
22.Bölüm: "Kraliçe Geri Dönüyor"
Herkese merhabalar efendim. Nasılsınız bakalım? Yeni bölümü beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayalım... Paragraf araları sizi bekliyor... Bu bölümde benim ve Savaş'ın dilinden de okuyacağız. Size şimdiden iyi okumalar...
Savaş'ın anlatımıyla.
Tara bugün yine toplantı düzenlemişti. Defne'yle evlendikten sonra bu toplantılar anlamadığım bir şekilde sık sık düzenlenmesi dikkatimi çekmiyor değildi. Ama bu kez konu farklıydı. İstemsizce ve can sıkıntısıyla gidiyordum. Aklımda binlerce düşüncelerim beni rahat bırakmıyordu.
Kuleye girdiğim anda büyük bir masada herkes yerini almıştı. İçeri girdiğimde tüm bakışlar üzerimdeydi. Tara üyeleri hepsi oradaydı. En başta Ziya Asraf oturmuştu.
Masada yerime geçtiğimde Tara üyesi olan Semih tek kaşını kaldırarak bana baktı. "Karakurt da geldiğine göre artık başlaya biliriz." Daha Defne olayı ortaya çıkmadan önce zaten Semih'le rakiptik. Fakat Defne'nin eski nişanlısı olduğunu öğrendiğim günden sonra ona karşı hırsım daha da artmıştı. Defne'ni kıskanmıyordum fakat onunla olmasını da asla istemiyordum. Defne'ni onunla yan yana görmek bile sinirimi bozmaya yetiyordu.
Defne'ni ondan uzak tutmak istememin nedeni buydu. Ama bunu ona ben söylemezdim. Bu hakka sahip değildim.
"Şimdi hepiniz neden yine toplandık diyeceksiniz" dedi Ziya. Hepimize teker teker bakış attı.
"Evet, soruyoruz neden?" dedi Taha tahammülsüzce. Çünkü daha yeni toplantı yapmıştık. Yeniden toplanmamızın nedenini anlamıyorduk.
"Bu sefer size yeni bir konuyla geldim. Halil Kantar geri dönüyor Türkiye'ye." Bu bilgiyi ben bildiğim için pek şaşırmadım açıkçası. Fakat erken dönmesi beni birazcık germişti. Herkesin yüzünde garip bir ifade. Küçümser gibiydi. Çünkü herkes ondan bariz şekilde nefret ederdi.
"Döner dönmez sakin durmayacağını da biliyoruz. Bir şeyler yapacak kesin. Bu yüzden dikkatli olmalısınız. Çünkü intikam için geri döneceğini söylemiş bir röportajda. Ne İntikamı? Hangi intikam bilmiyorum ama yapacağı sıradan bir şey olmaz. Bu yüzden güvenlik önlemlerinizi alın. Yaptığı tek hatada kellesini alın. Ama eğer ki sizi konuya katmıyorsa yani işi sizle değilse o zaman hemen aradan çıkın. Çünkü Tara çetesi olarak onunla yüz göz olmak istemiyoruz. Adam Kartalların üyelerinden sadece bir tanesi. Ne için döndüğü belli değil. "
Benim bizzat intikamım vardı onunla. Onu hiç sağ bırakır mıydım? Ama en acısı intikamım yüzünden Defne'nin harcanmasıydı. Defne bunların hiçbirini hakketmiyordu. Ama o adam yüzünden Defne'ni kendimden uzaklaştırmam gerekiyordu. Ben onun için tehlikeliydim. Bana bağlanırsa onu koruyamazdım. Açıkçası hiç bu kadar zor bir karar vermek durumunda kalmamıştım. Babam abimin İntikamı için Defne'ni harcamamı ve intikamımı almamı istiyordu. Dilara hanım ise Defne'ni o adamdan korumamı istiyordu. Dilara Aksoy'un zamanında bana yardımı çok olmuştu. Ayrıca Harun beye de can borcum vardı. Ama benim Savaş Karakurt olmamın nedeni intikamımdı. Abimin intikamı. Peki bu intikamı nasıl alacaktım? Bana emanet edilen suçsuz bir kadını nasıl harcayacaktım? Önceliğim onu korumaktı. Her şeyden herkesten. Zamanı gelince ise ona zarar vermeden hareket etmem gerekiyor. Ama onu korumam için de bana bağlanmaması gerekiyordu.
Herkes söz alıp konuyla ilgili konuşurken ben ilk kez sessizce durmuş toplantının bir an önce bitmesini istiyordum. Nihayet herkes sözünü bitirdiğinde toplantı da bitmişti. Herkes dağılmaya başladı. Kapıdan çıkıp arabaya doğru ilerledim. Cesur arabanın kapısını açıp içeri girmem için yol verdi. Ardından o da arkadan bindi.
"Nasıl geçti toplantı?" Başımı cama çevirip hızla geçen yolu izlemeye başladım. Aklım Defne'deydi. Çünkü iki gündü evde yoktu. Annesi ve babasıyla barışmıştı. Bu yüzden birkaç gündür eve gelmiyordu. Peşine adam taksam bile aklım hala ondaydı. Son yaşananlardan sonra bana karşı nefreti artmıştı. Söylediğim cümlelerin kırıcı olduğunun farkındaydım. Ama buna mecburdum. Onu korumak için buna mecburdum.
"Sıkıcı."
"Neden?" diye merakla sordu Cesur. "Önceleri toplantı olduğunda koşarak giderdin. Hiç sıkıcı gelmezdi." O öncedendi. Çünkü o zaman hayatımda Defne yoktu. Şimdiyse onu düşünmeden geçirmediğim tek bir günüm bile yok. Yanımdayken bile onu düşünüyorum. Bu kızın garip bir etkisi vardı bende. Sanki her an başına bir şey gelecekmiş gibi hissediyordum.
Halil'in geri dönmesini bekliyordum zaten bu yeni bir haber olmadı. Ama Defne'nin benden uzak kaldığı her an içim sıkılıyordu. Bana ilginç gelen şu ki Halil Defne'den ne istiyor? Neden onun peşinde? Defne'yle onun arasında ne gibi bir bağ var anlamıyordum. Ve sanırım Defne bunu benden saklıyordu. Ondan bu sorunun cevabını öğrenmem neredeyse imkansızdı. Benden bu kadar çok nefret ederken benimle konuşmaz bile. Fakat korktuğum şey başka bir şeydi.
"Bilmiyorum. Canım çok sıkkın." Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Defne eğer babasıyla barışıyorsa demek ki Harun bey tekrar karşımda duracaktı. Harun bey kızını benden almaya çalışırsa ne yapacağım işte onu bilmiyordum. Bizim ilişkimiz bir anlaşma üzerine kuruldu. Paramı alıp işimi bitireceğimi herkes düşünüyordu.
"Defne yüzünden olabilir mi acaba?"
"Defne evine geri döndü. Ailesiyle barışmış" dedim soğuk sesimle. "Birkaç gündür evde yok."
Cesur bana çaktırmadan kıkırdamaya çalışırken ölümcül bir bakış attım gülen gözlerine. Aklınca benimle dalga geçecek. Hemen kendini toparlayıp boğazını temizledi. "Abi, özür dilerim ama bir şey sormak istiyorum. Defne'ni özlediğin için üzgün değilsin değil mi?"
"Hayır, tabii ki de. Ailesiyle barışmış diyorum anlamıyor musun?"
"İyi de bunun sana ne zararı var?" Cesur tam aptal gibi suratıma bakarken gözlerimi devirdim. Bunun da gerizekalılığı tuttu.
"Harun bey tekrar karşımda duracak. Defne'ni benden almaya çalışa bilir."
Cesur gözlerini kısıp kaşlarını hayretle havaya kaldırdı. "Sen buna mı takıldın? Cengiz bey asla izin vermez."
"Tabi sen sanıyorsun ki babam Defne'ni çok seviyor öyle mi? Babam kendinden başka kimseyi sevmez. Defne'ni intikam için yanımda sakladığımı biliyor."
"Peki sen niçin saklıyorsun?" İşte bu soruyu değil Cesur başka birisi söyleseydi çoktan planımı öğrenirlerdi. "İntikam için değilse, para için değilse ne için?"
Gözlerini gözlerime dikti. Bakışlarımı kaçırdım. Bu sorunun cevabı bende bile yoktu. "Onu kendimden nasıl koruya bilirim?" İhtiyacım olan cevap buydu. Ben Defne'ni kendimden nasıl koruyacağım?
"Onu severek koruya bilirsin mesela. Ama sanıyorum ki bu artık gerçekleşti. Öyle değil mi?"
Asıl seversem koruyamazdım.
"Ona karşı ne hissettiğim önemli değil. Asıl önemli olan onu korumam."
"Onu sevmiyorsan niye koruyorsun ki?" Bilmiyordum. Ama içimdeki ses ilk kez böyle bir şey yapmamı söylüyordu. Kafam oldukça karışıktı.
"Çünkü o masum. Biliyorsun ki ben masumlara dokunmam."
Gözlerimi tahammülsüzce kapattım. Ona yalan söylemekle sadece onu aptal yerine koyuyordum. "Öyleyse niye onun senden nefret etmesini istiyorsun? Tamam istiyordunsa neden daha önce Sarp olarak sevmesini sağladın? Defne şimdi yıkılmış vaziyette. Defne'ye böyle daha fazla acı çektirmiyor musun sence?"
"Ben nereden bileyim ki karşımda böyle bir zeki kadın olacağını? Defne hemen kimliğimi öğrenmiş. Üstüne üstlük gerçek nikah kıydırmış. Tüm planlarımı altüst etti küçük canavar. Önceden sadece Sarp'a aşık olduğu için Halil Kantar ile ilgili bir şeyler söyleceğini düşündüm. Hatta bunun için çabaladım. Ama hanımefendi fazla zeki. Nuh dedi peygamber demedi. Hiçbir şey söylemedi. Benim elim de boş kaldı."
"Fakat o küçük canavar seni iki kez fena kandırdı haberin olsun." Söylediği cümleyle sırıttım. Evet, doğruydu. Beni iki kez tuzağına çekti. Ve işte o zekasıyla dikkatimi çekmeyi başarmıştı.
"Peki şimdi ne olacak?"
"Plana sadık kalacağım, şimdilik. Artık başka plan kurmanın anlamı yok. Çünkü Defne hepsini altüst etmekte usta."
"Yani Halil'e Defne'ni verecek misin?" Gözlerimi kısıp tekrar manzaramı izlemeye başladım.
"Belli değil henüz o işler." Aklımda farklı planlar vardı. Tabi Defne benden uzak durursa hepsini gerçekleştirirdim.
"Tara kraliçenin kızının senin karın olduğunu biliyor mu?"
"Henüz değil."
Dilara Aksoy Tara'da Kraliçe namını almıştı. Herkes ona kraliçe diyordu. Çünkü tek kadın aramızda oydu. Diğerleri sadece Tara kadınları diye sesleniyordu. Onun aramızda olması çok kolay olmamıştı. Uzun yıllar önce babası Cevdet Çelik'in Tara'ya katılmasıyla Dilara ve annesi kızmıştı. Çünkü Cevdet Çelik beyazları değil siyah olmayı tercih etmişti. Yani can yakacaktı. Sırf bu yüzden Dilara babasının rakipi olsun diye Tara'ya katıldı. Önce kimse kabul etmedi fakat öyle işler başardı ki kadın başına herkesin ağzı açık kalmıştı. Bu yüzden ona kraliçe adı verilmişti.
"Her şey ortaya çıkması an meselesi. Kraliçe geri dönüyor çünkü."
Kartlar yeniden dağıtılıyordu. Ama bu kez masada Dilara Aksoy da vardı. Onun olduğu masada kazanmak imkansızdı. Başımı salladım. "Biliyorum ama ben bunu engelleyeceğim. Dilara'yla anlaşma yapacağım. Bunun olmasını engelleyeceğim. Defne'ni sadece benim karım olarak bilecekler."
"Abi, ben hiçbir şey anlamadım. Planın tam olarak ne?" Şu an hiç kimsenin bilmesine gerek yoktu. Çünkü daha tam planı kafamda kurmamıştım.
"Planım şimdilik bende kalsın. Zamanı gelince hepiniz öğreneceksiniz."
Her şey çok karışıktı. Defne'ye karşı hissettiklerim kalbimin derinliğinde saklıyordum. Çünkü duygularla işimi yapamazdım. Duygularım bana hata yaptırırdı. Duygularımı Defne'den ve herkesten gizlemem gerekiyordu. Onun iyiliği içindi. Evet, bu onu daha çok kıracaktı. Ama mecburdum. En büyük acıyı ben yaşayacağım belki de. Onu sevmemeye çalışmak, ona alışmamaya çalışmak benim için zordu. Çünkü kadın tam da istediğim kadındı. Tam benim kafada birisiydi. Defne'yle eğer farklı durumda tanışsaydık onun peşini asla bırakmazdım. Belki de şimdi her şey farklı olurdu. Ancak intikamımız, olaylar, kimliğimiz, geçmişimiz, ailemiz bunu engelliyor.
"Defne şu an nerede?"
"Annesiyle beraber bir restoranda oturmuş kahve içiyor. Adam hala peşinde."
"Güzel akşam Aksoy'ların evine gidiyoruz."
"Neden?!"
"Karımı geri alacağım."
***
🎀Defne'nin anlatımıyla. 🎀
"Anne, artık her şeyi anlatır mısın?" Annem kahvesini yudumlarken başını hafifçe salladı.
"Halil Kantar Türkiye'ye geri dönüyor Defne."
Aniden söylediği cümleyle donakaldım. Dünya dönüyor ben sustum. Zaman benim için durdu. Kalbim durdu, nefesim durdu. Yaşam durdu. Her şey durdu. Benim dünyam durdu. Elime aldığım kahve bardağı aniden yere düştüğünde paramparça olarak binlerce parçaya ayrıldı. Tıpkı hayallerimin çalındığı o gecede benim parçalara ayrılmam gibi. Nutkum tutuldu, nefesim konuşmaya yetmedi. Beynim o lanetli geceyi bana yaşatan o adamı gözlerimin önüne getirince gözlerimi acıyla kapattım. O sesler, o koku... Çığlıklarım kulaklarımda yankılandı. İmdat çığlıklarımı duyuyordum. Kimse duymamıştı o gün ama ben duyuyordum. Unutamadığım işkenceler bedenimin her zerresinde bıraktığı izlerin yeri sanki tekrar acımaya başlamıştı. Psikolojik olduğunu biliyordum ama gerçekti.
"Ne?!"
"Sakin ol kızım. Henüz burada değil. Bak beni iyice dinle. Bu yüzden Savaş'la seni evlendirdim. O Savaş'a ve ailesine dokunamaz. Bu yüzden sen onun karısı olursan sana da dokunamaz diye düşündüm."
Tüm taşlar yerine oturduğunda canım acımıştı. Annem beni katilden korumak için bir katille evlendirmişti. Bu nasıl bir çaresizlikti?
"Anne, onun karşısında kimse duramaz. O bir şeytan!" dedim fısıltıyla. Kulaklarım duyduklarına inanmak istemiyordu. O adam geri dönemezdi. Şeytan yine beni bulamazdı. "Sen önce sakin ol. Ben seni her şeyi anlatacağım. Lütfen sakin ol. Lütfen."
"Anne, ya bana bir şey yaparsa?" Yapacağını yapmıştı. Silinmez bir iz bırakmıştı tenime. Kendimi iğrenç bir varlık hissedecek kadar hem de...
"Hiçbir şey yapmayacak. Önce ben ve baban sonra da Savaş buna izin vermeyecek. Artık yalnız değilsin kızım. Arkadan bundan sonra biz varız. Sana yaklaşamayacak. Güvenlik önlemlerini baban ve Savaş'a bırak. Senden tek istediğim şey ise ne olursa olsun benden Savaş'tan asla bir şey saklama. Bizim sana yardım etmemiz için senin yanında olmamız gerekiyor. "
"Savaş nasıl koruyacak?"
"Savaş'ın karısısın sen. Halil sana yaklaşamaz. Tara kanunlarına aykırı. Tara onu iki dakikada yok eder kanunları çiğnerse. Halil böyle bir riske girmez." Nasıl yani? Savaş'ın karısı olmam benim hayatımı mı kurtarıyor? Savaş'ın güçlü olduğunu biliyordum ama karısı olduğumda bu kadar güçlü olacağımı bilmiyordum.
Biraz olsun rahatlamıştım. O şeytanın yanıma yaklaşmasına istemiyordum. İsmini duyunca bile ellerim ayaklarım titriyordu.
"Şimdi beni iyi dinle. Cengiz beyden uzak dur. Savaş olmadan sakın yalnız başına onların evine gitme. Seni bir yerlere çağırsa sakın gitme. Tamam mı?" Cengiz bey ne alaka? Tamam ilk baştan babam hoşlanmamıştı ama onun benimle ne ilgisi vardı?
"Tamam." dedim itiraz etmeden. Tüm gerçeklerin gün yüzüne çıkma gibi huyu vardır. İlla ki her şeyi zaman içinde öğrenecektim.
"Savaş'a tamamen güvene bilirsin. Savaş sana zarar vermez." İşte onu bilemeyiz. Savaş'ın neler planladığını bilmiyordum. Savaş beni herkesten koruya bilirdi, onun öyle bir gücü var. Fakat ya bana kendisi zarar verirse?
"Nasıl bu kadar eminsin?"
"Çünkü ona çok fazla yardımım oldu." Kaşlarım çatıldı. Annem Savaş'a hangi konuda yardım etmiş?
"Kimse bunu bilmiyor tabi. Sadece o ve ben biliyorum. Savaş çok güçlü. Ayrıca çok zeki." Annem Savaş'la ilgili konuşurken sanki kendiyle ilgili konuştuğu kadar emindi. Savaş'a gözü kapalı bu kadar inanması ilginçti. "Sen masum olduğum sürece sana dokunmaz. Dokunsa karşısında beni alacağını bilir. Böyle bir riske girmesi için aklı olmaması gerekiyor. "
"Nasıl yani?" dedim kaşlarımı çatarak. "Tara'ya geri dönüyorum." Kaşlarım hayretle havalandı.
"Halil yüzünden. Onu orada yalnız bırakamam. Bir şeyler karıştıracak. Benim orada olmam gerekiyor."
"Peki babam?"
"Onu ikna etmek zor oldu tabi. Ama konu sen olunca tüm düğümleri çözüldü." Sırtını sandalyeye yaslayarak camdan dışarıyı izlemeye başladı. Annem gerçek bir alfa kadındı. Yapamayacağı hiçbir şey yoktu. Tara'da kraliçe lakabını da boşuna almamıştı. "Şimdi sen de benim gibi Tara'nın içine girmek zorunda kalacaksın. Oradaki farklı adamları tanıyacaksın. Mecburen evinde görmek zorunda kalacaksın. Ne yapman gerektiğini sana söyleceğim. "
"Ne?! Ben katillerle birlikte mi yaşayacağım?" Birisi yetmiyor bir de birkaçı mı olacak?
"Savaş'ın evine gelip giden çok fazla. Onları illaki göreceksin. Yaptığın hareketlerle Savaş'ın gözüne gir ki Halil'e karşı seni kullanmasın. Ne olursa olsun onun tarafında ol. Ona asla yalan söyleme. Ama kendi sınırlarını da koy."
"Anne, bu işler çok zor olacak."
"Evet, ama sen başarabilirsin. Tara ekibi var. Siyahlar ve Beyazlar. Savaş beyazların lideri. Alfa. Genelde beyazları görürsün sen zaten." Bana doğru hafifçe eğilip daha kısık sesle konuşmaya başladı. "Onlarla aranı iyi tut. Eğer seni kendi aralarına alırlarsa artık Savaş'a yaslanman gerekmez. Çünkü Savaş ekibinden ayrı bir işe kalkışmaz. Tüm ekip seni desteklerse işte Savaş'tan bile güçlü olabilirsin."
"Ne?! Savaş'tan da güçlü olmak mı?"
Bu imkansız gibi geliyordu bana. Savaş'ın ekibine girip ve Savaş'tan güçlü olacağım öyle mi? Bu çok delice. Bunun olması için hayattaki tüm şansımı kullanmam gerek. Ayrıca ben katil değilim.
"Ben adam öldüremem. Ben cana kıyamam." İtiraz ettim. İnsan öldüremezdim. Annem yüzüne sinsi bir gülüş yerleştirdi. Başını dikleştirdi. Her zamanki gibi kendinden emindi. "Ülkeyi yönetmek için kral olman gerekmez. Sadece kralı yönet. Arka planda dur ve herkesin itaat ettiği adamı kendine itaat ettir o kadar. Bak nasıl alıyorsun ipleri eline."
Kitap gibi kadın. Her sayfasında farklı dersler var. Her konuda bilgisi var. Tüm yolları geçmiş görmüş tecrübesi fazla. Ama tecrübesi olduğu kadar zekası da fazla. Akıllı ve ne zaman ne yapacağını çok iyi bilen birisi. Onun kızı olduğum için bir anlık gurur duydum. Böyle bir kadının kızı olmak muhteşem. Onun kanını onun genetiğini taşımak olağanüstü bir şey. O böyle güçlü azimli olunca ben de kendimi güçlü hissediyordum.
"Bunu nasıl başaracağım? Savaş diğer erkekler gibi değil."
"Evet ama bir erkek. Erkeklerin zayıf noktası... " Bana yaklaştı. "Zeki ve gizemli kadınlardır. Gizemli ol. Bir de cilve önemli. Yemeğin tadı tuzu cilve. Kızsa da, bağırsa da, seni kırsa da sakın üzülme, ağlama. Cilve yap, kur yap üzgün bebek rolünü oyna. Onun iplerini eline al. Kadınsı enerjini ortaya koy. O sana karşı koyamaz. "
Kulaklarım doğru mu duyuyordu? Ben doğru mu algılıyordum? Benim Savaş'a yaklaşmam mı gerek?! Gözlerim kocaman açıldı. "Bir dakika bir dakika. Sen bana diyorsun ki şimdi Savaş'ı kendine aşık mı et?" Kulaklarıma inanamıyordum. Ondan vazgeçmişken bunu yapmam doğru değildi. Çılgınca bir şey.
"Defne diyorum ki Savaş'ın zaafı ol." dedi tüm kararlığıyla. "Sana aşık olmasa bile sana saygı duysun ve dediklerini yapsın. Çok zor birisi ama imkansız değil. Onun zaafı olursan kimse sana dokunamaz. O bile sana zarar veremez."
Peki ben ne yapacaktım? Bu benim daha fazla acı çekmemi sağlayacaktı? Zaten ona karşı duygularım vardı. Şimdi daha fazla yaklaşamamı istiyordu. Ya o beni istemezse ve yine beni reddederse yine yıkılırsam?
"Anne, ben onu seviyorum. Ama ondan vazgeçiyorum. Ben bir daha ona yaklaşamam."
"İntikamın ne olacak peki? İsmini duyunca bile titriyorsun. O herifi yok etmek istiyorsan beni dinleyeceksin Defne. Savaş'a yaklaş ki Halil'den uzaklaşa bilesin. Artık biz de varız. Yalnız değilsin."
"İntikamımı nasıl alacağım?" dedim gözlerim dolunca. Çünkü o adamdan korkuyordum. Ona yaklaşmayı bırak görünce bile bacaklarım titrerdi.
"Dediğim gibi. Savaş'ın zaafı ol intikamını onunla al. Savaş Halil'i öldürecek kadar güçlü. Savaş'ın ekibine sız ve güçlen."
Annemden öğreneceğim çok şey vardı. Yeni bir oyun başlıyordu. Oldukça zor ve uzun bir oyun olacaktı. Ama bu kez masada annem de vardı. Yalnız değildim. Güçlüydüm...
***
Ağğğhhhhhh olaylar olaylar nefes alın arada skdkkckslls
Akşam evde ailecek oturup yemek yiyorduk. Uzun süre sonra ilk kez ailemle birlikteydim ve huzurluydum. Tabii her şeyden habersizdim.
"Prensesim, ne yaptın bugün?" Babam yemeğini yerken hep bizim ne yaptığımızı sorardı genelde. Çünkü annemle ben hep bir şey yapardık.
Annemle bakışlarım kesişti. Aynı anda aynı ifadeyle birbirimize baktık.
"İşteydim, iş güç falan. Sonra ders falan çalıştım, canım sıkıldı dışarı gidip sonra kahve içtim."
"Kimle?"
Annemle dersem şimdi kesin bir şeyler karıştırdığımızı anlayacaktı. "Yalnız."
"Yani annenle?" Başını yemeğinden kaldırmadan söylediği cümlelerle annemle donakaldık. Adam artık bizi tamamen tanıyordu. Anlaşılan başka bir dil bulmamız gerekiyordu.
"Şimdi hangi ülkede savaş çıkaracaksınız?"
"Lütfen o adamın ismini bu evde çekmez misiniz, lütfen."
"Adamın ismi Savaş'sa ben ne yapayım?" Babam omuzlarını silkip kollarını iki yana açtı.
"Ne savaşı tatlım? Biz gayet sakin sakin anne kız konuştuk sadece. Ayrıca Savaş'la ilgili güncel bir durum yok."
"Ha olsa yani Savaş'la ilgili durum söyleyeceksiniz sanki. Gerçi Savaş nerede? Sesi soluğu çıkmıyor?"
Sanki inadıma yapıyorlardı. İsmini duymak istemiyorum dedikçe bastırarak söylüyorlardı.
Aniden kapının çalmasıyla nihayet muhabbet sona ermişti. Çalışan Sevim abla kapıyı açmaya gittiğinde biz yemeğimize geri dönmüştük.
"Size konuyu kapatın diyorum siz inadına onunla ilgili muhabbet ediyorsunuz."
"Merhaba benim canım ailem." Duyduğum sesle başımı refleks olarak arkaya çevirdim. Gelen Savaş'tı. Kollarını iki yana açmış yüzünde mutlu bir gülüşle bize doğru geliyordu. "Hepinize iyi akşamlar." Şaşkınlıkla gözlerim kırpıştırıp bunun gerçek olup olmadığını kontrol ettim. Gerçekti. Savaş mıydı o?
Ben daha şoktan çıkmamış hemen yanıma gelip yanağımdan kocaman bir öpücük birakıp hemen yanımdaki sandalyeye geçti. Yaşadığım şokun içine bir şok daha eklenince gözlerim kocaman açılmıştı.
"Affedersiniz karımı birazcık özledim de." Babam ağzındaki lokmayı çiğnemeden benim gibi Savaş'a bakarken, annem gözlerini kırpmadan dudakları aralık bizi izliyordu.
Kimse senin burada ne işin var diye sormuyordu. Çünkü herkesin benim gibi nutku tutulmuştu.
"Kaynanam beni seviyormuş, yemeğe geldim."
Hemen içeriye doğru "Sevim hanım, bana bir servis lütfen" dedi rahatlıkla. Ardından benim bardağımı alıp suyu kafasına dikti. Şok içinde ona bakıyordum.
"Sen ne yapıyorsun? Senin burada ne işin var? Niye geldin?" ard arda Sorduğum soruyla babam ve annem daha yeni şoktan ayrılıyordu. Babam kaşlarını çattı. "Onun burada ne işi var?" diyerek annene döndü. Annem mi çağırdı diye düşünüp ben de ona dönerek "onun burada ne işi var?" diye tekrar sorduğumda kadın afalladı.
"Bana niye soruyorsunuz? Ben de bilmiyorum."
"Karımı almaya geldim," dedi kolunu boynuma atarak. Ne?! Babamın yanında birisi bu kadar geniş olacak öyle mi? Bu Savaş olsa bile babam o kolu alır kırardı.
"O el yanlış yerde Savaş. Benim ayarlarımla oynama bak." Babam daha fazla sinirlenmeden elini boynumdan çekip kenara attım.
"Damadınız geldi niye sinirlendiniz ki şimdi?"
"Kızım o eve dönmeyecek."
"Bende çok isterdim ama maalesef gerçek karım. Bizzat benim karım. O yüzden adetten benimle kalması gerekiyor."
"Başlarım adetine. Gitmeyecek dedim gitmeyecek o kadar."
"İsterseniz, bunu biricik eşime sorayım. Karıcığım, kocanın yanına dönmek istiyor musun?"
"İstemiyor tabii ki de. Ağlat üz sonra kocasıyım falan demekle olmuyor."
"Ben onu üzmedim. Sadece birazcık haddini aştı bende küçük bir uyarı yaptım. El kaldırmadım, dövmedim, sövmedim hakaret etmedim. Sadece küçük bir uyarıydı. Ve ayrıca aramızdaki problemlere kimse karışamaz. Karı koca arasında olur öyle şeyler."
Babam öfkeyle yutkunarak gözlerini kapattı. Sabrı zorlanıyordu. Savaş ise sırtını sandalyeye yaslayıp rahatça oturmuştu. Birazdan masa devrilecek gibi hissediyordum.
"Sizin aranızda hiçbir ilişki yok. Görevin onu korumak. Gerçekten kocası olmak değil. Sakın haddini aşma. Bu sözleri de ilerideki kocası söyleyecek. Sen değil."
Oha! Babam fena laf attı. "Mesela gerçekten onu seven, onu üzmeyen, onu sarıp sarmalayan hatta onu benden daha çok seven, onun gözlerine baktığında kendini kaybeden, onu her gördüğünde kalbi titreyen, ona her dokunduğunda heyecanlanan birisi. Sen değil."
Savaş babamın gözlerinin içine baktığında söylediği her cümleyle yüz kası geriliyordu. Babam ise gerçekleri söylüyordu. Gerçekler bu kadar acıtamazdı değil mi? Öyleyse Savaş neden böyleydi?
"Doğru" dedi. Ama babamın hiçbir cümlesine katılmıyordu. "Kendine uygun birini bulunca tabi." Ne yani bulamaz mıyım?
"Ne demek istiyorsun? Şu an istersem tüm erkekleri ayağıma getire bilirim." dedim itiraz ederek. İfadesini değişmeden bana döndü. Konuşmadan hoşlanmadığını farkındaydım.
"Tüm erkekleri demiyorum. Kendini uygun birini bulunca diyorum."
"Ama ben tüm erkekleri diyorum. İstediğimi elde ederim."
"O kadar kolay değil. Bazıları sana bakmaya bilir mesela."
Bu kez lafa annem atladı. "Defne hem zeki hem akıllı hem de çok güzel bir kadın. Bunu ilerleyen zamanlarda kendin de göreceksin. Açıkçası ben senin için korkuyorum."
"Niye?" Tek kaşı havalandı.
Annem sinsice gülümseyerek önce bana sonra ona baktı. "Defne seni de kendine aşık edebilir."
Savaş'ın rengi öyle bir hızla değişti ki yemin ederim sanki damarlarında kanlar çekildi.
Babam kendinden emin tavırla omuzlarını dikleştirdi. "Ben seni Sarp olarak tanıdım. İşinde de gayet başarılısın. Efendi ve medeni birine benziyordun. Davranışların ve saygın mükemmeldi. Kızımı üzmeyeceğine açıkçası inanmıştım. Ne kadar da bu ilişkiye itiraz etsem de onu koruyup kollayacağına inanıyordum. Fakat Savaş olarak seni tanımıyorum. Ve eğer benim kapıma Savaş olarak gelseydin kapıdan içeri almadan sizi gönderirdim. Senin gibi bir damadım olmasını asla istemezdim. Ve bu çok kısa süreliğine bitecek. Kızımı senden geri alacağım. Bir daha görüşmemeniz için elimden geleni yapacağım."
"Savaş olarak tanıdım dediniz ya. Şimdiye kadar ne saygısızlığımı gördünüz? Ayrıca kimliğimin yalan olması verdiğim sözü tutmayacağım anlamına gelmez."
"Kızımın bir suçluyla birlikte olmasını istemiyorum."
"Baba, Savaş suçlu değil. Hatta sizin bile sağlayamadığınız adaleti sağlıyor." Bazı suçlular yaşamayı bile hakketmezken onu hapise atmak sadece ödül olurdu. Fakat Savaş o insanları öldürüyordu. Yani adaleti sağlamaya çalışıyordu. Belki de çoğu kişi buna karşı çıkacak babam gibi ama bazı suçlar var ki affedilmiyor.
Açıkçası şimdiye kadar öldürdüğü tek Taha'nın adamıydı ama. Belki de görmediklerimiz vardı.
"Ne adaleti be? Adam insan öldürüyor."
"Ama kötü olanları."
"Defne biz kötüleri öldürmüyoruz. Adalete teslim ediyoruz."
"Ama bazı suçlular yaşamayı bile haketmezken onları nasıl adalete teslim ede bilirsiniz?"
"Adalet herkes içindir. Oraya boşuna salmıyoruz. Cezasını çekiyor."
"Ben katılmıyorum."
Savaş'ın tarafını tutmuyordum fakat yaptığı şeyin farkındaydım. Onu korumam onun hoşuna gitmişti. Dudağını kenarını kıvırarak bana baktı.
Gözlerimi devirip önüme döndüm. "Ben gideceğim" dedim babamın yüzüne bakmadan. Babam şok içinde gözlerini açtığında annem sakince durmuş bizi izliyordu. Çünkü oraya gitmemi istiyordu. Planımızı uygulamak için oraya geri dönmem gerekiyordu.
"Ne zaman vazgeçtiğimi gördün?" dedim babamın gözlerine bakarak. "Ben artık Halil'le uğraşmak istemiyorum. Bana yaşattıkları yıllarca peşimde gölge gibi dolaştı. Artık kendimi güvende hissetmek istiyorum. Eğer bunu Savaş sağlayacaksa onunla gideceğim." Başımı çevirip Savaş'a baktım. Ama derin ya da anlamlı değildi.
Babam hiçbir şey demedi. Sustu, sustu ve elindeki çatalı yere bıraktı. "Ben seni koruyamaz mıydım?"
"Yıllar önce koruya bildin mi?" dedim acıyla gülerek. Söylediğim cümle bir bıçak olup babamın kalbinin tam ortasına saplanmıştı. Yıllar önce yaşadığım olaylar kolay atlata bileceğim türden değildi. Hayatımın her noktasına sinmiş acılarım benim hayatımı etkiliyordu. Ben yıllarca engelli oldum. Ben yıllarca yürüyemedim. Üzerimde bırakmış kara leke hala duruyordu. Fakat babamı ya da annemi hiçbir zaman suçlamadım. Hiçbir anne ya da baba evladının böyle şeyler yaşamasını istemezdi. Ama o şeytan öyle bir oyun oynadı ki kimse onun karşısına duramadı. Yıllar önce o kazanmıştı. Fakat kazanmak sırası bendeydi. Benim için geri dönüyordu.
Yarım kalmış işini tamamlamak için. İçinde o kadar büyük bir kin vardı ki on yıl bekledi işini tamamlamak için. Önce yaraladı, on yıl sonra ise öldürmeye geliyordu. Ama unuttuğu bir şey vardı. Yaralı olsam da güçlüydüm.
Annem ve babam arkamdaydılar. Onlar bu kez kolay lokma değildi.
Arada kısa bir sessizlik oluştu.
Babamın gözleri dolmuştu. Pişmanlık hissi gözlerinde yoğun bir şekilde yayıldı. Kalbinin acıdığını ruhunun incindiğini görebiliyordum.
"Haklısın, koruyamadım. Küçücük kızımı koruyamayacak kadar güçsüzdüm." Gözlerinde ıslaklık gittikçe arttığında ayağa kalkarak masadan ayrıldı. Gözyaşlarımı tutamadım. Teker teker intihar etti. Amacım onu üzmek değildi. Ama üzmüştüm. Ayağa kalkarak babamın peşinden gittim. Biz de böyle aileydik. Ağlasak bile birlikte ağlardık.
"Baba" dedim arkasından seslenerek. Babam yukarıya odasına doğru gidiyordu. Arkasından gelerek kapıya yaklaştım. "Defne, lütfen şimdi konuşmayalım."
"Baba, bir dinle beni. Sana anlatacaklarım var."
Durup gözlerini sildi. Üzülmüştü, üzüntü onu mahvedecekti. Ona sıkıca sarıldım. Çünkü buna ihtiyacı vardı. "Babam, sen benim her şeyimsin. Sen benim bu hayatta en değerli varlığımsın. Sen benim yaslanabileceğim tek erkeksin. Ama ben onunla gitmek zorundayım. Ben şimdi burada kalsam bile Halil peşimi bırakmaz ki. Halil gelip beni bir şekilde sizden alır. Belki de sizi benden alır. Hiçbir şey yapamayız. Ama ben oraya gidersem Tara'nın içine girersem ne o Cengiz ne Halil ne de Savaş bana hiçbir şey yapamaz."
"Bu çok riskli. Bunu yapmak zorunda değilsin. Başka yolunu buluruz. Seni tekrar yurt dışına göndeririz."
"Ama ben artık geçmişimle yüzleşmem gerek baba. Küçük Defne'nin intikamını almam gerek. Ondan çaldığı hayallerin intikamını almam gerek. Benim o Defne'ye borcum var. Yoksa hayatım cehennemden bir farkı olmaz."
"Kızım-"
"Baba, beni siz yetiştirdiniz. Onların hiçbirisinin benim yapabileceklerimden haberleri yok. Onlar beni küçük aptal saf birisi gibi görüyorlar. Ben bu Defne'ni boşuna yetiştirmedim. Bugünün geleceğini biliyordum. Halil yaptıklarının cezasını teker teker çekecek. Bana yaşattığı her acıyı iliklerine kadar yaşayacak."
****
Gözlerimi açtığımda güneş perdelerimi delip odanın içine dalmıştı.
Işık penceremden geçerek odamı altın sarısına boyatmıştı. Odadaki tüm eşyalar güneşin ışıklarıyla hatları belirginleşmişti. Oda nazikçe aydınlanmış, duvarlarda hafif gölgeler vardı.
Uyku mahmurluğuyla doğrulup gözlerimi ovuşturdum. Bahçeden sesler geliyordu. Sabahın köründe evde kim olmuş olabilir ki? Sabahın körü de saat 09:00.
Hemen ayağa kalkıp iyice gerildim. Üzerimdeki pembe saten pijama takımıyla birkaç egzersiz yapıp dağılmış saçlarımı arkaya attım. Cama yaklaştığımda sesler iyice yakınlaşmıştı. Camı açıp bahçeye taraf baktım. Bahçedeydiler. Savaş ve diğer ekip aşağıdaydı. Ahu, Feride, Cesur, Alp, Taha, Cihangir ve tanımadığım birkaç adam. İyi de onların burada bu saatte ne işi var ki?
Bir şeyler konuşuyorlardı. Taha ve Cihangir keyifli görünüyordu. Fakat Savaş her zamanki gibi asabiydi. Önemli bir şey konuşuyorlardı sanki. Feride sürekli Savaş'ı sakinleştirme çabasındayken Ahu arkaya taraf gidip sürekli volta atıyordu.
Başımı biraz daha çıkarıp tam dinleyecekken kedim Prenses kendini camdan dışarı attı. Korkuyla gözlerim açıldı.
Neyse ki çatı vardı. Yani benim camın altında balkonun çatısı vardı. Ama her an kedim bir delilik yapabilirdi. "Prenses? Nereye?" üzerimdeki pembe pijamalarımla camı atlayıp çatının üzerine çıktım. Kedimi kurtarmam gerekiyordu. "Pisi pisi bak niye gidiyorsun?"
Dinlemedi koşarak çatının ucuna kadar gittiğinde dikkatlice adımlarla onu izlemeye başladım. Dengemi sağladığım sürece sıkıntı olmazdı. Yükseklik korkum da yok. Güzel.
"Defne? Sen ne arıyorsun orada?" Güzel beni fark etmişlerdi. Gerçi kim çatıya pembe pijamarıyla çıkan Defne'ni fark etmez ki? Başımı çevirdim. Herkes şaşkınlıkla bana bakıyordu. Bayağı bir dikkat çekmiştim anlaşılan.
"Kedim kaçtı. Düşecek." Elimle kediyi gösterdiğim de kedim çatının ucunda durmuş patisini yalamaya başladı.
Kediler niye bu kadar garip?
"Kedi yüzünden düşeceksin şimdi. Gir içeri. Gelir." Savaş sakince söylediği cümleni umursamadım.
"Gelmez o da bana çekmiş. İnatçı. Peşine düşmen gerek."
"Defne, düşeceksin şim-" tam o anda ayağım kaydı. Hemen dengemi düzeltip doğruldum. Oh şükür. "Ya beni dikkatimi dağıtma. Şimdi gerçekten düşeceğim."
"Gidin alın şu gerizekalını. Düşüp bir yerlerini kıracak."
"Neden sabah sabah bana gerizekalı diyorsun? Ayrıca gerizekalı değil ileri zekalıyım. Senin kafan bunu basmayacak kadar geride."
"Lafını sokmadan olmaz değil mi? Sana diyorum geri çekil." Telaşlıydı ama en çok da kızgındı. Gözlerindeki ateşi uzaktan bile görebiliyordum.
Alp ve Cesur hemen eve doğru geldiğinde umursamadan kedime doğru ilerledim. "Prenses sabah sabah ne gerek vardı böyle aksiyona?" Tam o sırada kedim kendini aşağı attığında çığlık atarak korkuyla bağırdım. Kedim resmen atladı. Aman tanrım. Korkuyla eğilip ellerimi ağzıma götürdüm. Bu manzarayı görmeye hazır değildim. Allahım kötü olacağım yoksa. N'olur bir şey olmasın.
Çatının ucuna doğru ilerlerken Savaş "Defne, geri çekil. Düşeceksin" dedi telaşla. "Kediye bir şey olmadı." Çatık kaşlarla ona döndüm. Nasıl kediye bir şey olmadı?! Kedi atladı!" Çatının ucuna doğru gelip aşağı baktığımda kedim başka bir siyah kediyle beraber koklaşıyorlardı. Ne?! "Bir erkek için mi kaçtın yani?! Manyak karı!"
"Defne, geri çekil" diye bağırdı Ahu. "Ayağın kayacak şimdi."
"Bırakın ne yaparsa yapsın ya. Niye uğraşıyorsunuz ki?" Feride kollarını göğsünde birleştirmiş umursamadan beni izliyordu. Tabi dikkatleri üstüme çekmiştim. Tabi ki laf sokacak.
"Değil mi? İlk kez aklın çalıştı hayret."
"Gelin yenge, bak daha yeni evlisiniz. Çocuk falan da yok. Kıyma canına. Kediyi boş ver" Cihangir gülerek umursamadan bana laf soktuğunda kaşlarımı çattım. "Gelin yenge ne be? Ayrıca bir de bu türden... " dedim Savaş'ı göstererek. "çocuk mu yapacağım? Dünyaya böyle bir kötülüğü yapamam. Dünya buna hazır değil henüz."
"Arızalı mısın kızım sen? Hala mal mal konuşuyorsun. Hemen çekil oradan. Yoksa gelip oraya gömerim seni."
"Defne, bence ölmek istiyorsan, direk Savaş'ı kızdır işin kolay olur bence." Taha alayla Cihangir'e koluna vurduğunda Cihangir de gülmeye başladı.
"Birazdan iğrenç şakalarınız yüzünden öleceğim zaten. Hem sana ne? Belki canım sıkıldı, canım aksiyon istiyor. Hayatımda değişiklik istiyorum da çatıya çıktım sana ne?! Sen kendi işine bak!"
"Sen beni duymuyor musun?!" dedi öfkeyle bağırarak. Ama telaşla bağırmıştı.
"Benim için endişelendin mi?" dedim cilveyle.
"Bana tam lazımsın. Yarım değil."
"Ne için?"
"Çocuk yapmak için. Hasbinallah." Başını çevirip sabır çekti.
"Terbiyesiz herif, azgın köpek."
Tam geriye doğru bir adım atacakken ayağım gerçekten kaydı ve aşağı doğru düşecekken iki kol beni tutarak geri çektiler.
Bunlar Cesur ve Alp'di. "Neden söz dinlemiyorsun acaba?" diye Alp üstüme çemkirdiğinde "merakım yüzünden" dedim sevecen gülümseyerek.
Alp kollarımdan tutarak beni kaldırıp içeriye doğru ilerlerken Cesur da arkamdan geliyordu. "Gerçekten manyaksın, hem de deli manyağı. Az daha bahçenin ortasına düşüp bir kolunu bacağını kıracaktın."
Kollarımı göğsümde birleştirip başımı dikleştirdim. "Kedimi kurtarmak için çıktım. Eğlence için çıkmadım."
"Gelecek sefer lütfen kendini kedi sanma tamam mı?"
***
Üzerimi değiştirip aşağı indim. Berna mutfaktaydı. Kahvaltı hazırlıyordu. "Günaydınlar Berna,"
"Günaydın Defne hanım. Nasılsınız?"
"İyiyim, çok iyiyim. Çok güzel uyudum da sabahı biraz aksiyonla açtım." Gözlerimle dışarıyı gösterdim. Dudaklarını muzip başını hafifçe salladı. "Cesur bey söyledi. Sanırım kediniz biraz sorun çıkarmış."
"Evet, kahvaltı hazır mı?"
"Evet hazır. İsterseniz siz başlayın. Onlar yaptılar erkenden."
"Onları bekleyeceğimi kim söyledi?" dedim kıkırdayarak. Berna da karşılıklı gülümsedi. Masaya geçip güzelce kahvaltımı yaparak diğer taraftan da yabancı dizimi izlemeye başladım. Saat 11 oluyordu. Bugün günlerden Pazardı. Yani tüm gün evde oturup kendimle vakit geçireceğim. Tam mutlu mutlu kahvemi içerken işte beklenen o mesaj.
Poyraz : İçki sözün vardı bana. Onu bugün yapalım mı? Saat 9 da seni evden alırım."
Emri vaki miydi? Rica mıydı belli değildi. Açıkçası bu gün evden çıkmak istemiyordum ama sözümü tutmam lazımdı.
Akşam saat 9 da uygunum. Ama sen gelme. Ben gelirim. Mekanı sen seç. Çok uzak olmasın.
Poyraz: Tamam, ben konumu atarım. Görüşürüz.
"Kimle konuşuyorsun?" Alp içeri girip oturduğum masaya doğru ilerlemeye başladı. Telefonun ekranını kapatıp yemeğime geri döndüm. "Kimseyle."
Sandalyeye geçip yeşil zeytinden ağzına attı. "Biriyle konuşuyor gibiydin de neyse. Ben yanlış gördüm herhalde."
"Niye geldin?"
"Hiç öylesine."
"Savaş mı gönderdi seni? Git kontrol et mi dedi? Ne dedi?"
Sahanda yumurtaya ekmeği bandırıp yedim. Ardından domatesten kesip ısırdım.
Alp her hareketimi dikkatlice izliyordu. "Yo hayır. Öyle bir şey demedi. Zaten şu an meşgul. Ben kontrol etmek istedim. Seni yalnız bırakmak biraz tehlikeli."
Tam o sırada kapı çaldı. Berna hızlıca kapıya doğru ilerleyip kapıyı açtı. Ve içeri o an birkaç adamla beraber birisi girdi. "Savaş nerede?" Bu sesin sahibi Semih'di. Ve öfkeliydi. Ne alaka? Semih neden burada?!
"Bahçede."
Hızlıca yanımızdan geçip bize taraf bakmadan bahçeye doğru ilerledi. O kadar gözü dönmüştü ki beni fark etmedi bile. "Semih ne alaka?" diye sordum Alp'e. Alayla bana bakarak sırıttı. "Sen gerçekten hiçbir şeyden haberin yok mu? Semih de bizden. Tara'dan yani."
"Ne?!"
"Evet." Şok içinde ağzımı açtım. Semih'le Savaş'ın düşman olduğunu biliyordum. Ahu söylemişti. Ama Tara hakkında söylememişti. Alp Berna'nın benim için özel pişirdiği börekten alıp ağzına attı. "Im, Berna yine harikalar yaratmışsın."
"Hey, o benim."
"Bir tane aldım sadece."
"Ben hepsini yiyecektim ama."
"Hepsi olmaz. Ağır gelir midene. Sana yardım ediyorum ben."
Yüzümü buruşturup gözlerimi devirdim. Benim rıskıma ortak oldu şerefsiz.
Sofrada duran çilekli reçeli alıp ekmeğe sürdü. Ardından üzerine bir parça organik tereyağından koyup bana uzattı. "Lütfen bunu dener misin?"
"Ne?! Hayır!"
"Lütfen, bak çok beğeneceksin." Tereddütle yüzüne baktım. Elinden alıp ağzıma attım. Gerçekten ilginç bir kombinasyondu ama güzeldi tadı. Güzel olduğuna dair gözlerimi kocaman açtığımda Alp memnun olmuş gibi gülümsedi. "Demiştim, şimdi çay da iç."
Türkiye'de yapılıyor mu bilmiyorum ama biz Fransa'da asla böyle yemezdik. Ama çok lezizdi.
Kahvaltıyı bitirdikten sonra Alp'le beraber bahçeye çıktık. "Bence sen gelme. Savaş orada olmanı istemez. Özel konular konuşa bilir."
"Kocama günaydın deyip geleceğim. Bir de bir şey söylemem gerek."
Alp benim önümde tereddütle yürürken Savaş'tan ne kadar çekindiğini görebiliyordum. Çünkü Savaş asabiydi.
"Ooo exlerim nextlerim burada."Dedim Semih'e bakarak. Semih'i kastetmiştim. Semih beni gördüğüne şaşırmıştı.
"Günaydınlar hepinize efendim. Hayırlı pazarlar. Umarım bugün insan öldürmezsiniz."
Savaş beni gördüğü anda umursamadan tahammülsüzce başını çevirdi. "Siz öldürdüğünüz insanların helvasını yemeğe gidiyor musunuz? Bence çok eğlenceli bir şey olur ha. Gerçekten bak. Deneyin bir kere."
"Gelin yenge, sen olmazsan neşemiz olmaz. İki saattir Savaş bizi dizmiş buraya. Ömrümüzü çürüttü ya." Cihangir alayla söylediği cümleye Taha sırıttı.
"Defne, girer misin içeri? Önemli bir şey konuşuyoruz." Feride anlamsızca bana emir verirken onu umursamadım bile.
"Niye arkamdan mı konuşacaksınız?"
"Evet, tüm İşimiz bitmiş seni konuşacağız."
"Zaten sizin işiniz benim zaten öyle değil mi?" dedim göz kırparak. "Benim merak ettiğim şey şu. Siz niye hepiniz buraya toplantınız? Herkesin duyabileceği ulu ortamda konuşmak ne kadar doğru?"
"Sana ne?" dedi Feride çirkefliğiyle. "İstediğimiz yerde konuşuruz."
"Ah Allahım keşke İtalyan mafyanın eline düşseydim. Bizimkiler zekadan bile kıt."
"Konuşmamıza engel oluyorsun" dedi sert tonda Semih. Şuna bak sen. Dili de uzanmış beyefendinin. Tabii yediği son kazıktan sonra kendine biraz zor gelmiş olmalı.
"Oh mon Dieu! Türk erkekleri, hepiniz hayal kırıklığısınız sadece. Neyse ben Savaş'a bir şey söyleyip çıkacağım."
"Söyle."
"İstersen mikrofon ver öyle söyleyeyim. Herkes duysun. Tüm mahalle."
"Defne, ne zırvalıyorsun?"
"O ne demek?" dedim kaşlarımı çatarak. Gerçekten anlamadığım bir kelimeydi.
"Kocam bey, lütfen gelir misin? Sana bir şey söylemem gerek." Savaş başını iki yana salladı.
"İşim var Defne. Git sonra konuşuruz."
"Ama benimki acil lütfen. Çok zor durumdayım." Sevecen olmaya çalıştım. "Hayır, dedim işim var."
"Tamam birkaç dakikalık ara ver. Benimki önemli." Adam resmen diyor gel sık gırtlağımı. Sonra diyorlar Defne niye bu kadar sinirli? İnsanı iki dakikada delirtirler bunlar.
"Devam edelim lütfen."
"Savaş" dedim keskin sesle. "Bak eğer gelmezsen gidip kendi başıma hallederim. Arkamı da sen toplarsın."
"Defne dedim!" Yönünü bana doğru çevirdi. Elleri ceplerindeydi.
"Savaş dedim!" gözlerine bakarak. Ama bana karşı çıkamazdı. Ben isteğim olacaktı. "Tamam öyleyse ben gidiyorum."
Arkamı dönüp giderken arkamdan gelmedi bile. Demek ki kendi başıma halletmem gerekiyordu. Eve girip kapıya doğru giderken aniden arkamdan gelip seslendi. "Ne istiyorsun söyle!"
Zafer gülüşüm hemen yerini almıştı. Tabi bunu Savaş görmemeliydi. Yüzümdeki gülüşü silip arkamı ona döndüm. Yanına giderek önünde durdum. "Keno'nu istiyorum." Kaşlarını çattı. Gözleri dedektif edasıyla kısıldı. Babam söylerken itiraz etmişti. Büyük ihtimalle yine itiraz edecekti.
"Korumam olarak yanımda birisi gerekli." Keno yanımda olursa daha güvende hissederdim. Bu benim için daha iyi olacaktı.
"Tamam, konuşun gelsin." Ne?! Bu kadar mı basit? Kabul etmemesi gerekiyordu. Sonra da kavga etmeliydik. Niye bu kadar rahatça anlaştı ki? Kesin bir şey var.
"İtiraz etmedin."
"İtiraz etmem mi gerek?"
"Hayır ama sen itiraz ettin babamla konuşurken." Gözlerimi şaşkınlıkla kocaman açıp gözlerine baktım.
"O babandı. Şimdi kişi de zaman da farklı. Başka bir sorun yoksa gidiyorum." Umursamazlığı bir gün gerçekten beni öldürecek. Bu kadar ukala olması bazen beni fazlasıyla çıldırtıyor.
"Ama biz seninle anlaştık şu an. Normal değil bu."
"Kavga mı istiyorsun Defne?" Memnuniyetsiz gözlerle ona dik dik bakıyordum.
"Hayır, seninle anlaşmak garipmiş. O zaman şey. Ben bir arkadaşımla akşam yemeğine çıkacağım. Haberin olsun."
"Saat kaçta?" Bakışları yüzümün her zerresinde oyalandı.
"9"
"Tamam gidin. Ama dikkatli olun."
"Yok ya seninle anlaşmak bayağı sıkıcı. Neyse ben gittim." İlk kez kavga etmeden anlaşmıştık. Galiba kıyamet kopacaktı.
Yörüngemi kapıya değil yukarıya doğru çevirmiştim. Bugün evdeydim ve tadını çıkaracaktım. Birkaç saat odanın içinde vakit geçirdikten sonra artık sıkılmaya başlamıştım. Anlaşılan ev benlik değildi.
Savaş ve diğerleri teker teker evi terk ettiklerinde biraz sonra tek başına daha çok sıkılmaya başlamıştım. İlla ki bir şey yapmam gerekiyordu. Hayal'e buluşmamızla ilgili kısa bir mesaj attım
Ardından hemen dolabımı açıp üzerimi değiştirdim. Beyaz gömlek giyinip Siyah kazak, gri mini etek, ve siyah opal çorap, siyah kabanımı giyinip kıvırcık saçlarımı hiç düzleştirmeden açık bıraktım. Siyah gözlüğümü de takıp aşağı indim. Hayal Tolga'yla geleceğini söylemişti. Tolga ve Hayal'le buluşup kahve içecektik. İkisinin de canı sıkılıyordu tabi listeye ben de eklenince buluşma kararı almıştık. Siyah kısa botlarımı giyinip tam çıkacakken Berna beni kapıda yakaladı.
"Defne hanım, çıkıyor musunuz?" Berna'nın sorduğu soruyla başımı hafifçe salladım. "Evet tatlım. Canım sıkıldı da. İstersen sen de gel."
"Yok hayır benim biraz işim var da."
"Ne işi ya?! Bırak ev zaten tertemiz. Akşam yemeğe de daha çok var. Hadi biraz kafamız dağılır."
"Bilemedim ki şimdi."
"Hadi gel. Ben ev sahibi değil miyim? İzin veriyorum gel."
"Savaş bey kızarsa?"
"Bir şey olmaz. O zaten geç gelir. İştedir o şimdi. Ayrıca arkadaşlarla da buluşacağız. Gel sende eğlenirsin."
"Tamam, üzerimi değiştirip hemen geliyorum."
Berna'yla birlikte söyledikleri mekana geldiğimizde Tolga ve Hayal çoktan yerlerini almış bizi bekliyorlardı. Tolga'nın üstünde siyah kazak ve siyah pantolon vardı. Kazağın altında beyaz gömleğin yakası çıkmış olması altında beyaz gömleğin giydiğinin ispatıydı.
Hayal siyah bir iç giysi giymiş ve üzerine yeşil bir ceket almıştı Ceketin rengi, yeşilin koyu tonlarında ve bel kısmında şık bir kemer ile tamamlanmıştı. Bu kemer, cekete zarif bir detay katarken aynı zamanda belini vurguluyordu. Diz altına kadar uzanan uzun çizmeleri kombinine genel şıklık katıyordu. Siyah saçlarını hafif dalgalı yapmış ve açık bırakmıştı.
"Merhabalar, nasılsınız?" dedim neşeli sesle. Berna da beni takip etti. İkisiyle de görüştükten sonra Berna'nı onlara tanıttım.
Ardından ben Tolga'nın yanına Berna da Hayal'in yanına geçti.
"Yeni gelin, kocanla aran nasıl?" Tolga keyifle sorduğu soruya gözlerimi devirdim.
"Çok iyi. Çok iyi anlaşıyoruz," dedim alayla gülerek. Hayal dudaklarını büzüp kaşlarını havaya kaldırıp indirdi. "Koca da koca olsa bari. Gitmiş en odunu hangisiyse onu bulmuş."
Hayal'le Savaş'ın yıldızı barışmayacak o kesin de. Ancak Hayal'le Alp'in arasındaki olayı çok merak ediyordum.
"Defne hanım, izninizle ben bir arkadaşımı gördüm gidip selam verirsem olur mu?"
"Tabi tabi git."
Berna yanımızdan ayrılıp restoranın diğer ucunda oturan arkadaşına yanına giderken Hayal'e doğru eğilip gözlerine baktım. "Bana hemen her şeyi anlatıyorsun. Çabuk"
"Neyi?"
"Alp'le aranda ne var? Çabuk. İtiraz istemiyorum. Yalan istemiyorum. Bir şey yok da demeyeceksin."
Hayal şaşkınlıkla bana sonra Tolga'ya baktı. Boğazını temizleyip kollarını masaya koydu.
"Biz içkiliydik ya hani. Onların geldiği gün."
"Evet."
"O beni eve bırakırken ben içkiliydim. Aklımda başımda değildi zaten." Ne?! Yoksa öpüştüler mi? Ay bayılacağım.
"Eee?" dedi Tolga sabırsızlıkla. Sanırım o da benimle aynı düşüncedeydi.
"Ben tüm ailevi sorunlarımı ona anlattım. Babamı, annemden ayrılmasını falan hepsini yani."
"Sonra?"
"Sonrasında ertesi gün beni evden alıp işe bırakmak için gelmişti. Biraz konuşmak istedi."
"Eee?"
"Bana yardım edeceğini söyledi. Tabi bende kabul etmedim."
"Eee?" dedi Tolga.
"Sürekli etrafımda dönüp durdu. Dikkatimi kendine çekmeyi başardı. Ona karşı hoşlantı vardı sadece Sonra da sizin nişanınızda beni öptü."
"Nü?!" ay Nü ne?! "Ne?!" Aynı anda Tolga'yla bağırdık.
"Çüş! Yuh! Oha! Yavaş!" dedik Tolga'yla aynı anda. Hayal utanarak başını önüne eğdi. Ama utanılacak bir şey yoktu. "Sonra da benden hoşlandığını söyledi." Alp uçmuş resmen. "Benim kafamı karıştırdı. Ben ona hiçbir şey demedim ama gerçek kimliği ortaya çıkınca yani Savaş'ın adamı olduğunu öğrendiğimden sonra bana karşı tavırları değişti. Hastanede kendi gözünle gördün ne yaptığını. Benim ona karşı hiçbir duygum yok ama beni kötü hissettiriyor. " Hayal utanarak başını aşağı eğdiğinde ellerini sıkıca tuttum. Alp de oyun oynamış onunla. Tabii Hayal bunun farkında değildi. Fakat Alp kötü birisi asla değildi. Savaş'ın aksine daha iyiydi neden böyle bir oyun oynadığını anlamamıştım. Alp'in ilk günden Hayal'e karşı bakışlarını fark etmiştim. Ancak pek ciddiye almadım. Anlaşılan almam gerekti. Alp'in cevabını bizzat ben verecektim.
"Basbayağı oyun oynamış" dedi Tolga benim söylememi beklemeden. "Kızım, sen bunu daha önce niye söylemedin?"
Hayal iç sıkıntısıyla nefes alıp geriye yaslandı. "O kadar problemim var ki konuşmaya zaman yok." Meryem konusundan bahsediyordu. "Tamam, düzelecek. Sen o güzel canını sıkma. Bak ben buradayım. Her şeyi birlikte düzelteceğiz." Elimi sıkıca elinin üzerine koyup sıkarak onu rahatlamak adına gülümsedim. Elimin üstüne Tolga da kendi elini koyup "biz buradayız," dedi bana bakarak. "Değil mi?" Kendinden bahsediyordu. Başımı hafifçe salladım. "Meryem konusunu da şöyle yapıyoruz. Keno'nu bir alayım. Ona söyleyeceğim Meryem'in peşine adam tutsun. Ne yiyor ne içiyor hepsini bize teker teker aktarır. Kimlerle görüşüyor falan. Sonra onun adamlarından birini satın alırız. Ve illa ki bir şey bulana kadar peşine düşeriz tamam mı?"
"İyiki varsınız" Ayağa kalkarak bana doğru geldiğinde Tolga ve bana aynı anda sarıldı. Bizim üçümüzü oldukça uzun bir yol bekliyordu. Umarım şans bizim tarafta olur.
Yazarın anlatımıyla
"Sevkiya işini hallettiniz mi?" Ziya masadak herkese tek tek bakış attı. Bu sevkiyat diğerlerinden farklıydı. Kartallar'ın sevkiyatını iptal etmek gerekiyordu. Ancak Kartallar çok zekice plan hazırlamış ve sevkiyatın gerçekleşmesi için tüm önlemleri almışlardı. Savaş sessizce oturmuş masadaki herkesi süzüyordu. Bu görev Semih'indi. Fakat Semih yapamamıştı. Kartallar'ın içine sızmayı beceremedi.
"Kartallar bizim plan yapacağımızı anlamışlar. Tüm önlemleri almışlar" dedi sinirli homurtusuyla. Savaş'ın yüzünde hafif bir tebessüm belirmişti. Semih'in yapamayacağından adı gibi emindi.
Semih Savaş'ın güldüğünü fark edince kaşları uyarır anlamında çatıldı. Savaş ise gözlerini devirip Ziya'ya döndü. Taha dudaklarını büzdü. "Ne olacak şimdi?"
Cihangir kafa atladı. "Kim sevkiyatı iptal ettirecek?"
Ahenk ismindeki kadın söz almak için boğazını temizledi. "Efendim, isterseniz görevi ben alabilirim. İkinci sevkiyat üç gün sonra." Ahu alayla gözlerini devirdi. Ahu ilk günden Tara'daki hiçbir kadından hoşlanmıyordu. Ahu kimseden hoşlanmıyordu.
Ahenk Ziya'nın ağzından çıkacak cümleyi sabırsızlıkla beklerken tam o sırada kapı açıldı. İçerideki herkes kapıya odaklandı. Üzerinde beyaz kalem etek ve beyaz kısa ceket olan Dilara kendinden emin yürüşü ve ses çıkarıp dikkat çeken topuklu ayakkabıyla içeri girdi. Üstünde öyle bir özgüven rüzgarı esiyordu ki içerideki herkesi etkisi altına almıştı.
"Gerek kalmadı. Ben iptal ettim" dedi içeri girip kapıyı kapatarak. Herkes şok içinde gözlerini açarken Savaş'ın tam karşısına geçip sırtını yasladı.
"Nasıl?" dedi Taha şaşkınlıkla.
"Kraliçe yapar siz izlersiniz tatlım" dedi sinsice gülerek. "Ama" bakışları Ziya'ya kaydı. "İkinci sevkiyatı kimseye vermeyin..." Aklında başka planlar vardı. Ziya ve diğer herkes kaşlarını çatarken Savaş dikkattini Dilara'ya vermişti.
"İkinci sevkiyatı Tara'dan olmayan birine vereceğim."
"Güzel, böylelikle bizim ismimiz gitmez. Güzel fikir. Kim peki?" Ziya memnuniyetle Dilara'ya baktı. Dilara herkese tek tek bakış atıp gözlerini Savaş'a dikti. Şeytani gülüşünü yüzünde yerleştirdi. "Defne Yıldız Aksoy."
Savaş gözlerini kocaman açarken Semih şaşkınlıkla dudakları aralandı. Çünkü bu atak Savaş'a Defne'ni kim olduğunu ispatlamak içindi. Savaş'ı Defne'ye aşık etmek istiyordu, böylelikle Savaş Defne'ni kendi istediği gibi kullanmazdı. Fakat hesaba katmadığı bir şey vardı. Savaş çoktan Defne'ye tutulmuştu ve bunu kendi bile bilmiyordu. Savaş'la Defne'nin ilişkisi gerçek olursa işte Halil gerçekten yenilecekti. Ve Dilara bunu çok iyi biliyordu.

Yazarınız geldiii. Bu nasıl bölümdü öyle dediğinizi duyar gibiyim... Nasıl oldu?! Beğendiniz mi? Hemen yazın çabuk.
En sevdiğiniz sahne hangisiydi? Defne geliyor arkadaş fırtınayla geliyor uhuhuuu
Sizce bundan sonra olaylar nasıl ilerleyecek? Yorumlarda buluşalım...
Sizi seviyorum, bölümü beğenmeyi unutmayın. Hoşça kalın...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.04k Okunma |
500 Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |