
28.Bölüm: "Ben Defne Yıldız Karakurt"
Bölüm şarkısı-Save me
"Hadi ama Defne. Hem kafan dağılır biraz. Çok eğleneceğiz." Hayal çocuk gibi Seren'in doğum günü partisine gitmemi istiyordu. Açıkçası ben de istiyordum ama üşeniyordum. "Hiç halim yok inanır mısın?" Yastığıma sarıldım. "Gönül isterdi ki yastığa değil de bir erkeğe sarılsaydın ama işte enişte çürük çıkınca yapacak bir şey yok." Evet, gerçekten moralimi açtı şu an. Benim evlendiğim adam Savaş'sa benim ne suçum var? Adam profesyonel yalancı. Ben nereden bilebilirim ki? "Hem Seren'in kutladığı ilk doğum günü. Daha önce kutlamadığını biliyorsun."
Seren de geçmişte çok kötü şeyler yaşamıştı. Babası onu 17 yaşındayken evlendirmeye kalkmıştı, hem de kendisinden 15 yaş büyük bir adamla. Adam evlenip boşanmış hatta iki çocuğu da varmış. Seren'i de evde çocuklara baksın diye alacakmış. Ancak Seren düğün günü bir yolunu bulup kaçmış. İstanbul'a Hira'nın yanına yerleşmiş. Babası da bunu yaptığı için onu evlatlıktan reddetmiş. Seren amcasının sayesinde okumuş, ve üniversiteye girmiş. Avukat olmuş. Ancak yıllar geçse de babası onu affetmemiş. Bu yüzden kutladığı ilk doğum günüydü. Ailesinin yanında olmayacağı sadece arkadaşlarının olduğu bir doğum günü...
"Bizi yanında isteyecek. Hem arkadaşları da orada olacak. Sen böyle ortamları seversin." Hayal haklıydı. Evde otur otur nereye kadar? Zaten Savaş'tan sonra da canım epey sıkılmıştı. Ve parti akşamdı. Yani hazırlanmam için sadece birkaç saatim vardı. "Öf tamam. Sen git hazırlan. Ben Keno'yla geleceğim. Beni bekleme. Orada buluşuruz." Hemen boynuma atladı. "Ay, benim canım arkadaşım. Tamamdır. Çok fazla süslen tamam mı? Yakışıklı falan olursa kaçırmayalım." Ha biriyle baş edemiyorum bir tane daha mı bulacağım?
"Deli, ben evliyim." Hayal çoktan kapıdan çıkmıştı. Fakat kapının aralığından bana baktı. "Erkeği değiştirme erkeği değiştir kanka. Kapiş?" Yeşil gözleri sinsice güldü.
"Savaş bunu duyarsa seni öldürür."
"Alp'ciğimin karşısında durmaya razıysa öldüre bilir" dedi cilveyle. "Alp'ciğim? O kadar yakınlaştınız yani?" Söylediklerini doğrulamak istermiş gibi kaşlarımı kaldırarak usulca başımı eğdim.
Sırıtarak "ne bileyim ben?" deyip kapıyı kapatarak kaçtı. Kesin bir şey olmuş. Alp'le Hayal'in arasında olanlardan haberim olmaması beni huzursuz etmişti. Çünkü Alp'in Hayal'e zarar vermesinden korkuyordum. Huzursuzlukla ayağa kalktım.
Dolaptan Fransa'dan aldığım yeni kırmızı elbiseyi çıkardım. Elbisenin üst kısmı dantel detaylarla bezeli, askılı bir tasarıma sahipti. Elbisenin göğüs kısmı vücuda oturan bir şekilde tasarlanmış, bel kısmında ince bir kemer vardı. Uzun bir elbiseydi. Ve derin bir yırtmacı vardı. Elbiseyi giyinmeden makyajımı yaptım. Saçlarımla pek uğraşmadım. Dalgalıydı zaten. Ardından elbiseyi ve topuklu sandaletleri giyinip evden çıktım.
"Anne, baba!" Merdivenleri inerek onlara seslendim. "Ben çıkıyorum."
Annem elinde tableti diğer elinde kahve fincanıyla içeriden gelip kapıya yaslandı. "Savaş'la mı buluşacaksın?"
Yüzümü buruşturdum. "Hayır!"
"Peki, neden bu kadar özendin?" Tek kaşını kaldırıp sorgulayıcı gözlerle bana baktı. İlla bu halde Savaş'la mı buluşmalıyım?
"Çünkü Seren'in doğum günü partisi var. Kızlarla oraya gideceğiz. Oldu mu?" Düşündüğüne dair mırıldandı. "Sen iyi misin? Yani nasıl hissediyorsun?"
Omuz silktim. "Anne, artık kafamı dağıtmak istiyorum biraz. Çünkü geçmişte takılıp kalırsam bugünümü kaçırırım." Evet, kötü şeyler yaşadım. Hem de çok kötü şeyler. Ama bunlar canımı acıtmaktan başka bir işe yaramıyordu. Evet, belki yine hatırlayacağım yine acı çekeceğim. Ama yavaş yavaş sindirmem gerekiyordu.
Yeşilleri uzun uzun baktı kahvelerime. "Ne olursa olsun aldığın her kararın arkasındayım kızım. Eğer Savaş'ı seviyorsan-" Hayır konunun buraya girmemesi gerekiyordu. Çünkü burası çıkmaz sokaktı. Savaş benim için çıkmaz sokaktı.
"Anne, kızlar bekliyor. Sonra konuşuruz." Annemin boynuna aniden atlayıp yanaklarından öptüm.
Kırmızı eldivenlerimi takıp evden çıktım.
Her şey güzel olacak. İnan buna Defne...
***
Savaş bana bir seçenek sunmuştu. Onunla Taranın davetine gitmemi istiyordu. Ve davet yarındı. Gidip gitmemekle ilgili kararsızdım. Gidersem yine ondan vazgeçmediğimi kanıtlamış olurum. Gitmezsem yüzüstü bırakırım. Çünkü yalnız gideceğini söyledi. Peki ben ne yapacağım? Kalbimin sesini mi yoksa beynimin sesini mi dinlemem gerek? Kalp hata yaptırır, beyin acı çektirir...
Düşüncelerimle boğuluyordum. Nefesim yetmiyordu sanki. "Keno, şarkı açar mısın?" Keno aynadan bana baktı. "Hangi şarkı?" Düşündüm. Aklıma hiçbir şarkı gelmedi o an. Fakat birisi hariç. "Yanında uyansam."
Keno şarkıyı açtığında başımı cama yasladım. Şarkının sözleri bizi, beni ve onu yansıtıyordu. Ben Sarp'ı sevmiştim. Fakat sonra Savaş'ı kabul edemedim. Hala Sarp olduğuna dair umutlar besledim. Ancak aynı kişi değildi. Savaş Sarp değildi. Şimdiyse Savaş'a alışmaya çalışıyordum. Sarp'ı tanıyordum. Peki Savaş'ı? Onu tanıyor muyum?
Ayrılma tenimden
İlk yakınlaşmamızı hatırladım. Evindeydik. İçkiliydim, yüzüne su atmıştım. Beni hemen yatağa yatırıp üzerime çıkmıştı. Gözleri öyle derin ve güzel bakıyordu ki... Hiç bakmadığı gibi. Ben o an hiç hissetmediğim kadar özel hissettim. Ben onun gözlerine aşık olmuştum. Bana bakışlarına. Herkese normal bakarken bana farklı bakıyordu. Gözünün içinde sanki bir ışık var ve sadece bana bakarken yanıyordu o ışık. O gece öyle güzeldi ki kısaydı ama çok güzeldi. Bana dokunuşu, öpüşü her şeyiyle gerçekti. Kendine engel olamamıştı. Ve beni öptüğünde dünya benim için durmuştu o an. Her şeyi tüm kötülükleri onun öpüşüyle unutmuştum. Tüm yaralarım dokunuşuyla iyileşiyordu. Sarp beni o gece iyileştirdi. Kalbinin sesini duyabiliyordum. Nasıl da heyecanlanmıştı. Terlemişti. Unutmuyorum o anı. Unutamam da... Sarp'la ilgili hiçbir şeyi unutmam... Sarp benim kalbimi iyileştiren tek adamdı. Ama iyileştirip tekrar yaralayan da ilk adamdı...
"Geldik" dedi Keno aniden beni düşüncelerimden kurtararak. Gelmiştik. Seren'in evinin önündeydik. Arabadan indiğimde Hayal de babasıyla geldi. Aynı anda gelmiştik. Hayal üzerinde siyah bir elbise giyinmişti. "Oooo bu gece ateşlisiniz?"
"Siz de hanımefendi. Gözlerimi alamıyorum adeta" dedim gülerek. Koluma girerek içeriye yöneldik.
Parti bahçedeydi. Parti süslerini ağaçlara, ve direklere asmışlardı. Oldukça güzel süslenmişti. Küçük beyaz masaların üzerinde içkiler, meyveler, çerezler vardı. Evin önündeyse çok büyük beyaz üzerinde İyi ki doğdun Prenses diye büyük bir pankart vardı. Bunu Hira getirmiş olmalıydı.
Bir sürü garsonlar ve çalışanlar elindeki tepsilerle içkileri ve ikramlıkları sunuyordular. İçeri girdiğimiz anda Hira hemen bizi fark etti. Hızlı adımlarla bize doğru geldi. Üzerinde koyu yeşil uzun bir elbise vardı. Yaka kısmında tüller ver danteler vardı. Saçlarını sımsıkı at kuyruğu yapmıştı. Ve oldukça çekici görünüyordu.
"Hoşgeldiniz kızlar." Elimizdeki hediyeleri Seren'e vermek istedim ama ortalıkta yoktu. "Hoş bulduk. Seren nerede?"
Hira etrafına kısa bir attı. "Buralardaydı gelir şimdi. Ha" tam o sırada Seren arka taraftan bize doğru gelmeye başladı. Üzerine beyaz mini bir elbise vardı. Kızıl saçları çok güzel olmuştu. Saçlarını sımsıkı bir topuz yapmıştı.
"Hoşgeldiniz," gelip bizimle görüştükten sonra hediyelerimizi ona verdik. "Doğum günün kutlu olsun prenses. Bundan sonraki doğum günlerin de böyle güzel geçsin inşallah."
"Ya niye zahmet ettiniz? Çok teşekkür ederim." Kutuları bizden alıp hizmetçiye içeriye götürmesi için verdi. "Çok incesiniz. Teşekkürler."
Kızlarla yaklaşık iki saat boyunca eğlendikten sonra artık pasta kesme merasimi başlamıştı. Seren pastasının başına geçip tam mumları üfleyecekken hizmetçilerden birisi telaşla bahçeye geldi. "Seren hanım, kapıda Berkay diye birisi sizi çağırıyor. Bir bakar mısınız?" Seren adamı tanımadığına dair kaşlarını çattı. Şüphelenmemek elde değildi. Bu olay daha önce benim başıma gelmişti.
"Berkay kim?" dedi Hayal merakla. Seren bilmediğine dair dudaklarını büzdü. "Bilmiyorum. İlk kez duyuyorum." Seren meraklı adımlarını içeriye yönlendirdiğinde Hira herkese "hemen geliyoruz siz eğlenin" deyip peşinden gitti. Hayal'le ben meraktan çıldırmak üzereydik. Bu yüzden biz de arkalarından gittik. Seren kapının önünde Hira hemen yanındaydı. Biz ise daha arkadaydık. Bizi görmeleri imkansızdı.
Adamın yüzü gözükmüyordu. "Senin burada ne işin var?" dedi korkuyla geriye doğru sendeleyerek. Adam silahını çıkarttı. "Yaptığınız cezasız mı kalacaktı? Nerede diğer ikisi?" Biz hemen mutfağa geçip sessizce saklandık. "Hemen Alp'i ara. Savaş'ı da alıp gelsin." Çünkü tek başımıza o adamla baş edemezdik. Adam Barlas'ın sağ koluydu. Ve Barlas'a kurduğumuz tuzakta onu kandırmıştık.
Hayal hızla aramak yerine mesaj attı. "Hemen Seren'in evine gelin. Barlas'ın adamları burada. Çabuk. Konumu atıyorum." Mesaj anında mavi tık olmuştu.
"Tamam hemen çıkıyoruz. Dikkatli olun."
En kötüsü de Keno'yu ben göndermiştim. İlk kez bu kadar büyük bir hata yapmıştım. Allah kahretsin!
"Siz o küçük beyninizle bizi kandıra bileceğinizi mi zannettiniz?"
"Kandırdık ama" dedim fısıltıyla Hayal'e. "Gerizekalı bu da ha." Hayal susmam için ellerini dudaklarıma bastırdı. "Sessiz ol!"
Adam kızları odaya doğru zorla götürdüğünde tabii ki biz de peşinden gittik. O kapıyı tam kapatacakken hızla kapıyı açıp içeri daldık.
"Aaa güzeller de buradaymış." Sinsice gülüp alt dudağını yaladı. Adam bir anda kolumuzdan tutup bizi zorla içeri soktu ve ardından kapıyı kapattı. Hayal bana, Seren de Hira'ya sarıldı. Korkuyorduk, ama avantajlıydık. O tekti biz dördümüzdük. "Dört tane güzeller güzeli kadın. Adamlara söyleyeyim de tadınıza bir bakalım nasılmışsınız?" Nefesimiz kesildi. Bu ne saçmalıyordu? Bize dokunmayı? Telefonu kulağına götürdüğünde hızlı düşünmeye çalıştım. Ve masanın üzerinde aldığım vazoyu kafasında kırdım. Adam önce afalladı ardından elindeki silahı bize doğrulttuğunda bu kez Hira odadaki sandalyeni alıp adamın sırtına vurdu. Adam neye uğradığını şaşırmıştı. Afallayarak bu kez onlara döndüğünde Hayal içki şişesini alıp adamın kafasında kırdı. Bayılmıyor lan bu?! Ama filmlerde bayılırdı genelde. Noluyo?! Seren korkuyla adamı ittirdiğinde Berkay dengesini kaybedip yere sert bir şekilde düştü. Düştüğünde başı duvara değdi. Ve nihayet gözlerini kapattı. Hepimiz korku içinde gerilmiştik. Çünkü dördümüz adamı galiba öldürdük...
Tam 7 dakikadır hareketsiz halde uzanan Berkay'ı izliyorduk. Hiçbirimiz daha şoku atlatamamıştık. "Bunu burada tutamayız. Dışarı çıkarmamız gerekiyor. Birileri görebilir."
Çömeldiğim yerden doğulduğumda kızlar hala şoktaydı. "Nereye götüreceğiz?" Hayal korku dolu gözlerle bana baktı. "Dışarıdaki depoya götürelim. Herkes şüphelenecek şimdi. İyi olmaz." Hira ayağa kalktı. Haklıydı, biraz daha burada durmamız herkesin dikkatini çekerdi. Hayal ve Seren ayağa kalktı. "Nasıl çıkaracağız peki?"
Bakışlarım Seren'in hediye paketlerine kaydı. Başka yol yoktu. Sadece o seçim. Ben hediyelere bakınca kızlarda anlamışlardı ne yapmak istediğimi...
***
"Eğleniyor muyuz?" dedim moralimizi yükselmek amacıyla. "Evet!" dedi Hayal.
"Sizin eğlence anlayışınızı ben. Lan ceset taşıyoruz lan!" Seren öfkeyle şikayetlendi. "Herkes bize bakıyor çaktırma." Hira gözlerin üzerimizde olduğuna dair bizi uyardığında başımı kaldırıp kısa bir bakış attım. Evet, herkes büyük hediye paketinde taşıdığımız şeye bakıyordular. Kırmızı büyük bir hediye paketi.
"Baksınlar, belki gelip yardım ederler." Seren bayağı agresifti. Oysa kızacak pek bir şey yoktu ya. Altı üstü ceset.
"Kimse doğum gününde ceset taşımak istemezdi tabii ama mecburuz artık."
"Niye o şanslı kişi ben seçildim? Birkaç gün sonra Hira'nın doğum günü. Neden o değil ben?"
"Hira'nın doğum gününe de yedisini kutlarız artık. Pastalar helvalar falan."
"Susun hepiniz" dedi Hira. "Hemen şundan kurtulalım." Tam paketi arka bahçeye getirdiğimizde derin bir nefes aldık. Çünkü herkesin dikkatini çekmeden aradan çıkmıştık. "Oh, kurtulduk." Bir anda tam önümde bir çift bacak durdu. Başımı kaldırdım. Gelmişlerdi. Savaş ve adamları tam karşımızdaydılar. Hepsi aynı ifadeyle bize bakıyorlardı. Şaşkınlıkla. Kızlar da başlarını kaldırdığında kaşları havalandı. Çünkü Seren ve Hira'nın hiçbir şeyden haberi yoktu. "Onların burada ne işi var?" Hira yanıma geldi. "Biz çağırdık" dedi Hayal kollarını göğsünde birleştirerek. "İyi halt ettiniz!" dedi Seren öfkeyle.
"Tam olarak ne yapıyorsunuz?" Savaş gözlerini benden çekip kızlara döndü.
Yutkunarak dudaklarımı büzdüm. "Sanırım yanlışlıkla katil olduk." Savaş'ın gözleri pakete kaydı. Sarsılmış gözlerle bana döndü tekrar. "Ehe" dedim gülmeye benzer sesimle.
"Kim öldürdü?" Soru Alp'ten gelmişti. "Ben vazoyla kafasına vurdum." Elimi havaya kaldırdım. "Ben sırtına sandalye vurdum." Hira elini kaldırdı. Cesur şok içinde gözlerini açtı. Hayal elini kaldırdı bu kez. "Ben içki şişesini ensesinde kırdım." Alp kaşlarını çattı. "Ben de ittim, duvara çarptı." Seren ise nokta atışından bahsetti. Şaşkınlıkları daha çok büyürken, Cesur kafayı yemişiz gibi bize bir bakış attı.
"Çüş!" dedi Savaş yüksek sesle. "Keşke silahla öldürseydiniz daha az acı çekerdi."
Cesur kahkaha atarak "yarın gelin işe başlayın, bunca yıldır adam öldürüyoruz. Sizin elinize su dökemeyiz." dediğinde Savaş öfkeyle ona baktı. Sonra tekrar bana döndü.
"Bana katil diyordun bir de, şimdi senin bu yaptığın ne?!"
"Kaza." dedim çok sakin bir şekilde. "Sadece küçücük bir kaza."
"Küçücük bir kaza bir adamı öldürdü evet."
"Nabzını kontrol ettiniz mi?" Alp hediye paketinin yanına gelip kutuyu açtı. Adam hediye paketinin içinde oturuyordu. Adamı öyle görünce kıkırdamadan edemedi. "Sinirlerim bozuldu ya. Adamı hediye paketi yapmışlar."
"Hayır, kontrol etmedik. Yani o kadar vurunca ölür diye düşündük." Hayal masum masum adama bakarken Alp ağzı açık onu izliyordu. Hayır güzelliğini değil mantığını. Gerçekten aklımıza gelmedi hiç. Aklımız mı kaldı? Başını salladı. Parmaklarını adamın nabzına koyduğunda bunalarak nefes verdi. "Gelir misin?" Hayal eminsiz adımlarla adama yaklaştı. Eğildiğinde saçları önüne düştü. Alp ise hayranlıkla onu izliyordu. Dudakları aralıydı. "Dokun nabzına şimdi."
Hayal adamı kontrol ettiğinde gözlerini kocaman açtı. "Adam hala ölmemiş." dedi şok içinde bize dönerek. "Kedi mi bu adam?" Şu an Hayal adam ölmediği için üzülüyor mu yoksa bana mı öyle geliyor? Galiba hepimiz kafayı yedik.
"Peki sen doktor olduğuna emin misin?" Alp imayla güldüğünde Hayal donmuş gözlerle ona baktı bu kez. "Nabzı kontrol etmeden teşhis mi konulur?" diye söylendi. Hayal ise yaşadığı bu kadar şeyden sonra duygusal patlama yaşıyordu. Gözleri dolmuştu. "Sen bizim ne yaşadığımızın farkında mısın? Akıl mı kaldı bende? Adam tek kişi ama hepimizi öldürmeye çalıştı o odada." Gözlerini kapatıp hemen ayağa kalktı. "Sizden yardım isteyen de kabahat." Gerçekten şu an yersiz bir tepkiydi.
"Ben ne dedim şimdi?" Doğrulup Hayal'in arkasından seslendi. Ama Hayal umursamadı. Yanıma gelip arkamızdaki sandalyede oturup arkasını döndü. "Hayır ben ne-" Alp kendini açıklamaya çalışırken işaret parmağımı havaya kaldırıp ona doğrultup. "Üste çıkmaya çalışırsan daha çok altta kalırsın sus, iyiliğin için sus." dedim sakin olduğumu belirten tonda. "Normal olarak biraz önceki olayı atlatamadı. Üzerine gitme. Kendine gelir birazdan."
Hiçbir şey demese de bakışları hala arkamdaki Hayal'deydi. Alp galiba gerçekten aşıktı ona. Gözleri öyle derin ve anlamlı bakıyordu ki. Hayal bir kere dönüp baksa kesinlikle tutulurdu ona. Yardım etmek istiyor ama elinden hiçbir şey gelmemesi, ona dokunmaması, duvarını aşamaması onu daha çok yıpratıyordu.
"Güzel, adam ölmediyse sorun yok. Cesur, siz adamı alın götürün depoya. Biraz biz de eğlenelim bakalım neler çıkacak ortaya?" Cesur adamlara işaret ettiğinde adamlar gelip Berkay'ı kaldırıp taşıdılar. Arka bahçede olduğumuz için arka kapıdan çıkmaları iyi olmuştu. Alp ve Cesur da yanımızdan ayrıldı. Savaş ise bana döndü. Üzerimdeki elbiseyi süzdüğünde tek kaşını imayla kaldırdı. "Sen hayırdır? Kimin için bu hazırlık?" Seren ve Hira dudaklarını birbirine bastırıp kafalarını çevirip kıkırdarken gözlerimi devirip omuz silktim. "Kendim için. Sana ne?"
"Kendi kendini ayarttığını bilmiyordum. İlginç kadınsın." Omuzlarını dikleştirip başını çevirdi. Manyak mı bu? Niye kendimi ayartayım? Allahın belası.
Kızlar kıkırdamaya devam ediyorlardı. Herkesin maskarası olduk resmen.
"Birini ayartmak istesem bu kadar giyinik olmam" dedim cilveli ses tonuyla. Gözlerini kocaman açtıp bana baktığında omuz silkerek başımı çevirdim. Aramızdaki soğuk savaş dalgasını herkes fark etmişti.
"O zaman biz gidelim mi?" dedi Seren Savaş'a dönerek. "Çünkü herkes bizi bekliyor. İyice şüphe çekeceğiz." Savaş bakışlarını benden ayırmadan başını salladı. Ben gitmek için hareketlendiğimde gitmemi engelledi. Kolumdan tutup kendine çekti. Kızlar hepsi şaşkınlıkla Savaş'a döndüler. "Karıcığım, sen nereye?"
"Gidin demedin mi? Pasta kesecek."
"Sen mi keseceksin?"
"Hayır."
"O zaman sen benimle kalıyorsun."
"Niye?"
"Çünkü ben öyle istiyorum." Kolumu bırakmadan kızlara döndü. Başıyla içeriyi işaret etti. "Siz gidin herkesi çalıştığınız kadar oyalayın. Kimse dışarı çıkmasın. Biz taşırken görmesinler." Kızlar hiç umursamadan koşarak uzaklaştığında Savaş'ın adamları hediye paketini yani adamı taşımaya başladılar. Dışarısı bayağı soğuktu. Kollarımı kendime sardığım zaman hiç düşünmeden ceketini çıkarıp omuzlarıma attı.
"Ne istiyorsun benden?"
"Ne bu kılık?"
"Nesi varmış?"
"Defne, sen şimdiye kadar beni ayartmak için bile bu kadar açık giyinmedin. Lan, bizim ilk gecemizde bile sen pantolon giyinmiştin."
"Pardon, ben seni neden ayartayım? Ayrıca partiye pantolonla mı gelseydim?"
"Bu elbiseyi benim için giyebilirdin."
Sinirlerimi bozmaya başlamıştı artık. Çok mantıksız cümleler kuruyordu artık. Yavaş yavaş geliyorlar bana. "Savaş, bizim normal bir ilişkimiz olsaydı senin için de giyinirdim. Gerçi biz diye bir şey yok ama."
"Ha yani normal ilişki kurduğun başkası var." Gözlerini devirip kollarımı göğsümde birleştirdim. "Kim? Partiden mi?" Aha da kıskançlık perileri geldi. "Savaş, kıskanmanın sırası mı şimdi?"
"Bak, ben demiyorum niye bu elbiseyi giyindin. Karar senin giyine bilirsin. Ama konu bana gelince neden özenmiyorsun, onu demeye çalışıyorum."
"Ya sen salak mısın? Önce aramızda hiçbir şey yok diyorsun. İmkansızsız diyorsun, sonra benim için neden giyinmiyorsun diyorsun? Sen tam olarak ne istediğini söyler misin?"
"Bilmiyorum!" dedi bağırarak. "Ben ne yaptığımı bilsem bu halde olur muyduk?" Öyle bir bağırdı korkudan geriye sendeledim. Öfkeliydi fakat öfkesi bana değildi. "Ben kendimi nasıl hissediyorum biliyor musun? Bileklerimde zincirler var ve soğuk karanlık bir yerde yapayalnızım." Kalbim titredi. Onun canı yanıyordu, gözlerinden belliydi. Ve şu an benim de canım yanıyordu. Çaresiz gözlerini gökyüzüne çevirdi.
"Ben korkmazdım Defne. Ben asla karanlıktan korkmazdım. Senin ışığın beni aydınlatana kadar. Sen hayatıma girdikten sonra ben ışığı ilk kez gördüm. Ve alıştım. Ben sana senin ışığına alıştım. Şimdiyse yine karanlığa mahkum bırakıldım Defne!"
Yapacak bir şey yoktu. O benden vazgeçmedi ama ben vazgeçtim. Çünkü yaralarımı bilmiyordu. Bilseydi de iyileştiremezdi. "Senin karanlığın benim ışığımdan daha güçlüydü Savaş. Ben seni yenemezdim."
"Ama ben sana yenilmeye hazırdım. En güzel yenilgim sensin Defne."
"Savaş, ben vazgeçtim. Sen de vazgeç." Gözleri gözlerime takıldı. Yorgun uykusuz saçları dağılmış şimdi fark ediyordum. Savaş sönüyordu. Savaş da benim gibi eriyordu. "Bu kadar kolay mı?" Sesi içine kaçmıştı. Bana inanmayan gözlerle baktı. Karnımdan yükselen bir ateşle ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.
"Emin ol ki hiç kolay olmadı. Ama yapacak bir şey yok. Ben aynı acıları tekrar yaşamak istemiyorum. Artık her şey için çok geç."
Sustu, hiçbir şey demedi. Sadece baktı, gözlerime uzun uzun baktı. "Savaş," dedim soğuk sesimle. Nasıl söyleceğimi bilmiyordum. Ancak olması gereken de buydu. Benim için en doğru olanı buydu. "Ben boşanmak istiyorum." Duyduğu cümleyle donakaldı. Savaş'ı ilk kez sarsılmış gözlerle bana baktığını fark ettim. "Ne?!" Sesi kısık çıkmıştı. Sanki tüm dünyanın yükü bir anda omuzlarına yüklenmişti. "Yarın mahkemeye baş vuracağım. Bu oyunu ben başlattım bende bitireceğim." Hiç öyle hayal kurmamıştık. Evlenirken hiç böyle biteceğini tahmin edemezdik. Oysa nasıl da masum hayallerimiz vardı. Fakat hayat bunu bize çok görmüştü. İkimiz de intikamımızın altında ezildik.
"Yapamazsın," dedi gözleri dolarak. "Yapma bunu bana." Şu an ateş edip öldürsünler beni. Savaş'ı bu halde görmektense keşke ölseydim. Yalvaran gözlerinde keder yuva kurduğunda acı kalbimin tam ortasına yerini edinmişti. Ben kör olmak istiyordum, o gözleri bu halde görmektense kör olmak istiyordum.
"Ben daha fazla sana yük olmak da istemiyorum. Her şeyi altüst eden bendim. Ailenle benim aramda kalmanı sağladım. Artık böyle bir durumun olmasını istemiyorum. Ben sana yük olmayacağım. Kurtuluyorsun benden."
Diliyle dudağını yalayıp gerçekliği sindirmeye çalıştı. "Sen tam olarak ne zaman vazgeçtin?"
"Sana acı çektirdiğimi gördüğüm an. Hani dedin ya Ahu'yla senin aranda kalmak benim için en büyük ızdıraptı. Ben seni bu ızdıraptan kurtarıyorum."
"Defne" bana doğru bir adım attı. Ama konuşmasını engelledim. Parmaklarımla dudaklarına yerleştirdim. Sıcacık dudakları benim buz gibi parmaklarımı bile ısıtıyordu. "Savaş, sen başta biz imkansızsız dediğinde sana inanmalıydım. O gün dediğini yapıp senden vazgeçmeliydim. Düğünde konuştuklarımızı hatırlıyor musun?"
Başını hafifçe salladığında gözlerim dolmuştu. İkimiz de yeteri kadar acı çekmiştik. Bence bu kadar yeterliydi her şey için.
"Başka bir evrende yine benimle karşılaşırsan bu kez beni sever misin başkomiser demiştim."
"Seni her evrende severim doktor demiştim." Gözlerindeki yaşlar kendini serbest bıraktığında benimkiler daha fazla dayanamadı. Başını önüne eğdi ikinci kez. Pişmanlıktan dolayıydı...
"İşte hiçbir zaman mümkün olmayacak Savaş. Biz artık karşılaşamayız. Biz artık birleşmeyiz. Gidiyorum." Onu söylemeyi planlamamıştım. Ama artık zamanıydı.
"Nereye?" sesindeki şaşkınlığı gözlerine de yansıdı.
"Okulum için Fransa'ya geri dönüyorum. Mecburum zaten. Belki de bu ikimiz için de iyi olacak." Ellerimi tutup ıslak kirpiklerinin ardındanki bal rengi gözlerini gözlerime baktı.
"Defne, ben senin için savaşmaya hazırdım." Keşke çok erken olsaydı, keşke iki ay önce bunları söyleseydin. Belki de her şey farklı olurdu. Ama şu an geri dönmem acıdan başka bir şey getirmeyecekti.
"Çok geç, artık ben savaşacak gücüm yok. Ben tükendim." Başını tekrar önüne eğdi. Hiç kimsenin önünde gözlerini bile indirmeye Savaş benim önümde pişmanlıkla başını eğdi. "Beni sevdin, ben yapamadım. Ben sevgine sahip çıkamadım." Başını kaldırıp dolan gözlerini kırpıştırdı. "Ben senden nasıl vazgeçeceğim? Sen beni unutacak mısın?"
Unutamazdım, seni unutmaya ömrüm yetmezdi başkomiser. Seni nasıl unuturdum. Dokunuşunu, bakışını, öpüşünü, bana sarılışını... Ben sen de huzur buldum. Ben sende iyileştim.
Ben sana yaslandım. Şimdi yine gidip kime yaslanacağım? Kime güveneceğim? Seninle yaşadığım acıyı ben kime anlatacağım? Kiminle dertleşecektim?
"Sana iyilik yaparak Cihangir'le barışmanızı sağladım." Gözlerimi silip ellerimi ellerinden çektim. "Çünkü ikiniz birlikte Halil'den intikamınızı alabilirsiniz. Ancak benden bu kadar. Bir daha beni görmeye bilirsin."
"Yapma diyemiyorum. Ne desen haklısın. Seni paramparça ettim ben. İntikamım yüzünden seni harcadım ben. Hırsıma yenik düştüm."
"Yarınki davete gelip gelemeyeceğimi bilmiyorum. Gelirsem de sana son kez İyilik yapmak için gelirim herhalde. Gelmezsem de bil ki gururuma yenik düştüm."
Arkamı döndüm. Bacaklarım keşke kırılsa da yürüyemezsem. Keşke gidemezsem ondan... Yavaş yavaş ilerlerken içimdeki acının bıraktığı fırtınanı serbest bıraktım. Sevgimi, aşkımı, hayallerimi, umudumu hepsini arkada bıraktım, vazgeçtim ben. Ben bir gecede vazgeçmemiştim. Ben bana baktığı öfkeli gözlerinden, benden kaçtığı her an, umursamadığı her an ondan soğudum. Ama ona acı çektirdiğimi öğrenince ise artık tamamen vazgeçtim... Defne'yle Sarp'ın sonu iyi bitmedi, ama Savaş'la Defne'nin de sonu iyi bitmedi...
***
Yazarın anlatımıyla.
Bir gün sonra
Davette herkes yerini almıştı. Savaş ise kendi masasında oturmuştu. Düşünceli ve üzgündü. Hiçkimse şimdiye kadar onu böyle görmemişti. Bir sağa bir sola bakıyor gözleri sürekli bir şeyi ya da birisini arıyor gibiydi.
"Defne'nin gelmeyeceğini sen de çok iyi biliyorsun. Yaklaşık bir saattir buradasın ve hala yok. Ne zaman vazgeçeceksin?" Ahenk öfkeyle Savaş'ın gözlerine baktı. Çünkü Savaş onu karısı olarak tanıtmaktan vazgeçmişti. Ancak elindeki içki bardağını başına çekip hepsini içti. Beynini uyuşturmaya yetmiyordu. Defne'nin söylediklerini, bakışını kafasının içinden çıkaramıyordu. Şimdi gelse elini tutsa sarılsa tüm acıları dinecekti. Ama yapmazdı...
"Sana ne?" dedi Feride çıkışarak. Ahenk gözlerini devirip başını çevirdi. "Doğruyu söyleyeni 9 köyden kovarlar."
Ahu ve Alp sinirle soludu. Zaten morali yoktu şimdi bir de başına Ahenk ve dırdırı çıkmıştı. Fakat Savaş'ın umurunda bile değildi. Hala gözleri Defne'ni arıyordu. Geleceğinden emindi.
"Savaş Karakurt, birini mi arıyor yoksa bana mı öyle geliyor?" Barlas ve yanındaki diğer liderlerden olan Pars onlara yaklaştı. Oldukça keyifli görünüyorlardı. Savaş omuzlarını dikleştirip alt dudağını aniden gelen sinirle ısırdı. "Sen atlattın mı?"
"Neyi?" Barlas kaşlarını havaya kaldırdı. Pars'a döndü. "Teknen havaya uçmuştu ya. Onu diyorum atlattın mı?" Barlas'ın yüzündeki gülüş aniden soldu. Şimdi sinirlenme sırası ondaydı. "Ooo toplanmışız kader ortaklarım," Cihangir'in sesiyle herkes başını arkaya çevirdi. Yanında Taha ile gelmişti. "Şimdiden kavgaya başlamayın ya."
"Haberlerini duydum. Savaş'ın adamı olmuşsun."
Cihangir yüzünü ekşitti. "No no no. Ben kimsenin adamı olmam Barlas. Ama sen tabii birilerinin adamı olmaya alışkın olduğun için düşüncelerini yadırgamıyorum." Semih bir anda arkada belirdi. "Ekibine yeni katıldı diyelim." Elinde içki şişesiyle onların yanına gelmişti.
"Hem sen tekneyi ne yaptın ya? Mallar bayağı bir zararı uğratmış." Taha keyifli gülüşüyle Barlas'ı süzdüğünde Barlas'ın bezgin şekilde gözlerini devirdi. Ve nefesini sert bir şekilde firar etti. "Onu yapanı bir bulursam dünyayı ona dar ederim."
"Tabii canım yaparsın." Ahu alayla güldü. Çünkü yapamayacağını çok iyi biliyordu. Çünkü dokunulmazlığı vardı Defne'nin. Kraliçe'nin kızı olması onu koruma altına almıştı. Ancak kimsenin bundan haberi yoktu.
Fakat Barlas'ın derdi Savaş'laydı. "Karakurt sen evliydin öyle değil mi?" Semih ve Taha anında Savaş'a döndü. İşte herkes şimdi gerilmeye başlamıştı. Cihangir dudaklarını birbirine bastırdı. Defne'nin geleceğinden neredeyse emindi ama şimdi ortalıkta yoktu. Ahu boğazını temizledi. Savaş ise derin bir nefes aldı. Defne gelmemişti. Tam bir saat 10 dakika geçmişti ve henüz yoktu. Gururuna yenik düştüğünü anladı. Ve gelmeyeceğini düşündü. O kadar şeyden sonra gelmesi mucize olurdu zaten. Belki de o iyiliği bile ona çok görmüştü. Tam o sırada kapı açıldı. Ve karşılarında beyaz takımıyla Dilara Aksoy çıktı. Herkes gözlerini ona çevirdiğinde Savaş Defne'nin geleceğini düşünüp hemen döndü. Fakat Dilara'nı görünce yüzü düşmüştü. Defne'den artık tamamen umudunu kaybetmişti. Fakat tam o sırada Defne beyaz tulum ve üstüne aldığı beyaz kabanla annesinin tam arkasına gelince Cihangir hemen Savaş'ın koluna vurdu. Başıyla onu gösterdi.
Defne gelmişti. Dediğini yapmış ve gelmişti. Savaş onu görür görmez sanki hayatının en güzel anını yaşamış gibi o kadar içten mutlu olmuştu ki hayranlıkla alt dudağını ısırdı. Dilara ve Defne herkesin arasından geçerek onlara doğru yürümeye başladı.
"Kartalların devri bitmedi mi ya?" Dilara masaya yaklaşıp ilk atakta bulundu. Barlas alayla güldü. "Bittiğini sananların devri bitecek birazdan."
Savaş bir an olsun gözlerini Defne'den çekmiyordu. Defne ise kısa bir bakış attı. Herkese sırayla baktı, sonra tekrar Savaş'a döndü. Yüzünde soğuk bir ifade vardı. Savaş ona başıyla teşekkür ettiğinde hiçbir tepki vermedi ve tekrar önüne döndü.
"Ooo tatlım, beni bitirmek arzusuyla yanıp tutuşanların devrini bitireli çok oldu."
"Siz?" dedi Defne'ye dönerek. Onu bitiren kadını tanımıyordu. Sadece ismini duymuştu. Defne bir adım öne çıkarak yüzünde sinsi bir gülüş yuva kurdu. "Defne ben" dedi kaşlarını aynı havada kaldırarak. "Memnun oldum." Dilara eliyle kızını gösterdi. "Kızım Defne, senin tekneni... " parmağı yukarı doğru işaret etti. "Havaya uçuran."
Barlas gözlerini kocaman açtı. Tekneni uçuranın Defne olduğunu duyunca şok içinde Pars'a döndü. "Sen?"
Dilara belini Defne'nin beline sarıp gülümsedi. Kraliçe ve kızı zafer gülüşleriyle ve özgüvenli duruşlarıyla adeta parlıyorlardı.
Barlas, Pars, Taha, Feride ve Ahenk şok içinde gözlerini açtılar. Çünkü çoğu kişi Defne'nin kraliçenin kızı olduğunu bilmiyordu. Defne ise omuzlarını dikleştirip Barlas'a döndü. "Memnun oldum."
"Sen mi yaptın?"
"Evet. Şaşırdınız mı?" Barlas Defne'nin suratını dağıtmak ister gibi bakıyordu. İşlerine çomak sokan kadının Defne olmasını asla beklemiyordu. Çünkü sıradan birisi Barlas'a savaş açamazdı. Tara'dan olduğunu düşündü. Fakat şimdi sıradan bir kadına yenildiğini düşününce kendi gururuna sığdıramıyordu.
Defne ise sessizce onu izliyordu. Aldığı her mimik ona zevk veriyordu. Sırf Barlas'ın bu suratını görmek için sabırsızlanıyordu. Ve başardı da. "Nasıl yapabildin? Nasıl planımı öğrendin? Ben her şeyi değiştirdim. Nereden haberin oldu?"
"Siz erkeklerin beyininizden önce başka bir yerleriniz çalıştığı için pek zor olmadı." Barlas kaşlarını çattı. Ne demek istediğini anlamamıştı. "Ecrin'i tanıyor musun?" diye sordu Defne. Ecrin Barlas'ın yürüdüğü kızdı. Ecrin onun arabasına çarpmıştı. Tabii suç Barlas'da olunca arabanın parasını vermek zorundaydı. Daha doğrusu Ecrin zorunda bırakmıştı. Barlas ilk gördüğü anda kızdan hoşlanmıştı. Fakat bir günde dört beş kez karşılaştıkları için Barlas onu ikinci gün yemeğe davet etmişti. Tabii Barlas'ın aklında başka planları vardı kızla ilgili. Fakat kız arabasının parasını aldıktan sonra ortadan kayboldu. Barlas aramak istedi fakat çetesinde işler yolunda gitmeyince kızı aramaktan vazgeçti. İşinde ise Barlas'ın tüm sevkiyatını gerçekleştirecek gemilerde sorun çıkmıştı. Hepsinin motorunda ciddi sorunlar vardı. Bu yüzden Barlas tüm odağını gemilere yönetti.
"Evet."
"Ecrin değil işte o. Hayal. Benim arkadaşım Hayal." Barlas duyduğu cümleyle daha çok şok olurken Pars "ne?!" diye bağırdı. Fakat bu kez o yalnız değildi. Diğerleri herkes şaşırdı. "Sadece dinleme cihazı yerleştirmemiz gerekiyordu. Ve bir şey daha var. Gemilerin de boşu boşuna bozulmadı. Sırf dikkatin dağılsın diye yapmak zorunda kaldım maalesef. Ve başardım da. Keno sağ olsun halletti."
"Çüş!" dedi Ahenk şok içinde. "Bunları ne zaman planladın da ne zaman yaptın?" Fakat Defne Ahenk'i umursamadı. "Yani başından beri bana oyun oynayacağını biliyordum. Bu yüzden de bilerek senin tuzağına düşmüş gibi yaptım. Tabii sen kendi kazdığın kuyuya da sokmakla büyük bir iş başardım gerçekten."
Cihangir ellerini havaya kaldırıp alkışladı. "Artık şaşırmakla kalmıyor aynı zamanda tebrik ederim seni."
"Sen Defne'ni tanıyor muydu?" Barlas Cihangir'e döndüğünde bu kez Defne Cihangir'in koluna girip Savaş'a kısa bir bakış attı. Çünkü yapacağı şey herkesi şaşkına çevirecekti. uzun süredir susan Savaş öne çıktı. "Karısıyım. Cihangir Karakurt'tun karısıyım."
"Ne?!" dedi Barlas çıldırmış gibi. Artık bu kadarını da kaldıramıyordu. Şok içinde ağzı açık kafayı yemeye ramak kalmıştı. Fakat en büyük tepkiyi Cihangir göstermişti. "Hassiktir!" Defne'nin neden böyle dediğine anlam veremiyordu. Açıkçası Savaş'ın tepkisinden birazcık korktuğu için paniklemişti. Herkesin bakışı Savaş'a kayarken Savaş kaşlarını çatmış ağzı açık olanları izliyordu. Defne yine herkesi şaşırtmıştı. Savaş'ın değil Cihangir'in karısı gibi tanıttı kendini. Bunu fırsat bilen Ahenk hemen ortaya atladı. "Evet, bizim gelinimiz olur kendisi. Öyle değil mi kocacığım?" Anında Savaş'ın elini tuttu. Fakat Savaş parmaklarını kenetlemedi. Çünkü elinden tutması gereken Ahenk değildi Defne'ydi. Defne'nin gözlerine öyle bir öfkeyle baktı ki bir an şu an kimse umrunda değildi. Defne onun karısı olmak istememişti. Bu onun için zaten başlı başına bir sondu.
"Barlas bey, sizi görmek isteyen birisi var." Adamlarından birisi ona seslendiğinde şaşkınlığı bir anda kayboldu. Hızlı adımlarla kapıya yöneldi. Defne ise Savaş'ın ona bağırıp çağırmasını bekliyordu fakat Savaş bunu yapmadı. Omzuna çarparak yanından gitti. Defne ise Savaş'ı ilk kez böyle görüyordu. Hiç bir şey demeden, bağırmadan çağırmadan gitti.
Defne'nin anlatımıyla.
Yaklaşık iki saattir aşağıda beklemekten yoruldum. Gürültüyü kafam kaldırmıyordu. Üstelik karanlık adamların hepsi aşağıda olması beni iyice geriyordu. Bu yüzden her lider için ayrılmış odalardan birinde oturmuş sakince dinleniyordum. Annem de yanı başımdaydı. "Kızım, iyi misin?"
"İyiyim anne."
"Kendini nasıl hissediyorsun?" Diz çöküp önümde eğildi. Dizlerimin üstüne koyduğum ellerimi tuttu. "Bak, eğer kötü hissediyorsan-"
"Merak etme annem. İyiyim, senin için rahat olsun. Böyle her şeyi anlatınca rahatım artık. Yalnız savaşmak acı veriyordu çünkü." Fakat şu an zihnimde geçmişim değil Savaş vardı. Çünkü aşağıda olanlardan sonra aramızda soğuk rüzgarlar şiddetlenmişti. Savaş onun karısı gibi gelmemi istemişti ama ben yarı yolda bırakmıştım. Biliyordum, yaptığım doğru değildi. Ama artık beynim ve kalbim aynı fikirdeydi. Çok yorgundu ve teslim olmaya niyetleri yoktu.
"Nasıl rahat olacağım bilmiyorum ki. Geçmişi değiştiremem ama geleceğini parlak yapabilirim Defne. Bunun için de ne gerekiyorsa yapacağım."
"Siz yanımda olduktan sonra benim üstesinden gelemediğim hiçbir şey olamaz. Zaten bu iş bitsin. Boşanma davası da açacağım. Her şey bitecek."
"Doğru olanı yapıyorsun. Artık seni yoramam ben. Nasıl istiyorsan öyle yaşa." Savaş'ın hiçbir şey dememesi benim canımı daha çok acıttı. Keşke bağırıp çağırsaydı da susup gitmeseydi.
Tam o esnada kapı çaldı. "Gel." dedi annem ayağa kalkarak. Gelen Feride'ydi. "Müsait misiniz?" Bu durumu garipsedim.
Annemin aniden suratı ciddileşti. "Gel, bir şey mi söylemek istiyordun?" Feride içeri girer girmez kapıyı kapattı. "Defne'yle konuşmak istiyordum da ama müsait değilseniz sonra geleyim." Annemle kısa süreliğine göz göze geldik. Feride benle bir şey konuşacak öyle mi? İlginç. Benim kadar annem de şaşırmıştı. Çünkü baştan beri birbirimizden hoşlanmadığımızı biliyordu. "Tamam ben sizi yalnız bırakayım."
Feride annem çıkar çıkmaz yanıma gelip tam karşımdaki koltuğa geçti. Derin bir nefes verdi. Galiba önemli bir şey konuşacaktı.
"Birbirimizden başta hoşlanmadık itiraf edelim." Başımı hafifçe salladım. İlk günden beri evet. Aramızdaki tek sorun Savaş'tı. O Savaş'a yürüyordu ben de ona gıcık oluyordum.
"Ancak ben seni zamanla tanıdıkça bazı yaptığın hareketlere hak vermeye başladım. Çünkü yaşadığın şeyler kolay değildi. İhanete uğradın hem de defalarca. Fakat her şeye rağmen ayakta durmaya çalıştın." Ne yani? Bana hayran mı kaldı?
Başını önüne eğdi hafifçe. "Aslında kıskandım seni. İçindeki iyiliği kıskandım, neşeni kıskandım, mutlu olmaya çalışmanı kıskandım. Defne onca şey yaşadı ama hep ayakta durdu. Ama ben belki de o kadar güçlü olmadığım için böyle düşündüm." Daha bilmedikleri onca şey varken bana karşı hayranlık duymaları hoşuma gitmişti. Çünkü güce ihtiyacım vardı. Birilerinin beni desteklemesine ihtiyacım vardı. "Acıları kıyaslamak doğru değil. Kimin nasıl hayat yaşadığını asla bilemezsin. Ben ayakta durmayı denediğim her an daha çok yaralandım. Sevmek iyileştirir, ama bende tam tersi oldu. Daha derin yaralar açtı."
Sanırım Feride de kolay bir hayat yaşamamıştı. Bu yüzden belki de bu konuşmayı yapıyordu benimle.
"14 yaşımdayken beni abim çok kötü dövmüştü. Hep döverdi. Benden yaşça büyüktü. Psikolojik sorunları vardı ve acısını benden çıkarıyordu." Gözlerimi kıstım. Feride'nin kötü olaylar yaşadığını tahmin edebiliyordum. Ama bu kadarını beklemiyordum. Önce sustu, ardından derin nefes alarak güç topladı.
"Annemiz babamız öldükten sonra hastalığı iyice ilerledi. Bir süre sonra dayanamadım ve kaçtım. Çöplükte birkaç çocukla beraber yaşamaya başladım biliyor musun? O evde yaşamaktansa çöplüğü tercih ettim." Kalbim tekledi bir anda. Gözlerimin önüne Savaş'la Feride'nin konuşması gelmişti. Feride Savaş'a çöplükten geldiğini söylüyordu. Demek ki hikayesi buymuş.
"Fakat aylar sonra Cengiz amca beni o cehennemden kurtardı. Önce evinde sakladı ardından başka bir ev tutup oraya yerleştirdi. Ahu'yla o günden tanışmıştık. Ve o günden en yakın arkadaşım oydu. Savaş, ben Ahu birlikte büyüdük. Tabii Savaş benden 7 yaş büyüktü. Tabii insan bir insanla fazla zaman geçirince ister istemez ona bağlanıyordu. Büyüdük, yetişkin olduk. Ama benim Savaş'a karşı duygularım hala tazeydi." Kıskanıyordum, Savaş'la baştan beri birlikte büyümüşlerdi. Onun sevdiği nefret ettiği her şeyi belki de benden iyi bilirdi. Ancak ben dört ayda tanıdığım adamla öyle kötü şeyler yaşadım ki neyi sever neden nefret eder hiç bilmiyorum.
"Savaş asla bana o gözle bakmadı. Hep kardeşi gibi gördü. Ama sonra sen gelince artık tamamen şansım gitmişti. Çünkü Savaş'la daha buluşmadan önce bile Savaş senin fotoğrafını gördü. Cesur getirmişti ofisine. Senin hakkında bilgi vermek için. Savaş o kadar uzun bir süre baktı ki o fotoğrafa. Sanki bir fotoğrafa aşık olmuştu. Savaş seni öldürmek için Sarp kılığına girmişti Defne." Kalbim kaldırmıyordi artık gerçekleri. Durmasını istiyordum.
"Tamam sus artık!" Yüzümü avuçlarımın içine alıp kapattım. Biliyordum, bana zarar vermek niyeti vardı.
"Savaş seni öldürmeliydi ama fotoğrafını gördüğün anda durdu. Yapmadı, ve şunu söyledi. Ben nasıl yapacağım? Defne, Savaş seni ilk günden beri aşık olmuştu. Hayatındaki her şey yalan olabilir evet. Ama Savaş'ın sana karşı duyguları gerçekti. Ben ilk kez onu bu kadar çaresiz görüyordum." Yine doluyordu gözlerim kahretsin.
"Sus!" diye bağırdım sonunda. Sesim titriyordu. "Artık bizim ilişkimiz bitti Feride." Susmadı.
"Zaman geçtikçe Savaş'ın sana karşı olan duygularından artık emin olmaya başladım. Ben olsam da olmasam da Savaş'ın kalbinde senden başka kimse olamazdı." Kalbim yumuşuyordu. Hayır kararımdan vazgeçemezdim.
"Feride, canımı acıtıyorsun. Ne olursun sus."
"Savaş gibi karanlık adamı sadece sen aydınlattın. Savaş intikam ateşiyle yanıp tutuşuyordu. 24 yaşından beri Tara'ya girmek için uğraştı. Gençliğini yaşayamadı, hayatını yaşamadı. En güzel çağlarında insan öldürdü Defne." Ayağa kalkıp kulaklarımı tıkadım. Gözyaşlarım intihar ederken boğazım düğümleniyordu. Savaş için nasıl bir yerde olduğumu bilmek istemiyordum. Sadece sevmediğine kalbimi inandırmaya çalışıyordum.
"Eli titreyerek başladı bu işe. Suçlu adamı öldürdüğü ilk günü hatırlıyorum. Oturup sabaha kadar konuşmamıştı, hatta ağlamıştı. Ruhu bir günde kirlenmedi onun. Ruhunu söküp aldılar ondan. İstemeyerek yaptığı işleri babası zorladı. Sırf Barış'ın intikamı için kendi oğlunu harcadı. Savaş asla katil olmak istemedi. Yaptığı suçları kaldırmak zordu. Psikolojisi bile bozuldu. Zar zor kendine gelmişti. Fakat yıllar geçtikçe alışmaya başladı. Artık insan öldürmek onun için kolay lokmaydı. İnsanlara işkence vermek onun için hiçbir şeydi. O kadar zalim birine dönüştü ki babasından bile daha güçlü oldu. Ve tekrar intikam ateşi körüklendi. Ama sen hayatına girdiğin andan artık sakinleşmişti. O karanlıktan onu çıkardın Defne. Onun içindeki korkuyu alıp götürdün." Ayağa kalkıp önümde durdu. Nefes alamıyordum, dursun artık n'olur. Ben Feride gözlerime bakarak ellerimi tuttu. "Savaş'ın parlayan yıldızı oldun sen. Onu bırakmanı istemiyorum. Savaş tekrar hayata tutunmuşken tekrar kaybedemez seni." Ellerimi sertçe çektim. "Ben de kötü şeyler yaşadım. Kimse bilmiyor Feride. Savaş beni çok yordu. Artık karanlıktayım, ilerleyemiyorum. Canım acıyor."
"O zaman birbirinize tutunun." Gözlerime bakarak yalvardı. "Sımsıkı tutunun birbirinize. Kalbiniz birleşince ışığı açacak elbet." İnanması güçtü, biz birleşince paramparça oluyorduk. Bizim birleşmemiz imkansızdı.
"Ya olmazsa? Ya ikimiz de sonsuza kadar karanlıkta kalırsak?"
Feride hiçbir şey demedi. Gözleri dolmuştu. Bir anda sarıldı bana. Yapamadım, ben de sarıldım ona. "Defne, sizin birbirinize ihtiyacınız var. Vazgeçerseniz her şey mahvolur."
"Defne?" Cesur'un sesini duymamızla ikimiz de ayrılıp gözyaşlarımızı sildik. "Buradayım."
Cesur kapıyı açıp içeri girdiğinde şaşkınlıkla bize baktı. "Siz ne yapıyorsunuz burada?"
"Hiç konuşuyoruz." Omuz silktim. "Aşağı geliyor musunuz?" Feride hızla yanımdan geçip gittiğinde "ben gittim siz de gelirsiniz" dedi. Gözleri dolmuştu. Kendini zor tutuyordu. Cesur ise arkasından şaşkınlıkla bakıyordu. "Ne oldu buna?"
"Hiç, hadi gidelim."
Aşağı indiğimizde büyük bir masanın etrafına herkes toplanmıştı. Savaş ise ortalıkta yoktu. Bakışlarımı onu aramaya başladım. Ve buldum. Cihangir'le birlikte başka bir masada ve tabii Ahenk'le birlikte bir şeyler konuşuyordular. Merdivenlerden inerken bakışlarımı Savaş'tan bir an olsun çekmiyordu. Saçları özenle taranmış, fit vücuduyla tüm kızların ağzının suyunu akıtmaya yeterdi. Savaş Karakurt hem yakışıklı, hem zeki... Tam hayallerdeki erkek.
Merdivenleri inince bakışları beni bulmuştu. Fakat çekmesi bir saniye bile çekmedi. Bayağı kızgın görünüyordu. Yanlarına gittiğimde göz ucuyla beni süzmeyi de unutmadı. Elindeki içki bardağını başına çekip içti. "Defne, niye öyle dedin?" dedi Cihangir fısıltıyla. Ölümcül bakışlarımı ona çevirdim. "Bu oyunu başımıza sen açmışsın. Ben sana git adamla barış dedim gidip bizi bir araya getir demedim."
Alayla dudağının kenarı kıvrıldı. Bakışlarımı ona çevirdim. İçinden küfretti. Umursamadım. "Tamam da siz karı kocasınız zaten. Neden yalan söyledin?"
"Onunla eşleşmek istemedim. Ondan kaçtıkça bizi birleştiriyorsunuz."
"Kimse bir bok yapmıyor!" dedi üstüme gelerek. "Boşuna beyninde kurma. Ayrıca bana önceden böyle bir halt yiyeceğini söyleseydin en azından zor durumda kalmazdım."
Gözlerimi devirdim. İkimiz de şu an öfkeliydik. Şu an burada kimse olmasa birbirimizi diri diri yerdik kesin. "Sen Savaş'ı nasıl bir duruma soktun haberin var mı? Ben olmasaydım ne olacaktı?" Ahenk sinirle bana baktı. Bu kızın ağzının ortasına bir tane çarpsam acaba nasıl olur? Anlaşılan bununla daha çekeceğimiz vardı. "Sana da şans kapısı açıldı gördün mü, hadi tepe tepe kullan."
Yanımıza siyah takımlı orta yaşlı bir adam yaklaştığında kaşlarım çatıldı. Tanımıyordum. İlk kez görüyordum. Kel siyah bığlı bir adamdı. "Savaş, geldin mi? Ben de seni arıyordum."
Sanırım Taradan birisiydi. Elini uzattığında Savaş gülümseyerek adama döndü. "Hoş bulduk Ziya bey." Ziya denen adam Cihangir ve Ahenk'le görüştükten sonra bana döndü. "Aramızda yeni üyeler var galiba?" Yüzünde çarpık gülüş hemen yuva kurdu. "Allah korusun" dedim imayla. "Ben öyle bir hata yapmam."
Ziya söylediğim cümleye güldü. "Belli olmaz küçük hanım. Bir de bakmışsın bizden olmuşsun."
"Sizden olup sizi tuzağa çekmekten bahsediyorsanız evet onu benden bekleye bilirsiniz. Ben birazcık hainim." Bakışları Savaş'a kaydı. "Sen Barlas'ın teknesini havaya uçuran kız mısın?" Tek kaşımı havaya kaldırdım. "Neden bahsettiğinizi bilmiyorum." Söylediğim cümleyle kahkaha attı. "Bu iyiydi. Bayağı iyiydi. Suçu kabullenmemek."
"Suç işlediğimi düşünmüyorum."
"Yani tekneni havaya uçurttuğunu kabul ediyorsun?"
"Ben öyle bir şey demedim." Omuz silktim. Adam kendini zeki sanıyordu ama karşısındaki Defne'ydi. "Güzel bayağı güzel. Ama unutma ki senin gittiğin yolu ben dönüyordum ufaklık."
Sırıttım, omuzlarımı dikleştirip gözlerimi kıstım. "Güzel, demek ki aynı yolu gitmişiz." Tek kaşı havalandı. Ve Savaş'a döndü. "Karın mı?" Nereden anladı? Alnımda mı yazıyor acaba? Savaş bana dönerek başını salladı. "Evet, nereden bildin?" Tekrar Ziya'ya döndü.
"Kendini belli ediyor. Savaş Karakurt'un bir parçası olduğunu bağırarak söylüyor." Savaş'ın bir parçası. Ne kadar güzel ve farklı bir cümle. Onun bir parçası olmak...
"Bağırmadım ben" dedim itiraz ederek. "Gözlerin aynı Savaş gibi bakıyor. İnat, öfke, özgüven, ego." Savaş'a benzediğimi hiç fark etmemiştim. "Karı kocanın toprağı aynıdır derler. Siz ikiniz de aynısınız. Duruşlarınız bile aynı." Şimdi fark ettim. İkimizin de omuzları dik duruşumuz hafif yana doğru eğilmişti. Gerçekten aynı mıydık biz? Ben ona o bana bakınca ikimiz de aynı anda duruşumuzu değiştirdik.
"Muhteşem bir eşleşme." Allah Allah bu da taktı bize. "Ya ne demezsin?" Gözlerimi devirip kollarım bağladım. "Kendisi karım olmaktan pek haz etmiyor da. Siz ona aldırmayın." Savaş diyor ki Defne gel gırtlağıma yapış.
Şimdi görürsün sen. Ben seni delirteyim de gör. Ziya bana sinsi bir bakış atıp yanımızdan ayrıldı. Direk Cihangir'in koluna girip "gidelim kocacığım," deyip zorla onların yanında ayırdım. Sırf Savaş'a inat olsun diye. Kıskanıp delirsin diye. Başka bir masaya geçtiğimizde Cihangir kolunu benden kurtardı. "Delirdin galiba sen? Ya da kafanı bir yerlere mi çarptın?" Saçımın altından kafamı kontrol etmeye başladı. "Savaş bakıyor mu?" İyice yanaştım Cihangir'e. "Bakıyor mu?" dedim fısıltıyla. Başkası olsa asla yapmazdım. Cihangir farklıydı asla bana o gözle bakmıyordu. Aslında gerizekalıymışım gibi bakıyordu. "Hiç bakışlarını ayırmadı ki."
"Güzel" dedim. "Kahkaha atayım mı?"
"Gerizekalı adam tetikçi. Uzaktan çıkarıp alnımın çatısından vurmasını mı istiyorsun? Bir dakika," dedi küçük bir aydınlanma yaşayarak. "Sen beni Savaş'a öldürtmek mi istiyorsun?"
"Ya hayır, ne alakası var? Elime fırsat düşmüşken birazcık kıskandırayım dedim."
"Şu an kıskançlık boyutunu geçti, ölüme kendimden emin adımlarla ilerliyorum."
Cihangir'in omzuna hafifçe vurarak güya şakalaşıyormuşuz gibi kahkaha attım. "İlahi Ciho." Savaş'ın bakışları daha çok sertleşti. Şu an öldürmek için ideal bir zamandı.
"Ciho ne be?" Yüzünü buruşturdu. "Yok yok ben ikna oldum. Savaş haklı. Sen adamı delirtirsin. Adamı zorla kendine aşık ediyor manyak kadın."
Kıkırdadığımda Savaş'ın gözü dönmüş gibiydi. Öfkeli bakışlarından artık korkmaya başlamıştım. Hızlıca yanımıza doğru gelmeye başladığında Cihangir içinden küfretti." Gerizekalı, kızdırdın işte adamı."
Savaş hiç beklemeden bileğimden tutarak beni kendi arkasından götürdü. Arkasından sürükleniyordum. "Ne yapıyorsun sen?! Bırak beni!" Ama umursamadı. Bir odaya girip kapını kapattı. Beni kapıya yaslayıp üzerime doğru eğildi. "Ne yapıyorsun sen?! Beni delirtmeye mi çalışıyorsun?!" Sinirli sesi ödümü koparıyordu. "Ben bir yapmıyorum."
"Öyle mi?" Yüzü yapay acıklı ifade aldı. "Ne o hareketler?!"
"O senin kuzenin hatırlatırım." O kadar rahat ve profesyonelce konuşuyordum ki sank söz konusu ben değil mişim gibi. "Umrumda değil ulan! Adamın ağzının içine girmediğin kaldı."
"Benimle doğru konuş." Gözlerindeki ateş körüklendikçe gözleri koyulaştı. "Ben gerekeni yapıyorum o kadar." Evet, gereken ayrılmak üzere olan kocamı kıskandırmak. Gerçekten delirmiş olmalıyım. Gülerek geri çekildi. "Benim senin için delirdiğimi biliyorsun, damarıma basıyorsun. Acı çekmemi istiyorsun."
"Ne yapmamı bekliyordun? Kollarına mı atlayacaktım?!" Suratındaki öfke yavaş yavaş gevşerken derin bir nefes daha aldı. Göğsü hızla inip kalkmaya başladı. "Sana artık söyleyecek hiçbir şey bulamıyorum. Pes diyorum." Ellerini havaya kaldırdı teslim olmuş gibi.
Kolları bağlayıp arkamı döndüm. Ne olacaktı bizim sonumuz?! Hep böyle kavga mı edecektik? Ayrıldıktan sonra bile peşimi bırakmazdı. O Savaş'tı. Gerçi ayrılmazdı da...
"İmdat!" diye bir ses yükseldi bir anda aşağıdan. Savaş'la aniden göz göze geldik. Bu Ahenk'in sesiydi.
Veeeee merhabalar efendimmmm nasılsınız bakalım? Yazarınız geldiii. Bölümü düne yetiştiremedim. Şimdiye zorla yetiştik... Uzun bir bölüm oldu o yüzden.
Bölümü nasıl buldunuz? Sizce Ahenk niye bağırdı? Sizce Savaş'la Defne'nin sonu nasıl olacak? Topuklu Belaları özleyenler burada mı?!
Finale son 1 bölüm kaldıııı. Hazır mıyız?
Bu bölümde Feride ve Ahu'nun geçmişini öğrendik. Diğer bölümlerde artık diğer karakterlerin geçmişine yolculuk edeceğiz. Tabii bazı karakterler ikinci seriye kalacak. İkinci seride yeni karakterler de eklenecek. Yani Karakurt ekibiyle başbaşa yeni bir ekip daha gelecek. İşte ikinci seri heyecanıyla gelecek. Siz yorum yapın ben de okuyayım. Bölümü beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen sizi çok seviyorum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.04k Okunma |
500 Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |