31. Bölüm

30.Bölüm: "Mahşerin Karanlık Perdesi (Sezon Finali)

Adelina
adelinashwriterr

Herkese merhabalar efendim... Evet, 2025'teyizzz. Öncelikle yeni yılınız kutlu olsun. Umarım bu yıl hepimize bol bol kahkahalar, sevinç gözyaşları getirir. Gönlünüzden geçen her hayalinizin gerçek olması dileğiyle... Sizi seviyoree

 

Veee evet sezon finali... Bu bölüm bayağı uzun olacak. O yüzden her şeye hazırlıklı olun. Tüm Düğümler çözülüyor. Hazır mısınız kahkaha atmaya, ağlamaya, delirmeye? Çünkü bu bölümde hepsini aynı anda yaşayacaksınız. Sizi çok bekletmeden bölüme geçelim. Size iyi okumalar...

 

30. Bölüm: "Mahşerin karanlık perdesi :Düğümler çözülüyor"

 

Ben oyun bitti dedim ve oyun bitti...

 

Bölüm şarkıları: Emre Aydın- Sen beni unutamazsın

 

Fatma Turgut-İkimizden biri

Model - Pembe Mezarlık

Aslı Güngör- Dön gel

 

Yazarın anlatımıyla.

 

Her son yeni bir başlangıçtır. Bazı olayların başlangıcı. Kötü ya da iyi. Bazen ise bu son dönüm noktası olur. Herkesin hayatında illa ki vardır dönüm noktası. Birden hayatımız ya altüst olur ya da değişir.

 

Kapı açıldığında sesi tüm depoda yankılandı. Bomboş depoda yankılanan adım sesleri buranın epey ıssız olduğunu bir kez daha açıklamıştı. Karanlık deponun tavanında yansıyan mavi ışık deponun bir kısmını aydınlatmaya yetiyordu. Savaş deponun tam ortasında adımlarını durdurdu. Başını önce sağa, sonra sola çevirdi. Fakat bir anda duyduğu sesle bakışlarını yukarıya doğru kaldırdı. Demir merdivenlerden inen siyah takımlı Halil, yavaşça deponun ortasına doğru ilerlemeye başladı.

 

"Tam vaktinde Savaş Karakurt. Biliyorsun vakit nakittir." Savaş susmayı tercih ediyordu. Şimdilik. "Burada neden görüştüğümüzü merak ediyorsundur herhalde. Uzun zaman sonra tekrar." Savaş'ın gözlerindeki öfkeni görüyordu. Fakat Savaş'ın abisinin intikamı için onunla anlaşma yaptığını bilmiyordu. "Bu görüşmeyi bitirmek için sabırsızlanıyorum."

 

"Buradan giderken tüm işleri sana emanet etmiştim. Ama kulağıma bazı bilgiler geldi. İşini yapmıyormuşsun."

 

"Ben senin işini yapan çırağın değilim. Sadece ortağız. Kendi işlerini kendin yap."

 

"Fazla cesursun." Savaş'ın yüzünde sinsi bir gülüş yer aldı. Halil'e doğru bir adım attı. "Sanırım unutmuşsun. Dur ben hatırlatayım. Ben Savaş Karakurt. Tara beyazlar lideri ayrıca senin liderin olduğu çetenin de ipleri benim elimde. Yani lider sen değil benim Kantar!"

 

Halil'in yüzündeki gülüş aniden solmuştu. "Buraya bunu konuşmak için gelmedik. Öyle değil mi?"

 

"Anlaşmanı konuşmaya geldik." Savaş başını dikleştirdi. "Defne'yle evlenmişsin. Bence harika bir plan olmuş. Ne zaman teslimatı gerçekleştireceğiz?" Defne'den sanki malmış gibi konuştuğunda Savaş onun yüzüne yumruk atmamak için kendini zor tutuyordu. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.

 

"Ne zaman istersiniz Halil bey?" depoda başka bir ses duyulduğunda ikisi de başını çevirmişti. Gelen Cengiz'di. "Zamanı ve yeri siz söyleyin, gerisi biz hallederiz."

 

"Senin ne işin var burada?" dedi Savaş kızgın gözlerle babasına bakarak. Cengiz'in gelmesini beklemiyordu. Cengiz kendinden emin adımlarla onlara yaklaştığında Savaş öfkeyle dudaklarını birbirine bastırdı. "Anlaşmanı konuşmaya geldim."

 

"Sanırım baban sana güvenmiyor Savaş, yoksa buraya gelmezdi değil mi?"

 

"Güven değil, işimi sağlama alalım diyelim."

 

"Güzel, o zaman tarihi konuşalım." Halil Cengiz'e döndüğünde Savaş öfkeyle gözlerini kapattı. Babası yine işi mahvetmek için gelmişti. Ama sakin olması gerekiyordu. Planını gerçekleştirmek için sakin olması lazımdı. "Bir hafta sonra benim atacağım konumda , teslimatı o zaman gerçekleştireceğim" dediğinde Halil ve Cengiz Savaş'a döndüler. 1 hafta sonra Defne'nin uçağı vardı, yani Savaş bir hafta sonra Defne'nin gitmesini kullanarak Halil'i öldürmeyi planlıyordu. Fakat babasının bundan haberi yoktu.

 

"Erken değil mi?" dedi Halil tek kaşını havaya kaldırarak. "Hayır, geç bile kaldık." Cengiz şaşkındı. Oğlunun Defne'ye gerçekten aşık olduğunu düşünmüştü. Ama şimdi yanıldığını fark etti. Bu durum onu oldukça memnun etmişti. Nihayet oğlunun intikamını alacaktı.

 

"Tamam, o zaman görüşme bitti." Savaş başını hafifçe sallayıp onların yanından ayrıldı. Cengiz ise hızla peşine takıldı. Arabaya binince Cengiz'in yüzünde keyifli bir gülümseme yer edinmişti. "Aferin oğlum, bir an anlaşmayı iptal edeceğini düşündüm."

 

Savaş gözlerini babasının gözlerine sabitledi. Babası olduğu için ondan nefret ediyordu. Nasıl böyle kötü birine dönüşmüştü? "Senin için bu hayatta en önemli şey intikam değil mi? İntikamın yüzünden tüm evlatlarını kaybedeceksin sonunda."

 

"Hesaplaşma evet. Çünkü bana acı yaşatan birisi gidip de rahat uyuyamaz." Savaş suratını buruşturdu. "Barış'ı da intikamın yüzünden kaybettin. Hatırlatırım."

 

Cengiz'in yüzündeki gülüş aniden soldu. "Hayır."

 

"Evet! Eğer sen Barış'ı abinin inadına o ekipe sokmasaydın, Barış o tuzağa düşmezdi ve şimdi yanımızda olurdu."

 

"Ben sizin iyiliğiniz-"

 

"Sen bizim iyiliğimizi falan istemiyorsun. Senin bu hayatta önem verdiğin tek şey namın. Elalem ne der diye diye evlatlarını kaybediyorsun, haberin yok. Ben Defne'ni deliler gibi seviyorum. Ona aşığım. Ama senin yüzünden ondan vazgeçmek zorunda kalacağım. Senin yüzünden sevdiğim kadını o şerefsizin eline teslim edeceğim. "

 

"Sen o kızla birlikte oldun mu?" diye sorduğunda Savaş donakaldı. "Bu seni niye ilgilendiriyor?" dedi Savaş keskin sesiyle. "Anlaşıldı," Cengiz hafifçe öne doğru eğildi. "Bak, bir şeyler yaşamışsınız ve hissettiğin duyguların aşk olduğuna inanıyorsun, ama bunlar aşk değil. Gidip başka bir kadınla olursun, ona karşı duyguların değişir."

 

Savaş babasına iğreniyormuş gibi baktı. "Ne kadar da iğrençsin. Sen bir daha aşkın adını ağzına alma tamam mı? O kadar güzel ve saf duygu senin kirli dudaklarının arasından çıkmayı hakketmiyor."

 

"Ben senin babanım ulan! Benimle düzgün konuş!"

 

"Evet, bir de o gerçek vardı değil mi?" Acıyarak gözlerine baktı. "Keşke senin gibi bir adam benim babam olmasaydı. Sevginin ne olduğunu bilmeyen adam evlatlarını teker teker kaybediyor. İşte senin sonun belli."

 

Araba durduğunda "işte geldik, inebilirsin Cengiz Karakurt!" dedi Savaş imayla. "Git, otur düşün. Başka hangi hesaplaşmaların varsa onlarla ilgilen." Kapı açıldığında Cengiz ağır ağır arabadan indi. Öz oğlunun ondan bu kadar nefret ettiğini bilmiyordu. Bu onun canını acıtıyordu.

 

***

 

Defne'nin anlatımıyla

 

"Ne yapacaksın peki?" diye Tolga bana sorduğunda omuz silktim. "Bilmiyorum, ama bir süre Hayal'i görmek istemiyorum." Elindeki hasta belgelerini kapattı. Koridorda yürüyorduk, ve günün yoğunluğunun ardından birkaç saat de olsa dinlene bilirdik. "Yemeğe gidiyor musun?" dedim mırıldanarak. Başını salladı. Asansöre yöneldiğimizde aniden karşımıza Hayal çıkmıştı. "Merhabalar," dedi neşeli olmaya çalışırarak. Direk yeşilleri gözlerim bakıyordu. Başımı çevirip ona cevap vermedim. Tolga cevap vermediğimi görünce "merhaba" dedi.

 

"Yemeğe mi?" diye sorduğunda ben onun gelmek istediğini anlamıştım. "Evet," dedi tekrar Tolga. "Bende gidiyordum, sizinle gele bilir miyim?" Tahmin ettiğim gibi. Tolga'nın bakışları bana kaydı. Sanki benden izin alıyormuş gibi. Fakat ben hiçbir şey gözlerimi kaçırıp onların yanından ayrıldım. "Size afiyet olsun." Bir de onunla oturup yemek mi yiyecektim? Yok artık.

 

Odama gelip önlüğümü çıkartıp astım. Kabanımı ve çantamı alıp odadan çıktım. Gidip bir restoranda falan otururdum herhalde diye düşündüm. Hastanenin çıkışında Alp ve Ahu'nu görmemle yüzüm daha çok düşmüştü. "Merhaba," dedi Ahu sıcak gülümseyerek. Fakat onunla derdim daha bitmemişti. Hiçbirinin yüzüne bakmadan yanlarından geçtim. Artık hiçbiriyle konuşmak, görüşmek istemiyordum. "Defne" diye arkadan Alp seslendi. Umursamadım.

 

Tam arabaya binecekken koşarak gelip kapıyı tuttu. "Biraz konuşalım lütfen. Savaş da yüzüme bakmıyor zaten. Bir dinle beni."

 

Gözlerine öfkeyle baktım. Ona kızgındım, ama en çok Hayal'e kızgındım. Alp'ten bin tane dahi olsa Hayal benimle ilgili böyle düşünmemesi gerekiyordu. "Söyle!" diye emrettim. "Her şeyi yanlış anladınız" diye başladı konuya.

 

"Neyi yanlış anladım?" Ayağa kalkıp kapıyı sertçe kapattım. "Bunca yıllık arkadaşım bana benim onu kıskandığımı söylediği yetmezmiş gibi bir de ona karışmama mı istiyor. Bunun neresi doğru ki ben yanlış anlamışım?" Sorum ikimizin arasında asılı kaldı.

 

Alp bıkkınlık gözlerini kapattı. Anlaşılan sabrını da zorluyorum. "Ayrıca o çok zeki sandığınız beyninizi biraz daha çalıştırsanız iyi olur. Hiçbir ilişki bu kadar hızlı ilerleyemez. Oturup düşün bakalım Çoban." Gerçek kimliğini yüzüne vurmak ister gibi konuşuyorum. "İlk görüşte aşk mı? Okey! Ama koskoca emniyet müdürü Kutay Köse kızını seninle evlenmesine izin verecek mi? Ya da Canan Çelidze senin o eve yaklaşmana izin verecek mi acaba? Her şeyi o kadar çabuk kabullendiniz ki, sanki Hayal hamile sende bir an önce evlenmek istiyorsun." Bunun olma ihtimali beni korkutmuyor değildi. "Çok saçma! Savaş'la ben daha sizden önce tanıştık. Ama hala tereddütteyiz. Sizin hızınız maşallah aldı başını gidiyor. Gerçeklerle yüzleşin biraz. Çünkü gerçekler acıtıyor. "

 

"Sizin hiçbir şeyden haberiniz yok. Biz sizden bazı şeyleri saklıyorduk. Tabii ki bu kadar hızlı ilerleyemez. Ama sürünmektense iyidir." Sinir bozukluğuyla güldüm. O kadar basit düşünmeleri beni güldürdü.

 

"Böyle sürünmeyeceğinizi mi düşünüyorsunuz? Çok komiksiniz gerçekten." Kafasını ellerinin arasına alıp arkasını döndü. Parmaklarını saçlarına öfkeyle geçirip çekiştirdi.

 

"Biz evlenmiyoruz, biz daha sevgili bile olmadık. Sadece öyle bir konuşma geçti aramızda. Siz de her şeyi tamamen farklı yöne çekiyorsunuz."

 

"Sen değil, başkası da olsa Hayal o cümleleri kurmaması gerekiyordu." Derin bir nefes verdiğinde başını çevirdi. Söyleyecek bir şey olmadığın anlamıştım.

 

Daha fazlası dinlemeye tahammülüm yoktu. Kapıyı açıp kendimi arabaya attım ve kapıyı sertçe kapattım. Ve hızla park yerinden ayrıldım.

 

***

 

Seren'in çalıştığı hukuk bürosuna gelmiştim. Uzun süredir kızlarla konuşamıyordum. Doğum gününden sonra da pek haber alamamıştım. Bu yüzden bir pasta alıp direk odasına yöneldim. Canım şu aralar pasta çekmişti. Seren'in yanına gitmeyi bahaneydi. "Merhaba, Seren hanım odasında mı?"

 

"Evet, evet odasında." Kadının gösterdiği odaya doğru ilerleyerek kapısının önüne geldim. Kapıyı iki kere çaldıktan sonra içeriye girdim. "Ben geldim" dedim neşeli sesle. Seren beni görür görmez kaşları havalandı. "Hoş geldin, aaa! Seni hiç beklemiyordum."

 

Ayağa kalkarak bana doğru gelip sarıldığında gülerek "ne bileyim, dedim uzun süredir yokum, bir gelip kendimi göstereyim dedim" dediğimde güldü. "İyi yaptın. Ara sıra gel."

 

"En son Serap'la ilgili konuşmamız için gelmiştim değil mi?" Bir anda Seren'in yüzü düşmüştü. "Evet, hadi geç otur." Sonra bakışları pastaya kaydı. "Pastamı aldın?" Başımı salladığımda "niye zahmet ettin?" dedi huysuzlukla.

 

"Canım pasta çekti de, dedim bari seninle yiyeyim. Kötü mü yaptım?"

 

Tek kaşını imayla havaya kaldırdı. "Canın mı çekti? Allah Allah. Oldukça garip." Ne demek istediğini anlamıştım. Fakat bu imkansızdı. "Hayır, korunuyorum ben" dedim yerime geçerek. Pastayı kutusundan çıkartıp masaya yerleştirdim. "Peki, bundan ne kadar eminiz?" Kollarını göğsünde bağladı. "Şu an reglım mesela. O kadar eminiz yani."

 

"Sen şu an reglsın ve acı içinde yatağında kıvranmıyorsun öyle mi? Pek inandırıcı gelmedi bana." Gözleri imayla bakıyordu.

 

"Çünkü ilk gün bende ağrı olmuyor. Yarından itibaren konser vereceğim. Her neyse çatal var mı?" Fakat sonra plastik çatal ve tabak aldığımı hatırladım. Ve poşetin içinde onları aramaya başladım.

 

"Yani sen Savaş'la seviştin öyle mi?" Sorduğu soruyla donakaldım. Ben kendi kendimi sattım mı şu an?! Şaşkınlıkla Seren'in gözlerine baktım. O ise yüzünde sinsi bir gülüş yerleştirmişti. Karnımdan yukarıya doğru bir sıcaklık tüm bedenimi işgal etti. Ateş basıyordu.

 

Çatalla pastanı şekil vermeden kesip tabağa koydum. "Evet, yanlışlıkla oldu." Yanlışlıkla mı? Allahım bana biraz akıl ver lütfen.

 

"Kaç kez?" Tam olarak ne kadar sürede seviştiğimizi mi yoksa kaç kez seviştiğimizi? Anlamayan gözler boş boş suratına baktım. Bıkkınlık gözlerini devirdi. "Kaç kez şey yaptığınızı sormuyorum. Yani ayrı ayrı günlerde sevişmenizi soruyorum."

 

"Ha" dedim aydınlanarak. "İki kez." Düşünceli gözlerini kıstı. "Yani henüz hamile değilsin. İlginç."

 

"Korunuyorum dedim ya. İlaç içiyorum işte." Elimdeki pastanı çatalıyla beraber Seren'e verdim. "İşte içmesen bayağı iyi olurdu. Bir bebeğiniz olurdu boşanmazdınız. Ayrıca madem adamın kolların giriyorsun, niye boşanıyorsun o zaman? Hiç mi bir değişiklik olmuyor o anda? " Bunalarak ofladım.

 

"Seren, ben zaten Savaş'ı seviyorum. Bunu inkar etmiyorum. Ama bazen sevmek yetmiyor. Her şey ortada, yalanlar, planlar, aileler her şeyi görüyoruz. Ben Savaş'a her konuda güveniyorum ama söz konusu aşk olunca asla güvenmiyorum. Anladın mı? Beni sevdiğine bile şüphe ediyorum bazen. Belki de büyük bir planı vardır diye. Çünkü adam profesyonel bir şekilde aylarca kimliğini sakladı benden. Ben böyle bir adama nasıl güveneyim?"

 

"Evet, ama her şey değişti. Sana artık aşkla bakıyor."

 

"Sarp da aşkla bakıyordu. Hem de o kadar güzel bakıyordu ki... Ben her şey yalan olsa da Sarp'ın aşkına gözü kapalı inanıyordum. Ama o düğünden sonra bana karşı o kadar değişti ki, o öfkeli gözleri asla unutamıyorum. Beni kandırdığı için zevk alıyordu resmen. Aptal kız diye diye canımı acıtmaya çalışıyordu. Evet, onunla birlikte oldum, onu hala seviyorum. Ama ondan bir bebeğim olsun istemiyorum. Onunla tüm iletişimim çok yakında kopacak zaten."

 

"Çok karışık sizin ilişkiniz. Umarım en hafif zararla atlatırsın." İşte ona şüphem vardı. Korkuyordum, çok kötü olacak diye korkuyordum.

 

"Hira nerede?" dedim konuyu değiştirmeye çalışarak. "Gelir şimdi." Pastadan bir dilim de kendim için ayırıp yemeye başladım. "Sana söylemem gereken bir şey var aslında" dedi tereddütle gözlerime bakarak.

 

"Nedir?" diye sordum merakla. Tam karşımdaki sandalyeye geçip tabağı masaya bıraktı. Parmaklarını birbirine kenetleyerek ellerini dizlerinin üstüne bıraktı. "Serap" dedi ve sustu. İyi bir şey söylemeyeceğini tahmin ediyordum. Derin bir nefes alıp her şeye hazırlıklı olmaya çalıştım. "Hapisten çıkarılmış. Barlas tarafından yanına alınmış. Yani kartalların üyesi olmuş."

 

Kaşlarım çatıldı, dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Gözlerimi inanmıyor gibi kıstım. "Ne?!"

 

"Maalesef." Ben şoktaydım. Serap'ı tekrar nasıl çıkarmayı başarmıştı? "Barlas çıkarmış onu."

 

"O zaman dedemin doğum gününe gelecek öyle değil mi?" Yeni yıl gecesi dedemin de doğum günüydü. Ve ilk kez büyük bir organizasyon düzenliyordu. Taradan olan herkes oraya gelecekti, ayrıca geçmişte çalıştığı bir çok liderler de orada olacaktı. Yani hem ailesi hem de işi bir arada. Ve Serap da orada olacaktı...

 

"Ne yapmayı planlıyorsun?"

 

"Bilmiyorum, ama büyük ihtimalle o doğum gününe gitmeyeceğim."

 

***

 

Yazarın anlatımıyla

 

Yeni yıl gecesi.

 

Kışın ilk soğuk gecelerinden biriydi. Salonun devasa kristal avizeleri, altın rengi bir ışık saçıyor ve salonun dört bir yanını süslüyordu. Tavanlar yüksek, duvarlar ise zarif fresklerle süslenmişti. Büyük pencerelerden gece karanlığı içeri sızarken, içerideki sıcak atmosferle tezat oluşturuyordu.

 

Konuklar, birbirinden şık elbiseleri ve smokinleriyle salona akın etmişti. Kadınlar, parıltılı takıları ve ihtişamlı saç modelleriyle göz kamaştırıyordu. Erkekler ise zarif kravatları ve şık smokinleriyle soylu bir duruş sergiliyordu.

 

Salonun ortasında, büyük bir kırmızı halı serilmişti. Salonun bir köşesinde, canlı müzik yapan bir orkestra, klasik melodilerle geceye romantik bir hava katıyordu.

 

Konuklar, gümüş tepsilerde sunulan küçük atıştırmalıklar ve kristal kadehlerde ikram edilen şampanyalarla birbirlerine kadeh kaldırıyor, zarif sohbetler ediyorlardı. Herkesin yüzünde, geceye özel bir heyecanın izleri vardı.

 

Cevdet Çelik elinde şampanyayla bir bir konularıyla ilgileniyordu. Onları sıcak bir gülümsemeyle karşılıyordu. Karakurt ailesi de davet edilmişti. Ve ailenin tüm üyeleri bir masada toplanmıştılar. Aniden kapıda Dilara ve Harun görüldü. Cevdet gözlerini dedektif edasıyla kıstı. Çünkü yanlarında Defne yoktu. Onlara doğru ilerleyip, arkalarına baktı. "Defne nerede?" diye direk sordu. Dilara Harun'a kısa bir bakış atıp babasına döndü. "Defne gelmeyecek. Özel sorunları vardı. Ben daha sonra dedeme anlatırım dedi." Cevdet'in yüzü düşmüştü. Tek kızı torunu Defne'ydi. Ve en sevdiği torunu oydu. "Arayın gelsin!" dedi emir verir gibi. Harun telefonunu çıkarıp Cevdet'e döndü. "Ararım ama gelmez. Çünkü inadı genetik."

 

Cevdet kısık sesle küfretti. "İlk kez benim torunum olduğu için pişman oldum. Keşke inadını almasaydı." Defne'nin inadı inattı. Bu yüzden çok da üstüne gitmek istemedi. Fakat kendi telefonunu çıkarıp sesli mesaj attı.

 

"Benim miniğim, biliyorum inatçısın ama bir günlük Aksoy ve Çelik'lerin inadını bir kenara bıraksaydın keşke. Ben seni burada görmeyi çok istiyorum. Son geçirdiğim doğum günüm de olabilir."

 

Ardından telefonu cebine koydu. Geleceğini umut ediyordu. Doğum gününü torunuyla beraber geçirmek istiyordu. Küçük çocuklar gibi suratını asmıştı. "Defne yok mu?" dedi arkadan gelen bir ses. Dilara başını çevirdiğinde yeğeni Kuzey göz göze geldi. "Halacığım, hoş geldiniz" dedi Kuzey gülümseyerek. Ardından halasının elini öperek "yine çok asil görünüyorsunuz" dedi gülümseyerek. "Asilim de ondan."

 

Ardından Harun'a döndü. "Eniştem, sizi burada uzun süre sonra görmek ne güzel." Elini uzattığında Harun öfkeyle kaşlarını çattı. Aralarındaki soğuk savaş hala devam ediyordu. Elini tutup başını salladı. "Seni gördüğüme pek sevinemedim açıkçası." Kuzey ise iğneleyici sözleri umursamadı. "Güzel, biz de kuzenler toplandık Defne'ni bekliyorduk. Defne nerede?" Eliyle masadaki üç erkek kuzeni gösterdi. Onlar Harun'a başıyla selam verdiğinde Harun gözlerini devirdi. "Defne'nin işi çıktı. Gelemeyecek, siz de keyfinizi çıkarın." Harun Dilara'nın elinden tutup onların yanında hızla ayrıldı. Defne'nin onları onların da Defne'ni sevmediklerini çok iyi biliyordu. Harun gittiğinde Kuzey bu kez dedesine döndü. "Dedeciğim, söylediğin görevi yaptım. Her şey kusursuz merak etme." Cevdet ise ölümcül bakış yolladı ona. "Aferin, dememi mi bekliyorsun? Yapmak zorundasın zaten! Senin işin bu!" deyip yanından ayrıldı.

 

"Defne gelmedi mi?" diye merakla Cengiz Savaş'a döndü. Savaş da soğuktu bugün. Çünkü Defne'yle yollarının ayrılmasına son bir gün kalmıştı. Ve Defne yarın gidiyordu. Boşanmaların ise üç ay sonraya ertelendi. Ama moralinin bozuk olmasının başka bir nedeni tüm planlarının babasının mahvetmesi.

 

Savaş başını hayır dercesine iki yana salladı. Cengiz Defne yüzünden böyle olduğunu anlamıştı. "Gelmeyecekmiş."

 

Zümra'nın ise Cengiz'e öfkesi hala bitmemişti. "İyi yapıyor. Ben de böyle bir adamın gelini olursam onunla aynı ortamda olmak istemem tabii."

 

"Zümra!" dedi Cengiz uyarır gibi. Ama Zümra omuzlarını silkti. Ahu abisine dönüp "abiciğim, bir arasan mı?" dediğinde Savaş dudaklarını birbirine bastırdı. "Aradım cevap vermiyor."

 

Artık babasının yanında durmak ona sıkıcı gelmişti. "Bana müsaade, ben bizimkilere bir bakayım" diyerek yanlarından ayrıldı. Ahu babasıyla konuşmadığı için mecbur abisinin peşine takıldı. Ekibinin yanına gelince derin bir nefes verdi. "İyi misin?" diye Cesur Savaş'ın koluna dokundu. "İyiyim, bunaldım." Cesur sinsice gülümsedi. Çünkü konunun Defne olduğunu biliyordu. "Defne'yi mi özledin?" Özlemek değildi, kaybetmek korkusuydu... Defne göz göre göre ellerinden kayıp gidiyordu.

 

"Evet, ya Defne nerede?" diye Feride Ahu'ya döndü. "Gelmeyecekmiş. Nebilim."

 

"Merhabalar, iyi akşamlar hepinize." Alp Hayal'le birlikte onların yanına geldiğinde herkes normal selamlarken Savaş bakışlarını çevirdi. Alp'le konuşmuyordu. "Benim kaçırdığım bir şey mi oldu?" dedi Cesur şaşırarak. Fakat Savaş hiçbir şey demeden onların yanından ayrıldı. Çünkü Alp'in yüzüne bakmak istemiyordu. Kardeşi sandığı insanın hayatında büyük bir engel olmuştu.

 

"Defne Alp yüzünden Hayal'le kavga etmiş. Savaş da Defne yüzünden Alp'le konuşmuyor kısacası." Ahenk yine ortalığı karıştırma derdindeydi. Alp bunalarak gözlerini kapattı. "Gerçekten çok güzel açıklama yaptın, bravo!"

 

Herkesin bakışları bu kez Hayal'e döndü. Efil kinayeli bakışlarını Hayal'e sabitledi. "Ne yani dostluğunuz buraya kadar mıymış?" Hayal gözlerini kısarak gülümsedi. Aklından bin tane şey geçmesine rağmen sustu.

 

"Serap çıkmış haberiniz var mı?" Bu kez Eva konuyu dağıttı.

 

"Evet, dün öğrendim. Şok içindeyim. Barlas'ın ekibine girmiş." Cesur sinirle Eva'nı süzdü.

 

"O zaman buraya da gelecek." Tam o sırada kapıda Barlas ve Serap görüldü. Cihangir kısık sesle küfür etti. Barlas'ın neden böyle bir atak yaptıklarını biliyordular. Barlas'ın amacı Savaş'ı yenmekti. Bu yüzden en güçlü Tara kadını olan Serap'ı ele geçirmişti. Barlas siyah smokin tercih etmişken, Serap bir tarafı siyah bir tarafı beyaz kısa dantelli bir elbise tercih etmişti. Uzun siyah botları ona karanlık hava katıyordu. Savaş Serap'ı görür görmez gözlerindeki gazapı tüm salon fark etmişti. Çünkü Savaş'la Serap'ın hesaplaşması yeniden başlayacaktı.

 

Serap ve Barlas ekibe doğru gelirken yüzlerine kendinde emin bir gülüş vardı. "Uzun zaman sonra tekrardan hepinize merhabalar."

 

Feride ve Ahu başıyla selam verdiğinde

Ahenk sinirle Serap'ı süzdü. "Bir şey diyeyim mi, Defne'nin arkadaşları neden hepsi garip?" Fakat arkada duran Hayal de bunu duymuştu. Serap'la Hayal göz göze gelmişti. Aylar sonra tekrar karşı karşıyaydılar. "Garip olduğumuzu düşünmüyoruz. Ama psikopatız evet" dedi Serap gülümseyerek. Hayal sinsice güldü. "Hem de kafamız birazcık gidip geliyor."

 

Eva kahkaha attı. "Bir dakika, ben doğru mu duydum? Defne'yle arası bozuk olan iki kadın şu an Defne'nin tarafını mı tutuyor? Bu kadar mı yalakasınız?" Serap gözlerini kıstı. "Birbirimizi öldürürüz, keseriz, doğrarız, hatta nefessiz bırakırız ama çakalların bizden birisine dokunmasına izin vermeyiz" dedi kendinden emin tavırla. Defne'yle hesabı vardı evet. Ama kimsenin de Defne'ye laf etmesine izin vermezdi.

 

Hayal onlara yaklaşarak Eva'nın önünde durdu. "Defne'yle aramın bozuk olması onu sizin gibilerin ağzına çerez yaptırmam anlamına gelmiyor. Bu yüzden bugün söylediğin her kelimeye dikkat et! Bir de bakmışsın cellatın olmuşumdur." Hayal yanından geçip giderken Serap önünde belirdi. "Ben de cesedini taşırım artık Gandalf! Biliyorsun, ceset taşımakta üzerime yoktur."

 

"Birbirinize olan bağlarınız gözlerimi yaşarttı," dedi Barlas imayla. "Sen nasıl çıktın içeriden?" dedi Alp merakla. "Ben çıkarttım," Barlas kahkaha attı. "Nasıl ama şaşırdınız değil mi? Dur, Defne nasıl diyordu? Şaşırtmayı severim. Ha Defne nerede ya?"

 

"Gelmeyecek" dedi Feride soğuk tavırla. "Serap'ın geldiğini duymuş olmalı ki ha bir de Hayal var tabi" dedi Hayal'e bakarak. "Büyük ihtimalle bu manzarayla karşılaşmaya hazır değildi."

 

Hayal bunalarak göz devirdi. Sabrı artık son damlaya ulaşmaya az kalmıştı. Ama sabrediyordu. Çünkü Defne'yle daha konuşacakları bitmemişti.

 

Yaklaşık iki saat boyunca sönük geçen bir doğum günü Cevdet için sıkıcı bir davetten başka bir şey değildi. Sürekli kapıyı kontrol edip Defne'nin gelmesini bekliyordu. Ama Defne hala yoktu. "Cevdet bey, bugün sizin doğum gününüz niye suratınız asık?" dedi misafirlerden birisi.

 

"Sana ne?! Surat benim. Sana mı hesap vereceğim?" Cevdet'i eğlendiren tek kişi Defne'ydi. Çünkü Defne'nin enerjisi bir başkaydı... Kerem sakince dedesine yaklaştı. "Dedeciğim, acaba birazcık gülsen mi? Misafirler sana bakıyor."

 

Ama Cevdet'in umrunda değildi. Biricik torunu Defne'ni yanında istiyordu. Ve doğum gününe attığı sesli mesaja rağmen gelmemişti. Bu onu daha çok üzüyordu.

 

Tam o sırada bir şarkı çalmaya başladı.

Turan Şahin aniden içeri girdi ve ben anlatamadım şarkısını çaldırmaya başladı. Misafirler şok içinde adamı izlerken arkasından hemen beyaz eteği fırfırlı olan kovboy botu giyen Defne girdi. Dedesinin doğum gününe en sevdiği şarkıcıyı getirmişti.

 

Ay vurur aya beyan

Geldim kapina yayan

 

Sen değil misin beni

 

Şarkıcı şarkıyı söylerken, Defne senkronize hareketlerle dans ederek dedesine doğru gitmeye başladı. Cevdet Defne'ni görür görmez yüzünde çiçekler açmıştı. Defne onu doğum gününde yalnız bırakmamıştı.

 

"Hoş heldin, benim prensesim."

 

"Hoş bulduk, tontoşum. İyiki doğdun, İyiki varsın." Elindeki hediye paketini dedesine doğru uzattığında dedesi hediyeyi alır almaz torununa sarıldı. Onlar arasındaki bağ çok farklıydı. Cevdet sıkıca sarıldı Defne'ye. "Miniğim benim, iyi ki geldin."

 

"Sen öyle bir ses kaydı atmıştın ki içim burkuldu ya. O nasıl bir sesti öyle?" Cevdet Defne'ye dönerek tek kaşını havaya kaldırdı. "Doğru söylemedim mi? Zaten önümüzdeki yıla çıkıp çıkmayacağımı bilmiyorum"

 

Defne parmağını dedesinin dudaklarına bastırdı. "Şşş, öyle konuşma. Hepimiz zaten öleceğiz. Nereye acele ediyorsun? Senin yaşındakiler ikinci baharını yaşıyor."

 

Cevdet başını iki yana salladı. "Hayır, ben ilk baharımı da sonbaharımı da Asile'yle yaşadım. Başka kadın istemem. Ondan başkasını koklayamam, koklarsam kokusunu unuturum."

 

Gözleri dolmuştu. Eşini çok seviyordu Cevdet. İşi ne kadar zor olursa olsun hep eşine zaman ayırırdı. Saatlerce oturup konuşurdu yorulduğunda. Cevdet onunla dinleniyordu. Onların aşkı başka bir boyuttu. Cevdet onu deliler gibi seviyordu. Cevdet'in tek zaafı Asile'ydi. Defne de anneannesine benziyordu. Özellikle gülüşü aynısıydı. Defne bir gülerdi, Cevdet'in içi giderdi. Asile torununu ona emanet etmişti. Asile Defne'yle çok ilgilenirdi. Tek kız torunu olduğu için ona ayrı bağlılığı vardı.

 

"Ya," dedi Defne çocuk gibi. Dudakları büzüldü. "Sen var ya adamın dibisin. Kaldı mı senin gibi sevenler?"

 

Cevdet duygulanmıştı. Bir an karısını özlediğini fark etti. Onu düşününce asla kendine engel olamazdı. Gözyaşları izinsiz akardı. Tıpkı şimdiki gibi. "Benim üzüldüğüm tek bir şey var Defne. Asile'me kavuşamamak. Öbür dünyada kavuşamayız. Ben suçluyum, o melek. Ona bazen içim gidiyor işte." Gözlerin dolmaması imkansızdı. Defne'nin gözleri dolmuştu. "Dedem," dedi yanağını okşayarak. "Böyle söyleme üzülüyorum bak" dedi çocuk gibi. "Buraya eğlenmeye mi geldik ağlaya mı?" dedi zoraki gülümseyerek. Cevdet burnunu çekip gözlerini sildi. "Ben de iyice bunadım. Haklısın, hadi gel." Kolunu beline sarıp saçlarından öptü.

 

****

 

Defne'nin anlatımıyla

 

Annemlerle oturup sohbet ederken aniden dayım Hikmet bize doğru gelmeye başladı. Yanında ise her zamanki gibi Ajda yengem vardı.

 

"Vay vay vay vay! Bizim prensesimiz gelmiş, hoş gelmiş dayısının bir tanesi." Ayağa kalkarak kollarımı iki yana açtım. Uzun süredir onlarla görüşemiyordum. "Aman tanrım! Kör oldum galiba. Bu ışık da neyin nesi?" Dayım şaşırarak kaşlarını çattı. "Ah Hikmet Çelik'in ışığıymış," dediğimde içten bir kahkaha attı. Bana sarıldığında "özlemişim be yeğen," dedi imayla. "Ben de dayı." Küçük bir aydınlanma yaşadım o an. "Bizimki de Ezel'le Ramiz dayının sohbetine benzedi iyice." Daha büyük bir kahkaha geldi.

 

"Nasılsın? İşlerin nasıl? Evlilik hayatı nasıl gidiyor?" Omuz silkerek "eh işte. Her şey şimdilik kontrol altında" dediğimde bir an yengemi unutmuştum. Dayımın gerçekten farklı enerjisi vardı. "Ah pardon Ajda sultan, dayım kafamı karıştırdı" dedim gülümseyerek. "Nasılsın kuzum.".

"İyiyim, Ajda sultan. Siz nasılsınız?"

 

"Şükürler olsun iyiyiz." Tam arkada ise Allahın belaları olan kuzenlerim geliyordu. Evet, hepsi de erkek. Alparslan, ve Kuzey dayımın oğulları, Metehan ve Kerem ise teyzemin çocuklarıydı. Hepsi tamamen gıcıktı.

 

"Ooo kuzi geldin mi? Biz gelmezsin zannettik." Kerem öne çıkıp elini uzattığında elini öfkeyle tutup mavi gözlerine baktım. "Tabii siz doğru düşünmediğiniz için böyle düşünmeniz gayet normal. Ve aslında düşünme çabasında bulunmanıza bile hayran kaldım." Kerem'in kaşları çatıldı. "Yine başladı."

 

Ardından Kuzey sinsice gülümseyerek yanıma geldi. Ondan haz etmiyordum. O üvey kuzenimdi. Dayımın başka bir kadından yaptığı çocuktu. Tam üvey olmuyor ama üvey. "Yine modundasın. Açıkçası geldiğin için sevindim diyemem" dedi elimi tutarak. Ardından dudaklarını elime bastırdı. Gözleri hala üzerimdeydi.

 

"Sen de yine sapıksın. Hayret, ben değişirsin sandım." Elimi elinden kurtardım. Ve numara üç Metehan. Asla benimle muhatap olmayan, sakin bir kuzendi. Ama aynı zamanda da Kerem'in uşağıydı. Kerem lider bu da onun çırağı. Başıyla selam vermekle yetindi. Ve son numara Alparslan. "Hoşgeldin" dedi soğuk tavırla. Ben de samimiyetsiz gülüşümle "ya kuzi, o kadar da sevdiğini belli etme ya" dedim imayla. Beni taklit etti imayla. Ne kadar seviyoruz birbirimizi aman tanrım. Gözlerim yaşardı gerçekten! Aile bağlarımız çok güçlü. Bugün annem, teyzem, dayım ölse onları gömmeden önce birbirimize sıkarız.

 

Dayımla ve yengem gittikten sonra onlar da pek konuşmak istemedikleri için gittiler.

 

Bakışlarım direk bizim ekibi aradı. Çünkü onlar da gelecekti. Savaş şimdiye kadar yanıma gelmediyse demek ki daha fark etmemiş beni. Çünkü hemen yanımda biterdi. Özellikle geçirdiğimiz o geceden sonra. Aramızdaki her şey tamamen düzeldi diyemem ama bazı şeyleri konuşmuştuk en azından.

 

 

Bakışlarım onu arıyordu. Baktığımda uzakta Ahu'yla birlikte başka bir masada oturmuş hemen yanlarında ise Alp ve Hayal vardı. Ben tabii ki yalnız gelmemiştim. Tolga'yla gelmiştim. Çünkü yanımda birisi gerekliydi. Hayal de olmadığına göre...

 

Fakat çok garip bir şey oldu. Benim kuzenler Savaş'a doğru ilerlemeye başladılar. Hatta onun masasına geçip oturdular. Savaş'ı tanıdıkları belliydi, Savaş da onları tanıyordu. Ama benim kuzenlerim olduğunu bilmiyordu. Çünkü onlar da taradandı.

 

"Allah bilir neler konuşacaklar, ama kesin kuzen olduğumuzu söyleyecekler." Kendi kendime mırıldanarak düşünmeye başladım. Şimdi onların yanına gidersem Hayal'le yüz göz olmak zorunda kalırım. Ama gitmesem de meydanı boş bırakırım.

 

"Hadi gidelim, o zaman." Tolga ayağa kalktığında şaşırarak ona döndüm. Ben sesli düşünmedim ki bu nasıl tahmin etti? "Ne?!" dedi omuzlarını kaldırarak. "Neler konuştuklarını merak etmiyor musun? Gidelim. Kalk."

 

Elimden tutup beni arkasından sürükledi. Muhteşem dörtlü arkası dönük olduğu için beni fark etmemişlerdi. Ama Savaş hemen fark etmişti. Gözlerini kısarak sinsice gülüş dudaklarına hemen yerleşti.

 

"Defne pek göründüğü gibi değil. Dikkatli olmanızı tavsiye ederim" dedi Kerem beni fark etmeden. Tabi arkalarında olduğumdan haberler yok. Ellerimi belime yerleştirip kalçamı hafifçe eğdim. "Kızın sınırı yok. Yani tam bir baş belası. Sonunu düşünmeden hareket ediyor hep." Şu Metehan'a bak sen? Sakin çocuğun içinde neler birikmiş?!

 

Kuzey ise kinayeli şekilde güldü. "Sen nasıl böyle bir kadınla birlikte oldun, anlamıyorum gerçekten." Ellerimi oturdukları sandalyenin üstünden tutup onların arkasından kulaklarına doğru hafifçe eğildim. "Sizi bu kadar korkuttuğumu bilmiyordum. Özür dilerim beyler."

 

İkisi de aynı anda bana döndüler. Göz kırpıp yüzlerini inceledim. Bu suratları hiç unutmazdım. Alparslan kaşlarını sinirle çattı. "Bir kadından korkacak kadar düşmedik daha."

 

Başımı çevirip gözlerine baktım. Kısıp dudaklarımı birbirlerine bastırdım. "Sıradan bir kadından korkmuyorsunuz zaten benden korkuyorsunuz."

 

Hayal gözlerimin içine bakarken gözlerimi ondan kaçırdım. Kafamı

"Gelmişsin," dedi arkadan tanıdık bir ses. Arkamı dönmek istememiştim. Çünkü bu ses Serap'a aitti. Doğrulup başımı çevirdim. Kollarını göğsünde birleştirmiş sinsice gülüyordu. "Anlaşılan ikinci sezon bayağı bir yorucu olacak."

 

"Çok" dedi tek kaşını kaldırarak. "Gerçekten beni mahvedeceğini mi sandın?" dedi tam önümde durarak. Masadan elma alıp ısırdım. Umursamıyordum. Çünkü dedikleri hiç umrumda değildi ve asla ciddiye almıyordum. "Beni tanımıyorsun, sen daha." Güleyim bari. Ben insanı tanımadan asla yakınıma bırakmam. En kötüsü de onlar benim onlar hakkında her şeyi bildiğimi asla bilmiyorlar. Ve tekrar elmadan ısırık aldım. Serap'ın gözleri elmaya kaydı. Onu takmamam daha çok kızdırmıştı.

 

"Ben seni mahvetmek isteseydim şimdi karşıma duramazdın. Düşmanım olamazsın" sonra Hayal'e döndüm. "Olamazsınız. Çünkü düşmanım olmayı hakketmiyorsunuz. Benim düşmanlarım bu kadar aciz olamaz." Tekrar Serap'a döndüm. "Bu kadar zayıf olmaz. Okey? O yüzden boş boş hayallere kapılmayın. Mesela benim düşmanım gidip de kendini korumak için arkadaşını satacak kadar korkak olamaz, ya da arkadaşını bir erkeğe tercih edecek kadar aciz olamaz. Yani siz bırakın dost olmayı, düşmanım bile olmayı beceremediniz. Yine yanlış insanları tercih etmişim maalesef. "

 

Hayal ayağa kalkıp "ben aciz değilim," dedi itiraz ederek. "Ayrıca konuşmama izin vermiyorsun ki derdimi anlatayım" dediğinde bunalarak ona döndüm.

 

"Derdini git başkasına anlat! Kıskanırım sonra seni maazallah."

 

"Aptal! Beni nasıl anlamazsın?! Sen benim ses tonumdan bile anlardın beni. Benim sana kendimi anlatmama gerek kalmazdı." Yanıma gelip önümde durdu. "Çünkü karşımda o gün Hayal yoktu. O gün benim onu kıskandığımı düşünen birisi vardı. Ben onu tanımıyorum."

 

"Tek hatamda beni bırakıyor musun gerçekten? Benden bu kadar çabuk vazgeçiyorsun?"

 

"Sen benden vazgeçtin. Ben senden değil. Derdin olduğunda başka türlü söyleye bilirdin. Ama sen bana dedin ki benim hayatıma karışma. Sanki karışıyormuşum gibi." Aramızdaki gerilim gitgide yükselirken Cesur araya girdi. "Kızlar, sakin sakin konuşsanız mı acaba?"

 

"Sen karışma!" dedik ikimiz de aynı anda.

 

"Gelir misin bir dakika?" Kolumdan tutup beni götürmek istediğinde kolumu kurtardım. "Hiçbir yere gelmiyorum!" dedim sert tavırla. Gözlerimin içine öfkeyle bakıp tekrar kolumu tuttu. "Beni sinir etme. Konuşmamız gerekiyor. Daha kendimi anlatamama izin vermedin."

 

"Gerek yok çünkü." Benim sesim oldukça yüksek çıkıyordu.

 

"Defne!" dedi bağırarak. "Kafamın tası attığında neler yapabileceğimi biliyorsun." Ancak bu kez fransızca konuştu. Ve devam etti. "Sadece konuşmak istiyorum. Bu kadarını hak ediyorum en azından." Herkesin dikkatini çekmeye başlamıştık. Hayal de benim gibi inatçıydı. Ve neler yapabileceğini evet, tahmin ediyorum.

 

"Defne, bence konuşun artık. Siz böyle küs olunca kendimi anne babası boşanmış çocuklar gibi hissediyorum." Tolga Hayal'e destek olduğunda başka yolumun olmadığını anlamıştım. Kolumu kurtarıp öfkeli adımlarla yürümeye başladım.

 

Terasa çıktığımızda Tolga da peşimizden gelmişti. "Sen artık bana vakit ayırmadın Defne. Savaş hayatına girdiğinden beri tek odak noktan oydu. Görüşüyorduk, konuşuyorduk ama seninle ilgili. Hiç benimle ilgili konuşmadık. Hiç beni sormadın Defne. Eskiden öyle miydik? Birbirimizin her şeyini bilirdik. Ama şimdi ben senin her şeyini biliyorum ama sen benim hiçbir şeyimi bilmiyorsun. Mesela çok yakın bir zamanda kötü bir olay yaşadığımı bilmiyorsun. Daha bir ay önce kapkaça uğradım. Alp olmasaydı o gün belki de başka şeyler de olurdu." Söyledikleriyle daha çok şok olmuştum. Evet, haberim yoktu. Ancak bu onu haklı çıkarmazdı. "Sen söylemedin."

 

"Çünkü sormadın. Sürekli Savaş'la ilgili planların vardı. Savaş ve sen. Ben de sana yardım etmek için kendi hayatımı bir kenara bıraktım. Ama benim hayatımda da yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Sana söylemedim çünkü senin zamanın yoktu. "

 

"Çünkü koskocaman bir yalanın ortasında mahsur kalmıştım" diye bağırdım sonunda içimdeki ateşi dışarı çıkararak. "Ne yapacağımı bilemez haldeydim. "

 

"Ben zaten seni kınamıyorum. Sadece o sırada yanımda Alp oldu benim. Her defasında yardımıma koştu. Ben bunların hiçbirisini sana anlatmadım evet. Bu da benim hatam. Çünkü ikimiz de ayrı ayrı fırtınalarla savaşıyorduk."

 

"O zaman benden ne istiyorsun? Hayatından çıktım işte. Ne yaparsan git yap!"

 

"Ben kardeşliğimizin bitmesini istemiyorum. O gün seninle arabada konuşmadan önce Alp'le konuşmuştuk. O gün Alp'e ne oldu bilmiyorum ama fazla duygusaldı. Beynimde bir sürü soruyla baş başa kalmıştım. Sinirim sana değildi benim. Sinirim kendimeydi. Neden biliyor musun? Sen beni değil ben seni kıskanıyorum. Çünkü senin kadar güçlü değilim, senin kadar zeki olamıyorum. Sen bir şekilde her işin içinden çıkabiliyorsun ama ben yararsız bir şeyim. Hiçbir faydam yok." Kendiyle ilgili böyle konuştukça canım acıyordu. Hayır, onun böyle düşünmesini istemiyordum. "Benim yüzümden kız kardeşim öldürüldü. Ben kara belayım. Leke... Kocaman bir leke." Yeşil gözleri dolmuştu." Ben hiçbir şey beceremiyorum. Ben bir hiçim. Sen parlıyorsun ama ben parlayamıyorum. Benden bir bok olamaz. " Kalbim acıyla kıvranıyordu.

 

Hayal'in kendiyle ilgili böyle düşünmesi beni mahvetmişti. Kendini işe yaramaz gibi tanımlayamazdı. "Baksana, Meryem belasını bile sen aradan çıkardın. Ben umutsuz vakayım." Etraf buğulanmıştı. Tolga'nın da gözleri dolmuştu. "Aptal!" diye yürüdü Hayal'in üzerine. "Bir daha böyle konuşursan ağzını patlatırım." Kollarından tutup gözlerine baktı. "Sen bizim için çok değerlisin. Baban annen seni çok seviyor. Sen çok güçlüsün. Kaç kez bizim hayatımızı kurtardın sen? Pınar denen kadın bana iftira attığında gidip hastayı bulup gerçekleri ortaya çıkaran kimdi? Ya da Defne'ye Barlas oyun oynadığında gidip oyunu ortaya çıkaran kimdi? Eğer yapmasaydın Defne o tekneni havaya uçura bilir miydi? Sen bizim için çok önemlisin. Anladın mı?" Sesi gittikçe titriyordu.

 

"Benim için ikiniz de çok değerlisiniz. Siz benim kardeşimsiniz. Saçınızın teline zarar gelse canım yanar benim."

 

"Benim yüzümden" dedi Hayal hıçkırıkların arasından zar zor. "Defne benim yüzümden tecavüze maruz kaldı. Ben onun hayatını mahvettim. Keşke ben olsaydım." İnsan bu kadar çaresiz olabilir miydi? Bu kadar iğrenç bir şeyin içinde olmak ister miydi?

 

"Ben onun pişmanlığını kaç yıldır omuzlarımda taşıyorum. Keşke ben ölseydim, keşke ben o gece ağlamasaydım. Keşke güçlü olsaydım... Yapamadım. Kendimden nefret ediyorum. Güçsüz olduğum için, sürekli ağladığım için," ellerini sertçe kafasına vurdu, "parmaklarım tutmadığı için kendimden nefret ediyorum." Artık kalbim bu ızdırapı taşıyamıyordu. Ruhum daralıyordu. Tolga'yı çekip sıkıca sarıldım ona. "Ben pişman olmadım. Asla da pişman olmam. Yine olsam yine yaparım." Çaresizdik, birbirimize sarılmaktan başka bir şey yapamazdık.

 

"Yapma işte yapma. Bana değmez. Benim için kendini yakma."

 

Kalbim öyle bir acı içinde sızlıyordu ki. Sanki söküp aldılar benden. Biz 25 yaşında değildik. Biz küçük bir çocuktuk. Hayalleri mahvolan küçük bir çocuk. Acı kalbimi yakıp geçiyordu, öyle derin öyle acımasızca. İkimiz de yaralıydık, saramıyorduk yaramızı. Çünkü canımız acıyordu. O şeytan benden önce kaç kez Hayal'e tecavüz etmeye kalkmıştı. O anları asla unutamazdı. Benim bacaklarımı onun parmaklarını kırmıştı. O lanetli gece bizim için unutulmadı. Canımız yandı, kalbimiz acımasızca yerinden koparıldı. Paramparça haldeydik. Şimdi dağıldık.

 

"Ben özür dilerim. Seni görmediğim için, acını hissetmediğim için, seni duymadığım için." Yanaklarını avuçlarımın arasına alıp kırılmış yeşillerine baktım. "Seni bundan sonra ölsem de bırakmam Hayal'im. Sen benim kardeşimsin ölene kadar." Gözlerime baktı yeşil gözleri. Küçük bir kız çocuğu vardı karşımda.

 

"Sen benim kardeşimsin öldükten sonra bile."

 

Sarıldık, yaralı kalbimiz tekrar kavuşmuştu. Birbirimizin ilacıydık... Gözyaşlarım yüzünden heba olan gözlerimi açtığımda kapıda duran Cesur'la Feride'ye gördüm. Üzgün ifadeyle bize bakıyorlardı. Ne kadarını duyduklarını bilmiyorum ama şu an onları düşünecek durumda değildim.

 

"Peki, ben sizin neyinizim? Dış kapının iç mandalı mı?" Tolga'nın lafıyla ikimiz de sinir bozukluğuyla güldük. Tolga öyleydi, hep duygusal anda bizi bir şekilde güldürürdü. Ne kadar itiraf etmesek de üçümüz arasında farklı bir bağ vardı. Ve o bağı kimse koparamazdı.

 

Aniden Tolga da yanımıza gelip sarıldı. "Kızlar, siz iyisiniz hoşsunuz da bana bir sevgili ayarlayamadınız. Onu ne yapacağız?"

 

Hayal onu ittirdi. "Defol ya. Sana sevgili biz mi bulacağız? Git kendin bul." Ellerimle gözyaşlarımı silip burnumu çektim. "İlahi Tolga."

 

"Kalbim kırıldı, hem dört yerinden aynı anda. Acımasınız, isyankarsınız" diye şikayet ettiğinde Hayal de gözyaşlarını silerek kıkırdadı. Kendimize gelmemiz lazımdı. Bizi kesin merak etmişlerdi. Tekrardan arkaya baktığımda Cesur ve Feride'nin orada olmadığını fark ettim. Sanırım bizi yalnız bırakmak için gitmişlerdi.

 

"Hadi herkes merak edecek bizi."

 

Terastan inip salona geldiğimizde misafirlerin sayı azalmıştı. Annemler dayımlarla birlikte aynı masadayken, Cengiz bey Ahenk ve arkadaşlarıyla aynı masada oturmuştu. Savaş ortalıkta görünmüyordu. Alp de öyle. Bu durumu oldukça garipsemiştim. Kaşlarım çatıldı. Sanki çok kötü bir şey olacakmış gibi hissettim o an. Bir şey olacak ve her şey tekrar dağılacak gibi.

 

Elim kalbime gitti bir anda. "Defne?" dedi Cihangir yanıma gelerek. "İyi misin?" Kolumu tutup sandalyede oturttu. "İyiyim," dedim derin bir nefes alarak. "Bir an kötü bir enerji aldım sanki" Hayal panikle çömelip ellerimi tuttu. "Su falan ister misin?" Kimseyi paniğe sokmak istemiyordum. Bir anlık bir şeydi. Gelip gitti. "Yok hayır iyiyim şimdi." Ayağa kalkıp "ben bir yüzümü yıkayıp geliyorum," deyip kapıya doğru ilerledim. Lavaboya gelince düzelmiştim. Herhalde yine lanetli günü hatırladım diye fenalaştım. Ama artık küçük değildim, güçsüz hiç değildim. Her şeye hazırdım.

 

Yüzüme su vurup derin derin nefesler alıp vermeye başladım. Sakindim, düzelmiştim. "Sen Defne'sin. Senin üstesinden gelmeyeceğin hiçbir şey yok."

 

Son kez derin bir nefes alıp verdim. Ardından ise lavabodan çıktım. Kapalı yerlerde kalmayı hiç sevmiyorum. Tam lavabonun kapısını kapatırken bir şey gördüm. Yanında birkaç adamıyla salona giren Halil Kantar. O buradaydı.

 

"Seninle işim bitmedi Defne. Senin için tekrar geri döneceğim."

 

Geri gelmişti. Dönmüştü, döneceğini biliyordum. Ama şimdi buradaydı. Benimle aynı mekanın içindeydi. Yıllar sonra tekrar gelmişti. İşini bitirmeye gelmişti.

 

"Senin için geri dönecek. Ama sen bu kez hazırlıklı olacaksın. Özelikle psikolojin hazır olmalı küçük yıldız."

 

"Dede, nasıl yapacağım?"

 

"Ben seni hazırlayacağım. Ben sizi hazırlayacağım. Seni de Hayal'i de."

 

Hazır mıydım peki? Küçük Defne'nin intikamını almaya hazır mıydım?

 

"Defne," diye bir ses duyuldu. Başımı çevirdiğimde 15 yaşımla karşılaştım. Köşede gözleri dolmuş, elleri yaralı halde durmuş beni izliyordu. Yüzündeki hayal kırıklığı silinmemişti. Hala yorgun gözleri dik bakmaya çalışıyordu. Üzerinde beyaz uzun bir elbise vardı. Elbisenin üstünde kan lekeleri vardı. Vücudunun açıkta kalan yerleri yaraları kalbimi acıtıyordu.

 

"Bizim için güçlü ol. İntikamımızı al. Ağlama, gözyaşların kayaya dönüşsün. Canım çok yanıyor." Gözlerimi acıyla kapattığımda boğazındaki yumruğu acıyla yuttum.

 

Hayır, panik yapma Defne. Sana bir şey yapamaz. Sen güçlüsün, sen hazırsın. Sen bunu başaracaksın. İşte bu gün o gün. Yüzleşme günü. Küçük Defne büyüdü. Hem de bir gecede...

 

Başımı dikleştirip gözyaşlarımı sildim. Ve kendimden emin adımlarımı içeriye yönlendirdim. Kapıda adımlarımı durdurup onu aradım. Halil Kantar'ı. Küçük Defne onu arıyordu. Karşısında durmak için. Ona büyüdüğünü göstermek için cehennemi ona burada yaşatacağını göstermek için. Ama yoktu. Hayal, Tolga, Ahenk, Alp, Savaş bizimkilerden hiç kimse yoktu. Cengiz bey de yoktu. Başımı kaldırıp merdivenlere baktım. Terasa çıkmış olmalılardı. Keno'ya kısa bir mesaj attım. Ardından adımlarımı oraya çevirdim. Kime çarptım, kimi yıktım bilemedim. Fakat bir masadaki adamın silahını çaldım. Düşüncelerim ve kalbim doluydu. Ve şimdi benim sıramdı.

 

Merdivenleri çıktığım her adımda daha çok güçleniyordum. Tıpkı o geceki gibi. Bu bacakları kıran adamın yanına bu bacaklar götürüyordu. Hesaplaşma zamanıydı. Ve ben buna hazırım.

 

Kapıyı açıp dışarı çıktığımda Halil arkası bana dönük yüzü Savaş'a dönüktü. Savaş'ın gözleri öfkeyle doluydu. Herkes buradaydı. Hayal ise birkaç adım önümdeydi. Onu da benim gibi fark etmemişlerdi. Benim geldiğimi fark edince soğuk gözlerle bana döndü. Hazırdık. Yıllarca bu anı bekledik. Korktuk, bazen vazgeçtik. Ama intikam ateşimiz bizi tekrar canlandırmıştı. Birkaç adım ilerledik ve Savaş'la Cengiz bizi fark ettiler. Herkes bize bakınca Halil de yavaşça arkasını dönmüştü. Siyah gözleri kendisi gibi karanlıktı, hayallerimiz gibi simsiyahtı.

 

Gözleri ilk Hayal'in sonra benim gözlerime kaymıştı. Yüzünde yaşlılığın izleri bağırıp kendini belli ediyordu. Ama gözleri asla. Aynı öfke, aynı ifade...

 

Yüzünü parçalamak istiyorum, bana küçümser gibi bakan gözlerini yuvalarından çıkarmak istiyorum. Derisini kemiğinden ayırmak istiyorum. Öldürmek değil, canını yakmak istiyorum. Bir gün değil her gün her an her dakika bunu yapmak istiyorum. Yıllardır taşıdığım acının iki katını ona yaşatmak istiyorum. Acı dolu çığlıkları kulaklarımda yankılansın. Benden yardım istesin, ama acımasızca daha çok canını yakayım.

 

"Büyümüşsün" dedi kalın sesiyle. Soğuk gözlerle ona bakmaya devam ettim. Bir zamanlar beyaz elbiseli 15 yaşındaki kız şimdi 10 sene sonra tekrar beyaz elbisesiyle karşısındaydı. "Büyüdüm, bir gecede hem de."

 

Dudağının kenarıyla güldü. "17 Mayıs 2014. 10 dakika sonra 11 olacak. Koskoca 11 sene." Bakışları Hayal'e kaydı. "Değişmemişsiniz." Gözlerimi bir an olsun gözlerinden ayırmıyordum. "Değiştik," dedi Hayal. "Hem de çok değiştik."

 

Ellerini cebine sokup saatine baktı. "Sana çok güzel bir haberim olacak. Ama 00:00' da söyleceğim. Ondan önce geçmişe dönmek ister misin?"

 

"Benim de sana sürprizim olacak."

 

"Güzel"

 

"Aklımda iki soru var. Önce onları cevapla." Başını hafifçe aşağı yukarı salladı. "Ben sana ne yaptım? Ne yaptım da bana böyle bir geçmiş bıraktın?" Gözleri yine aynı öfkeyle doldu. "Annen, küçük hanım sen değil. Annen benim canımı aldı. Umut'umu benden çaldı. Bu hayatta tek tutunma yerim olan oğlumu benden aldı. Canımı aldı benden. Hem de hiç kıymadan." Ona yapılan hiçbir şey onu haklı çıkarmazdı. Bana yaptığı kötülük değildi. Şeytanlıktı.

 

"O zaman sende öldürseydin beni. Niye yapmadın? Öldürseydin intikamını alacaktın zaten. Niye canımı daha çok yaktın?"

 

Gözlerini kısıp karanlık geçmişine gitti. Benden ne istemişti, neden ben? "Çünkü ben Dilara'yı çok sevmiştim. Ama o beni değil o komiser Harun'u seçti. Benim aşkım, sevgim ona yetmedi." Güldüm, ama imayla. Annemin geçmişini bilmiyordum ancak çok doğru bir seçim yapmıştı. İyiki böyle bir adamla beraber olmamıştı. "Sen sevmezsin, sen insan değilsin. Sen sahip olmak istersin. Anneme sen değil bir babam sahip oldu diye delirdin. Ama biliyor musun? Babamla asla kendini kıyaslama. Çünkü o senden daha fazla."

 

Kızgın gözleri daha çok koyulaştı. "İşte bu yüzden Dilara'nın canından bir parçaya ihtiyacım vardı. Senin canını bu yüzden yaktım. Dilara mahvolsun diye."

 

"Ama işe yaramadı, Dilara daha çok güçlendi. Çünkü onun kızı da onun gibi güçlüydü. Bak, onca şey yaşandı ama ben hala ayaktayım. Dimdik karşındayım Halil. Yıkamadın beni. Başaramadın." Yıkmıştı, ruhum kalbim paramparça haldeydi. Ama üzerlerini örtmüştüm. Kollarımı iki yana açıp gülümsedim. "Beni yıkamadın, ve şimdi çok daha güçlüyüm." İşte yine o an. Yine o lanetli gülüş. Ne zaman öyle gülse hep bir şey yapardı. Benim gülüşüm ışık hızıyla solmuştu. "Daha bitmedi. Son on saniye. Tüh ikinci soruya zamanın kalmadı, başka zamana artık." Yutkundum. Bakışlarım Savaş'a kaymıştı. Bana acı dolu gözlerle bakarken ve o ses. Havai fişeklerin sesi duyulmaya başlandı. Simsiyah gökyüzü rengarenk havai fişeklerle aydınlanırken Halil Savaş'a döndü.

 

"Senin canından çok sevdiğin Savaş seni bana sattı. Beni o çağırdı, seni bana vermek için."

 

O an yaşadığımız her şey film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Koskocaman dört ay birkaç saniyeye dönüştü...

 

Gözlerimi gözlerine çevirmek istemedim. Ben utandım, onun yerine ben utandım. Bu kadarını yapamazdı. Başımı korka korka çevirdim. Yalvarırcasına gözlerine baktım. Gözlerini acıyla kapattığında gözyaşları yanağından aşağı doğru süzüldü. Yapmazdı, Savaş bana acı çektirirdi, canımı yakardı ama beni öldürmezdi. Ya da başından beri planı bu muydu? Beni Halil'e vermek mi? Ölüme terk etmek mi? Bu kadar yaşadıklarımızdan sonra yapar mıydı? Yapamazdı...

 

"Bana yapmadım de lütfen. İnanırım sana" sesimi kontrol etmeye çalışıyordum. Ama yapamıyordum. Acı sesimi işgal etmişti. "Yaptım, seni kullandım." Sustum, gözlerimiz konuşmaya devam ediyordu. Benden bu kadar mı nefret etmiştin? Bu kadar mı sevmedin beni? Nasıl kıydın? Hani seviyordun? Yalan mıydı? Yine yalan mı?

 

"Sana Semih gibisin demiştim ya" dedim acı içinde gülerek. "Onun gibi asla değilsin. Sen ondan daha kötüsün. Sen gerçekten Savaş'sın."

Anılarımızı bir kibritle yok etti. Her şeyi tamamen bitirdi. Ve son kez imzasını attı. Kalbimin ortasına sanki bir ateş açılmıştı. "İyi olmak kötü seçimmiş. Haklıymışsın, ben kaybettim Savaş." Boynumda taktığı kolyeyi alıp boynumdan kopardım ve suratına fırlattım. Yüzüğümü çıkarıp kenara attım. "Bana iki kez ihaneti tattırdığın için sana teşekkür ederim. Sayende asla unutmayacağım bir ders aldım."

 

Ardından Halil'e döndüm. Onunla işim bitmişti. Benim için bu hikaye bitmişti. Sarp'la Defne'nin hikayesi kötü bitti ama en kötüsü Savaş'la Defne'nin hikayesiydi. İkisinin sonucu ihanetti.

 

"Benim de sana sürprizim var." Yüzümü yüzüne yaklaştırdım. "Hani öldü dediğin oğlun var ya" gülüşü aniden soldu. Gözleri merakla kısıldı. "Baba!" dedi Umut arkasından. Halil başını çevirdiğinde öldüğü sandığı oğlu tam karşısında olduğunu gördü. Umut ölmemişti. Annem öldürmemişti.

 

Halil kabus görmüş gibi gözlerini kocaman açtı. İnanamıyordu. 10 sene önce öldü sandığı oğlu tam karşısındaydı. Arkasında ise annemle babam vardı. "Umut?" dedi titreyen sesiyle. Dudakları aralandı. "Oğlunun sana benzemesine asla izin veremezdim." Annem bir adım attı Halil'e doğru. Ben senin canının bir parçasına kıyamadım ama sen bana kıydın. Benim evladıma kıydın."

 

"Bu olamaz" dedi soluk soluğa. İnanamıyordu. Ama gerçekti. Keno silahını çıkarıp Umut'a verdi. Umut silahını alıp emniyeti açtı ve Halil'e doğrulttuğunda Savaş silahını Umut'a doğrulttu. Emniyeti açıp silahımı ise ona doğrulttum. Savaş'a...

 

Ahu Savaş'ın önüne atlamaya çalıştığında Tolga onun belinden tutarak engelledi. "Abi! Defne, yapma!"

 

Ona silah doğrulttuğumu görünce şaşırdı. Yapardım, hiç gözümü kırpmadan onu öldürürdüm. Affet der gibi gözlerime bakarken, taş olmuş kalbim son nefesini vermişti. Kalbi atan ölü bedendim ama şimdi kalbim de ölmüştü. "Defne!" diye bağırdı Alp. Ancak onu da Keno engelledi. Cesur ise hiçbir şey yapmadı. Gözlerini kapattı.

 

"Silahı Defne'ye doğrult!" dedi Cengiz öfkeyle. Ancak Savaş hareket etmedi. "Sana diyorum ki silahı Defne'ye çevir!" Savaş ise yapmadı. Aksine silahı indirdi. Gözleri gözlerimden çekmiyordu. "Yapamam," dediğinde acıyla güldüm. "Yapardın."

 

"Oğlum" dedi Halil diz çökerek. "Ben kaç yıldır senin hasretinle yandım!" Umut'un benden kalır yanı yoktu. Duygusuz gözlerle Halil'e baktı. "Sana baba demekten kendimden iğreniyorum. İğrenç bir herifsin! Sen nasıl genç bir kıza tecavüz edebildin? Nasıl kıydın?" dediğinde Savaş'ın kaşlarını çattı. Önce Halil'e sonra bana döndü. İnanmak istemiyordu. Başını iki yana salladı. "Ne?!" dedi fısıltıyla. Sanki omuzlarına ağır yük yüklendi ve Savaş o yükün altında ezilmeye başladı. Acı çekiyordu ve ben bunu görüyordum. "Ne?!" Cengiz şok içinde gözlerini kocaman açtı. Hiçkimse beklemiyordu. Benim geçmişimin böyle olmasını kimse tahmin etmemişti. "Ne diyor bu adam Defne?! Kime tecavüz edildi?!" diye bağırdığında kafayı yemesine az kalmıştı. "Bana" dedim gülerek. İşte bugün Savaş benimle ilgili çok merak ettiği gerçeğimi öğrenmişti. Bugün Mahşer günüydü. "Bazı gerçekler canını acıtır mı demiştin Savaş Karakurt? Sende acıttı mı?"

 

Gözyaşları gözlerini terk ederken hala şaşkındı. İnanmıyordu değil inanmak istemiyordu. Kalbinin ortasına bıraktığım acıyı kaldırsın. Umrumda değildi. Çalıştığı adam kadınına tecavüz eden adamdı. Bunu kaldıra bilir miydi? Canı çok mu yanardı? Yansın. Umrumda değil ki... Benim yandığım kadar yanamazdı.

 

"Öldür beni!" dedi kısık çıkan sesiyle. "Tetiği çek ve öldür!"

 

"Acıyla baş edemeyecek kadar korkaksın!"

 

"Benim acım sensin! Öldür beni."

 

"Sen ne dedin?" Babamın sesiyle başımı çevirdim. Babamın şimdi haberi olmuştu. Babamın bundan haberi yoktu. "Benim kızıma dokundun mu?" Halil başını iki yana salladı. "Ona işkenceler ettim. Tecavüz etmedim. Dokunamadım, bacaklarını kırdım tecavüz etmedim. Yapmadım oğlum!" diye bağırdığında nefes nefese kalmıştı. Beynim tüm bunları sindirmekte zorlanıyordu. Artık gerçek né yalan ne ayırt edemiyordum. "Nasıl?" dedim önüne geçerek. İkinci sorum buydu işte. Gerçekten o gece bana dokunup dokunmadığını öğrenmek. Ve şimdi dokunmadığını söylüyordu. "Barış geldi" dedi ayağa kalkarak. Cengiz'in kaşları şaşkınlıkla havalandı. Barış Savaş'ın abisiydi. "Barış Defne'ni kurtardı. Kendini feda etti ama onu kurtardı."

 

Bunca yıl bana tecavüz edildiğini düşünürken aslında Barış sayesinde kurtulduğumu öğreniyordum. Barış hayatımı kurtarmıştı. Sanki o an içimde bir yerde sıkışan bir kutu açıldı ve içinden kelebekler uçup gitti.

 

"Yeminim olsun ki ben o gece o kıza dokunmadım. Tecavüz edecektim ama yapamadım. Barış geldi." Gözlerimi kapatıp içimde tuttuğum yumruğu yuttum. Silahı tutan parmaklarım gevşedi ve ardından silah yere düştü. Acı içinde dizlerimin üstüne çöktüğümde Hayal yanıma gelip diz çöktü. Acı içinde kıvranıyordum, bunca yılımı benden çaldılar. Meğerse bir yalan içinde acı çekiyormuşum. Başımı çaresizce önüme eğdim. Ben yenilmiştim. Halil başını bana çevirdi. "Sadece ömür bu gerçeği bilmeden acı içinde yaşamasını istedim. Kendini iğrenç bir varlık gibi hissetsin."

 

Umut başını önüne eğdi. Aynı benim gibi. Bu hikayenin kurbanları bizdik. "Senin kanını taşıdığım için kendimden iğreniyorum." Annem ve babam ise şaşkınlık içerisindeydi. Olayları sindirmek kolay değildi.

 

Aniden Cengiz silahını çıkarıp Umut'a doğrulttu. "Sen benim oğlumu öldürdün!" Halil korkuyla gözlerini açtığında doğrularak ayağa kalktım. "Ben de senin oğlunu öldüreceğim şerefsiz!" Babam Umut'un önüne atladı. "Cengiz yapma! Sakın! Umut'un bir suçu yok!"

 

"Benim oğlumun da bir suçu yoktu. Canımdan parçamı çaldın!" Annem silahını Halil'e doğrulttu. "Evladımın hayallerini çaldın, şerefsiz! Çektirdiğin her acı için sana bir kurşun." Öfkeden gözü dönmüştü. "Anne!" diye bağırdım. Ölmesini değil, acı çekmesini istiyordum. Umut elindeki silahı indirmeden babasına doğru bir adım attı. "Sen herkesin hayatını kararttın! Artık sondayız."

 

Savaş önüme geçti. Halil'in arkasındaydım ve kurşun bana gelebilirdi. "Umut indir silahı!"

 

Herkesin gözü dönmüştü. Cengiz Umut'a, Umut babasına, annem Halil'e silahını doğrultmuştu. Halil ise silahını çıkarıp bana doğrulttu. "Madem sondayız. O zaman sonu da ben yazacağım."

 

Ve her şeyin bittiği o an. Tam 3 ateş açıldı. Mahşerin karanlık son perdesi kapandı. Önce bir sessizlik oldu. Ateşin sesi etrafta yankılandı. Ardından çığlıklar duyuldu. İlk çığlık "Umut!" diye yükseldi. Ardından "Savaş!" diye birisi bağırdı. Ve son olarak bir çığlık daha yükseldi o gece. "Defne!"

 

Söylecek çok şey vardı ama söylecek hiçbir şey yoktu artık.

 

🥀

 

Veeee nihayet geldik. Evet, biliyorum çok geç attım ama yeminle misafirlerim vardı o yüzden yetişemedim. Neyse önemli olan çok güzel bölümle karşınızda olmam değil mi? Upuzun bir bölümle karşınızdayım. Nihayet sezon finali yaptık beeee... İkinci sezon gümbür gümbür geliyoruz. Senaryo hazır. Bakalım bizi ikinci sezon ne bekleyecek? Bu hikayede yanımda olan herkese teşekkür ederim. Pardon, yanımda değil, Defne'nin yanında olan herkese teşekkürler... Defne'ni ne kadar çok sevdiğinizi yorumlarınızla görebiliyorum. Ve evet, artık kitappadde de varız. İsim aynı. Orada bölümlerin hepsini bu hafta içinde atacağım inşallah.

 

Yeni sezonda yeni Karakterler gelecek. Birkaçını bu bölümde görmüş olduk. En önemlisi Serap döndü arkadaşlar... Bundan sonra bayağı uzun bir yol bekliyor. Tabii ki instagramdan ve tiktokdan edit atmaya devam ediyoruz. İnstagramdan adelinawriterrr hesabını takip etmeyi unutmayınız. Duyuruları oradan yapıyoruz. Ve son olarak. Bölümü nasıl buldunuz? Bayağı ağlamalı bir bölümdü sanki? Ne dersiniz? Olaylar çok karıştı çok. Umarım beğenirsiniz, lütfen o güzel yorumlarınızı yazın... Sizi çok seviyorum... Yeni bölümü beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayalım...

 

İki hafta sonra görüşürüz... :)

 

 

Bölüm : 04.01.2025 11:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Adelina / Savaş'ın Yıldız'ı / 30.Bölüm: 'Mahşerin Karanlık Perdesi (Sezon Finali)
Adelina
Savaş'ın Yıldız'ı

7.04k Okunma

500 Oy

0 Takip
49
Bölümlü Kitap
Giriş1.Bölüm: "İçimizdeki Kötülük"2.Bölüm: "Savaş'ın Peşinde"3.Bölüm: "Tesadüf Değil Plan"4.Bölüm: "Kırılmış Kabulleniş"5.Bölüm: "Arkadaş Olalım mı?"6.Bölüm: "Geri Dönüş"7.Bölüm: "Bilinmeyen Hata"8.Bölüm: "Kaçırılma Krizi"9.Bölüm: "Dağ evinde dağ ayısıyla"10.Bölüm: "İlk Mühür"11.Bölüm: "Kıskançlık Savaşı"12.Bölüm: "Şeytanın Tohumu"13.Bölüm: "İhanet Hançerinin Ateşi"14.Bölüm: "Gerçeklerden Uzak Hayallere Yakın"15.Bölüm: "Korkusuz Yürek"16. Bölüm: "Rüya Gibi Kabus"17.Bölüm: "Aile Olmaya Hazır mısın?"18.Bölüm: "Bir Yıldız İntikamı Düşünün"19.Bölüm: "Topuklu Belalar"20.Bölüm: "Acı Gerçeklerin Rüzgarı"21.Bölüm: "Karanlığı ışığımdan daha güçlü."22.Bölüm: "Kraliçe Geri Dönüyor"23.Bölüm: "Büyük Buluşma"24.Bölüm: "Yıldız Kayması"25.Bölüm: "Yüzleşme"26.Bölüm: "Anne sana ihtiyacım var."27.Bölüm: "Şimdi Sıra Bende"28.Bölüm: "Ben Defne Yıldız Karakurt"29.Bölüm: "Herkesin Kendi Acısı Kendine Yeter"30.Bölüm: "Mahşerin Karanlık Perdesi (Sezon Finali)24.Bölüm: "Özel Bölüm"Özel Bölüm: "Akşam Yemeği(Savaş ve Defne)"(İkinci Kitap) 31.Bölüm: "Dönüyoruz"(2.Sezon)32.bölüm: "İki Ateşin Aşkı"33.Bölüm "Karanlığında Işığımı Kaybettim"34.Bölüm: "İçimizdeki çocuk"35.Bölüm: "Cehenneme Bir Adım Kala"36.bölüm: "1.Gün-Şeytanın Pençesinde"37.Bölüm: "2.gün Kayboluş ya da yok oluş"38.Bölüm: "Savaşın Ortasında Sen ve Ben"39.Bölüm: "Oyunun Gerçek Piyonları"40.Bölüm: "Tutsak Zihinlerin Zincirli Kalpleri"41.Bölüm: "Siyahın Beyaz Lekesi"42.Bölüm: "Karanlığın Sonu"43.Bölüm: "Sahte Sevgi Çemberi"44.Bölüm: "Çizginin Ucunda"45.Bölüm: "Son Seçim"46.Bölüm: "Bozulmuş Düzen"
Hikayeyi Paylaş
Loading...