
Öncelikle herkese merhabalar. Wattpad'de 17K için herkese içten teşekkürlerimi bildiriyorum. Bu hikayeye başlarken bu kadar kısa sürede keşfedileceğimi asla düşünmüyordum. Ama sizin destekleriniz sayesinde artık bir çok kişinin hikayemden haberi var. Sizi daha fazla tutmuyorum, hikayeye geçelim.
32.bölüm: "İki Ateşin Aşkı"
Bölüm şarkısı:
Murat Boz :Özledim
Murat Dalkılıç : Bu nasıl aşk?
Gece yolcuları- Neden?
Seksendört- Ölürüm hasretinle

Başka bir zamanda başka bir yerde değil, farklı zamanda aynı yerde...
🎀
"Siz nerede kalacaksınız?" Marcos kızlara döndüğünde "bizim evimiz burada zaten" diye apartmanı gösterdi Defne. "O zaman yarın haberleşiriz," deyip arabayı sürdü. Defne ve Hayal valizlerini sürükleyerek apartmana doğru ilerledi. İçeri girdikleri anda Savaş Cihangir'le arabanı apartmanın önünde park ettiler. Nişanın bitmesini beklemeden çıkmış ve hemen geri dönmek için hızlı hareketlerle arabayı park etti. "Buraya neden geldik?" diye sordu Cihangir. "Şu an nişanda olman gerekmez mi?"
"Biliyorum, dosyalarım burada. Yarın emniyete gideceğim. Hepsini toparlamam gerek."
"Ne yani? İşine geri mi dönüyorsun? Erken değil mi?" Cihangir hayretler içinde kalmış gibiydi.
"Geç kaldım bile." Kapıyı açıp arabadan indi. Hızlıca apartmana doğru ilerlerken Cihangir şaşkınlıkla arkasından bakıyordu. Çünkü Savaş hızlıydı, hatırlamasa bile geri dönmeye hazırdı. Bunalarak derin bir nefes alarak arabadan indi. Kapıyı kapatıp apartmana girdi.
Defne ve Hayal asansöre binince kapı kapandığı anda Savaş asansöre yetişmeye çalıştı ama kapı kapanmıştı. "Hay aksi!" dedi sertçe asansör kapısına vurarak.
"Birisi mi geliyordu?" dedi Defne Hayal'e dönerek. "Sanırım evet. Geç geldi ama. Biraz erken olsaydı tutardık."
Asansör katları çıkmaya başlayınca Savaş ve Cihangir asansörü beklemeden hızla merdivenleri çıktılar. Çünkü aceleleri vardı. İki saat asansörün gelmesini bekleyemezdiler. Asansör beşinci katta durduğunda kapılar açıldı ve kızlar valizlerle içeriden çıktılar.
Defne dairesine doğru ilerleyerek elini cebine sokup anahtarı aramaya başladı.
Savaş dördüncü kata koşarak çıkarken aniden elinden telefonunun düşmesiyle durdu. Eğilip telefonu alıp kontrol etmeye başladı. Çünkü sert düşmüştü. "Sen düşecek zamanı buldun!"
Defne anahtarı bulduğunda kapıyı açıp içeri geçti. Peşinden Hayal de girince kapıyı kapattı. Tam o sırada Savaş beşinci kata çıktı ve hızla anahtarını aramaya başladı. Cihangir de peşinden geliyordu. Anahtarı bulur bulmaz kapıyı açıp kendi dairesine girdi.
"Uzun süre sonra tekrar birlikteyiz" özlem dolu sesiyle Defne evine dedi. Hatıralar hafızasında film şeridi gibi geçiyordu. Bu evde geçirdiği o kadar anı varken, özlememek elde değildi. Özelikle Sarp'la geçirdiği anları unutamıyordu. Beyni unutmazdı zaten. Nasıl unuturdu o güzel günlerini? Buruk gülümsemesiyle balkona baktı. Hatıralar tek tek canlandı. Sanki dün gibi hepsi tazeydi.
Adımlarını balkona yönlendirdi. "Çok özledim Sarp" dedi fısıltıyla. "Keşke şu an burada olsan. Keşke her şey farklı olsaydı." Kalbinin ortasındaki özlem dağını ezip geçmek mümkün değildi. İçeride bir yerde kalbi eziliyordu. Ama diğer taraftan da mutluydu. Çünkü üç ay boyunca çok güzel zaman geçirmişlerdi. Ne kadar da yalan olsa mutlu anları daha fazlaydı.
"Her şey güzel olacak Defne, olmazsa bir yolunu buluruz desen." Ama kendisi imkansız olduğunu biliyordu. Sarp şimdi başka bir kadınla nişanlanıyordu. Defne artık gerçeği kabul etmek zorunda olduğunu anlamıştı. Çünkü geri dönüşü olmayan yollara girmişlerdi. Savaş hiçbir şey hatırlamıyordu. Defne'yi tanımıyordu. Sadece beyninin içinde küçücük bir şüpheyle fazla ilerleyemezdi.
"Gerçekler canımı acıttı. Keşke o gün gerçekleri öğrenmeseydim. Keşke gerçekten bana aşık olduğunu düşünseydim. Keşke..."
Ellerini demir korkuluklara yasladı. Başını simsiyah gökyüzüne kaldırdı. "Seni çok sevdim Sarp Baysoy. Çok güvendim. Ben hayatımda hiçkimseye bu kadar çabuk ve çok güvenmemiştim. Sen benim hayatımda en güzel tesadüfümdün... Başka bir evrende belki yine buluşuruz..."
Savaş evden belgeleri aldığında balkonda sesler duymaya başlamıştı. Merakı içini kaplamıştı. Tam oraya doğru gidecekken Cihangir "Savaş, Ahenk arıyor. Bizi bekliyorlar" dediğinde Savaş fikrinden vazgeçip kapıya yöneldi. Çünkü çok zaman kaybetmişlerdi.
Hayal odadan seslendi. "Defne, Tahsin amca geliyor poşetleri ondan alır mısın? Ben banyodayım."
"Tamam."
Defne kapıya doğru gidip kapıyı açıp ayakkabılarını giyerken, Savaş da aynı anda kapıyı açtı. İkisi de arkasını döndüğü için birbirini görmemişti fakat aynı anda arkalarını döndüğünde o büyük buluşma gerçekleşmişti.
Hayatın size nasıl bir sürpriz yapacağını asla bilemezsiniz. Çünkü o sizi hep şaşırtır. Herkesin başına ya güzel ya da kötü tesadüfler gelir. Şimdi de o anlardan birisiydi. Yollar aylar sonra yine kesişmişti. Başka bir evrende başka bir yerde değildi. 6 ay önceki gibi apartmanda karşılaştılar. Aynı yerde, farklı hislerle bu kez.
Gözler kenetlenmişti. Defne Savaş'ı gördüğünde irkilmişti. Çünkü asla beklemiyordu. Gördüğü manzaranın gerçekliğini sorguluyordu. Kalbi hızla atmaya başladığında, karnından yükselen bir ateş bedenini işgal etmişti. Özlemin içinde boğulan kalbi sanki durulmuştu. Üzerinde takım elbisesi vardı. Gözleri şaşkındı, dudakları aralandı. Bunun gerçek olma ihtimali sıfırdı. Ama şu an Savaş onun karşısındaydı.
Savaş tam karşısındaki beyaz v yakalı, bol paçalı tulum giyinen, saçlarını dalgalı bırakan ve ona sarsılmış gibi bakan kadını gördüğünde nutku tutulmuştu. Gözleri öyle derin öyle içten bakıyordu ki sanki yabancı birisine değil de sevdiği birine bakıyor gibiydi. Savaş gözlerinde yabancılık görmedi, bakışları kalbini hızlandırmıştı. Sanki bir yerden tanıyordu... Gözlerindeki ışık bir anda tüm dünyasını aydınlatmıştı sanki. Nefesi kesilmişti. Hafızası hatırlamak için kendini zorlasa da görev başarısız olmuştu. Ama bu sahneni sanki daha önce yaşamış gibiydi. Ve o bundan emindi. "Sarp?" dedi nefesini serbest bırakarak Defne. Savaş demedi, diyemedi. O an Sarp çıktı dilinden. Savaş gözlerini kıstı. Başkomiser gibi çalıştığı ismini söylemişti. Peki, bu yabancı kadın onun ismini nereden biliyordu diye düşündü. Kaşları çatık ifadeyle Defne'nin gözlerinin içinde oyalandı. Çünkü o gözlerin içinden çıkmak mümkün değildi. Toprak gibi kahverengi gözleri onu kendi içine çekiyordu. O gözlerde yoğun duygu birikimi Savaş'ı nefesini kesmişti. Tanıyordu, ama nereden?
Tam o sırada Cihangir merdivenlerden yukarı çıktı. Onları görür görmez olduğu yerde durdu. Ne kadar engel olmak isteseler de ruhlar birbirine bağlıysa dünyanın diğer tarafında da olsa birbirlerini bulurlardı. Ve buna kimse engel olamazdı. Onları engellemek istemedi. Olduğu yerde durup duvara yaslandı, ve hafifçe gülümsedi. İki deli aşık birbirine bakıyordu. "Hadi be kardeşim, hatırla sevdiğin kadını. Hatırla kalbini" diye fısıltıyla dedi kendi kendine.
Defne kalbinin feryatını susturamıyordu. Defne Cihangir'i görünce hemen kendini toparladı. "Yapma be kızım" dedi küfreder gibi sessizce.
"Pardon," dedi kekeleyerek. Defne Savaş'ın hafızasını kaybettiğini biliyordu. "Be-Ben karıştırdım birisiyle." Tam o sırada içeriden Hayal'in sesi duyuldu. "Defne, Tahsin amca geldi mi?" İşte o an patlama etkisi yaratmıştı. İsmi duyar duymaz Savaş şaşkınlıkla gözleri açıldı. Çünkü karşısındaki kadının ismi Defne'ydi. Defne...
Küreyi hatırladı. Kürenin üzerindeki yazıyı. Karanlığına ışık olmaya hazırım.
Defne
Hayal içeriden cevap alamayınca arkadan geldiğinde Savaş'ı gördüğü anda şaşkınlıkla gözleri büyüdü. Savaş Hayal'in şaşırdığını görünce iyice şüphelendi. Çünkü normal karşılaşma olsaydı, böyle tepkiler vermezdiler. Hayal ise böyle bir şeyin ortasında kalacağını asla tahmin etmemişti. Arada ölüm sessizliği oluştu. "Sarp?" dedi kaşlarını çatarak Savaş. "İsmim Savaş."
"E-evet pardon" dedi kekeleyerek Defne. Karşısındaydı, ama onu tanımıyordu. İşte bu ona daha çok acı veriyordu.
"Ayağunda takunya takır tukur ediyor. İstedum anasında madır mudur ediyor."
Tahsin' in sesi duyuldu aniden. Tahsin elindeki poşetlerle yukarı çıkınca Savaş'ı ve Defne'yi gördüğü anda hayretle kaşlarını çattı. "Uy! Azgınlar, siz yine mi geldunuz?" Önce Defne'ye sonra Savaş'a baktı. İkisi de aynı anda ona döndü. "Düğününüz olmuş, hiç haber vermiyorsunuz?" İşte karışık kafa daha çok karıştı. Savaş şok içinde Defne'ye bakarken Defne ne yapacağını bilememişti. Gözleri iyice kısıldı.
Cihangir'in hemen olaya el atması gerekiyordu. "Bey amca, siz karıştırdınız herhalde. Bunlar evli değil. Hadi Savaş'cığım nişanlın seni bekliyor" deyip zorla Savaş'ı asansöre yönlendirdi. Tahsin de şaşkındı. "Ben neyu kaçurdum da?" Fakat Defne cevap vermeden içeri girdi. Hayal Tahsin amcanın elindeki poşetleri alıp içeri geçti.
Savaş'ın anlatımıyla.
"Ahenk çok sinirli, nereye gittiniz diye sorup duruyor." Cihangir telefonuna bakarak mesajları okuyordu. Fakat benim aklımda hala o kadın vardı. O kadın kimdi? Neden bana öyle baktı? O adam neden öyle söyledi? Bunlar hepsi tesadüf olamaz. Rüyamda gördüğüm kadın sesi, küre, Defne... Allahım delireceğim bana bir yol göster.
Ben karıştırdım birisiyle...
Siz evlenmediniz mi?
O kadın beni tanıyordu. Ama tanımıyor gibi yaptı. Niye?
Sesi! Rüyamdaki kadının sesiyle aynı sesti! Aniden arabayı durdurdum. Bu kadın o kadındı. "Defne!" dedim nefes nefese. Rüyamdaki kadın bana bu küreyi veren kadın olmalıydı. Ve kadının ismi Defne'ydi. Hayır, bunların hiçbiri tesadüf değildi. Peki neden herkes benden bunu saklıyor?
"Savaş!" diye bağırdığında gerçek dünyaya dönmüştüm. "Seninle konuşuyorum. Senin aklın nerede?" Cihangir şaşkınlıkla bana bakarken kendimi toparlamaya çalıştım. "Cihangir o kadın kimdi?" diye hesap sordum. "Bana hemen gerçeği söyle!"
"Hangi kadın? Neden bahsediyorsun?"
"Bana oyun oynamayı kes! O kadın kimdi Cihangir?!" dedim bağırarak. Hepsi benimle oyun oynuyordu. Benden bir şey saklıyorlardı. "Kimse. Dedi ya karıştırmış." Fakat şu an Cihangir bana yalan söylüyordu.
"Cihangir, ben rüyamda o kadını gördüm. Hem de defalarca. Onun sesi kulağımdan gitmiyordu. O kadın kim? Defne kim?" Kararlı olduğumu görünce onaylar gibi başını salladı.
"Evet, tanıyorsun. Ama bunu sana söyleyemem. Ben bunu yapamam." Başını net bir şekilde iki yana salladı.
"Öyle mi?" Hiçbir şey demeden gözlerime baktı. "Bak, bu senin için en iyisi. Lütfen şu an arabayı çalıştır ve nişanına gidelim. Cengiz duyarsa"
Babam... Tabi ya... Babamın planı olmalıydı. Ben de saf gibi ona inanmıştım. Her şey onun başının altından çıkmış. Ama niye? "Ne? Babam neyi duyacak? Babam neyi engelliyor?"
"Savaş, zorlama. Cevaplar babanda bende değil. Ben sadece bana söylenileni yapıyorum. Arabayı çalıştır ve gidelim." Öfkeyle soludum. Neden o kızdan uzak tutuyorlar beni? Neden? Bunun cevabını bulacaktım. Gerekirse tek başıma yapacaktım.
Arabayı çalıştırıp doğru mekana doğru gittik.
Öfkeli adımlarla içeri girdiğimde Ahenk sinirle beni karşıladı. "Neredesin sen kaç saattir? Arıyorum, telefonunu açmıyorsun!" Şu an onunla hiç uğraşamazdım. "O ses tonunu aşağı indir önce!" dedim bağırarak. "Keyfimden gitmedim. İş için gittim."
Gözleri dolmuştu. Artık onun bile yalan söylediğini biliyordum. Ve artık eskisi gibi ilişkimiz olmayacaktı. Çünkü gözlerimin içine baka baka yalan söyleyen bir kadına nasıl güvene bilirdim?
"Ya sadece bir gün ya bir gün. İşin olmasa olmuyor mu?" Çemkirdi üstüme. Burada bağırıp da kendimizi rezil etmek istemiyordum. Sakin ol Savaş. Sabırlı ol.
Arkadan Ahu ve Alp telaşla yanımıza geldi. Ahenk ise çoktan ağlamaya başlamıştı bile. Her şey üst üste gelince iyice geriliyordum. "Abi, ne oldu?" dedi Ahu Ahenk'i görür görmez. "Üstüme bağırdı."
"Abi!"
"Hesap mı vereceğim bir de? Ha?" Hepsinden nefret ediyordum. Gözümün içine baka baka yalan söylüyorlardı. "Kızım, manyak mısın?" diye sordum sakince. "Dedim ya iş için gittim." Tam o sırada arkadan Nil de gelmişti. "Hayırdır gençler, neler oluyor?"
"Bilmiyorum, kuzenine sor! Öfkesini bana kusuyor." Yok artık daha neler! Bir de bayıl istersen. Manyak karı. Kulaklarıma inanamıyordum şu an.
"Ya ben özel günümüzde yanımda olmanı istiyorum. Çok şey mi istedim?"
"Tamam işte yanında. Niye ağlıyorsun?" Nil ona destek olmaya çalışsa da hanımefendi zır deli olduğu için susmak nedir bilmiyordu. Ben nasıl bu kadınla evleneceğim?
Fakat Ahenk arkasını dönüp giderken ellerimi belime koyup derin bir nefes verdim. Sıkılmaya başlamıştım hem de çok fena.
Artık gerçekten silahı çekip kendimi öldürmek istiyordum. "Abi, herkes sizi bekliyor. Hadi geçin. Sonra tartışırsınız."
"Babam nerede?"
"Babamın işi çıktı. Burada değil. Birkaç saate gelecekmiş."
***
Defne'nin anlatımıyla.
"İçelim mi?" dedi Seren. Kızlarla kanepede iyice yayılmış, çok güzel vakit geçiriyorduk. Ne mi yapıyorduk? Telefonla çiftlik oyunu oynuyorduk. Ne yapabiliriz ki en fazla?
"Çay mı?" diye sordu Hira. O kadar yorgundu ki neden bahsettiğimizi daha anlamamıştı.
"Hayır, süt"dedim imayla. Ben de boş bulduğum yere hemen dalarım.
"Niye inek miyiz biz ayol? "dediğinde Hayal kahkaha attı. Kız inanmıştı resmen. "İnek süt mü içiyor?" Hayal'in sorusuna karşılık kaşlarını çattı.
"İnek ne içiyor?" diye sorduğunda daha büyük kahkaha attık.
"Çay" dedim kıkırdayarak. Eğlence bulduk ya o yoldan devam. "İnek nasıl çay içiyor?" Hira şaşkınlıkla bana döndü.
"Açık demli" dedi Seren bunalarak. Parmaklarını saçlarına çıldırmış gibi geçirdi. "Allahım, zekanız şaka mı?"
"İnek su içiyor Hira!" dedi Hayal gülerek. Biz Hayal'le eğleniyorduk. Fakat Seren deliriyordu.
"Gerçekten mi? Ben bunu neden şimdi öğreniyorum?" Hira inanmayan gözlerle bize bakarken Hayal evde daha büyük bir kahkaha koparttı.
"İçelim mi?" diye Seren tekrar sorduğunda "ne içelim?" dedi Hira bu kez. "Sütlü çay" dedim kahkaha atarak. "Defne sus!" diye bağırdı Seren yastığı bana fırlatarak. Resmen kız ineklerin ne içtiğini bilmiyordu.
Seren çıldırmış gibiydi. "Hepiniz susun. Sizin yüzünüzden sütten nefret ettim."
Biz kahkaha atarak güldüğümüzde Seren de sinirle gülmeye başladı. Tabii kahkaha bulaşıcı olduğu için Hira da bize katıldı. "Sütlü çay diyor ya çıldıracağım" dedi Hayal kahkahaların arasından. Yaklaşık 5 dakikalık kahkahanın ardından soluklanmak için durmuştuk. "En son ne zaman bu kadar güldüm hatırlamıyorum" dedi Seren nefes nefese. Evet, biz topuklu belalar birleşince IQ seviyemiz hemen aşağıya bırakıyor kendini.
Ben ve Hayal koltuğa yayılmış vaziyette, başımı Hayal'in omzuna bırakmış, Seren ve Hira ise tekli koltuklarda yayılmıştı. Seren ayağa kalkarak mutfağa yöneldi. Dolaptan içkiyi alıp yanımıza geldi. Bardaklara doldurup masaya bıraktı. "Savaş'ı da kaybettik bu gece. Başımız sağ olsun" dedi Hira imayla. Ben ise kahkaha attım. "Ahenk'e kaptırdım ya şaka maka. Kız kocamı aldı elimden." Ağlanacak halimize gülmeye devam.
"Benim anlamadığım şey şu. Siz nasıl boşandınız? Savaş'ın imzası olması gerekmiyor muydu? Savaş bildiğin hastanede yattı." Hayal şaşkınlıkla bana dönerek içkiden bir yudum aldı.
Omuz silktim. "Cengiz Karakurt için hiçbir şey zor değil. Yapmış bir şekilde işte. O dönemde ben de ruhsal olarak çok yıpranmıştım. Bu yüzden bana da ne söylendise onu yaptım. Yani ikimizin de o durumda düşünecek hali olmadığı için pek karşı koyamadık."
O gece benim için her şey bitmişti. Tüm inançlarım bir gecede mahvoldu.
Savaş benim için kendini feda etmişti. Tam göğsünden vurulmuştu. Kollarımda kanlar içerisindeydi. Ben ise şoktaydım. Hayır, bu gerçek olamazdı. Savaş vurulamazdı." Savaş!" diye bağırdım. O an onun yerinde olmak istedim. Canım hiç bu kadar çok yanmamıştı. Sanki o kurşun benim kalbime denk gelmişti. "Savaş!" diye çığlık attım. Canı yanıyordu. Kalbinin ortasındaki zehir onu yoruyordu. Tutuyordu, bedeni titriyordu. Ama bu kez Savaş'ım cevap vermemişti. Fakat Halil vazgeçmeyecekti. Bu kez silahı bana doğrulttu. "Aşıkları hiçbir zaman ayırmadım. Hiçbir zaman da ayırmam. Aynı Barış ve Sevda gibi."
"Hayır," dedi Cengiz onun üzerine yürümek istedi. Ama Halil'in adamları çoktan gelmişti. "Hayır, kızıma dokunma!" dedi annem feryat ederek. Ama umursamadı. "Aşıkları kavuşturalım." Korkmuyordum, ilk kez o silahtan korkmuyordum. "Vur!" dedim bağırarak. "Al intikamını!"
"Ya-yapma!" dedi Savaş kesik kesik Halil'e yalvararak. "O-ona dokunma" gözyaşları yanağından aşağı doğru süzüldüğünde sanki bir hançer kalbime saplandı. Onu böyle görmeye dayanamıyorum. Gözyaşlarım arasından Savaş'ın gözlerine bakarken bir zehir karnıma saplandı. Nefesim kesildi, ama gözlerimi onun gözlerinden asla ayırmadım. Dengemi kaybedip yere düştüğümde "Defne!" diye bağırdılar. Bir kişi değildi. Bir çok ses kulaklarımdaydı. Ve bir ateş sesi daha duyuldu. Cengiz Umut'u vurmuştu bu kez.
"Defne'm" dedi son kez. Ben ise konuşamıyordum. Gözlerimiz birbirine aşkla değil, hayal kırıklığıyla bakıyordu. O pişmandı, ben kırgın. Yanıp tutuştuğumuz intikam ateşimiz bizi yakıp geçmişti. Affedemiyordum. Canım çok yanıyordu, çünkü canı yanıyordu. Çünkü çok seviyordum.
Bir daha imkansız olduğumuz ıspatlanmıştı. Biz kavuşmaya çalıştıkça daha çok canımız yanıyordu. Dikenliydik, sarıldıkça canımız yanıyordu. İkimiz de ateşin kendisiydik ve kimseyi değil birbirimizi yakıyorduk. İki ateşin aşkıydı bu. Kavuşamayacaklarını bile bile ellerini birbirine uzatan iki ateş... "Gözlerin ço-çok güzel" dedim kesik kesik nefesimi bırakarak. Buruk gülümsediğimde gülümsedi. "Gü-gülüşün çok güzel" dedi kekeleyerek ve gözlerini kapattı. Her yer bulanıklaşmıştı, zehir kalbimi parçalarken simsiyah karanlık beni içine çekti.
"Savaş geri dönecek. Hele ki bugünkü olaydan sonra." Hayal içkiden bir yudum daha aldı. Hayal benden daha çok inanıyordu ona. "Ama öyle bir karşılaştılar ki hiçbir filmde izlenmedi, hiçbir kitapta okunmadı. Aylar sonra tekrar aynı şehirde, aynı sitede, aynı yerde karşılaştılar."
"Kesinlikle!" dedi Hira. "Savaş seni asla bırakmaz. Cesur paniklemişti. Dedi Savaş'ı Defne'den uzak tutamayız." Herkes sürekli bunu söyleyip duruyordu. Benim inancım kalmamıştı. Kendimi daha fazla yormak istemiyordum. Çünkü ben koştukça ikimizin de canı daha çok yanıyordu. Ayakta duracak gücüm yoktu. Biz bir olamıyorduk. Daha çok yıpranıyorduk.
"Bilmiyorum artık. Hayal'i dinleyeceğim ve her şeyi akışına bırakacağım."
"Çok doğru bir karar" dedi Hira bademden iki üç tanesini ağzına atarak. "Sizin ilişki hayatlarınız nasıl? Beni konuşmayalım bu gece bence." Sırf konuyu kapatmak için kızlara yöneldim. Çünkü yavaş yavaş negatif enerji yükleniyordu.
Seren ve Hira birbirlerine baktılar. Ben yok iken iki ayda çok şey olmuştu. Ve hepsinden haberim vardı. "Boşuna gizlemeyin, haberim var."
Seren direkt Hira'yı sattı. "Hira Cesur'la sevgili olmuş." Şok içinde "ne?!" dedim. "Bu kadarını beklemiyordum bacılarım. Siz ne yaptınız?" Tamam hani bir flörtlük durum olduğunu biliyordum. Ama bu kadar da değil yani.
Hira gözlerini kocaman açtı. "Manyak karı, ne diyon?! Öyle bir şey yok."
"Cesur iyi biri yalnız" dedi Hayal hemen lafa atlayarak. "Yani bunda bence bir sorun olmaz." Bakışlarımı Hira'ya çevirdim. Üzgün görünüyordu. Peki, onu üzen şey neydi?
"İşte sorun da şu ki biz daha ilişkinin adını koymadık. Sen gittikten sonra seninle ilgili haber almak için bana ulaştı. Öyle öyle yavaş yavaş yakınlaştık. Arkadaş olduk. Fakat bazen samimi hareketlerde de bulundu. Ben pek takmasam da kendini yakın gösteriyordu. Ama dediğim gibi ilişkinin daha adı yok. Hani yanaşmıyorda. Bir yakın bir uzak. Ben nasıl davranacağımı bilmiyorum."
"Umutsuz vaka" dedim soğukkanlılıkla. Çünkü Cesur çok soğuk birisiydi. İlişkisinin nasıl olacağını asla düşünemiyordum. "Sıradaki?" dedim Seren'e dönerek. Seren derin bir nefes aldı. "Benimki bayağı bir sorunlu. Sen gittikten sonra Cihangir'le garip bir şekilde şekilde sık sık karşılaşmaya başladık. Tabii sonra beni yemeğe çıkardı ertesi gün kafelerde buluştuk. Tam bir ay boyunca flört gibi. Ama birden uzaklaştı. Ve başka kadınlarla görüşmeye başladı. Tabii ben de hesap soramıyordum. Sanki çapkın mı ne? İlişkimiz var mı yok mu belli değil." Cihangir sıcakkanlı biri olmasına rağmen böyle hareketler yapıyorsa belli ki Seren'in onun peşinden koşmasın istiyor. Bazen erkekler kızların onlar için yanıp tutuştuğunu görünce gururları okşanır. Bu da öyle bir tip sanırım.
"Anladım, seninki seni alıştırıp sonra uzaklaşma modunu açmış." Sonra Hayal'e döndüm. "Sen de nasıl durumlar bacım?"
Hayal önce inkar ett. "İyi, biz de henüz kavga gürültü yok." Fakat vardı.
"Peki, emin miyiz buna?" Gözlerine baktım şüpheci tavırlarla. Çünkü geçen gün aralarındaki kavgaya şahit olmuştum. Evet, birbirlerini deli gibi özlüyordular. Hatta kavuştukları için de mutluydular. Ama aralarında bazı sorunlar vardı. Hayal bana bakınca ne demek istediğimi anlamıştı. O yüzden saklama gereğinde bulunmadı. "Ben diyorum ki, bir evde yaşayalım ya da yakın oturalım en azında. Çünkü evimiz çok fazla uzak. Onun eviyle benim evim arasındaki mesafe İstanbul'un bir başından diğer başına kadar olan mesafe gibi. Ama istemiyor."
Kaşlarım havalandı. "Nasıl istemiyor?"
Omuz silkerek içki bardağını kafasına dikti. "Yaparız, taşınırız diye diye beni bayağı geçiştiriyor."
Alp ciddi ilişkiden fazlasıyla korkuyordu. Bu apaçık belliydi. Böyle erkeklerin ilişkisi de bayağı bir sorunlu oluyordu. İşte bu durum çok ciddiydi. "Bak ne yap biliyor musun? O aramadan onu sakın arama. İlk mesajı sen atma."
"Ama öyle olunca da ben özlüyorum."
"Sakın, iş hayatın yok mu kızım senin? İşine ve kariyerine odaklan. Erkekler yüzünden kariyeri bırakmak hiç bize yakışır hareket değil. Bırak nasıl istiyorsa öyle yaşasın. Çünkü daha birbirinize tam alışmadınız. Sen böyle yapınca sen alışıyorsun, sonda da en çok üzülen sen olacaksın. Bak, mesaj yazacak sana geç cevap ver. Meşgulüm de hep. İşteyim, arkadaşlarlayım. Yemekteyim, annemdeyim. Telefonla konuşunca da kısa kes. Elimde şu an işim falan de. Bırak özlesin seni, merak etsin. O çabalasın sana ulaşmak için." Sonra da kızlara döndüm. Çünkü bu mafyatik erkolar kızlarımı cepte görüyordular. Sanki onlardan başka erkek yokmuş gibi. Ama ben bu oyunu bozarım. Onlara öyle bir oyun oynayacağım ki akıllarını kaybedecekler.
"Eğer bir ilişkide kadın çabalıyorsa, erkek bir şey yapmıyorsa o ilişki hiç uzun sürmez."
"Ne yapalım?" dedi Hira. "Sanki hayatınızda başka birisi varmış gibi onları görmezden gelin, gizemli olun. Mesajlaşın, onların gözlerine uzun süre bakmayın, gülmeyin. Onları geçiştirmiş gibi gösterin kendinizi. Uzaklaşın. Bakın sonra neler olacak. Erkekler onları umursamayan kadınları daha çok merak ederler." Ben şimdi ocağınıza incir ağacı dikmez miyim? Benim yaşadıklarımı benim kızlarım yaşamayacak. Kalpleri kırılmayacak.
Seren heyecanlı şekilde doğruldu. "İyiymiş."
"Burada tecrübe konuşuyor. İki yıllık ilişkisi olup sonra da dünyanın en zor insanıyla evli olan kadın."
Tam o sırada Hayal'in telefonu çalmaya başladı. "Alp arıyor," dedi heyecanla ayağa kalkarak. "Sakin ol, açma. Biraz beklet." Başını onaylayarak salladı. Ama açmayı dört gözle bekliyordu. Nasıl heyecanlı kıyamam ya? Erkekler, böyle kızları harcıyorsunuz ya gerçekten kapatılın ya!
"Aç şimdi. Ama çaktırma. De ki arkadaşlarla yemekteyim. Sonra konuşalım."
Hayal telefonu açtı ve hoparlöre aldı.
Alo, Hayal'im nasılsın canım?
"Soğuk ol" dedim fısıltıyla.
"İyiyim, sen nasılsın?" Güzel diye işaret ettim.
İyiyim. Sesini duymak istedim de neredesin?
Göz kaş yaparak ne demesi gerektiğini söyledim. "Ben arkadaşlarla yemekteyiz de." Tam o sırada arkada güzel bir müzik koydum. Restoran sesiyle beraber.
Hangi arkadaşlarla? Defne'yle mi?
Başımı iki yana salladım. "Hayır, iş arkadaşlarımla." Ve tam o sırada erkek kahkahası açtım internetten. Ben adamı kesin delirtirim.
"Hayal?" dedi şaşkınlıkla. Sesi ışık hızıyla değişti. "O gülen kim? Yanında kim var?"
Sesi nasıl da ciddileşti. Siz erkekler böyle yola gelirsiniz işte. "Arkadaşım dedim ya. Neyse şu an konuşamıyorum. Eve geçince ararım seni, bye." Ve telefonu kapattı.
"Nasıldım?"
"Çok güzel. Ama şimdi telefonu kapat. Tekrar arayacak büyük ihtimalle." Lafımla beraber Hayal telefonu hızla kapattı. Alp üzgünüm ama hakketin. Hayal'in üzülmesine izin veremezdim. "Helal kız, nasıl değişti sesi gördünüz mü?" dedi Seren kahkaha atarak. Bunların üstesinden Defne gelir ancak. Tabii egom yükseldiği için sinsice güldüm.
Birkaç dakika sonra Cihangir Seren'i aramaya başladı. Büyük ihtimalle birlikteydiler ve Hayal telefonu açmayınca Seren'e ulaşmaya çalışıyorlardı. Çünkü benim geldiğimi ve bizim birleşeceğimizi biliyordular.
"Beni arıyor Cihangir. Ne yapacağım?" Hemen telefondan yüksek sesli müzik açtım. Hira'nın telefonundan da sanki gece kulübü havası vermek için gece kulübü sesini açtım. "Açıyorsun, ben gece kulübündeyim seni duyamıyorum, diyorsun ama alkollüymüşsün gibi. Açarken de sanki bir erkekle konuşuyormuşsun gibi sesler çıkar. İsmi de Berke olsun."
"Tamam."
Alo, Seren?
"Teşekkürler Berke" dediğinde Cihangir'i sesi değişti aniden.
Teşekkürler Berke mi? Nasıl Berke? Kim Berke? Hangi Berke?
"Efendim, Cihangir?"
Neredesin sen? Nasıl da hesap soruyor? Hayırdır, koçum bir sinirlendin sanki? Nişanlısı mısın sevgilisi mi?
"Gece kulübündeyim. Ne oldu?" Sanki alkollüymüş gibi sesini sersem çıkarıyordu.
Sen içtin mi?
"Birkaç kadeh sadece. Sen niye aradın?" Cihangir'in öfkeyle soluduğunu duymamak mümkün değildi.
"Niye içtin? Kimle içiyorsun? Nerede içiyorsun?" Havalara bak. Karakurt'lar genetik kıskanç galiba.
"Ya sana ne?!" dedi Seren gülerek. Çok güzel sarhoş taklidi yapıyordu. "Ben sana kimlerle görüştüğünü soruyor muyum da sen hesap soruyorsun?" İşte benim kızım. Yürü be kız! "Sen neden aradın?"
Hayal telefonu açmıyor. Ondan haberin var mı diye soracaktım da. Siz sanırım ayrısınız. Neredesin sen?
Tam o sırada bir Hira ağzına mendil kapatarak erkek sesi çıkarttı. "Seren bebeğim, bizimkiler bekliyor" dediğinde kahkaha atmamak için kendimizi zor tutuyorduk.
Bebeğim mi? Yanında kim var? Berke mi o? Berke sana bebeğim mi diyor? Niye?
"Kimse yok, neyse kapatıyorum. Burası çok gürültülü. Duyulmuyor." Ve şak! Telefon kapatıldı. Bu gece erkekleri delirtme gecesiydi. Ve biz bundan zevk alıyorduk. "Çok güzel! Cihangir nasıl kızarmıştır şimdi. Öfkeden domatese döner."
Sıra Hira'daydı. Hepimiz aynı anda ona döndük. "Bana hiç bakmayın. Cesur asla aramaz. Hele ki bu saatte asla." Defne'nin planları biter mi? Bitmez.
"Sen ara."
"Nasıl?"
"Sen ara. Açtığında ah ben seni mi aradım pardon de kapat. Ama ona bir erkek ismiyle hitap et. Ceyhun mesela." Hira yapıp yapmamak arasında kalmıştı. "Hadi, bu gece erkekleri çıldırtma gecesi." Hayal Hira'nın koluna hafifçe vurup destek verdiğinde Hira başını salladı.
"Tamam." Birkaç saniye çaldıktan sonra Cesur telefonu açmıştı.
"Alo, Ceyhun neredesin? Ben iki saattir restoranda seni bekliyorum. Erken geleceğini söyledin yoksun hala?"
"Çok güzel dedim fısıltıyla."
Cesur şoktaydı. Hira? Ben arabadayım da Ceyhun nerede bilmiyorum.
"Ay, Cesur. Ben seni mi aradım? Yanlışlıkla oldu kusura bakma. Ben bir arkadaşımı arayacaktım da."
Sorun değil de Ceyhun diye bir arkadaşın mı vardı? Kıskançlık mı yükleniyor Cesur bey?
"Evet, çocukluk arkadaşım. Her neyse kusura bakma tekrardan. Ben kapatıyorum."
Çocukluk arkadaşınla bu saatte mi buluşuyorsun? Yandı buralar.
"Evet, ha geldi. Tamam görüşürüz." Ve şak!
"Ay çok tedirgin oldum ya. Ya yalan söylediğimizi anlarlarsa?" Seren hemen Hira'ya dönüp destekledi. "Şimdi hepsini aynı anda aradık ya. Ya şüphelenirlerse?" Bunun mümkün olmayacağını çok iyi biliyordum. Çünkü zekaları o kadar kuvvetli değildi. "Bir ilişki hayatlarını kimseye söylemiyorlar, iki şimdi hepsi kıskançlıktan geberdiği için doğru düzgün düşünemezler." Ayağa kalktım. Bugün çok yorgundum. Bu yüzden dinlenmeye ihtiyacım vardı.
"Her neyse, şimdilik bu kadar yeter. Onlar illa ki bir adım atacaklar. O sırada siz de gerekeni yapacaksınız." Gözümü kırptım ve onlar ne demek istediğini anladı. Ben üzüldüm, onlar üzülemez. Üzenleri de üzerim.
Yazarın anlatımıyla.
"Cihangir bey, siz ne dediğinizin farkında mısınız?" Miran delirmiş vaziyetteydi. "İstanbul'daki tüm Berke'leri nasıl bulacağım?"
"Onu da mı ben söyleyeyim. Nüfuz müdürlüğüne git, gerekirse tüm erkeklerin kimliklerine baktır Berke olanları bulup bana getiriyorsunuz." Sinirden ne dediğimi bilmiyordu. "Anladın mı?" Cihangir çıldırmış durumdaydı. Çünkü Seren'in takıldığı Berke'ni öldürmek planı kurmuştu. Miran hızla başını salladı ve odadan çıktı. Şu an Savaş'ın nişanında olması gerekirken, Seren'in yüzünden delirmiş vaziyetteydi. "Berke ha? Bakalım kim bu canına susayan?"
Tekrar Seren'i aradı fakat bu kez de telefonu açmadı. Aklından bin türlü şey geçirirken burada durmayacağını anlamıştı. Ve hızla odadan çıktı. Seren'in evine gidecekti. Kapıdan çıkarken Cesur'un öfkeyle telefonla konuştuğunu gördü. "Cesur, ne yapıyorsun?!"
"Tamam, bana hemen haber ver." Telefonu kapatıp Cihangir'e döndü. "Hiç, özel bir mesele. Ne oldu? Niye moralin bozuk?" Cihangir başını iki yana salladı. "Hiç özel bir mesele. Savaş nerede?"
Cesur başıyla sağı gösterdi. "Nişan bitti. Odasında dinleniyor. Ahenk'le yine kavga ettiler."
Cihangir başını arkaya doğru atıp gözlerini kapattı ve kısık sesle küfretti. "Bu kız niye normal davranmıyor? Savaş'ı kendinden soğutmak için her şeyi yapıyor. Yemin ederim Savaş'la Defne'nin kavgaları daha kaliteliydi. Böyle saçma sapan değildi."
Sinir bozukluğuyla derin bir nefes aldı. "Aynen, bazen beni bile bunaltıyor. Çok fazla sıkıyor insanı. Savaş kiminle gitti? En son kiminle konuştu?"
"Defne öyle miydi oysa? Savaş'ı kıskandığı anda onu kıskandırıp delirtirdi. Asla kıskandığını belli etmezdi."
"Biz şu an Defne'yi hatırlıyoruz, farkındasın değil mi?" Onaylar gibi başını salladı.
"Evet, ama çabuk unutulan bir kadın mı sence? Ayrıca bugün Savaş'la da karşılaştılar." Cesur hafifçe gözlerini kıstı. "Gerçekten mi?" Savaş'ın Defne'yle karşılaşacağını tahmin ediyordu. Ama bu kadar erken olacağını düşünmüyordu. "O zaman oyun çoktan başlamış. Savaş Defne'nin peşine düşecek kesin."
"Büyük ihtimalle." Cihangir umutsuzca başını iki yana salladı. "Umarım Cengiz kazdığı kuyuya kendisi düşer de bu cehennem ateşinde kimsenin canı yanmaz."
Savaş'ın anlatımıyla.
Nişanın sabahı erkenden kalkıp hava almak için dışarı çıkmıştım. Ve kendimi bir anda apartmanın önünde bulmuştum. Neden buraya geldiğime dair hiçbir fikrim yoktu. Sadece gelmek istedim...
Arabanın içinde beklerken neyi beklediğimi bile bilmiyordum. Sadece bekliyordum o kadar. "Ne yapıyorsun oğlum, sen burada ya?" Burada durup boşu boşuna beklemem anlamsızdı. Tam arabayı çalıştırıp gidecekken o çıktı. Dünkü kadın. Defne. Üzerinde beyaz pantolon, bej renginde gömleği ve beyaz kabanıyla yine ışıl ışıl parlıyordu. Saçları dalgalı yapmış hafif makyaj sürmüştü. Bu kadında bir şey vardı. Beni çeken bir şey vardı. Ve sanırım itiraf etmem gerekirse çok güzeldi.
Her şeyiyle...
Arabasına binip yola koyuldu ve ben de onu takip etmeye başladım. Neden takip ettiğime dair hiçbir fikrim yoktu. Sadece peşinden gitmek istemiştim.
Arabasını bir marketin önüne park ettiğinde ben de uygun bir yere park edip peşine takıldım. Galiba kendimi sapık gibi hissediyordum. Savaş oğlum, kızın peşine niye düşüyorsun ki? Aklımı kaçıracağım galiba.
Gizlice peşine düştüm. Önce salçaların olduğu bölüme geldi. Tek tek isimlerini kontrol etti, ardından uygun olanını bulup market arabasının içine koydu. Sanırım ev için alışveriş ediyordu. Sonra sebze bölümüne gitti. Ben de dikkatlice onu izliyordum. Oradan ise birkaç yeşillik alıp, domates ve salatalıkla beraber et ürünleri bölümüne doğru ilerlemeye başladı.
Onu izlemekten kendimi alıkoyamıyordum. Gözlerim hep onun üzerindeydi. Bu kadın kimdi? Nereden tanıyorum seni Defne? Bizi birbirimize bağlayan şey ne?
"Neden o lanet olası güzel gözlerinle beni etkilemeye çalışıyorsun?"
"Bu bir iltifat mı?"
Zihnim yine o garip sesleri duymaya başladı. O sahneleri birkaç saniyelik yaşayıp günümüze geri dönüyordum. Bedenim aniden ürperdi. "Sakin ol" Kafamı ellerimin arasına alıp kendimi sakinleştirmeye çalıştım. "Sakinsin." Derin derin nefesler alıp vermeye başladım. Son defe bir nefes aldığımda nihayet rahatlamıştım. Tekrar odağımı ona çevirdim.
Et aldıktan sonra abur cubur bölümüne doğru ilerledi. Ve garip olan şu ki diğer kadınlarla kıyasla hemen karar veriyordu. Sanki yerlerini ezbere biliyormuş gibi.
Arkasını dönüp uygun ürünü bulmaya çalışırken bir market çalışanı ürünlerle dolu market arabasını depodan çıkardı. Fakat önündeki kadını ürünlerden dolayı göremiyordu. Ve ürünler her an dağılacak gibi sallanırken, kadının üzerine düşme ihtimali oldukça fazlaydı. Hızla olduğum yerden ayrılıp onlara doğru ilerledim. Tam o sırada ürünlerden birkaçı aniden düşecekken "Hoop! Dikkat!" kadının üzerine siper olarak ürünleri bir anda yakaladım.
Adam neye uğradığını şaşırmıştı. "Özür dilerim abi, görmedim." Tam zamanında yetişmişdim. Ürünler bayağı ağırdı. Ve Defne zarar görebilirdi. "Önemli değil, lütfen dikkatli ol." Arkamı döndüğümde bir çift şaşkın gözler bana baktığını gördüm. Kadın çoktan fark etmişti. Ne diyeceğimi ya da nasıl davranacağımı bilmiyordum. Öyle derin öyle güzel bakışları vardı ki yakından daha çok güzeldi gözleri.
"Eee, ürünler sallanıyordu. Üzerine düşmesin diye geldim" dedim saçma sapan açıklama yaparak. Saçmalamaya başladım, elim ayağıma dolaşmıştı. Sanki kız hiçbir şeyin farkında değilmiş gibi. "Sen?" dedi sorar gibi. Dünkü gibi çok şaşırmıştı. "Ben Savaş" dedim elimi uzatarak. "Dün tanışma fırsatımız olmadı. Komşuyuz galiba?" Önce uzattığım elime baktı. Sonra başını kaldırıp tekrar bana döndü. Elimi tutacağını zannediyordum. Ama yapmadı. "İsmini sormadım. Ne işin var burada?"
Peşine sapık gibi takıldığım için geldim diyecek halim yok herhalde.
"İnsanların markette alışveriş yapmaktan ziyade başka bir işleri olur mu?" Tek kaşımı imayla kaldırıp dudağımın kenarı kıvrıldı.
Kaşları çatıldı. "Bilmem, boş boş gezenler var. Hiçbir şey almadan çıkıp gidenler, sonra birilerinin peşine düşenler mesela yani." Dudağımın kenarıyla güldüm. Bu kadının enerjisi farklıydı. Beni kendine resmen çekiyordu.
"İki seçenek de değil. Ben alışveriş için geldim." Tekrar ellerime baktı. Bir şey almadığımı görünce imayla güldü. Gülüşü çok hoşuma gitmişti. "Ben de yedim." Tekrar önüne döndü. "Senin kadar büyük alışveriş yapmasam da işte bir şey alacağım o kesin." Ne alacağım ben? Kesin rezil olacağım. Market arabasını sürükleyerek yanımdan ayrıldı. Ama ben hala sırıtıyordum. Arkasından baka baka kalmıştı.
Neye gülüyorum ya ben? Ben niye kendi kendime gülüyorum?
Sesi, bakışları, gülüşü her şeyiyle bana o kadar tanıdık geliyordu ki sanki uzun süredir tanıyormuşum gibi.
Kasaya doğru gidiyordu ve ben hala bir şey almamıştım. Hemen aklıma bir şey gelmişti. Su. Tabii ya. Su alabilirim. Çünkü şu an fazla para harcamam gerekmiyor. Hızla içecekler bölümüne gidip bir su aldım ve koşarak kasaya doğru gittim. Hemen arkamdan ise o gelmişti. Su şişesini görünce bana bakmadan gülmeye başladı. Ben de gereksiz özgüvenimle sanki büyük bir şey başarmışım gibi gururla kasiyerin önünde duruyordum.
"10 tl 25 kuruş."
Cebimden cüzdanımı aramaya başladım. Eyvah! Cüzdanı arabada unutmuşum. Ne yapacağız? Koşarak alsam, yok hayır. Ama parayı vermesem de çok ayıp olur. Defne göz ucuyla bana baktı, ve yüzündeki sırıtış daha da genişlendi. İki saattir cüzdanımı aradığımı görünce olayı anlamıştı tabii. "Ben ödeyeceğim." dedi ve kartını çıkarttı. Rezil olduk kıza. Şimdiye kadar kimseye böyle rezil olmamıştım. "Ben-"
"Ben anlayacağımı anladım. Sen merak etme." Kasiyere dönüp kartını uzattı. "Benden çıkın lütfen."
Ben ise şaşkın şaşkın olayları anlamaya çalışıyordum. "O zaman sana borçlu kalacağım."10tl 25 kuruş." Hiçbir şey demedi. Ben ise kendi rezilliğimle baş başa kalmıştım.
Koskoca Savaş Karakurt bir pet şişe suyun parasını veremedi.
Arabaya poşetleri taşırken "yardım edeyim mi?" diye teklifte bulundum. Fakat o hiçbir şey demedi. Ben de elimdeki bir pet şişe suyla arabama doğru ilerledim. Bakışlarım hala ondaydı. Bu kızda beni çeken bir şey vardı ama ne?
"Burası biraz gürültülü istersen benim odama geçelim."
"Sen kimsin?"
"Sarp Baysoy"
"Bende Defne."
"Bir şey ister misin? Yiyecek içecek falan. Uzun süredir buradasın belki açsındır diye."
"Tost, peynirsiz olsun ama."
Evet, hatırladım. Onu tanıdığımı hatırladım.
"Dur" dedim bir anda peşinden giderek. Tam arabaya binecekken olduğu yerde durup bana döndü. Nefes nefese karşısında durdum. "Sana ulaşmamı engelliyorlar?" Gözlerinde bir anda hüzün belirdi. Başını hafifçe yana yatırdı. "Neden?" dedim hesap sorarak. Beni tanıyordu. "Bilmiyorum." Kapıyı açacakken engellemek için kapıyı tuttum. Ama ellerimiz birbirine dokundu. Elini tutmuştum. İkimizin de bakışı ellerimize kaymıştı. Gözlerindeki hüzün derinleşti.
"Zaafım mısın?" Tekrar gözlerimi gözlerine çevirdim.
"Sanmıyorum." Soğuk yapıyordu. Ama içten içe deliriyordu. İçindeki fırtınanı görüyordum. Gözlerindeki hüznü, ruhundaki kırgınlığı görüyordum.
"Kimsin sen?"
"Kimse."
"Dilin kimse diyor ama gözlerin aksini söylüyor Defne. Bana gerçekleri söyle lütfen."
"Ben bir şey bilmiyorum." Bir anda bakışları elimdeki su şişesine kaydı. Elimdeki su şişe bana bir şeyi hatırlattı. O gün ona uzattığım su şişesi... O da hatırlamıştı.
Kolundan tutup kendime çektim. "Biliyorsun, o gözlerin çok tanıdık. Ben her gece senin sesini duyuyorum rüyamda. Bilinçaltımda sen varsın. Kimse yok sadece sen varsın. Kimsin sen?" Bakışıyla kalbimin hızını artırmıştı.
"Bak, bizi zorlama. Hafızanı zorlamaya çalışma. İkimizin de iyiliği için peşimi bırak." Sanki o an her şey dank etmişti.
"Seni tanıyorum değil mi?" Kolunu benden kurtardı.
"Savaş lütfen."
"Sen rüyamda sürekli bana beni bul, bizi hatırla diyordun. O kadın sendin." Onu tanıyordum, ve rüyama girmişti. Küreyi bana vermişti.
"Savaş, kes şunu!"
"Sen -" nutkum tutulup kalmıştı. Her şey şimdi tamamlandı. "Sen benim sevdiğim kadındın. Öyle değil mi?" Başını önüne eğdi. "Bu yüzden bu gözler bana yabancı değil, bu bakış bana tanıdık, o yüzden her baktığımda kalbim ısınıyor değil mi?" Gözleri tekrar gözlerimi buldu. "Defalarca o gözlere baktığım için, defalarca o sesi duyduğum için..."
Defne bana ait miydi yani? Benim sevdiğim kadın mıydı? "Tahsin o yüzden dün öyle dedi." Hafızamı zorladım. "Düğünümüz olmuş. Biz evlenmişiz. Defne, bir şey söyle!"
Yalan değildi. Bu yüzden alelacele beni evlendirmeye çalışıyorlardı. Defne'yi unutturmak için başka birisiyle evleniyordum. Oyundu...
Başını kaldırıp yüzüne yüzümü yaklaştırdım. "Sana ihtiyacım var. Işığına ihtiyacım var. Etrafımdakiler yalan söylüyor. Kimseye güvenmiyorum. Senden başka güvenecek kimsem yok. Lütfen bana gerçekleri söyle." Nefesim nefesine çarptı. Gözlerim dudaklarına kaymıştı. "Benim sana ihtiyacım var."
"Biz evliydik. Evet, seninle evlendik. Ama sonrası her şey kötü oldu. Bizim önümüze öyle bir engel koyuldu ki biz artık birleşemeyecek hale geldik paramparça olduk. Hata yapıyorsun. Bizi yine uçuruma sürükleyeceksin. Savaş, lütfen git. Lütfen." Hayır, gitmeyecektim. Gerçeklerimden kaçmayacaktım. Onun peşini bırakmayacaktım.
Aramızdaki mesafeyi uzaklaştırdım. "Şimdi gitmene izin veriyorum. Ama benden kurtuluşun olmayacak. Kaçarak kurtulamazsın!"
Arabaya bindiğinde gitmesine izin vermek için geri çekildim. Ardından arabaya binip yola koyuldum. Çünkü hesaplaşmam gerekenler vardı...
***
Defne'nin anlatımıyla.
Kendimi sahile atmıştım. Savaş'la tekrar karşılaşacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. Nasıl hissedeceğimi bilmiyordum. Biz yanlıştık, tamamen yanlışın içinde battık. "Ben onun karanlığını aydınlatmak isterken, tamamen karanlığa mahkum oldum." Şimdi de ben yolumu bulamıyorum. "Bana bir harita lazım. Ama dur, karanlıkta nerede olduğumu nereden anlayacağım?"
"Karanlıkta yolu bulmak epey zordur." dedi bir ses. Başımı çevirdiğimde siyah saçlı omuzlarına kadar gelen bir kadın siyah gözleriyle bana bakıyordu. Çok güzel bir gülümsemesi vardı "Onun elini tut, ve birlikte devam edin." Tanımadığım bir kadın bana yol gösteriyordu. Ama benim hayatım hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Bu doğru muydu?
"Onun elini tutan başka birisi var" dedim buruk gülümseyerek. Kadın şaşırdı. "Seni karanlıkta bırakıp başka bir kadının yanına mı gitti?"
Sırıttım. Başımı iki yana salladım. "Hafızasını kaybetti, beni hatırlamıyor. Ve birkaç gün sonra düğünü olacak." Yanıma gelip banka oturdu. Tam yanıma. Gözleriyle yüzümü inceledi. Söyleyecek bir şeyi yoktu. "Ya her şeyi hatırlarsa? Ve her şey geç olursa?"
"Onun başka birisiyle evlenmesi daha iyi. İkimiz için de. İmkansızdık." Gözlerinde bir hüzün belirdi. "Mutsuz son mu?"
"Evet."
Elini hafifçe omzuma vurdu. "Bu hayatta geçmeyecek hiçbir acı, sonlanmayacak hiçbir gece yoktur. Her fırtına bile bir gün tamamen biter ve güneşli günler geri gelir. Sen de atlatacaksın." Ama bana hep fırtınalı geceler denk geliyordu. Ben karanlıkta onun elini tutarsam ne olacaktı? Ya o tutmazsa? Hayır, bir daha öyle bir riske giremezdim. Sıcak gülümsemesi kalbimde yeni umut tanelerini uyandırmıştı. Ama korkuyordum. "Teşekkür ederim. İyi geldi." Bazen tanımadığımız insanlar bizi rahatlatıyordu ve şu an onu yaşıyorduk.
"İyi olacaksın."
İyi olacağım...
***
"Dede, Defne oraya gelmemeli" dedi Kuzey dedemin önünde öfkeyle durarak. "Hayır, gelecek." Dedem bana döndü. Dedem Karakurt'lara meydan okuyordu. Benim Savaş'tan saklanmam gerekirken onların gözünün önüne götürüyordu. "Baba!" dedi annem öfkeyle. "Defne oraya gidemez!"
"Neden gidemezmiş? Benim torunum birine kötü bir şey mi yaptı? Ahlaksızlık mı yaptı? Asıl ahlaksızlığı onlar yaptı be. Önce evlendirdiler sonra da boşandırıp başka kadınla evlendiriyorlar. Defne onların gözünün önünde olacak." Dedemin de inadı inattı.
"Böyle daha çok kötü olacak. Cengiz-" Babam da itiraz ediyordu. Fakat korkusu Cengiz değildi. Cengiz'in bana zarar vermesinden korkuyordu. Çünkü Cengiz'i çok iyi tanıyordu.
"Bana bak damat, benim ağzımı bozdurma torunumun yanında. Cengiz kim lan? Nerenin köpeği lan?! Orada ben varım. Bırak ona zarar vermeyi onun yakınına bir adım atarsa beyninin ortasından kurşunu yer. Anladınız mı?!"
Kerem yalandan kadınsı bir edayla dedemin omzuna dokundu. "Dedecik dedecik sinirlenme. Tansiyon şeker ne varsa kalkacak şimdi."
"Ne diyon oğlum?!" dedi dedem öfkeyle. "Manyak mısın?!" Ben ise kıkırdamaya başladım. Çünkü söylediği cümleyi dedem çok yanlış anlamıştı. "Ah dedecik, sen niye bu kadar fesatsın? Ben öyle mi dedim?" Kuzey Kerem'in kafasına sert bir tokat attı. "28 sene önce annen yatmadan önce sarımsak yeseydi biz çok mutluyduk şimdi."
"Bence senin baban 28 sene önce performans arttırıcı kullanmasaydı, biz de çok mutlu olurduk." Kuzey Kerem'in kafasını tutarak onu dövmeye başladı. "Allahın cezası."
"Susun hepiniz!" dedi annem. "Defne, gidemezsin. İzin vermiyorum." Ayağa kalkıp annemin karşısında durdum. "Anne, yıllar önce sen de kaçtın mı? Yoksa durup mücadele mi ettin?" Annem susmuştu. Çünkü yıllar önce de annem de tıpkı benim gibi savaşmıştı. Babamla el ele verip herkese karşı savaş açmışlardı. Ve o savaşı kazanmışlardı. Şimdiyse mücadele sırası belki de bizdeydi. Ama kazanmak mı kaybetmek mi?
****
İçeri girdiğimde tüm bakışlar anında bize dönmüştü. Hiçkimse benim geleceğimi tahmin etmiyordu. Ve yine herkesin dikkatini kendime çeke bilmiştim. Çünkü Savaş'ın "Siyahlar gecesi" davetiydi. Herkes simsiyah giyinirken ben bembeyaz bir kombin yapmıştım. Beyaz vücuduma oturan askılı bir elbiseyle beyaz uzun botlarımı giyinmiştim. Fransa'dayken italyan saç kesimi yaptırdığım için perçemlerim yüzüme düşmüştü. Dedemin koluna girip yavaşça ilerlemeye başladık.
"Sen kötü hiçbir şey yapmadın. Saklanacak olan sen değil onlar. Sen hep parla. Tamam mı güzelim."
"İyiki varsın dedeciğim." Dedem annem ve babamla zamanında soğuk olsa da bana karşı asla öyle değildi. Ben onun zayıf noktasıydım. Hatta küçükken tüm erkek kuzenlerime karşı beni savunurdu. Onlar dedemin onları sevmediğini düşünüyordu, fakat dedemin onları ne kadar çok sevdiğini gözlerimle görmüştüm. Fakat dedem belli etmeyi sevmiyordu.
"Ooo Cevdet bey? Hoş geldiniz." Adamın gözleri direkt bana kaymıştı. Beni tanıyor gibi bakıyordu. Ama ben onu tanımıyordum. "Cengiz beyin de burada olacağını biliyorsunuz herhalde?" dediğinde bakışları dedeme döndü. Anlaşılan Cengiz'in adamlarından birisiydi. "Evet, Tahir. Biliyoruz. Bizim masamızı bize gösterir misin?" Dedemin umursamazlığı şaka mı?
"Tabii efendim. Hemen buyurun geçin."
Adamın gösterdiği masaya doğru geçip dedemin yanında yerimi almıştım. Peşimizden hemen Kerem, Alparslan ve Kuzey gelmişti. Kuzey öfkeli görünüyordu ve tam yanıma geçti. Niye böyle bir şey yaptığına dair hiçbir fikrim yoktu. Kerem tam karşıma, Alparslan da onun yanında yerini aldı.
"Buraya ait değilsin. Tara dünyası senin pembe dünyana benzemez." Kuzey ilk atağını yapmıştı. Ama ben de Defne Yıldız Aksoy'dum. Vay be! Uzun süredir bu cümleyi kullanmadım. İyi geldi. "Ve ben o Tara dünyasını ışığımla aydınlatmaya geldim. Işığı sevmeyenler kör olacak, ışığa muhtaç olanlar aydınlanacak."
"Ya tabi canım. Kesin öyledir. Tara dünyası farklıdır."
"Kötü mü? Yeni kültürleri deniyorum işte." Kısık sesle küfretti. Kuzey'le biz aynı beyine sahipti, aynı inada, aynı öfkeye... Benim erkek versiyonumdu sadece...
"Ne yapmaya çalışıyorsun? Savaş mı açmak istiyorsun? Haberin olsun tarafında durmam." Kuzey'ciğim beni hafife alman hoşuma gitmiyor.
"Senin yardımına ihtiyacım olduğunu sana düşündüren ne oldu?" dedim gülümseyerek dilimle dişlerimi saklayarak.
"Defne, yaptığın çocuk oyuncağı değil." Benimle konuşurken fazla ciddiydi.
"Tamam, o zaman ciddi olalım." Omuzlarımı dikleştirip önüme döndüm. "Lütfen, önüne dön ve beni rahatsız etme."
Kapıdan içeri aniden Serap ve Barlas girdi. Serap'ın üzerinde siyah omzu düşük bir elbise vardı. Uzundu
ve derin yırtmaçlıydı. Barlas ise siyah takım elbise giyinmiş ve Serap'ın önünden gidiyordu. Yakınımızdaki masaya geçtiklerinde Serap beni hemen fark etmişti. Çünkü beyazlamıştım.
Şok içinde gözlerini açıp gördüğün şeyin gerçek olup olmadığını anlamaya çalışırken, Barlas'ın da beni fark etmesi uzun sürmemişti. Elimi havaya kaldırıp merhaba dercesine hafifçe parmaklarımı salladım. Tabii ikisi de bayağı bir şok geçirmişti. Başımı çevirdiğimde çok geçmeden Ahu ve Feride içeri girmişti. Girdikleri anda beni fark etmişlerdi. Fark edilmeyecek gibi değilim. Resmen siyahların içinde parlıyordum. Dudakları "Defne?" dediğini gördüm. Dudak okuma tabii. Ahu'nun üzerinde siyah kısa bir elbise vardı. Feride ise koyu lacivert renginde kısa giyinmişti.
Arkalarından hemen ise Ahenk ve Efil girmişti. "Onun burada ne işi var?" Herkes şaşkındı. Ne oldu canlar? Şaşırttım mı?
Ahu kızları yönlendirdi ve masalarına geçtiler. Ama gözlerini benden bir an olsun ayırmıyorlardı. Bu ise hoşuma gidiyordu. Yanımda dedem olmasaydı tabii ki de benim yanıma geleceklerdi. Ama korkudan gelemiyorlardı. Cellatın torunuyum lan ben. Yüreğiniz varsa yaklaşın da gününüzü görün.
"Olay çıkacak. Güzelim geceyi mahvedeceksin. Hemen defol." Kuzey yine karıncalanmaya başlamıştı.
Parmağımla yaklaşması için işaret ettim. Bana doğru hafifçe eğildim. "Ben sence seni dinler miyim?"
Öfkeyle dudaklarını birbirine bastırdı. Geri çekilip ceketini çıkardı ve kolunu sandalyemin üzerine yasladı. Hafifçe bana doğru yaklaştı. Sanki korumak için. Nefret etmiyor muydu bu benden? Niye böyle yapıyor?
"Abilik tavırlarını görmezden gelmeli miyim?"
"Bana bir daha abi dersen o dilini keser sabah kahvaltısında sana yediririm." Nefret ediyordu ona abi dememden.
"Dilim olmazsa yiyemem ki" dedim erikten ısırarak. Beni izliyordu. Yüzü ciddiydi ama dudaklarında belli belirsiz bir gülüş kondurdu. Ama o ciddi suratından o gülüşü anlaya bilmek için dikkatlice bakman gerekecek. "Öyle değil mi? Ayrıca sana abi demem için daha fazla bir şey yapman gerekiyor."
"Seni öldürmek gibi mi?"
Sırıttım. "Tabii canım, kesin öldürürsün zaten. Bir elini kaldır bakalım, bu yanımdaki beyefendi" başımla dedemi gösterdim "senin kolunu dirsekten kırmıyor mu?" dedim. Kuzey güldü. Ama gülüşü kısa sürdü. Öfke dolu bir gülüşdü.
"Alp'ler de geldi" dedi kapıya doğru bakarak. Evet, gelmişti. Yanında Cesur vardı ve etrafı kontrol ediyordular. Bakışlarım Savaş'ı ararken birden onu gördüm. Dün sahildeki kızı. Şok içinde gözlerimi açtım. Bu da kimdi böyle? Ve onları nereden tanıyordu. Kız henüz beni fark etmemişti. Alp'in kulağına bir şeyler fısıldadı ve ardından Ahu'nun olduğu masaya doğru gitmeye başladı.
"Kim bu?" dedim Kuzey'e doğru hafifçe eğilerek. "Nil." dedi kıza dönerek. "Nil Karakurt. Savaş'ın kuzeni." Kulaklarım ne duyuyordu öyle? Bu gerçek miydi? Nil benim kim olduğumu biliyor muydu acaba? Yoksa bu da mı oyundu? Artık neyin gerçek neyin oyun olduğunu idrak edemiyordum.
Bir anda gözleri beni buldu. Oldukça şaşkındı. Kaşları hayretle havaya kalktı. "Geldi seninki" Kerem imayla bana bakış attığında başını kapıya doğru işaret etti. Gelmişti, oydu. Savaş. Yanında babası vardı ve ikisi de beni henüz fark etmemişlerdi. Tam o sırada Alp beni fark etti. Buraya geleceğini düşündüm, hatta öfkeleneceğini de. Ama aksine bu durumdan gayet memnun gibiydi. Bir dakika, tam olarak ne oluyor şu an?! Bu hiç normal değil çünkü.
Ama normal olan tek şey Ahenk'in öfkeyle bana doğru gelmesiydi. "Sen neden buradasın?" dedi Ahenk öfkeyle bana doğru gelerek. "Defol git."
"Buna sen mi karar veriyorsun?" dedim başımı çevirerek. Peşinden Ahu da gelmişti. Nil de onun peşinden gelmişti. "Ahenk yerine geç!" dedi Ahu hiç beklediğim bir şekilde. Açıkçası Ahenk'in tarafından konuşacak zannettim.
Ahenk de benim gibi şok içindeydi. "Şaka mı yapıyorsun? Buradan gitmesi gereken kişi gerçekten ben miyim?"
"Evet, sensin. Sana git masaya dedim." Biraz önce oturdukları masayı gösterdiğinde Ahenk öfkeyle soluyarak masaya geri döndü. Ahu ise başıyla peşimden gel diye işaret ettiğinde peşinden gittim.
Bir odaya girip kapıyı sonuna kadar açtı. Ben odaya girince Cesur'a kapıyı kapatmasını emretti. Cesur çıktığında kapıyı kapattı. Kollarını göğsünde birleştirip bana döndü.
"Ne yapmak istediğini biliyorum." Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Ne yapmak istiyormuşum?" Yüzünde alaylı bir ifade yerini aldı.
"Abimi geri kazanmak." Güldüm. Gerçekten şimdi ne kadar para istiyorsun derse yere yatar gülerim. "Ben öyle bir şey istemiyorum. Abin kendi geldi beni buldu. Ardından peşime takıldı." Başımı yana yatırıp özgüvenimin verdiği mutluluk hissiyle gülümsedim.
"Beni buraya dedem getirdi. Kaçmak zorunda olan sen değilsin. Ahlaksız bir hareket yapmadın ne diye saklanıyorsun dedi." Ahu sırıttı. Başını itiraz edercesine iki yana salladı. "Savaş'ın hayatından seni çıkarmak istememizin amacı Savaş'ın senin aşkını unutup kendine yeni bir hayat kurması. Çünkü aileler düşman. Bir taraf suçlu, diğer taraf masum. Bir taraf insan katlederken, diğer taraf insanları kurtarıp katilleri tutulukluyor? Sence fazla değil mi?"
"Benim amacım Savaş'ı geri kazanmak falan değil. Ne yaparsınız yapın. Umrumda değil." Gözlerini kıstı. "Umurunda olsun Defne." Şimdi çatılmış kaşlarla ben onu izliyordum. "Savaş sana bir küreden bahsetti mi?"
"Hayır."
"İşte her şeyi tetikleyen de oydu." Ne dediğini anlamaya çalışıyordum.
"Ben hiçbir şey anlamıyorum Ahu. Sen neden bahsediyorsun?"
"Defne, Savaş nişandan önce bir küre buldu. Senin ona doğum gününde verdiğin küre. Babam seninle ilgili her şeyi yok etti. Fakat ben hızlı davrandım ve o küreyi sakladım." Bir dakika, neden böyle bir şey yaptı ki? Savaş'ın hayatında olmamı istemiyordu.
"Çünkü Savaş'ın seni hatırlayacağını çok iyi biliyordum. Bu yüzden o küreyi bulmasını sağladım. Yani beynine şüphe tohumunu ektim. Abimi çok iyi tanırım." Şimdi kendinden emin tavırla gülen oydu. Ben ise karışan kafamı düzenlemeye çalışıyordum
"O küreyi bulduktan sonra kafası epey karıştı. Ve bu da onu sana ulaştıracaktı."
"Ama ben yurt dışındaydım. Abin beni hatırlaması için benimle karşılaşması gerekiyordu. Ve ben eğer tesadüfen buraya gönderilmeseydim-"
"Gerçekten tesadüf olduğuna inanıyor musun?" dedi çok bilmiş şekilde gülerek. Bir dakika, bu mümkün değil değil mi? Ahu beni Türkiye'ye getirtmiş olamaz. Bu tesadüftür. "Ne?!"
"Herkesin inanması için gerçek bir bahaneye ihtiyacımız vardı. Güya buraya tesadüfen gelmişsin gibi. Ve Fransa'da tanıdıklarımız olduğu için bu bizim için zor olmadı."
Şimdi anlaşıldı. O kadar ülke içerisinde neden Türkiye'ye gönderilmem. Zeka şaka mı? Ahu zannettiğimden çok farklıymış. Aman tanrım! Ama kimin tarafında? Hala onu çözmüş değilim.
"Cengiz'in bunlardan haberi yok mu?" Benimki de soru. Yok haberi var Defne'ciğim. Hatta diyor ki aferin kızıma ne kadar da güzel arkamdan iş çevirmiş.
"Hayır, tabii ki de."
"Peki neden şimdi?"
"Çünkü artık iş bizi aştı."
"Bizi?" Kaşlarım daha çok çatıldı. Başka birisi de mi vardı yani? "Annem. Baştan beri bu kadar planı annemdi. Annem sizi birleştirmek için babama oyun kurdu. Ama oyunun ipleri babamın eline geçince mecbur biz de alelacele seni buraya getirttik. Çünkü birleşirsek onun karşısında durabiliriz." Zümra hanım gerçekten böyle şey yaptı mı? Ben şok! Ama oğlu benim yüzümden komaya düştü. Yaralandı, hafızasını kaybetti. Bir anne için öncelik oğlu değil miydi?
"Savaş benim yüzümden yaralandı. Annenin benden nefret etmesi gerekiyordu."
"Savaş'ın yarası sadece fiziksel değildi ki, kalbinde öyle bir yara açıldı ki o gece asla iyileşmeyen bir yara. Canından çok sevdiği kadın yıllar önce işkencelere maruz kalmış, bu onun için çok büyük bir travma olacaktı. Ayrıca annem Savaş'ın yaralarını senin saracağını çok iyi biliyor. Bir düşünsene. O kadar kız varken neden abimle seni evlendirmeye kalktı? Annen bize gelmeden önce annem seni gözüne kestirmişti. Çünkü diğer kızlardan çok farklıydın. Hayat doluydun bir kere. Savaş'ın da böyle bir eşe ihtiyacı vardı. Tabii annen gelince de olayların rengi iyice değişti." Omuzlarım dikleşti. Kendimden bir kez daha gurur duydum.
"Bunu bilse bile karşı çıkması gerekiyordu. Burada da bir oyun mu var?"
"Hayır, benim abim babam yüzünden öldü Defne." Ne kadar belli etmemeye çalışsa da sesi titremişti. Konu Barış olunca gözler doluyor, sesler titriyordu.
"Babamın inadı, aç gözlüğü yüzünden, hırsı yüzünden öldü. Abim asla bu işlere karışmak istemiyordu. Ama babam onu zorla bu işe soktu. Daha sonra Sevda'yla nişanlandıktan hemen sonra bu işleri bırakacağını ve normal hayatına devam edeceğini söyledi. Babam ise son kez ondan Halil'i devre dışı bırakmasını istedi. Ondan sonra Barış özgür kalacaktı. Ama olmadı. Halil onu öldürdü." Yutkundu, ve boğazındaki düğümün canını ne kadar çok acıttığını gördüm. Canı yanıyordu. Kendi acısını bir tarafa bırakmıştı. Şu an abisi için endişeliydi.
Nutkum tutulmuştu. Diyecek bir şey yoktu. "Annem Savaş'ın da aynı kaderi yaşamasından korkuyor. Bu yüzden de Savaş'ı babamdan uzaklaştırıp seninle yaklaşmasını istiyor. Savaş'ın seni çok sevdiğini ilk günden beri biliyor. Ve siz ikiniz birleşirseniz babamı yeneceksiniz. Savaş bunu tek başına yapamaz. Annem ikinci evladını babam yüzünden kaybetmek istemiyor. Babam hepimizin hayatını cehenneme çevirdi. Artık ona engel olmak istiyor."
"Biraz önce bana bizim imkansız olduğumuzu söyledin. Şimdi ise farklı konuşuyorsun."
"Evet, ama sizin ayrı kalmanız için ikinizin de vazgeçmesi gerekiyor. Gerçek şu ki sen vazgeçsen bile Savaş seni asla bırakmaz. Bu yüzden kendinizi yormayın. Birbirinizle değil, düşmanlarınızla savaşın."
Ahu'nun söylediklerinde haklılık payı vardı. O canından çok abisini korumak için babasını karşısına almıştı. En çok üzüldüğüm şey ise asla babasının sevgisini görmemesiydi. Bir kız için işte en büyük acı da buydu. Baba sevgisizliği. Ve Cengiz'in gözü hırsından o kadar kararmıştı ki evlatlarına babalık yapmayı unutmuştu.
***
Aşağı indiğimde merdivenlerde Nil ile karşılaştım. "Doktor hanım sizsiniz demek. Meşhur Defne Yıldız Aksoy." Kollarını göğsünde birleştirip kaşlarını imayla havaya kaldırdı.
Gülümsedim. "Evet, ve karşılaşmamızın tesadüf olmadığına inanmaya başladım."
Gülümsedi. "Maalesef tesadüf. Ama şöyle bir gerçek var ki seninle konuştuğumda senin Defne olduğunu daha doğrusu Savaş'ın Defne'si olduğunu bilmiyordum." Ne garip bir kelime. Savaş'ın Defne'si. Savaş'a ait olduğumu bastırarak söylüyordu. Savaş'ındım, ona aittim.
"Bu neyi değiştirir ki?" dedim imayla. "Yine mutsuz son olacak." Yüzünde eğlenen bir ifade vardı.
"Yanlış tahmin doktor hanım. Biz Karakurt'ların sonu mutsuz olamaz. Kuzenimin sözlüğünde vazgeçmek kelimesi yoktur." Biz yukarıdaki merdivenlerdeyken Savaş aşağıda Ahenk'in beline kolunu dolamış, gülümseyerek bir şeyler konuşuyordular. Gıcık olmadım değil.
"Ne kadar eminiz buna?" dedim başımla onları göstererek. Nil gösterdiğim yöne baktı. "Çok fazla eminiz. Çünkü şu an nişanlısı ve kendisini normal göstermeye çalışıyor. Seni daha fark etmedi." Kendinden emin kurduğu cümleyle resmen haklılık payı artıyordu.
"Ona geri dönmek istemiyorum. Bana yaptıklarını unutmadım daha." Kibirliyim ya o yüzden.
"Unutamazsın zaten. Ama daha güzel günler yaşayıp onları geride bıraka bilirsiniz." Yapacağıma inanmıyordum. Zor olacaktı. Ama olabilir miydi böyle bir şey? "Şimdi git, görüş açısına gir ve olacakları izle. İyi şanslar, hatta iyi aşklar!" deyip hızla merdivenleri çıktı. Neler oluyor? Hiçbir fikrim yoktu.
Merdivenlerdeyken gözlerim üzerindeydi. Herkes Savaş'ın beni bu kadar sevdiğine ve asla bırakmayacağına emin iken ben tedirgindim. Niye? Çünkü aşk konusunda özgüvenim yok. Ve bu özgüvenimi bir gecede kaybettim.
Aşağı inmeye başladım. Her adımımda kalbim ilk günkü gibi heyecanlıydı.
Kapının kilit sesi duyulduktan hemen sonra kapı açılmıştı.
İki çift bal renginde olan gözler benim kahverengi gözlerimle buluşunca şok içinde ağzım açık kalmıştı. Karşımda Sarp Baysoy vardı. Gözlerimi kırpıştırarak bunun gerçek olup olmadığını anlamak istedim. Ancak nafile. Gerçekti.
Bir adım daha attım. Ayaklarım beni yine ona götürüyordu. Arka planda çalan Tarkan Çok sev şarkısı ise ortamı daha çok romantik hava katıyordu.
"Defne?"
Ben şoktan konuşmayı unutmuştum. "Senin burada ne işin var?" Aniden sorduğum soruyla afallamıştı. "Ben burada yaşıyorum."
Ve bir adım daha.
"Gürültü var. Biz de insanız, dinlenmemiz gerek," dedim şikayet ederek. Hayranlıkla beni izlerken dudaklarını aralayarak "tamam gürültü için özür dilerim, zaten birazdan işimiz bitecek," dedi imayla.
Bakışlarını gözlerimden çekmek istemiyordu. Bakışlarıyla beni hipnoz ediyor gibiydi. "Başka bir şey var mı?"
O bakışlardı beni uçuruma sürükleyen, o gözlerdi bana acı yaşatan... Öyle güzel gülmeselerdi öyle güzel bana bakmasaydı, bunların hiçbiri olmazdı belki...
Ve son basamakta durdum. Kalbim öyle bir hızla atıyordu. Yakındım, sadece başını kaldırsa beni fark ederdi. Ellerim aniden titremeye başladı, midem yine bulanmaya başladı heyecandan. Hayır, Defne. Şimdi değil. Merdivenin korkuluklarına tutundum. İyiyim, sakin iyiyim. Ne bu heyecan? Sanki evleniyoruz.
Aniden başını kaldırdı ve gözlerimiz buluştu. Beni gördüğü anda kısa bir şaşkınlığın ardından hayranlık yerini almıştı. Hep baktığı gibi. Hayran dolu bakışları gözlerimde yerini almıştı. Ve ben galiba o bakışları özlemiştim. Dudağının kenarında hafif sırıtış, gözlerinde parlayan yıldızlar. Yanıma gelemezdi. Çünkü yanında başka birisi vardı. Nişanlısı vardı. Göğsüm hızla inip kalkarken bir anda gözleri kısıldı. Önce etrafı kontrol etti, ardından Ahenk'in yanından ayrılarak hızla kapıya doğru ilerledi. Bir şey yapmadım. Peşinden gitmedim. Olduğum yerden ayrılıp masaya doğru giderken "Defne hanım?" dedi bir ses. Başımı çevirdiğimde Cihangir bana doğru geliyordu. "Seni burada görmeyi beklemiyordum."
"İnan ben de beklemiyordum."
"Eee Fransa tatili nasıl geçti?" Hemen arkasından koruması Miran gelmişti. "Özlemiş birileri galiba" dediğinde sırıttım. "Beni bu kadar özlediğinizi hiç belli etmiyorsunuz." Cihangir burun kıvırdı. "Yerine geçmeye çalışıyor ama çok sıkıcı" dedi Ahenk'i göstererek. "O yüzden özlemiş olabiliriz." Güldüm. "Ya Cengiz'in kuklası olmak nasıl bir şey?" dedim imayla.
Savaş'ın arkasından iş çeviriyorlardı. Cihangir için bu gayet normaldi, çünkü Cihangir iş çevirmeyi severdi. Tabii hemen anlamıştı. "Çok kötü yahu. Amcam diye demiyorum ama çok güzel bir şerefsiz! Beni Asya'yla tehdit etti." Gözlerim kocaman açıldı. "O kadar ileri gidemez ya!" Küçücük bir çocuktan ne ister ki bir insan?
"Gitti, hatta koşarak gitti. Biz de işte oyunculuk performansımızı sergilemeye çalışıyoruz. Güya seni Savaş'tan uzak tutuyoruz ama bilmiyor ki Cellat'ı seni getirmesi için ikna eden bendim." Şok içinde şok yaşıyordum. Çünkü Cihangir de kendi tarafını da seçmişti. N'oluyo bu Karakurt kuzenlerine yahu? Ben şu an şok içinde şok yaşıyorum.
"Ne?! Siz şaka mı yapıyorsunuz?"
"Hayır, tabii ben de ihanet eden tarafım ama yolun yarısından dönmeye çalışıyorum işte. Ahu daha her şeyi bana yeni anlattı. Aptal kız her şeyi anlatsaydı, biz de plana uyardık. Daha Alp'le Cesur'un haberi yok. Onlara da anlatmamız gerek." Tedirgindi ama keyifliydi. Bu adam iki duyguyu aynı anda yaşıyordu resmen. "Kraliçe Zümra Cengiz'in sonunu getirecek galiba." Bir çocuk gibi mutlu olmuştu.
"Yani siz şu an hepiniz benim tarafımda mısınız? Yani Ahenk'le evliliğini onaylamıyor musunuz?"
"Ahenk'le evlenirse Savaş'ı yaklaşık bir beş sene sonra huzur evinde görürüz büyük ihtimalle."
Rüya falan mı görüyorum ben? Çünkü dışarıdan hiç öyle gözükmüyordu.
"Ha geldi seninki." Başıyla kapıyı gösterdi. Savaş geri dönmüştü. Cihangir yanımdan ayrılarak Ahenk'in yanına gitti. Ne söylediyse Ahenk Cihangir'in peşine düşüp dışarı çıktı. Hep planları ben kurardım, şimdi başkaları kurunca garip oldum. Bir dakika, Cengiz de ortalıkta yok. Neler oluyor? Ben korkmaya başladım. Etrafıma iyice bakındım. Daha ne olduğunu anlamadan Savaş bana doğru gelip tam karşımda durdu. Omuzlarımı dikleştirip gözlerine baktım. Gülümsüyordu. "Gelmişsin." Her zerremi göz hapsine aldı. Geldiğime pişman etmeyin de...
Kalbimin hızı iki katına çıkmıştı. Avuç içlerim terlemeye başlamıştı.
Tamam sakin ol Defne. Niye bu kadar heyecanlısın? Bana olan bakışı beni heyecanlandırıyordu. Tamam, özgüvenli ol akışına bırak. Derin bir nefes gözlerimi kapatıp tekrar açtığımda nefesimi serbest bıraktım.
"Kaçma, kurtulamazsın demiştin ya?" Başını hafifçe salladı. "Bundan sonra kaçmayacağım. Tam karşında olacağım." Alayla güldü. Komik bir şey söylediğimi düşünmüyorum. Bunun galiba espri anlayışı da gitmiş. Yazık.
"Ama ben yanımda olmanı istiyorum." Kurduğu cümleye sergilediği sahiplenici tutumu hoşuma gitmişti.
"Bu bir teklif mi?" dedim cilveli fısıltımla. "Teklif olmasını mı isterdin?" Gözleri daha çok koyulaştı. "İsterdim" dedim cesaretimi sergileyerek. Dudağının köşesi büyük bir kibirle kıvrıldı. "Daha iyilerinin olacağına emin olabilirsin." Aramızdaki mesafeyi azalttı. Kalbim artık atmıyor, uçuyordu resmen.
"Bekleyeceğim." Sesimdeki heyecanı fark etmemek imkansızdı.
"Bekletmeyeceğim çok fazla, merak etme. Her şey bir anda gerçekleşecek."
"Savaş," dedim fısıltıyla. Tam o sırada ışıklar gitti. Bir anda dudaklarıma yapıştı. Herkes karanlığın içinde şaşkın sesler çıkarırken, Savaş dudaklarımdaydı. Ve ben şaşkındım
Öyle derin derin öptü dudaklarımı. Sanki dudaklarım aylar sonra tekrar yuvasına kavuşmuş gibiydi. Eli belimi sıkmış, diğeri saçlarımda dolaşıyordu. Damarlarda dolaşan kanım kaynamaya başlamış, karnımdan yükselen bir ateş beni cayır cayır yakıyordu. Uzun süre sonra tekrar dokunuşu beni çıldırtmaya yetiyordu. Tenim açtı dokunuşuna.
Ve kimse bizi görmüyordu. Fakat biraz sonra ayrıldı. Ve ışıklar geri geldi. Bu da planının bir parçasıydı. Tahmin etmek zor değildi.
Bana her baktığında koyulaşan gözleri yine koyulaştı. "Karanlıkta birlikte yürüyeceğiz. Kimse görmeden, duymadan, bilmeden..."
"Ben-"
"Senin bir şey yapmana gerek yok. Arkana yaslan, ve yapacaklarımı izle." Elini aniden çaktırmadan cebime soktu. Sanki bir şeyi cebime koymuştu. "Ne yapıyorsun?"
"Seni hatırladım doktor hanım. Ve peşine bırakmak niyetinde değilim. Değil senin için Taranı, tüm dünyanı karşıma almaya hazırım. Şimdi benim yapacaklarımı izle."
Uzaklaşarak arkasını dönüp gitti. Kalakalmıştım, ortada... Ama bana yaşattığı en güzel anlardan birisiydi. Elimi cebime attım. Kolye. Bana verdiği kolyeydi. Sarp'ın Defne'si. Ama garip olan şu ki yazılar değiştirilmişti.
Savaş'ın Yıldız'ı yazılmıştı...
💥🎀💥

Nil Karakurt
Evet önceki bölümü karakteri sövmekle kalmayıp kendini söven ateş toplarım nasılmış? Gördünüz mü? Demiştim size mutlu olacaksınız.
Gelecek bölümde ise şaşırmaktan bayılacaksınız...
Zümra kraliçelik taslamış gördünüz mü? Bence Cengiz'in üstesinden gelse gelse anca Zümra sultan gelir.
Ve her şey planının bir parçasıymış. Karakurt kuzenlerine bak sen nasıl da Cengiz'in aklıyla oynuyorlar gördünüz mü? Eh be Cengiz! Başına daha neler neler gelecek haberin yok. Bak vallahi acıdım Cengiz'in haline. Olaya Defne de girerse ohooo.
Bir de Ahenk'ten bayağı bir nefret etmişsiniz. Sizi bu kadar sinirlendiğim için de kendimi ayrıca tebrik ediyorum. Yorumlar muhteşem. Yeminle sinirlendiğinizi görünce gülmekten kendimi alamıyorum. Neden biliyor musunuz, önceki bölümü yazarken ne kadar sinir krizi geçirdiğimi size anlatamam.
Savaş'ı ayrı, Ahenk'i ayrı Defne'yi de ayrı sövdüm. Neyse her şey yoluna girecek diye umut ediyoruz.
Topuklu Belalar hakkında ne düşünüyorsunuz? Skdkdokxjsks
Kızlar erkeklere öyle bir oyun oynadılar ki erkekler şok! Bu sezon çok eğlenceli olacak haberiniz olsun. Diğer bölümü ne zaman atacağıma dair hiçbir fikrim yok. Önümüzdeki haftasonu da atabilirim, ya da biraz geç de atabilirim. Çünkü derslerim olduğu için bazen odaklanamıyorum. İnanın yazması kolay da düzenlemesi çok zor. Özellikle bu bölüm çok uzun olduğu için epey zorlandım. Ama ben her ihtimale karşı İg ve Tiktokdan duyuru yaparım. Ayrıca editlerinizi görüyorum. Böyle editleri görünce daha çok hevesleniyorum. Bu bölümde de bayağı bir edit fikri vermiş olduk. Siz editlere devamkeee
Sizi çok seviyorum, kendinize iyi bakın diğer bölümde görüşmek üzere... Hoşça kalın... :))
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.04k Okunma |
500 Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |