksız bir şekilde yeryüzüne düşüyordu.
Saçlarım, ıslak tutamlar halinde yüzüme yapışmış, gözlerimden süzülen birkaç damla, yağmur damlalarıyla karışarak yanaklarımdan aşağı süzülüyordu.
Etrafımdaki hiçbir şeye dikkat etmiyordum ne yanımdan hızla geçen arabalar, ne de kaldırımda yürüyen diğer insanlar.
Yağmurun altında yürürken tamamen ıslanmıştım ve giysilerim hepsi ıslanmanın etkisiyle ağırlaşmıştı. Tıpkı omuzlarımdaki yük gibi. Güvendiğim tüm insanlar bir gecede yok oldular. Sevildiğimi zannettiğim insanlar tarafından yalnız bırakıldım. Bir gece insanın hayatını değişe biliyormuş.
Nereye gittiğimi bilmeden boş boş yürüyordum. Gecenin zifiri karanlığı, perde gibi şehrin üzerini örterken, simsiyah bulutlar geceyi daha korkutucu hale getiriyordu. Sahile doğru yürümeye başladım. Kalabalık zihnim, omuzlarımdaki ağır yüklerler, sırtımdaki bıçaklarla yürüyordum. Her adımımda canım daha çok acıyordu. Annemi istiyordum. Bana moral vermesini istiyordum. Babamı istiyordum bana sevgisini vermesini istiyordum. Sarp'ı istiyordum bana güven vermesini...
Peki bu kadar aldığım yarayla ne yapacaktım? Nasıl ayakta duracaktım? Nasıl bir katille yaşayacaktım?
Tam o sırada bir araba durdu. Türkiye'de yaşadığımı bildiğim için hızlıca yürümeye başladım.
Birde bu saatte sapıklarla uğraşmak istemiyordum. Ben daha hızlı yürürken korkuyla etrafıma bakınmaya başladım. Hiç kimse yoktu sokakta. Olsa bile hiç kimse yardım etmezdi ki. Ben hızlı yürüdükçe araba sürekli bana yetişip duruyordu. Şu an üstümde kendimi koruya bilecek hiçbir şey yoktu. Allah kahretsin. Dua etmekten ve kaçmaktan başka yolum yoktu.
Kötü zamanlama. Ne yapacağım ben şimdi? Araba her bana yetiştiğinde kalbim korkuyla atmaya devam ediyordu. Ölüm korkusuydu. İlk kez kendimi kadın gibi hissettim ve ilk kez kendimi savunmasız hissettim. Bitmiyorlar, bitmeyecekler...
Aniden araba durdu ve artık peşimden gelmemeye başladı. Hızla ondan uzaklaşmaya çalışırken aniden arabanın kapı sesini duydum. İnmişti, birisi arabadan indi. Koş Defne.
"Defne"
Yağmur şiddetlenirken gök homurdandı. Sesi duymamla olduğum yerde durdum. Bu sesin sahibi Savaş'tı. Kaşlarım çatılmıştı. Beni nasıl buldu? Ona döndüğümde varlığıyla tam karşımdaydı. Savaş'ı gördüğüm için sevineceğim hiç aklıma gelmezdi. O kadar çok korkmuştum ki, ne yapacağımı bilemez haldeydim.
"Savaş?" dedim kaşlarımı şaşkınlıkla havaya kaldırarak. Savaş gibi değil Sarp gibi giyinmişti. Kahverengi kazak koruyucu polis yeleği giyinmişti. Sarp gibi...
Bana doğru asker adımlarla gelip üzerindeki kabanı çıkarttı. "Neden bu haldesin?" dedi gözleriyle üstümdeki ıslak giysilerimi göstererek. Hava çok soğuktu ve ben titriyordum.
Kollarımı kendime sarıp olduğum yerde dururken kabanını omuzlarımın üstüne attı. "Yürü gidiyoruz hemen" dedi emir vererek. Şu an tartışacak durumda değildim. Ama bir anda kendimi tutamayıp onun boynuna atladım. "Çok korktum." dedim ağlamaklı sesimle. Çok özlemiştim Sarp'ı. Ona sarılmayı çok özlemiştim. Bana sarılacağını düşünmüyordum ama ben sarılıyordum. Bir anlık onu Sarp gibi görmüş olmam beni etkilemişti. Zihnim artık gerçeği kabuk etmek istemiyordu. "Çok kötüyüm Sarp "dedim hıçkırarak ağlayarak. Yağmur gitgide şiddetleniyordu. Gözyaşlarım yağmur damlalarına karışıyordu. Savaş bir anda kollarını sıkıca belime sardı. "Buradayım, korkma."
Daha sıkı sardım boynunu. Korktuğum için değildi özlediğim içindi bu sarılış. Kokusunu çekiyordum içime. Kötü bir şey olursa hep Sarp yanımda olurdu beni sarıp sarmalardı. Kendimi onun yanında güvende ve huzurlu hissediyordum. Ama şimdi bambaşka bir adam vardı karşımda. Yüz aynı, beden aynı ama ruh farklı.
Alnımı alnına yaslayıp gözlerine baktım. "Ben sana ne yaptım da sen bana bu kötülüğü yaptın?" Gözlerim acıyla doldu. "Bana dik dur dediğinde sırtımdan bıçaklayacağını söylemedin, ben şimdi nasıl dik duracağım?"
"Sen benden nefret etsen de benim karımsın. Bana aitsin.
Veee herkese merhabalar efendim. Nasılsınız bakalım benim değerli ateş toplarımmm... Ben duygusal pıt pıt...
Sarp'ı bir anlık gördüğüm için mutlu olduk mu? Çünkü Sarp'ı artık mumla arayacağız gibi... Defne nasıl da özlemişti...
Sizce diğer bölümlerde neler olacak? Dediğim gibi yeni bölüm Pazar günü saat 10 da yayımlayacağım. Şimdilik hoşça kalın sevgiyle kalın. Ateş toplarım....
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.04k Okunma |
500 Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |