28. Bölüm

27.Bölüm: "Şimdi Sıra Bende"

Adelina
adelinashwriterr

 

 

27.Bölüm: "Şimdi sıra bende."

 

Bölüm şarkısı: Emre Aydın- Sen beni unutamazsın

 

İnsan insanı ya tamamlayamadı

Ya da tam anlayamadı.

 

 

Yazarın anlatımıyla devam

 

Bomboş depoda yankılanan adım sesleriyle adam yavaşça başını kaldırdı. Yüzü gözü dövülmekten kan içindeydi. Bedenindeki sızlanmalarla acı içinde inliyordu. Başında gelen şeyler normal değildi. Aralıksız dövülen adam nihayet nefes almaya başlamıştı. Bakışlarını kaldırdığında üç adam başının üzerinde durmuş ona bakıyordu. "Kimsiniz siz?" dedi inlemeyle karışık sesle. "Kim olduğumuzu soruyor" dedi Alp Savaş'a bakarak. "Biz mi?" Savaş önce sağındaki Cesur'a sonra solundaki Alp'e baktı. Kendinden emin gülüşüyle alt dudağını hafifçe ısırdı. "Kim olduğumuzu öğrenmek istemezsin bence." Gözlerini kıstı. "Ama bence sen gerçeği söylemek istersin diye düşünüyorum." Adam neden dövüldüğünü, bu adamların kim olduğunu, niye burada olduğunu bilmiyordu. Fakat bildiği tek şey vardı o da canının fena yandığı.

 

Alp onlardan uzaklaşıp adamın arkasına geçti. Ceylanı kıskıvrak yakalayan kaplan gibi emin ve tedbirli adımlarla etrafında dolaştı. "Yanılıyor muyum?"

 

Adam Savaş'ın ne demek istediğini anlamıştı. Zaten karşı koyacak gücü yoktu. Tüm kemikleri neredeyse kırılmıştı. "Ne istiyorsun?" Sesinden yorgun ve halsiz olduğu belliydi. Savaş yavaşça eğilip yüzünü adamın yüzüyle aynı hizaya geldi. "Defne'ni neden kaçırdın?"

 

Adam anında güldü. Fakat her güldüğünde kemikleri acıyordu. Gülüşü Savaş'ı kızdırdı. Bakışıyla Alp'e işaret verdiğinde Alp adamın yaralı ayağına tekme vurdu. Adam acı içinde inlerken Savaş sinirli gözlerle dudaklarını birbirine bastırdı. "Konuş!" dedi yüzünün aksine sakin bir tonda.

 

Tam o sırada depoda kapı sesi yankılandı. İçeriye Cihangir ve adamı Miran gelmişti. "Ooo kimmiş bugünkü menümüzde?" Savaş duyduğu sesle doğrularak arkasını döndü. "Ne işin var burada?"

 

"Seni sordum kuzenciğim, adamların burada olduğunu söyledi de." Parmağıyla dışarıyı işaret etti. "Kim bu şanslı kişi?"

 

Savaş adama kısa bir bakış atıp Cihangir'e döndü. "Bir şey mi konuşacaktın?"

 

Cihangir ellerini cebine soktu. "Evet, ama önce işini bitir. Ben beklerim sorun değil." Savaş tekrar adama geri döndüğünde Cihangir kısık sesle Cesur'a "kim bu?" diye sordu. Cesur "birkaç gün önce Defne'ni kaçırdı, zar zor yakaladık onu" dediğinde Cihangir hayretle kaşlarını havaya kaldırdı.

 

"Devam et."

 

Adam halsizdi. Tüm bedenindeki acılar birlik olmuş ona meydan okuyordu. "Ben nişanlımla kavgalıydım. Restoranda onu almaya gidince Defne denen kız engel olmaya çalıştı."

 

"Kızı sürükleyerek çıkarmışsın oradan" dedi Savaş asabi sesle. "Vurmuşsun bir de."

 

"Evet, ama sinirlendim. Yani sinirle yapılan bir şeydi. Bir anda oldu." Adamın iğrençliği herkesin midesini bulandırırken Savaş sırf konuşsun diye onu öldürmemek için kendini zor tutuyordu.

 

"Ona git dedik. Sen karışma dedik. Ama dinlemedi. Nişanlımı arkasına aldı ve bana meydan okumaya kalkıştı. Sonra onun üzerine yürümeye çalıştık ama arkadaşıma kafa attı, benim kafama da tepsiyi vurdu. Tabii bazı bölgelerime de tekme attı."

 

"Ne?!" dedi hepsi aynı anda. Herkes birbirine baktı. Defne'den hikaye böyle çıkmamıştı. Üstelik Defne'nin böyle bir şey yapması imkansızdı. "Defne sana vurdu öyle mi? Bir de arkadaşına kafa attı?" Cihangir kahkaha attı. "Başka yalan yok mu? Bu pek inandırıcı gelmedi de."

 

"Yemin ederim yalan söylemiyorum."

 

Savaş'ın ise sabrı bitmek üzereydi. Adamın yakasından tutup kendine çekti. "Oğlum, bahsettiğin kadın sana vuramaz, vurursa tırnağı kırılır. Yani öyle bir kız. Sen neden bahsediyorsun? Yalan söylemeyi kes!"

 

Adam panikledi. Oysa ki doğruyu söylüyordu. "Yemin ederim yalan değil. O kız bize vurdu." Fakat nafile. Kimse inanmıyordu ona. Çünkü akıllarında Defne farklı bir profildeydi.

 

Savaş geri çekilip Alp'e tekrar işaret edince Alp sert bir tekme daha vurdu. Adam acı içinde kıvranıyordu. Sinirle alt dudağını dişlerinin arasına alarak "işi zorlaştırma" dediğinde Cihangir adama doğru yaklaştı. "Miran, bizim tarafta yalan söyleyenleri ne yapıyorlar?"

 

"Dilini kesiyorlar" dediğinde adam korkuyla Cihangir'e baktı. Cihangir'in yüzünde ise zafer gülüşü. Adama göz kırparak "bak gerçekleri söylemek için beş saniyen var" adama doğru eğilip elini arkaya doğru uzatarak "Miran, bıçağımı alayım canım" dedi. Miran cebinden bıçağı çıkarıp ona uzattı. "Son 4." Adam paniklemişti. Doğru söylediği anda kimse ona inanmıyordu.

 

"Abi, gerçekten önce vurdu sonra da adamı geldi. Biz de intikam almak için aptalca bir plan yaptık. Kızın arkasında sizin gibi adamların olduğunu bilmiyorduk. Küçük bir ders vermek istedik sadece."

 

"Bizim gibi adam?"

 

"Abi, yemin ederim ki doğru söylüyorum."

 

"Doğru söylüyorsun demek ha?" dedi Alp adamın önüne geçerek. "Her şey doğru demek?"

 

Adam başını salladı. "O zaman nişanlına vurduğun da doğru öyle mi?" Adam donakaldı. Kendini çıkmaza sürüklemişti. "Ben sinirle -"

 

"Biz kadınlara vuran, bağıran, öldüren adamları sevmeyiz canım" Cihangir tekrar yerine geçti. "Kuzen, bu zevki senden almak istemem, istediğini yap" dedi. Adam gözlerini kocaman açtı. Savaş başıyla Cesur'u işaret ettiğinde Cesur hareketlendi. Belinden silahı çıkartıp tam alnını hedef aldı. "Özür dilerim, yapmayacağım bir daha. Hiçbir kadına dokunmam. Söz veriyorum hiç kimseye dokunmam."

 

Alp Cesur'u vurmasını beklemeden adamın kafasına vurarak bayılttı.

"Piç herif!" dedi dişlerinin arasından.

 

"Bana sıra geldi mi?" Cihangir ellerini çocuk gibi birbirine vurarak Savaş'a döndüğünde Savaş eldivenlerini geri takarak başını salladı. "Ne istiyorsun?"

 

Cihangir yanağını hafifçe kaşıyıp gözlerini depoda dolaştırdı. Söyleyeceği şeyi nasıl söyleyeceğini bilmiyordu. "Barış."

 

"Nasıl?" dedi Savaş kaşlarını çatarak. "Seninle barış istiyorum. Halil'e karşı birleşmek istiyorum." Savaş şaşkınlıkla gözlerini kocaman açtı. Bu imkansızdı. Cihangir'in Savaş'a barış imzalaması imkansızdı.

 

Alp yavaş adımlarla Savaş'ın yanına geldi. Herkes şaşkındı. Savaş'ın o kadar iknalarına rağmen elinin tersiyle barışı iten Cihangir Karakurt, şu an kendi ayağıyla buraya gelmiş ve barış istediğini söylüyordu.

 

"Şaşırdın, normal. Ama artık aramızdaki hüsumetin bizi ilgilendirmediğini anladım. Eğer hala Halil'e karşı olan teklifin geçerliyse teklifini kabul ediyorum." Yıllarca daha Halil olayı çıkmadan önce Cihangir'le barışmak istemişti. Çocuklukları birlikte geçmişti. Aynı okula gitmişlerdi. Birinin canı yansa diğeri hemen oradaydı. Cihangir'in kaç kez Savaş için canını tehlikeye attığı durumlar olmuştu. Ancak annesi ve babasını kaybettikten sonra araları tamamen bozulmuştu.

 

Şimdiyse iki kuzen iki kardeş tekrar birlikteydi. Yıllar sonra tekrar. Savaş şokunu bir kenara bırakıp elini uzattı. Nasıl olduğuna dair hiçbir fikri yoktu. Ancak barışa dünden razıydı.

 

Cihangir Savaş'ın eline sonra gözlerine baktı. Artık güçlerini birleştirmenin zamanı gelmişti. Elini uzatıp elini sıkıca tuttuğunda ikisinin yüzünde aynı benzerlikte olan gülümseme yer aldı. Savaş Cihangir'i kendine çekerek diğer kolunu sırtına atıp sarıldı. Bu yılların verdiği özlemdi. Aynı hareketi Cihangir de yapınca artık aralarındaki buzlar tamamen eridi.

 

Güçleri birleşti...

 

*****

 

Defne'nin anlatımıyla.

 

Annem babama Halil konusu dışında diğer her şeyi anlatmıştı. Babam iki gündür evde öfke patlaması yaşıyordu. Durduk yere ufak tefek şeylere sinirleniyor, bir şeyler kırıyordu. Gürültü gerçekten sinirimi bozmaya başlamıştı. Bu yüzden odamdan çıkmadan tüm günü müzik dinleyip, sitede dizi film seyretmekle geçiriyordum. Bir süreliğine izin almıştım ama artık ev bile bana dar geliyordu. Hayal ve Tolga sürekli arıyor, ben ise bir bahaneyle onları ekiyordum. Savaş'la son mesajlaşmadan sonra asla konuşmamıştık. Birkaç kez Zümra hanım aramıştı ama yine de telefonu açmamıştım. Savaş'la ilgili hiçbir şey duymak, görmek istemiyordum. Savaş bana bir şey yapmadı, ama kaçması beni ortada bırakması, beni üzüyordu. Özelikle Ahu'nun bana söylediklerinde hiçbir şey dememesi, ailem senden önemli demesi... İmkansız olabilirdik ama bunları bana yapması doğru değildi...

 

Kapının çalmasıyla düşüncelerim dağılmıştı. "Gel." Babam kapıyı açarak içeri girdiğinde yatağımda doğruldum. "Gel babacığım."

 

"Hiç gerek yok. Sen hazırlan çıkıyoruz."

 

"Nereye?"

 

"Aşağıda bekliyorum seni." Daha içeri girmeden kapıyı kapatıp çıktı. Ne olduğunu anlamamıştım. Ama itiraz etmedim. Canım sıkılmıştı yeterince. Bence baba kız bir şeyler yapmak istiyordu. Bu yüzden itiraz etmeden dediğini yaptım. Dolabımı açıp mavi kot pantolon, boğazlı kazak, ve siyah şişme montumu giyinip aşağı indim. Babam da hazırdı.

 

Nereye gideceğimize dair hiçbir fikrim yoktu. Ama babamla gidiyorum diye rahattım. Arabaya binip arabayı çalıştırınca hiç beklemediğim hızla araba sürmeye başladı. Genelde babam hızına dikkat ederdi. Ancak şimdi öfkeli olduğu için normal düşünmemesi ve bizim hayatımızı tehlikeye atması bana ilginç gelmedi. Umarım ölmeyiz. Çünkü annem babamı öldürür. Hayır, hayır doğru duydunuz annem babamı diriltir tekrar öldürür.

 

Birkaç dakika sonra lunaparkın önünde durduk. Ne alaka? Niye buraya geldik ki? Babam emniyet kemerini açıp arabadan indiğinde ben de aynısını yaparak onu takip ettim. Şaşkındım, hem de fazlasıyla. Lunaparkın içine girdiğimizdeyse şaşkınlığım daha da büyüdü. "Baba, neden buraya geldik?"

 

Babam bana dönüp içimi ısıtan bakışıyla gözlerime baktı. "Eğlenmeye." Anlaşılan günlerdi üzgün olduğumu gören babam artık dayanamamış olmalı ki yine neşeli Defne'ni geri döndürmeye çalışıyordu. Yüzündeki tebessüm benim de gülümsememe neden olurken kolunu belime sardı. Gözlerimi kapattığımda güveneceğim tek adam babamdı. O benim her şeyimdi.

 

"Önce atlı karıncaya binelim, yoksa dönme dolapa mı?"

 

"Baba, çocuk değilim ki ben."

 

"Hayır efendim. Sen benim çocuğumsun." Yüzümü sıcacık avuçlarının içine aldı. "50 yaşında da olsan sen benim çocuğumsun. Ve bugün baba kız kafa dağıtacağız." Kolunu omzumun üstüne attı. "Baba, seni çok seviyorum," dediğimde gözlerim dolmuştu. Babam her şeye rağmen yüzümü güldürmeye çalışıyordu. Hayatımda her şey kötü olsa da hayattaki en büyük şansım ailemdi.

 

"Lanet olsun," dedi yüzünü buruşturarak. "Ben daha çok seviyorum ama." Saçlarımı öpüp beni kendine doğru çekip sarıldı. İçimi ısıtan sevgisi tüm damarlarımda akan kanın akışını bile değiştirmişti. "Şimdi söyle dönme dolap mı yoksa atlı karınca mı?"

 

Çocukluğumdan beri kahkaha attığımda benimle birlikte gülen, ağladığımda beni bir şekilde güldürmeyi başaran babam oldu yanımda. Ben babamın sevgisini sonuna kadar gördüm. Annem kızdığında "prensesler hata yapar, benim prensesime bağırma kötü kadın" diye alay ederdi. Hep nasıl güldürmesi gerektiğini bilirdi. Annem de öyleydi. Ben ailemin sevgisini sonuna kadar yaşadım. Ve bana yaşattıkları bu sevgi için onlara teşekkür ediyordum. Ailem benim her şeyimdi. Çünkü onlar ikisi birlikte çok zor zamanlar geçirmişti. İkisi de aşkı için ailelerinden vazgeçmişti. Ve ben doğana kadar ailelerinden mahrum kalmıştılar. Fakat ben doğduktan sonra tüm aileler barışmış ve tekrar eski düzenlerine geri dönmüştü. Onların aşkının bir parçasıydım. Annem bana bakınca babamı, babam bana bakınca annemi görüyordu. Bu yüzden birbirlerini seven iki insan birbirlerinin parçalarını da severdi öyle değil mi?

 

Babamla lunaparktan çıktıktan sonra eve gitmek için arabaya bindik. Tüm oyuncaklara binmiştik. Babamın zoruyla tabii. Korku tünelinde babam birazcık fazla bağırmış, önümüzdeki kadının kulaklarını sağır etse de genel olarak bir sorun çıkmamıştı.

 

Elimde pamuk şekerle tam 7 yaşındaki bir kız çocuğuna benziyordum. "Baba, pamuk şeker neden pembe? Neden mavi değil de pembe?"

 

Babam kıkırdadı. "Bana bildiğim soruları sorar mısın?" dediğinde kahkaha attım. "Ne bileyim ben? Öyle uygun görmüşler." Mutluydum, hiç olmadığım kadar mutluydum. Çocuk olmaya ihtiyacımız varmış meğerse. Mutsuz olduğunuzda lunaparka gidin, tıpkı çocuklar gibi eğlenin, bakın nasıl da değişir bazı şeyler. Mutsuz olduğumuzda, üzgün olduğumuzda çocuk olmamız gerekiyormuş...

 

Fakat artık burada kalamazdım. Fransa'da derslerim başlayacaktı. Bu yüzden benim oraya geri dönmem gerekiyordu. Hayal'le birlikte dönecektik. Ancak ailelerimizin haberi yoktu. Peki, nasıl söyleceğim? Direk söylesem?

 

"Baba, ben iki hafta sonra gidiyorum." Bu sanki fazla direk oldu. Bodoslama girdin Defne, sakin ol.

 

"Nereye?" dedi şaşkınlıkla. "Fransa'ya. Okul var ya hani. Hayal'le bilet almıştık. İki hafta sonra uçağımız kalkıyor." Babamın yüzü düşmüştü. "Yani seninle sadece iki haftamız var öyle mi?" Canı sıkıldı. "Maalesef" dedim. Savaş'a hiçbir şey demeyecektim. Benim buralardan uzaklaşmam en iyisiydi. Biraz kafamı toparlardım. Ben gittikten sonra ailem söyleyecekti.

 

"Ne zaman geleceksin?"

 

"Eylül'de geleceğim. Aralığın sonlarına yakın sınavım var. O yüzden erkene aldım. Aslında iki ay sonra gidebilirim ama sınavlarımı burada veremem. Kafam burada çok dağınık."

 

"Anladım. Senin için en iyisi ne ise onu yap. 10 ay sonra kaldığımız yerden devam edeceğiz öyle mi?" Susup önüme döndüm.

 

Umarım kaldığımız yerden devam etmeyiz. Umarım ben geri döndüğümde Savaş başka birisiyle olur da beni tamamen unutur. Ben de içimdeki her şeyi bitiririm.

 

****

 

Yazarın anlatımıyla.

 

Cengiz Savaş'ın deposuna geldiğinde ortalıkta kimsenin olmadığını görünce şaşırdı. Adamları buradaydı, ancak Savaş yoktu. "Hoşgeldiniz efendim," dedi adamlarından birisi. "Savaş bey içeride. Cihangir beyle."

 

Cengiz duyduklarıyla daha çok şaşırırken aynı zamanda hızla içeriye doğru yöneldi. Çünkü Cihangir genelde buraya gelmezdi. Geldiyse demek ki önemli bir şey olmuş olmalıydı.

 

Kapıyı açıp Savaş'ın odasına girdiğinde Savaş'la Cihangir'in karşı karşıya oturduğunu gördü. "Gel baba." Savaş sanki onu bekliyormuş gibi tepki verdiğinde Cihangir'in suratı düşmüştü.

 

Kapıyı kapatıp onların ortasında duran koltuğa geçti. Yıllar önce kaybettiği abisinin oğlu tam karşısındaydı. Canından çok sevdiği abisinin canı karşısındaydı. Defalarca uzaktan görmesine rağmen şimdi fark ediyordu. Cihangir büyümüştü, ve babasına benziyordu. Aynı gözler, aynı bakışlar, hatta aynı duruş. Ne kadar gururu izin vermese de içten içe kalbi sızlıyordu.

 

"Seni burada görmeyi beklemiyordum."

 

"Bir laf vardı hani." Cihangir kaşlarını çatıp düşünceyle gözlerini kıstı. "Şaşırtmayı severim." Çatılmış kaşları tekrar açıldı. "Kim demişti, ha Defne."

 

Cengiz bezgin bir şekilde gözlerini devirdi. "Neden buradasın?" Cihangir dudaklarını birbirine bastırıp Savaş'a baktı. "Savaş'la güçlerimizi birleştirmek için." Cengiz direk Savaş'a döndü. Savaş'ın böyle bir şey yaptığından haberi yoktu. Yapacağını tahmin bile edemezdi. Çünkü Cihangir ikisinden de nefret ediyordu. Savaş'a zarar vereceğinden endişe duyuyordu.

 

"Sen böyle bir şeyi yaparken bana neden haber vermedin?"

 

"Neden haber vereyim?" dedi Savaş soğukkanlılıkla. "Senden izin mi almam gerek?"

 

"O bizim düşma-"

 

"O benim kuzenim. Senin abinin evladı. Kimse kimsenin düşmanı değil. Seninle amcam arasından yaşananların bizi etkilemesine izin vermem baba!" Savaş bu lez kararlıydı. Yıllar önce iki kardeşin hatasını çocukları ödememeliydi. Üstelik kimsenin suçu yok iken...

 

"Yanlış düşünüyorsun Savaş."

 

"Senin doğruların da pek işe yaramıyor Cengiz Karakurt!" Savaş'ın kararından dönmeyeceğini Cengiz çok iyi biliyordu. Bu yüzden kavga edip oğluyla arasının açılmasına izin veremezdi. Ona ihtiyaç vardı. Defne konusu bitene kadar araları bozulmaması gerekiyordu.

 

"Baba oğul arasına girmek istemem ama ben gerçekten barış için geldim." Cihangir elini çenesine götürdü. "Ve bilin bakalım beni buraya getirmeye kim ikna etti?" Cengiz ve Savaş aynı anda gözlerini kıstı. Savaş Cihangir'in kendi isteğiyle buraya geldiğini düşünmüştü. Fakat şimdi tamamen her şey farklı görünüyordu. Cihangir ise keyifli gülüşle doğruldu. "Karın olay Savaş, git tadını çıkar." Savaş bir anlık donakaldı ama sonra Cihangir'in ne demek istediğini anlayınca kaşları kalktı. "Defne?"

 

"Defne olmasaydı, buraya zor gelirdim haberiniz olsun. Kızın ikna kabiliyeti muhteşem. Sen nereden buldun onu ya? Tam Karakurt'lara layık."

 

Savaş sırtını yasladığı koltuktan ayrılarak Cihangir'e doğru eğildi. "Defne neden böyle bir şey yaptı ki?"

 

"İntikam konusunu biliyor. Gücümüzü birleştirip Halil'den güçlü olmamızı ve onu yenmemizi istiyor." Cengiz şok içinde şok yaşıyordu. Defne göz göre göre onlara iyilik yapıyordu. Oysa Cengiz onu harcamaya dünden hazırdı. Fakat onun hiç beklenmedik şekilde böyle bir atak yapması Cengiz'i bir adım geriye attı. Eskiden olsa hiç düşünmeden Defne'ni harcayan Cengiz şimdi oturup düşünmesi gereken konular vardı.

 

"Benim sizinle çalışabilmem için küçücük bir şartım var." İkisi de sessizce ve dikkatini vermiş Cihangir'i dinlerken Cihangir sesli şekilde nefesini verdi. "Tara'nın düzenlediği etkinliğe karın olarak ve herkese tanıtman şartıyla Defne de gelecek."

 

Tara her iki yıldan bir liderler için etkinlik düzenliyor. Liderler birbirini tanısınlar diye. Çünkü diğer grupların liderleri her iki yıldan bir değişiyor. Ve tabii beyazların liderlerini de tanımaları gerekiyor. Ve iki gün sonra ise Tara'nın düzenlenmiş olduğu davet olacak. Savaş o davete Ahenk'le birlikte gitmeyi planlarken, Cihangir tam tersi Defne'yle gitmesini istiyordu. Neden mi? Çünkü Cihangir Tara'nın Defne'ni tanımasını istiyordu. Defne'nin gücünün farkındaydı. Zekası her kesi yenecek kadar güçlüydü. Bu yüzden o Defne'nin Tara'dan olmasını istiyordu.

 

"Saçmalık, tamamen saçmalık!" dedi şikayet ederek Cengiz. Ancak Savaş çoktan kararını vermişti. Defne'nin ortaya çıkmasını istemiyordu evet ancak onu korumak içinde Cihangir'e ihtiyacı vardı. Yani kararı belliydi. Mecbur Defne'ni herkese tanıtacaktı.

 

"Defne'nin hayatını tehlikeye atmamı mı istiyorsun yani?"

 

"Siz hiçbiriniz Defne'ni zerre kadar tanımıyorsunuz," Cihangir Cengiz'le Savaş'ın Defne'nin ışığının farkında olmamasına sinirleniyordu. Defne'nin korunmaya ihtiyacı yoktu onun fikrince. Defne'nin karşısındakilerin kendini korumaya ihtiyacı vardı. Çünkü Defne ateşin kendisiydi. İnadı ve zekasıyla baş edemeyeceği hiçbir şey yoktu. "Onu tehlikenin içine at, otur ve izle. Tehlikeyi bile fırsata çevirir o. Neden mi? Çünkü amirin kızı o. Dilara Aksoy'un kızı o. Genleri çok iyi. Onu hafife almakla hata yapıyorsunuz. Dikkatli ol da Defne düşmanın olmasın Savaş. Hiç şansın olamaz, kesinlikle seni yener."

 

Tam o sırada kapı çaldı. İçeri Cesur girdi. Telaşlı gözüküyordu. "Abi, bir şey bulduk."

 

Başıyla söyle diye işaret etti. "Toplantı odasında dinleme cihazı bulduk." Hayretler içinde Cesur'un gözlerinin içine baktı.

 

"Defne o odaya girdi mi?" diye sordu Cihangir. Cesur ve Savaş göz göze geldi. Kızlarla beraber girmişti. İkisi de şaşkınlıkla birbirlerine bakarken Cihangir kahkaha attı. "Söylemiştim. Defne inanılmaz bir kadın. Tam senin kafanda Savaş. Git tadını çıkar."

 

***

 

Defne'nin anlatımıyla.

 

Sabahın ilk ışıklarıyla odam aydınlanarken kulaklarım yağmurun sesiyle uyanmam için beni uyardı. Şiddetli bir yağmur vardı dışarıda. Bu kadar büyük bir sese uyanmamak imkansızdı. Doğrulup boş boş etrafa bakındım. Perde aralıktı, yağmurun yağdığını görünce ayağa kalkmak için yeltendim. Soğuk zemine değen ayaklarım beni ürpertmişti. Cama yaklaşıp perdeyi sonuna kadar açtım. Dışarısı yağmurun etkisiyle yıkanıyordu. Yağmuru severim ama yağmurlu günler bana genelde sıkıcı gelirdi. Uyumak için çok güzel gün ama ben işe gitmem gerekiyordu. Daha fazla sıkılmak istemiyordum.

 

Camı açıp temiz havanı ciğerlerime çekince ferahladım. Bugün Savaş'sız geçirdiğim üçüncü günümdü. Ve galiba şimdiden alışmaya başlamıştım.

Onsuz olmaya alışmam gerekiyordu. Artık hiçbir şeyi zorlamanın anlamı yoktu. Zorladıkça canım daha çok yanıyordu. Belki de artık her şeyi akışına bırakmam gerekiyordu.

 

Tam camı kapatacakken bir el camı kapatmamı engelledi. İrkilerek geriye sendeledim. Camın altında biri vardı. Birisi vardı. Bir anda Savaş çıktı. "Günaydın karıcığım." Ne?! Ben bile gözlerime inanamıyorken beynim bunları idrak etmekte zorlandı. Yok ya. Hayaldir herhalde. İyice kafayı sıyırdım galiba. Gözlerimi açıp tekrar kapattım. Hayal değil, adam karşımda duruyor. Şaka mı? Rüya mı?

 

Kafamı ellerimin arasına alıp gözlerimi kapattım. "Kafayı yedim herhalde." dedim kendime teselli verircesine. Fakat gözlerimi tekrar açtığımda Savaş bu kez odamın içindeydi. "Yok henüz sıyırmadın." Gülüyordu. Gerçekti. Adam önümdeydi. "Sen oraya nasıl çıktın?" Evet, onun burada olmasından daha garip olan üç katlı bir evin üçüncü katına nasıl çıktığıydı.

 

"Duvarları tırmanan bir kocan var" dedi omuz silkerek.

 

"Savaş, şaka mısın? Senin burada ne işin var? Neden geldin?"

 

"Sen benim odama dinleme cihazı mı yerleştirdin?" Alt dudağımı tedirginlikle ısırdım. Allah kahretsin! Nasıl buldular onu? Savaş'ın planlarını öğrenmek için yerleştirdim ama pek başarılı olamadı. Çünkü bizden sonra odaya kimse girmedi. Genelde de konuşmaları evdeki toplantı odasında yapıyordu. Aa bir dakika, oraya neden yerleştirmedim ben? Niye? Aptal Defne. Bir işi de düzgün yap.

 

"Sana soruyorum" sinirle dediğinde gerçeğe tekrar döndüm. Öfkeyle bakan kahverengi gözlerin ateş fışkırırken kaşlarının arasında derin bir çukur oluştu. Evet, şimdi cevap ver. Yok cevap yok. Hiçbir masum cevap yok. O zaman B planı.

 

Konuyu değiştirmek ve gerçeği öğrenmek adına soruyu değiştirdim. "Ben ne haldeyim, sen ne diyorsun ya?"

 

"Neden bahsediyorsun?"

 

"Halimi görmüyor musun? Kaç gündür depresyondayım. Yüzüme bak. Ne haldeyim bir gör önce." Gergin suratı adım adım gevşerken dudağının köşesi kıvrılır gibi olmuştu.

 

Omuzlarından ittirip sinirle arkamı döndüm. "Kaç gündür buradayım, bir sormadınız Defne nasıl oldun diye? Benden bu kadar mı bıktınız? Yaptığınız saygısızlığı söylemiyorum henüz." Huysuzluk içinde kaşlarımı çattım.

 

"Sen kafa dinlemek istiyorum diyince yalnız kalmak istediğini düşündüm."

 

"Özrünüz nerede peki? Gelirken evde mi unuttun?"

 

"Defne, o kız kendi gelip masamıza geçti. Tamam sana saygısızlık ama yani ben davet etmedim. Bir anda geldi oturdu. Kovsa mıydım?"

 

"Evet, gerekirse kovsaydın. Yoksa eski sevgilinle sohbet edip kahkahalar atmak hoşuna mı gitti?"

 

"Eski sevgilim değil benim. Zaten sevmiyorum onu."

 

"Ha bir de sevseydin."

 

Bezgin bir şekilde gözlerini kapattı. Arkasını dönerek sabrı tükeniyormuş gibi derin bir nefes aldı. Tekrar bana dönerek kendini açıklamaya çalıştı. "Tamam, özür dilerim. Yapmamam gerekiyordu. Affettin mi?"

 

Tek kaşımı havaya kaldırdım. "Bir düşüneyim." Düşündüğüme dair mırıltılar çıkarırken bir anda "hayır" dediğimde Savaş sabrının sonuna ulaşıyordu. Öfkeli gözlerle bana bakarken kollarımı göğsümde bağladım. "Bana o öfkeli bakışların sökmez. Yaptığın çok yanlıştı. Daha doğrusu yaptığınız."

 

"Tamam özür diledim işte."

 

"Kuru kuru özür kabul etmiyorum."

 

"Ne yapayım? Gidip sokağın ortasında ateşle beni affet diye mi yazayım? Ya da gidip boğazın üzerinden özür dilerim karıcığım mı yazayım?"

 

"Bunlar hepsi klişe. Hiç yapılmamış bir şey yapabilirsin mesela." Ellerimi çözüp işaret parmağımı havaya kaldırdım. Savaş'ın bakışı parmağımdaydı.

 

"Ailemin yaptığı hatayı neden ben ödüyorum?"

 

"Çünkü ben öyle uygun görüyorum." Kollarımı göğsümde birleştirip arkamı döndüğümde bana yaklaştığını hissettim. Arkadan kollarını bana sararak sarıldığında başını boynuma gömdü. "Çok özledim seni." Kokumu içine çekerken onu itmeye çalıştım. "Aramızda bir ilişki yok" dedim tüm kararlığımla. "Öyleyse neden benimle birlikte oldun?"

 

"Çünkü ilaç-"

 

"Sende çok iyi biliyorsun ki ilaç değildi. Sende beni arzuluyordun." Ellerini sıkılaştırdı. Karnımda kelebekler uçuşuyordu. Ama teslim olma niyetim yoktu. Elleri karnımın üzerinde dolaşırken, nefesi ensemdeydi. "Ahu'nun söylediklerine rağmen hiçbir şey demedin. Benim o cümlelerin altında ezilmeme izin verdin." Kollarını çekip ondan uzaklaştım. Yüz ifadesi aniden ciddileşti. "Bilmediğin şeyler var."

 

"O zaman söyle de bileyim." Onun da benimle ilgili bilmediği çok şey vardı. Benim de onunla ilgili. "Artık ne saklayacağız birbirimizden? Er geç her şey ortaya çıkacak zaten." Yüzü düşmüştü. Kaşları tekrar çatıldı. Arkasını dönüp yatağıma geçti. Kafasını ellerinin arasına alıp sıktı. Delirmiş gibiydi. Yanına gidip önünde diz çöküp gözlerine bakmaya çalıştım. Fakat bir kollarımdan tutup yanına oturttu. "Savaş, içindeki her şeyi bana söyleye bilirsin." Gözlerimin içine bana yardım et dercesine bakıyordu. Savaş ilk kez çaresizce bana bakıyordu. Ellerini tutup yüzümü yüzüne yaklaştırdım. "Ben sana zarar vermem. Ne olur anlat bana. Lütfen, artık bir şey saklamayalım."

 

Başını çevirip gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı. Söyleceği şeye kendini hazırlıyor gibiydi.

 

"Altı yıl önce Ahu çok sevdiği bir adamla evlendi. İsmi Okan'dı. Polis memuruydu. Çok iyi bir insandı." Ahu daha önce evlenmiş mi? İlk kez duyuyordum. "Ancak evlendikten iki ay sonra şehit oldu. Çok önemli bir operasyondayken benim dikkatsizliğim yüzünden şehit oldu. Ahu kendine gelemedi. Yıllarca hastanede yattı. Akli dengesi yerinde değildi. Çünkü onlar birbirlerini çok seviyordular. Babama rağmen evlenmiştiler."

 

"Babana rağmen mi?" dedim şaşkınlıkla. İşte şimdi taşlar yerine oturdu. Ahu'nun babasıyla soğukluğunun nedeni buymuş demek.

 

"Babam asla o adamı sevmedi. Babam zaten iyileri asla sevmezdi. Ahu'yu evlatlıktan reddetmişti. Biliyor musun, babam Ahu'ya bir kez kızım demedi o günden sonra. Oysa Ahu'nun en çok babama ihtiyacı vardı. Babam bir kez bile hastaneye gitmedi. Benim öyle bir kızım yok. Gitsin kendi başına çare baksın dedi.". Cengiz beyin bu kadar acımasız olduğunu bilmiyordum. Resmen kızından vazgeçmişti. Bir baba için bu kadar kolay olamazdı.

 

"Annemle ben yalnız bırakmadık ama yetmiyordu. Ahu daha geçen sene kendine geldi. Daha geçen sene zar zor babamı Ahu'ya götürdük. Ahu babamı görür görmez ayağa kalktı."

 

"Savaş, bu söylediklerin çok" dilim titremişti. Kalbim kasıldı sanki. "Çok ağır. Ahu nasıl dayandı?"

 

Başını çevirip bana baktı. "Ahu dayanamadı. Okan'ın annesi Ahu'ya psikolojik şiddet uygulamaya başladı. Peşine adam taktı, hatta birkaç kez dövdürdü bile."

 

"Ne?!" Nefesim kesildi. "Nasıl? Siz ne yaptınız peki?"

 

"Biz kadının bu kadar zalim olduğunu bilmiyorduk, öğrendiğimde zaten Ahu'yu oradan aldırdım. Bir ev tuttum ona. Korumalarla birlikte tabii. Uzun süre o evde kaldı. Ama bir ruhtan farkı yoktu. Daha sonra da zaten yanıma aldım."

 

Nasıl olabiliyorlar böyle acımasızca davranıyorlar. İnsan insana bunu yapar mı? Kadın kadına bunu yapar mı? Nasıl kıydılar ona? "Kadına bir ders vermek istedik ama bu kez Ahu izin vermedi."

 

Savaş'ı ilk kez böyle çaresiz görüyordum. Gözlerinde öyle derin bir hüzün vardı ki. Savaş Karakurt'un başı önündeydi. Her zaman dik duran hiçbir zaman eğilen görmeyen Savaş'ı ben böyle görüyordum.

Ellerini tuttum, bir elimi omzuna koydum. Bu olayda en çok kendini suçluyordu. Evet, suçluydu. Savaş'ın yüzünden bir can gitmişti. Ama şu an yapacak bir şey yoktu. Ahu'ya destek olmaktan başka yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. "Savaş, geçti artık. Sen böyle olsun istemezdin."

 

"Ben..." Söyleyecek çok şey vardı da dili söyleyemedi işte. "Ben o gün ona hiçbir şey demedim ve yine hata yaptım Defne. Seni güya koruyorum öyle mi?" Acıyla güldü. "Ben seni koruyamıyorum ki... Ben senin acı çekmene izin veriyorum. Verdim, Ahu'nun o lafları söylemesine izin verdim. Çünkü o an Ahu'nu yine öyle gördüm. Altı sene önceki gibi. Kalbim dayanmadı. İkinizin arasında kaldım. Kardeşimi acı çekerek görmek, diğer taraftan seni öyle yüzüstü bırakmak ben... " gözleri kısıldı. Kendini sorguluyordu. "Sen haklısın, ben cani olabilirim. İnsanların ruhunu bedeninden söküp alıyorum."

 

Gözlerim acıyla kapattım. Savaş ikimizin arasında kalmıştı ve kardeşini seçmişti. Haklıydı da. Ben de olsaydım ben de aynısını yapardım. Ben acıları asla kıyaslamam. Acının ağırı hafifi olmaz. Hepsi aynı işi yapıyor. Kalbimizi parçalıyor...

 

"Defne, o an kendimi öldürmek istedim biliyor musun? Silahı çıkarıp kafama dayamak istedim. Ahu'nun acı çektiğini gözlerimle gördüm. Ahu'nu bu duruma sokan da yine benim. Benim yüzümden o haldeydi. Allah benim belamı versin." Yumruklarını sıkıp ayağa kalktı. Odanın içinde volta atarken çenesini sıvazladı. "Ama sen?" Gözleri beni buldu. "Defne, kimse görmese bile senin çok zor günler atlattığını ilk günden gözlerinde gördüm. Bana geldiğin gün. Serap için hatırlıyor musun?"

 

O gün Savaş ruhumun derinliklerindeydi. Beni anladığını düşünmüştüm. Ve gerçekten öyleymiş.

 

"Ben o gün gözlerindeki o hüznü gördüm. Ne yaşadın bilmiyorum ama senin de acı çektiğini biliyorum. Belki sinirden sana ileri geri konuşmuş olabilirim. Şımarık diyebilirim, kalbini kırmış olabilirim. Ama ben seni görüyorum Defne. Çok kötü bir şey yaşadığını hissediyorum. Ve sen benden kaçıyorsun. Defalarca söyle dedim anlat bana dedim. Ama sen hep kaçtın."

 

Şimdi her şeyi söylemenin tam zamanıydı. Ama benim buna cesaretim yoktu. Kendimi hazır hissetmiyordum. Konuştukça daha çok canım yanacaktı. Konuyu değiştirmem lazımdı. Gözlerimi silip ayağa kalktım.

 

"Herhalde buraya onun için tırmanmış olamazsın değil mi?" Gözlerini sildi, burnunu çekti. Yine kaçıyordum. Ve o bunu yine anladı. "Niye kaçıyorsun? Neden korkuyorsun?"

 

"Savaş, yaşadığım şey hiç kolay bir şey değil. Anlatması bile çok zor. Ben bunu kaldırabileceğimi düşünmüyorum."

 

"Anlat, birlikte kaldıralım yükünü." Elleriyle kafamı tuttu. Yapamazdım. Anlatamazdım. "Kirliyim ben, dokunma bana." Ben iğrenirdi. Benden vazgeçse bile iğrenmesini istemiyordum.

 

Gözlerim bir anda buğulandı, gözyaşlarım benden izinsiz firar etmişti. Yanaklarım gözyaşlarımın etkisiyle ıslansa da umursamadan sertçe yanağımı sildim. Savaş anlamayan gözlerle bana bakıyordu. "Canım çok yanıyor. Lütfen beni yalnız bırak." Yalvarırcasına baktım gözlerine. "Lütfen git."

 

Gitmedi, üzerime doğru gelip sarıldı bana. Kolları arasında huzur beni sarıp sarmaladı. Ben Savaş'la huzuru buluyordum. Huzurun kendisiydi. Hiçbir şey olmasa, hiçbir şey yaşanmasa sadece sarılsam ona. Başımı kaldırıp gözlerine baktım. "İlk günden beri beni çözmeye çalışıyorsun. Evet, parlıyorum. Ama içimde bir yerde karanlıkta oturmuş küçük bir çocuk var. Sen ona ulaşmaya çalışıyorsun. Ruhumu delip geçerek ona ulaşmaya çalışıyorsun. Yapma, canımı daha fazla acıtıyorsun."

 

"Acılarını geçiştirerek onlardan kurtulamazsın."

 

"Onlardan kurtulmaya çalışmıyorum ben..." Bilmiyordum, ne diyeceğim bilmiyordum. Çünkü ben tam olarak ne istediğimi bilmiyordum. Dudaklarını alnıma bastırdı. "Tamam, sakin ol." Elimden tutarak yatağa geçti. Beni yatırıp yanıma kendisi de yerleşti. Başımı göğsüne yaslayıp kollarını belime sardı. "Biz belki de bu yüzden acı çekiyoruz. İkimiz de kaçıyoruz, yüzleşmiyoruz. Bazen de ne istediğimizi bilmiyoruz."

 

"Tencere kapak misali desene" dedim buruk gülüşümle. Savaş parmaklarıyla saçlarımı okşayarak gözlerini gözlerime sabitledi. "Bence korkuyoruz Defne. Daha kötü şeylerin olacağından korkuyoruz. Sevdiklerimize zarar gelecek mi diye korku içinde yaşıyoruz."

 

"Savaş, artık bitmesini istiyorum. Çok yoruldum."

 

"Defne'm," çok nadiren bana Defne'm derdi. Ama her dediğinde içim gidiyordu. "Bitecek, her şey bir gün bitecek. Ama geriye pişmanlıklarımız kalacak."

 

Gözlerimin içine baktı uzun uzun. "Benim sana bir şey söylemem gerek."

 

Hayır, söylememesi gerekiyordu. Bunu yapmamalıydı. Ellerimi dudaklarına bastırıp doğruldum. "Sakın! Söyleme onu. Dayanamam. Kararımdan vazgeçmek istemiyorum." Gözleri hüzünle doldu. Yalvarıyordu bakışlarıyla bana. "Ben artık sana güvenemem. Çünkü güvenecek bir kalbim kalmadı. Ben istemiyorum seni. Ben senden vazgeçtim. Sen de vazgeç Savaş ne olur." Beni sevdiğini söyleyecekti. Ama dayanamazdı kalbim. Ellerimi dudaklarından çekip ıslak kirpiklerini kırpıştırdı. "Canım yanıyor ama." Elini kalbine götürdü. "Burası acıyor, çok kötü bir acı." Hissediyordum, canını nasıl yandığını hissediyordum. Ama benim canım da yanmıştı. Ve o yaramı sarmayacağını söylemişti.

 

"Yansın," dedim soğuk sesimle. "Sen yeterince canımı yaktın. Şimde de sıra sende." Gözyaşı yanağından süzülürken umursamadı, kafasını sallayarak beni desteklercesine onayladı. "Haklısın."

 

Canım yandığından can yakmak benim için en zordu. Fakat şu an öyle bir andı ki ben içimdeki her şeyi kusmak istiyordum. Çünkü içimde biriken her şey beni zehirliyordu. "Sen de Semih gibisin. Yalancı, bencil. Tıpkı onun gibi beni kullan-"

 

"Sakın!" dedi doğrularak. Sesi yüksek çıkmıştı. "İstediğin her şeyi söyle, istediğin kadar kus. Ama beni sakın o herifle kıyaslama. Sakın o cümleyi ağzından çıkarma. Geri dönüşü olmayan yollara girme Defne." İnanmayan gözlerle gözlerine bakıyordum. 4 ay önce baktığımda içimi ısıtan gözleri şimdi canımı yakıyordu... Biz nasıl bu hale geldik? İntikamımız bizi mahvetti. İntikamımız aşkımızı ezip geçti. Ortada kırılan kalpler, yarım kalmış hayaller kaldı. Toplaması güçtü. Toplarsak ellerimizi keserdi, daha çok yanardı canımız. İşte bu yüzden imkansızdık...

 

"Geri döneceğimi kim söyledi?" acıyla güldüm. "Sen de onun gibi benim sevgimi kullanıp bir kenara fırlattın!" Savaş'ın gözlerinde hayal kırıklığı belirdi. Kaşları öfkeyle çatılırken, boğazında yumruğu yuttu. Öfkeden yüz kasları gerilmişti. Alnındaki damarlar belirmişti.

 

Gülüşüne aşık olduğum adamın yüzünde şimdi hayal kırıklığıyla karışık bir gülüş vardı. "Canımı daha çok yakmak istedin, fakat her bana düşmanınmışım gibi baktığında canım yeterince yandı." Nefes aldı ama nefesi gitmedi. "Ben seni gördüm Defne, derinliklerinde sakladığın ruhunu gördüm. Ama sen beni göremedin. Benim duygularımı göremedin. Canını yaktığımda canımın yandığını görmedin Defne. Benim seni ne kadar çok sevdiğimi, gözümün önünden kaybolduğun anda delirdiğimi, sana öfkemin aslında elimden hiçbir şey gelmediği için kendime olduğunu görmedin Defne. Sana dokununca kendimi kaybettiğimi o gözlerinde huzuru bulduğumu, göremedin. Çünkü sen benim sana tavırlarımı izledin. Çünkü Savaş Karakurt kimseyi sevemez. Çünkü o bir katil. Çünkü onun kalbi yok. Çünkü o sevgiden ne anlar? Öyle değil mi? Sürekli bağırıp duran bir adam. Sürekli kalp kıran birisi. Öyle değil mi?"

 

"Evet, görmedim" dedim bağırarak. "Çünkü göstermedin. Sen sürekli benden kaçtın. O gözlerinde öfkeden başka bir şey görmedim ben. Tabii bir de benden tiksindiğini gördüm Savaş. Ben artık insanları anlamaya çalışmaktan bıktım. Kimse beni anlamıyor. Sen dedin ya hani ben seni anlamaya çalıştım. Senin ruhunu gördüm. Eğer gerçekten görseydi şimdi bu durumda olmazdık. Sen beni tanımıyorsun. Sen beni bilmiyorsun. Duygularımı da asla anlamazsın."

 

"Sen benim tek gerçeğimdin Defne" dedi nefesini firar ettirerek. "Ben sevgimi sana gösteremedim. Çünkü sevdiklerim hepsi zarar gördü. Barış'ı cesedini kendi ellerimle topladım ben. Tek tek. Kendi ellerimle topladım. İlk kez o gün ellerim kana bulandı. Sonra Ahu'nu acı çekişini bu gözler gördü Defne. Ahu'nun yaralı bedenini nasıl kaldıracağımı bilemedim. Tüm kemikleri kırılmıştı. Ya daha çok acı çekerse diye kucağıma tutamadım kardeşimi. Ben bunlara katlandım ama sen farklıydın. Ben ölürdüm. Sana bir şey olsaydı ben ölürdüm. Ben yaşayamazdım. Artık dayanamazdım. Ben seni sevmekten korktum, seversem kaybetmekten korktum. "

 

Cümleleri boğazımda koskocaman bir düğüm oluşturuyordu. Acı çekiyorduk. Çok acı çekiyorduk.

İstediğimiz olmuştu. Kırmıştık birbirimizi. Paramparça etmiştik hem de. Kırıntılarımız şimdi daha çok acıtıyordu. "Savaş, ben seni çok sevdim. Ancak sen sevgime karşılık vermedin. İstemedin, savaşmak bile istemedin. Denemek istemedin. Daha çok kırdın beni."

 

"Şimdi istiyorum ama şimdi de sen istemiyorsun. Aynı şey."

 

Yine korkuyorduk, biz galiba kaybetmekten korkuyorduk... Yaşadığımız acılarımız bizi güçlendirmek yerine korkak birine çevirmişti. Cesur değildik, her konuda cesurduk ama aşk olunca kaybetmeye razıydık...

 

Ne diyeceğimi bilmiyordum. Çünkü ne düşüneceğimi bilemiyordum.

 

"Defne?" Aniden babamın sesini duymamızla panikle kapıya odaklandık. "Babam." İkimiz de paniğe kapılmıştık. "Ne yapacağız?" diye sorduğunda Savaş'ı son gücümle aşağı doğru ittirdiğimde yataktan yere düştü. "Ne yapıyorsun?" Tam o sırada babam kapıyı çaldı. "Saklan, babam geliyor."

 

"Liseli miyiz biz? Niye saklanıyorum?" Başını çıkarmaya çalıştı ancak izin vermedim. "Babam seni burada görmemeli."

 

"Karımsın sen benim."

 

"Yiyorsa bunu babama söyle."

 

"Defne?"

 

"Gel babacığım." Babam kapıyı açıp içeri girdiğinde panikle ellerimi nereye koyacağımı bilemedim.

 

"Aaa baba?" Aptal Defne! İlk kez mi görüyorsun adamı?! Ayağa kalkıp ona doğru ilerledim.

 

"Kızım, iyi misin? Odadan garip sesler geldi de. Merak ettim." Çatılı kaşlarla etrafı iyice süzdü.

 

"İyiyim. Sen nasılsın?" Babam kafayı yemişim gibi bana bakarken babamın boynuna atlamaktan başka bir şey yapamadım. "Sen in aşağı ben geliyorum."

 

"Tamam." Ama odayı incelemeden de gitmedi. "Cam neden açık?" Hay aksi. Cama doğru giderken önünü kestim. "Ben açtım. Temiz hava girsin diye. Şimdi kapatırım." Anormal hareketlerim onun içine şüphe tohumlarını ekmesi için yeterliydi. Adam iyice işkillenmeye başladı. "Sana ne oluyor kızım? Benden bir şey mi saklıyorsun?"

 

"Hayır, baba. Ne saklayacağım?"

 

Omuzlarından tutarak camdan uzaklaştırmaya çalıştım. Çünkü o tarafa geçse Savaş'ı görecekti. "Harun?" dedi annem aniden. "Ne yapıyorsun?"

 

Annemle göz göze geldik. Gözlerimle babamı buradan çıkarması için işaret ettiğimde annem beni hemen anlamıştı. "Camı kapatmak istiyorum. Defne izin vermiyor."

 

"Kendi kapatır. Sen gel"

 

"Yok be işkillendim. Bir şey saklıyor benden." Cama doğru giderken tekrar engelledim. "Baba, ne saklayacağım senden. Saçmalama. Ben hava girsin diye uğraşıyorum. Sen git oda biraz temiz hava alsın kapatıp geleceğim."

 

"Yoksa o Savaş denen herif mi geldi buraya?"

 

"Hayır."

 

"Harun, sen gelsene. Kızın odasında ne işin var? Belki özel bir işi var kızın?" Babam duraksadı. Bakışları önce bana sonra anneme kaydı. Hiç inanmış gibi durmuyordu. Tekrar odaya göz attı. Bir şey bulamayınca hiçbir şey demeyip kapıya doğru ilerledi. Kapıdan çıkar çıkmaz kapıyı kapatıp kapıya yaslandım. Kılpayı kurtuldum. Babam burada olduğunu görseydi kesin delirirdi.

 

Savaş doğrulduğunda hızla ona doğru ilerledim. "Hemen çık git. Babamın geri dönmesi an meselesi."

 

"Bana herif mi dedi o?" Tek kaşını kaldırıp anlamayan gözlerle bana baktı. Gerçekten şu an problemimiz bu mu? Pes artık.

 

"Buna mı takıldın gerçekten?"

 

"Hayır, o bana herif dedi. Ben herif miyim?"

 

"Savaş, lütfen git."

 

"Ben herif miyim?" Takıldı yine. "Hayır, değilsin. Lütfen git." Onu ittirerek gitmesi için yalvarıyordum resmen.

 

"Dur, bir şey daha var."

 

"Ne var?"

 

Bileğimden tutarak beni kendine doğru çekip yatağa fırlattı. Hemen ani hareketle üzerime çıktı.

 

"Benim odama dinleme cihazını neden yerleştirdiğini söylersen belki giderim."

 

Yüzünü daha çok yaklaştırdı yüzüme. Bedenime ne oluyor? Kadınlığım yine cayır cayır yanmaya başlamıştı. Tek dokunuşuyla bile tepki veriyordum.

 

"Beni aldatıp aldatmadığını merak ettiğim için yaptım." Başka bir yalan gelmemişti aklıma. Şu anki konumumuza bakacak olursak bu durumda normal düşünmek imkansızdı.

 

"Sen beni kıskanman için aramızda bir ilişki olması gerek öyle değil mi?" Sesinde anlayışlı bir tınıyla karışmış kasvetli bir hava vardı. Yanaklarımın içini ısırdım. Kendi kazdığım kuyuya soktu beni. Adam zeki. Bizim çocuğumuz olsaydı ultra zekalı olurdu.

 

"Sizi dinlemek için şey yaptım. Benimle ilgili planını merak ettim."

 

Gözlerime uzun uzun baktı. Gözlerinin ışıldadığına yemin edebilirim. "Seninle ilgili planımı merak mı ediyorsun?"

 

Alt dudağımı ısırdığımda gözleri daha da koyulaştı. "Senden 3 çocuk yapmak."

 

Gözlerimi kocaman açtım. Yüzünde keyifli gülüşle "ikiz de olabilir fark etmez, ama dörte çıkarmayacağıma dair söz vermiyorum" dediğinde nefesim kesildi. Bakışları dudaklarıma kaydı. "Vazgeçmeye niyetim yok Defne. Ve ben vazgeçmediğim sürece oyun bitmeyecek. Sen benden gidemezsin. Ben ne dedim hatırlıyor musun?" Bal rengi gözlerinde o kararlık kalbimi titretmişti. "Sen bana kalacaksın. Sen benimsin. Ben seninim. Sen çabuk vazgeçtin. Ama ben öyle olmayacağım."

 

"Ben seni istemiyorum."

 

"İstiyorsun, dilin yalan söylüyor. Ama kalbin bana ait Defne. Vazgeçsen bile sorun yok. Bir kere kendime aşık ettirdiysem bir daha da ederim." İşaret parmağını kalbimin üstüne koydu. "Burası bana ait."

 

"İn üstümden!" diyebildim sadece. Cümlelerim yoktu. Artık düşünmek bile zor geliyordu bana.

 

"Sen mi üste çıkmak istiyorsun?" Gözlerim tekrar kocaman açıldı. İyice bozdu ağzını. "Savaş, nefret ediyorum senden. İn üstümden!" Bu kez de kızdırmaya çalışıyordum onu. Nefret modu açılmıştı.

 

Ama nafile. "İki gün sonra Tara'da etkinlik düzenlenecek." Bakışları sürekli dudaklarımda ve gözlerimde oyalandı. "Senin oraya gelmeni istiyorum."

 

"Ama ben istemiyorum."

 

"Herkes karısıyla gelecek. Senin de orada olmanı istiyorum."

 

"Git Ahenk'le."

 

"Cihangir seninle gelmemi istedi. Benimle anlaşma yaptı. Seninle gitmezsem benimle çalışmayacak. Babam da seninle aynı fikirde. Yani gelemeyeceğini söylüyor. Cihangir'le çalışmamızı istemiyor." Hay aksi. Biz böyle konuşmadık ki bu adam ne yapmaya çalışıyor? Cengiz beyin neden böyle yaptığını tahmin etmek zor değildi. Ancak ben şimdi ne yapacağım?

 

"Beni oyunlarınıza alet etmeyin. Gelmeyeceğim." Üstümden kalktığında öfkeyle yataktan doğruldum. "Git, hemen!" emrediyor gibi parmağımla camı gösterdim.

 

"Gelecek misin?" Camdan çıkmadan önce tekrar şansını denedi. Ayağa kalkıp yanına gittim. "Hayır!" Onu ittirdim. "Eğer gelirsen, bana büyük bir iyilik yaparsın."

 

"Eğer gelmezsem gururum galip gelmiştir anladın mı?" Başını salladı. "Geleceğinden eminim."

 

"Gelmeyeceğim." Ardından onu ittirip camı kapattım.

 

Herkese merhabalar okurlarım... Nasılsınız? Yeni bölümü nasıl buldunuz? Az daha yetiştiremem diye çok korktum son anda yetiştim. Şimdi pazar günü de 28.Bölüm yayında olacak. Instagram'da hala sorunlar var diye paylaşım yapamıyorum maalesef. Umarım çabucak düzelir.

 

Sizce ilerleyen bölümlerde neler olacak? Bakın, Defne Vazgeçti evet. Ama Savaş? Sizce Savaş vazgeçecek gibi duruyor mu? Hdjxslxkslsls Şimdi sıra Savaş'ta. Bakalım Savaş bu aşk için neler yapacak? Nihayet aşkını itiraf etti yahu. Skkxjdkfjcjf

 

Neyse siz yorum yapın bol bol. Ben de okuyayım. Sizi seviyorum. Bölümü beğenmeyi unutmayın lütfen...

 

 

Bölüm : 03.01.2025 17:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Adelina / Savaş'ın Yıldız'ı / 27.Bölüm: 'Şimdi Sıra Bende'
Adelina
Savaş'ın Yıldız'ı

7.04k Okunma

500 Oy

0 Takip
49
Bölümlü Kitap
Giriş1.Bölüm: "İçimizdeki Kötülük"2.Bölüm: "Savaş'ın Peşinde"3.Bölüm: "Tesadüf Değil Plan"4.Bölüm: "Kırılmış Kabulleniş"5.Bölüm: "Arkadaş Olalım mı?"6.Bölüm: "Geri Dönüş"7.Bölüm: "Bilinmeyen Hata"8.Bölüm: "Kaçırılma Krizi"9.Bölüm: "Dağ evinde dağ ayısıyla"10.Bölüm: "İlk Mühür"11.Bölüm: "Kıskançlık Savaşı"12.Bölüm: "Şeytanın Tohumu"13.Bölüm: "İhanet Hançerinin Ateşi"14.Bölüm: "Gerçeklerden Uzak Hayallere Yakın"15.Bölüm: "Korkusuz Yürek"16. Bölüm: "Rüya Gibi Kabus"17.Bölüm: "Aile Olmaya Hazır mısın?"18.Bölüm: "Bir Yıldız İntikamı Düşünün"19.Bölüm: "Topuklu Belalar"20.Bölüm: "Acı Gerçeklerin Rüzgarı"21.Bölüm: "Karanlığı ışığımdan daha güçlü."22.Bölüm: "Kraliçe Geri Dönüyor"23.Bölüm: "Büyük Buluşma"24.Bölüm: "Yıldız Kayması"25.Bölüm: "Yüzleşme"26.Bölüm: "Anne sana ihtiyacım var."27.Bölüm: "Şimdi Sıra Bende"28.Bölüm: "Ben Defne Yıldız Karakurt"29.Bölüm: "Herkesin Kendi Acısı Kendine Yeter"30.Bölüm: "Mahşerin Karanlık Perdesi (Sezon Finali)24.Bölüm: "Özel Bölüm"Özel Bölüm: "Akşam Yemeği(Savaş ve Defne)"(İkinci Kitap) 31.Bölüm: "Dönüyoruz"(2.Sezon)32.bölüm: "İki Ateşin Aşkı"33.Bölüm "Karanlığında Işığımı Kaybettim"34.Bölüm: "İçimizdeki çocuk"35.Bölüm: "Cehenneme Bir Adım Kala"36.bölüm: "1.Gün-Şeytanın Pençesinde"37.Bölüm: "2.gün Kayboluş ya da yok oluş"38.Bölüm: "Savaşın Ortasında Sen ve Ben"39.Bölüm: "Oyunun Gerçek Piyonları"40.Bölüm: "Tutsak Zihinlerin Zincirli Kalpleri"41.Bölüm: "Siyahın Beyaz Lekesi"42.Bölüm: "Karanlığın Sonu"43.Bölüm: "Sahte Sevgi Çemberi"44.Bölüm: "Çizginin Ucunda"45.Bölüm: "Son Seçim"46.Bölüm: "Bozulmuş Düzen"
Hikayeyi Paylaş
Loading...