25. Bölüm

24.Bölüm: "Yıldız Kayması"

Adelina
adelinashwriterr

24.Bölüm: "Yıldız Kayması"

 

Bu gece ilk tohumlarımızı ekelim...

 

Bölüm şarkıları: Aurora Runway

 

Ferah Zeydan-Yanlışız senle

 

Lovely

 

Hande Yener Mor

 

 

 

 

Her şey biter, her şey bir gün sona erer. Ama geriye anılar ve yara izlerimiz kalır. Herkes bir savaşın içinde olur. Kimisi kazanarak çıkar, kimisi kaybederek. Kimisi ise savaşı tamamen bitirir ve oyunun kazananı ve kaybedeni olmaz. Ama en büyük zararı da oyunu bitiren görür. Çünkü açılan savaşı bitirmek o kadar kolay değildir. Peki siz hanginiz? Ben mi? Ben savaşı bitiren olacağım. Yani yıllar önce başlayan savaşı bitiren bir adet yıldız...

 

Şöminenin önünde oturmuş, sessizce ateşin dans eden dalgalarını izliyordum. Şöminenin çıtırtısı kulaklarıma dolarken düşüncelerim beni uzaklara götürmüştü. Beynim hiçbir zaman plan yapmadan durmazdı. Dışarıdan gelen şiddetli yağmur ve gök gürültüsünün sesi tüm evde yankılanırken, ara sıra ışıklarını kapatıp oturduğum salonda şimşeğin beyaz ışıkları eve birkaç saniyeliğine uğrayıp geri dönüyordu. Elimde içki şişesini bardağa döküp tekrar masaya bıraktım. Bardağı alıp yudumlayarak ateşi izlemeye başladım. Şişe neredeyse bitecekti. Beynim yavaş yavaş uyuşmaya başlamıştı bile.

 

Ateşin turuncu ışığı beni ve evin bir kısmını aydınlatırken, evin her yeri zifiri karanlığın içinde kaybolmuştu. Kocaman ev sessizliğe gömülüydü. Karanlıktan normalde nefret ederdim ama şimdi karanlığın içindeydim. Düşüncelerim beni bir yerden diğer yere savururken, sadece geceye teslim olmuştum.

 

Kendime sardığım yumuşacık battaniyenin sıcaklığı beni uykuya dalmama yeterdi. Uyku da ara sıra bana uğramayı unutmuyordu.

 

"Küçük canavar? Ne yapıyorsun burada?" Aniden duyulan sesle derin bir nefes aldım. Nihayet birileri gelmişti.

 

Başımı çevirip uykulu gözlerle omuz silktim. "Oturuyorum ve içiyorum" dedim elimdeki bardağı havaya kaldırarak.

 

"İçiyor musun? Neden?"

Cesur yanıma gelip tekli koltuğu bana doğru ittirip yanımda oturduğunda zoraki gülümseyerek yüzüne baktım. "Birazcık geçmişi hatırladım da moralim bozuldu o yüzden."

 

İçkinin etkisiyle yavaş yavaş konuşmam bile bozuluyordu. Bunu fark ediyordum.

 

Cesur etrafa kısa bir bakış attı. "Karanlıkta mı?" Sorusu aramızda asılı kaldı.

 

Bardağı başıma dikip tamamen bitirdim. Canımın acısını geçirmiyordu içtiğim içki. Ne kadar içersem içeyim asla da geçmezdi. Geçmişte yaşadıklarım bir an olsun peşimi bırakmıyordu. Bazen o kadar çok çalışmak istiyordum ki geçmişi hatırlamaya vakit olmasın. Ancak yine de geçmiş bir gölge gibi peşimdeydi. O gece ne olduğunu bilmiyordum. Bana gerçekten dokundu mu bilmiyorum. Çünkü o an baygındım. Fakat onu birazcık tanıyorsam istediğini yapardı. O merhametsizdi, acımasızdı.

 

"Karanlıktan nefret ederim, biliyor musun?" Sesim çocuk gibiydi. İçimdeki çocuk henüz ölmemişti. Ama ağır yaralıydı. "Ben 15 yaşıma kadar karanlıktan hiç korkmazdım." Zihnim yine beni o lanetli geceye götürmüştü. "Ben çok mutluydum, fazlasıyla." Bir anlık özledim o günlerimi. Musmutlu bir Defne yetişiyordu acımasız dünyada. O kadar dikenin içinde açan bir çiçek gibi. Fakat o lanet dikenler çiçeği paramparça ettiler. O çiçek bir daha açamadı. Büyümeden öldü o gece... Küçük Defne oysa ki kimseye zarar vermemişti. Kendi hayatını yaşıyordu. O kızdan o gece varlığını aldılar, benliğini aldılar, hayallerini çaldılar.

 

"Şimdi mutlu değil misin?"

 

Gözlerimde dolup taşan ıslaklık kendini aşağı doğru serbest bıraktı. "Mutluyum ama mutlu olmaya mecburum. Yani bir baskı var üzerimde."

 

"Ne baskısı?"

 

"Cesur," dedim gözlerine bakarak. "Bu oyunun sonunda ben öleceğimi biliyorum." Cesur'un mavileri donakaldı. Yüzündeki çizgiler hareketsiz haldeydi.

 

"Defne, saçmalama." İnanmıyordu ama ben inanıyordum. Bu oyunun kurbanı bendim ve ölen de ben olacaktım.

 

"Her neyse" vaktimi ona ikna etmeye harcamanın anlamı olmadığını biliyordum. Sırtımı pufiya yaslayıp derin bir nefes aldım. Alamadım ki, alamazdım ki...

 

"15 yaşıma kadar dedin ya hani. 15 yaşında ne oldu?" Omuzlarımda taşıdığım yük gitgide ağırlaşıyordu. Birine anlatmak biraz da olsa hafifletmiyordu. Ancak kalbimin ortasında duran ağır taş kalbimi her geçen gün daha çok ezip canımı yakıyordu.

 

"Çok kötü bir şey oldu" dedim içime kaçan sesimle." Asla unutmayacağım bir şey." Bakışlarım ateşin dalgalarına kaydı. Fakat ben çoktan o geceye geri dönmüştüm.

 

Derin bir nefes aldım. Gözlerimin kıyısında ıslaklık beliriyordu. Kırpıştırıp derin bir nefes almakla göğsümde duran ağır yükten kurtulacağımı zannettim. Olmadı.

 

"Okuldan çıktıktan sonra eve gitmek yerine kızlarla bir şey içmek için kafeye gitmiştik." Dudağımı dudağımla ezdim. Sesim buz çatlaklarını andırıyordu.

 

"Ancak eve döndüğümüzde hava kararmıştı. Normalde hep merkezden giderdim ama bu kez kestirme olsun diye başka bir yol tercih etmiştim. Tabii o yolun sonunda beni cehennemin beklediğini bilmiyordum." Boğazımdaki düğüm yavaş yavaş büyümeye başlıyordu. Ve bu canımı yakıyordu.

 

"Aniden bir araba durdu önümde. İçinden birkaç adam indi. Ve zorla beni arabaya bindirdiler. Kaçmaya çalıştım, bağırmaya çalıştım." Sesimin cılız çıkmasıyla kendimden daha çok nefret etmiştim. Oysa ki ben güçlüydüm, atlatmıştım. Şimdi ise ağlıyorum. Hayır Defne. Kendine gel. "Olmadı." Kendimi toparlamaya çalıştım. Farkındayım ki içkinin etkisi bu. "O koskoca sokakta beni kimse duymadı. Sadece uzaktan bir kadın gördü beni. Eğer yardımıma koşsaydı, ya da hiç olmazsa etraftakilere haber verseydi en azından arabanın plakasını alıp polise verseydi tüm bunlar olmayacaktı. "

 

"Defne, ne oldu ki? "

 

Derin bir nefes almaya çalıştım fakat tıkandı. "Cesur, adamlar beni 6 ay boyunca tutsak sakladılar. Ve o altı ayda bana öyle şeyler yaptılar ki, düşününce bile canım acıyor." Sesim gitgide titriyordu. Yaptıkları işkenceler tek tek gözümün önünde canlandı.

 

"Yapmadıkları işkence kalmadı. Yalnız değildim. Birkaç kız da vardı orada. Soğuk buz gibi depoda saklıyorlardı bizi. Yiyecek içecek hiçbir şey yok. Sadece peynir ve kuru ekmek."

 

İşte o günden sonra peynirden nefret etmiştim. Yedirdikleri tuzlu peynir beni susatıyordu, ve her defasında o merhametsizlere yalvarmak zorunda kalıyordum. Uzun uğraşlar sonrasında ise buz gibi suyu içmek zorundaydım.

 

"Sıcak demirlerle dövülmek, susuz bırakılıp ardından buz gibi su içmek, her gün dövülmek, ve başka işkenceler de vardı tabii. "

 

"Defne, sen diyorsun? Şaka mı bunlar?"

Cesur kulaklarına inanmıyordu. İnanılmazdı zaten. Ancak ben bunları bizzat yaşamıştım. "Bunları sana kim yaptı?" Dehşete düşmüş gibiydi.

 

"Kızlar kaçtılar. Ancak ben oradan kaçamadım. Cesur, ben 15 yaşındayken babam yaşında birisinin" nefesim kesildi. Gelmedi, gelemedi...

 

"tecavüzüne maruz kaldım" bir çırpıda nefesimi vermiştim. Bacaklarımın bağı çözüldü sanki. Bir boşalma yaşamıştım. Kendimi yüksek bir yerden attığımı hissediyordum. Ellerim, ayaklarım uyumuştu. Artık psikolojimi kontrol etmekte zorlanıyordum.

 

Cesur ise sarsılmış gibiydi. Dudaklarını aralayıp gözlerini kırpmaya çalıştı ama olmadı. "Ne?!" Gözleri benim gözlerime takıldı ve orada dehşeti gördüm.

 

"15 yaşımdayken ben öldüm" dedim buruk gülüşümle. "Beni binlerce parçaya ayırdılar Cesur." Gözlerimi acıyla kapattığımda gözyaşlarıma engel olamamıştım. Artık hızla intihar etmeye başlamışlardı. "Kapattım" diye inledim güçlükle. "Bacaklarımı kapatmaya çalıştım, engel olmaya çalıştım ama kırdılar. Benim bacaklarımı kırdılar" Boğazımdan bir ses yükselirken canımın acısını umursamadan nefes vermeye çalıştım.

 

"Defne" diyebildi sadece. Yıkılmıştı, mavileri dolup taşarken dudakları şaşkınlıkla açıktı. "Bunlar" devamını getiremedi. Nutku tutulmuştu, beyni donmuştu belki de. Sadece dinliyordu ama ben bunlar yaşamıştım. Bu acıyı tatmıştım.

 

"Defne?" Savaş'ın sesini duymamızla ikimiz de aynı anda ayağa kalktık. Cesur'un gözlerinden bir gözyaşı yanağından aşağı doğru süzülürken sertçe elinin tersiyle sildi. Savaş'a çaktırmamak için kendini toparlamaya çalıştı, burnunu çekip başını çevirip gözlerini acımasızca sildi. Dudaklarını birbirine bastırıp omuzlarını dikleştirdi. Ben ise ıslak gözyaşlarımı silip boğazımı temizledim.

 

"Efendim?" diye seslendim tekrar yerime oturarak. "Burada mısın?" Salona geldiğinde arkasından hemen Alp de gelmişti. Bizi birlikte gördüklerinde ikisi de kaşlarını çattı. "Ne yapıyorsunuz burada?"

 

"Defne içiyor ben de engel olmaya çalışıyorum" dedi Cesur. Savaş'ın bakışları direk bana kaydı. Ellerini beline koyup bana döndü. "Niye içiyorsun?"

 

Başımı çevirip bacağımı bacak üstüne attım. Artık geçmişin içinden çıkmam gerekiyordu. Yoksa oturup çocuk gibi ağlayacaktım. Tekrar şömineni izlemeye başladım. Ortalıkta rahatsız edici bir sessizlik olduğunda aniden Cesur ve Alp kapıya doğru ilerlediler. Savaş onlara gitmeleri için işaret vermiş olmalıydı. Göz ucuyla baktım ona. Siyah kabanını çıkarıp koltuğun üstüne bıraktı. Ardından siyah eldivenlerini çıkarıp masaya bıraktı. Ve yanıma geldi. Masaya bıraktığım şişeyi alıp bardağımı içkiyle doldurdu. Bana vereceğini düşünerken bir anda kendisi içmeye başladı. Şaşkınlıkla kaşlarım çatılmıştı. Bu adam benden iğreniyorsa benim bardağımda içki içmesi iğrendirmiyor mu onu? İlginçti hem de çok ilginçti.

 

"Anlat, bakalım. Bugün neye içiyoruz?" Dirseğini koltuğun koluna yaslayıp bardağı dudaklarının arasında durdurdu. Kaşlarının altından bana bakan iki çift göze karşı gözlerimi devirdim.

 

"Sen değil ben içecektim. Ama yine içine ettin. Teşekkürler."

 

"Seni yalnız bırakmak istemedim, yine mi suçlu oldum?" Omuz silktim. Sanırım Savaş Karakurt'a en çok trip atan kadınlar sırasına girmeyi başardım.

 

"Büyük göreve bir günün kaldı. Hazır mısın?" dedi daha ılımlı sesle. "Planın hazır mı?"

 

Tepkisizce bakışlarımı çevirdim. "İddianı unutma sakın. Eğer ben kazanırsam ne istersem yapacaksın." Amaç yakınlaşmaktı.

 

"Çok plan kurma, hayal kırıklığına uğrarsın." Güldü. Beni ciddiye almıyordu. Umrumda değildi. İlla ki ciddiye alacaktı. "Güzelim, benim şimdiye kadar kazanamadığım hiçbir şey yok. Sana mı yenileceğim?"

 

"Evet, tam olarak öyle olacak. Bana yenileceksin Savaş Karakurt."

 

"Göreceğiz, Defne Karakurt." Ben de diyordum ne zaman başlayacak gösteri? Onunla aynı soyisimde olmam onun için dezavantajdı ama bunu bile avantaja çevirmeyi beceriyordu.

 

"Bu iş bittikten sonra bakalım böyle güle bilecek misin?"

 

Sırıttı. Şöminenin ışığı sanki Savaş'ın gözlerinin içindeydi. Bal rengi gözleri daha fazla parlıyordu. Ve o gözler pür dikkat beni izliyordu.

 

"Savaş" dedim fısıltıyla.

 

"Efendim"

 

"Cihangir'le neden rakipsiniz? Kuzen değil misiniz? Neden senin takımında değil?"

 

"Uzun hikaye" Başını şömineye çevirdi. Geçiştirmek istiyordu. Ama ben onunla ilgili daha fazlasını öğrenmek istiyordum. Elimi atıp içki şişesini aldım ve ona göstererek havada salladım. "Vaktimiz bol." Şişenin yarısı içkiyle doluydu.

 

Yaptığım hareketle gülümsedi ve ardından derin bakışlarını gözlerime dikti.

 

"Babalarımız düşman. Onun babası Hilmi amcam babamla ortak bir işe girmişti. Arsa işiydi galiba. Babam paraları kaybedince araları bozuldu ve babama verdiği borç paranı geri istedi. Fakat babam o parayı veremedi. Cihangir'in annesi ağır hastaydı, bu yüzden onların da paraya ihtiyaçları vardı. Babam parayı vermeyince ameliyat olamadı ve hayatını kaybetti. O günden Cihangir'in babası babamla düşman oldu. Babam defalarca özür dilese de adam affetmedi hatta son nefesinde bile babama bela okudu. Bu yüzden Cihangir'le pek aramız iyi değil."

 

"İlginçmiş."

 

Evet dercesine mırıldanarak içkiden bir yudum aldı. Gözlerini bir an olsun üstümden çekmiyordu. Garibi şu ki onun bana baktığı her an kendimi daha iyi hissediyordum.

 

"Ben Cihangir'le ekip olmak istiyorum. Benim tarafımda olsun istiyorum. Ama o istemiyor reddediyor." Demek ki bu yüzden Cihangir'le defalarca konuşma yapmıştı. Onunla görüştü. Bende diyorum ne konuşuyorlar acaba.

 

"Niye?"

 

"Bilmem, belki de güvenmiyor bana. Ama Cihangir benim tarafımda olursa işte o zaman karşımda Halil gerçekten duramaz." Dudaklarını büzdü. "Cihangir yerime geçmek istiyor amacı beni ve babamı yok etmek. Fakat ben henüz ona yerimi vermeyeceğim." Savaş'la ortak yönümüz inadımızdı. O da en az benim kadar inatçıydı.

 

"Peki, Semih ve Taha da mı senin yerine geçmek istiyor?" diye sordum merakla. Bardağı dudaklarının arasına götürdü ve içkiyi sonuna kadar içti. Ardından eğilip masadaki şişeyi alıp tekrar doldurdu bardağı.

 

"Taha hayır. Sadece işine karışmamamı istiyor, Semih ise sen gelene kadar benimle sadece rakipti. Şimdi baş düşmanım olmuş. Seninle nişanlı olduğumu öğrendiği gün meydan okuması başladı."

 

"Yani benim yüzümden mi?"

 

"O seni hala seviyor. Seni bana kaptırması onu delirtiyor."

 

"Yanılıyorsun" dedim acıyla gülerek. "O kaybetmeyi sevmiyor sadece." Ayağa kalkıp Savaş'ın başında durdum. Başını kaldırıp bana bakarken elindeki içki bardağını alıp gömleğimin eteğiyle dudağını dokundurduğu yerleri iyice sildim. Ardından içkiyi içmeye başladım. Bu hareketim onu şaşırmıştı. O iğrenmeden benim bardağından içerken benim böyle bir hareket yapmam onu şaşırtmıştı.

 

İçkiyi içtikçe artık başım dönüyordu. Yerime geçmek isterken aniden dengemi kaybettim. Koltuğun koluna tutunarak dengemi sağlamaya çalıştım fakat Savaş hemen ayağa kalkıp yanıma geldi ve belimden tutarak beni kendine yaslamaya kalktı. Onu ittirdim.

 

"Sana yardım etmeye çalışıyorum."

 

"İstemiyorum yardımını." Şaşkın şaşkın baktı gözlerime. "Niye böyle yapıyorsun?"

 

"Sana yaslanmamaya çalışıyorum" dedim aciz çıkan sesimle. Kendimden nefret ettim o an. O kadar güçsüz görünmem sinirimi bozuyordu. "Sana yaslanırsam tekrar yıkılırım Savaş."

 

Gözleri yüzümde dolaştı, yüzündeki hayal kırıklığı o kadar netti ki. Kalbimin içinde büyük bir sızlanma hissettim.

 

Ellerini geri çekti. Dokunursa dağılırdım. "Ben-"

 

"Sen beni kırdın. Kalbimde ektiğin güven bahçesini mahvettiğin için teşekkür ederim. Bir daha asla oraya girmene izin vermeyeceğim." Gözlerim buğuluydu, içkinin etkisiyle kontrolü kaybediyordum. Belki de Savaş'a hiç söylemeyeceğim şeyleri söylüyordum. Belki de ertesi gün pişman olacağım şeyler söylüyordum ama kendime engel olamıyordum.

 

Bileğimi kavrayıp kendine çekti. "Defne, şu an içkilisin hiçbir şeyin farkında değilsin. Ben seni korumak için yaptım her şeyi."

 

"Ne koruması be? Ben ikimizden bahsediyorum. İkimizin arasındaki ilişkiden bahsediyorum."

 

"İkimizin arasında hiçbir şey yoktu." dedi bağırarak. Bu daha çok canımı acıtmıştı. Alnında beliren damarları, yumruk yaptığı eli, titreyen sesi...

 

"Öyleyse ben neden bu haldeyim?"

 

"Belki de artık her önüne çıkana kalbini kaptırmamayı öğrenmelisin." Uzun uzun baktı gözlerime. Son cümlesiyle öfkesini kusmuştu. Kendime acıyordum, ilk kez yok olmak istedim. Tamamen yer yarılsın içine gireyim. Kimse bulamasın beni, varlığımı bile haberleri olmasın. Ölmek değil yok olmak istiyordum.

 

"Doğru" dedim ancak sesim karanlıkta kayboldu. "O da benim suçum. Defne her konuda her zaman suçlu." Güldüm, elimdeki bardağı yere fırlatıp merdivenlere doğru zorlukla yürümeye çalıştım. Arkamdan gelip belimden tuttu. "Dokunma bana!" bağırdım üstüne. İtmeye çalıştım onu. Önce geriye sendeledi.

 

"Defne, dur düşeceksin."

 

"Düşersem düşeyim. Yine kalkarım."

 

Başım şiddetle dönerken midem bulanmaya başlamıştı. Onu sürekli ittirip zaman kazanmaya çalıştım. Fakat olmadı. Aniden kollarını sardı bana. Yine yaslanmıştım ona. Göğsünden ittirmeye çalıştım olmadı. Kollarımda artık güç yoktu.

 

"Savaş" dedim ağlamaklı sesimle. "Canım çok yanıyor. Her geçen gün eriyorum. Yok oluyorum." Nefesini saçlarımda hissettiğim anda huzurla doldu içim. Ondan nefret ediyorum, beni bu hale o getirdi ama ilacım da yine ondaydı. Savaş benim tek ilacımdı. Onun dokunuşuyla tüm gerilim bitiyordu. Savaş beni rahatlatıyordu.

 

"Seninle birlikte ben de savaşın içindeyim. En çokta duygularımla savaşmak zor. Sana kapılmamaya çalışmak zor. Defne, seni hayatıma sokmakla kendime kötülük yaptım. İmkansız olmamız benim canımı yakıyor. İçimdeki ateş dinmiyor, o ateşde cayır cayır yanıyorum." Gözleri dolmuştu. Ellerini yüzüme getirdi. Yüzü yüzümdeydi. "Defne, biz seninle yanlışız. Ama biliyor musun? Seninle imkansız olmak bile güzel."

 

Gözlerimizi aynı anda kapattık ve gözyaşlarımız aynı anda intihar etmişti, ve bir anda yanaklarımızda kavuştu. Gözyaşlarımız kavuştu ama biz kavuşamadık...

 

"Bizim için savaşmıyorsun, hiçbir şey yapmıyorsun."

 

"Yenileceğim bir savaşa girmemin bir anlamı yok. Ben seni sevmeyeceğim. Sen de sevme."

 

"Seninle yenilmeye razıyım Savaş" dedim gözlerimi açarak. Onunla her şeye vardım. Yeter ki yanımda olsun. "Ailem, Defne. Benim ailem senden daha önemli." Söylediği cümle diken gibi benim boğazıma battı sanki.

"Kalbin beni reddediyor Savaş."

 

"Kalbim seni reddetmiyor. Sana teslim olmak istemiyor. Teslim olursa kaybederim. Kaybedersem seni koruyamam Defne. En büyük yenilgim seni kaybetmek olur." Geri çekilip gözlerine baktım. Midem bulanıyordu, başım dönüyordu. Dayanmıyordum.

 

"Ne oldu?" diye baktı şok içinde. Hızla odama doğru gittim. Peşimden gelmeye devam ediyordu. "Defne!"

 

Kapıyı kapatıp kitledim ve kendimi banyoya attım. Banyoya girer girmez klozetin kapağını açıp midemin bulantısını sonlandırdım. Midem her an ağzımdan çıkacak gibi öğürmeye başlamıştım. Savaş ise öfkeyle kapıyı kırmakla meşguldü.

 

"Aç şu lanet kapıyı. Defne diyorum." Kapıyı kırmasına az kalmıştı. O kadar fazla kustum ki artık ağzımda acı bir tat hissediyordum. Suyla yüzümü yıkayıp duvara yaslanarak yere oturdum. Fiziksel acım ruhsal acım karışınca gözyaşlarıma engel olamamıştım.

 

"Defne!"

 

Canımın acısını iliklerime kadar hissediyordum. Bu hayatta hem fiziksel acı hem de kalp acısının en kötüsünü yaşamıştım. Her zaman gülen kahkaha atan Defne'nin perde arkası buydu işte. Sessiz çığlıkları, kalp acısı...

 

"Aç kapıyı! Defne kıracağım kapıyı!"

 

Ben sadece mutlu olmak istemiştim, tekrar birine güvenmek istemiştim, tekrar doğmak istemiştim. Ama olmadı, hayatım tekrar cehenneme döndü. Savaş'tan vazgeçmek bile zordu. Tekrar tekrar gördüğün adamdan nasıl vazgeçeceğim? Acı verici buydu işte. Kabullenmek buydu işte.

 

Ve aniden gelen sesle irkilerek geriye baktım. Savaş kapıyı kırdı. "Defne!" diye bağırdı odamın içinde. Beni göremeyince adım sesleri gittikçe yaklaşmaya başlamıştı. O yaklaştıkça ben titriyordum. Kapıyı açıp içeri girdiği anda bağırmaya başladım. Kriz geçiriyordum. Bana dokunmasını istemiyordum.

 

"Uzaklaş, dokunma bana."

 

"Defne, benim Savaş."

 

"Dokunma! Uzak dur! Canımı acıtacaksın!" Kaburgalarım arasındaki kalbim sıkışmaya başlamıştı.

 

"Ben sana zarar vermem" dedi sakince. Büyük bir şaşkınlık içerisindeydi.

 

"Zarar veriyorsun, uzak dur benden dokunma bana."

 

Önümde eğilip uzaktan bana baktı. Sessizce beni izledi. Sırtını karşımdaki duvara yaslayıp ayaklarını karnına doğru çekip kollarıyla bacaklarını sardı. "Tamam, dokunmuyorum ama buradan çıkana kadar yanında duracağım, uzakta duruyorum."

 

Ne diyebilirdim ki? "İçkinin etkisindesin, şu an mantıklı düşünmüyorsun. Bu yüzden kendini yıpratma. Belki de yarın tüm bunları yaptığın için pişman olacaksın Defne."

 

"Bilmiyorum, kendimi kötü hissediyorum."

 

"Biliyorum, su ister misin?"

 

"Hayır, hiçbir şey istemiyorum."

 

"Duş almak ister misin? İyi gelir." Başımı iki yana salladım. Sustu ve yine izlemeye başladı. Gitmeyecekti, biliyordum. Onu tanıyordum artık. Ancak ne zamana kadar burada kalabilirdi ki? Midemin bulantısı geçmişti fakat başım hala dönüyordu. Uyku beni kollarına almak için savaş veriyordu. Gözlerimin üstünde sanki ağır bir taş vardı.

 

"Uyumak mı istiyorsun?" Başımı salladım. Ayağa kalkınca bana yaklaştı ve elimi tuttu. "Hadi, gel"

Fakat ben elini tutmadım. Yerden destek alarak doğruldum ve odama doğru ilerledim.

 

Peşimden geliyordu, her an düşecekmişim gibi arkamı kolluyordu. Yatağa geçince yanıma geldi. "Yardım edeyim mi?" Giysilerimi çıkarma konusundan bahsediyordu. Fakat yardımını istemiyordum. Sırtımı ona dönerek yatağa uzandım. Bacaklarımı karnıma doğru çekip onları sardım. "Git. Ş"

 

Anne karnındaki bebek pozisyonu aldığımda battaniyeni açıp üzerimi örttü, ardından sessizce odadan çıktı. Gözlerimi kapattığım anda uyku beni kollarına almıştı.

 

"Defne, hadi gel." Savaş'ın sesini duymamla başımı ses gelen yöne çevirdim.

 

"Defne, kızım buraya gel" Babamın sesini duydum bu kez. Kalbim hızlanmıştı. Bir tarafta Savaş diğer tarafta ise babam ve annem vardı. Savaş bir yanda anne babam diğer yandaydı.

 

"Anne, baba?"

 

"Hadi güzelim" dedi bu kez Savaş. "Bana gel." Elini bana doğru uzattı. Gülümsüyordu, yüzündeki tebessüm insanın içini ısıtıyordu.

 

"Kızım?" dedi anne. "Yavrum, hadi prensesim gel bize." Arada kalmıştım. Kime doğru gideceğimi bilmiyordum. Ancak bacaklarım beni Savaş'a götürüyordu. Her şey kontrol dışı gerçekleşmişti. Savaş'a doğru giderken Savaş elini bana uzattı. Tam elini tutacakken aniden Savaş yok oldu ve yerine Halil Kantar geldi. Şok içinde gözlerimi açıp geriye sendeledim. "Ne oldu prenses? Sevgilin seni kandırdı mı?"

 

"Savaş?" dedim fısıltıyla. Arkaya baktığımda anne babam da yoktu. "Savaş!" diye bağırdım etrafa bakınarak korkuyla. Halil yüzünde şeytani gülüşle bana bakarken yutkundum.

 

"Defne'm!" dedi bir anda. Başımı çevirdim. Savaş uçurumun kenarındaydı elleri kolları bağlıydı ve yüzü kanlar içerisindeydi. "Savaş!" diye bağırdım ağlayarak. "Defne'm" dedi acı içinde. Kalbim acıyla burkuldu. "Git, kaç!"

 

Ama kaçmadım. Ona doğru koştum. "Savaş!"

 

"Gelme! Git"

 

Onun ulaşmaya çalışıyordum ama olmadı. Ben koştukça o benden daha çok uzaklaşıyordu. Yoruldum ve durdum. O da durdu. Gözlerime baktı acıyla. Ve aniden açılan ard arda silah sesiyle irkilerek uyandım.

 

Fakat bu rüya değildi. Gerçek silah sesiydi. Yerimden zıplayarak kalktım. "Ne oluyor?!" Panikle cama doğru yaklaştığımda Ahenk'in silahla ateş açtığını gördüm. Boş tahta tabelaya ateş açıyordu. Ne burası? Özel silah kursu falan mı? Ne zannediyorlar kendilerini? Ne hakla? Zaten başım ağrıyor, bir de bunlar mı uğraşacağım?

 

Öfkeyle ayağa kalkıp tam aşağı inecekken dünden kalan giysilerimin kırışmış olduğunu fark ettim. Üzerimi hızlıca değiştirip siyah uzun bir elbise ve spor ayakkabı giyinip saçlarımı ördüm. Yüzümü yıkayıp makyajımı sürdükten sonra aşağı indim. Başım ağrıyordu, sanki damarlarımın içinden kan değil de ateş geçiyor gibiydi.

 

"Neler oluyor Berna?"

 

"Efendim, günaydın. Uyandınız mı?"

 

"Uyanmamak mümkün mü? Bu ne gürültü?" Kaşlarımı hafifçe çattım.

 

"Efendim, Ahenk hanım geldi de biraz-"

 

"Açıklama istemiyorum Berna. Bana kahve hazırlar mısın? Ama plastik bardak olsun lütfen." Oldukça sakin konuşmaya çalışıyordum. Ama sinirlerim yerinde değildi.

 

"Tabii, hemen."

 

"Savaş nerede?"

 

"Duşta efendim."

 

Başımda inanılmaz bir acı vardı. Sadece kahve bu acıyı sakinleştirirdi. Mutfağa geçip birkaç atıştırmalık tatlı alıp mini plastik kaba koydum. Ardından Berna'nın hazırladığı kahveyi alıp kapıya yöneldim. Hava bugün güneşliydi. Siyah kabanımı giyinip tam kapıdan çıkarken Cesur kapıyı açmamla önümde belirdi. Cesur'un eli havada kalmıştı. Kapıyı çalacaktı.

 

"Günaydın"

 

Ve tekrar silah sesi duyuldu. "Gün pek aymadı."

 

"Çıkıyor musun?" dedi ılımlı ses tonuyla. Bana karşı farklıydı. Dünden sonra bana karşı değişmiş olmalı. "Evet."

 

"Bırakayım mı seni?"

 

"Gerek yok, ben Keno'yla gideceğim zaten." Yanından geçip gidecekken olduğum yerde birkaç saniyelik durdum. Ona açıklama yapmak zorundaydım, yoksa her şey Savaş'ın kulağına giderdi.

 

"Cesur," yanına geri döndüm. "Dün konuştuklarımız dünde kalsın. Savaş'ın hiçbir şeyden haberi olmayacak. Yoksa-"

 

"Söylemem merak etme. Ama umarım zamanı geldiğinde sen kendin söylersin."

 

"Bu benim bileceğim iş. Seni ilgilendirmez." Arkamı dönüp tekrar ilerlemeye başladım. Baş ağrısı sinirli olmama neden oluyordu. Fazla agresiftim. Üstelik korkuyla uyanmam buna eklenince tabi çıtayı aştık biraz.

 

***

 

"Meryem konusunda emin misin? Plan işe yaracak mı sence?" Şöför koltuğunda oturan Keno bir taraftan araba sürerken diğer taraftan da dikkati bendeydi. Kolumu kapıya yaslamış elimi çenemin altına koymuştum.

 

"Yarayacak, yaramak zorunda." Her şeyi daha önceden planlamıştım. İstediğim gibiydi. Tabii bunları düşünüp planlamak zor oldu biraz.

 

"B planının var mı peki?"

 

"Her zaman." dedim kendimden emin tavırla.

 

"Peki şimdi ne yapıyoruz?"

 

"Dedemin yanına gidiyoruz. Oradan da işe geçeriz."

 

"Cevdet beyin yanına mı?"

 

"Evet."

 

"Neden?"

 

"Yılmaz işini halletsin diye." Yılmaz artık ayağıma dolaşmaya başlamıştı. Dedem bu işi hallede bilirdi. Savaş'a söyleyemezdim ama dedem bir şeyler yapardı.

 

"Sen bayağı hazırsın yalnız. Üç yerden savaş ilan edildi hepsini yok ediyorsun." Yaktığım ateş bana sıçramasa her şey daha güzel olurdu. Ama bende yanacağım gibime geliyordu. "Daha etmedim edeceğim."

 

Yolda giderken aniden mideme kramp girmişti. İlacım bittiği için Keno'nun eczanede durup ilaç almasını söyledim. O eczaneye giderken ben arabada oturmuş onu bekliyordum. Telefonumla uğraşırken aniden dışarıdan gelen sesle dikkatim dağılmıştı.

 

Bir kadın kafenin önünde bir adamla kavga ediyordu. Adam kolundan tutmuş arabaya doğru götürmeye çalışıyordu. Fakat kadın binmek istemiyor gibiydi. Kadın adamın üstüne bağırıyor, adam ise sinirle kadını dinlemeden arabaya doğru götürmeye devam ediyordu. Fakat ilginç olan şu ki adam yalnız değildi. Birkaç adam daha vardı yanında. Ve bir anda adam kadına bir tokat attığında dayanamadım. Hızla arabadan inip onlara doğru gitmeye başladım.

 

"Ne oluyor burada?"

 

Adamın bakışları bana kaymıştı. Kadının kolunu bırakmadan bana döndü. "Sen kimsin? Ne karışıyorsun?"

 

"Kadın sizinle gelmek istemiyor. Görmüyor musun? Bıraksana kadını."

 

"Ben nişanlısıyım, sen hayırdır?"

 

"Tamam, nişanlın seninle gelmek istemiyor, ayrıca ona vuramazsın" dedim ellerimi cebime sokarak. "Bırak kadını." Omuzlarımı dikleştirip gözlerine baktım.

 

"Bak hanımefendi, uslu uslu git sorun çıkarma. Hırsımı senden çıkarmayayım." Adama bak ya, bir de korkutuyor gerizekalı. Bana gereksiz bir özgüven gelmişti.

 

"Çıkarsana" dedim üstüne yürüyerek. "Bırak kadını diyorum sana." Adamın bileğinden tutup geriye ittim. Kadını arkama çektim. Yanındaki adam üzerime doğru yürüyüp "bacım-"

 

"Gerile!" diye bağırdığımda adam hala olduğu yerde duruyordu. "Yağmur, hemen gel buraya" dedi nişanlısı. Fakat kadın o kadar çok korkuyordu ki korkudan titriyordu. Arkamda saklanmaya devam etti.

 

"Gel ulan buraya" Adam üstümüze doğru yürürken beni geriye doğru ittirip kadını kolundan tuttu. Tekrar doğrulup adamın üzerine doğru yürüdüğümde adamın arkadaşı beni tuttu. "Sen de siktir git ulan." Söylediği cümleyle adamın burnuna bir kafa attım. Adam neye uğradığını şaşırdı. Tabii benim kafam da acımıştı ama umrumda değildi. Ardından kasığına sert bir tekme vurup yere düşürdüm. Kadının nişanlısı şok içinde bana bakarken onun karnına tekme vurup geriye ittirdim. Ardından bizi izleyen elinde tepsi tutan garsondan tepsiyi alıp adamın kafasına geçirdim. Kadın korkuyla olanları izlerken onun elinden tuttuğum gibi arabaya doğru götürdüm. Adamlar kalkıp peşimize düştüler. Hızla yürüyorduk. Kendimi arabaya yetiştirmeye çalışıyordum. Fakat tam o sırada Keno önlerinde durdu. Artık güvendeydik. Adamlar karşısındaki cüsseli adamı görünce hiç uğraşmadan koşarak uzaklaştılar.

 

"İyi misin?" dedim kadına dönerek. "Su ister misin?" Kadın konuşmayı unutmuştu. Arabadan suyu alıp kadına içirdim. Kadın paniklemişti. Derin derin nefesler alıp veriyordu. Kadına üzülmüştüm, ne hale gelmişti güzelim kız. Nasıl böyle şerefsizlerle ilişki yapıyorlardı anlamıyorum.

 

"Teşekkür ederim. Ben çok korktum."

 

"Biliyorum, tamam güvendesin şimdi."

 

"Babam gelecek şimdi. Babam" nefes nefese söylediği cümleyle onun omzuna vurarak sakinleştirmeye çalıştım. Bir anda bir araba durdu karşımızda yaşlı bir adam arabadan telaşla indi. Sanırım babasıydı.

 

"Geldim kızım. Geldim." Babası da çok telaşlıydı. Kız anında babasına sarıldı. Babası acaba onu koruya bilecek miydi? Nişanlısı denen herif peşini bırakmazdı o kesindi. Umarım tekrar aynı hatayı yapmazlardı. Artık güvende olduğu için rahatlamıştım. Babası bize dönüp "çok teşekkür ederim, Allah sizden razı olsun" dediğinde gülümsedim. Ve ardından arabaya binip gitti.

 

"Alnın morarmış" Keno elini hafifçe alnıma sürdü. "Gel krem alalım."

 

Adama sert vurduğum için morarmış olmalıydı. "Biraz acıyor."

 

"Ne yaptın ki?"

 

"Kafa attım."

 

Keno keyifle güldü. "İşte benim kızım. Sen kafa atmayı biliyor muydun ya?" Tabii benden beklemiyordu böyle bir şeyi.

 

"Ben fazlasını biliyorum" dedim gülerek. "Hadi gel." Arabaya binince kremi sürüp ve ilaçı içtim.

 

***

 

Sevkiyat günü.

 

Yazarın anlatımıyla.

 

Kartallar sevkiyat için sahilde bekliyorlardı. Tekne mallarla yüklenmişti. Adamlar sahilin kenarında durmuş ellerini cebine sokarak Cihangir'i ve Taha'nı bekliyorlardı. Cihangir ve Taha kartallarla anlaşmış ve bu işten payına düşen paraları kendilerine alacaktı. Cihangir ve Taha arabadan inerek adamlara doğru yürümeye başladı.

 

"Barlas nerede?"

 

"Buradayım, beni bu kadar çok sevdiğinizi bilmiyordum açıkçası Karakurt." Barlas tekneden inip sahile çıkınca adamlarla tek tek el sıkıştı.

 

"Bu işten payımız ne kadar olacak?" Taha omuzlarını dikleştirip Barlas'a döndü. Açıkçası Barlas'la iş yapmak istemiyordu. Fakat Cihangir Savaş'ın inadına onu da kendi tarafına çekmişti.

 

"Ama dereyi görmeden paçayı sıvamak doğru değil. Mallar hepsi yüklensin. Ondan sonra."

 

Taha iç çekti. Herkes tekneden tek tek inerken adamlardan birisi belgeyi Barlas'a getirdi. Her iki taraf muhteşem bir iş başarmıştı. Taha ve Barlas belgeyi imzaladıktan sonra keyifle tekrar el sıkıştılar. "Köstebek varmış. Sevkiyatı iptal edeceğini düşündüler fakat bizim de içeride köstebeğimiz olduğunu unutmuşlar." Barlas kahkaha atarken Cihangir de memnuniyetle başını sallıyordu.

 

"Nasıl oldu?" diye sordu Cihangir. Barlas dudağını yalayıp Cihangir'e döndü. "Tekneye pusu koyacaktılar. Bu yüzden ben de güya başka gemiyle taşınacağız diye başka bir tekne buldum. Fakat onlar bu kez o teknenin peşine düşünce de tekrar kendi tekneme geri döndüm. Biraz zamanımı aldı ama olsun. Önemli olan sonuç değil mi?"

 

"Onlar şimdi-"

 

"Onlar şimdi yanlış teknenin peşinde." Barlas başarılı planıyla kendiyle gurur duyuyordu. "Her şey hazır. Çıkıyoruz."

 

"Yapamadı," dedi Ahenk öfkeyle dişlerini sıkarak. Savaş ve diğerleri tepede durmuş karanlığın içinde kamuflaj olarak Barlas'ı izliyorlardı. Barlas ve diğerleri belgeleri imzaladığında Savaş sabırla beklemeye devam etti. Defne'nin suçu yoktu aslında. İçeriden Barlas'a haber uçurmuşlardı, bu yüzden Defne planını başaramamıştı. Sinirle dudaklarını birbirine bastırıp plan kurmaya çalışıyordu.

 

"Gidiyorlar" dedi Semih öfkeyle ayağını yere vurarak. "Biliyordum. Neden bize vermediler?"

 

"Sana verdiler," dedi Ahenk bağırarak. "Başaramadın, başarsaydın şimdi görev bizdeydi."

 

"Arkadaşlar, sakin olun lütfen" Ahu da sinirliydi ama birinin sakin olması gerekiyordu. "Olan oldu artık. Bundan sonra ne yapacağız ona bakalım."

 

"O Defne denen kız her şeyi mahvetti." Ahenk olduğu yerde volta atmaya başladı.

"Onun ne suçu var?" dedi Alp bağırarak. "İçeride köstebek vardı. Haber uçurmuşlar, kız ne yapsın?"

 

Feride ilk kez "evet, haklı. Defne'nin hiçbir suçu yok" dediğinde Ahu şaşkınlıkla ona baktı. "Kız nereden bilsin ki köstebek olacağını?" Herkes öfkeliydi yarısı Defne'ye, diğer yarısı plan kurmamalarına. Fakat yapacak bir şey yoktu artık. Barlas fazla zeki çıkmıştı. Savaş'ın yenilgisi değildi bu fakat içten içe üzülüyordu. Semih ise öfkeden yerinde duramıyordu. Onun hatasıydı en çokda. Çünkü verilen görevi başarsaydı, bunların hiçbiri olmayacaktı.

 

Savaş şsessizce durmuş hala tekneni izliyordu. Cesur yavaşça ona yaklaşıp "abi, ne düşünüyorsun?" dediğinde Savaş'ın gözlerinde hayal kırıklığı vardı.

 

Aniden bir ses duyuldu. Şarkı sesi. Hande Yener mor şarkısı çalmaya başladı. Ve herkes duyuyordu. Savaş ve diğerleri şaşkınlıkla etrafa bakarken, aşağıda Barlas, Cihangir ve Taha yüksek sesle çalan şarkının nedenini anlamaya çalışıyordular. Çünkü orada onlardan başka kimse yoktu.

 

Arasan da dünyayı başka bir ben yok

Mütevazi olmak lazım diyorsan yok

Bitti taze kusura bakma

Kafaya takma sen de

 

"Bu ne şimdi?" diye sordu Ahenk şaşkınlıkla.

 

"Kim var lan burada?" Barlas asabi sesle adamlarına döndü. Herkes etrafa bakınıyordu. Fakat müzik nereden geldiği belli değildi.

 

Ve tam o anda büyük bir patlamayla tekne yerle bir oldu. Tekne havaya uçtu.

 

Noldu pek bir keyfin yok

düşlediğin gibi olmadı mı?

Yakıştı ama sana mor renk çok

Gelen yerimi doldurmadı mı?

 

"Hassiktir ulan!" Barlas, Taha ve Cihangir korkuyla geriye sendelediğinde yukarıda Alp ve Cesur korkuyla gözlerini kocaman açmış patlamanın şahidi oluyordular. Barlas ve Cihangir önlerinde havada uçan teknenin ve taşıdıkları malın kırıntılarıyla bakışırken, gözlerine inanamıyorlardı. Beyinleri gerçekliği inkar ediyordu. Eğer arabalarının yanında olmasaydılar patlama onlara da zarar verecekti. Ve teknenin içinde kimse yoktu.

 

Şarkı çalmaya devam ederken Savaş kaşlarını çattı. Biraz önce yaşanan olayları hiçkimse idrak edemiyordu. Biraz önce bir tekne patlama sonunda havaya uçtu.

 

Ve herkes ne olduğunu anlamaya çalıştı. Bir anlık tüm beyinler dursa da bu işin altından Defne'nin çıktığını tahmin ettiler. Çünkü kimse böyle bir operasyon düzenleyip üstelik bir şarkıyla sonlandırmazdı. Bu çılgınlığı bir tek Defne yapardı. Defne Yıldız Aksoy imzası...

 

"Defne" dedi Savaş fısıltıyla. "Bu kadarını yapamazsın değil mi?"

 

"Defne" dedi Cihangir. "Sen nesin böyle?" dedi şaşkınlıkla. Taha ise içten içe mutlu oluyordu ve Defne'nin yaptığını öğrenince ise yüzünde zafer gülüşü yer almıştı. Çünkü istemediği bir işbirliğinden kurtulmuştu ve bunu Defne yapmıştı.

 

"Kim yaptı ulan?!" diye bağırdı Barlas. Fakat Cihangir Defne'nin ismini vermedi.

 

"Yok artık!" diye bağırdı Ahenk. "Bu kız deli mi?"

 

"Nç" dedi Savaş hayranlık dolu sesle. "Manyak! Hayatımda hiç bu kadar güzel manyak görmedim. Benim küçük canavarıma bak sen."

 

"Ben bile hayran kaldım" dedi Feride gülerek. "Başardı. Sevkiyatı iptal etti."

 

"Anasının kızı" dedi Alp gururla Savaş'a doğru. Savaş ise başını salladı. Fakat aniden aklına iddiası gelince yüzü buruştu. Evet, Defne iddiayı kazanmıştı.

 

"Muhteşem bir varlık" dedi Semih hayranlıkla.

 

"Defne Yıldız Aksoy imzası" dedi Cesur kahkaha atarak. Başarmıştı. "Bu Kız olağanüstüydü. Ve herkes onun inadını ve gücünü görmüş oldu.

 

***

 

"Allah kahretsin! Kadın nasıl buldu o belgeleri?" Hayal öfkeyle odanın içinde volta atmaya başladı. Üzerinde beyaz uzun elbise vardı. Ve tam da babasının nikahıydı. Defne'yle birlikte kadının tüm karanlık işlerini bulmuşlardı ve nikahtan önce babasına götürecekken birden belgeleri kadın çaldırtmıştı. Ve böylelikle tüm deliler tekrar yok olmuştu.

 

"Sakin ol. Defne başka bir planım var dedi" Seren Hayal'e destek olarak sakinleştirmeye çalıştı. Fakat Hayal sinirliydi. Çünkü beş dakika sonra nikah kıyılıyordu.

 

"Ha Defne'den mesaj var." dedi Seren heyecanlı şekilde ayağa kalkarak. "Siz çıkın dışarı nikahı seyredin. Bende geliyorum."

 

Hayal ve Seren hızla odadan çıkıp aşağı idiler. Nikah başlamak üzereydi. Hayal stresle barmaklarını şıklatmaya başladı. Seren ise onu sakinleştirmeye çalıştı. Yine bir şeylerin ters gitmesinden korkuyordu. Ve bu onların son şansıydı.

 

Nikah başladı. "Evet efendim. Siz Meryem Çekic. Kutay Köse'yle evlenmeyi kabul ediyor musunuz?" Meryem'in eline büyük bir fırsat geçmişti. Ve şimdi ona doğru zevkle adım atıyordu.

 

"Evet!" dedi Meryem Hayal'e bakarak. Kadının gözlerinde şeytanlık vardı. "Siz Kutay Köse, Meryem Çekiçle evlenmeyi kabul ediyor musunuz?"

 

"Hayır! Kutay hiçbir şey bilmeyecek merak etme. Çoktan gönderdim. İki güne kalmaz Kutay'ı hapise göndeririz. Böylelikle kocamın intikamını ondan alacağım."

 

Tam o sırada arka planda bir ekran açılmıştı. Meryem evinde yalnız telefonla konuşurken kamera onu çekiyordu. Ve nikah masasının tam üst kısmında ekranda gösteriyordu. Kutay şaşkınlıkla olayları izlerken Meryem şok içinde gözlerini açtı. Misafirler hepsi şok içinde sesler çıkarırken Hayal ve Seren hayretle olayları izliyordu. Defne başarmıştı.

 

Kutay'la iki gün sonra nikahımız var. Nikahtan sonra polisler evine gidip yerleştirdiğimiz uyuşturucuları bulacaklar. Böylelikle o da o deliğe girecek."

 

Ve video sonlandırıldı. "Meryem?" dedi Kutay şok içinde. "Bu ne demek?" Meryem şaşırmıştı. Buna hazırlıklı değildi. "Ben-" ne diyeceğini bilmiyordu. Şaşkındı, nutku tutulmuştu.

 

"Kutay, hepsi yalan" dedi ağlayarak. "Fakat kendisi konuşuyordu orada. Söyleyeceklerinin hiçbir anlamı yoktu." Fakat Kutay Meryem'i dinlemedi. Meryem bundan sonraki hayatını hapiste geçireceğini çok iyi biliyordu. Bu yüzden Kutay'a son kez yalvardı. "Lütfen gitme. Komplo bunların hepsi. İnanma." Fakat Kutay dinlemedi, onu masada bırakıp gitti.

 

Hayal mutlulukla yerinde zıplayarak Seren'e sarıldı. "İşte bu. Başardı. Defne başardı." Babasını o kadından kurtardığı için mutluluktan havaya uçuyordu. Defne'nin sayesinde babasının hayatı kurtulmuştu. Yoksa babasını kaybedecekti...

 

****

 

Defne'nin anlatımıyla

 

"Hazır mısın? Bak hızlanıyorum."

 

"İyi olan kazansın." Hızımı artırıp Tolga'nı geçtiğimde peşimden hızla gelmeye devam ediyordu. Tam gaz ilerliyordum. Tolga'yla birlikte motosiklet sürüyorduk ve kendi aramızda ufak çaplı bir yarış düzenlemiştik.

 

Şehrin dört bir yanından geçerek gece saat 10 da güya hava almaya çıkmış olan iki arkadaş soluğu yarış yaparken bulmuştu. Gerçekten muhteşem bir hikaye. Meryem işini ve sevkiyatı hallettiğime göre artık rahat nefes alabilirdim. Ayrıca iddianı da kazanmıştım. Söylediğimiz yere varınca durup Tolga'nı beklemeye başladım. Birkaç saniye sonra gelip kaskını çıkarttı. Ben ise motora yaslanmış saçlarımla oynuyordum

"Benim kazanamadığım iddia ve yarış yoktur. Yapamazsın de, otur ve izle."

 

"Bilmez miyiz? Sen kazanmadıysan oyun daha bitmemiş demektir" dedi sırıtarak. Bu iki işi başardıktan özgüvenim tazlenmişti. Bir an başaramayacağım diye çok korktum ama son ands toparladım. Neyse ki b planımı daha önceden kurmuştum. "Bak ne diyeceğim, gidip bir yerlerde bir şeyler içelim mi?"

 

"Olur bana uyar" dedim başımı sallayarak. "Ama Hayal'e söylemesek son günümüz olabilir. Ona da söyleyeyim gelsin."

 

"Tamam sen ara. Bende bir mekan bulayım" dedi telefonunu çıkarıp aramaya başlayarak.

 

Hayal'e arayıp haber verdikten sonra "şu yakınlarda güzel bir mekan açılmış" dedi ileriyi göstererek. "Gidelim mi?"

 

Telefonu kapatıp cebime koydum. "Gidelim." Kaskı tekrar kafama takıp motora bindim. Üzerimde motor giysilerim vardı. Tolga da benim gibi deri ve siyah olan her şeyi giyinmişti.

 

Mekana geldiğimizde kapıda Hayal'i de beklemeye başladık. Çünkü kapıdaki koruma pek tekin görünmüyordu. Gerçi mekanda pek tekin değildi ama olsun. Bir şeyler içip çıkacağız, en fazla ne olabilir ki?

 

"Eee bugün Meryem'in gidişini mi kutluyoruz?" dedi taksiden inerek. Arabasını evde bırakmış olmalı. Bana doğru gelerek sıkıca boynuma atladığında olduğumuz yerde neşeli kız çocuklar gibi zıplamaya başladık. "Başardık, başardık."

 

Tolga kız gibi ellerini havada birbirine çırparak "bittiyse gidelim mi?" dedi kız gibi ses çıkararak. İkimiz de aynı anda başımızı salladık.

 

"Bakın sizin ikinize de söylüyorum. Sakın fazla içip benim başımı derde sokmayın."

 

"Baş üstüne komutanım" dedik ikimiz aynı anda asker selamı vererek. Tabii ki de içecektik. Eğlenmeye geldik, sıkılmaya değil.

 

Korumanın yanından geçerken ona sevecen bir gülümseme attığımda koruma bizim girmemizi engelledi. Şaşkın gözlerle birbirimize baktık.

 

"Abi, bizim ikimizin 24, bu adamın da 27 yaşı var. Çocuk değiliz yani" dedi Hayal açıklama yaparak.

 

Korumanın yüzünde bir çizgi bile kıpırdamadı. "İçeri sadece çiftler girebilir. Yanınızda başka erkek yoksa giremezsiniz"

 

Pardon?! Bu nasıl bir kural? Nasıl yani erkek olmadan giremezmişiz? Hemen bir şey bulmamız gerekiyordu.

 

"Sevgilim," bir kol belime sarıldı. İrkilerek arkamı döndüğümde hiç tanımadığım bir adam bana bakıyordu. "Arabayı park etmek zor oldu" dedi gözlerimin içine bakarak gülümseyerek. Bu adam da kim? Ve niye bana sarılıyor? Canına mı susadı?

 

"Ha?" dedim şaşkınlıkla. Tek kaşımı havaya kaldırdığımda gözleriyle adamı gösterdi bana. Şimdi dank etti. Adam bize yardım etmek istiyormuş. "Sevgilim, biz de iki saattir seni bekliyoruz" dedim role girerek. Hayal ve Tolga tedirginlikle bizi izlerken ikimiz çok güzel rol yapıyorduk. "Adam da bizi almadı içeri" dedim tanımadığım adama cilve yaparak. Savaş görse kesin delirir. Ama görmüyor değil mi? Ya görüyorsa? Buralarda bir yerde olabilir mi? Adam bakışlarını korumaya çevirdi. "Pardon?!"

 

"Arel bey, sizinle geldiğini bilmiyordum. Özür dilerim. Buyurun geçin lütfen."

 

Arel demek. Adamın ismi Arel'miş. İlginç bir isimdi. İçeri geçtiğimizde kolunu belimden çekip önümde durdu. Ellerini cebine sokarak dudağının kenarıyla güldü. "Gelecek sefer gittiğiniz mekanla ilgili bilgi edinseniz iyi olur. Burası tekin yer değil."

 

"Teşekkür ederim" dedim gülümseyerek. "Zaten nerede bela var orası bizi kendine çeker" dedim cilveyle gülerek. Adam sırıttı. "Onu anladım zaten. Bu arada ben Arel." Elini bana uzattığında elini tuttum. "Defne."

 

"Ben Tolga bu da Hayal" dedi Tolga elimi adamın elinden çekerek. "Teşekkür ederiz, inşallah görüşemeyiz hoşçakalın." Kolunu benim ve Hayal'in beline sarıp bizi adamdan uzaklaştırdı.

 

"Ne yapıyorsun ya?" dedim çemkirerek. "Adama ayıp oldu. Ne bu acele?"

 

"Hatırlatayım senin taş gibi bir kocan var, adam yazık ölmesin genç yaşta."

 

"Peki ben? Ben evli değilim, beni niye götürdün?" Hayal araya girdi. "Senin de Alp gibi manyak bir flörtün var. Onu da delirtmek istemeyiz öyle değil mi?"

 

"O adam benim flörtüm değil!"

 

"Sus, konuşma. Gitmiş adamı öpmüşsün, sonra da hiçbir şey olmamış gibi kullanıp bir kenara atamazsın. Onun da namusu var" dedi Hayal'e ciddi olmaya çalışarak.

 

"Delirdin mi sen? Ben değil o öptü."

 

"Fark ne? Sonuçta dudaklar kavuşmuş mu kavuşmuş. Sizi yıldırım nikahına sokmak gerekiyordu da neyse."

 

"Sıkıcısın gerçekten" kollarımı göğsümde birleştirip arkamı dönerek bara doğru gitmeye başladım. İçeride herkes eğleniyordu. Fakat garip bir şey vardı. Burada bir çok kişi takım elbiseliydi. Neden? Her köşede bir takım elbiseli adam görmek mümkündü.

 

Kendime ve Hayal'e içki sipariş ettikten sonra çalınan şarkı eşliğinde kafamı sallamaya başladım. Müzik bayağı güzeldi. Fakat etraftaki herkes dikkatimi çekmeye başlamıştı. Tedirgin olmadım değil. Acaba içkiyi içip çıksak mı buradan?

 

Aniden başımı çevirdiğimde Savaş'ın uzakta bir masada bir kadınla sarmaş dolaş oturduğunu gördüğümde gözlerime inanamadım. Gözlerimi kırpıştırıp tekrar o yöne baktım. Fakat gerçekti. Savaş bir kadınla çok fazla yakın mesafede oturmuş hatta saçlarını okşuyordu. Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Sarsılmış gözlerle ona bakarken Hayal baktığım yöne baktığında ağzı açık kalmıştı. Çünkü kimsenin inanmayacağı bir manzara vardı karşımızda. Savaş beni aldatıyordu.

 

"Savaş ne yapıyor o kadınla orada?" Hayal de fark etmiş olmalı ki hayretle bana döndü.

 

Bana dokunmayı reddeden adam şimdi başka bir kadına dokunuyordu. Üstelik karısını aldatıyordu. "İhtiyaçlarını karşılıyor herhalde" dedim dolan gözlerimle. Hayır, dolmamalı gözlerim. Böyle erkekler için ağlamaman gerek Defne. Lütfen sakin ol.

 

Söylediğim cümle bana çok ağır gelmişti, ama yapacak bir şey de yoktu. Benden iğreniyor, tabii ki soluğu başka kadınların yanında alacaktı.

 

Üzülme Defne. O kaybetti sen değil. Boşver.

 

Kadın da güzel olsa bari. Yine gitmiş sarışın yelloz gibi bir şey bulmuş. Başımı çevirmeden onu izlerken, aniden başını kaldırdığında başımı hemen çevirdim. Beni görmesini istemiyordum. Hatta burada durmak istemiyordum. "Seninki burada" dedi Tolga yanıma gelerek. "Evet, taş gibi kocam burada taş gibi kadınlarla eğleniyor."

 

"Yok ya senin tırnağın bile olamaz."

 

"Tırnağımdan fazlası olduğu belli" dedim gülerek. Artık acınacak halime gülüyordum. Umrumda değildi. Tekrar başımı çevirdiğimde Savaş bakışlarını kaldırdı ve tam o anda beni fark etti. Gözleri öyle bir donakaldı ki sanki kabus görmüş gibiydi. Suratı kaskatı kesilmişti. Gözlerimiz kesişmişti. Ben ifadesizce suratına bakıyordum. Fakat uzun süre bakamadım. Gözlerimi hemen kaçırıp önüme döndüm. Anlamı yoktu zaten. İçkimi yudumlamaya başladım. Zihnimi dağıtmam gerekiyordu, onu düşünmemem gerekiyordu. "İçtikten sonra çıkalım bence. Burada kalmak istemiyorum."

 

"Savaş gözlerini senden çekmiyor" dedi Tolga Savaş'a bakarak. "Aha çekti. Kadınla ilgilenmeye başladı."

 

"Bana her şeyi söylemek zorunda değilsin Tolga. İlgilenmiyorum."

 

"Kadın kalktı, gidiyor. Peşinden de Savaş kalktı."

 

"Susar mısın?" Sinirimi bozmaya başlamıştı artık. "Savaş kadınla beraber yukarıya çıkıyor." Elimi sertçe masaya vurdum. "Sus artık be adam!"

 

Bağırdığım için yakındaki kişiler bize baktılar kısa süreliğine. Bize baktıklarında kısa bir bakış atıp tekrar önüme döndüm.

 

"Anlaşılan yukarıda büyük bir operasyon gerçekleşecek" dedi Hayal imayla. Gerçekten muhteşem arkadaşlarım vardı. Bana o kadar güzel destek oluyorlar ki...

 

"Benim inadıma mı yapıyorsunuz? Ben onunla ilgili hiçbir şey duymak istemiyorum."

 

Tolga Hayal'e bakış atıp dudaklarını birbirine bastırdı. Aniden Tolgan'ın telefonu çalmaya başlayınca hızla yanımızdan ayrılıp dışarıya yöneldi. Hayal'le yalnız kaldığımızda tekrar bir içki istedim. "Fazla içme istersen," dedi Hayal beni uyararak. "Çıkışta tepeye gideceğim gelecek misin?"

 

"Yalnız mı?"

 

"Evet." Savaş'ın tepeye gidecek hali olmaz büyük ihtimalle.

 

"Olmaz izin vermem. Hele ki bu halde asla. Yarın erkenden gidersin."

 

"Ama-"

 

"Aması falan yok Defne. Olmaz."

 

Yanaklarımın içini şişirip oflayarak nefes verdim. Barmen bana içkiyi sunarken tereddütle yüzüme bakıyordu. İçkime bir şey katmaz herhalde. Katar mı? Niye katsın ki? Katmaz. Hem bir saattir buradayım, hemen fark ederdim.

 

Fazla film izliyorum galiba. Artık şüphe içinde yaşamaya başladım. İyice kafayı sıyırdın sen de Defne. Biraz daha abart istersen.

 

Yaklaşık iki üç bardak içtikten sonra artık son vermem gerektiğini vücudum söylüyordu. "İyi görünmüyorsun Defne" dedi Tolga endişeli sesle. Başım ağrıyordu fakat çok ilginç bir şekilde kanım ısınıyor gibiydi.

 

"Dokundu galiba, ben bir elimi yüzümü yıkayayım."

 

"Bende geliyorum" dedi Hayal ayağa kalkarak. Fakat onu engelledim. "Gerek yok. Yüzümü yıkayıp geleceğim."

 

Lavaboya doğru ilerledim, kapıyı açıp yüzümü yıkamaya başladım. Fakat durmuyordu. Bedenim ateş gibi yanıyordu. Kan basıncı artmıştı. Kalbim hızla atıyordu. Kesin bir şeyler vardı. O içkide kesin bir şeyler vardı. Bu normal değildi. Ben hiç böyle olmamıştım.

 

Kapı sesi duymamla irkilerek aynadan arkama baktım. Kapının önünde şeytani gülümsemesiyle duran Arel bana bakıyordu. Beynim olayları idrak etmekte zorlanmadı, her şey yerine oturdu bir anda. Arel içkime ilaç kattırmıştı. Allah kahretsin!

 

"Çabuk tepki gösterdin güzellik" dedi bana bir adım yaklaşarak. "Sen yaptın" dedim nefes nefese. Ve arkada kapıyı kitledi. İşte yine anksiyete tuttu. "Yaklaşma" dedim üzerine bağırarak. Kendimden korkuyordum normalde onunla baş ederdim de şimdi ilacın etkisindeyim ona teslim olmam an meselesiydi ve o da bunu gayet iyi biliyordu.

 

Aramızdaki mesafeyi hızla azaltıp vücudumu kendine çekti. Kolları belime sarınca nefes alış verişlerim hızlanmıştı. Kahretsin!

 

Göğsünden ittirip onu uzaklaştırmaya çalışsam da nefesi tenime değdiği anda her yerim cayır cayır yanıyordu. Hayır, Defne kendine hakim ol. Bunu yapamazsın. Yanlış!

 

"Ama sen yanıyorsun be güzelim." İğrenç gülüşü yüzünde yer aldı. "Bana güzelim deme" dedim gözlerine bakarak. "Bana güzelim diyen var zaten."

 

"Tüh, şu an yanında ben varım ama."Bakışları yüzümü incelerken "ve yangınını da ben söndüreceğim." Eli basenimi okşamaya başladı. "Bırak beni" dedim güçsüz çıkan sesimle. Ondan kurtulmaya çalışıyordum ama olmuyordu. Kanım cayır cayır yanarken bu imkansızdı. Gözlerimi kapattım, gözlerim dolmuştu, "bırak" dedim yalvarırcasına. Ama bırakmadı. Bir eli göğsüme gittiği anda kapı kırıldı.

 

"Noluyor lan!" dedi arkasını dönerek. Gelen oydu. Savaş'tı. Beni onun kollarında dolan gözlerimle görünce öfkesinden yerinde duramıyordu. Adam Savaş'ı gördüğü anda geri çekildi. Benimki olduğunu anlamıştı. Savaş adamın üzerine yürüyüp öyle bir kafa attı ki suratına adamın kafası geriye giderek duvara çarptı ve adam yere yığıldı. Duvarın çarpmasıyla mı yoksa Savaş'ın çarpması mı belli değildi. Fakat duvarda bazı kan izleri belirdi. Ancak Savaş'ın öfkesi bitmemişti. Yere yığılmış adamın yakasından tutup kaldırıp ard arda sert yumruklarını suratına indirdi. Adamın suratı artık kandan dolayı görünmüyordu, mide bulandırıcı bir manzarayla karşı karşıyaydım.

 

"Savaş" dedim yardım dilenir gibi. Başım dönüyordu, halsizdim. En kötüsü de hala cayır cayır yanıyordum.

 

Savaş hemen ayağa kalkıp beni kucağına aldı. Kollarımı boynuna doladım. Beni bir an önce buradan çıkarmasını istiyordum yoksa kusacaktım. Lavabodan çıkıp kapıya doğru ilerlerken Hayal ve Tolga'nı gördüm. Onların haber verdiği besbelliydi. Artık içgüdülerime güvenmem lazımdı. Nasıl düştüm böyle bir oyuna anlam veremedim.

 

Dışarı çıktığımızda başımı omzuna yasladım. Kokusu ciğerlerime doldururken onunla olduğum için mutluydum. Çünkü biraz daha geç gelseydi olacakları tahmin etmek zor değildi. "İyiki geldin, yoksa bu gece ikinci kez Defne ölecekti" dedim mırıldanarak.

 

Sustu, düşünceli gözlerle bana baktı. Uzun uzun baktı gözlerime. "Bundan sonra sana içki içmek yasak. İçersen kafanda patlatırım o içki şişesini."

 

"Sen beni bırak da ihtiyaçlarını ödeye bildin mi bari?" dedim imayla. Ne dediğimi anlamıştı. "İhtiyaçlarımı katil bir adamın eşiyle ödemiyorum."

 

Hiçbir tepki vermedim. Çünkü hiçbir şey anlamadım. Devam etti. "Gördüğün kadın bahsettiğim Cüneyt'in eşiydi. Cüneyt'i kullanmam için küçük bir oyun."

 

"Sanki fazla yaklaştın ha?" dedim gülerek. "Kadın hamile kalmasın?"

 

"Yukarıdaki odada Ahu vardı gerizekalı. Kadınla girdiğimde Ahu etkisiz hale getirdi onu. Düşündüğün gibi bir şey olmadı yani."

 

"Benim ne düşündüğümü niye umursuyorsun ki? Gayet doğal bir şey. İhtiyaçlarını ödeye bilirsin." Hayır ödeyemezsin. Öldürürüm seni!

 

"İhtiyaçlarımı seninle ödemeyi tercih ederim. Anlaşmamamız var unuttun mu? Seninle olduğum sürece başkasına dokunmam." Pardon?! Oradan bakınca eskorta mı benziyorum? Ne diyor bu adam? Benimle birlikte mi? Yok daha neler?

 

"O sen Savaş olduğunu bilmeden önceydi."

 

"Biraz daha geç gelseydim anlaşmayı sen bozacaktın. Ama neyse ki çok zeki kocaya sahipsin." Aman ne kadar da zeki. Alkış...

 

"Zeki koca, sana soruyorum. Beni bu durumdan kurtarmak için bir fikrin var mı? Cayır cayır yanıyorum da."

 

"Söndürürüm sorun değil."

 

"Ne?!" Panikledim. Ne diyordu bu adam. "Karımsın, iddiayı kazandın. Seninle bundan sonra birlikte kalıp gerçek karı koca gibi davranacağız. Bu gece ilk tohumlarımızı ekeceğiz."

 

Ve herkese merhabalar 🔥🔥🔥Yazarınız geldi. Özel Bölüm wattpad'de yayında.

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

En sevdiğiniz sahne hangisi oldu?

 

Sizce bundan sonra neler olacak? Fikirlerinizi yorumlarda belirtin. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım....

 

 

Bölüm : 03.01.2025 16:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Adelina / Savaş'ın Yıldız'ı / 24.Bölüm: 'Yıldız Kayması'
Adelina
Savaş'ın Yıldız'ı

7.04k Okunma

500 Oy

0 Takip
49
Bölümlü Kitap
Giriş1.Bölüm: "İçimizdeki Kötülük"2.Bölüm: "Savaş'ın Peşinde"3.Bölüm: "Tesadüf Değil Plan"4.Bölüm: "Kırılmış Kabulleniş"5.Bölüm: "Arkadaş Olalım mı?"6.Bölüm: "Geri Dönüş"7.Bölüm: "Bilinmeyen Hata"8.Bölüm: "Kaçırılma Krizi"9.Bölüm: "Dağ evinde dağ ayısıyla"10.Bölüm: "İlk Mühür"11.Bölüm: "Kıskançlık Savaşı"12.Bölüm: "Şeytanın Tohumu"13.Bölüm: "İhanet Hançerinin Ateşi"14.Bölüm: "Gerçeklerden Uzak Hayallere Yakın"15.Bölüm: "Korkusuz Yürek"16. Bölüm: "Rüya Gibi Kabus"17.Bölüm: "Aile Olmaya Hazır mısın?"18.Bölüm: "Bir Yıldız İntikamı Düşünün"19.Bölüm: "Topuklu Belalar"20.Bölüm: "Acı Gerçeklerin Rüzgarı"21.Bölüm: "Karanlığı ışığımdan daha güçlü."22.Bölüm: "Kraliçe Geri Dönüyor"23.Bölüm: "Büyük Buluşma"24.Bölüm: "Yıldız Kayması"25.Bölüm: "Yüzleşme"26.Bölüm: "Anne sana ihtiyacım var."27.Bölüm: "Şimdi Sıra Bende"28.Bölüm: "Ben Defne Yıldız Karakurt"29.Bölüm: "Herkesin Kendi Acısı Kendine Yeter"30.Bölüm: "Mahşerin Karanlık Perdesi (Sezon Finali)24.Bölüm: "Özel Bölüm"Özel Bölüm: "Akşam Yemeği(Savaş ve Defne)"(İkinci Kitap) 31.Bölüm: "Dönüyoruz"(2.Sezon)32.bölüm: "İki Ateşin Aşkı"33.Bölüm "Karanlığında Işığımı Kaybettim"34.Bölüm: "İçimizdeki çocuk"35.Bölüm: "Cehenneme Bir Adım Kala"36.bölüm: "1.Gün-Şeytanın Pençesinde"37.Bölüm: "2.gün Kayboluş ya da yok oluş"38.Bölüm: "Savaşın Ortasında Sen ve Ben"39.Bölüm: "Oyunun Gerçek Piyonları"40.Bölüm: "Tutsak Zihinlerin Zincirli Kalpleri"41.Bölüm: "Siyahın Beyaz Lekesi"42.Bölüm: "Karanlığın Sonu"43.Bölüm: "Sahte Sevgi Çemberi"44.Bölüm: "Çizginin Ucunda"45.Bölüm: "Son Seçim"46.Bölüm: "Bozulmuş Düzen"
Hikayeyi Paylaş
Loading...