
21.Bölüm "Senin karanlığında kayboldum."
Çünkü o karanlık Savaş'ın kendisiydi. Karanlık benden daha güçlüydü.
"Gelebilir miyim?" dedi kapıyı çalarak. "Gel" dedim gri eşofmanımı giyerek.
İçeri geldiğinde saçlarımı eşofmanın içinden çıkarıp sırtıma doğru savurdum. O da üzerini değiştirmişti. Islanmıştı benim yüzümden. Tabii yağmur da şiddetli olduğu için onun epey katkısı olmuştu. Yağmurda konuştuklarımız ikimiz için de farklı bir durumdu. Çünkü o an sarhoş gibiydim. Kendimi yalnız ve değersiz hissediyordum. Savaş gelmeseydi ne durumda olurdum bilmiyorum. Hep böyle olur zaten. Savaş ya da Sarp fark etmez hiç ummadığım anda karşıma çıkıp beni bataklıktan hep kurtardı. Ne zaman ağlasam gözyaşlarımı sildi. Her şeyden önce o benim için çok iyi bir arkadaştı. Ve şimdiyse kocamdı.
Yanıma gelerek önümde durdu ve gözlerime baktı. "Yemek hazır, geliyor musun?" Bu kez öfkeli değildi. Normal konuşuyorduk. İkimiz de biraz önce yaşananları sorgulamadık. İkimizin ortak olduğu bir konu daha bulmuştuk. Sorgulamamak. Anı yaşadık ve bitti. O kadar.
Başımı hafifçe salladım. Bana bakan gözlerinde bu kez merhamet görüyordum. "İyi misin?"
"Değilim" dedim başımı çevirerek. Yalan söylesem zaten anlayacaktı. Neden doğruyu söylemeyeyim ki? Ailemi özlüyordum, Sarp'ı özlüyordum, geçmişi özlüyordum.
Saçlarımı kurutmak için fön makinesini aldım. Ve saçlarımı kurutmaya başladım. En kötüsü de olduğum durumdan kurtulmak istiyorum artık. Ve bunun için Poyraz'a ihtiyacım vardı. Poyraz'la buluşmam gerekiyordu. Ve bunu Savaş görmeliydi. Sırf onu kıskandırmak için değil bana gerçek karısı gibi davranması gerek. Planımı uygulamam için Savaş'ın alanına girmek gerekiyordu. Ama nasıl? Poyraz bile kabul etmedi teklifimi. Başka bir yol bulmam gerekiyor.
Aniden arkamdan yaklaşarak fön makinesini elimden aldı ve saçlarımı kurutmaya başladı. Niye böyle bir şey yapıyor ki? Neden saçlarımı kurutmak istiyor? Daha doğrusu neden saçlarıma dokunmak istiyor? Başımı çevirerek çatılı kaşlarla gözlerine baktığımda gözlerime bakmamaya çalışıyordu. "Başını çevir" diye emretti. Tamam emir almayı sevmem ama bu emir tarzı hoşuma gitti.
Hiçbir şey demeden saçlarımı kurutmasına izin verdim. Saçlarıma dokunuşu beni rahatlatıyordu. Özellikle beni huylandırıyordu.
Saçlarımı kuruttuktan sonra sonra fön makinesini masaya bırakıp kapıya yöneldi. "Aşağıda bekliyorum seni gel."
Hala emir veriyor yiyeceğim. Bu adam niye durduk yere sempatik göründü ki bana?! Psixolojim bozuldu galiba. Artık normal olmayan olaylara normal bakıyordum.
Ayrıca insan biraz romantik an yaşatır. Kitaplarda filmlerde partnerler birkaç özel cümle kullanırdı. Bizimkisine yüklenmemiş bu özellik. Odunluğunu illa ortaya koyacak.
Aşağı indiğimde Berna'nın çok güzel bir sofra hazırladığını gördüm. En sevdiğim yemeği yani yaprak sarmasını hazırlamıştı. Saat 22:00 ve biz daha şimdi akşam yemeği yiyoruz ve gün daha bitmedi. Hala doğum günüm. Bir günde ne kadar çok şey yaşadım.
Masaya geçince Savaş'ın gözleri bana takıldı. Acıkmıştım ama keyfim yoktu. Sofradaki her şey çok leziz görünüyordu ama nereden başlayacağımı bilmiyordum.
Gözlerim tek tek yemeklerde dolaştı ama hala karar veremedim. Hepsinden yiyemezdim midem acırdı. Ama birini seç Defne.
Ben kendi içimde savaş verirken Savaş çatılı kaşlarla ne yapmak istediğimi anlamaya çalışıyordu. Aniden Savaş tabaktaki kızartılmış tavuk etinden ve dolmadan tabağıma koyduğunda hayretle ona baktım. Ardından salatadan koydu.
Ay ben şok. Beni benden daha iyi tanıması imkansız. Ama tanıyor herif.
"Afiyet olsun," deyip kendi yemeğine döndü. Ben şaşkınlıkla tabağımdaki yemeklerle bakışınca ortada garip bir sessizlik olmuştu. Savaş çoktan yemeğine başlamıştı bile. Bir taraftan yemek yiyor diğer taraftan beni izliyordu.
Beni izlemesi açıkçası hoşuma gidiyordu ama yemek yerken değil. Çünkü rahat olamıyorum. Kabaca yediğimi düşünüyorum.
"Herkese iyi akşamlar," Alp'in sesini duymamla başımı kaldırdım. "Ooo yemeğe mi geldik?" Sofradan dolmayı alıp ağzına attı. "Kaynanan seni seviyor," dedi Civan alayla arkasından gelerek. Bu ikisi çok garipti gerçekten. Mafya olduklarında öfkeli, sonra bir anda ruh halleri değişiyor. Sanki öfkeli kardeşler onlar değilmiş gibi. Ayrıca ikisinin bizi birazcık baş başa bırakması imkansızdı. Savaş'la doğru düzgün konuşamıyoruz bile. Hiç beklemeden sofraya geçtiler. Alp tam karşımda Civan ise yanına geçti.
"Ya ne demezsiniz" dedi bana imayla bakarak. Ortak noktamız Hayal'di ve o şu an Hayal'den bahsediyordu. "Umarım kaynanan Canan Köse değildir. Yoksa hepimiz için kötü bir son olabilir."
"Bunu bilemeyiz, öyle değil mi?" dedi meydan okur gibi gözlerime bakarak.
"Öyle değil." dedim sert ses tonuyla.
Kısık sesle küfür edip gözlerimi devirdim.
Hayal'e yakın olmasının amacını anlamak istiyordum. Neden Hayal'in peşine düştü anlamadım. Çünkü ortada Aşk olması imkansız. Onların kalpleri yoktu. Kalbi olmayan birisi aşık olamaz.
"Eee sevkiyat ne zaman? Cüneyt'le konuştun mu?" Savaş Alp'e dönerek kaşlarını çattı. Amacı konuyu değiştirmekti. Çünkü ortam bayağı gerilmişti.
"Sevkiyat iptal. Anlaşmanı reddediyor."
"Ne?!" dedi Savaş şok içinde. "Siz benimle alay mı ediyorsunuz Çoban?"
"Sen Çoban mısın?" dedim gözlerimi açarak. Güya bilmiyormuşum gibi.
Alp bana kısa bir bakış atıp öfkeyle bakan Savaş'a döndü. Ben yokum zaten değil mi? Hiç kimseyim ben değil mi?! "Hayır, maalesef. Cüneyt'in kapısına adam gönderdik, Savaş'a söyle anlaşma bozuldu. Verdiği sözü tutmadı demiş. Hatta Cesur onun gözünü korkutmak istemiş" dedi Civan'a bakarak. "Ama fikrini değiştirmeyeceğini söylemiş."
"Cesur mu? Cesur sen misin?" dedim Civan'a bakarak. Civan da aynı şekilde bana kısa bir bakış yollayıp gözlerini Savaş'a çevirdi. Umursamadı.
"O zaman adamları hazırla. Bu gece gidelim bakalım derdi neymiş?!"
Alp başını salladığında Civan'a döndü. Anlaşılan bu gece onlar için uzun bir gece olacaktı. Ama bir dakika. Cüneyt kim? Acaba düşmanları mı?
"Sen gece evde olmayacak mısın?" Savaş'ın bakışları aniden bana döndü. "Hayır, bir sorun mu var?" Kızlarla görüşe bilirdik.
"Peki, genelde de mi evde olmuyorsun?" Cümleye bak cümleye.
"Hayır," dedi tek kaşını kaldırarak. "Ya da şöyle söyleyeyim sana ne?" Sana ne mi? Gencecik karısını evde gece yalnız bırakıp gidiyor. Şimdi görürsün sen.
"Yok ya bana ne zaten? Senin evde olmaman benim için daha iyi." Kaşları çatıldı. Önemli mi zannettin sen kendini?! Kıyamam.
"Ne?! Nasıl?!" dedi kekeleyerek. Pat diye seni aldatacağım desem şoka girse.
"Ne bileyim işte, senin evde olamaman benim için çok iyi bayağı iyi yani" dedim imayla. Delirdi adam delirdi. Omuzlarını dikleştirip boğazını temizledi. "Neden iyi? Hangi anlamda iyi? Nasıl iyi?!"
Bak bak hareketlere bak. Sanki kıskanmıyor. Deliriyor resmen.
Alp gözlerini kısarak atacağım atağı dikkatlice bekliyordu. "Her anlamda" dedim bir anda ve Cesur ağzına aldığı suyu aniden püskürttü.
Savaş gözlerini kocaman açtığında etten ağzıma attım onların şaşkınlığını umursamadan yemeğime devam ettim. Gözlerim Savaş'taydı. Delirmiş durumdaydı ama kendini zor tutuyordu.
"Korumaları artıralım mı?" Alp bakışlarını benden çekmeden Savaş'a sordu.
Cesur gözlerini kısarak beni izlemeye başladı. "Ya korumalardan biri olursa?"
"SİZ BENİ DELİRTMEK Mİ İSTİYORSUNUZ?" Savaş elini sertçe masaya vurup onlara döndüğünde sessizce kıkırdadım. Zafer! Adamı delirttim.
"Bana bak" dedi bu kez bana dönerek. "Benim tepemin tasını attırma!" Atmış kocacığım hem de çoktan.
Bacağımı bacağına sürttüm ve cilveli sesle "tamam kocacığım, sinirlenme" dediğimde gözlerini daha da irice açtı. Adamı resmen tahrik ediyordum. Önce sinirlendir, sonra tahrik et.
Bacağını sertçe kendine çekip başını çevirdi. Benden kaçamazdı ve o bunu çok iyi biliyordu.
"Bu akşam gidecek miyiz?" diye Civan tekrar sordu.
"Evet."
Konuyu değiştirmek için Alp araya girdi bu sefer. "Bugün senin doğum gününmüş?!"
"Sana ne?!" dedim kaşlarımı çatarak. "Hediyemi aldın yoksa?"
"Alırsam ne yaparsın?"
"Çöpe atarım."
Savaş güldüğünde aklıma onun doğum günü gelmişti. Belki de ona aldığım hediyeni çoktan çöpe atmıştı. Yapardı. Belki de beğenmemişti. Çünkü Sarp değildi ki o Savaş'tı.
"Savaş'ın yaptığı gibi mi?" diye sordu Cesur gözlerime bakarak. Bakışlarım Savaş'a kaydı. Hiçbir tepki vermeden yemeğine döndü. İşte o an zaman benim için durmuştu. Oysa ki ben ona değer vererek almıştım. Yazık, çok yazık.
"Her insanı hayatta tutan neden vardır. Eğer o sebepler nedenler olmazsa o zaman insan da tıpkı bu küre gibi sabit kalır hareket etmez, etrafını aydınlatmaz. Yani herkesin içindeki ışığı yakan birisi vardır."
Çatalımla tabağımdaki dolmayla oynamaya başladım. Şimdiyse iştahım tamamen kapandı. Bu acı derin bir acıydı ve her geçen gün beni daha çok yoracaktı. Bir gün kaybedecektim ve pes edeceğim ve işte o an her şeyin bittiği an olacak.
"Sanırım hayatında ışığını yakan birileri yok. O yüzden mi attın?"
"Işığa ihtiyacım yok benim. Karanlığa alışkınım."
"Seni alıştıran bir şey oldu? Çok sevdiğin birini mi kaybettin?"
Gözleri dolmuştu. Kaskatı kesilmişti. "Hayır" dedi keskin sesle. Ama bir hayır bu kadar evet olabilirdi.
Ona bakmadım. Gözlerim bakamadı. Çok şey söylemek istedim ama değmezdi. Ben onu Sarp olarak değil bir insan olarak değer vermiştim o yüzden o hediyeni almıştım. Ama anlaşılan yine değeri yanlış insana vermişim. Keşke atmasaydı da bana geri verseydi. Çünkü o benim için çok değerliydi.
Bakışları üzerimde dolaştı ama ben ona bakmıyordum. Hiçbir şey demedi.
İştaham tamamen kapanmıştı. Artık yemek yemek istemiyordum. Odama gidip dinlenmek istiyordum. Sessizlik istiyordum.
Ayağa kalkmak istediğimde bileğimden sıkıca tutup gitmemi engelledi. "Otur şuraya yemeğini ye."
Bileğimi elinden kurtararak geriye çekildim. "Yemiyorum. Sana ne?!" Sakin ol Defne.
"Seni hastane köşelerinden toplamayacağım. Otur şuraya zıkkımlan!"
Ne dedi o?! Zıkkımlan mı dedi?! Elimle sofrayı çekip tam devirecekken tekrar sıkıca kolumdan tutup ayağa kalktı ve kendine çekti sertçe. "Bana bak, beni sinirlendirme."
Yüksek bağırarak "Sen zıkkımlan o zaman!" dediğimde Alp ve Civan ayağa kalkarak yanımıza geldi. Aramızdaki gerilim gitgide artıyordu ve ve Savaş bu durumdan hiç hoşlanmadı. Öfkeyle benim üzerime yürümek isteğinden geriye doğru korkuyla sendeledim. "İyiliğin için diyorum aptal!"
"İyiliğimi düşünme piç!" Ne?! Ne dedim ben?! Aman tanrım?! Savaş gözlerini kocaman açıp bana doğru gelmek istediğinde Alp karşısına geçip onu engellemeye çalıştı. Ben ise Civan'ın arkasına geçtim.
"Abi, dur! Elinden bir kaza çıkacak."
"Ne dedin sen?!"
"Ne dedim ben?!"
"Sen bana küfür mü ettin?" dedi sıktığı dişlerinin arasından. Korkuyla yutkunarak Civan'ın arkasında saklanmaya çalışıyordum. Savaş'ın öfkeden göze dönmüştü. Alnındaki damarlar öyle bir belirginleşmişti ki kanın geçişini bile görmek olurdu. Tamam öfkeliyim sinirliyim ama o kadar da değil.
Kıpkırmızı olmuş suratından bakan iki kızgın göz karşısında ne yapacağımı bilemez haldeydim. Beni yakalarsa bana zarar verecekti kesin. Çünkü öyle bakıyordu.
"Hayır, öyle demek istemedim. Sen şey yapınca ben şey yapmak zorunda kaldım." Şu an kavga edemezdik. Defne sakin ol. Plana uyman gerek.
Alp olmasaydı bu beni diri diri yerdi.
"Abi, sakin ol. Ağzından çıkıverdi. Tamam sakin ol." Savaş'ın göğsüne destek verir gibi vurup onu masaya geri oturttu. Ben hala Civan'ın arkasındaydım. Çünkü Savaş'ın hala yüzü kıpkırmızı olmuştu.
"Ne zaman oturacaksın?" diye sordu Civan fısıltıyla. "Beyazlasın gideceğim." Savaş taze domates gibi kıpkırmızıydı.
"Biraz daha geçmezsen bizi beyazlatır bak. Alp de cesetlerimizi taşır."
Civan'la kendi aramızda fısıltıyla konuşurken Savaş'ın bakışları bize döndü. "Geç şu masaya. Ayağa kaldırma beni."
"Bak sana geç diyor" dedim Civan'a dönerek. Civan önümde durmuş omuz silkti. "Gerizekalı mısın? Adam sana diyor. Gözleri sana bakıyor."
"Gözleri şaşı olabilir mi acaba?"
"Defne, hadi geç masaya."
"Kime diyorum ben?!" Savaş ikimize de baktığında yutkunarak kısık sesle "acaba hangimize diyorsun?" dedim nazikçe. Öfkeyle alt dudağını ısırıp gözlerini kapattı.
"Defne, geç şu masaya. Yemeğini ye."
Benim onun yanına geçmem ölümüme imza atmamdı. O yüzden hayır. Bakışlarım Civan'ın yerine kaydı. Ondan uzak ve güvende. Koşarak Civan'ın yerine geçmek isteğimde Civan ne yapmak istediğimi anlamış olmalı ki o da benimle aynı anda koşarak sandalyeyi kapmaya çalıştı. Fakat ben daha hızlı olduğum için hemen yerine geçtim.
"Abi, benim yerime geçti ya."
"Senin yerin mi? Hani ismini göremiyorum ben burada?"
Civan çocuk gibi şikayet ederken karşısındakinin Savaş olduğunu birkaç saniyelik unutmuştu. Ama Savaş'ın hatırlatması uzun sürmedi. Öyle bir keskin bakış attı ki ben bile ürperdim.
Civan Savaş'ın yanındaki yerime geçtiğinde tabağımı bana uzattı. Alp tabağımı alıp sessizce onunkiyle değiştirdi. "Biraz daha sakin olamaz mısın?" dedi mırıldanarak.
"Hayır."
"Adam hepimizi kurşuna dizecek. Beyni atarsa babasını bile tanımıyor."
"Önce sizi dizer. Bana kıyamaz."
"Sana kıyamaz mı? Biraz önce sen kim kurtardı acaba?"
"Melekler"
"Hasbinallah."
Takılıyordum ama Savaş'ın gözü çok kötü dönmüştü.
Döner tabii gerizekalı. Adama piç dedin. Ne yapacaktı öpüp sarılacak mıydı? Ah bana ne güzel hakaret ediyorsun diye?!
"Herkese merhabalar," Aniden Feride içeri girdiğinde şok içinde gözlerimi açtım. Ne?! Şaka mı?! Lütfen şaka olsun. "Aaa Defne? Sende mi buradasın?" Kendinden emin tavırla gelip masaya geçti. Hiç tereddüt etmeden hem de. Bu ne rahatlık?! Ona bu rahatlığı kim verdi?!
"Nasılsın Savaş?!" dedi tüm samimiyetiyle gülümseyerek. Umursamadan yemeğime döndüm. Birkaç lokma ağzıma attığımda herkesin bakışını üzerimde hissediyordum.
"İyiyim, sen işi hallede bildin mi?"
"Evet, kolay oldu. Bilirsin, benim başaramayacağım hiçbir şey yoktur." dedi tüm kadınsı cilvesiyle. Bir de cilveli. Aniden çatalı sertçe etin içine sapladığımda çatal tabağa sertçe değip ses çıkardı. Civan kaşlarının altından bana bakarken, Alp başını çevirip kaşlarını çattı. Şimdi ne yolardım saçlarını. Ah o sarı saçlar parmaklarıma ne kadar da çok yakışırdı.
"Biliyorum," dedi Savaş bakışlarını benden çekmeden. Sanki inadıma yapıyor gibi gülüp "senin üstesinden gelemeyeceğin hiçbir şey yok" dedi çapkın gülüşüyle.
Dudaklarımı öfkeyle birbirine bastırıp gözlerimi kapatıp paramparça ettiğim eti ağzıma attım.
"Aferin Feride. Zor bir görevdi gerçekten." Civan onu desteklediğinde bana kısa bakış atmayı da unutmuyordu. Herkes bana karşı birleşmiş resmen.
"Ben şaşırmadım. Senin üstesinden geleceğini biliyordum." Dedi Alp överek. Bir de altın madalya takın isterseniz. O kadar övdünüz ki sanki dünyayı kurtardı.
Ben dünyadan uzak kendi yemeğimi yerken aniden telefonuma mesaj geldi. Telefonun kilid ekranından kızların mesaj attığını gördüm.
Topuklu Belalar 🎀
Seren: Defne, kötü haber
Seren: Pınar'ın eşi dava açtı. Suçu senin üzerine atacakmış. Bir şey yapmamız gerek.
Gördüğüm mesajla kaskatı kesildim. Kanım donmuştu. Ağzıma attığım lokmanı zar zor yutup telefonun ekranına bakmaya devam ettim.
Çünkü Pınar'ın eşi ünlü bir boksördü. Ve çok zengin birisiydi. Elinin uzanamayacağı yer yoktu. O adama kimse bulaşmak istemiyordu. Çünkü oldukça belalı tipti. Ve şu an peşime düşmüş. Gerçekten muhteşem zamanlama.
Telefonumu alıp ayağa kalktım, rengim, ifadem değişmişti. "Ne oldu? Kötü bir haber mi aldın?" Savaş aynı anda ayağa kalktı.
"Bir şey yok. Sınavlarımla ilgili bir şey." İnanmadı, gözlerini kısarak beni izlemeye devam etti. Hemen bir bahane uydurup oradan uzaklaşmak istedim. Alp Feride ve Civan şaşkınlıkla beni izliyorlardı.
Kimsenin yüzüne bakmadan hemen odama çıktım. Kapıyı kapatıp kilitledim. Ne yapacaktım şimdi? Bundan sonra ne olacak?!
Yazarın anlatımıyla.
"Dilara, niye anlamıyorsun?! Kızımı o katilin evinde bırakmam. Tamam bir anlaşma yapıldı ama artık bu kadar. Cengiz denen o herifin biraz önce ne dediğini duymadın mı? Kızınız bizim gelinimiz. Yaptığınız en ufak hata bize zarar verdiği kadar kızınıza da zarar verir. Adam resmen tehdit ediyor. "
"Hayır" dedi Dilara yüksek sesle. "Yeter artık Harun. Defne'ni ben yetiştirdim. Değil Savaş, Savaş'tan bin tane olsa Defne hepsinin üstesinden gelir. Onu hafife alma."
Harun sinirle evin içine volta atmaya devam ediyordu. Defne'nin başına bir şey geleceğinden korkuyordu. Çünkü Cengiz çok değişti. Onlara karşı tavrı artık kötüye doğru gidiyordu. Ve Harun Cengiz'in kızına bir şey yapmasından korkuyordu.
"Cengiz çok değişti. Artık eskisi gibi konuşmuyor. Her cümlesinde tehdit var. Ya Defne'ye zarar verirse?"
"Savaş asla buna izin vermez. Savaş'ı tanımıyorsun sen."
"Savaş bir katil."
"Savaş Defne'ni koruyan bir katil. Onun görevi o. Defne'ye zarar vermez. Zarar gelmesine de izin vermez."
Dilara diz çökerek yüzünü ellerinin arasına aldı. "Ben sadece kızımı korumak istedim." Harun öfkeyle gözlerini kapattı. "Ama şimdi ondan haberim bile yok. Kaç gündür ulaşmaya çalışıyorum. Olmuyor. O kadar kötü hissediyorum ki kendimi. Nefes alamıyorum." İkisi de olayın bu raddeye kadar geleceğini tahmin etmemişti. Defne tüm dengeleri bozmuştu. Herkesin planı mahvolmuştu.
Harun'un bakışları aniden kızının küçüklük fotoğrafına kaydı. Hayat dolu gülümsemesi yüzüne o kadar güzel yakışıyordu ki bir gün o gülümsemesini kaybetmesinden korkuyordu. Özlem öyle ağır oturmuştu ki onun göğsünde kızını çok özlüyordu. Sarılmak istiyordu, öpmek istiyordu koklamak istiyordu. Ama yaptıkları tek hata Defne'nin onları silmesine yetmişti.
"O zaman ben de Savaş'la konuşurum."
Defne'ye ulaşamayacaklarını çok iyi biliyordu. Bu yüzden rotayı Savaş'a çevirmekten başka yol kalmıyordu. Defne'ni geri kazanmak için Savaş'a ihtiyaçları vardı. Savaş'a düşman olmak Defne'ni onlardan daha çok uzaklaştırırdı.
"Dilara, Savaş Defne'ni ailesinden bile koruya bilir mi?" diye sordu Dilara'ya.
Dilara ona sorulan soruyla ayağa kalktı. Dilara da çok özlüyordu kızını. Gözleri dolmuştu. Burnunu çekerek derin bir nefes aldı. "Savaş'ın ne kadar güçlü olduğunu bilmiyorsun sen. Savaş'ın karşısında babası bile duramıyor. Savaş inatçı, kendinden emin, gözü kara ve çok güçlü. O Cengiz denen heriften bile güçlü. Savaş babası gibi değil. Farklı. Sırf bu yüzden Cengiz Tara'da lider olamadı. Savaş liderliği kaptı."
"Savaş'a gitmemiz gerekiyor. Onunla konuşmam gerek."
Defne'nin anlatımıyla.
Odamda oturmuş kızlarla mesajlaşıyordum.
Topuklu Belalar🎀
Hayal: Pınar kendisi itiraf etmedi mi yaptığını mı? Şimdi bu nereden çıktı?
Hira : Pınar kim? Olay ne?
Hayal : Anlatırım sonra.
Seren: İfadesini değiştirmiş. Güya zorla ona yalan söyletmişiz. Yine inkar ediyor hanımefendi.
Hira: Hayal, sen özelden bana anlat
Seren: Hiçbir şey yapamaz. Yine o suçlu çıkar da. Seninle uğraşmak istiyor Defne. Ne yapmayı düşünüyorsun?
"Savaş'a söylesem mi acaba?
O halleder."
Hayal: Tabi koşarak git söyle. Kızım, kendine gel ya. Ne yapabilir ki? En fazla adamın gözüne korkutur. O da pek işe yaramaz. Adam inatçının teki. Sonra da der ki ben Defne'ye yardım ettim.
Alp'i kastediyordu aslında. Galiba Alp bir konuda ona yardım etmiş sonrasında minnet koymuş.
"Alp'le aranda ne var?" diye direk yazarak sordum.
Hayal : Bir şey yok
Seren : Peki neden kızgınsın?
Hayal: Kızgın değilim.
Hira : Defne yarın bana gel. Ben konuyu hallederim. Pınar işi bende merak etme.
"Tamam teşekkürler"
Seren: Defne, Savaş'la konuştun mu?
"Henüz değil"
Hira: Acele etme. Alışın birbirinize önce. Sonra konuşursunuz. Ben de onunla ilgili bilgi edinmeye çalışıyorum. Yarın geldiğinde konuşuruz.
Seren: Kızlar, bir şey diyeceğim. Bu adamlar ya çok tehlikeliyse? Bizim başımız belaya girmesin sonra
Hayal: Tehlikeliler zaten.
Hira: Korkmayın en fazla ölürüz 😁
Seren: İçimi rahatlattın şu an. O kadar mutluyum ki anlatamam
Hayal: Kızlar, size bir şey söyleceğim.
Seren : Söyle
Hayal:Benim babamla annem biliyorsunuz ki bir süredir ayrı. Ve babamın hayatında birisi var
Hira : Hayal, özür dilerim ama baban neden azgın kedi gibi davranıyor? Daha bir sene bile olmadı.
"Anlat, eee?"
Hayal: Babamın birlikte olduğu kadının ismi Meryem. Ve kadın bir şeyler saklıyor. Babama anlatmaya çalıştım ama her defasında sıyrıldı. Benim delil bulmam gerekiyor.
Hira : Lütfen babanın parası peşinde olduğunu söyleme. Çünkü artık böyle kadınlar gerçekten baydı.
Hayal: Hayır, parasının değil. Ama başka bir şeyin peşinde. Onu bulmamız gerekiyor.
"Bana uyar. Biliyorsun nerede . adrenalin orada ben😎"
Seren : Meryem soyadını da söyle güzel bir araştırma yapalım.
Hayal : Meryem Çekiç
Seren : Tamamdır bilgi aktarımı başladı.
Hira: Tamam kızlar. O zaman biz sabah Defne'yle buluşalım sonrasında sizinle buluşuruz.
" Tamamdır"
Tam telefonu kapatacakken aniden başka bir mesaj daha geldi. İlginç olan şu ki mesaj Savaş'tandı.
"Odama gel." Önce birkaç saniye mesajla bakıştım. Gerçekten doğru okuyor muyum diye? Savaş gitmemiş miydi? Ee? Niye odasına çağırıyor peki?
Durduk yere neden odasına gidiyorum acaba? Sırf merakımdan dolayı odasına yöneldim. Kapıyı açıp içeri girdiğimde odada hiç kimse yoktu.
Ve tekrar mesaj geldi.
"Masanın üzerine bak."
Bu da iyice psikopata bağladı. Başımı kaldırıp masasına baktım. Ve gördüğüm şeyle donakaldım. Masasında ona aldığım küre duruyordu. Ama attığını söylemişti. Bu nasıl mümkün olabilir?
"O kürede sadece bir fotoğraf eksik ama onun fotoğrafını hiçbir zaman oraya koyamayacağım. Ve o küre hiçbir zaman yanmayacak."
Kimden bahsediyordu? Benden mi? Eğer benden bahsediyordusa o zaman gerçekten o küre hiçbir zaman yanmayacaktı. Ama başkasının fotoğrafını koya bilirdi. Bir daha imkansız olduğumuzu kanıtladı. Ve bana bunu inandırmaya çalıştı. Bu yüzden buradaydım belki de.
"Doğum günün kutlu olsun. Umarım önümüzdeki sene gerçekten seni seven biriyle kutlarsın. Kürenin arkasında bir paket onu al."
Paketi şaşkınlıkla alıp açtım. Acaba bana ne aldı diye. Paketin içinden hiç beklemediğim bir şey çıkmıştı. Hediye, ahşap bir tabanın üzerinde duran ve üzerinde dünya haritası bulunan şeffaf bir küreden oluşuyordu. Küre, sanki tabanın üzerinde havada asılı duruyormuş gibi görünüyor ve tabandan gelen ışıkla aydınlatılıyordu. Bu hediyenin anlamı dünyamı aydınlatan sensin demekti. O karanlıktaydı ama ben onun dünyasını aydınlatan tek kişi miydim? Aldığım küreyle söylediği cümlelerle bunu gösteriyordu. Küresinde sadece bir kişi yani ben eksiktim o yüzden küre ışık saçmıyordu. Çok güzel ve derin bir anlamı olan bir hediyeydi. Hayatımda gördüğüm en güzel hediye olabilirdi. Savaş'ın içinde olduğu durumu bilmiyorum ama kalbinin derinliklerinde bana karşı bir şeyler olduğunu hissediyordum. Sanki onları engellemek için bana kötü davranmaya çalışıyordu, kendini kötü göstermeye çalışıyor gibiydi. Benden kaçıyor ve bana aşık olmamaya çalışıyor gibiydi.
Çünkü aldığı bu hediyenin başka bir açıklaması olamazdı.
Gözlerim istemsizce dolmuştu. İmkansız olmasaydık belki de çok güzel bir hayatımız olurdu. Kim bilir belki de her şey farklı olurdu. Çünkü o çok güzel severdi.
"Hediye için teşekkür ederim."
Hediyemi alıp tam çıkacakken gözüme bir şey çarptı. Fotoğraflardan birisi dikkatimi çekmişti. Annesi babası kardeşi, arkadaşları ve bir kişi daha vardı orada. Dikkatlice baktığımda nefesim kesilmişti. Çünkü oradaki Barış'tı. Beni Halil Kantar'ın elinden kurtarmaya çalışan maskeli adamdı.
Yazarın anlatımıyla.
10 yıl önce.
"Şerefsiz! Gücün küçük çocuklara mı yetiyor?!"
"Susturun şu adamı." Adamlar Barış'ın maskesini başından çıkarıp silah dayadılar. Halil sinsice gülüp tek kaşını havaya kaldırdı. "Bu sürtük için ölmeye değer miydi?" Başıyla yerde kanlar içerisinde hareketsiz yatan Defne'ni gösterdi. Demir sopayla bacaklarını kırdığı için Defne acıdan dolayı bayılmıştı.
"Ulan, seni bir elime geçirirsem gebertirim ulan. Kan kusturacağım sana."
"Barış, sakin ol. Tara'nın kanunlarını unutuyorsun. Siyahlar kirletir beyazlar temizler. Siz beyazlar bizim pisliklerimizi temizlemek için varsınız."
"Pisliklerinizi temizlemeye gerek yok. Sizi yok edersek dünya kurtulur zaten."
"Ama önceden sen de bir siyahdın hatırlatırım."
"Ben kimseye tecavüz etmedim."
"Ama bir adamı suçsuz yere öldürdün." Barış adamların kollarından çırpınırarak kurtulmaya çalıştı ama olmadı. "Ne yaptın lan kıza?" Sıkıca tutmuşlardı. Halil Defne'nin yanından ayrılarak Barış'a yaklaştı.
"Öyle şeyler yaptım ki hayatı boyunca unutmayacak. Hep kara leke olarak kalbinin bir köşesinde duracak. O lekeyi kimse yok edemeyecek."
Barış öfkeyle bağırdı." Neden lan? Neden?!"
"Çünkü Dilara'dan intikamımı almam gerekiyordu ve kızını kullandım. Dilara oğlumu öldürttü ben kızını öldürmeyeceğim ama her gün kızı daha çok ölecek."
"Kızın hiçbir suçu yoktu "dedi Barış nefes nefese. "Senin de bir kızın var cani."
"Ama ebeveynlerin cezasını her zaman çocuklar çeker. Öyle değil mi?" dedi şeytani gülüşle. Dilara Çelik'de Tara'nın üyelerinden birisiydi. Ve Halil'in oğlu Umut'u öldürtmüştü. Çünkü Umut'un üstüne iğrenç bir iftira atılmıştı. Umut bir kıza tecavüz etmiş gibi kaleme verilirken Dilara Çelik onu öldürtmüştü. Ama öldükten sonra Umut'un hiçbir suçu olmadığı ortaya çıkmıştı. Ve Dilara bu vicdan azabından kurtulamamıştı. Ama Halil oğlunun intikamını almak için Defne'ni kullanıyordu. Defne'ye çok acı verici işgenceler veriyordu. Hatta ona tecavüz olunmuş gibi davranıyordu. Oysa ki Defne'ye hiç dokunmamıştı bile. Ama Defne bunu bilmiyordu. Tara denilen karanlık dünyanın masum kurbanları Umut'la Defne'ydi.
İkisinin de hayatı mahvolmuştu. İkisinin de gençliği ellerinden çalınmıştı. Ebeveynlerin hatası yüzünden ikisi de yok olmuştu. Geriye sadece külleri kalıyordu.
Umut'la Defne savaşmadan kaybetmiştiler. Sadece tek bir hata yüzünden hayattaki rollerini kaybetmiştiler. Çünkü Defne 8 yıl boyunca engelli olmuştu. Ve hayallerinden vazgeçmek zorunda kalmıştı. Dansçı olmak istiyordu. Ama yürüyemiyordu. Travmaları yüzünden Türkiye'de okuyamadı bile. Her geçen gün daha çok kötü oluyordu. Yaşadığı işkenceler onun aklından hiçbir zaman çıkmadı. Tecavüze uğradığını düşünüp kendini iğrenç hissediyordu. Hatta kaç kere intihar girişiminde bile bulunmuştu. Kendinden nefret ediyordu. O adama engel olamadığı için kendinden nefret ediyordu. Kendini kirli hissediyordu. Kendini öldürmek yer yüzünde yok etmek istiyordu. Annesine babasına hiçbir şey söylememişti. Annesi sadece işkenceye uğradığını düşünüyordu. Defne ağzına alamamıştı o kelimeyi. Defne yıllarca tecavüze maruz kaldığını düşünerek acı çekti. Ve bu acı hiçbir zaman geçmedi, geçmezdi. Tecavüze uğramış 15 yaşındaki genç kızın hayalleri çalınmıştı. Defne artık hayal etmiyordu. Geleceği onun için birer karanlıktan ibaretti. Karanlıkta uzun bir süre tutsak kalmıştı. Dikenli demirlerin arasında mahsur kalan bir kelebek gibi.
Kelebeğin ömrü sadece 20 gündü ve o kısacık ömrünü dikenlerin arasından mahsur kalarak geçirmek en büyük çaresizlikti.

Bu yüzden annesi onu Fransa'ya götürmüştü. Orada Hayal ile birlikte yeniden başlamaya çalıştılar. İkisi de Halil'in kılıçı altından geçtiği için yaralıydılar. Yaralarını birlikte sardılar. Acı dolu günler yaşadılar ama her şeye rağmen ayağa kalkmaya çalıştılar. Birlikte aynı üniversiteni kazandılar. Sırf ayrılmamak için yapmışlardı.
Üniversiteye başladıktan 2 yıl sonra ayağa kalktı. Yürüyordu ama koşamıyordu. Doktoru bundan sonra hiçbir zaman koşmayacağını söylemişti. Çünkü bazı kemikleri çok ciddi hasar almıştı. Koştuğunda çok kötü bir ağrı olacaktı. Ölümcül bir ağrı. Kemikleri yanıyormuş gibi bir acı olacaktı. Ve bu acı katlanılmazdı. Defne Geçmişin izlerini vücudunda taşıyordu. Hiçbir zaman o lanetli geceyi unutmadı. Unutamadı. Her yalnız kaldığında her sessizlik olduğunda tekrar o günlere geri dönüyordu. Psikolojik yardım almasına rağmen hala atlatamamıştı. Hiçbir zaman da atlatamayacaktı.
"Senin için de özel bir sürprizim var" dedi Halil başıyla adamlarına İşaret ederek. Tam o sırada Defne'nin gözleri yavaşça aralandı. Hareket edemiyordu ama gözleri yarım yamalak açıktı.
Adamlar Barış'ın nişanlısı Sevda'nın kolundan tutup sürükleyerek getirdiklerinde Barış acı dolu gözlerle Sevda' ya baktı. "Hayır, lütfen. Onu bırak. Yalvarırım bana bu acıyı yaşatma." Barış karşısındaki Azrailine yalvardı. Ama merhamet yoktu.
"Barış," diye bağırdı Sevda acıyla çığlık atarak. "Seni çok seviyorum."
Adamlar onların ikisini tam karşı karşıya denk getirip Sevda'nın ellerini bağladı. Barış'ın ellerini bağlayıp geri çekildiler.
"Hayır, yapma" dedi Defne mırıldanarak. "Öldürme" dedi nefes nefese acı içinde. Ayaklarındaki acıyı umursamadan ona doğru selende. Fakat nafile.
Halil Defne'ye kısa bir bakış atıp onlara döndü. "Son kez birbirinizle konuşma hakkı veriyorum." İçinde intikam ateşi gözünü kör etmişti.
"Barış" dedi Sevda ağlayan gözlerle. Artık son olduğunun farkındaydı. Kaçış yolu yoktu. "Bundan artık dönüşümüz yok. Şunu bil ki seninle olduğum için hiçbir zaman pişman olmadım. İyi ki seninleydim iyi ki kalbimin sahibi sendin sevgilim. Seni seviyorum."
"Sevda'm," dedi Barış ağlayan gözlerle. "Bizim çocuklarımız olacaktı, olmadı. Seni anne yapamadım. Özür dilerim. Zamanımız yetmedi."
"Beni seviyor musun başkomiser?" Sevda'nın başına silah dayandı. Ölüm artık adamın parmakları arasındaki tetikteydi. Onların kurtulması için mucizeye ihtiyaçları vardı. Ama mucize yıldızı parlamaktan vazgeçmişti. Karanlık bulutların arasında kaybolarak yok olmuştu.
Ve Barış'ın kafasına silah dayandı.
"Seviyorum ulan! Ölümüne seviyorum! Ölüyoruz be Sevda'm." Güldü. Öldüğünde gülüyordular. Çünkü birlikte ölüyordular. Geçirdikleri her an her saniye gözlerinin önüne film şeridi gibi geldi. Yarım kaldılar. Aşkları yarım kalmıştı
"Senin aşkından ölüyorum Barış" dedi kahkaha atarak. Barış o kadar güzel bakıyordu ki ona... Sevda o kadar güzel gülüyordu ki ona...
"Barış Sevda'sıyla ölüyor."
"Sevda Barış'ıyla ölüyor." dedi gülerek. "Barış, bizim bir şarkımız vardı. Hatırlıyor musun?"
"Sen de tek menim yadıma düştün" dedi Barış son kez. Ve aynı anda açılan ateş sesleri...
Ve o manzaranın hiçbir zaman unutmayacak olan Defne... Acı içinde bağırdı. Ama olmadı. Çığlığı onları geri getirmedi. Barış'la Sevda son kez aynı anda nefes alıp verdiler. Son nefeslerinde bile gözlerini gözlerinden ayırmadılar. Kalpleri aynı anda durdu. Nefesleri aynı anda kesildi. Ölümleri aynı anda gerçekleşti. Ruhları aynı anda yükseldi...
Defne'nin anlatımıyla.
Saat 02:47. Yatağımdaydım ama uyku tutmuyordu. Savaş henüz gelmemişti. O kadar fazla düşünüyordum ki artık beynim uyumayı unutmuştu. Acaba Savaş Barış'ın beni kurtardığını biliyor muydu?
Eğer anlatırsam geçmişimi de anlatmak zorunda kalırdım. Bunu ise istemiyordum. Henüz Savaş'a geçmişimi anlatamazdım.
Birden kapı sesi duymamla hemen doğruldum. Savaş olmalıydı. Üstümde kırmızı saten pijamamla hemen aşağı indim. Merdivenleri inecekken Savaş'la karşı karşıya gelmiştik.
Beni gördüğünde uyumadığım için şaşırmıştı. "Sen uyumadın mı?" Seni bekledim diyemezdim. "Hayır, uyku tutmadı da. Hava almak için çıkıyorum. Sen şimdi mi geldin?" Merdivenlerden bir basamak çıkıp bana doğru bir adım attı. "Evet, işim biraz uzadı."
"Sanırım birisini öldürmek bu kez biraz zor olmuş olmalı" dedim iğneleyici tarzda. Kollarımı göğsümde birleştirip duvara yasladım. Adamı iki saniyede nasıl sinirlendirirler oynat bakalım. Savaş sinirle kaşlarını çatıp beni kendiyle duvar arasında sıkıştırdı. "Birisini öldürmek benim için hiçbir zaman zor olmadı. Olmazda. Sadece bu kez öldürmek istemedim. Onun yerine işkence verdim mesela."
Gözleri kızgın bakıyordu. Acımasız bir katil gibi bakıyordu ya da bakmaya çalışıyordu. "Hiçbir katil duygusal olmaz. Sen duygusalsın Savaş. Derinliklerinde bir yerde duygularını saklıyorsun. Ama bunu kimsenin görmesini istemiyorsun."
"Duygularım yok benim" dedi fazla eminlikle. "Sen yanlış görüyorsun. Ya da görmek istediğini hayal ediyorsun."
Gözlerimiz kenetlenmişti. Bu kez derinliklerine gömülmeyi ben istiyordum. Savaş Karakurt'un derinliklerine dalmayı ben istiyordum.
Ama izin vermedi. Bakışlarını hemen çekti. Merdivenleri çıkmak için yöneldiğinde içimde garip bir his oluştu. İçimdeki bu dürtüye engel olamadım. Aniden kolundan tutup gitmesini engelledim. Şaşkınlıkla bana bakarken bir anda dudaklarına yapıştım. Her şey bir anda gelişmişti. İçimdeki cesaret aniden beliri vermişti

İlk kez ben onu öpüyordum. Dudaklarımı dudaklarına bastırdığımda soluğu kesilmişti. Kokusunu içime çekmek adına nefes aldığımda kollarımı boynuna dolayıp kendime çektim. Onu istiyordum. O ise şaşkındı. Önce karşılık vermedi fakat daha sonra beni sertçe iterek kendinden uzaklaştırdı. Bunu beklemiyordum. Bana böyle davranmasını beklemiyordum.
Nefes nefese gözlerime baktı. Ama gözleri anlamlı bakmadı. Tiksiniyormuş gibi baktı. "Bir daha sakın bana dokunma!" diye emretti. Şok içinde ona bakıyordum. Zihnim biraz önce olanları idrak etmekte zorlanıyordu. Ben biraz önce Savaş'ı öpmüştüm. Ama o bana iğrenç bir varlıkmışım gibi baktı.
Öfkeyle bana bakan gözlerini görünce içimde bir şey binlerce parçaya ayrılıp paramparça oldu. Bana karşı nefretini bu kez gözlerinde görüyordum. O beni kırmadı. O beni uçurumdan aşağı attı. Sudan korktuğumu bile bile bunu yaptı, benim kayalıklarda parçalanmama izin verdi. "Ben-"
"Sen bundan sonra benden uzak duracaksın. Ben senin için Sarp değilim. Bana dokunamazsın. Sana biraz iyi davrandım diye tepeme çıkamazsın. Beni öperek kendine aşık edeceğini mi sanıyorsun?! Ne kadar da ucuz hareketler?" Zihnim gerçekle rüyanın arasında gidip geliyordu. Tüm bunlar her şey gerçek miydi? Savaş ise öfkeyle beni süzdü.
Gözlerimi kaçırdım, artık o gözlere bakamazdım. Canımı yakan o gözlere bakamazdım. "Özür dilerim" dedim kısık sesle. Ben kötü bir şey yaptığımın farkında değildim. Merdivenleri çıkıp hızla odama gittim.
Ona karşı hislerim vardı. Evet, itiraf ediyorum. Ben onu seviyordum. Ama o? Hayır, beni sevmeyi bırak. Benden iğreniyordu.
Karanlıktaydım, yalnızdım. Işığım karanlığı aydınlatmaya yetmiyordu.
Çünkü o karanlık Savaş'ın kendisiydi. Karanlık benden daha güçlüydü.
Kalbimin dili olsaydı bana neler demezdi belki de. Çünkü ben ikinci kez birisine aşık oldum, birini sevdim birine güvendim. Ama yine ben üzüldüm. Yine paramparça ben oldum. Yine acımasızca attıran kalbimi katili sevdiğim adam oldu. Oysa ben duvarlarımı zar zor yıkmıştım. Ben o duvarlarımı yıkarken ellerim kanamıştı, o duvarları örerken canım yanmıştı. Şimdi de yine o duvarları örmeliydim. Hiçbir zaman yıkmamak için tekrar örmeliydim.
Ayağa zar zor kalkıp yatağıma doğru ilerledim. Telefonumu alıp annemi aradım. Çok kötüydüm. Şu an ne yaptıkları umrumda değildi. Evimi istiyordum. Annemi istiyordum. Bana destek olacak birilerini istiyordum. Çünkü duygularımı kontrol edemiyordum. Kalbimin derinliklerinde sızıldayan acı canımı çok kötü yakıyordu.
"Alo? Defne? Kızım?"
"Anne," dedim ağlayarak. "Kızım ne oldu? Niye ağlıyorsun?"
"Anne, çok kötüyüm." Paramparça olmuştu vücudum. Yeni yaralar açılmıştı. Kalbimde bu kez çok derin bir yara vardı. Evet, zihnim önce kabul etmiyordu. Ama şimdi bana o gözlerle baktığını görünce gerçekten bana karşı nefretini tüm kalbimle hissettim. Artık inkar edemezdim.
"Anne, sevmek çok kötü bir şey. Ben nasıl düzeleceğim?" Kalbim acıyordu, nefesim tıkanıyordu. Yaşamla ölüm arasında gibiydim. Ne yapacağımı bilemez haldeydim. Seviyordum çok seviyordum hem de. Onun da beni sevdiğini düşünüyordum. Ama sevmiyordu işte. En kötüsü de sevmek istemiyordu. Ben onun için sadece bir kuklaydım. Ben onun için para kaynağıydım. İşini bitirdikten sonra parasını alıp hayatımdan çıkacak olan birisiydim. Ben onu beni sevdiğini sanmıştım. Sanmak o kadar kötü ki...
"Anne, ben Savaş'ı çok seviyorum ama o benden nefret ediyor. Ben ona ne yaptım? Benden nefret edecek ne yaptım?" Gözyaşlarım sel gibi yanağımdan aşağı süzülürken nefes alış verişlerim hızlanmıştı. Sevgisizlik, değersizlik insanı öldürme gibi bir şey. Ölmüyorsun ama her yaşadığın gün sana acı veriyor. Ölüm acısı gibi. Canını o kadar kötü yakıyor ki ölmek bile istiyorsun bazen. Ama birisi canına kıymaya değer mi? Hiç kimse birisi canına kıymaz. Sadece ona inandığı için kendinden nefret eder. Sevilmediği için kendini suçlar. Bu yüzden kendini asla affetmez.
"Kızım, sakin ol. Şimdi araba gönderiyorum seni aldıracağım tamam mı? Gel burada konuşuruz. Üzülme sen. Her şey düzelecek. Buna da alışacaksın."
"Anne, ben artık alışmak istemiyorum. Ben artık sevilmek istiyorum. Bıktım, yoruldum."
Alışmak kendini kandırmak demek. Bir acıya alışmak o acının yok olmasını sağlamaz. Sadece kendimizi kandırırız.
****
Sokakta elimde siyah şemsiyemle yürüyordum. Üzerimde koyu renkli bir kaban ve uzun koyu renkli botlarım vardı. Gözlerim yolda ama düşüncelerim başka bir yerdeydi. Dalgındım. Saçlarım hafifçe rüzgarla savruluyor, fakat birkaç tutmamı yüzüme yapışmıştı.
Ayak seslerim yağmurun ritmiyle uyumlu bir şekilde kaldırımla buluşuyordu. Adımlarım yavaş ve kararlıydı. Her adımımda su birikintilerinin üstüne basarak küçük dalgacıklar oluşturuyordum. Sokak lambalarının soluk ışığının altında yürürken düşüncelerim beni çok uzaklara götürmüştü.
Sahil boyu yürürken aniden adımlarımı durdurup denize döndüm. Deniz rüzgarın etkisiyle dalgalarını kıyıya savururken dalgaların sesi kulağımda yankılanıyordu. Uçsuz bucaksız denizin üzerinde ara sıra kuşlar uçuyor, sanki dalgalarla savaşıyor gibiydi.
"Akşam yemek yiyeceğimizi söyledin, ama aniden ortadan kayboldun? Sana güvenmeli miyim?"
"Ha, Poyraz?" Arkamı döndüğüm anda Poyraz'la karşılaşmıştım. Onunla burada karşılaşacağımı hiç düşünmedim. "Senin ne işin var burada? Beni nasıl buldun?"
Bana doğru adım atarak mesafemizi azalttı. "Ben bulurum. Ama bana aç olduğunu söyle. Çünkü ben açım ve yemek yemek istiyorum."
"Şanslısın" dedim gülümseyerek. "Evet, açım." Tek kaşını havaya kaldırıp başını alt dudağını üst dudağının üzerine getirdi. "Hmm, bu bana ilk evet diyişin sanırım. O zaman yemeğe çıkmak için bir bahanemiz var. Öyle değil mi?"
İyi deneme. Sanırım hiçbir zaman vazgeçmeyecekti. "Evet, ama bana hayır dediğini hatırlıyorum."
"Ben hayır dediğimi hatırlamıyorum. Sadece beni kullanmanı istemiyorum dedim."
"Şimdi kullanmayı sağlıyorsun ama."
"Hayır, seninle yemeğe çıkmayı sağlıyorum. Kullanmaya izin vermem zaten."
Fazla iddialı. Ve ego bana bir yerden tanıdık geldi.
"Gidelim mi?" dediğinde başımı sallayıp onu takip ettim. Benim planımdan henüz haberi yoktu tabi. Bu yüzden içim rahattı.
Poyraz'la beraber onun çok iyi bildiği bir restorana geldik. Bugün çok önemli bir görüşmem olduğu için şık giyinmiştim zaten. O yüzden bu yönden şanslıydım.
Üzerimde siyah kısa etek siyah uzun botlar, kırmızı renginde omzu düşük bluz vardı. Dudaklarıma bugün ilk kez kırmızı ruj sürmüştüm ve rastlantı şaka mı?
"Çok güzelmiş burası" dedim kabanımı çıkarıp garsona vererek. "Sık sık gelir misin buraya?"
"Ara sıra gelirim işte."
"Efendim, ne alırsınız?" Poyraz direk bana döndü. Bir şey söylememi bekledi. Ama bir şey istesem bile şunu istiyorum demem. "Fark etmez" dedim kısık sesle. Poyraz başını sallayarak garsona kendi tarzında birkaç şey sipariş etti.
"Eee? Savaş'la konuşa bildin mi?" Gelir gelmez bu konuyla ilgili konuşmak istemiyordum. Artık olduğum durumu kabullendim. Oturup isyan etmenin bir anlamı yoktu. Şimdi buradan nasıl kurtulurum ona bakacaktım.
"Onunla ilgili konuşmak istemiyorum." Poyraz'ın başı aniden dikleşti. Savaş'a karşı söylediğim her iğneli cümle ona zevk veriyordu ve bunu gizlemiyordu. "Tamam, o zaman ailenle barıştın mı?"
"Bunu niye soruyorsun?"
"Çünkü senin bir ailen var Defne" dedi bana doğru eğilerek. "Annen baban var. Ve gördüğüm kadarıyla da birbirinize çok bağlısınız."
"Poyraz, evet barıştım. Ve ben onlardan vazgeçmekle hata yaptığımı da anladım. Ailem benim her şeyim."
Yüzünde memnun olmuş ifade vardı. Gerçekten benim iyiliğimi düşündüğünü düşünmeye başladım.
"Çok güzel haber. O zaman bunu kutlamak için de burada bir şeyler içe biliriz."
Ben sadece kötü hissettiğim zamanlarda içki içerdim. Şimdi içmeyi istemiyordum açıkçası.
"Açıkçası ben içmeyi sevmiyorum -"
"Hadi ama. Beni kırma lütfen."
"Şöyle yapalım. Ben bundan sonra bir yere daha gitmem gerekiyor. Başka bir zaman buluşup bir yerde oturup içeriz olur mu?"
"Tabi olur"
Aramızda kısa süreliğine bir sessizlik oluştu. Derin bir nefes alıp sessizlikten rahatsız olduğunu bana açık şekilde beyan eden Poyraz hemen lafa girdi.
"Savaş'la aranız nasıl? Bana en son seni sevmediğini söylemiştin." Hastaneye gittiğim günü soruyordu. Evet, o gün epey şansızdım. Yani dün. Ve kafam çok karışıktı. Ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Sadece saatlerce ağlamak istiyordum.
"Sevmiyor evet ama bu benim kocam olduğunu gerçeğini değiştirmez öyle değil mi?" Sınırı geçmemesi için ufak bir uyarı yaptım sadece.
"Bence seni seven ve sana değer veren birisiyle olman işini kolaylaştırır. Çünkü çok fazla yoruluyorsun."
Omuzlarımı kaldırıp indirdim. Bu adam gittikçe kafamı karıştırıyordu. "Zaten hep beni sevenlerle birlikte olduğum için beni kolaylıkla kandırdılar. Onların sevgisine inandım."
"Demek ki artık başka denizlere yelken açman gerekiyor."
"Henüz değil. Artık kimseye gram güvenim yok. Güvensizlikle bir ilişki yaşayamam. Ve ayrıca ben evliyim. Evli olduğum halde ilişki yaşamam doğru değil."
"Boşanmak kolay da. Önemli olan kalbine ait olan birisini bulmak." Kendinden mi bahsediyordu?!
"Poyraz, özel hayatım seni neden bu kadar ilgilendiriyor?" Artık çizgiyi geçtiğini hatırlatmam gerekiyordu ona.
Sustu, gözlerimin içine bakarak sustu. Dudakları belli belirsiz gülümsedi. "Çünkü acı çektiğini görebiliyorum ve bunu engellemek istiyorum. Senin için en doğru olanı bu. Kendi hayatını yaşamak."
"Şu an benim için en doğrusu ne bilmiyorum. Sadece yorgun olduğumu biliyorum." Camın kenarında oturmuştuk. Manzara İstanbul manzarasıydı. Gözlerim manzaraya kaydı. Hayatımı nasıl toparlayacağımı bilmiyordum. Ama bir yerden başlamam gerekiyordu artık.
"Tamam, bu konuyu kapatalım. Amacım senin moralini bozmak değil. Sen konuşmak istersen ben hep yanında olacağım."
Anlayışlı davranması beni bir nebze olsun rahatlamıştı. En azından Savaş konusu sonlandı. Bakışlarımı çevirip anı yaşamaya karar verdim.
"Sen yurt dışında değil miydin? Ne ara geldin?"
Garson siparişlerimizi getirip önümüze sunduğunda aramızda kısa süreliğine bir sessizlik oluştu. Garson gider gitmez bakışlarını kaldırıp bana baktı. "Uzun süredir oradaydım evet. Ama sonra oradan sıkıldım diyelim. Hem burada daha fazla iş teklifi vardı."
"Sen estetik uzmanıydın değil mi?"
"Evet"
"Öyleyse estetiğe ihtiyacım olursa kime danışacağımı biliyorum" dedim gülerek. Başını sallayıp kıkırdadı.
"Aslında estetiğe gerek yok." Dedi başını kaldırıp bana bakarak. Gözleri yüzümde oyalandı. "Çünkü yüz hatların mükemmel" dedi büyülenmiş gözlerle ve erkeksi sesiyle.
İçtenlikle bakıyordu gözlerime. Ve iltifatı hoşuma gitmişti. Bakışlarımı hemen kaçırıp boğazımı temizledim. Uzun süre bakarsam heyecanlanırdım. "Yaşlanınca herkesin ihtiyacı oluyor."
"Evet, o doğru olabilir. Sen kaç yaşındasın?"
"24 oldum. Sen?"
"30" Savaş'la aynı yaşta. "Burcun ne?"
"Boğa" Savaş teraziydi.
Defne ne oluyor ya? Her şeye Savaş?!
"Anladım."
Ortaya koyulan salatadan alıp benim önüme sunduğunda yine istemsizce Savaş'ı daha doğrusu Sarp'ı hatırlamıştım. O da hep önce bana sunardı. Sonra makarnadan tabağıma koydu. "Teşekkür ederim. Kendim alabilirdim aslında"
"Kadınlara hizmet etmek vazifemiz."
"Hmm," diye mırıldanarak cilveyle "bu kadar centilmen olduğunuzu bilmiyordum" dedim kıkırdayarak.
"Benim hakkımda daha bilmediğin çok şey varken gidip Savaş'la evlenmen açıkçası canımı sıkmadı değil." İçinde kalmasın canım. Lafını da sok.
Artık Poyraz'ı yanıma çekmem gerekiyordu. Bu yüzden Savaş'a karşı olmam lazımdı. "Yaptım bir hata. Şimdi kurtulmaya çalışıyorum." Söylediğim cümleyle donakaldı. Beklemiyordu böyle bir şey söyleceğimi. "Nasıl yani?!"
Çatalla bıçağı alıp etten kesip küçük bir lokma ağzıma attım. Dışarıda yemek yemeyi sevmiyordum ama burası muhteşemdi. "Imm," dedim yemeğin leziz olduğuna dair. Poyraz sakince beni izliyordu. "Savaş beklediğim birisi gibi çıkmadı. Çok kaba, asabi ve çok şey."
"Ney?" Lokmanı yutup düşünüyormuş gibi gözlerimi kıstım.
"Sıkıcı. Hani filmlerde filan olur ya mafyalar böyle çekici falan olur. İnsanı hayran bırakır. Savaş öyle değil. İnsanı kendinden soğutuyor ve çok bağırıyor."
Kaşlarını çatarak düşünceli gözlerle bana baktı. "Savaş hakkında böyle düşünmen beni şaşırttı açıkçası." Neden ya neden?! Aşık mısın adama?! Adam delirtiyor beni. İnansana işte.
"Yani gerçekler bunlar. Abartmıyorum maalesef." Ve tekrar o leziz etten tattım. Ardından salatadan yedim. Bir yemek bu kadar mı leziz olur ya?
"Yani anladığım kadarıyla Savaş'a karşı hiçbir duygun yok."
"Hayır" dedim tekdüze sesle.
Dudaklarını büzüp kaşlarını kaldırıp indirdi. Sonra tekrar yemeğine devam etti. Aklımdaki plana uygulamak için Poyraz'ın tarafına geçmem gerekiyordu. Savaş'ın düşmanı şu anlık Poyraz.
Yemeğime dönerken aniden bir hareketlenme oldu. Masaya aniden Cihangir gelip oturdu.
"Herkese merhabalar efendim. Umarım, rahatsız etmiyorumdur ediyorsam da umrumda değil." Ortaya koyulan yemek tabağını önüne koyup yemeği yemeye başladı. İkimiz de şok içinde ona bakarken o umursamadan makarnanı sosuyla beraber yemeye başladı. Şu an rüya mı görüyordum?
Ya da kabus?
"Siz kimsiniz?" dedi Poyraz kaşlarını çatarak. "Asıl sen kimsin de bizim ailenin geliniyle beraber yemek yiyorsun baş başa?" dedi yemek yemeye devam ederken.
Poyraz bana döndü. Hiçbir şey anlamamıştı. Kaşları belli belirsiz çatıldı. Bana "kim bu?" der gibi baktığında omuzlarımı kaldırıp indirdim.
"Lütfen masamızı terk eder misiniz? Burada arkadaşımla beraber yemek yiyoruz."
"Şu an burada masayı terk edecek birisi varsa o da Defne."
Ve bana döndü. Sakince durmuş olayları izliyordum. "Tam karşı masanda kocan oturuyor. Hadi git onun kollarına." Bakışlarımı gösterdiğim yöne çevirdiğinde Savaş uzakta bir masada oturmuş, sağ kolunu sandalyenin arkalığına yaslamış, sol kolunu dirsekten bükerek çenesine dayamış durumdaydı. Başını hafifçe eğmiş, gözlerini kısarak çatılı kaşlarla beni izliyordu. Üzerinde takım elbisesi vardı.
Ağırca yutkunarak bakışlarımı çektim. Bu adam yine beni nasıl buldu? Kamera ya da izleme cihazı mı taktı acaba? Ona karşı ilgisiz görünmeye çalışarak Poyraz'a döndüm. "Bence kalkalım artık."
Poyraz başını sallayıp kalktığında telefonlarımız yan yanaydı. İkimiz de aynı anda telefonlarımızı almak istediğimizde ellerimiz birbirine değmişti. Bu durum ikimiz içinde şaşkınlık doğurduğundan kısa süreliğine donup kalmıştık. Bakışlarımız birbiriyle buluşmuştu.
"Biraz daha bu pozisyonda kalırsanız burada bir cinayet işlenecek." Cihangir tehdit dolu sesiyle bize bakınca heyecandan ne yapacağımı şaşırdım. Savaş'a döndüğümde tek kaşını kaldırmış gözünü dokunan ellerime sabitlemişti. Ellerimi hızlıca çektiğimde bakışları gözlerimi buldu. Pozisyonunu değişmeden eliyle bana gel diye işaret etti. Şimdi ne yapacaktım? Poyraz'la mı gidecektim, Savaş'ın yanına mı gidecektim?
"Defne? Gelmiyor musun?" O kadar söylediklerinden sonra Savaş'ın yanına gidemezdim. Kırgındım ama ona değil ona inanan kalbime. Tekrar onunla birlikte olmak için zamana ihtiyacım vardı. Şu an onun yüzünü görmek bana acıdan başka bir şey vermeyecekti.
"Geliyorum" dedim çantamı alarak. Savaş'ın yüzüne bakmadan Poyraz'la beraber restorandan çıktık. Peşimizden geleceğini biliyordum. Gelip Poyraz'ı dövecek miydi yoksa beni zorla eve mi götürecekti?
Restorandan çıktığımızda "Doktor" diye bağırdı arkadan. Olduğumuz yerde durup ona döndüğümüzde olayları tahmin etmek zor değildi.
Yüzünde sinirli ya da kızgın bir ifade yoktu. Sakin görünüyordu. "Eğer bu herifle gidersen bir daha başına gelecek belalardan bana sığınma. Seni kurtarmam."
Gözlerine baktım. Kararlıydım. Yolumdan geri dönmeyecektim. Tamam onunla yaşamaya devam edeceğim ama asla ona bu saatten sonra eğilmem. "Hiçbir zaman sığınmadım hiçbir zaman da sığınmam." Tüm kararlığımla gözlerinin içine acımasızca baktım. "En fazla parçalanmış cesedimi çöplükten toplarsın. Bu da senin için sarsıcı bir şey olmaz sanırım. Kurtulduğun için sevinirsin."
Suratı kaskatı kesildi. Gözleri gözlerimde donakaldı. Ne düşünüyor bilmiyorum ama şaşkınlığını gizlemeyi beceremiyordu. Dudakları bir şey demek için aralandı. Fakat bu kararından vazgeçip tekrar kapattı. Gözlerini benden çekmesini beklemeden arkamı dönüp ondan ayrıldım.
Biz ikimiz de karanlıkta mahsur kalmıştık. Beni karanlığına çekmeyi başarmıştı. Işığım bile onun karanlığının gücüne yetişemiyordu. Çünkü o çok daha güçlüydü.
***
Poyraz beni adliyeye bırakmıştı. Hira'yla görüşmem vardı. Dünkü olayları da konuşacaktık.
Odasının önüne gelip kapıyı iki kere tıklattım. "Gel"
"Merhaba" dedim gülümsemeye çalışarak. "Defne, hoş geldin. Geç nasılsın?"
"Eh işte." Karşısındaki tekli koltuğa geçip çantamı küçük cam sehpanın üstüne bıraktım. "Evet, ne konuşacağız?" Direk konuya girmek istiyordum.
"Şimdi şöyle. Önce Pınar'la ilgili konuşalım. Hayal bana her şeyi anlattı. Öncelikle şunu bil ki o adam ne yaparsa yapsın Pınar oradan asla çıkmayacak. Çünkü kendi ağzıyla itiraf etmiş. Bir sürü de şahit var. "
"Eee? Peki adam neden benim peşimde?"
"Büyük ihtimalle suçu üstlenmeni isteyecek. Bunun için de gözünü korkuta bilir. Adamı araştırdım." Önündeki belgeleri bana doğru uzattı. "Adamın ismi Yılmaz Azman. Ve bayağı tehlikeli bir adam. Dikkatli olman gerek. Bir süre Savaş'ın yanından ayrılma derim. Ya da bu Keno işini hemen hallet. Adam iki kere hapise girmiş. Birincisinde kaçmış ikincisinde suçunu başkasının üstüne atmış ve çıkmış. Kurnaz ve sinsi. "
Hira adamı anlatırken ben belgeyi alıp sayfaları çevirmeye başladım. Siyah kalın sakalı, siyah kalın kaşları vardı. Fotoğrafa kızgın gözlerle bakıyordu. Yüzünde şeytanın izi vardı sanki. Korkmadım desem yalan olurdu.
"Anladım, o zaman bir süre daha Savaş'layım anlaşılan."
"Savaş'ın haberi var mı?"
"Hayır" dedim. "Henüz yok."
Hira kaşlarını kaldırıp dudaklarını büzdü. "Bence haber ver. Haberi olursa iyi olur." Fakat söylemezdim. Daha biraz önce ona sığınmam demiştim. Şimdi geri dönemezdim.
"Tamam" deyip geçiştirdim. "Savaş'la ilgili ne buldun peki?" Asıl merak ettiğim bu soruydu. Savaş'la ilgili daha fazla bilgi.
"Savaş Tara denilen kurulan yeraltı dünyasının beyazlar lideri. Beyazların liderine Alfa diyorlar. Ve Savaş bir Alfa. Alfaların dokunulmazlığı var. Yani kimse Savaş'a ve onun ailesine dokunamaz. Savaş Tara üyelerinden istediği birini öldüre bilir. Aynı zamanda diğer örgüt kurumları olan Kartallar ve Kuzgunlar da Savaş'a dokunamaz. Kısacası herkes ondan çekiniyor. Savaş yeraltı dünyasından önemli kişilerinden sadece bir tanesi. Kimse ona silah bile doğrultamaz. Bu kendi ölüm fermanını imzalamak demek."
Savaş'ın böyle güçlü birisi olduğunu daha yeni öğreniyordum. Aklımda Savaş profilinden daha fazlaydı. Savaş dünyayı yönetiyor desem yeriydi. Bu kadar güçlü bir adamla aynı evde kalmak çıldırmak demek.
"Düşmanları yok mu?"
"Olmaz olur mu? Bu kadar güçle bir adamın düşmanı olmaz mı sence? Kartallar ve Kuzgunlar onun düşmanı. Fakat o kadar güçlü ki düşmanları bitek ona dokunamaz. Bu bir yasa. Her 7 yıldan bir bu üç çete arasından bir kişi Alfa seçiliyor. Savaş dört sene önce seçilmiş. Yani 3 sene sonra tekrar seçim olacak. İhtimallere bakacak olursak tekrar seçilme ihtimali yüksek."
Şok içinde dudaklarımı araladım. Beynim duyduklarımı sindirmekte zorlanıyordu. Zaten ortalık karışıktı, şimdiyse her şey daha çok karıştı.
"Defne, şunu bil ki Savaş Karakurt sıradan birisi asla değil. Çok güçlü bir Alfa. Ve ona savaş açmak akıllıca değil. Bence biz bu oyundan vazgeçelim. Çünkü bu oyun sonunda Savaş'ın merhameti olsa da o saydığım çeteler öyle değiller. İnsanlıktan çıkan ruhlar hepsi. Bize her şey yapabilirler. Şu an tek yapmamız gereken şey seni Savaş'tan ayırmak. Onunla evli kalamazsın. Savaş'tan nefretini kazanmadan sakince ayrılman gerekiyor. Kendi iyiliğin için olmasa da ailenin ve sevdiklerinin iyiliği için bunu yapman gerekiyor. Yoksa herkesin canı çok fazla yanacak."
Sevdiğim adamdan şimdi korkuyordum. Onunla ilgili gerçekleri öğrenmek akıllıca değildi. Onun söylediği cümle gelmişti aklıma.
Bazı gerçekleri öğrenmek iyi değildir. Canını daha fazla acıtır.
Tıpkı şimdiki gibi. Bu kadar şeyden sonra artık ondan vazgeçmem gerektiğini anladım. Çünkü bazen vazgeçiş en iyi seçim olur. Ben Savaş'tan vazgeçecektim. Çünkü buna mecburdum...
Tatatataya yazarınız upuzun bölümle geldiiii. Bakın diğer bölüme yorum falan yapmıyorsunuz sinirleniyorum bak. Hemen yorum yazın. Upuzun yorumlarınızı okumak istiyorum. Hatta bazılarınız hayalet okuyucu. Yapmayın bunu yazarınıza sldçdçııs
Şimdi bölümle ilgili ne düşünüyorsunuz? Kaos mu istediniz? Alın size kaos. Üzülmek mi istiyorsunuz üzeriz sorun değil. Hıçkırarak ağlamak mı istiyorsunuz ben ağlatırım. Bundan sonraki bölümler çok daha güzel olacak haberiniz olsun dkdklsjxkdla
Daha uzun ve aksiyon dolu bölümler de olacak inşallah.
Sizce Defne né yapacak bundan sonra ? Ya da sizce ne yapmalı?
Sizce kızların başına bundan sonra neler gelecek?
Fikirlerinizi belirtin lütfen. Yorumlarınızı bekliyorum.
İnstagram'dan adelinaa_writerr
Tiktok'tan adelinashwriterr hesabını takip etmeyi unutmayın. Gelecek bölümlerle ilgili kesitler de atıyorum ara sıra.
Sizi seviyorum kendinize iyi bakın
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.04k Okunma |
500 Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |