26. Bölüm

25.Bölüm: "Yüzleşme"

Adelina
adelinashwriterr

25.Bölüm: "Yüzleşme"

 

Söyleyecek çok şey vardı... Ama söylememeye karar verdim.

 

Franz Kafka.

 

Bölüm şarkısı: Mavi Gri - Ölümle yaşam arasında

 

Sabah sızlanmalarla, kısık sesli inlemelerle uyanmıştım. Kadınlığım resmen acıdan dolayı sızlıyordu. Yürümeyi bırak ayağa kalkacak halim yoktu. Başımı çevirdiğimde Savaş yanımda kollarını bana sarmış uyuyordu. Sabah saat 8'di. Gözleri kapalıydı, yüzü bana dönüktü. Doğruluğumda istemsizce bakışlarım yüzünde dolaşmıştı. İlk günden beri her haliyle dikkatimi çekiyordu. Tabii yaşadıklarımızı saymazsak. Uyuyunca ise çok tatlı ve yakışıklı gözüküyordu. Parmak uçlarımı yüzünde dolaştırdım. Savaş Karakurt tam karşımdaydı. Benimle aynı yatakta. Üstelik onun kollarının arasındaydım. Daha iki ay önce kaçtığım adamın koynundaydım. Hayat ne kadar da garip... Asla tahmin etmezdim katilimin karısı olacağı. Acaba başıma daha neler gelecekti? Tabii bu işte biraz benim de payım vardı. Eğer o gün kağıtları değiştirmesiydim, şu an Fransa'da kendi evimde kendi hayatımı yaşıyor olacaktım. Ama yaptığım sinirle yaptığım hata hayatımı uçsuz bucaksız bir sokağa sürüklemişti. Ben ise yaptığım hatadan dönmeye çalışıyordum.

 

Annem Savaş'a yaklaşmamı ve onun ekibine sızmamı söylemişti. Ancak nasıl yapacağımı bilmiyordum. Savaş soğuk duvar gibiydi. Sertti ve soğuktu. İşin içine duygu girdiğinde öyle bir hal alıyordu ki bazen beni kırıyordu bile. Ben bu duvarı nasıl yıkacağımı bilmiyordum işte. Bu duvara yaklaştığım anda beni üşütüyordu.

 

Aniden telefon çalmaya başlamasıyla tüm bu düşüncelerden sıyrıldım.

Savaş'ın telefonuydu. Ve onun tarafında komodinin üstündeydi. Önce açıp açmamakla ilgili tereddüt ettim. Fakat ısrarla çalmaya devam edince Savaş'ın üzerinden ona uzanıp telefonu aldım. Arayan babamdı. Hiç düşünmeden telefonu açıp kulağıma koydum. "Alo?"

 

"Defne?"

 

"Baba, günaydın. Nasılsın?"

 

"Kızım, iyiyim de. Sen neden Sarp'ın telefonunu açtın?" Neden mi açtım ? Allah kahretsin evet neden açtım? Biz birlikte değildik ya. Babama şimdi ne diyeceğim? Dün gece birlikte uyuduk mu diyeceğim? En son konuştuğumuzda tabii Savaş olduğunu anladığında beni uyarmıştı. Ondan uzak durmamı hatta onunla yanyana bile gelmemem gerektiğini söylemişti. İki yabancı gibi yaşamalıydık. Şimdi? Allah da benim belamı versin. Başka bir şey demiyorum. Bir dakika, Sarp mı dedi o? Sanırım işteydi. O yüzden öyle konuşuyordu.

 

"Savaş uyuyor baba" dedim kısık sesle. Fakat Savaş hemen uyanmıştı. Gözlerini kırpıştırıp bana baktı. "Kocacığını uyandır, işe gönder. İki saattir onu bekliyoruz operasyon için." dedi imayla ve sinirle. "Bu nasıl bir sorumsuzluk?"

 

"Tamam uyandırırım. Birazdan gelir."

 

"Tamam bekliyoruz. Çabuk." Oldukça sabırsızdı.

 

"Tamam" deyip telefonu kapattım. Dirseğimin üstüne yan yatmıştım. "Kimdi?" dedi Savaş gözlerini elleriyle ovuşturarak.

 

"Babam."

 

"Ne diyor?"

 

"Operasyon için seni bekliyor." Savaş duyduğu cümleyle aniden yerinden fırladı. "Hay aksi. Unuttum ben onu." Hızla ayağa kalkıp dolaba geçti. Siyah kot pantolonu ve koyu yeşil boğazlı kazak giyinip aynanın karşısına geçti. Saçlarını taramaya başladı.

 

"Babam fena kızgındı, seni birazcık zorlaya bilir."

 

Alayla güldü. "O biraz sıkar yalnız." Koluna saatini takmaya başladı. Başını çevirip bana döndü. Sırtımı yatağın başlığına yaslamış çarşafı göğsüme kadar çekmiştim.

 

"Sen bugün evde kal. Bir yere çıkma. Benim işim erken bitecek zaten. Gelirim."

 

"Sen olmadan canım sıkılmıyor sen olunca sıkılıyorum." Tek kaşını kaldırıp bana baktı. "İstediğini aldın, laf atmalara başladık mı?"

 

Sırıtarak omuz silktim. "İlk ve sondu." Kaşlarını hafifçe çattı. "Kim demiş onu?" Boş boş gözlerle suratına baktım. "Ben."

 

"Yok öyle bir şey. Gerçekten karımsın artık. İstediğimiz zaman -"

 

"Bana bir daha yaklaşma demiştin. Ama sen bana dokundun." Bakışları donakaldı. Tam ağzını açıp bir kelime diyecekken "bundan sonra sana yaklaşmam da dokunmam da" dedim. "İnan ki o ilaç olmasaydı aramızda geçen hiçbir şey olmayacaktı, yaşadıklarımız ilacın yüzünden. Seninle ilgili bir şey yok yani. Sana karşı koyamadığımı düşünme" dedim acımasızca. "Yerinde bir başkası olsaydı da yine aynı durum yaşanırdı." Cümlem çok ağırdı ama seven için. Sevmeyen birisi için sıradan bir cümleydi...

 

"İzin verseydim de başkasının kollarına mı girseydin?"

 

"Bu seni ne ilgilendirir?"

 

Savaş ağırca yutkunurak bakışlarını benden çekti. Saatini koluna takarak başını hafifçe salladı. "İlgilendirir, sakın benleyken beni aldatmaya kalkma. Gebertirim seni. İnan bunu yaparım."

 

"Sen başka kadınlarla-"

 

"Onunla aramızda hiçbir şey yok" dedi öfkeyle bana doğru gelerek. "Sana kaç kere söylemem gerek? Kıt mısın?"

 

"Benimle doğru konuş ve bana bağırma!"

 

"Doğru düzgün konuşunca da anlamıyorsun. Ayrıca bu başımıza gelen her şey senin suçun. Bilmediğin yerlere gidip bilmediğin adamların içkilerini içince ne olmasını bekliyordun?" Artık sinirimi bozmaya başlamıştı. "Ben o adamın içkisini içmedim. Ne ara içkime ilaç koydu farkında olmadım."

 

"Demek ki küçük canavar ara sıra zekasını kullanamıyor."

 

"Savaş yeter artık. Sinirlenmek istemiyorum zaten halim yok. Seninle uğraşamam."

 

Saatini taktıktan sonra bana doğru gelip yatakta oturdu. "Tüh, ben seninle uğraşmayı seviyorum ama." Yüzünde sinsi bir gülüş yer almıştı.

 

"Manyak!" dedim. Bir anda üzerime doğru gelip yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Dün gece öyle demiyordun ama." Bakışları dudaklarıma kaydı. "Bak, tamam biraz kötü olaylar yaşadık, ortalık karıştı falan ama sen benim karımsın. Kim olduğumu unutma, benimle konuşurken cümlelerini seçerek konuş. Sana zarar vermek istemiyorum. Beni buna zorlama. Sen beni çok iyi tanıyorsun, neler yapabileceğimi de çok iyi biliyorsun." İşaret parmağını göğsümün üstünde dolaştırdığında bedenim dokunuşuyla ürpermişti. "İstediğim zaman sana dokuna bileceğimi de söylememe gerek yok bence. Öyle değil mi?"

 

"Ben istersem eğer."

 

"Sen zaten istiyorsun."

 

Gözlerine duygusuz gözlerle bakarken dudakları enseme küçük bir buse kondurdu. Dokunuşuyle bedenim yine tepki veriyordu. Kalbim tekledi bir anda. Dokunuşuyla, bakışıyla, ses tonuyla kalbimi ısıtıyordu. Bu adam bu kadar soğuk olmasına rağmen nasıl kalbimi ısıtıyordu? "İpler senin değil benim elimde olacak." Bakışları tekrar beni buldu. Tek kaşını havaya kaldırdı. "Sen bana teslim olacaksın Savaş Karakurt. Karşımda diz çöktüreceğim sana."

 

"Sana yenilmekten onur duyarım karıcığım." Gözleri ilk günkü gibi bana bakarken dudakları ince bir çizgi halini aldı. Ellerimi göğsüne yaslayıp biraz daha yaklaştım ona doğru. "O kalbinin de sahibi olacağım Savaş. Bana yenileceksin," dudaklarını dudaklarıma dokundurdu. "Her anlamda" dedim fısıltıyla. Tam dudaklarımız kavuşacakken tekrar telefon çalmaya başladı. Babam arıyordu yine. Ayrılıp telefonu kulağına götürdü, bana başıyla işaret edip dışarı çıktı.

 

Dün geceden sonra aramızdaki ilişki boyut atlamıştı. Birbirimize karşı tavırlarımız değişmişti. İyi anlamda mı kötü anlamda mı bilmiyorum. Ama bunu bize zaman gösterecekti.

 

Kadınlığımda hala sızlanmalar vardı. Dün gece ilk ilişkim olmasına rağmen çok fazla ileri gitmiştik. O yüzden her yerim ağrıyordu. Özelikle de sırtım.

 

Yataktan durmayı henüz istemiyordum. Bu yüzden telefonumu alıp oyalanmaya başladım. Hayal defalarca aramıştı yine.

Arama yerine girip tekrar Hayal'i aradım. Birkaç saniye sonrasında telefon açıldı.

 

"Alo, başımın belası neredesin yine?"

 

"Kocamın kollarında uyuya kalmışım. Ne oldu?"

 

Ha ha ha çok komik. Aslında çok şey oldu da hangisinden başlayayım bilmiyorum. Gelmeyi düşünüyor musunuz Defne hanım?

 

"Bugün gelemem. Biraz hastayım. Evden çıkamam."

 

Ne oldu ki? Neyin var?

 

"Üşütmüşüm biraz."

 

Tamam o zaman öğleden sonra Tolga'yla geleceğiz. Tamam mı?

 

Tamam.

 

***

 

Yazarın anlatımıyla.

 

"Tolga nerede Büşra?" Hayal'in sorduğu soruyla Büşra bir anlık durup Hayal'e döndü. "Efendim, hastası var. Odasında ona bakıyor."

 

"Tamam teşekkürler, bir de acil de kimse yok. Nereye gittiler? Hasta falan yok mu acilde?"

 

"Henüz yok doktor hanım. Bu Özel Aytekin hastanesinde patlama olmuştu ya? Doktorlar ve asistanlar hepsi oraya gitti. Oradaki yaralı doktorlara yardım etmek için."

 

"Evet, biliyorum. Ama bu hastanede doktor kalmalı. Ya acil bir hasta gelirse?"

 

"Biz gidelim bazıları geri gelir dediler henüz haber yok."

 

"Hayal hanım, acile hasta geldi. Ne yapacağız? Hiçkimse yok acilde." Hayal'in söylediği cümle ağzında kalmıştı. Tek bir yol kalıyordu. "Tamam gidelim. Siz de diğerlerine haber verin hemen acile gelsin." Hayal diş doktoruydu ama acil hasta olduğunda ve yardıma ihtiyaç olduğunda da birkaç kez müdahale etmişti. Bu yüzden yine de aynısını yapmak zorundaydı.

 

Hızla acile geldiğinde perdeni sonuna kadar çekerek hastanın yanına girdi. Fakat gördüğü manzarayla şok içinde geriye çekildi. Bu Alp'ti. Sol kolundan yaralanmıştı. "Alp?" dedi Hayal şok içinde. Bakışları direk yarasına kaydı.

 

"Yok artık. Sen dişçi değil miydin?" Yaralı olmasına rağmen keyfinden asla ödün vermiyordu. "Ne oldu koluna?" diye sordu Hayal kolunu tutarak. "İyi misin?"

 

"Güzel bir doktor kolumdaki kurşunu çıkarırsa iyi olacağım. Ama senden bahsetmiyorum üstüne alınma."

 

Hayal öfkeyle kaşlarını çattı. "Kurşunu kolundan çıkarıp kalbine sokayım mı?" Yanına geçip makasla kanlı gömleğini kesti. Kurşun çok derinde değildi. "İstediğin yere sokabilirsin" dedi Alp imayla. Fakat gözlerini bir an olsun Hayal'den ayırmıyordu. Hayal eldivenleri takıp Alp'in yanına geçti. Ona belli etmese de onu böyle gördüğü için üzülmüştü. "Kim yaptı? Nasıl oldu bu?" dedi telaşla. Alp onun sesindeki telaşı hisettmişti. "Endişelenme," Alp için hayatında ilk kez birisi endişeleniyordu. Kendini garip hissetmişti. "Endişelenmemek elde değil, baksana haline. Dev gibi adam ne halde."

 

"Dev gibi mi?" dedi Alp yarım yamalak gülerek. Hayal şaşkınlıkla gözlerini açtı. Türkçesinin zayıflığı yine onu rezil etmişti. "Hayır, yani güçlü anlamında."

 

"Güçlü müyüm sence?" Alp kendince Hayal'e güçlü olduğunu itiraf ettirmek istiyordu. Hayal tarafından güçlü görünmek onun egosunu okşuyordu. "Değil misin?"

 

"Bilmem, öyle miyim?"

 

Hayal hiçbir şey demeden işine koyuldu. Pamukla yaranın etrafını temizledikten sonra dikkatlice kurşunu çıkarmaya başladı. "Canın acıyacak birazcık."

 

"Sorun değil. Alışığım."

 

"Nasıl oldu bu?"

 

"Ahh!" diye bağırdı Alp aniden. "Operasyondaydım doktor hanım," dedi acı dolu inlemeyle. "Ateş etti herifin birisi. Karşılık verecekken koluma saplandı şerefsiz."

 

Hayal Alp'in çıplak koluna dokununca Alp Hayal'in yeşil gözlerine kitlendi. Acıyı bile unutturmuşdu o gözleri. Yakından bakınca daha güzeldi. "Sana daha önce gözlerinin güzel olduğunu söyleyen oldu mu?" Hayal iltifat karşısında şaşırmıştı. "Ne-na-nasıl?"

 

"Gözlerin diyorum, çok güzel."

 

"Teşekkür ederim." Gözleri Hayal'in yüzünü inceledi. Her noktasını göz hapsine aldı. Hayal'den hoşlanıyordu. Fakat Savaş'ın planları yüzünden ikinci kurban Hayal olmuştu. Savaş Alp'e Hayal'e yaklaşmasını ve Defne'yle ilgili sırları öğrenmesini istemişti. Fakat Defne Savaş'ın kimliğini öğrenince Hayal de Alp'ten uzaklaşmak zorunda kaldı ve plan suya düştü. Hayal Alp'i kötü birisi olarak biliyordu ancak Alp'in kendini ispatlamaya zamanı olmamıştı. Şimdi de Hayal Alp'ten nefret etmesi Alp'in daha kötü hissettiriyordu. O gün hastanede Hayal'i itmesinin nedeni ise Hayal'e umut vermemekti. Hayal'in de ona karşı bazı duyguları olduğunu biliyordu. Ancak onların karanlık dünyası kızları yerlebir edecekti. Savaş ve Alp karanlıkta yaşamaya alışıktılar. Ancak o karanlığa kızları çekmek istemiyorlardı. Kızların kötü dünyayla tanışmasını, kötü insanlarla birlikte yaşamalarını istemiyordular. Bu yüzden onları kendinden uzak tutmak istiyordular. Ancak bunda pek becerikli değildirler.

 

"Ben seni kırmak istemedim. Seni kullanmak hiç istemedim. Ama Savaş Defne'ni korumak zorunda. Bu yüzden istemediğimiz şeyleri yapabiliriz. O da bende." Hayal birkaç saniyelik başını kaldırıp ona bakan bir çift kahvelere baktı. "Korumakla kırmak arasında ince çizgiyi bilmiyorsunuz siz" dedi Hayal kurşunu çıkararak. Ardından iğne yaptı. Ve yarayı tekrar temizlemeye başladı. Alp acıyla dudaklarını birbirine bastırdı.

 

"Bazen korumak için kırmak zorunda kalıyoruz. Bu durumdan hoşlanmıyoruz."

 

"Niye?" dedi Hayal gülerek. "Katil değil misiniz?" Alp sinirle gözlerini kapattı. "İnsanız" dedi sakince. "Hayal, biz de insanız. Robot değiliz. Üzüle biliyoruz, sinirlene biliyoruz, aşık olabiliyoruz." Gözleri kıpırdamadan Hayal'e bakarken Hayal de gözlerini kırpmadı. "Siz hiç güzel sevmezsiniz, bu yüzden aşık olmayın." Cümlesiyle Alp'i tam kalbinden yaralamıştı. Kurşun yarası bile onun yanında hiçbir şeydi. Her zaman beceriksiz gibi görülen, asla memnun etmeyi beceremeyen Alp Karabey tekrar çocukluğuna geri dönmüştü sanki. Babasının hep ondan şikayet ettiği günlere, annesinin umurunda bile olmadığı o günlere geri dönmüştü. "Onu da beceremem değil mi?" Sesindeki hayal kırıklığı odada yankılandı. Ve bunu Hayal hissetti. Fakat yapacak bir şey yoktu. Alp de onu kırmıştı, hem de ne hissettiğini önemsemeden. "Katilsiniz-"

 

"Artık bıktım ben." Ayağa kalkıp sinirli ifadeyle Hayal'e baktı. "Gelen giden katil de katil diyor. Yeter!" kolunu Hayal'den kurtardığında Hayal panikle ayağa kalktı. "Ne yapıyorsun sen? Daha işim bitmedi."

 

"Biz katillerin, tecavüzcülerin, ve sikinizde bile olmayan canilerin, şeytanların katiliyiz. Biz masumlara dokunmuyoruz. Bizim normal insanlarla işimiz yok. Biz büyük insanlarla çalışıyoruz. Siz ise tutturup katil katil katil yeter artık!" Alp'in öfkesi Hayal'e değildi. Geçmişineydi. Yine geriye dönmüştü. Acıları tazelenmişti.

 

Hayal ise ona bağıran Alp'e karşı daha çok sinirlenmişti. "Bana bağırma! O ses tonuna aşağı indir. Karşında çocuğun yok senin."

 

"İndirmiyorum," dedi Alp öfkeyle. "Ben sana kötü bir şey yapmadım. Sadece öptüm. Kendimi kaybettim. Bunun nesi sende travma yarattı ki? Senin karşında kendimi kaybettim sadece." Hayal sinir bozukluğuyla güldü. Nasıl böyle rahat olabiliyor anlamamıştı. "Önce bana yaklaşıp sonra da işin bittikten sonra çöp gibi kenara atan sendin. Hastanede bana yaptığını hatırlatırım." Alp başını iki yana salladı. Fakat ağzını açıp tek kelime etmedi.

 

"Şimdi uzan şuraya işimi bitireyim." Alp hırçın tavrıyla yerine geçip Hayal'in işini yapmasına izin verdi. Fakat içten içe deliriyordu. Öfkesinden yerinde duramıyordu. "Ayrıca istediğin zaman beni öpemezsin. Hiçbir şeyim değilsin. Bu yaptığın tacize girer."

 

"İstersen bir de tecavüzcü de bana tam olsun. O zaman neden karşılık verdin?"

 

Bu kez susan Hayal'di. Çünkü o gün o da kendini kaptırmıştı. "Bak böyle susarsın işte." Hayal yarayı pansuman yaptıktan sonra ayağa kalktı. "Tamam benim de suçum var. Ama nereden bilebilirim ki senin benden gerçekten hoşlanmadığını, aksine beni kandıracak şerefsiz olduğunu." Alp sinir bozukluğuyla güldü. Hemen şu an ona karşı olan duygularını itiraf edebilirdi. Ama Hayal inanmayacaktı, bu yüzden hiç uğraşmak istemedi. İçinde bitirecekti her şeyi. Çünkü Alp bir şeyler için savaşmayı çoktan bırakmıştı. Babasının ona verdiği en büyük ders savaşmamaktı. Çünkü ona savaşırsa her zaman kaybedeceğini söylemişti.

 

"Hayal?" Tam o sırada Savaş geldi. Hayal'i burada görmeyi beklemiyordu. Ardından Ahu da gelmişti. "Hayal?" sordu aynı şaşkınlıkla. Hayal ise artık işini bitirmişti. "Yarası derin değildi. Kurşunu çıkardım. Birazdan doktor gelip ilaç falan yazacak." Tam o sırada Tolga'nın sesi duyuldu. "Adamı öldürdün mü yoksa?"

 

"Evet, gel cenazesini kaldır." Tolga doktor Bülent beyin peşinden geliyordu. Acilde sadece o vardı. "Komiserim, özür dilerim. Şimdi yetişe bildim. Diğer hastanede sorun çıktı. Siz nasılsınız? Kurşunu çıkardılar mı?"

 

Alp'in bakışları Hayal'e kaydı. Alaycı gülüşü dudaklarına yerleşti. "Doktor hanım yaptı bir şeyler, beni hayatta tutar mı bilmiyorum."

 

"Rica ederim ne demek" dedi Hayal imayla. Bülent hoca Hayal'e döndü. "Hayal hanımın eli yatkın. Birkaç kere de sağ olsun zor durumdan kurtarmıştı bizi. Yani içiniz rahat olsun. Hatta burada bazı doktorlardan bile daha iyi yapar."

 

"Adama yanlış iğne vurmadın değil mi?"

 

"Aklımdan geçmedi değil" dedi Hayal omzunu Tolgaya hafifçe vurarak.

 

"Tamam, her şey gayet yolunda görünüyor. Şimdi size birkaç ilaç yazacağım. Evde sürüp tekrar pansuman yaparsınız."

 

"Tamam doktor bey." Bülent bey yanlarından ayrılınca Savaş kollarını göğsünde birleştirdi. Dik dik Hayal'e bakmaya başladı.

 

"Alp iyi misin?" Ahu Alp'in yanına gelip ellerini tuttuğunda Hayal bakışlarını kaçırdı.

 

"Defne nerede?" diye sordu fısıltıyla Tolga. Fakat Savaş onları izlediği için kolaylıkla ikisini duyabiliyordu. "Evde, bugün gelemez" Hayal kaşlarını çattı. "Duydun işte" dedi fısıltıyla Tolga'ya.

 

"Defne iyi mi?" diye sordu Ahu abisine dönerek.

 

"İyi, biraz yorgun sadece."

 

"Gerçekten merak etmiş gibi davranışı yok mu?" Hayal imayla homurdandığında Ahu kaşlarını çattı.

 

"Neden bahsediyorsun sen?" Ahu ayağa kalkarak Savaş'ın yanında durdu. "Gerçekten umurunda mı acaba?" Ahu bıkkınlıkla gözlerini devirdi. Savaş hafifçe başını sağa yatırırken "bitmedi mi daha?" dedi tok sesle. "Bize karşı nefretiniz bu kadar mı büyük?" O kadar rahatça konuşması Hayal'i daha çok çıldırtıyordu.

 

"Gerçekten sıktı ama. Yorulduk ya. Ne kadar uzanacak bu konu?" Ahu göz devirdi. "Bende insanım Hayal. Benim de duygularım var. Robot değiliz yani. Ayrıca biz hiçbirimiz Defne'den nefret etmiyoruz." Hayal ise onların ne düşündüğünü umursamıyordu. Çünkü Defne'nin onlar yüzünden kaç gece ağladığına şahit olmuştu. Tamam hiçbirinin suçu yoktu belki ama her şeyi Defne'ye anlatmaları gerekiyordu.

 

"Defne'den nefret eden fazla zaten. Size gerek yok Ahu hanım" Tolga tek kaşını kaldırıp Ahu'ya imayla baktı. "Sana Defne'yle ilgili bir sır söyleyeyim mi?" Hayal bu kez Savaş'a döndü.

 

"Defne duygularını içinde yaşayıp içinde bitiren birisi. Senin ruhun bile duymaz onun ne hissettiklerini. Bir de bakmışsın elinden kayıp gitmiştir ve her şey için çok geçtir. O yüzden sana önerim söylediğin her cümleye her lafına dikkat et. Çünkü söyleceğin her kötü kelime zamanı gelince sana geri dönecek. Acısıyla beraber tabi. "

 

"Benim Defne'ye kötü davrandığımı mı düşünüyorsun?" dedi imayla Savaş. Hayal sabrı taşmak üzereymiş gibi burnundan soludu. Fakat susmaya devam ediyordu. Savaş öfkeyle kaşlarını çatarak Hayal'e doğru bir adım attı. "Eğer Defne'ye kötü davransaydım benim evimde değil ya hapiste olurdu ya da hastanede. Ona öyle bir oyun oynardım ki tüm zekasını kullansa bile işin içinden çıkamazdı. Ben Defne'ni korumak için her şeye katlanıyorum zaten. Bir de yetmezmiş gibi o küçük burnunu işlerime sokuyor bir de benimle oyunlar oynuyor hiçbir şey demiyorum susuyorum. Ben kalkarsam Defne yok olur. Bunu o küçük kafanıza sokun." Tehdit ettiğinde ifadesi o kadar ciddi görünüyordu ki...

 

"Defne'ni kimden koruyorsun tam olarak bana söyler misin? Halil Kantar'dan mı?"

 

"Evet, sen onu tanımı-"

 

"Ben onu çok iyi tanıyorum. Hatta Defne de tanıyor. Şu kadarını bil yeter. Halil Kantar hiçbirimizi korkutmuyor. Ondan zerre korkmuyoruz. Bizim onunla daha işimiz var."

Arkasını dönüp odadan çıktı. Odadaki herkes birbirine baktı. Herkes Defne'nin onunla bağlantısını olduğunu düşünüyordu ancak şimdi listeye Hayal'in eklenmesi onları şaşırmıştı. Defne ve Hayal Halil'i nasıl tanıyorlardı?

 

"Ne oldu şimdi? Hayal nereden tanıyor Halil'i? Bu kızların ne gibi bağlantısı var Halil'le?" Ahu abisine döndü. Savaş başını iki yana salladı. "Bilmiyorum, ama umarım tahmin ettiğim şey değildir. Yoksa hiç iyi şeyler olmaz."

 

****

 

Defne'nin anlatımıyla.

 

Acaba çilekli yoğurt mu yesem yoksa muzlu mu? İkisi de var şu an. Ne yapsam ki? Hmm, o zaman ikisini de karıştırıp yiyeyim zehirlendiğimde Savaş'ı şikayet edeyim. Güzel fikir. Hayatım bok gibi ve benim küçük çaplı problemlerimle uğraşmam şaka mı? Yay burcu olduğunu söylemeden göster bu olsa gerek.

 

Aniden kapı çalınca Berna koşarak kapıya gitti. Ben ise muzlu yoğurtu alıp kaşıkla yemeye başladım. Ayağımdaki tavşan patiklerim ve bej renginde dar tayt ve üzerine uzun oversize pembe tavşanlı tişörtümle tam bir tavşan gibi bakışlarımla, yörüngemi kapıya çevirip başımı uzatarak kimin geldiğini görmeye çalıştım. Gelen benim dedemdi.

 

"Tontoş, sen mi geldin?" Kollarımı açarak neşeyle dedeme doğru koşmaya başladım. Sıkıca sarıldığım dedem gülerek "dur kız, düşüreceksin beni yaşlıyım ben" diyerek bana sarıldı.

 

"Nasılsın ne yapıyorsun?"

 

"Hiç, baş belası bir torunum olduğu için mecbur dediklerini yapmak zorundayım."

 

"Eee Cevdet Çelik bey, karşınızda tek kız torununuz var. Veliaht prenses var karşınızda."

 

"Yerim seni ben. Eee dedeye bir şey ikram etmeyecek misin?"

 

"Buyurunuz efenim, sizi böyle alalım." Kollarımı açarak salonu gösterdiğimde dedem içeri girdi. Ben kapıyı kapatıp hemen Berna'ya "tavşan kanı çay Berna hemen "dediğimde Berna hızla mutfağa geçti.

 

"Eee? Miniğim, ne yapıyor bakalım yeni kocasıyla?" Yeni kocamı? Eski koca da mı var? Dedem alem ya.

 

"Hiç, ne yapacağım?"

 

"Savaş'la ilgili bilgi istediğinde onunla evleneceğini asla düşünmedim. Böyle bir sürprize hazır değildim. Ancak düğünde ne oldu öyle?" Koltuğa geçerek iyice yayıldı. Yaşlı adam tabi.

 

"Tontoş, işler biraz karıştı. Uzun hikaye. Sen onu bunu boş ver de. Yılmaz işini halletin mi?" Meraklı gözlerle dedeme baktım.

 

Dedem derin bir nefes aldı. Düşünceliydi. "Açıkçası ben de onunla ilgili konuşmak istiyordum. Dediğini yaptım, adam tutup Yılmaz'a gönderdim. Fakat garip bir şekilde Yılmaz ortada yok."

 

"Nasıl yok? Adam beni tehdit etti. Birden ortadan kaybolmaz."

 

"Bilmiyorum iyice araştırdım fakat yok. Adam yer yarıldı içine girdi sanki. Ama bana soracak olursan birisi kaçırdı."

 

"Nasıl yani? Adamı kim kaçırmış olabilir?" Aklıma ilk Savaş geldi fakat hayır. Çünkü onun hiçbir şeyden haberi yoktu. Haberi olması imkansız. Peki öyleyse ne oldu?

 

"Nereden biliyorsun kaçırdığını?"

 

"Telefonu evdeymiş. Evi de dağıtılmış."

 

Düşünceli gözlerini zemine sabitledi.

"Bilmiyorum ama kim kaçırmışsa iyi şeyler yapmayacağı kesin. Ben yine araştırıyorum. Bakalım neler çıkacak?" Berna tavşan kanı çayı ve benim kahvemi getirdiğinde dedem çaydan yudumlamaya başladı.

 

"Annene söyle arada babası olduğunu hatırlasın." Annem dedeme pek uğramazdı. Tabii barışmışlar ama yine soğukluk vardı tabii.

 

"Dede" dedim çocuk gibi. "Annemi biliyorsun sen. İnatçıdır." Dedemin iki kızı iki oğlu vardı. Anneme ise daha fazla bağlıydı. Çünkü annem diğerlerinden farklıydı. Annemle küs olduklarında bile kalp krizi geçirmiş defalarca hasretinden dolayı. Annemi çok seviyordu. Şimdiyse barışmalarına rağmen annem fazla uğramıyordu dedeme. Babam yüzünden kavga etmişlerdi.

 

"Lanet olsun ki bana benziyor." Huzursuzca homurdandı. "Neyse, ben fazla kalmayayım. Çayımı içeyim gideyim."

 

"Niye ki? İstediğin kadar kalabilirsin."

 

"Şimdi kocacığın gelir, ben Tara ekibiyle yüz göz olmak istemiyorum. Biliyorsun geçmişimi."

 

Dedem bir zamanlar Tara'nın en korkulan hatta en tehlikeli liderlerinden biriydi. O kadar tehlikeliydi ki kimse Cevdet Çelik'in ismini ağzına alamazdı. Bunu bana annem anlatmıştı. Dedem bir süre sonra bu işlere son verdi. Ve ömrünün diğer yarısını huzurlu geçirmek istiyordu. Gürültü patırtı onu rahatsız ediyordu. Ama şimdi kalkıp Tara'ya küçük bir adım atsa yine herkes aynı korkuyla onu karşılardı. Dedeme hatta takma isim olarak Cellat demişlerdi. Anneme yeni geldiği günlerde cellatın kızı derlerdi. Sonra Kraliçe ismini kazanmıştı tabii. Düşünsenize Cellata tontoş diye hitap ettiğimi duysalar belki de delirirlerdi.

 

"Tamam nasıl istersen." Dedem çayını içtikten sonra ayağa kalktı. Onunla vedalaştıktan sonra koltuğa geçip uzandım. Hava bugün fazla yağmurluydu. Dışarıya çıkmak neredeyse imkansızdı. Telefonumla ilgilenmeye başlarken saatin çoktan öğleni geçtiğini fark ettim. Birazdan Savaş gelecekti.

 

Tam o sırada kapının çalmasıyla gözlerimi kapattım. Birazcık geç gelseydi olmazdı sanki. Olduğum yerden doğrulup koltuğa yaslandım. Tabii Berna hemen kapıya koştu. Kapıyı açınca tam da tahmin ettiğim gibi Savaş gelmişti. Ve yalnızdı. Hayret. Kumalarım yok bu sefer.

 

"Hoşgeldin."

 

"Hoş buldum. İyi misin?" Ceketini Berna'ya verip yanıma geldi. Oturup kolunu boynuma attı. Beni kendine doğru çekerek Sırtımı göğsüne yasladı. "İyiyim."

 

Diğer eli ise karnıma gitti. "Ağrın var mı?" diye sordu kısık sesle. Ne bu? Şimdi de merhamet edesi mi geldi? Yavaş hareketlerle okşadı. Başımı kaldırıp omzumun üstünden yüzüne baktım. "Hayır, iyiyim."

 

"Alp vuruldu" dedi direk soğukkanlılıkla. "Ne?!" dedim doğrularak. Tekrar beni kendine çekip çenesini omzumun üstüne koydu. "Bir şeyi yok merak etme iyi. Operasyonda vuruldu. Mekana baskın yaparken bizi tuzağa çektiler. İyi ki dışarıda ekip vardı yoksa hepimizin cesedi çıkardı oradan."

 

"Babam iyi mi? O nasıl?" İç sıkıntısıyla derin bir nefes verdi. "Ona ateş edecektiler Alp siper oldu." Alp babamı kurtarmış. Hayret. Oysa ki onların babamdan nefret ettiğini düşündüm.

 

"Kötü olmuş" Bakışlarımı çektim, karnıma koyduğu elinin parmaklarıyla oynamaya başladım. Tam o anda alyansı fark ettim. Savaş alyans takıyordu. Genelde siyah kırmızı taşlı yüzük takardı ama şu an elinde alyans vardı. Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Ona neden taktığını sormak için deliriyordum ama sormayacaktım. Bundan da bir anlam çıkarır şimdi.

 

Şöminenin sesi odanın sessizliğine karışınca huzur verici ortam oluşmuştu. Başımı arkadan göğsüne yaslamış dışarıdaki yağmuru izliyordum. Gören diyecek mutlu çiftiz. Oysa o benim katilim ben onun baş belası.

 

"Dün gece benimle birlikte olmakla sevdiğin kadına ihanet etmedin mi?"

 

"Sevdiğim kadın onu sevdiğimi bilmiyor. Ayrıca onunla birlikte olsaydım asıl sana ihanet etmiş olurdum. Karımla birlikte oldum, başkasıyla değil."

 

Benim beynim yandı. Duman çıkıyor. Tüm hatlar karıştı. "Hiçbir şey anlamadım."

 

"Boşver. Zamanı gelince anlarsın."

 

"Büyüdüğünde anlarsın de tam olsun."

 

"Farkında mısın ne zaman biz seninle konuşmaya çalışsak hep kavga çıkarmak istiyorsun. Normal konuşuyoruz yine kendi kendine kavga etmek istiyorsun. Sonra bana sinirli diyorsun."

 

"Tüm ayarlarımı bozdun çünkü benim. Önceleri öyle değildim." Sarp'la olduğum zamanları kastettim.

 

"Yanılıyorsun, önceleri de öyleydin. Sarp sen kendini ne sanıyorsun, ne demek istiyorsun, beni sinirlendirme, ben mi suçluyum, ben öyle bir şey demedim brah brah brah."

 

"Ben mi suçluyum?" dedim sinirle doğrularak. Fakat Savaş'ın yüzünde alaylı bir gülüş vardı. Söylediğim cümleyle tek kaşı imayla havaya kalktı.

 

Hay aksi. Adam yine haklı çıktı. Hayır, Defne sen her zaman her koşulda haklısın.

 

Kollarımı göğsümde birleştirip kaşlarımı çattım. "Beni sinirlendirme" dediğimde sırıttı. Ben uzağına gitmiştim. Fakat tekrar yanıma gelip beni kendine çekti. "Tamam karıcığım, sinirlendirmem. Ama dün gece kelepçenin intikamını almam gerek. Yoksa bu gece bana uyku yok."

 

"Aldın ya?" dedim çıkışarak. "Nç almadım."

 

"Bana dokunmayacaksın, dün gece dediğim gibi ilacın etkisi-"

 

Tam o sırada kapının çalmasıyla lafım yarıda kalmıştı. Berna koşarak kapıya gittiğinde Savaş'la ben aynı anda merakla kaşlarımızı çattık. "Savaş bey evde mi?" Ahenk'in sesiydi. Hızla Savaş'a sokulup kolunu belime attım. Diğer elimle de elini tuttum. Savaş ise sırıtarak beni izliyordu.

 

Ahenk salona geldiğine bizi sarmaş dolaş gördüğü anda kaşlarını sinirle çattı. Tabii bunu beklemiyordu. "Savaş, seninle konuşmak istediğim bir konu var."

 

"Nedir?"

 

Bakışları bana kaydı. "Yalnız" Tabi ben hain olduğum için benim yanımda konuşamazdı. İlla yalnız kalacaklar. Havalara bak. Görende diyecek dünyayı kurtaracak planı var. "Sen çık odama. Geliyorum ben de."

 

Ahenk hızla merdivenlere yöneldiğinde Savaş o gittikten sonra bana doğru eğilip "birazdan ekip gelecek, ortalıkta görünmeni istemiyorum" dediğinde kaşlarımı çattım. "Ortalıkta görüneceğim, rahatsızsanız başka yerde konuşun" diye çıkıştım. Fakat Savaş'ın yüzünde ciddi ifade yer aldı. Sanki dediğini yapmazsam başıma iyi şeyler gelmeyecek gibi... Tedirgin olmuştum. "Odana git ve oradan çıkma!"

 

Cevap vermemi beklemeden ayağa kalkarak merdivenlere yöneldi. Bu adam sinirlerimi bozmak için yaratılmıştı. O belli. Daha biraz önce ne güzel anlaşıyorduk. Sıradan bir terazi işte.

 

Birkaç dakika koltukta boş boş oturduktan sonra sıkılmaya başlamıştım. Yağmur yavaş yavaş duruyordu. Dışarı çıkmak istiyorum ama yağmur yüzünden eve tıkılıp kaldım. Bir de Savaş'ın emirlerini çekmem lazımdı.

 

"Çabuk gelin. Evde canım sıkılıyor." Diye bir mesaj yazıp gönderdim Hayal'e. Yoksa sıkıntıdan patlarım. Acaba birazcık hayatıma adrenalin ya da aksiyon olsa kötü olmazdı.

 

Birkaç dakika sonra tekrar kapı çaldı. Bu kez Savaş'ın korumalarından birisiydi. "Defne hanımı çağıra bilir misin?" Berna beni çağırmak için geldiğinde çoktan ayağa kalkmış kapıya yönelmiştim.

 

"Ne var?"

 

"Efendim, Sinan denilen birisi sizi soruyor."

 

"Sinan mı?" İsmi hiç tanıdık gelmemişti. Üzerimdeki gri eşofmanımın üzerine siyah montumu alıp dışarı çıktım. Kapıda korumaların yanında bir adam beni bekliyordu. Üzerinde takım elbise vardı. Hiç tehlikeli bir tipe benzemiyordu. "Defne hanım, siz misiniz?" Yanına gelmemi beklemeden uzaktan bana seslendi.

 

"Evet, benim" dedim tereddütle. Adam mutlu bir yüz ifadesiyle gülümsedi. "Benim annem sizin hastaneye gelmiş. Dişine siz bakmışsınız. Fakat biraz sorun çıktı hastaneye gittik. Hastanede olmadığınızı söylediler. Annemin dişinin fotoğrafı bende var. Kendisi gelemedi. Eğer ciddi sorun yoksa bir de yormayayım kadını. Bir bakar mısınız?"

 

Bu durum bana oldukça ilginç gelmişti. Çünkü ilk kez böyle bir şeyle karşılaşıyordum." Tabi sorun değil." Kapıdan çıkıp adamın yanına gittiğimde adam beni biraz uzağa götürdü ve telefonunu açıp bana gösterdi.

 

Şok içinde gözlerimi açtım. Çünkü görüntülü arama vardı. Ve Keno'ya silah doğrultulmuştu. "Eğer şimdi bizimle gelmezsen adamın ölür." Korku tüm bedenimi işgal ederken korkuyla gözlerimi adama çevirdim. Ne yapacağım şimdi ben? Adamlar 10 metre uzağımdaydım. Bir işaretime adamı indirirlerdi. Fakat Keno söz konusuydu. Onun hayatını tehlikeye atamazdım. Ya ona bir şey yaparlarsa?

 

Başımı zoraki şekilde salladığımda "doktor hanım arabada kızım var, onun dişine de baka bilir misiniz?" dedi nazikçe yüksek sesle. Resmen kaçırılıyordum. İmdat! Adamlar hiçbir şeyden şüphelenmediler. Keşke Savaş olsaydı, heme anlar adamı indirirdi.

 

"Ta-tamam" dedim kekeleyerek. Adamın arabasına doğru ilerledim. Tam arabaya binecekken Alp "Defne?" diye seslendi uzaktan. Fakat adam belinden silahı çıkarıp gizlice karnıma doğrulttu. "Bin şu arabaya. Alp işkillenmişti." Ne oluyor orada?"

 

"Yardım et!" diye bağırdım sonunda. Fakat nafile. Adam başıma sertçe vurup içeriye attı beni.

 

"Defne!" diye bağırdı Alp. Uzaktaydılar. Fakat biz çoktan arabaya binmiştik. Korumalar bir şeylerin ters gittiğini anlayınca silahlarını çıkarıp ateş etmeye başladılar. Ancak araba çoktan hareket etmeye başladı. Alp peşimizden koşarak gelmeye başladı. Fakat araba çok hızlıydı. Sonda geri dönünce arabayla peşimize düşeceklerini tahmin etmek zor değildi. İçeride o vardı. Kızın nişanlısı. "Defne Yıldız Aksoy değil mi?"

 

"Sen?"

 

"Orada olunca kolaylıkla yendin bizi. Şimdi yen bakalım." Sinan denen herif kolumu sıkıca tutmuş hareket etmemi engelliyordu. "Bırak beni!" Kolumu ondan kurtarmak için sağ sola savurdum kendimi. Ama nafile. Kurtulmak kolay değildi.

 

"Rahat dur!" diye bağırdı üstüme. Ama benim teslim olma niyetim yoktu. Sinan'ı ittirdiğimde adam arabanın kapısına çarptı, ardından o öfkeyle doğrulup bana tokat attığında başım arabanın camına sertçe değdi. Acı içinde inlediğimde tekrar bir tokat attı. Yüzüm tokadın etkisiyle yanıyordu. Canımın acısını gözyaşlarım bastırmıştı. "Bırakın beni n'olur..." Korkuyordum, ya yetişemezlerse diye çok korkuyordum. Canım yanıyordu, adamlar bana zarar verecektiler. Kızın nişanlısı bana doğru yaklaşıp çenemi sıkıca kavradı. "Bana bak, benim asabımı bozma rahat dur. Yoksa minicik beynini patlatırım."

 

Teslim olmaktan başka yolum kalmamıştı. En azından Savaş'ın beni bulana kadar dediklerini yapmam gerekiyordu.

 

"Cemal, arkadan bir sürü araba geliyor. Neye bulaştırdın bizi ulan, piç herif!"

 

"Ne?!" Cemal hızla başını kaldırıp arka camdan peşimizden gelenlere baktığında bende baktım. Geliyordular. Savaş ve diğerleri üç arabayla peşimizdeydiler. Mutlu olmuştum.

 

"Kim ulan bunlar?!"

 

"Yeraltı dünyası size merhaba diyor" dedim gülerek. Adam neye uğradığını şaşırmıştı. Sinan hemen silahını çıkarıp camı açtı. Ve arkadaki arabalara doğru ateş etmeye başladı. Cemal da aynısını yaptığında Alp'in kullandığı araba kontrolü kaybediyordu. Bir şey yapmam gerekiyor. Onların işini gittikçe zorlaştırıyorlardı. Aklıma aniden fikir geldi. Sinan camdan çıkarak ateş ederken aniden hiç fark ettirmeden kapıyı açıp onu dışarı ittim. Sinan yolda savrulurken Cemal üzerime yürüyüp beni tutarak silahı bana çevirdi. "Ulan manyak ne yaptın?!"

 

"Bırak beni!" diye bağırmaya başladım. Kalbim korkuyla dört nala koşarken panikle sürekli başka bir yol bulmaya çalışıyordum. Saçımdan tutarak ard arda üç tokat yüzüme savurduğunda acı çekmeni umursamadan karnıma sert bir yumruk vurdu. Acıyla bağırdım. Bitsin artık bu acı!

 

Şöför arabayı bir sağa bir sola savururken Cemal beni bırakıp arkaya döndü tekrar. Aklına bir gelmiş olmalı ki hemen ön koltuğa geçti ve öyle ateş etmeye başladı. Arkadan Alp'in kullandığı araba sağ sol yaparak bizi geçmeye çalışsa da pek yetişemiyordu. Savaş'ı göremiyordum ama orada olması gerekiyordu. Bizim araba hızla başka bir sokağa geçince hızla hareket ettiği için hepimiz sağa sola savruluyorduk. "Allah senin belanı versin Cemal!" Şöför Cemal'a bela okurken Cemal panikle sürekli arkaya bakıyordu. Neye bulaştıklarının farkında değillerdi.

 

"Bağırma ulan Ahmet! Hızlan, çabuk!" Fakat Alp sağdan Cesur da soldan sıkıştırınca içerideki korumalar çıkıp bize ateş etmeye başladılar. Fakat sanki bir şey oldu ve hepsi tekrar içeri girdi. Kaza yapma ihtimalimiz oldukça yüksekti. Arabalar iki taraftan da bizi sıkıştırınca Ahmet gaza basarak uzaklaştı. Tam önümüzde tır duruyordu ve durmakdan başka çaremiz de yoktu. Şans yine yüzüme gülmüştü. Araba yavaşladığında ikisi de paniklemişti. Tamamen durduğunda ise panikle etrafa baktılar. Fakat kimse yoktu. "Atlattık mı?" diye sordu Ahmet Cemal'a.

 

"Sanırım."

 

Şimdi ise panikleme sırası bendeydi. Çünkü kimse yoktu. "Şimdi geliyoruz sana. Başıma fena bela oldun." Cemal silahını bana doğrultuğunda arabanın üstünden bir ses duyuldu. Sanki birisi vardı. Arabanın üzerinden geçip kaputunun üstünde diz çöküp silahını Cemal'a doğrulttu. Savaş'tı. Gözlerindeki öfke baktığı adamı yakıp geçecek kadar güçlüydü. Ve bakışları Cemal'daydı. Cemal korkuyla yutkundu. Tam o sırada elindeki silahı bir anlık unutmuştu. Bunu fırsat bildim. Tam silahını fark edip Savaş'a doğrultacakken elinden silahı kapıp ona doğrulttum. Şaşırdı. Şimdi daha çok paniklemişti. Cesur aniden gelip Cemal'in olduğu taraftan kapıya yaklaşınca silahını Cemal'a, Alp ise Ahmed' e çevirdi. Şimdi kıskıvrak yakalanmışlardı.

 

Savaş elindeki silahı indirmeden in diye işaret etti. Cemal ve Ahmet'in başka yolu yoktu. Çaresizce arabadan indiler. Onlar inince adamlar onlara tekme tokat dalıp dövmeye başladılar. Ardından enselerinden yakalayıp arabaya doğru götürünce ben de arabadan indim. Bundan sonra başlarına ne geleceğini tahmin etmek zor değildi. Herhalde polise vermeyecektiler. Onların arkasından bakakaldım. Canımın acısı hala geçmemişti. Başım çok fena ağrıyordu. Yanağım sızlıyordu. Savaş telaşla yanıma gelip bana sıkıca sarılınca neye uğradığımı şaşırmıştım.

 

"Sana kaybol dediğimde bunu kastetmemiştim. Delirdim ulan! Sana bir şey olacak diye delirdim." Endişeli sesi içimi sızlatıyordu.

 

"Çok korktum," dedim ağlamaklı sesimle. Gözleri yüzümde dolaştı. "Ne yaptılar sana? Dudağın kanıyor." Baş parmağını dudaklarıma dokundurdu. Telaşlıydı, hiç olmadığı kadar hem de.

 

"Vurdular."

 

Dişlerinin arasından küfür edip beni kendine yasladı. Kolları sıkıca sarmıştı beni. Bir an gerçekten korkmuştum, özellikle izimizi kaybettiklerini düşündüğüm an delirmiştim. Savaş'ı göreceğime bu kadar sevineceğim aklımın ucundan bile geçmezdi. Ama Savaş'a yaslandım, ne kadar da inkar etsem Savaş'a güvendiğimi şimdi anlamıştım.

 

"Defne!" diye bağırdı Cesur yanımıza gelerek. Adamı arabaya bindirdikten sonra bize doğru geldi. "İyi misin?" O da çok telaşlıydı. Hepsi korkudan delirmiş gibiydi. Korkudan bedenim titriyordu. Başımı sallamakla yetinmiştim. Bir anda bana sarılınca şok içine şok yaşadım. Benim için bu kadar endişelenmeleri normal değil.

 

"Sen adamı arabadan mı attın?" Alp Ahmet'i bırakmış bize doğru geliyordu.

 

Başımı salladığımda üçü de sinirle güldü. "Ne yapsaydım? Size ateş ediyordu."

 

"Yani bizim için mi endişelendin?" Tek kaşı havaya kalktı. Arkadaşı değil mi aynı ego. Nerede görsem tanırım.

 

"Kendim için endişelendim. Sizi vursaydı beni kim kurtarırdı acaba?" Konuyu kendime nasıl çevirdim ama. Muhteşem ötesi bir şeyim ya. İyiki varım.

 

Alp ve Cesur gülerken Savaş oldukça ciddiydi. Fakat bu ciddiyeti bana değildi. Gözleri yaralarıma kaydı. Acır gibi bakıyordu. Kalbi olduğu şüpheli ama sanki beni bu halde görmek ona kötü hissettiriyordu.

 

"Onun parmaklarını teker teker kıracağım. Her kırdığım parmağın acısını yaşayacak..." Gözlerini gözlerime sabitledi. Bir şey söylemek istiyordu fakat cesaret edemiyor gibiydi. Hiçbir şey demedi, elimden tutup beni tekrar kendine çekti. Kollarını belime yerleştirip çenesini kafamın üstüne koydu derin bir nefes alarak. Savaş Karakurt benim için ilk kez endişelenmişti... Korkmuştu...

 

****

 

"Sen o adamla neden arabaya bindin? O adam kim?" Savaş öfkeyle salonun içinde volta atıyordu. Anlatmam gereken bir durumdaydım. Çünkü biraz daha anlatmazsam suçlu ben çıkacaktım.

 

"O gün yoldayken Keno'yla birlikte bir eczanenin önünde durduk. Karşısında da restoran vardı." Kollarımı kendime sarmıştım. Kendimi sorguda gibi hissetmek daha çok geriyordu beni. "Keno eczaneye giderken ben arabada bekledim. Restorandan bu adam Cemal yani nişanlısıyla beraber çıktı. Kadını zorla arabaya götürüyorlardı. Hatta gözümün önünde kadına vurdu. Dayanamadım, yardım etmek istedim. Tabii tek başıma pek bir şey beceremedim." Adama kafa attım Savaş Karakurt. Ehey, karın neler yapıyor haberin yok.

 

"Sonra zaten Keno geldi ve onları bir güzel patakladı. Sonrasında zaten kızı alıp arabaya götürdüm. Galiba onun için birazcık kinlenmiş."

 

Hayır canısı. Adama kafa atıp yere serdiğin adam erkekliğine sığdıramadı. Bu yüzden silahla senin peşinden geldi.

 

"Her şeyi o kadar normalmiş gibi anlatıyorsun ki ben bile sakinim şu an." Sesinden hayranlık yağıyordu. "Delirtme beni!" diye bağırdı bir anda. İrkildim. "Ne bağırıyorsun? Anlatıyorum ya!"

 

"Adam biraz mı kinlenmiş sence? Seni kaçıracak kadar gözü dönmüş. Evime gelmiş, karımı kaçıracak kadar aklını yitirmiş."

 

"Defne, neden arabaya bindin peki?" Bu kez sorgu Alp'teydi. "Beni tehdit etti" dedim cırlayarak. "Keno'nu vurmakla tehdit etti."

 

"Vursaydı ya" dedi Keno sinirle. "Sen neden onun dediğini yapıyorsun? Ben bir kurşunla ölecek adam mıyım?"

 

"İki kurşunla mı ölürsün?" dedim konuyu değiştirmek çabasındayken. Fakat nafile. Asla değişmez konu. "Defne!" diye bağırdı bu kez Keno. "Sen zaten hassas bir durumdasın. Şu an düşmanların parmak sayısını geçti. Daha dikkatli olman gerekirken başımı bir çeviriyorum belanın içindesin. Bir dur artık." Bunlar birlik olmuş benim üzerime mi yürüyor?

 

"Ben boşuna canavar demiyorum. Tam bela mıktanısı." Savaş'la Keno birleşmiş bana karşı. Rüyamda bile göremezdim.

Ay ben şok.

 

"Ya ne yaptım sanki ben? Ortalıkta durup ay ben bela istiyorum gelip beni yakalayın mı diyorum. Gelip kendileri beni buluyor. Ayrıca hepsi senin yüzünden." Bu kez Savaş'a döndüm. Kollarını çözüp çatık kaşlarla bana döndü. "Sen hayatıma girdiğinden beri her şey altüst oldu. Bela başımdan eksilmiyor. Hepsi senin yüzünden."

 

"Ben mi dedim gel benimle evlen?"

 

"Evet, sen dedin. Demedin mi gel evlenelim iki aya kalmaz boşanırız. Annelerimizi kandırıp boşanırız. Demedin mi?"

 

"Gerizekalı, biz zaten evlenecektik, bir çözüm yoluydu sadece. Ayrıca ben kafana silah dayanmadım. Kendin kabul ettin."

 

"Evet, kabul ettim. Çünkü Serap'ı kurtarmak için senin elindeki dosyalara ulaşmam gerekiyordu. Bunun için de sana yaklaşmam gerekiyordu."

 

"Ne?!" Şok içinde bana bakarken öfkeyle kaşları çatıldı. Allah kahretsin! Yanlışlıkla her şeyi itiraf ettim. İçeride ölüm sessizliği hakimdi. Fakat artık iş işten geçti. Devam.

 

"Ama nereden bileyim beni bir oyunun içine sürükleyeceksin. Ben seni normal insan zannettim. Nereden bileyim ki koskocaman Savaş Karakurt daha doğrusu ondan korunmak için evlenmeyi düşündüğüm Sarp Baysoy aslında Savaş Karakurt'muş. Bu nasıl bir travma farkında mısın?"

 

"İnanamıyorum."

 

"Sen herhalde benim iki gözüme kaşıma aşık olmadın? Senin bir amacın vardı değil mi?" Sustu, bakışlarını kaçırdı. Suçluydu, bunu kendisi de çok iyi biliyordu.

 

"Evet, vardı" dedi Ahu. Savaş keskin bakışlarla Ahu'nun yüzünü hedef aldığında Ahu omuz silkti. "Abim, baştan beri senin peşindeydi. Çünkü Serap'ı o delikten çıkaracak tek kişi sendin. Ve o da senin peşine düştü. Önce tehdit etti ama laf dinlemedin. Sonra da zaten peşine düştüğü kadının evleneceği kadın olduğunu öğrendiğinde daha çok öfkelendi. Çünkü onunla evlenmen senin ona daha yakın olman demekti. Fakat senin ailen işi iyice karıştırdı." Ahu tamamen değişmişti. Benimle konuşması bile kinle doluydu. Ben ona hiçbir şey yapmadığım halde bana karşı tavrının değişmesinin nedenini merak ediyordum.

 

"Senin annen annemle konuşmuş. Savaş'ın babana bir can borcu vardı. Bu can borcunu ödemek için seninle evlenmesini istedi. Fakat annem kabul etmeyince annen anneme Savaş'a ben yetiştirdim onu ben Tara da lider yaptım. İyiliğimin karşılığını istiyorum demiş." Şok içinde duyduklarımı sindirmeye çalışıyordum. Annem Savaş'ı kendisi mi yetiştirdi? Bana neden bunları söylemedi?

 

"Tabi annem de bir şey dememiş mecbur kabul etmiş. Ama işi bittikten sonra boşanacağını demiş."

 

Benimle ilgili malmışım gibi konuşurken canım yanıyordu. Oyunların benim üstümden oynanması benim hayatım yokmuş gibi beni oradan oraya sürüklemeleri kalbimi acıtıyordu. "Sonrasını da zaten biliyorsun. Baban öğrendiğinde evimize geldi ve bu oyunu bitirmek istedi. Fakat annen izin vermedi. Ne konuştular bilmiyorum ama baban sanki zorla kabul etmiş gibiydi."

 

Yutkunurak başımı çevirdim. Kulaklarımı tıkamak istedim. Gerçekleri duymak istemedim, yalanlarla yaşamaya devam etmek istedim. Olmadı, her şey önümdeydi.

 

"Yani tüm oyunu annenle baban planladı. Savaş'ın hiçbir suçu yok!"

 

"Suçu yok öyle mi?" dedim ayağa kalkarak. Tekrar Savaş'a döndüm. "Madem ki işini yapıp çekip defolup gidecektin neden bana yaklaştın? Neden iyiymişsin gibi davrandın. Ben seninle tanışırken zaten yaralıydım. Neden yarama zehir döktün? Neden beni kandırdın?"

 

"Yeter artık Defne!" diye bağırdı Ahu. "Dünya senin etrafında dönmüyor." Sert bakışlarından kurtulmak için önüme döndüm. Savaş'tan atak bekledim olmadı. Önce şaşırsam da ailesini bana tercih ettiğini hatırlayınca taşlar yerine oturdu.

 

Ahu'ya döndüm bu kez. "Biliyor musun, dünya benim etrafımda dönüyor. Abiniz Barış." İsmi ağzıma aldığım anda ikisinin de kaşları çatıldı. "Tanıyorum, nişanlısı Sevda tanıyorum. İkisini de tanıyorum. Başlarına ne geldiğini sizden daha iyi biliyorum. Siz çok şey bildiğinizi zannediyorsunuz ama hiçbir şeyden haberiniz yok."

 

"Ne-Ne saçmalıyorsun?"

 

"Halil'in kurbanlarından olduğunu biliyorum Ahu."

 

"Defne!" diye bağırdı Keno. "Yeter! Sus! Fazla konuştun." Keno geçmişimle ilgili onlara hiçbir şey söylememi istemiyordu. Çünkü onlara zerre güvenmiyordu. Tam karşıma geçip Ahu'nun karşısında durdu. Cesur'un bakışları beni bulmuştu. Çünkü ona her şeyi anlatmıştım.

 

"İşler iyice karışmaya başladı." Alp oflayarak alnına masaj uygulayınca Cesur başını iki yana salladı.

 

"Abi?" Ahu soran gözlerle Savaş'a döndü. Savaş'ın gözleri bendeydi bu kez. Tam o sırada kapı çaldı. Savaş bana bakarken gözleri dedektif edasıyla kısıldı.

 

"Sen Barış'ı nereden biliyorsun? Nereden tanıyorsun?" Ahu üzerime doğru yürümek istediğinde aniden birisi önüme geçti. Başımı kaldırdığımda bunun Tolga olduğunu fark ettim. Hayal ise kapıdaydı. Koşar adımlarla yanımıza geldi. "Sen Defne'ni üzerine mi yürüyorsun?" diye bağırdı Ahu'ya. Ahu ise sinirden yerinde duramıyordu. "Abimi nereden tanıyorsun? Sana soruyorum."

 

Tolga ise Ahu'nu kollarından tutup yanıma gelmesini engelliyordu. "Bak şimdi sinirlisin sakinleş önce." Fakat Ahu yerinde duramıyordu.

 

Alp araya girdi. Ahu'nu kenara çekip ona sarıldığında Ahu başını Alp'in göğsüne yasladı. Ağlıyordu. Savaş'ın gözleri ise kardeşindeydi. Bana bir an olsun bakmıyordu.

 

"Hem oyun oynayın, hem de kızın üstüne yürüyün."

 

"Biz oyun oynamadık aptal!" diye bağırdı Ahu. "Onun her şeyde mükemmel ailesi oyun oynadı. Zavallısın Defne! Böyle bir ailen olduğu için zavallısın. Ama biliyor musun her şeye rağmen senin yerinde olmak isterdim." Gözyaşları teker süzülürken, bağırarak konuşmasıyla sinir krizine girdiği aşikardı. Acısını benden çıkarıyordu. "Acını nereden bilesin ki? Sen şimdiye kadar acı yaşadın mı?"

Savaş hala sessizliğini koruyordu. Ona baktım. Ondan yardım istedim. Ama bana dönüp bakmadı bile. Sanki dediklerine katılıyor gibiydi.

 

"Ahu, kendine gel!" Cesur Ahu'nun üzerine yürüdü. Ahu ise şok içinde Cesur'a baktı. "Yalan mı?

 

Cümle bana o kadar ağır gelmişti ki. Kendimi ilk defa güçsüz, zavallı, acınası bir durumda hissediyordum.

 

"Hayat senin pembe hayatın gibi mükemmel bir yer değil Defne Yıldız Aksoy. Gerçeklerle yüzleş!"

 

Cesur dişlerini sıkarak öfkeyle Ahu'ya bakarken Alp araya girdi. Etraf bulanıklaşmıştı. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp tekrar açtım. Göğüsümün ortasında dikenli bir taş kalbimi ezerek parça parça ediyordu. Her parçası kırıldığında nefesim tıkanıyor her yer bana dar geliyordu.

 

Savaş'ın gözleri bana kaydı. Dik bakışlardı. En çok o canımı yakıyordu işte. Beni koruyup kollayan adam şimdi benden vazgeçmişti.

 

Nefesini verdi. Savaş başını çevirdi. Gözleri dolmuştu. Gözlerini kapatıp sabır çekti. Üzerinde ağır yük varmış gibi gözlerini kapatıp tekrar açtı.

 

"Ben" dedim zorla çıkan sesimle. "Ben sadece arkadaşımı kurtarmak istemiştim. Ben onun suçlu olduğunu bilmiyordum. İnanmak da istemiyordum. Ama yanıldım, beni yanılttı. En yakın arkadaşım beni kandırdı. Ben de bir aptal gibi ona inandım. Ben kimseye kötülük yapmadım. Ben bunları hakedecek hiçbir şey yapmadım. Sadece "dedim burnumu çekerek. Gözyaşlarıma engel olamamıştım. "Tek hatam güvenmekti" Tek tek süzüldü yanağımdan. "Ben güvenmekle hata yaptım. Güvenimi suistimal edeceklerini düşünmedim." Hem Semih hem Serap hem de Sarp. Üçüne de güvenmiştim oysa. Kalbimi onlara açmıştım. O kadar yaşananlara rağmen tekrar savaşmaya hazırdım. Onlar için savaşırken beni feda ettiler. Meğerse en büyük düşmanlarım onlarmış...

 

"Aileme gelince ise onlar ne yapıyorlarsa sadece beni korumak için yapıyorlar. Acının boyutu olmaz Ahu" dedim gözlerine bakarak. "Kimsenin ne yaşadığını asla bilemezsin. Belki de senin pembe gördüğün hayatım benim için karanlıktan başka bir şey değildir. Belki de senin dışarıdan gördüğün o pembe hayatı ben göremiyorumdur. Belki de sonsuza kadar karanlığa mahkum edilmişimdir." O gece kimse yaşananları bilmedi, duymadı göremedi. Çektiğim acıları bilmediler. Duvarlar çığlıklarımı sakladılar. Bağıramadım, kaçamadım. Kurtulamadım...

 

Anne diye bağırdım, baba dedim. Kurtarın dedim. Duymadılar. Gelemediler... Canım öyle bir acıdı ki ölmek istedim. Ölmek için dua ettim., Fakat isyanlarım karanlık gecede kayboldu. Ay utandı saklandı. O gece gökyüzünde ne Yıldız ne de Ay vardı. Simsiyah zifiri karanlık bir gecede hayallerim ellerimden kayıp gitti. Çocukluğum kayıp gitti...

 

Ben o gece bir kere değil bin kere öldüm. Ama cenazemi kaldırmadılar.

 

Ahu susmuştu, herkes susuyordu. Ev sessizliğe gömülüydü. Artık duramazdım. Hızla kapıya yöneldiğimde Keno da arkamdan geliyordu.

 

"Nereye?" Bilmiyordum, sadece uzaklaşmak istemiştim. Motora binip kaskı taktım. "Gelmek istersen peşime takıl." Motoru çalıştırıp hızlıca yola koyuldum.

 

***

 

"Ne yapmayı düşünüyorsun?" Ahu'nun benim hakkında dedikleri kulağımdan gitmiyordu. Kendimi hiç o kadar kötü hissettirmedim şimdiye kadar. Ancak kimse gerçeği bilmiyordu. Bilselerdi belki de bu konuşma geçmezdi.

 

Çiçeği toprakla kavuşturduktan sonra üzerine tekrar toprak dökmeye başladım. Elimle onu iyice bastırdım. Ardından su verdim. Artık hazırdı.

 

"Annem Savaş'a yakın ol dedi. Ama artık plan değişti. Savaş'a değil, düşmanlarına yakın olacağım."

 

"Savaş'a ihanet mi edeceksin?" Bakışlarımı kaldırıp Keno'ya baktım. Kendime bir iyilik yapacaktım. Savaş'ın Halil'i yok etmesine yardım edecektim. "Kendini kurtarmak ihanet sayılıyor mu?"

 

"Kimden başlayacaksın?"

 

Bakışlarımı şehire çevirdim. Kimden başlayacağımı çok iyi biliyordum. Planım Savaş'ın düşmanlarını kendi tarafıma çekmekti. Savaş'a ihanet etmek değildi. Abisinin intikamını almak istediğini biliyordum. Çünkü Barış'ı Halil öldürmüştü. O da bunu gayet iyi biliyordu. İşte ona bu konuda yardım edecektim. İntikam alması için ona bir iyilik yapacaktım.

 

"Cihangir Karakurt'la başlayacağım."

 

Ohaaa dediğinizi duyar gibiyim. Nasılsınız bakalım? Yeni bölümü nasıl buldunuz? Bugün biraz duygusalız.

 

Defne karakteriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

 

Sizce doğru mu yapıyor? Ya da şimdiye kadar neyi yanlış yaptı? Bana soracak olursanız Defne Savaş'tan vazgeçmeli. Çünkü yolun sonunun iyi olmadığını biliyoruz. O onunla evlenmekle hata yapmıştı. Ya da şey her şeyi öğrendiğinde hiçbir şeyi öğrenmemiş gibi davranıp daha çok bilgi elde edebilirdi. Nebilim karışık işler birazcık.

 

Sizce Savaş'ın hatası neydi? Ya da ne yapmalı? Fikirlerinizi yorumlarda belirtin lütfen... Daha fazlası için Takip etmeyi unutmayın lütfen... Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım... Sizi seviyorum...

 

 

Bölüm : 03.01.2025 16:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Adelina / Savaş'ın Yıldız'ı / 25.Bölüm: 'Yüzleşme'
Adelina
Savaş'ın Yıldız'ı

7.04k Okunma

500 Oy

0 Takip
49
Bölümlü Kitap
Giriş1.Bölüm: "İçimizdeki Kötülük"2.Bölüm: "Savaş'ın Peşinde"3.Bölüm: "Tesadüf Değil Plan"4.Bölüm: "Kırılmış Kabulleniş"5.Bölüm: "Arkadaş Olalım mı?"6.Bölüm: "Geri Dönüş"7.Bölüm: "Bilinmeyen Hata"8.Bölüm: "Kaçırılma Krizi"9.Bölüm: "Dağ evinde dağ ayısıyla"10.Bölüm: "İlk Mühür"11.Bölüm: "Kıskançlık Savaşı"12.Bölüm: "Şeytanın Tohumu"13.Bölüm: "İhanet Hançerinin Ateşi"14.Bölüm: "Gerçeklerden Uzak Hayallere Yakın"15.Bölüm: "Korkusuz Yürek"16. Bölüm: "Rüya Gibi Kabus"17.Bölüm: "Aile Olmaya Hazır mısın?"18.Bölüm: "Bir Yıldız İntikamı Düşünün"19.Bölüm: "Topuklu Belalar"20.Bölüm: "Acı Gerçeklerin Rüzgarı"21.Bölüm: "Karanlığı ışığımdan daha güçlü."22.Bölüm: "Kraliçe Geri Dönüyor"23.Bölüm: "Büyük Buluşma"24.Bölüm: "Yıldız Kayması"25.Bölüm: "Yüzleşme"26.Bölüm: "Anne sana ihtiyacım var."27.Bölüm: "Şimdi Sıra Bende"28.Bölüm: "Ben Defne Yıldız Karakurt"29.Bölüm: "Herkesin Kendi Acısı Kendine Yeter"30.Bölüm: "Mahşerin Karanlık Perdesi (Sezon Finali)24.Bölüm: "Özel Bölüm"Özel Bölüm: "Akşam Yemeği(Savaş ve Defne)"(İkinci Kitap) 31.Bölüm: "Dönüyoruz"(2.Sezon)32.bölüm: "İki Ateşin Aşkı"33.Bölüm "Karanlığında Işığımı Kaybettim"34.Bölüm: "İçimizdeki çocuk"35.Bölüm: "Cehenneme Bir Adım Kala"36.bölüm: "1.Gün-Şeytanın Pençesinde"37.Bölüm: "2.gün Kayboluş ya da yok oluş"38.Bölüm: "Savaşın Ortasında Sen ve Ben"39.Bölüm: "Oyunun Gerçek Piyonları"40.Bölüm: "Tutsak Zihinlerin Zincirli Kalpleri"41.Bölüm: "Siyahın Beyaz Lekesi"42.Bölüm: "Karanlığın Sonu"43.Bölüm: "Sahte Sevgi Çemberi"44.Bölüm: "Çizginin Ucunda"45.Bölüm: "Son Seçim"46.Bölüm: "Bozulmuş Düzen"
Hikayeyi Paylaş
Loading...