24. Bölüm

23.Bölüm: "Büyük Buluşma"

Adelina
adelinashwriterr

 

23.Bölüm: "Büyük Buluşma"

 

"Hayatım bana gülenleri şaşırtmakla geçti."

 

"Yine çok güzel olmuşsun."

 

"Teşekkür ederim," dedim nazikçe. Üzerimde gece mavisi kısa dar bir elbise vardı. Elbisenin kolları uzun ve bilek kısmında büzgülü bir tasarıma sahipti. Birazcık dekolteliydi. Vücut hatlarımı belirgin bir şekilde ortaya çıkarmıştı.

 

"Sizde çok şık olmuşsunuz doktor bey" dedim gülümseyerek. Şarapı dudaklarımın arasına götürüp yudumlamaya başladım. Poyraz gözlerini bir an olsun benden ayırmıyordu. Mavi gözleri gözlerime sabitlenmişti. Fakat bir anda suratı düştü. Kaşlarımı merakla çattım. "Ne oldu?" Sanki aklına bir anda bir şey gelmişti.

 

"Sana bir şey demem gerek."

 

Ellerimi iki yana koyup ona doğru hafifçe eğildim. "Gönder gelsin, hazırım." Önemli bir şey söyleceği kesindi. Acaba şimdi hangi gerçekleri öğrenecektim.

 

"Hatırlıyor musun? Ben seni ormanda bulduğum zamanı." İşte bir gizem daha çözülmek üzre...

 

"Evet."

 

"Aslında o tesadüf değildi." Kaşlarım hafifçe çatıldı. "Nasıl yani?"

 

"Şimdi beni iyi dinle. Benim amacım sana zarar vermek asla değil." Böyle başlanan cümlelerin sonunda genellikle zarar verilir. Yavaş yavaş korkmaya başlamıştım.

 

"Ben anlamıyorum hiçbir şey. Sen neden bahsediyorsun?"

 

"Annen Dilara Aksoy, benim babamla ortak şirketi vardı." Bir dakika. Annemi nereden tanıyor?

 

"Benim annem tasarımcı."

 

"Biliyorum benim babam da tasarımcı. Ve onlar daha önce ortaktılar." Babası kim acaba? Onun benimle ne ilgisi var?

 

"Eee?"

 

Nasıl söyleceğini bilmiyor gibiydi. Sürekli su içip kendini sakinleştirmek çabasındaydı. "Babam annenle anlaşamamış ve kısa sürede ortaklığı bitirdiler. Fakat daha sonra babam pişman oldu. Çünkü annen işinde gayet başarılıydı ve böyle bir ortaklığı kaybetmek babama zor geldi. Annenle tekrar ortak olmak istedi. Ama annen bu kez istemedi ve babamın yüzüne tüm kapıları kapadı."

 

"Poyraz, benim kafam çok karışık. Bunlar ne demek? Benimle ne alakası var?"

 

"Babam bu yenilgiyi kabul edemedi ve bana bir görev verdi."

 

Kaşlarım merakla çatıldı. "Ne görevi?" Yutkunarak gözlerime baktı. "Babam seni kandırıp kendime aşık edip seninle birlikte olmamı istedi. Böylelikle annenle seninle meydan okuyacaktı." Gözlerim şok içinde açıldı. "Ne?!"

 

"Ben kabul etmedim. Bir kadının duygularıyla oynayamam dedim ama beni zorladı. Hatta tehdit bile etti. Ne kadar istemesem de bu oyunu oynamak zorunda kaldım. Ama seni gördüğüm anda tüm düşüncelerim değişti. Karşıma bu kadar güzel ve zeki bir kadının çıkacağından habersizdim. Sen tüm her şeyi değiştin benim için."

 

"Ama ben-"

 

"Ama bana karşı duyguların olmadığını çok iyi biliyorum. Bunun için seni zorlayamam beni sev diyemem. Sen nasıl mutluysan öyle yaşa. Ancak eğer bir gün beni seversen sevgine karşılık vermeye hazır olacağım. Bana şimdi desen ki senin yüzünü görmek istemiyorum çıkıp giderim hayatından, istersen benden nefret de edebilirsin. Fakat istediğin her an yanında olmaya hazırım." Duyduklarımı sindirmekte zorlanıyordum. Poyraz da mı bana oyun oynadı? Yok artık. Etrafımdaki herkesin arkamdan iş çevirmesi çok kötü. Ben nasıl fark etmemişim?

 

"İnanmıyorum sana ya. Bunu daha önce neden söylemedin?"

 

"Söylemeye çalıştım ama cesaret edemedim. Tam cesaretimi toplayacakken Savaş gelip tüm her şeyi mahvediyordu." Sustum, ne diyeceğimi bilemiyordum. Böyle durumda ne denir ki zaten?

 

"Ben ne söyleceğimi bilemiyorum. Şaşkınım. Açıkçası böyle bir açıklama beklemiyordum." Çünkü şu an Savaş'tan ayrılıp onunla birlikte olmam için teklif bekliyordum ama çok garip bir durumla karşı karşıyaydım.

 

Şaraptan içip boğazımı temizledim. "Anladım, ama hayır. Hayatımdan çıkmanı istemiyorum. Sana daha çok ihtiyacım olabilir Bay Keskin."

 

"Tabii ki. Her zaman."

 

Poyraz'la içerken aniden içim sıkılmıştı. Onunla beraber balkona çıkmaya karar verdik. Biraz hava almak ikimize de iyi gelecekti. Restoran gittikçe kalabalıklaşıyordu. Balkona çıktığımızda şehrin rengarenk manzarası bizi karşıladı. Soğuk havanı ciğerlerime doldurup gözlerimi huzurla kapattım. Yıldızlar yine her zamanki gibi gökyüzündeydi.

 

Aniden arkada bir müzik çalmaya başladı. Kulaklarımıza müziğin kırıntıları dolarken göz göze geldik bir anda. Bu şarkı ikimize de tanıdıkdı. Fakat sonra başımızı çevirdik. Elinde şarapla manzarayı seyreden Poyraz'a döndüm. Sessizce şehire bakıyordu. Onun da zihni benim gibi kalabalıktı.

 

Yeterince hızlı koşarsam, yalnızlık bizi yakalayamaz sanmıştım, inanmıştım.

 

Şarkının müziği bir kenara şarkının sözleri o kadar güzeldi ki. Sanki benim için yazılmıştı. Benim iç sesimi yansıtıyordu.

 

Yalnızdım, çok yalnızdım.

Kirpiğinden kanat yaptım...

 

Bu şarkı benim Sarp'a karşı olan duygularımın tercümanıydı.

 

Seni o gökyüzüne ben koydum

Yağmurlar yağdı örttüm siper oldum

 

Bembeyaz bulutlarla doldurdum.

 

Nasıl bensiz oralarda uçuyorsun?!

 

İlk sevdim kırıldım. Ama ikinci kez güvendim, inandım. Ben o adama yaslandım.

 

Hiç düşünmedim ki Sarp benden böyle nefret eder, ya da bana bu kadar şeyi yaşatır. Sarp bana o kadar çok dokunuyordu ki, kendimi artık ona ait hissediyordum. Ama Savaş bir kere bile dokunmamıştı bana. Ben iğrenç bir varlıkmışım gibi iğreniyordu. Şimdi kendimi kirli hissediyordum. Belki de Sarp bana her dokunduğunda gidip ellerini yıkamıştır, midesi bulanmıştır, kendine küfür etmiştir. Her öptüğünde her kokladığında... O bakışlarını unutamıyordum, bana iğreniyormuş gibi bakan gözlerini unutamıyordum.

 

Düşüncelerim bana ağır geliyordu. Kalbime ağır geliyordu. Elimdeki şarapı tamamen başıma diktim. "Defne, iyi misin?" Poyraz telaşla yanıma gelip elimdeki bardağı benden aldı. "Yavaş, dokunacak sana."

 

Bana öyle güzel bakıyordu ki, inanmıştım kanmıştım. Ama şimdi o gözler beni dünyanın en iğrenç kadını gibi hissettiriyordu. Değersiz hissettiriyordu.

 

Gözlerimden teker teker yaş akarken gözlerimi telaşla bana bakan iki çift mavilere sabitledim. Elimin tersiyle gözyaşlarımı acımasızca sildim. "Ben onu çok sevdim, ben ona tekrar inandım. Bana o kadar güzel bakıyordu ki. Beni dünyanın en değerli varlığı gibi hissettiriyordu. Karanlık geçmişim peşimi bırakmadı hep bana zarar verdi. Ama o, o kadar güzel sarıyordu ki yaralarımı..." dedim buruk gülüşümle.

 

"Yorulursan yaslan bana. Ben seni taşırım."

 

Taşımadın Savaş, taşıyamadın... Oysa ki beni en çok sen yordun...

 

İntikam alacaktım, oyunu kazanacağım. Ama ben Savaş'ı kaybedecektim. Ben onu sonsuza kadar kaybedecektim.

 

Bu acımasız dünyamda en güzel tesadüfümdü. Ama en büyük kabusuma dönmüştü. Bir yol vardı. Karanlık ve uzun bir yol. Bu yolda Savaş'la yürümek isterdim ama zaten o yolu karartan da oydu. Ben ışıktım o karanlık. O benim ışığımda aydınlanmak istemiyordu... Çünkü o bana ait olan hiçbir şeyi istemiyordu.

 

****

 

Savaş'ın anlatımıyla.

 

"Hangi akıl hangi mantıkla?" dedim yüksek sesle bağırarak. "Defne'ni buraya karıştıramazsın."

 

"Defne'nin yapamayacağını mı düşünüyorsun?" dedi Dilara kendinden emin tavırla. Bu kadının ani atakları her zaman bir bomba etkisi yaratırdı. Ama bu kez Defne'ni kullanmasına izin veremezdim. Evin içinde volta atarak sinirlerime hakim olmaya çalıştım. Defne bu olaydan zarar görecekti. Kartallar sıradan birisi değildi.

 

"Kartalların ne kadar tehlikeli olduğunu çok iyi biliyorsun. Defne silah tutmayı bile beceremiyor. Ona yapacaklarını düşünmek bile istemiyorum. Daha önce hiç böyle tecrübesi olmayan bir kadını özellikle kendi kızını nasıl böyle büyük bir ateşe atarsın."

 

"Defne ateşin kendisi zaten. Onun zekası hepinizi altüst etmeye yeter Bay damat." Sinirle gülüp gözlerimi kapattım. Bu kadın damarıma basıyordu artık. Defne'nin kime çektiği belli olmuştu. Fakat bu kadar özgüven riskten başka bir şey değildi.

 

"Ayrıca ben yanlış mı duyuyorum? Sen Defne için mi endişelisin?" Evet, endişeliydim. Savunmasız kadını katillerin önüne atıyordu. Bu ne kadar doğru?

 

"Söz konusu benim karım. O Kartalların kimseye acımadığını çok iyi biliyorum."

 

"Karını bu kadar koruman hoşuma gitti. Öyleyse onu o Kartallardan da koruya bilirsin öyle değil mi?" Dudaklarımı öfkeyle birbirine bastırıp koltuğa oturdum. "Niye yapıyorsun bunu?"

 

Defne'ni koruya bilirdim ama neden korumak zorundayım? Neden Defne bu olayın içinde?

 

"Çünkü ben öyle uygun gördüm." Kadının umursamazlığı hiçbir zaman değişmedi. Aklında bir şey vardı da ne?!

 

Ya annesinin hırsı yüzünden Defne harcanırsa? Hayır, buna izin veremezdim. Bir plan kurmam gerekiyordu, en azından Defne'ni korumak için...

 

"Abi?" Dilara hanımla sohbetimiz bitmişti. Cesur aniden kapıdan girip telaşla yanıma geldi.

 

"Defne" dedi nefes nefese. Heyecanla ayağa kalktım. "Defne Poyraz'la yemeğe çıkmış. Hatta balkonda içki içiyorlarmış." İçime öyle bir öfke doldu ki, sanki ruhum ateş alıp yanmaya başlamıştı.

 

"Sana demiştim," dedi Dilara bana dönerek. "Defne'ni hafife alma damat bey. Tüm erkeklerin dikkatini kolaylıkla çeke bilir." Kıskanmıyorum ama hangi erkek karısının bir başka adamla içki içmesine normal bakar? Kıskançlık değildi öfkeydi benim içimdeki ateş. Deliriyordum, duvarları yumruklamak istiyordum. Ya da hayır direk Poyraz'ı yumruklamak istiyordum. Allah kahretsin. Bir an yanından ayrılıyorum hemen yanında bitiyor şerefsiz pislik.

Şimdi gidip onu aldırsam yine sorun çıkaracaktı. Bu sefer işimi ağırdan alacaktım. Cesur'a başımla dışarıyı işaret edince Cesur peşimden geldi.

Dilara hanım oturmuş dikkatlice bizi izliyordu. Arkamı ona döndüm. "Beni iyi dinle. Gidiyorsunuz Defne'den bir an olsun gözünü ayırmıyorsun. Defne'ye yanlış bir şey yaptığı anda Defne'ni alıp geliyorsunuz fakat hiçbir şey olmazsa ayrıldıklarında Poyraz'ı alıp kiminle uğraştığını ona küçük bir uyarıyla hatırlatın. Ya da dur küçük değil biraz büyük olsun ki unutmasın. "

 

***

 

Defne'nin anlatımıyla.

 

Telefonumun çalmasıyla uykudan zar zor uyandım. Gece saat 2 den sonra gelmiştik eve. Telefonum çalmaya devam ederken gözlerimi açmadan komodinin üzerine bıraktığım telefonumu alıp kulağıma götürdüm.

 

"Alo?" Sesim uykuluydu.

 

"Defne hala uyuyor musun?" dedi Hayal şok içinde. "Saat 11:00. Hemen gel. Geciktin."

 

"Çok uykum var Hayal. Bugün randevum öğleden sonraya var. Yetişirim."

 

"Kızım, manyak mısın bir saate toplantı var. Hemen çık gel."

 

"Öf! Tamam, geliyorum."

 

Telefonumu kapatıp pijamamla ayağa kalkarak banyoya gittim. Hala uyku sersemi gibi dolaşıyordum. Güzelce duş aldım. Çünkü ayılmam gerekti. Saçlarımı kurulayıp, düzleştirdim. Ardından makyajımı sürüp siyah bol paça pantolon, kırmızı kazak giyindim. Saçlarımı yarısın toplayıp yarısını açık bıraktım. Altın sarısı saatimi, alyans yüzüğümü ve tektaş yüzüğümü takıp son olarak uzun kolyemi taktım. Siyah kabanımı alıp aşağı indim. Birazcık gösterişli olmaktan zarar gelmezdi.

 

Berna daha yeni kahvaltı hazırlıyordu. Sanırım Savaş da henüz inmemişti. Fakat hala yorgun hissediyordum kendimi. Sofraya geçtiğimde Savaş'ın ayak seslerini duymaya başladım. Merdivenleri iniyordu. Ben onu beklemeden yemeğime başladım. Çünkü gecikiyordum. "Günaydın," dedi her zamankiden biraz daha neşeli sesle. Ve sofranın başına geçti. Üzerinde siyah boğazlı kazak ve siyah kot pantolon vardı. Sıradan bir Sarp işte. Giyinmiş olduğu kazak onun kaslarını ortaya çıkarıyordu. "Günaydın," dedim soğuk sesimle. Yüzüne bakmadan kahvemi içmeye başladım.

 

Gözleriyle beni inceliyordu. Bakışları bir anlık parmağımdaki alyansa kaydı. Uzun uzun baktı ona. Ardından bana döndü. Sanki bir şey sormak istiyor ama çekiniyor gibiydi. "Dün gece saat kaçta geldin?" Hayır, sormak istediği soru bu değil. Soru şu. Dün neden geç geldin?

 

"Saat 2 de geldim. Biraz uzun sürdü."

 

Boğazını temizledi. "Kimle gitmiştin?" Gözleri yüzümü inceliyordu. Yalan söyleyip söylemediğimi kontrol ediyordu. "Poyraz'la." Hiçbir tepki vermedi. Sustu, önüne dönüp yemeğine devam etti. Bir şey düşünüyor gibiydi.

 

"Restoranda mı oturdunuz?" Evine gittin mi diye soruyor. "Evet, yemek yeyip bir şeyler içtik. Konuşacakları vardı. Onları konuştuk."

 

Sustu, bu kez sessizliği kısa sürmüştü. "Önemli herhalde konuşacakları. Yoksa ikiye kadar durmazdınız değil mi?" Ne konuştunuz diye sordu bu kez.

 

"Evet, her neyse ben birazdan çıkacağım. Akşam beni bekleme kızlarla olacağım." Bir anlık sanki kocama hesap veriyorum gibi hissettim. Garipmiş.

 

"Benim seninle konuşacaklarım var. Önemli. Kızları da al, akşam sana atacağım konuma gel ."

 

Çatık kaşlarla ona döndüm. "Konu ne?"

 

"Gelince öğrenirsiniz."

 

"Nereye geleceğiz?"

 

"Defne, konum atacağım dedim ya."

 

"Tamam sinirlenme. Soru sordum sadece." dedim sakince önüme dönerek. "Sinirlenmiyorum, ben de sakince konuşuyorum." O değil ben sinirliydim. Bugün agresif tarafımdan uyanmıştım. Dünkü olaydan sonra onun gırtlağına yapışmak istiyorum. Neden mi? Niye beni sevmiyor diye. Evet çok saçma çocukça bir hareket.

 

"Bu senin sakin halin mi?" dedim gözlerine bakarak.

 

"Sabah sabah moralimi bozma lütfen."

 

Gözlerimi devirip iç sıkıntısıyla nefes aldım. "Konuşmuyorum sustum," dedim çaydan yudumlayarak.

 

"Sus demedim, sen neden her şeyi yanlış anlıyorsun?" Hiçbir demeyip yemeğime döndüm. Suratına bile bakmıyordum. "Defne?" dedi tekrar gözlerime bakmaya çalışarak. "Konuşsana."

 

"Sabah sabah moralini bozmayayım ben en iyisi." Sabahın köründe Savaş'a sıcak sıcak trip yediriyordum.

 

"Çıt kırıldım mısın kızım sen? Niye alındın şimdi?"

 

"Alınmadım" dedim ifadesizce. Tamam gayet sakin olabilir. Ama ben iyi değilim. Ona karşı doluyum zaten.

 

"O zaman niye trip yiyorum ben?"

 

"Trip değil."

 

Güldü. Bana bakarak başını iki yana salladı. Adamın psixolojisini bozuyorum resmen. Yüzüne bakmadan kahvaltıma devam ederken aniden aklıma Keno gelmişti. "Keno ne zaman gelir? Babamla konuştun mu?"

 

Kaşlarını çatarak bana döndü. "Konuştum, bugün gelir. Acelen mi var?"

 

"Yok hayır, merak ettim sadece."

 

"Ben şu Keno'nu çok merak ediyorum. Kaç gündür düşmüyor dilinden. Benden daha güçlü birisi olduğunu düşünmüyorum ama merak ediyorum."

 

Çatalla aldığım lokmanı ağzıma atarak gözlerine baktım. "Senden daha güçlü, senden daha zeki. Ve sadece benim emrime uyan birisi. Onu kimse satın alamaz."

 

Hayranlıkla kaşlarını havaya kaldırdığında şeytani gülüşümü gösterdim. "Beş yaşımdan beri benim korumam. Ve emin ol ki senin adamlarından daha sadık."

 

"Peki, sen bana güveniyor musun?"

 

"Asla" dedim hızlıca. "Sana zerre kadar güvenmiyorum."

 

"Peki, şöyle sorayım. Sarp'a güveniyor muydun?" Donakaldım. Gözlerim gözlerinde takılı kaldı. Sorusu aramızda asılı kalmıştı. Yalan söylesem bile hemen anlardı. Bu yüzden gözlerimi kaçırıp ayağa kalktım. "Sana afiyet olsun, ben gecikiyorum."

 

Aradan çıkmak istedim ama olmadı. "Bekle, ben seni bırakacağım."

 

"Niye?"

 

"Araban bakıma gitti." Çayını içip ayağa kalkıp telefonunu ve cüzdanını aldı.

 

"Korumalar bırakırdı" dedim dışarıyı göstererek. Fakat başını iki yana salladı. "Ben bırakacağım dedim ya, sen git arabaya, ben geliyorum." deyip yukarı çıktı. Hiçbir şey demeden dediğini yaptım.

 

Bugün farklı moddaydı. İyi mi kötü mü anlamak zordu. Bildiğim tek şey vardı ona asla inanmamak.

 

Arabayla giderken içim sıkılmaya başlamıştı. Ben hep müzik açardım. Acaba açsam bir şey der miydi? İç sıkıntısıyla oflayıp kollarımı göğsümde birleştirdim. "Şarkı açmak istiyorsan aça bilirsin" dediğinde şok içinde gözlerim açıldı. Is Sarp coming back?

 

Şaşkınlıkla başımı çevirdiğimde yola odaklanmıştı. Bu adam acaba geceleri Savaş'a mı dönüşüyor sabahları güneşin etkisiyle Sarp mı oluyor? Ya da giysileri değiştiğinde karakteri de mi değişiyor?

 

"Bir şey konuşmayacaksan aç şarkıyı" dedi tekrar. Şaşkınlığım yüzümden silip YouTube' a girip rastgele şarkı seçmeye başladım.

 

Yaşar Kumralım şarkısına gitti elim istemsizce.

 

Hüzünler başıma vurdu yine

 

Şarkı çalmaya başlayınca başımı çevirip yolu izlemeye başladım. Aramızda o kadar büyük bir yabancılık vardı ki sanki acılarımı dindiren, gözlerine bakınca heyecanlandığım adam o değilmiş gibi.

 

Sahip olduğum her şeydin,

Her şeyi alıp gittin

 

Bir an onu düşünmediğim an yoktu. Ona karşı nefretim o kadar büyüktü ki o nefret, bir dağ gibi beni eziyordu.

 

"Sana şans verilseydi, hayatında neyi değiştirirdin?" dedi bir anda sessizliği bozarak. Kaşlarımı çatarak ona döndüm. Bana mı dedi?!

 

"Efendim?"

 

"Sana diyorum. Şans verilseydi hayatında neyi değiştirirdin?"

 

"Seni tanımamak isterdim" dedim direk önüme dönerek. "Geriye dönüp o su şişesini senden almazdım."

 

Bizim hikayemiz bir şişe suyla başlamıştı. Ama ondan sonraki hayatımız da o şişedeki su gibi saf ve temiz değildi. Bir sürü yalan, oyun planlar.

 

Yüzünde çarpık gülüşle bana bakmadan başını salladı. "Ama ben sana ihanet etmedim. Ailen etti ve ben sadece kuklaydım. Seni bir kadınla aldatmadım mesela."

 

"Keşke aldatsaydın."

 

"Bana o kadar mı güveniyordun? O yüzden mi bu kadar kızgınsın?" İstediği cevabı almak için döndü dolaştı nihayet konuya tekrar getirdi ve beni tuzağına çekti.

 

"Evet, maalesef yaptım öyle bir hata."

 

"Hata?"

 

Yandan bir gülüş ulaştı suratına. "Beni tanımakla hata yaptığını mı düşünüyorsun?"

 

"Kesinlikle."

 

"Güzelim, benim senin hayatına girmem bence senin için en büyük hediyen. Bunu ilerleyen zamanlarda göreceksin."

 

Güzelim +ego? Kesinlikle Sarp bu.

 

"Umarım ilerleyen zamanlarda seni görmem." Söylediğim cümleyle daha çok sırıtıp alt dudağını ısırdı. "Koskoca Savaş Karakurt'un karısısın. Keyfini çıkar bence. Kaç kadın benimle birlikte olmak istiyor biliyor musun?"

 

"Sıfır mı?"

 

"Hayır."

 

"O zaman git ol da senden kurtulayım."

 

"Ama benim aklımda başka birisi var." Aha da yine başladık.

 

"Ben olduğunu söylersen yemin ederim ki ağzının ortasına bir tane patlatırım."

 

"Hayır tabii ki de. Seninle olmak isteseydim, çoktan olurdum." Söylediği cümle kalbimi incitmedi değil. Ama hayır Defne umursama.

 

"Çok güzel. Bayağı güzel. Böyle onu görünce elim ayağıma dolaşıyor. Heyecanlanıyorum."

 

Acaba daha fazla nasıl üzebilir beni? Oturmuş bana aşık olduğu kadından bahsediyor. Bu ağır olmadı mı? Ama bir aydınlanma yaşadım. Demek ki o yüzden benden kaçıyormuş, tiksiniyormuş. Aklında, kalbinde birisi varmış. Hiç girmediğim o kalpte birisi saklıymış.

 

"Neden birlikte olmuyorsun o zaman?"

 

"Her şeyin bir zamanı var öyle değil mi?"

 

Kendimi asla birisiyle kıyaslamam. Hiç sevmediğim şey. Ama sanırım bu kez kıyaslıyordum. Acaba ben mi iyiydim yoksa o mu?

 

"Evet, öyle." Bakışlarım parmağına taktığı yüzüğe kaydı. Alyans takmıştı. Benim taktığımı fark edince kendisi de takmıştı. Hiç yüzük takmayan Savaş yüzüğünü takmıştı. Belki de yeni oyununa beni hazırlıyordu.

 

Şarkı bitmişti. Artık şarkı bile keyfimi açmaya yetmiyordu. Umursamaz tavrımla yolu izlemeye başladım. İçimde yavaş yavaş duygular azalıyordu. Artık nefretim bile azalıyordu. Ve ben bundan korkuyordum. Sularım geri çekilirse sahil boş kalacaktı ve deniz bir daha geri dönmezdi. Kendimi iyi tanıyordum. İnsanlardan yavaş yavaş soğurum ben ve bir daha asla ısınmam.

 

"Niye sustun?"

 

Başımı çevirmeden yolu izlemeye devam ettim. Konuşacak bir şey yoktu çünkü.

 

***

 

"Evet, dediğim gibi ilaçları kullanın. Eğer iyileşme olmazsa tekrar gelirsiniz. Ama büyük ihtimalle ilaç etkisini gösterir."

 

"Çok teşekkür ederim, doktor hanım. İyi ki varsınız yoksa ne yapardık biz?"

 

"Estağfurullah. Görevimiz bu."

 

"Vallahi sizin sayenizde artık diş doktor korkusu gitti."

 

Muzip bir şekilde gülüp eldivenlerimi çıkarıp çöpe attım. Çoğu kişi diş doktorunda korkuyor. Dişini çeker ya da canını acıtır diye. Fakat ben öyle birisi değildim. İğne, kesici alet kullanmıyordum. Sadece ilaç. Fransa'dan getirdiğim özel cihazlarla muayene ediyordum. "Rica ederim ne demek?"

 

"Hoşçakalın."

 

"Görüşürüz."

 

Son hastamı da yolcu ettikten sonra koltuğuma yöneldim fakat kapı bir anda çaldı. Koltuğuma geçerek "gel" dedim seslenerek. Kapı açıldığında içeri o adam girmişti. Yılmaz Azman. Pınar'ın eşi. Ve yalnız değildi. Yanında iki adamıyla beraberdi.

 

Korkuyla gözlerim açıldı, yavaşça ayağa kalktım. "Buyurun?" dedim tanımadığımı bildirerek. Adamlar kapıyı kapatıp içeri girdiler. Adam keskin bakışlarıyla tüm bedenimi titretirken, olduğum yerde donakaldım. Çok tehlikeli gözüküyordu, her şey yapabilen birisine benziyordu.

"Nasıl yardımcı olabilirim?" diye sordum nazikçe.

 

"Bize yardımcı olmak zorundasın doktor hanım" dedi kalın sesiyle. "Yoksa senin için hiç iyi şeyler olmaz."

 

"Pardon? Bu bir tehdit mi?"

 

"Sen nasıl anlamak istiyorsan öyle anla."

 

Rol yapmaya devam edip vakit kazanmaya çalışıyordum. Elim telefona gitti çaktırmadan. Masanın altından ona göstermeden Hayal'i çaldırdım.

 

Adam sert adımlarla bana doğru gelip gırtlağıma yapıştığında kaçmaya çalıştım. Fakat hemen beni yakalayıp duvara sertçe yapıştırdı. Telefon elimden yere düştüğünde kapandı. Kalın parmakları boğazımı sıkarken panikle nefes almaya çalıştım. Bağırıp çığlık atmaya çalıştım. Fakat olmadı. Adamın eli ağzımı öyle bir tıkadı ki nefes dahi alamıyordum.

 

"Bana bak, doktor. Ben o içeriye attırdığın Pınar'ın kocasıyım. Onu nasıl içeriye attırdıysan öyle de çıkaracaksın anladın mı?"

 

Canım yanıyordu. Nefes almakta zorlanırken gitgide gözlerim kararıyordu. Tam o sırada elini çektiğinde ciğerlerim hızla oksijenle doldu. Aniden nefes aldığım için öksürmeye başladım. Yere çöküp öksürürken adam karnıma sert bir tekme vurdu. Vurduğu tekme ağrısıyla acı içine inledim.

 

İki büklüm kıvranmama bakmadan çenemi kaldırıp yüzüne çevirdi. Parmakları çenemi sıkıca kavramış ve çenemi acıtıyordu. "Sana bir daha uyarı yapmam doktor. Bir dahakine canını alırım." Elini kaldırıp yüzüme tokat indirmek isterken birisi onun elini sıkıca kavradı. Adamın eli havada kalmıştı. Arkasında onun cüssesinden daha büyük bir cüsse vardı. Arkadaki adam elini çevirip kolunu sertçe kıvırdı ve adamı kendine çekti.

 

Bu oydu. Keno.

 

Adam daha ne olduğunu anlamadan Keno adamın suratına kafa attı. Diğer adamları çoktan etkisiz hale getirmişti. Ama nasıl olur da fark etmedik? Adam acı içinde inleyerek geriye sendeledi. Keno onu bırakmadı. Suratına sert bir yumruk atıp karnına ve kasığına ard arda tekmeler attı. Zar zor ayağa kalkıp yanına gidince onu engelledim. Adamı öldürecekti az daha.

 

"Keno" dedim nefes nefese. "Dur yapma. Tamam" Keno adamı bırakıp benim belimden tutup koltuğa oturtu. Adamı tuttuğu gibi dışarıya fırlattı.

 

Keno babamdan iki yaş küçüktü. Geniş omuzları, belirgin göğüs kasları ve kalın kolları vardır. Üzerinde siyah takım elbisesi yer alıyordu. Üniforma, vücudunun kaslı yapısını belirgin bir şekilde ortaya koymuştu. Yüzünde beyazlamış sakalları gri renkli saçları ona yaşlılık tarzı katmıştı. Ancak buna rağmen bile daha genç gösteriyordu. Sol gözünde gençliğinden kalan yara izi, gözaltındaki hafif kırışıklık yılların onda bıraktığı izin göstergesiydi.

 

Bana doğru gelip önümde diz çöktü. Pişmanlık dolu gözlerle gözlerime baktı. Keno duygusuz birisiydi, ama konu ben olunca bu mümkün değildi. Gözlerinde derin bir hüzün vardı. "Özür diliyorum Defne. Özür diliyorum Prensesim. Seni koruyamadım." O geceden bahsediyordu. O günden sonra ben Fransa'ya gitmiştim ve bir daha Keno'nu görmedim.

 

Beni koruyamadığı tek geceydi. Beni koruyamadığı için her gece pişman oldu. Ben prensesdim o benim şovalyemdi. Ama o güçlü şovalyem ilk defa prensesini koruyamadı. Ve prenses elinden kayıp gitti.

 

Başını eğdi, hiç kimsenin önünde eğmediği başı önümde eğilmişti ve bu bana acı veriyordu. "Keno," dedim kısık çıkan sesimle. "Ne olur yapma böyle. Artık geçti, elimizden hiçbir şey gelmedi. Yapamadık ama n'olur üzülme." Onu böyle görünce canım yanıyordu. Keno'nun zaafı bendim. Çocukluktan beri benim özel korumamdı ama o yalnız koruma değil aynı zamanda en iyi arkadaşımdı. Çünkü benimle yeri geldiğinde oyunlar bile oynardı, çocukluk aşkımı ben Keno'ya anlatmıştım. Bizim aramızda özel bir bağ vardı. Keno benim için bende Keno için değerliydim. Fakat o lanetli geceden sonra Keno kendini affedemedi. Birden ortadan kayboldu. Sonradan anladık ki kendini işkenceler vermekle cezalandırmıştı. Ve bugün ilk kez yıllar sonra tekrar karşılaşmıştık.

 

Ama değişmedi duygusu. Hayatının en büyük pişmanlığını gözlerinde görüyordum. İçim acıyordu. "Bak, ben iyiyim" dedim acıyla gülerek. "Prenses, büyüdü, artık çok güçlü. Ölmedim yaşıyorum şovalye."

 

Başını dizlerimin üstüne koydu. Şovalye ağlıyordu. "Keno, bundan sonra sana daha çok ihtiyacım olacak. Lütfen, üzme beni de."

 

Başını kaldırıp gözlerime baktı. Tarif edilemez acı vardı gözlerinde. Başını dikleştirip burnunu çekti. Omuzlarını kaldırıp ellerimi sıkıca tuttu. "Bundan sonra hep yanında olacağım. Son nefesime kadar yanında olacağım. Seni asla yalnız bırakmayacağım."

 

O benim sadece korumam değildi. O aynı zamanda benim her şeyimdi. Aniden atladım boynuna sıkıca sardım kollarımı. Kalın kolları belimi sardı sıkıca.

 

***

 

"Meryem'in peşine adam taktık. Birkaç şey bulduk. Meryem babandan habersiz bazı ödemeler yapmış."

 

"Nasıl yani?" dedi Hayal Hira'ya dönerek. Hepimiz Tolga'nın odasında oturmuş öğlen arası vakit bulup hastaneye gelen Hira'nı dinliyorduk.

 

"Büyük miktarda bir ödemeden bahsediyorum." Hira dizinin üstüne koyduğu bilgisayarda bir şeyleri bakmaya başladı.

 

"Ne kadar bir ödemeden acaba?" diye sordu Hayal.

 

"5 milyon dolar bir ödemeden."

 

"Ne?!" dedi Hayal şaşkınlıkla. Bu kadar büyük bir meblağ karanlık işlerle ilgilenen insanlarda olur genelde. Bu kadar büyük bir ödeme insanın beynine şüphe çekiyordu.

 

"Kime ödemiş peki?"

 

"Onu araştırıyoruz. Hesaplarını da takip ediyoruz zaten. Merak etme haber alırsak söylerim."

 

"Sence bu kadar büyük meblağı ne yapar ki?" diye sordum merakla.

 

"Neden olacak, kesin kara para aklıyor" dedi Tolga Hira'nın cevabını beklemeden.

 

"Bilmiyoruz, her şey olabilir. Delil bulmadan fikir söylemeyi sevmiyorum." Hira telefonunu çıkarıp ekranına açarak bir yerlere girdi.

 

"Peki şimdi ne yapacağız?" dedi Hayal kaşlarını çatarak. "Meryem'in evine gizlice mi girsek?"

 

"Aslında iyi fikir." dedim hemen olaya atlayarak. "Ama evde olmadığı gün gerekiyor."

 

"Eğer illegal bir şeyler yapıyorsa ev korunuyordur büyük ihtimalle." Tolga dudaklarını birbirine bastırdı. "Planınız ne?"

 

"Kızlar, delirdiniz mi? Kadın yakalarsa polise verir sizi. Olmaz çok tehlikeli."

 

Hayal öfkeyle gözlerini kapattı. "Ne yapacağız peki? İki günümüz var. İki gün sonra nikah kıyacak. O nikah gerçekleşmeden bizim onun foyasını ortaya çıkarmamız lazım" dedi yarım yamalak türkçesiyle.

Hira iç çekip başını koltuğa yasladı. Gözlerini tavana dikip düşünmeye başladı. Oldukça zor durumdaydık. Her şey üst üsteydi ve nereden başlayacağımızı bilmiyorduk.

 

"Tamam sakin olun. Hallederiz" dedim ortamı yumuşatmak adına. "Nasıl halledeceğiz Defne? Meryem bir yandan, Savaş diğer yandan, bunlar azmış gibi bir de Yılmaz çıktı başımıza. Hangi biriyle uğraşacağız?" Hayal umutsuz vaka gibi evde dolaşıyordu.

 

"Tamam, ben hepsini hallederim. Siz bana güvenin. Tamam mı?"

 

"Defne, sana tekrar diyorum. Yılmaz olayını hafife alma. Savaş'a söyle." Hira'nın uyarılarını dikkate almakta zorlanıyorum. Çünkü önümde dev gibi gururum var.

 

"Hira," dedim öfkeyle ayağa kalkarak. "Daha iki gün önce bana neler dedi haberin var mı? Başına bir şey gelirse bana sığınma dedi. Şimdi ben gidip nasıl ondan yardım isteyeyim?"

 

"Gururun hiç sırası değil. Senin canın ortada. Adam tekin adam değil. Seni öldüre bilir."

 

Sinirle derin bir nefes aldım. Gururum canımdan önemliydi. Hele ki bu kadar şeyden sonra. "Defne," dedi Tolga yanıma gelerek. Omzumdan tutarak gözlerime baktı. "Savaş'a söyle, senin canını korumak onun boynunun borcu. Kimden olduğunun önemi yok. Gururunu bir kenara bırak. Adam yalnız seni değil sevdiklerine de zarar vere bilir. Annene, babana, ya da herhangi birimize..."

 

Tolga haklıydı, kendi canımı hiç. Ama onlara bir şey olmasına izin veremezdim. Hiç bu yönden düşünmemiştim. O adam yapardı, gözü dönmüştü. Ölümden korkacak birine benzemiyordu.

 

"Meryem konusuyla ilgili bir planım var. Ama Yılmaz konusunu bilmiyorum. Ondan önce bugün Savaş'ın yanına gidelim bakalım ne diyecek?"

 

"Her şey bitmiş gibi bir de Savaş çıktı başımıza." Hayal kollarını göğsünde birleştirip başını huzursuzca salladı.

 

***

 

Yazarın anlatımıyla.

 

Araba durduğunda kızlar tedirginlikle etrafına bakındılar. Etrafta hiçbir şey yoktu. Burada ölseler birilerinin onları bulma ihtimali sıfırdı. Önlerinde büyük bir ev vardı. Fakat ev korumalarla korunuyordu. Her adım başında koruma bekliyordu. Evin etrafı ormanla çeviriliydi. Kalın ve uzun ağaçların birbirine yakın olduğu kısımda ağaçlar sanki omuz omuzaydı.

 

"Burada ölürsek leşimizi bulmaları bir yıl sürer." Hayal bakışlarını Defne'ye çevirdi.

 

"O zaman ölmeyelim." dedi Defne bakışlarını eve çevirerek. Buraya boşu boşuna getirilmediklerini çok iyi biliyordular. Fakat Defne daha önce buraya gelmişti. Savaş onu kaçırdığında bu evin arkasındaki depoya getirmişti.

 

"Bir planınız var mı?" dedi Seren gergin suratla.

 

"Dua etmekten başka mı?" Hira ellerini havaya açmış sessizce dua ediyordu.

 

Defne ortamı yumuşatmak adına "kızlar, abartmayın" dedi sakince. "Paniğe gerek yok."

 

"En fazla öleriz, bir şey yok" dedi Hira imayla.

 

Seren "herkes zaten ölmek için sıraya girmiş biz beleşe geliyoruz" diye mırıldandı.

 

"Hani Savaş'a meydan okuyacaktık ne oldu? Hemen vaz mı geçtiniz?"

 

"Adamın küçücük bir yerde binden fazla koruma tutacak kadar manyak olduğunu söylemedin bize." Defne sinirle Seren'e baktı. Onlar panikledikçe Defne de panikliyordu. Fakat panik şu an olmazdı.

 

"Yalnız kızlar korumaların hepsi çok yakışıklı, bakın." Hayal ağzı açık korumalara tek tek baktı. "Uzun boylu, kaslı taş gibi erkekler."

 

"Evet, birazdan taş gibi erkekler bizim cenazemizi ormanın derinliklerine gömecekler." Hira kollarını göğsünde birleştirip ince sesle şikayet etti.

 

"Tamam kızlar, sakin olun. Panik yok. Evrene kötü mesajlar göndermeyin."

 

Seren şaşırarak Defne'ye döndü. "Evren şu an bizi duymayacak kadar uzakta. Evren kaybetti bizi. Nereye mesaj gönderiyorsun acaba? Dağ başındayız."

 

"Of, tamam yeter artık. Bu yoldan geri dönüşünüz yok" dedi Defne sonunda. "Hadi gidelim."

 

Kızlar arabadan inip yürümeye başlarken Hira tedirginlikle kızları takip ediyordu.

 

"Acılara yürüyor korkmuyorum,

Arada bir kalbimi yokluyorum."

 

"Şşş!" dedi Defne arkasını dönerek. Tek tek her birine bakış atıp tekrar yürümeye başladı. Korumalar onları fark ettiklerinde birisi onlara doğru yürümeye başladı. "Buyurun" dedi kalın sesiyle.

 

"Savaş Karakurt çağırmıştı bizi" dedi Defne korkusunu belli etmemeye çalışarak. Adam kızlara tek tek bakış attı. Kızıl saçlı Seren'e baktı önce. Seren'in öfkeli mavi gözleri ateş ediyordu. Korkuyordu ama öfkeli görünmeye çalışıyordu. Üzerinde dar mavi kot pantolon siyah dize kadar uzun bot, ve siyah bir gömlek, ve üstüne siyah bir deri ceket giyinmişti.

 

Başını bu kez Hayal'e çevirdi. Simsiyah saçları omuzlarına kadar gelen Hayal'in yeşil gözleri etrafa bakıyordu. Üzerinde mavi kot ispanyol paça bir pantolon, altına siyah kısa bot üzerine beyaz bluz ve siyah kısa kaban vardı.

 

Bu kez bakışları Hira'ya çevrildi. Açık kahverengi dalgalı saçlarını açık bırakmış, mavi gözleriyle adamın suratını inceliyordu. Üzerinde beyaz bir gömlek, siyah kot pantolon, siyah uzun botlar, ve gri bir kaban vardı.

 

Son kez Defne'ye baktı. Defne siyahdan nefret ederdi fakat sırf Savaş'ın dikkatini çeke bilmek için tamamen siyah giyinmişti. Siyah kısa etek, siyah uzun topuklu bot, siyah dekolteli bir bluz, ve siyah deri eldivenler. Sırf Savaş'ın dikkatini kendine çekmek için kullanıyordu eldivenleri. Üstüne ise siyah uzun bir kaban. Saçları hafif dalgalı yapmış açık bırakmıştı. Adam gözleriyle kızların vücutlarına taciz eder gibi bakınca kızlar bu durumdan rahatsız olmuştu.

 

"Savaş bey eskortların geleceğini söylemedi."

 

Kızlar şok içinde birbirlerine bakarken Defne öfkeyle adamın yüzüne bakmaya devam etti. Öfkeden dudağının üst kısmı titriyordu. Sinirden eli ayağı boşalmıştı. Savaş eskortlarla takılması yetmiyormuş gibi bir de Defne'ni eskort sanan koruması vardı.

 

Defne bir an olsun gözlerini ayırmıyordu. Kırpmadan adama öfkeyle bakarken adam yavaş yavaş paniklemeye başlamıştı. Bir yerde hata yaptığını anlamıştı. Diğerlerine başıyla içeriye haber vermesini istediğinde Defne hala kıpırdamadan adama bakıyordu.

 

"Eskorta benzeyen halimiz var mı bizim? İyice bir bak istersen?" dedi sıktığı dişlerin arasından zar zor söyleyerek.

 

Hayal Defne'ni sakinleştirmek için koluna hafifçe dokundu. "İstersen gidelim" dediğinde Defne kolunu çekip adamın gözlerine bakmaya devam etti. Kızlar tedirgin olmuşlardı. Çünkü Defne öfkeden dolayı patlamaya hazır bomba gibiydi. Birkaç saniye sonra içeriye giden adam Cesur'la geri döndüğünde Cesur şaşkınlıkla kaşlarını çattı.

 

"Ne oluyor?" Defne'nin öfkeyle adamın suratına bakmasını görünce kızlara döndü. "Adam bizi eskort" Hayal olaya el koymak istedi. Fakat Cesur daha fazla dinlemeden olayı anlamıştı. Adamın suratına sert bir yumruk indirdi. Kızlar korku içine bağırırken Defne heykel gibi yerinde durup sakince olayları izliyordu. Adam acı içinde yere düşerken Cesur sert bir tekme vurdu karnına. "Sen karşındakinin kim olduğunu biliyor musun? Savaş Karakurt'un karısı." Adam gözlerini kocaman açtı, sanki Azrailini görmüş gibi Defne'ye baktı. Gözleriyle taciz kadın Savaş'ın karısıydı. Ve bu onun için ölümden daha kötüydü.

 

"O olmazsa bile hangi cesaretle sen bir kadına böyle davranıyorsun?"

 

Ardından ayağa kalkarak kızlara başıyla içeriyi işaret etti. Hira gözlerini kocaman açmış, koca cüsseli adama korkuyla bakıyordu. Adam tek hareketinde dev gibi korumayı yere sermişti.

 

Hayal və Seren ellerini tutarak içeri girince Hira da onları takip etti. Defne arkadan yürüyordu. Cesur onları karanlık bir koridordan geçirirken onları koridorun sonunda Alp karşıladı.

 

"Hoş geldiniz, niye geciktiniz?" Bakışları direk Hayal'e kaymıştı. Fakat Hayal ona değil etrafa bakınıyordu. Bu kez bakışlarını Defne'ye çevirdi. Fakat Defne'nin ilk kez susması ona ilginç gelmişti. Defne kızgın görünüyordu. Hatta her an patlayacak bir bomba gibiydi.

 

Alp ve Cesur bakıştı. "Götür onları içeri" dedi Cesur'a. Ve ardından Savaş'ın odasına doğru ilerlemeye başladı.

 

Bu buluşma en büyük buluşmaydı. Tara kadınlarına karşı Topuklu Belalar.

Tara kadınları: Sarışın mavi gözlü bebek gibi cildi olan Ahenk, bakır ve uzun saçları olan bal rengi gözleri olan Sofya, gri saçları olup simsiyah gözlere sahip Eva, Siyah saçlı koyu kahverengi gözleriyle ahu gözlü Efil odada masanın etrafında oturmuş Savaş'ı bekliyorlardı. Birkaç saniye sonra kapı açıldı ve içeri kızlar girmeye başladı. Defne tam içeri girecekken Cesur'a dönüp "elimi yüzümü yıkamak istiyorum" dediğinde Cesur kaşlarını çattı. Fakat engel olmadı. Başını hafifçe sallayıp adamlarından birinin Defne'ye eşlik etmesini istedi. Defne lavaboya giderken kızlar içeri geçip masaya tam da Tara kadınlarının karşısına geçtiler.

 

Kızlar şaşırarak birbirlerine bakıyorlardı. Karşılarında çok güzel kadınlar oturuyorlardı ve hepsi sinsice kızların gözlerinin içine bakıyordu.

 

"Defne hanginiz?" dedi Ahenk öldürücü bakışlarını kızlara fırlatırken. Kızlar ağzını açıp tek kelime etmediler. Sessizce oturup beklediler. "Galiba dilleri yok" Sofya kahkaha attığında Eva ve Efil de onlara eşlik etti. Fakat hepsi Defne'nin planının parçasıydı.

 

Tam o sırada Savaş ve Alp içeri girdi. Tara kadınları ayağa kalkınca Hayal bacağını bacak üstüne atarak iyice yayıldı. Savaş'ın gözünün içine bakarak yapmıştı. Seren ise kızların yaptığı harekete gülmemek için ağzını kapadı. Fakat Savaş'ın fark etmesini istemişti. Savaş yavaş adımlarla koltuğuna doğru giderken Defne'nin olmadığını fark etti.

 

"Küçük canavar nerede?" diye sordu koltuğa geçerek. Alp ise tam yanındaki koltuğa geçti. Cesur ise ayakta duruyordu.

 

Kızlar sanki hiç sorulmamış gibi ağızlarını açıp tek kelime etmediler. Hayal bacağını sallarken, Hira kırmızı tırnağını masaya hafifçe bir ritm uygulayarak vurmaya başladı. Seren ise saçlarıyla oynamaya başladı. Daha yeni saçlarını boyatmıştı ve rengi hoşuna gidiyordu. Defne hepsini eğitmişti. Nasıl davranması gerektiğini onlara tek tek anlatmıştı. Bu kez sınava hazırdılar.

 

Cesur ve Alp şaşkınlıkla kızları izlerken Savaş tüm bunların Defne'nin planı olduğunu anlamıştı. Bu yüzden sakinliğini korumaya çalıştı.

 

Ve sessizce durup Defne'ni beklemeye başladı. Çünkü kuralları Defne yazıyordu...

 

Defne'nin anlatımıyla.

 

Banyoda koyu kahverengi rujumu tazelikdikten sonra son kez kendime baktım. Savaş'ın dikkatini bir şekilde çekmem gerekiyordu. Onu kendi tuzağıma düşürmem lazımdı. Bu yüzden kadınsı enerjimi kullanacaktım. Son kez kendime bakış atıp lavabodan çıktım. Biraz önceki odaya doğru ilerledim. Yanımda kimse yoktu. Etraf da bomboştu. Bu büyük fırsattı aslında. Fakat odaya doğru giderken Savaş'ın odasının önünden geçiyordum. Oraya girmesem olmazdı değil mi? Kapıyı yavaşça açıp içeri girdim. Belki bir şey bulurum diye gözlerimle etrafı iyice taradım. Fakat burada bir şey bulmam için daha fazla durmam lazımdı. Ancak şu an için öyle bir zamanım yoktu. Bunu hesaba katarak bir plan kurmuştum. Odasına dinleme cihazı yerleştirmek. Fakat neresi? Savaş'ın aklının ucundan bile geçmeyecek bir yer. Odasında masanın önünde küçük bir sehpa vardı. Onun altı bence uygundu. Hemen yavaş adımlarla gelip eğildim. Dinleme cihazını aceleyle yerleştirip hızla ayağa kalktım. Çünkü çok vakit kaybediyordum. Bir şeylerden şüphelenecektiler. Hızlıca odadan çıkıp diğer odaya doğru ilerlemeye başladım.

 

Kapıyı açıp içeri girdiğim anda ilk Savaş'la gözlerimiz kesişmişti. İçeride birkaç kadın vardı. Yanlarında Ahu ve Feride de vardı. Bunlar kimdi böyle?

Fakat kadınlar normal değildi. Farklıydı, tipleri bakışları duruşları garipti. Benimkiler de tam karşılarındaydılar. "Nereye gittin?" diye sordu Savaş daha oturmamı beklemeden.

 

"Adamlarına söyle karım eskort değil. Gözleriyle beni taciz etmesinler." Savaş'ın arkasından geçerek yanındaki yerime geçtim. "Ne?!" dedi anlamayarak. "Kim taciz etti seni?"

 

"Abi, yeni gelen var ya hani? Sanırım o" Cesur'un lafını keserek araya girdim. "Sen nasıl bir adamsın ki karını taciz edecek kadar azgın olan adamların karnını doyuruyorsun?!"

 

Söylediğim cümle bir fırtına etkisi yaratarak Savaş'ın iliklerine kadar indi. Suratı bembeyaz olmuştu. "Yoksa" Elimden tutarak arkasından sürükleyip beni odadan çıkardı. Kendi odasına sokup kapıyı sertçe kapadı.

 

"Benim sinirlendirme hırsımı senden çıkarırım."

 

"Ne yaparsın? Erkeklerin önüne mi atarsın?" Savaş'ın gözleri öfkeden gitgide daha çok kararırken yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Pezevenk miyim ben? Ha?"

 

"Onu bilmiyorum ama piç olduğun kesin. Eskortlarla takıldığına göre-"

 

"Bana bir daha o lafı söylersen o dilini koparırım. Ayrıca kim takılıyor lan eskortlarla?" Savaş anlamadan gözlerime bakarken sinirden dudaklarını birbirine bastırdı.

 

"Kapıdaki adamın dedi. Eskortların geleceğini abimiz söylemedi dedi."

 

Savaş'ın öfkeyle çatılmış kaşları bir anda çözülürken dudağının kenarıyla güldü. "Ve sende bundan eskortlarla takıldığımı anladın?"

 

Dudağını diliyle yalayıp bakışlarını dudaklarıma indirdi. Dudaklarımı her an yiyecek gibi bakarken kendini bana yasladı. Sıcaklığını hissediyordum.

 

"Güzelim, beni kıskandın mı yoksa?" Eline taktığı silah eldivenle yüzüme dokundu. Elini geri çekip onu kenara itmek isterken bileğimden tutup daha çok yaklaştı bana. "Bana karşı koyamıyorsun" dedi fısıltıyla.

 

Başımı çevirip "yine başladı" dedim mırıldanarak. "Sarp ve egosu geri döndü. Özlemiştik ya."

 

"Diyelim ki sana karşı koyamıyorum, diyelim seni deliler gibi seviyorum hatta diyelim ki sana aşığım. Ne yapacaksın? Boynuma atlayıp aşkıma karşılık mı vereceksin sanki?" Sırıtan dudaklar aniden kasıldı.

 

"Seni öptüğümde bile bana o kadar kötü baktın ki kendimden iğrendim. Oysa ki daha bir ay önce benim dudaklarıma yapışan sendin. Ve ben asla öyle bir tepki vermedim. Bana dokundun sen ya. Sonra ne yaptın? Gittin ellerini mi yıkadın?"

 

Gözleri gözlerimde oyalandı. Zaman kazanmak istiyordu belki de. Dudaklarını tam aralayıp bir şey diyecekken tekrar kapatıyordu. Ve Sarp gitti yerine Savaş geldi. Yine o öfkeli bakışlar.

 

"Gidelim, herkes bizi bekliyor." Beni kapıdan çekip dışarı çıktı. Bu kez ben değil, o kaçıyordu. İstediği kadar kaçsın her defasında karşısında duracaktım.

 

Odaya tekrar geri döndüğümüzde Savaş önce içeri girdi ardından ben girdim. "Bu kadar uzun ne konuştunuz acaba?" dedi Sarışın mavi gözlü kadın. Dudakları dolguydu, gözleri çekik. Ne yaptı? Estetik fabrikasına mı girdi bu? Tamam estetiğe asla karşı değilim bu da fazla sanki.

 

"Konuştuğumuzu kim söyledi?" Yerime geçerken benim lafımla ölüm sessizliği olmuştu sanki. Savaş donmuş gözlerle bana bakarken omuz silkerek arkama yaslandım. "Karı kocayız ne yaparsak yaparız size ne?!"

 

"Ahenk" dedi karşımdaki kadını bana tanıtarak Ahu. Ardından diğerlerini tek tek tanıttı. "Eva, Sofya ve Efil."

 

Kızlar bana karşı dolmuş gibi bakarken gözlerinde garip bir ima vardı. Küçümser gibi. Takmadım. Başımı çevirip Savaş'a döndüm.

 

"Herhalde eski sevgililerinle tanıştırmak için getirmedin öyle değil mi?"

 

Ahenk yapmacık gülerek "çok komiksin, Defne'ciğim" dedi imayla. Defne'ciğim bir de. Ne bu samimiyet? Ben öyle bir samimiyet kurduğumu hatırlamıyorum.

 

"Sana kim izin verdi ismimi diline almana?!"

 

"Yok artık! Ergen tavırlar mı gerçekten?! " dedi alayla.

 

Savaş göz devirir gibi bezgin bir hareket yapıp elini sertçe masaya vurdu. "Senin yapman gereken bir görev var" dedi gözlerime bakarak.

 

Annem anlatmıştı. Tara için küçük bir iyilik. Açıkçası onlara gücümü göstermem için annem önüme fırsat sunmuştu.

 

"Biliyorum," dedim başımı onaylarcasına sallayarak. "Haberim var. Yaparız sorun değil."

 

"Gerçekten hayatında kaç adam öldürdün?!" dedi bu kez Eva. Bunlar birlik olmuş bana karşı. Sorun değil hepsini yıkarım.

 

"Araya reklam girmek zorunda mı? Engelleyemiyor muyuz?" Ahu dik dik gözlerime bakmaya başladı. Ne oldu bu kıza birden bire? Niye bana karşı böyle tavır aldı ki? Sanırım Tara kadınlarına karşı hassas.

 

"Yapamazsın biliyorum o yüzden başka bir planım -"

 

"Yapacağım" dedim tüm kararlığımla. "Plan yapmana gerek yok." Ahu ve Feride birbirlerine kısa bir bakış atıp imayla güldüler. Ahu'ya bir şeyler olmuş kesin. Ama gülsünler sorun değil. Bir Defne atasözü der ki; Hayatım bana gülenleri şaşırtmakla geçti.

 

"Defne, çocuk oyuncağı değil bu" Alp endişeli tavrını ilk kez ortaya koymuştu. "Bu adamlar tehlike-"

 

"Tehlikeli olduğunun farkındayım. Ama yapacağım."

 

Savaş uzun uzun baktı gözlerime. Ardından başını iki yana salladı. Yapamayacağımdan o kadar emindi ki.

 

"Silah tutmayı bile beceremiyorsun, nasıl yapacaksın?"

 

"Silaha ihtiyacım olmayacak. Bu hayatta silah olmadan da bir şeyler yapabiliriz." Ahu'ya döndüm. Meydan okur gibi gözlerine baktım. Tavırları hiç hoşuma gitmiyordu. Şimdi de göz devirdi.

 

Nihayet Hira araya girdi. "Ne zaman sevkiyat?"

 

"Üç gün sonra."

 

Hayal dudaklarını büzerek düşünür gibi mırıldanmaya başladı. Çünkü tam da babasının nikah gününe denk geliyordu. Ve biz o günde onların nikahını mahvedecektik. Her şey üst üste gelmişti. İki görev aynı günde.

 

Bakışlarım kızlara kaydı. Hepsi benim düşündüğümü düşünüyordu. Riskliydi hem de çok. Seren teklifi kabul etmem için gözlerini tamam der gibi kırptı.

 

"Sanki tedirgin oldun Defne?" Savaş da Ahu gibi imayla bakarken tedirgin olmamak elde değildi. Omuzlarımı dikleştirip düşünmeye devam ettim.

 

"Biliyordum, yapamayacağını biliyordum. Bu yüzden plan yapmıştım zaten" dedi gülerek. Ve rahatlamıştı da.

 

Efil "bu adamlar öyle böyle değiller, sizi gördükleri an konuşmanıza izin vermeden alnınızın ortasında vururlar," dediğinde aklıma haince bir plan geldi.

Meryem'i ve Yılmaz için plan yapıp onların üzerine atalım böylelikle kartallar onları öldürür. Çok güzel bir plan. Hemen hevesli şekilde kızlara döndüğümde kaşlarımı neşeyle havaya kaldırdım. Kızlar ne düşündüğümü anlamışlardı.

 

"Sakın" dedi üçü bir anda itiraz ederek. "Aklında bile geçirme." Hayal beni uyarır gibi ses tonunu kaldırdı.

 

"Geçti bile" dedim gözlerimi kısarak. Zafer kazanmış gibi alt dudağımı ısırdığımda Seren gözlerini kocaman açtı. "Hayır, olmaz. Delirdin mi kızım sen? Biz katil miyiz?"

 

"Defne, sakın. Çok gencim hapislerde çürümek istemiyorum." Hira da diğerlerine katılınca dudaklarımı büzdüm.

 

"Çok sıkıcısınız, bir taşla 3 kuş vuracaktık işte."

 

"Çok mu sıkıcıyız?" dedi Hayal anlamayan gözlerle bana bakarak. "Babam öğrenirse kızım falan demez öldürür beni. Aklından biraz daha hafif suçlar geçsin lütfen."

 

"Onlara ulaşmadan onlar bizi doğrar." Seren bayağı paniklemişti. Nasıl bir avukat anlamadım. Hiç mi suç işlemedi?

 

Cesur Alp'e doğru eğilerek kulağına "bunlar konuşmadan nasıl anlıyorlar birbirlerini" dediğinde Alp omzu silkti. Bizi anlamaları için bizimle daha çok vakit geçirmeleri gerekiyordu.

 

"Kimler doğrayacakmış sizi?"Savaş kaşlarını çatıp bana döndüğünde. Hayal ben ve Seren aynı anda " kimse" dedik. Fakat her sürüde bir hain olur ya. İşte o Hira'ydı. "Defne'nin peşine-" daha fazlasını söylemeden hemen ağzına elimi tıkadım. "Peşime düşmelerinden korkuyor ah canım arkadaşım seni şimdi boğacağım burada." Gözlerimi uyarır gibi açtım.

 

Fakat Savaş işkillenmişti. "Kim düşüyor senin peşine Defne?"

 

"Bir şey söyleyeceğim. Sen bana yapamam dedin ya" Konuyu değiştirme hızım şaka mı? "Yayaparsam ne yaparsın?" Güldü. "Yapamazsın." Hemen de yemişti.

 

"Ya yaparsam?"

 

"Yapamazsın."

 

"Yaparsam?"

 

"Yapamazsın dedim ya. Duymuyor musun?"

 

"Ben de diyorum ki ya yaparsam?"

 

"Ne istiyorsun açık söyle." Savaş'ı bunaltmayı becermiştim. "Gel iddiaya girelim. Eğer yaparsam benim istediğim bir şeyi yapacaksın."

 

"Neyi?"

 

"Burada değil, yalnız kaldığımızda söylerim. Ama eğer yapamazsam ben senin istediğin bir şeyi yapacağım."

 

"Sen zaten benim istediğimi yapmak zorundasın. Başka yolun yok çünkü." Yine başladı. Ah Yeter!

 

"Ağır abiliğin bittiyse ciddi bir şey konuşuyoruz burada."

 

Ahenk hemen araya girdi. "Siz oyun mu oynuyorsunuz?"

 

"Evet, kocamla oynuyorum sana ne? Ya da size ne?" Benim meleklerim bu kızın dolgularını patlat diyor.

 

"Kimlere veriyorlar işleri Allah'ım. Ne kadar gerizekalı var bizi bulur." Eva tahammülsüzce derin bir nefes aldı.

Dudaklarımı sinirle birbirine bastırdım. Hayal elini sertçe masaya vurup ayağa kalkıp Eva'ya doğru eğildi. Aha savaş ilan edildi. Şimdi oturup izleyeyim.

 

"Bak benim arkadaşım, sizinle muhatap olarak seviyesini düşürmek istemiyor ama ben her an seviyemi düşüre bilirim." Elini havaya kaldırıp parmağıyla biracık işareti yaparak "bu kadar kaldı saçlarının elimde olmasına" dediğinde Eva gözlerini kocaman açtı.

 

"Sen bana el kaldıracağını zannediyorsun? O eli kırarım." Eva'nın gözü dönmüştü.

 

"Kırarsın?" dedi Hayal sırıtarak.

 

"Kırarım." Alp kollarını göğsünde birleştirip sırtını sandalyeye yaslandı. Yüzünde hayranlık dolu gülüşle "kırar ha dikkatli ol derim" dedi Hayal'e bakarak. Hayal adamın yüzüne bile bakmadı.

 

"Kırarsın demek ha?" Hayal de benim gibi korku nedir asla bilmez. Onun inadı benden daha fazladır.

 

"Kırarım ulan!" dedi birden kalın sesiyle. Çüş!

"Ulan mı?" dedi Hayal kaşlarını çatarak. "Bu nasıl bir hitap şekli? Erkek misin sen?" Alp sırıtarak Hayal'i izliyordu. Sanki yeniden keşfetmiş gibi.

 

Eva öfkeyle ayağa kalkıp tam Hayal'in üstüne yürüyecekken, Seren ayağa kalkıp Hayal'in önüne geçip silahını Eva'ya doğrulttu.

 

"Nç nç nç orada dur bakalım Gandalf, bir adım daha atarsan alnının ortasında büyük bir delik açarım." Güzel, devam edin kızlar.

 

"Bana bak kızıl ejder, o silahını indir yoksa çok kötü şeyler olacak" dedi Ahenk silahını çıkarıp Seren'e doğrulttu. Burası iyice fantastik dünyaya benzedi. "Saçlarımı beğendiniz mi bugün boyattım, bence çok yakışmış" dedi saçlarıyla oynarak cilveli sesle.

 

"Birazdan o saçlar tamamen kırmızı olacak merak etme" dedi Sofya silahını Seren'e doğrultarak.

 

Hira iki elini masaya vurup imayla "ama kızlar siz işi zorlaştırıyorsunuz" dedi ayağa kalkarak. "Hira Ateş'in kuzenine silah doğrultmak da ne demek?" Belinden iki silahını çıkarıp birini Ahenk'e diğerini Sofya'ya çevirdi. Çüş Hira! Biri neyine yetmedi?! İki silah taşıyor belinde. "Şimdi siz silah çıkarırsanız biz de çıkarırız ama. Lütfen güzel güzel anlaşalım."

 

"Bak bu hanımefendi çok doğru noktaya dokundu. Kimsenin canı yanmasını istemeyiz öyle değil mi?" Alp Hira'nı gösterdiğinde Hayal kaşlarını çattı. Alp'i siyah takım elbisesiyle gördüğünde farkında olmadan dikkatlice süzdü onu. Çünkü takım elbiseli erkeklere zaafı vardı.

 

"Manyak mısınız siz? Hepiniz indirin silahları" Feride ikinci kez doğru bir şey söylemişti. Kız gitgide akıllanıyor mu ne?

 

"Sürtükler gelmişler bize ahkam kesiyorlar. Görmüyor musunuz? Tara kadınlarına böyle mi saygı duyuyorsunuz?" Uzun süredir susan Eva nihayet tekrar o dudaklarını araladı. Hayal şaşkınlıkla dudaklarını o şeklinde açtı. Kızlara tek tek bakış atıp Eva'ya döndü.

 

"Sen biraz önce bize sürtük mü dedin?"

 

"Evet"

 

"İyi yaptın" dedi sakince yerine geçerek. "Seni listeye ekledim tatlım."

 

"Ne listesi?"

 

"Zamanı gelince görürsün tatlım."

 

"Kızlar, lütfen sakin olun" Alp ayağa kalkarak Eva'yla Hayal'in arasına girdi. "Benim için kavga etmenize gerek yok."

 

"Sen kendini çok mu değerli zannettin? Kıyamam." Alp'in ayağına sert bir tekme attığında Alp acı içinde iki büklüm oldu. "Of, sert kızları çok severim." Yüzünü Hayal'e yaklaştırıp koltukla kendi arasında kıstırdı. Elini koltuğun başına koyup Hayal'in gözlerine baktı. "Sen bana küstün mü?" dedi dudaklarını büzerek. Hira elindeki silahı Alp'in kafasına doğrulttu bu kez. "Geri bas komiser. Kadınlara yaklaşman yasak."

 

"Ama tatlım, sen de işimizi zora çekiyorsun." Bu kez Cesur ayağa kalkıp Hira'ya silah doğrulttu. Hira şaşkınlıkla Cesur'a bakarken Cesur'un yüzünde çarpık bir gülüş vardı.

 

"Yakışıklı, bence o silahını indir yoksa-"

 

"Yoksa na'parsın? Vurur musun? Tüh ben de vururum."

 

"Seni beni korkutacağını mı zannediyorsun?"

 

"Zannetmiyorum, çünkü korkutmama gerek yok ki güzellik. Sen zaten benim ateş edeceğimi anlayacak kadar zekisin öyle değil mi?"

 

Herkes birbirine silah doğrulturken Savaş'la bizim çekirdeğimiz eksikti.

 

"Kocacığım, benim arkadaşları kurtarır mısın?" dedim Savaş'a sokularak. Koluna girip omzuna başımı koydum. Savaş çatılı kaşlarla beni izlerken dudaklarında belli belirsiz bir gülüş yayıldı. "Hayır, karıcığım" dedi beni taklit ederek. Dudaklarımı büzüp yavru köpek bakışıyla "ya arkadaşların arkadaşlarımı ÇAT diye vurursa o zaman ne yaparım ben?" dediğimde Savaş'ın gülüşü gitgide yayılıyordu.

 

"Biz de mevlütlerini okuturuz canım."

 

"O zaman cenazelerini boğaz manzaralı bir yerde yaparsak olur mu?" dedim tatlı tatlı. "Olur, sen nasıl istersen" dediğinde kıkırdadım. Evet, şu an Savaş'la cilveleşiyorduk.

 

"Ben doğru mu görüyorum?" Cesur inanmayan gözlerle bana bakıyordu. "Savaş'la Defne cilveleşiyor mu?"

 

"Hem de bizim üstümüzden" dedi Hira şaşırarak. "Defne, beynini nerede bıraktın?"

 

Başımı Savaş'ın kolunun üstüne koyup kedi gibi kızları izlemeye başladım. "Tatlım, daha yeni evliyiz. Bunlar bizim cicim bicim aylarımız. İzin verin biraz flörtleşelim." Herkes şaşkınlıkla bize bakarken aynı zekada olduğum kocamla bakıştık. Ardından Savaş ayağa kalkıp hepsine teker teker bakış attı.

 

"Şimdi size bir kere diyeceğim." dedi Savaş ellerini masaya bıraktı. "Hepiniz silahları indirin."

 

"Önce onlar indirsinler" dedi Ahenk itiraz ederek. Ahu Ahenk'in koluna sertçe vurup uyardı. "İndir şu silahı."

 

Ahenk Savaş'ın öfkeli bakışını gördüğünde yavaş yavaş silahını indirdi. Ardından Sofya ve Eva da. En sonda ise bizim kızlar indirip yerlerine geçtiler.

 

"Kızlar, tamam bizi kıskanmakta haklısınız ama bu kadar tepki göstermenize gerek yok." dedim ayağa kalkarak. "Fakat küçücük bir noktaya dokunmak istiyorum. Sevgili kocacığım ve diğerleri bizi pek hafife almanızı istemeyiz."

 

Savaş ayağa kalkarak "seni ciddiye alamıyorum ben ne yapacaksın?" dediğinde sırıtarak güldüm. "Yapışırım dudaklarına, bırakırım seni nefessiz o zaman ciddiye alırsın." Savaş göz bebekleri büyüdü. Savaş'ı insan içinde şaşırtmaktan zevk alıyordum. Gözlerin beyazını görüyordum.

 

"Öldürürüm seni!" dedi öfkeyle. Fakat utandığı için öyle söylemişti. Tanırım ben kocamı. Sırıttım.

 

Cesur eliyle ağzına tutup başını çevirdiğinde Alp elini yakmış gibi havada salladı. "Oo abi büyük kapak oldu sanki ha?"

 

"Her neyse," dedim ayağa kalkarak. "Biz dünyayı kurtarmaya gidiyoruz, size de iyi işler." Çantanı alıp Savaş'a başımla dışarıyı işaret ettim. İddia konusunda konuşacaktık. Savaş kızgındı. Kıpkırmızı olmuştu yine.

 

Dışarı çıktığımızda kapıyı kapatıp önüne geçtim. Her zamanki gibi omuzlar dik eller cepteydi.

 

"Eğer ben iddianı kazanırsam benimle aynı odada kalacaksın, yalnız iken umrumda değil ama başkalarının yanında gerçekten kocam gibi davranacaksın. Yeri geldi dokunacaksın da. Anlaşılmayan bir şey var mı?"

 

Alayla gülüp alt dudağını ısırdı. "Sen şaka yapıyorsun herhalde?" Madem Savaş benden kaçıyor, bana dokunmaktan nefret ediyor o zaman nefret ettiği şeyleri yaptırırım ben de.

 

"Hayır ciddiyim."

 

Yüzünde gülüş aniden soldu. "Ne o? Yoksa korktun mu?" dedim ince sesimle.

 

"Ne korkacağım? Zaten kazanamayacaksın." Kendini teselli etme şekli beni benden almıştı.

 

"Tabi canım. Göreceğiz. İki gün sonra elinde çiçekle beni işten almaya geleceksin kocam bey. Hadi görüşürüz." Kapıyı açıp kızlara seslendim. Ardından orayı terk ettik.

 

Kiminle dans ettiğini bilmiyordu beyefendi. Oysa ki karşısında bir dansöz olduğunun farkında değildi.

 

 

Veeee geldik arkadaşlar... Yazarınız geldiiiii... Bölümleri severek okuduğunuzu görüyorum. Lütfen oy vermeyi yorum yapmayı da unutmayın.

 

Lanet olsun!!! Yorumlarınızı okumayı seviyorum ne yapayım?

Şimdi bölüme gelelim. Önümüzde pazar görüşürüz. Kendinize iyi bakın hoşçakalın sizi çok seviyorum....

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 03.01.2025 16:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Adelina / Savaş'ın Yıldız'ı / 23.Bölüm: 'Büyük Buluşma'
Adelina
Savaş'ın Yıldız'ı

7.04k Okunma

500 Oy

0 Takip
49
Bölümlü Kitap
Giriş1.Bölüm: "İçimizdeki Kötülük"2.Bölüm: "Savaş'ın Peşinde"3.Bölüm: "Tesadüf Değil Plan"4.Bölüm: "Kırılmış Kabulleniş"5.Bölüm: "Arkadaş Olalım mı?"6.Bölüm: "Geri Dönüş"7.Bölüm: "Bilinmeyen Hata"8.Bölüm: "Kaçırılma Krizi"9.Bölüm: "Dağ evinde dağ ayısıyla"10.Bölüm: "İlk Mühür"11.Bölüm: "Kıskançlık Savaşı"12.Bölüm: "Şeytanın Tohumu"13.Bölüm: "İhanet Hançerinin Ateşi"14.Bölüm: "Gerçeklerden Uzak Hayallere Yakın"15.Bölüm: "Korkusuz Yürek"16. Bölüm: "Rüya Gibi Kabus"17.Bölüm: "Aile Olmaya Hazır mısın?"18.Bölüm: "Bir Yıldız İntikamı Düşünün"19.Bölüm: "Topuklu Belalar"20.Bölüm: "Acı Gerçeklerin Rüzgarı"21.Bölüm: "Karanlığı ışığımdan daha güçlü."22.Bölüm: "Kraliçe Geri Dönüyor"23.Bölüm: "Büyük Buluşma"24.Bölüm: "Yıldız Kayması"25.Bölüm: "Yüzleşme"26.Bölüm: "Anne sana ihtiyacım var."27.Bölüm: "Şimdi Sıra Bende"28.Bölüm: "Ben Defne Yıldız Karakurt"29.Bölüm: "Herkesin Kendi Acısı Kendine Yeter"30.Bölüm: "Mahşerin Karanlık Perdesi (Sezon Finali)24.Bölüm: "Özel Bölüm"Özel Bölüm: "Akşam Yemeği(Savaş ve Defne)"(İkinci Kitap) 31.Bölüm: "Dönüyoruz"(2.Sezon)32.bölüm: "İki Ateşin Aşkı"33.Bölüm "Karanlığında Işığımı Kaybettim"34.Bölüm: "İçimizdeki çocuk"35.Bölüm: "Cehenneme Bir Adım Kala"36.bölüm: "1.Gün-Şeytanın Pençesinde"37.Bölüm: "2.gün Kayboluş ya da yok oluş"38.Bölüm: "Savaşın Ortasında Sen ve Ben"39.Bölüm: "Oyunun Gerçek Piyonları"40.Bölüm: "Tutsak Zihinlerin Zincirli Kalpleri"41.Bölüm: "Siyahın Beyaz Lekesi"42.Bölüm: "Karanlığın Sonu"43.Bölüm: "Sahte Sevgi Çemberi"44.Bölüm: "Çizginin Ucunda"45.Bölüm: "Son Seçim"46.Bölüm: "Bozulmuş Düzen"
Hikayeyi Paylaş
Loading...