27. Bölüm

26.Bölüm: "Anne sana ihtiyacım var."

Adelina
adelinashwriterr

Herkese merhabalar... Kısa bir açıklama yapmak istiyorum. Şöyle bir durum söz konusu. Defne gerçekten çok yıprandı, elinde parçalanmış kalbiyle ortada dolaşıyor. Bu yüzden birazcık aksiyon, adrenalin barındıran her şeye kısa bir ara verip sonra tekrardan geri dönüş yaparız. Çünkü Defne karakteri sürekli güçlü olamaz. Bu süreçte ailesinden destek görmesi şart. Bu yüzden Defne ve Savaş sahneleri biraz azalacak, Savaş'ı daha az göreceğiz. Diğer karakterleri benim anlatımımla göreceksiniz zaten de ama bence Defne'nin artık dinlenmeye ihtiyacı var. Çünkü onu çok uzun bir yol bekliyor. Bazılarınız yorumlarda Savaş'la Defne boşansın diye yazmış. Büyük ihtimalle öyle olacak. Ancak ondan önce Defne Savaş'ı tanıyor, Savaş'ın da Defne'ni tanıması gerekiyor. Yani boşanma için henüz erken. Bir de Savaş'a sövenler var. Arkadaşlar, önce bir sakin olalım. Skdkcksllsxkns. Tamam haklısınız da ancak Savaş Defne'nin ne yaşadığını bilmiyor, Defne de hiçbir şey demiyor. Yani birbirlerinden habersizler. Bu yüzden izin verelim de önce birbirlerini tanısınlar sonra gerçekler ortaya çıkacak zaten. Sadece Defne Savaş'la evlenmekle büyük bir hata yaptı. Kurtula bilirdi ama yapmadı... Tabii siz tam tersini düşünmüş de olabilirsiniz saygı duyarım. Ancak karakterler daha yeni yeni tanıyor birbirlerini. Dediğim gibi bu hikaye çok uzun olacak. Yani iki üç kitap yapmayı düşünüyorum. Sezon finali de çok yakında olacak büyük ihtimalle. Bir iki haftalık ara verdikten sonra tekrar devam ederiz. Defne karakterini Savaş'tan daha çok sevdiğinizi biliyorum. Bu yüzden bu kadar sinirlisiniz slkxldkmcmdçs Unutmayın ki Defne'nin hikayesini ben kötü bitirmem. O bunu hakketmiyor. Hatta geçmişi içinde aklımda bazı şeyler var. Yani günün sonunda.... Neyse çok konuşmadan bölüme geçelim.

 

26.Bölüm:" Anne, sana ihtiyacım var."

 

"Ben mum gibi eriyorum. Işığımı söndür, karanlıkta durayım... "

 

>>>>>>>>

 

Hikayelerimiz haritadır. Geleceğe nasıl gideceğimize dair. Ancak bazen o haritaya bakmadan ilerleriz ve geçmişte yaptığımız hataları unutup, tekrar aynı hataları yaparız... Ve daha çok canımız yanar... Peki ne yapmalıyız? Geçmişi unutmasak da geçmişin dikenleri canımızı yakar. Kısacası bir şekilde canımız yanar. O zaman ne yapılmalı? Çünkü ben başka bir yol göremiyorum da. Bana söyler misiniz? Ne yapmam gerek? Düşünemiyorum, artık düşünmek bile yoruyor beni...

 

Kapıyı yavaşça iki kere çaldım. Kararımdan emindim, artık yorgun yola devam edemezdim. Dinlenmem şarttı. Kapıyı Sevim abla açtığında beni görür görmez mutlu suratı düştü. "Kuzum, ne oldu sana?"

 

"Annem evde mi?"

 

"Evde." Omzunun üstünden arkaya doğru seslendi. "Dilara hanım" Anneme hızla kapıya doğru gelirken suratımı görür görmez şok içinde topuklu ayakkabısıyla zemine sertçe vurarak bana doğru geldi. "Anne, yoruldum. Çok yoruldum, omzumda taşıdığım ağır yükler beni çok yordu. Dinlene bilir miyim?" Annem hep bana güçlü ol derdi. Ayakta durmak zorunda olduğumu söylerdi ve biliyor musunuz, yapardım da dediğini... Ama şimdi... Çok farklıydı, ben ayakta duramıyorum, beni daha çok eziyorlar...

 

Annemin hüzünle gözleri doldu. Anlamıştı yorulduğumu, görüyordu ezildiğimi...

 

Sıkıca sardı sımsıcak kollarını bana, saçlarımın kokusunu çekti. Hiçbir şey demedi, biz birbirimizi anlıyorduk zaten...

"Ne oldu sana?" Yüzüm kireç gibi bembeyazdı. Hiçbir makyaj sürmemiştim. Dudağımda yara izi vardı ve belirgindi. Genelde makyajla onları kapatırdım ancak bu kez yaralarımı kapatan makyajı sürecek kadar halim yoktu. Alnımda küçük bir morluk vardı. Ve bunlar Cemal denen herifin bıraktığı izlerdi.

 

Pamuksu ellerini yüzüme getirdi. "Bunları sana kim yaptı? Neden bu haldesin Defne?!"

 

"Uzun hikaye. Sonra anlatırım. Ancak sana söylemem gereken başka bir şey var anne." Kararlıydım, tabii ki bu kararı kolay vermedim. Aylarca düşündüm söyleyip söylememek arasında. Çünkü yüküm gittikçe daha çok ağırlaşıyordu ve ben yükün altında eziliyordum. Yavaş yavaş yok oluyordum. Karar vermiştim, anneme tüm gerçekleri çıplaklığıyla anlatacaktım...

 

***

 

Gözleri ağır ağır dolaştı yüzümde. Tam iki saattir annem ağlıyordu. Her şeyi tüm gerçekleri Halil'le ilgili her şeyi anneme anlattım. Annem Halil'in bana yaptıklarını biliyordu. En ağır işkenceleri söylememiştim. Özellikle tecavüz konusunu... Gerçi hiçbir şey belli değildi. Bir bilinmezlik hep etrafımda gölge olmuştu. Ya yaptıysa ya da belki de yapmaya fırsatı olmadı... Bilmiyordum, başıma ne geldi o gün bilmedim asla... Kalbi dayanamıyordu, canı öyle bir yanıyordu ki, sanki kalbini göğsünden sökmüş gibiydiler. Annem asla ağlayan birisi değildi. Ama şimdi karşımda hıçkırarak ağlıyordu. Elleriyle ellerimi tuttu. "Ben nasıl anneyim ki kızımı koruyamadım, ben nasıl anneyim?!" Kendini suçluyordu. Ancak onun yapabileceği hiçbir şey yoktu. Halil şeytandı.

"Allah benim canımı alsın. Keşke ben ölseydim de sana bir şey olmasaydı..."

 

"Anne," dedim cılız çıkan sesimle. "Yapma ne olur... Ben dayanamıyorum." Artık ağlamak için de gücüm yoktu. Ben yıllarca bu psikolojiden çıkabilmek için psikolog desteği almıştım. Türlü türlü ilaçlar kullanmıştım, hatta uzun bir süre hastanede yatmıştım. Tekrar başarmıştım, tekrar ayağa kalkmıştım, tekrar umutlarım yeşermişti. Ama şimdi yine aynı günleri yaşamak istemiyorum.

 

"Ben aptal gibi gidip bir de canilerin içine attım seni" ayağa kalktı öfkeyle. Kafasını ellerinin arasına alıp öfkeyle bacaklarını zemine çırptı. "Ben, ben her şeyi düzeltmem gerek." Bakışlarımı kaldırıp ona döndüm. "Halil'le bizzat ben ilgileneceğim. Artık bu şahsi meselem olacak benim. Savaş'la boşanman gerek. Artık Savaş'la işimiz bitti." Hemen karar vermişti benim hayatıma.

 

"Anne, babama hiçbir şey demeyeceksin değil mi?" Babam öğrenirse annem gibi tepki vermezdi. Babam bunu kaldıramazdı, babam kendini öldürürdü. Bir keresinde bir operasyonda bir kıza tecavüz edildiği için aylarca yüzü gülmedi, yemek bile doğru düzgün yemedi. Derin bir yas yaşadı, öyle derin yaşadı ki... Şöyle bir cümlesi vardı. O kız benim kızım da olabilirdi. Beni öğrenirse kendini asla affetmezdi. Ben babamı kaybedemezdim.

 

"Hayır, öğrenmeyecek."

 

"Anne, Savaş'tan boşanmama gerek yok. Ayrı yaşamamız yeterli. Çünkü Halil'in karşısında durabilen tek kişi o." Annem burnunu temizleyerek gözlerini sildi. "Artık değil. Bak, Savaş'ı tanıyorum. Sana zarar vermez. Ama babası." Sustu, Cengiz'in pek sağlam ayak olmadığını tahmin ediyordum. Ancak mecburdum. "Son damlanı taşıran ne oldu? Onlar sana bir şey mi yaptı?" Şimdi de bu konuyu söyleyip söylememek arasında kaldım. Çünkü dün hiç iyi şeyler olmamıştı...

 

Bir gün önce

 

"Zümra, yeni gelinin mi?" Zümra hanım gülümseyerek "gelinim değil, kızım kızım" dediğinde gülümsedim. Belki de ailede tek değişmeyen ve iyi insan Zümra hanımdı. Ahu bile değişmişti. Ancak garip olan şu ki Ahu son söylediklerinden sonra bana karşı yine değişmişti. Söylediklerinden pişman mı olmuştu yoksa başka bir şey mi anlamıyorum.

 

Tam yanımda sessizce oturuyordu. Biz Zümra hanımla aile dostlarının düğününe gelmiştik. Daha doğrusu gelmek zorunda kaldım. Zümra hanım bayağı ikna etmeye çalıştı beni. Üzerimde omzu açık, siyah kısa bir elbise vardı. Ayağımda her zamanki gibi siyah altı kırmızı olan stilettolarım.

 

Omuzlarım dışarıdaydı. Saçlarımı ise yarısını toplamış birkaç tutam yüzüme atmıştım.

 

"Ne güzel ne güzel." Kadın yüzüne sahte bir gülüş yerleştirdiğinde samimi olmadığını anlamıştım. "Kızını abimle evlendirmek istiyordu" dedi Ahu kulağıma fısıldayarak. "Annen bir gün geç gelseydi şimdi burada olmazdın belki de."

 

Bunlar beni fazla mı hafife alıyorlar, yoksa bana mı öyle geliyor? Omuz silkerek güldüm. "Ben her şartta sizin hayatınızda olurdum canım. Ben Defne Yıldız Aksoy'um. En fazla abinin deli olduğuna dair rapor çıkarıp onları ayırıp, abinle evlenirdim yani."

 

"Çok fenasın."

 

"Evet, öyleyim. Savaş Karakurt'un karısı oturuyor yanında." Gözlerini devirip sinirle güldü. Başımı kızına baktım. Allah kahretsin! Yine mi sarışın! Yeto ama! Savaş'ın etrafındaki kızlar niye hep sarışın? Belki de zavallı sarışından başka kadın görmediği için sarışınlara ilgisi vardır.

 

Kız bana baktı, gözlerini devirdi. Aman ben de seni çok sevdim zaten.

Gelin damatla karşılıklı dans ederken kızlar da kalkarak onların etrafında çember yaparak dans ediyordular. Normalde herkes ailesiyle oturuyor ama bizimkiler adam öldürmeye gittikleri için biz şimdilik tek başımıza masada oturuyorduk. Karşı masada ise kadın ve uyuz kızı oturuyordu. Tam o sırada kapıda Cengiz bey görüldü. Üzerinde gri takım elbisesiyle oldukça şık görünüyordu. Hemen arkasından ise Savaş girmişti. Beyaz gömleğini pantolonun içine sokmuş, S harfli kemerini takmış, gömleğin kolunu katlamış, siyah ceketini ise elinde taşıyordu.

 

Hayır, yakışıklı değil. Defne kendine hakim ol. Kapa gözlerini ya da aç ama bakma. Yakışıklı değil değil değil.

Kötü o adam. Pis.

 

Hemen önüme döndüm. Şimdi gelecek kokusunu yayacak etrafa delirtecek beni. Hayır, delirme. Kan kokusu gelir kesin. Sakin ol şampiyon.

 

"İyi akşamlar cümleten" Cengiz bey ceketini sandalyeye asıp Zümra hanımın yanına geçti. "Neredesiniz siz iki saattir? Düğün bittiğinde gelseydiniz ya."

 

"Hanım, zaten yorgunum. Bir de sen başlama."

 

"Sen zaten hep bana sıra gelince yorgun ol" dedi Zümra hanım huysuzlanarak. Cengiz bey kolunu Zümra hanımın omzuna atarak ona yanaştı. "Sana yorgun olsaydım bu çocuklar burada olur muydu?"

 

Oha, Cengiz bey hızla koşuyor. Zümra hanım şaşkınlıkla başını çevirdi. "Terbiyesiz herif! Herkes bize bakıyor. Uzak dur benden!" Sinirle Cengiz beyi itmeye kalktı. Fakat Cengiz bey daha çok sarıldı. "Baksınlar, karımı seviyorum kötü bir şey mi yapıyorum?"

 

"Burası yeri mi?"

 

"Ha evde diyorsun yani? Sorun değil." Utanarak ağzımı kapatarak güldüm. Bunlara yaşlı diyenin bence akli dengesi yerinde değil. Ben hayatımda bu kadar cilveli aşk görmedim ya.

 

"Rezil ettin beni geline."

 

"Yok hayır, ben alışığım." Zümra hanımı rahatlatmak için gülümseyerek kurduğum cümleye Savaş tepki vermişti. "Alışık mısın?" Bir dakika, bu ne zaman geldi de yanıma yerleşti? Hiç fark etmedim. Yüz ifadem ciddileşti. Bir de yanıma oturmuş. Çok fazla bakarsam alay eder kesin. Önüne dön kızım.

 

Tekrar kafamı ondan çevirip önüme döndüm. "Annemle babamda böyleler genelde. O yüzden diyorum." Açıklama Savaş'a değil ailesineydi. Kolunu omzumun arkasına sandalyenin kenarına attı. Beyimiz rahat mı bari? Oh oh oh.

 

"Ailelerimiz birbirine ne kadar da benziyor öyle değil mi karıcığım?"

 

"Suyu verir misin?" Ahu'ya meyve suyunu uzatmasını istediğimde Savaş'ın sorusu aramızda asılı kaldı. Ahu suyu bana uzattı. Tabii Ahu'yla da konuşmuyordum. Aramız hala soğuktu. Hele ki son söylediklerinden sonra. Meyve suyunun kapağını açmaya çalışırken tüm gücümü kullandım. Savaş ise dikkatlice beni izliyordu.

 

Zaten açacağız, niye bu kadar bağlıyorsunuz ki sanki? Diktiler mi bunu buraya? Japon yapıştırıcısı mı yapıştırdılar niye açılmıyor? Savaş aniden kollarımın arasından mahsur kalan zavallı meyve suyunu alıp bir çırpıda açtığında donakaldım. Bu meyve suyunun benimle ne alıp veremediği vardı?

 

Bana vermeden bardağıma suyu döktü, ardından tekrar kapağını kapatıp yerine koydu. Kolu da maşallah iki metre.

 

Teşekkür etmem gerekiyor değil mi? Ama ben onunla konuşmuyorum ne yapacağım? Etmesem Zümra hanım burada. Etsem gururum masanın başında. Ne yapacağım? Hayır, gururum daha önemli şu an.

 

Bekledi, bekledi ve bekledi. Sonra da bıkkınlıkla nefes verip "rica ederim ne demek" dediğinde Zümra hanım kaşlarını çattı. Affedersiniz ama oğlunuz biraz kaba olduğu için onunla konuşmuyoruz. İçimden söyledim tabii Zümra hanımın duyduğunu zannetmiyorum.

 

Meyve suyumu yudumlamaya başladığımda gözleri hala üzerimdeydi. Beni izliyordu. "Baban nasıl Defne? Ortalıkta görünmüyor." Cengiz beyin sorusuyla bakışlarım ona kaydı. Babamla arasının rezalet kötü olduğunu ve birbirlerinden nefret ettiğini biliyordum. Bu bir imalı soruydu.

 

"İyi, işte oluyor genelde." Başını salladı, dedektif edasıyla gözlerini kıstı.

"Görüşüyor musun?"

 

Bu ne biçim soru? Tabii ki görüşmek hakkım var. "Henüz görüşmedik ama yakında onlara uğrayacağım."

 

Suratı değişti. Boğazını temizledi. "Açıkçası ben pek sıcak bakmıyorum bu duruma. Biliyorsun, baban bizden nefret ediyor. Aramızda soğukluk yaransın istemem." Güldüm. Annem yavaş yavaş haklı çıkıyordu. "Sizin nasıl baktığınız umursamıyorum, ayrıca bence gayet haklılar. Bunu sizde çok iyi biliyorsunuz. Aramızda soğukluk yaranması için önce bir ilişkimizin olması gerekiyor ama bu ilişki yok çok şükür. Herkesin işi bittikten sonra herkes kendi yoluna." Bu kez gülen Cengiz beydi. "İçindeki Dilara'yı çıkarmasan olmazdı değil mi? Siz zaten hep böyleydiniz. İleri ileri konuşarak bir şey elde edeceğinizi sanıyorsunuz ama-"

 

"Anneme benzemekten şeref duyarım. Ancak karşınızda yalnız Dilara'nın kızı yok. Tara'nın köpek gibi korktuğu cellatın torunu var. Cümlelerinizi seçerek konuşun lütfen." Kim olduğumu onlara hatırlamam lazımdı. Çünkü kendilerini üstün görüyordular.

 

"Cengiz amca," dedi arkadan biraz önceki kız. Sesi oldukça neşeliydi. "Ceren?" dedi Cengiz kızı görür görmez. "Nasılsın?"

 

"İyiyim Cengiz amca sen nasılsın?"

 

"İyiyim."

 

"Savaş?" dedi bu kez Savaş'a dönerek."Nasılsın?" davetkar mı güldü o? Gidip gülüşünü sonlandırayım mı? Tamam Savaş benim olmaya bilir ama kimsenin de olamaz. İzin vermem. Hayırdır sen gülüm?

 

"İyiyim," dedi Savaş gülümseyerek. "Ahu, bugün çok güzel görünüyorsun?" Aldığı şekil midemi bulandırıyordu. "Teşekkür ederim."

 

Bana kısa bir bakış atıp önüne döndü. "Şu şişeleri kafasında kırsam kaç yıl yatarım?"

 

"3,4 yıl en fazla." Savaş'ın cevabıyla başımı salladım "Güzel, otuzuma yetişirim."

 

"Kıskandığını bu kadar belli etmesen keşke" dedi Ahu bu kez. "Tüh, ben de böyleyim canım" dedim imayla. "Artık siz de elinizdekilerle yetineceksiniz" dedim ayağa kalkarak. "Nereye?" dedi Zümra hanım. "Geliyorum." Çantamı alıp lavaboya doğru ilerledim. Elimi yüzümü yıkamak için tabii.

 

Geri döndüğümde hiçbir şey bıraktığım gibi değildi. Benim yerimde Ceren oturuyordu. Yani Savaş'ın tam yanında. Ve ailesiyle kahkaha atarak sohbet ediyordu. Güzel, sanırım fazla olan bendim. İçim sıkılmıştı bu duruma. Hatta fazlasıyla. Artık olay çıkarmanın bir anlamı yoktu. Bu taşan son damlaydı. Bu bana yapılan saygısızlıktan başka bir şey değildi.

Hızla orayı terk etmek için arkamı döndüğümde tam arkamda Cesur'un olduğunu fark ettim. "Nereye?"

 

Başımla mutlu aile tablosunu gösterdim. "Fazlalıktan başka bir şey değilim."

 

Gözleri masaya kaydı, ardından bana döndü. O da pek memnun görünmüyordu. "Bu kadar çabuk mu pes ediyorsun?" Omuzlarım anında düşmüştü. Artık yoruldum, yıprandım. Nereye yetişeceğim bilmiyorum.

 

"Birileri için savaşmaktan yoruldum. Artık birileri benim için savaşmalı bence. Çünkü artık gücüm kalmadı." Yanından geçip gittiğimde arkamdan "Defne Yıldız Aksoy'a yakışır mı bu gidiş? O masayı dağıtman gerekti" dediğinde durdum. Başımı çevirdiğimde "bir şeyleri dağıtınca en çok benim canım yanıyor, bu kez böyle olmalı" deyip yürümeye devam ettim. "Savaş seni nerede bulsun?" Nereye gideceğimi soruyordu. "O bulur beni, ama mümkünse bulmasın."

 

Günümüz

 

"Kimse bana bir şey yapamaz. Ben Savaş'ın Halil'in karşısında durmasını istiyorum anne. Bunun için de harekete geçtim zaten. Çok yakında Halil gelecek, ama hiç beklemediği bir sürprizle karşılaşacak."

 

İki gün önce

 

"Demek Savaş'la kavga ettiniz öyle mi?"

 

"Hayır, sadece biraz tartıştık."

 

"Peki neden buraya geldin? Burada kalmayı düşünüyorsan -"

 

"Neden burada kalayım? Kendi evim var benim." Cihangir kaşlarını çattı. "Öyleyse neden buradasın?" Koltuğa yaslanarak bacağımı bacak üstüne attım. "Seninle açık konuşacağım. Oyun falan yok. Direk olaya gireceğim."

 

"Sevinirim."

 

"Savaş'la aynı grupta olmanı istiyorum."

 

"Öyle mi?" dedi şaşkınlıkla. "Ben de Rusya ve Ukrayna savaşı bitsin istiyorum." Başını havaya kaldırıp hafif sağa eğdi. "Oldu mu?" Sonra dudaklarını imayla büzdü. "Olmadı."

 

"Ciddiyim" dedim tüm ciddiyetimle. Fakat Cihangir silahını çıkarıp elinde sallamaya başladı. "Şimdi, bizim gelin olabilirsin Defne. Ama bu istediğini yaptırman anlamına gelmiyor." Silahın namlusuna baktı. Ardından tekrar bana döndü.

 

"Tam da öyle anlama geliyor. Eğer beni öldürmeyi bırak saçımın teline zarar verirsen Savaş seni yer yüzünden siler." Ciddiye almıyormuş gibi kahkaha attığında sesimi yükselttim. "Bunu sen de çok iyi biliyorsun. Beni öldürmen sana hiçbir şey kazandırmaz. Aksine kaybettirir. Çünkü Savaş bir tek beni dinler." Dinlemezse de zorla dinletiririz.

 

"Güldürme beni ya. Seni dinler öyle mi? Eline fırsat geçse gırtlağına yapışır. Ben de onun işinin kolaylaştırırım." Hala inanmamakta ısrar ediyordu.

 

"Savaş beni öldürmek isteseydi, şimdiye kadar yapmaz mıydı sence? Bu kadar beklemenin ne anlamı vardı?"

 

Sustu, düşünceli gözlerini kıstı. Nokta atışı. Ardından silahını beline soktu. "Neden böyle bir şey istiyorsun? Savaş'ın benim gücüme ihtiyacı yok." Bu iki kuzeni barıştırmak biraz zor olacaktı ama yapmam gerekiyordu.

 

"Yanılıyorsun, Savaş Halil Kantar'dan Barış'ın intikamını almak istiyor. Bu yüzden geriye iki seçenek kalıyor. Ya Halil Kantar'ın adamlarını kendi tarafına çekecek, ya da Halil Kantar'ın tarafına geçip öyle indirecek. Fakat ikinci seçenek çok riskli. Bu yüzden bizim birinci seçeneği uygulamamız lazım. Ben Savaş'ın o şeytanla aynı tarafta olmasını istemiyorum. Savaş için endişeliyim. "

 

" Niye? "

 

Gözlerimi kaçırdım. Ben kendime bir söz verdim. Vazgeçmek daha çok yakıyordu canımı. Bu yüzden savaşmaya karar vermiştim. Kalbim yok olana kadar devam edecektim.

 

"Ben Savaş'ı seviyorum" dedim. Başımı önüme eğdim. Hataydı hem de çok büyük bir hata fakat ben Dilara'nın kızıydım. Sonuna kadar gidecektim.

 

"Onun zarar görmesini istemiyorum. Senin yardımına onun değil benim ihtiyacım var."

 

"Gözlerim doldu sizin aşk hikayenizle gerçekten. Eee? Başka ikna taktiğin yok mu?" Vazgeçmek yoktu. O inatçıydı. Hem de Karakurt inadıydı onda. Ama bende de Aksoy inadı vardı. Hodri meydan.

 

"Kız kardeşin Mehtap" Bakışları donakaldı. Hazırlıklı gelmiştim. Onu nereden vuracağımı çok iyi biliyordum. "Onu Halil öldürdü. Bunu sende biliyorsun. O zaman neden hala onun tarafındasın?" Buraya gelmeden önce Seren Cihangir hakkında gereken her şeyi araştırmıştı. Buraya hazırlıklı gelmiştim. Mehtap beş yıl önce Halil Kantar tarafında vahşice katledilmişti. Nedeni ise Mehtap kocasını kurtarmak içini kendini feda etmesiydi. Kocası da kendisi de Halil Kantar tarafından öldürülmüştü. Mehtap'ın bir de küçük bir kızı vardı. İsmi Asya. Ve o Cihangir'le kalıyordu. Asya daha 6 yaşındaydı ve maalesef böyle bir kötü olayın içine mahkum bırakılmıştı. Cihangir ondan intikam almak için ona yaklaştı. Bunu Keno öğrenmişti benim için. Yaklaşık 3 gündür Cihangir'in evine gizlice adam sokmuştuk. O şu üç günde bizim için fazlasıyla bilgi edinmişti.

 

"Sen de intikamını almak için ona yaklaşıyorsun. O zaman neden güçlerinizi birleştirmiyorsunuz? Böylesi senin için daha kolay olmaz mı? İki Karakurt'un karşısında kimse duramaz Cihangir. O Halil'i yok edebilirsiniz. Sen kardeşinin intikamını, o da abisinin intikamını alırdı. Aynı kandansınız."

 

Fakat Cihangir Savaş'la barışması gerekiyordu önce. Bunu için de geçmişi unutması ve kabullenmesi gerekiyordu. "Bilmediğin şeyler var." Sesi olduğundan daha ılımlıydı. "Anneni biliyorum. Ama emin ol bunların hiçbirisi Savaş'ın suçu değil. Babalarınızın suçu. Savaş annene hiçbir şey yapmadı. Onu suçu olmadığı halde suçlu çıkaramazsın."

 

"Ama ona dedim" dedi ayağa kalkıp bağırarak. "Ben ona dedim. Cengiz'i bırak. Gel birlikte çalışalım dedim. İstemedi. Gelmedi. Ben babamı yüzüstü bırakmam dedi. Beni yarı yolda bıraktı." Öfkeden dolayı gözleri kıpkırmızı olmuştu. Dolmuştu. "Ben her şeyimi kaybettim. Annemi, babamı, kardeşimi. Benim bu hayatta kimsem yok. Ama o? Babası yanında, ailesi yanında." Acıyla gözlerini kapattı. "Ben her şeye rağmen ona elimi tekrar uzattım. Ama o babası gibi. Tıpkı babası gibi yaptı, ona uzatılan eli itti." Gözleri sürekli doluyordu. Fakat umursamıyordu. Gözlerini sertçe sildi. Zor günlerden geçmişti ve hep yalnız kalmıştı. Şimdi Savaş ona elini uzatınca da yine korkuyordu. Yıkılmaktan, paramparça olmaktan korkuyordu. Önce onun güvenini kazanmam gerekti.

 

Ayağa kalkıp önünde durdum. Gözlerim istemsizce dolmuştu. "Savaş sana tekrar elini uzatıyor. Ama bu kez ben varım Cihangir. O elini çekerse ben seni tutmak için orada olacağım. Çünkü benim de içimde yanıp tutuştuğum intikamım var. Ben de senin gibi intikamımı kendi boynumda taşıyorum. Tekrar diyorum benim senin yardımına ihtiyacım var. Acımı dindirmek için o intikamı almam gerekiyor." Çocuk gibi masum gözlerle baktı bana. "Sen tekbaşına ona hiçbir şey yapamazsın. Seni de gebertip bir köşeye atar. "

 

"Umrumda mı sence?"

 

"Peki ya Asya?" dedim titreyen sesimle. "Onun ne suçu var?" Gözlerim dolmuş, dudaklarım titremişti. "Ona bunu yapamazsın. Onu sensiz koyamazsın. Asya'nın senden başka kimsesi yok Cihangir. O büyüdüğünde nasıl bir öfkeyle büyüyecek farkında mısın?" Tıpkı benim gibi. Unutmadığım tek bir gün olmadı. "Acısı hiçbir zaman dinmeyecek. Onu her geçen gün daha çok paramparça edecek. İçindeki ateş hiçbir zaman sönmeyecek. Ve en kötüsü de ne biliyor musun? Asla mutlu olamayacak. Mutlu olduğu anda yine geçmişini hatırlayacak ve tekrar üzülecek. Kimsesiz olduğunu hatırlayacak. Senin bunu ona yapmaya hakkın yok" diye bağırdım sonunda. Çünkü bir kız çocuğunun daha acı çekmesini istemiyordum. Dünyayı kurtaramazdım, ama en azından yetişe bildiğim kız çocuklarını kurtarmalıydım. En çok onların yaşamaya hakkı vardı.

 

Cihangir'in gözyaşları süzülürken artık silmeye çalışmadı. Engellemedi, teslim oldu. İçindeki acının gözyaşlarıyla birlikte akıp gitmesine izin verdi.

 

Bakışları bahçede oynayan Asya'ya kaydı. Daha hiçbir şeyi idrak etmediği için sakince oyuncaklarıyla oynuyordu. Ama gözlerinde hüzün vardı. Bunu fark etmemek mümkün değildi. "Kimsem yok dedin ya?" Ona bir adım atıp bakışlarımı Asya'ya çevirdim. "Senin Asya'n var Cihangir. Kardeşinin emaneti var. Sen kimsesiz değilsin. Sen ölürsen Asya ne yapacak?" dedim gözyaşlarım arasından. Tekrar Cihangir'e döndüm. "Onun için yaşaman gerekiyor. Onun için hayatta olman gerekiyor."

 

Gözleri gözlerimde takılı kaldı. İçindeki acıyı görüyordum. Masum bir erkek çocuğu vardı orada. Ne kadar da koskocaman adam olsa da küçük çocuk bir köşede durmuş bekliyordu. Ve ben o çocuğu gördüm. Güçlü görünmeye çalışıyordu. Ama en çok da bu yoruyordu onu. Güçlü görünmek.

 

Bir anda kollarımı sardım boynuna. "Ben yanında olacağım. Düşmene izin vermeyeceğim. Sana söz veriyorum." Beklemiyordum sarılmasını. Ama yaptı. Bir anda sarıldı bana. Sessizdi ama içindeki fırtınaları ben duyabiliyordum. Güçlü olmaya çalışmak ayrı, güçlü görünmek ayrıydı. En zoru da zaten güçlü görünmekti. Olmadığın gibi görünmeye çalışmak...

 

"Gelin yenge, Savaş bizi böyle görse kesin kafamı kopartır." Cümlesini kurduğu sırada ondan ayrılıp gözlerimi sildim. "Sön bönöm koromo mı sarılıyorsun?"

 

Keyifli bir kahkaha attım. "Evet, kıskançtı değil mi?"

 

"Fazlasıyla."

 

"Kabul edecek misin?" Burnunu çekti. Gözleri düşünceli şekilde etrafta dolaştı. "Bakacağım. Hayır demiyorum ama evet de demiyorum."

 

"Tamam sorun değil. Sen istediğin kadar düşün. Önemli olan direk hayır dememendi zaten."

 

"Bir şey soracağım." Başımı hafifçe salladım. "Sor."

 

"Bu bilgilerin hepsini Savaş sana vermiş olamaz. Nereden buldun?" Sinsice gülüp başımı yana yatırdım. Tam o sırada koruma kapıyı açtı. Ve içeri Seren girdi. Seren'e kapıda beklemesini söylemiştim. "Eee benim süper güçleri olan tanıdıklarım var." Seren giydiği topukluyla içeri girdiği anda Cihangir sesi duymasıyla başını çevirdi. Seren'i gördüğü anda kaşlarını şaşkınlıkla çattı. "Seren Ateş. Benim avukatım ve bilgi rehberim." Seren gelip tam yanımda, Cihangir'in önünde durduğunda Cihangir dudağının kenarıyla güldü. "Merhaba?"

 

"Merhaba" dedi Seren gülümseyerek. "Ben Seren memnun oldum." Elini uzattığında Cihangir Seren'in elini tutarak "Ben de" dedi hayret dolu bakışlarıyla. İçten bir tebessüm edip "avukat hanım, sizi neden daha önce fark etmedim?" dediğinde Seren tek kaşını kaldırıp gülümsedi. "Hayret, oysa fark edilmeyecek kadın değilim."

 

"Kesinlikle!" dedi Cihangir sinsice gülümseyerek. Şok içinde gözlerimi açtım. İlk görüşte aşk bence saçma da ama noluyo şu an mesela? Seren Cihangir'e gülümsediğinde Cihangir'in bakışları Seren'i gözlerinin içindeydi.

Anlaşılan bir ship daha var.

 

***

 

🎀Günümüz

 

 

 

Odamda bıraktığım müzik kutum vardı. Sarı renkte olan müzik kutum. Annem çocukluğuma dair her şeyi saklamıştı odamda. Müzik kutusunu bana annem almıştı. Ama hiç sevmemiştim. Anne bu ne ya ben çocuk muyum derdim. Ama o lanetli hapisten çıktığım anda geceleri müzik kutumun sesiyle uyurdum. Sırf o sesleri hatırlamamak için, sırf kulaklarımı kapatmak için... Ancak pek mümkün değildi. Çünkü o sesler kulağımda değildi zihnimde kaydedilmişti. Ve hiçbir zaman silinmeyecekti...

 

Parmak uçlarımla dokundum müzik kutusuna. Garip hissediyorum, sanki tekrar geçmişe yolculuk etmiştim. Ayağa kalkarak yatağıma geçtim. Pembe kulaklıklığımı aldım komodinin üzerinden. Hep dinlediğim şarkıyı açtım. Pembe mezarlık. Telefonu açıp Pembe mezarlık şarkısını Savaş'a gönderdim. Niye yaptım böyle bir şey bilmiyorum ama içimden gelmişti. Anında onlayn olmuştu.

 

Savaş:

 

"Nereye gittin?"

 

Annemlerdeyim.

 

 

Gelmeyecek misin?

 

Hayır, bir süre burada kalıp

güç toplamak istiyorum.

Çok yorgunum.

 

Tamam.

 

Bu gönderdiğin şarkıyı mı dinliyorsun?

 

Evet. 

 

Dinleme!

 

Neden?

 

Depresyonda mısın?

 

Evet, biraz sanırım.

 

Olma işte. Çık oradan.

 

İzin mi almam gerek?

 

Hayır. Ama istemiyorum dinlemeni.

 

Neden? Kendime bir şey

yapmamdan mı korkuyorsun?

 

https://music.youtube.com/watch?v=0qxTrfCsm-I&si=7rs16v3AE5PCjlNT

 

Çok istiyorsan bunu dinle.

 

Linke tıkladığımda başka bir şarkı çalmaya başladı. Yanında uyansam şarkısı. Kulaklıklardan sızan müzik kulaklarıma dolurken gözlerimi kapattım.

 

Dün gece kapıldım yağmura boş arazide

 

Savunmasız yapayalnız umursamaz halde

 

Bir de baktım ki, gülen biri tuttu elimden

 

Götürdü beni yıldızlara rüyaydı herhalde

 

İstemsizce yüzümde tebessüm oluştu. Çok farklı şarkıydı gerçekten. Çünkü şarkısının sözleri bizi anlatıyordu. Savaş'ı bir keresinde yıldızlara götürmüştüm gerçekten... Savaş gibi adam bunu dinliyorsan nebilim. Bunu Savaş değil Sarp dinleye bilirdi sadece.

 

Unutturdu her derdimi hatırlattı tüm renkleri

 

Savaştı sessizliğimle hayat verdi

 

Şimdi düşersem gökyüzünden ıslanır yanaklarım

 

Tut bırakma elimden ayrılma tenimden

 

Sanki kendimden geçer gibi

 

Sarhoş olsam sevginden içip

 

Tüm hayatım yerle bir olsa

Senle yaşlansam

 

Bir ev kursam kalbine

Sevdiğin çiçekler bahçede

 

Canım yansa da kabustan

Yanında uyansam

 

Sen bunu mu dinliyorsun?

 

Evet, ne oldu ki?

 

Kimi düşünerek?

Sevdiğin kadını mı?

 

Bilmem, beni rahatlatıyor. Yeni başladım dinlemeye.

 

Ne zamandan beri?

 

1 Eylül'den beri.

 

1 EYLÜL... Bizim tanıştığımız günden beri mi? İlk karşılaştığımız günden beri mi? Bu ne demek oluyordu? Daha sonrasından zaten tepeye gitmiştik... Ancak bana geçmişimizi hatırlattığında daha kötü oluyordum. Savaş'a karşı kalbim yumuşuyordu. Olmaması gerekti. Ben bir daha ona güvenmek istemiyorum.

 

"Ben mum gibi eriyorum.

Işığımı söndür, karanlıkta durayım... "

 

Sen karanlığı hakketmiyorsun.

 

Ancak karanlıktaydım.... Demek ki hakkediyormuşum... Hiçbir şey demedim.

 

İyi geceler başkomiser. :)

 

İyi geceler amirin kızı :)

 

***

 

Yazarın anlatımıyla.

 

"Savaş, Defne nereye gitti?" Zümra hanım üzgün ifadeyle oğluna baktı. Çünkü üç gündü Defne onları düğünde bırakıp gitmişti ve henüz haber yoktu.

 

"Elaleme rezil olduk, koskoca Karakurt'ların gelini herkesin içinde masayı terk etti." Cengiz bey öfkeyle kahvaltı yaparken Savaş başını öne eğmiş tabağındaki zeytinle çatalıyla oynuyordu. "Ailesinin yanında. Biraz yalnız kalmaya ihtiyacı var."

 

"Tabii ki koşarak babasının kollarına gidecek. Nereye gidecek ki başka?" Savaş babasının cümlesiyle daha çok sinirleniyordu. "Neden gitmiş?" diye sordu aynı ifadeyle Zümra hanım. "Biz bir şey mi yaptık?"

 

"Cesur görmüş giderken. Ceren bizim yanımıza geldiği için kendini fazlalık gibi görmüş. Kendine yapılan saygısızlık-"

 

"Kız masamıza geldiğinde onu kovsa mıydık? Onlar bizim aile dostumuz." dedi Cengiz bey üste çıkmaya çalışarak. Ancak Zümra hanım hata yaptıklarının farkındaydı. "Gerekirse kovacaktın Cengiz! O masada senin gelinin oturuyordu. Ben seni uyardım, gelmesin diye uyardım."

 

Ahu sakince yerinde kıpırdadı. "Annem haklı. Savaş'la Ceren'i evlendireceğimizi söyleyince -"

Zümra hanım Ahu'nun cümlesiyle daha çok delirdi. "Sen bir de Ceren'i söyledin mi ona?" Ahu yaptığı hatanı daha şimdi farkına varıyordu. "Al birini vur ötekine. Siz baba kız aynısınız." Zümra hanım öfkeyle ayağa kalktı. Defne'nin boşuna masayı terk ettiğini düşündü ancak olay tamamen başkaydı...

 

"İnsanların duygularını ne düşündüklerini umursamazsınız. Allah bilir kız neler düşündü de gitti. Hatta biliyor musunuz iyi yaptı. Ben de olsam ben de aynısını yapardım. Siz insanların ruhunu parçalamakta bir numarasınız. Pislikler sizi!" Hızla masadan uzaklaştı. Öfkeden yerinde duramıyor, eli ayağı titriyordu.

 

"Başımıza gelenlere bak ya. Aksoy'lar sonumuzu getirecek sonunda." Dişlerinin arasından tıslayan Cengiz'e Savaş öfkeyle baktı. "Benim şu an bu konumda olmamı da Aksoy'lar sağladı hatırlatırım. Eğer onlar olmasaydı, ya şimdi toprağın altındaydım, ya da Tara'nın lideri Barlas olurdu. Anladın mı?"

 

Cengiz bey hiçbir şey demedi. Çünkü söylenecek söz yoktu artık. Mendille ağzını silip ayağa kalktı ve masayı terk etti. Şimdiyse masada sadece abi kardeş kalmışlardı.

 

"Abi, ne yapacaksın?"

 

Savaş başını iki yana salladı. Dirseklerini masaya koyup ellerini kenetledi, kafasını kenetlenmiş ellerinin üzerine koydu. "Bilmiyorum, kendi karanlığımda kayboldum. Oysa ki alışmıştım karanlığa. Defne öyle bir parladı ki hayatıma şimdi de yine ışık arıyorum. Karanlıkta büyüyen insan şimdi ışığının arıyor."

 

"Sen gerçekten tutulmuşsun Defne'ye."

 

"Ben alıştım, her şeyine alıştım onun Ahu. Ama şimdi tamamen hayatımdan çıkması bana sarsıcı geliyor. Onu ne hale getirdim farkında değil misin? Mahvettim onu ben. Zaten yaralıydı, yarasını daha açtım." Ahu hafifçe başını salladı. Üzgündü.

 

Savaş konuşmanın bir anlamı olmadığını anlayınca ayağa kalkarak "ben gidiyorum işe, sen gelirsin sonra" deyip masadan ayrıldı. Ahu abisi için çok üzülüyordu. Defne onu kalbini titreten ilk kadın olmuştu. Bu zamana kadar kimse onun duvarlarını söküp kalbine girememişti. Şimdiyse Savaş'ın Defne'ye olan ilgisi artık gözler önündeydi.

 

Yol boyunca Defne'yle ilgili anılar tek tek gözünün önünden geçiyordu.

 

"Ben de Defne. Memnun oldum. "

 

"Evet, birazcık acıkmış olabilirim."

 

"Ama ben kötü değilim"

 

"Etrafımda bir sürü beni seven insan var, ama bazen oluyor ki kendimi yalnız hissediyorum. Neden böyle?"

 

"Peki, şu an seni ne üzdü?

 

Gerçekler, gerçekleri yüzüme vuran insanlar"

 

"Bazı insanlar beni gerçekten tanıdıklarını sanıyorlar.Ama yanlış tanıdıklarının farkında değiller maalesef. Hiçbir şey dışarıdan göründüğü gibi değildir.

 

Ben gökyüzünde parlayan yıldızım. Ama herkesten uzak tek başına parlayan yıldız. Her zaman tektir, ama her zaman da en parlağı odur."

 

"Merhametine ihtiyacım yok."

 

"Ben Defne Yıldız Aksoy'um. Üstesinden gelemediğim hiçbir şey yok."

 

"Sen bana yenileceksin Savaş Karakurt!"

 

"Bana güzelim dediğinde bir garip oluyorum ya"

 

"Ben sana güvenmiştim..."

 

"İnsan sevdiğine zarar verir mi? Ben vermezdim. Elim titrerdi, kalbim ait olduğu yeri parçalamak için fazla acımasız olması gerekiyor. Ve bence hiç kimse sevdiği insana karşı acımasız olamaz. Eğer gerçekten seviyorsa."

 

"Savaş, beni senden kim koruyacak?"

 

"Bana zarar veriyorsun..."

 

Ona ilk kez dokunduğu geceyi hatırladı, tenini hatırladı. Sonra onu ilk kez öptüğü anla anımsadı. Kalbi titriyordu. Sonra o tepede geçirdikleri zamanı hatırladı, ve en sonda o eşsiz gecelerini...

 

Defne'nin vazgeçişi en çok onun canını yakıyordu. Asla düşünmezdi.

 

Savaş'ın gözleri doluyordu. Kalbi kaburgalarının arasında sıkışıp kalmıştı. Sanki dikenler batıyordu. Ruhu yavaş yavaş ait olduğu karanlık dünyadan uyanıyordu...

 

 

***

 

Uçağın merdivenlerinden inmeden önce etrafa iyice bir baktı. En son on sene önce gelmişti Türkiye'ye. Şimdi ise geri gelmişti evine. Derin bir nefes alıp tüm oksijeni ciğerlerine doldurdu. "Oh!" dedi içten gülümsemeyle. "Geri geldim Türkiye! Geri geldim Defne!" Yarım bırakmış işini tamamlamaya gelmişti. Başına geleceklerden haberi yoktu tabii. Sanıyordu ki yıllar önce bıraktığı o küçük kız hala savunmasız. Oysa her şey değişmişti, herkes değişmişti...

 

"Halil bey, arabanız hazır" dedi aşağıdaki koruma. Halil başını salladığında yavaş adımlarla aşağı inmeye başladı. Yıllar onun gençliğini alıp götürmüştü fakat intikamını almaya gücü yetmemişti. Hala ilk günkü gibi intikam ateşi içinde yanıyordu.

 

Adamları arabanın kapını açtığında içeri geçti. "Halil bey, nereye gidiyoruz?"

 

"Mezarlığa. Umut'umun yanına." Yıllar önce yapılan tek bir hata herkesin hayatını cehenneme çevirmişti. Hem Kantar ailesini, hem Aksoy ailesini, hem de Karakurt ailesini. Üç aile de yeterince acı çekmişti, tek bir hatanın kurbanı oldu hepsi. Tek bir hatayla hayatları altüst oldu. İyiler kötü oldu, masumlar can verdi. Ancak en büyük acıyı ve en büyük cezayı Defne çekti.

 

Herkese tekrardan merhabalar yazarınız geldiii... Eee daha daha nasılsınız? Ben geldim diye mi kasıldınız?

Bugüne özel mi toplandınız?

 

Bölümü nasıl buldunuz? Çok duygusal bölümdü bence. Defne dediğim gibi artık birazcık dinlenmeli. Zaten Haliloşko da geldiğine göre aksiyon bayağı keskin olacak gibi. Sonrasında zaten aboooooğğğ diyeceksiniz...

 

Neyse sizce Defne annesine anlatmakla doğru mu yaptı? Bence evet artık yükü taşıyamıyordu. Cengiz bey ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Benim favorim Zümra. Vallahi şimdiye kadar kızın kalbine değecek hiçbir şey yapmadı. Ancak Ahu'yla Defne'nin barışmasını isteyen tek kişi ben miyim? Ahu iyi kız aslında. Ancak son zamanlarda ona bir şeyler olmuş. Kokusu çıkar yakında. Bu bölümde pek Hayal'i ve diğer kızları göremedik. Onları özlediğinizi biliyorum. Diğer bölümlerde kızlar da olacak hiç merak etmeyin.

 

Bir de Poyraz'ı sormuşsunuz. Merak etmeyin o da kısa zamanda geri gelecek. Onunla İşimiz daha bitmedi. Sklkzlslss

Son olarak yeni bir duyuru daha yapayım. Çok yakında ilk seri bitecek. Ya 28.Bölümde ya da 30 da bitecek. Çünkü bazı olaylar kaldı onları da yazayım sonra diye düşünüyorum.

 

Neyse siz yorumları yazın ben okuyayım. Sizi seviyorum hoşça kalın...

 

 

Bölüm : 03.01.2025 16:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Adelina / Savaş'ın Yıldız'ı / 26.Bölüm: 'Anne sana ihtiyacım var.'
Adelina
Savaş'ın Yıldız'ı

7.04k Okunma

500 Oy

0 Takip
49
Bölümlü Kitap
Giriş1.Bölüm: "İçimizdeki Kötülük"2.Bölüm: "Savaş'ın Peşinde"3.Bölüm: "Tesadüf Değil Plan"4.Bölüm: "Kırılmış Kabulleniş"5.Bölüm: "Arkadaş Olalım mı?"6.Bölüm: "Geri Dönüş"7.Bölüm: "Bilinmeyen Hata"8.Bölüm: "Kaçırılma Krizi"9.Bölüm: "Dağ evinde dağ ayısıyla"10.Bölüm: "İlk Mühür"11.Bölüm: "Kıskançlık Savaşı"12.Bölüm: "Şeytanın Tohumu"13.Bölüm: "İhanet Hançerinin Ateşi"14.Bölüm: "Gerçeklerden Uzak Hayallere Yakın"15.Bölüm: "Korkusuz Yürek"16. Bölüm: "Rüya Gibi Kabus"17.Bölüm: "Aile Olmaya Hazır mısın?"18.Bölüm: "Bir Yıldız İntikamı Düşünün"19.Bölüm: "Topuklu Belalar"20.Bölüm: "Acı Gerçeklerin Rüzgarı"21.Bölüm: "Karanlığı ışığımdan daha güçlü."22.Bölüm: "Kraliçe Geri Dönüyor"23.Bölüm: "Büyük Buluşma"24.Bölüm: "Yıldız Kayması"25.Bölüm: "Yüzleşme"26.Bölüm: "Anne sana ihtiyacım var."27.Bölüm: "Şimdi Sıra Bende"28.Bölüm: "Ben Defne Yıldız Karakurt"29.Bölüm: "Herkesin Kendi Acısı Kendine Yeter"30.Bölüm: "Mahşerin Karanlık Perdesi (Sezon Finali)24.Bölüm: "Özel Bölüm"Özel Bölüm: "Akşam Yemeği(Savaş ve Defne)"(İkinci Kitap) 31.Bölüm: "Dönüyoruz"(2.Sezon)32.bölüm: "İki Ateşin Aşkı"33.Bölüm "Karanlığında Işığımı Kaybettim"34.Bölüm: "İçimizdeki çocuk"35.Bölüm: "Cehenneme Bir Adım Kala"36.bölüm: "1.Gün-Şeytanın Pençesinde"37.Bölüm: "2.gün Kayboluş ya da yok oluş"38.Bölüm: "Savaşın Ortasında Sen ve Ben"39.Bölüm: "Oyunun Gerçek Piyonları"40.Bölüm: "Tutsak Zihinlerin Zincirli Kalpleri"41.Bölüm: "Siyahın Beyaz Lekesi"42.Bölüm: "Karanlığın Sonu"43.Bölüm: "Sahte Sevgi Çemberi"44.Bölüm: "Çizginin Ucunda"45.Bölüm: "Son Seçim"46.Bölüm: "Bozulmuş Düzen"
Hikayeyi Paylaş
Loading...