37. Bölüm

34.Bölüm: "İçimizdeki çocuk"

Adelina
adelinashwriterr

 

Öncelikle herkese merhabalar... Yazarınız geldiii

 

Nasılsınız canım okurlarım?

 

Önce küçük bir bilgi vermek istiyorum. Bundan sonraki olaylar epey karışacak. Hatta bayağı karışacak. Çok çok karışacak. Şimdi bir kenara bıraktığımız diğer karakterleri de artık hikayeye davet ediyoruz. Bu kadar sakinlik yeter. Artık kaos zamanı. Bu kaos öncesi bölüm. Psikolojinizi hazırlayın ona göre. Elim sakin bölüm yazmaya alışık değil. Ne yapayım? Huyum kurusun. Kaosla, dramla besleniyorum. Ha bir de eğer okumalar ve yorumlar böyle az olmaya devam ederse bu kaostan sonra büyük ihtimalle hikayeyi finale çıkarırırım. Ama tabii ilerleme kaydedersek devam edeceğiz. Finalde mutlu son olacak demiştim. Ama şu an çok kararsızım. Yani aklımda çok güzel bir kötü son da var. Yani hikayenin sonunun kötü olup olmayacağı belli değil. İlerlemeye bakacağız. Benden her şeyi bekleyin, kötü son diyip iyi son da yazabilirim. Hayat bu her şey olabilir. :)

 

Yorum yapmayı unutmayın...

 

Uyarı!!! Bundan sonraki bölümlerde şiddet görebilirsiniz. Ben sahneye geçmeden önce uyaracağım. Hassas olanlar sahneyi geçerek okusunlar lütfen.

 

Herkese keyifli okumalar...

 

34.Bölüm: "İçimizdeki çocuk"

 

Hissedilen her şeye cümle kurulamıyor...

 

Alıntı.

 

Bölüm şarkısı: Toygar Işıklı

Anlatamam

 

Sabah uyanınca üzerimde dünün yorgunluğu vardı. Fiziksel değil, psikolojik bir yorgunluktu. Omuzlarımdaki ağır yükle nasıl baş edeceğimi bilmiyordum. Tamamen kestirip atamıyorum. Çünkü her şeyden önce bizim bir birlikteliğimiz vardı. Geçmişi unutmak kolay olmasa denemem gerekiyordu. Her şeyden önce benim bir hayatım vardı. Okulum vardı, kariyerim vardı. Odaklanmam gereken bir hayat vardı önümde. Ben ise geçmişe takılıp kalıyordum. Sürekli aynı duyguları yaşıyordum. Tam düzelteceğim derken yine bir şeyler oluyor ve ben yine başa dönüyordum.

 

Sanki bir girdabın içindeyim ve sürekli o girdapta dönüp duruyorum, asla çıkamıyorum. Duygularımla bile baş edemiyordum. Gözlerim camdan gözüken beyaz bulutlara kaydı. Yeni bir gün daha başlamıştı. Ama ben bu yeni güne hazır değildim. Tüm gün sadece uyumak istiyordum. Yatağımdan çıkarsam yine bir şeyler ters gidecekmiş gibi hissediyordum. Zamanı dondurmak ve dinlenmek istiyordum. Ama imkansızdı değil mi? İmkansızdı...

 

Elimi komodinin üstüne atıp telefonu aramaya başladım. Ve birkaç uğraştan sonra soğuk metali elime alıp telefonu açtım. Bugün günlerden pazardı. Bu yüzden depresyon için güzel bir gün olabilirdi. Sıcak yatak, sevdiğin çikolata ve uyku. Saatlerce hatta günlerce...

 

Mesajlar sayfasına girdiğimde gözlerim kısıldı. Uykunun verdiği mahmurluk muydu yoksa ben mi yanlış görüyordum? Metehan bana mesaj atmıştı. Kıyamet mi kopacak acaba? Sabah sabah mesaj attığına göre? ! Hızla doğrulup dirseğimi yatağa yasladım ve dengemi sağlamaya çalıştım.

 

Metehan:

 

Günaydın, öğleden sonra Cevdet bizi evinde bekliyormuş. Hazırlan gel.

 

Bir, Metehan ne alaka? İki, dedem bizi neden topluyor? En son ne zaman toplandığımızı hatırlamıyorum. İlginç durum söz konusu. Sonra dün annemin söylediklerini hatırlayınca aydınlanma yaşadım. Dedem mirası bölüştürecekti. Fakat sadece birimize o kolyeyi bağışlayacaktı. Kolye sıradan bir kolye değildi. O kolyeyi takan kişi ömrünün sonuna kadar dokunulmazlık alacaktı. Yani dedemin yeraltı dünyasındaki düşmanları o kişiye asla dokunamazdı. Aslında Tarayla ilgiliydi bu. Tara onu korumaya alıyor ve onun can güvenliğini koruyordu. Tabii bu kolyeyi torunlarına vereceğini söylemişti. Sadece 5 torunu vardı. Ben ve diğer cin kabilesinden olan kuzenlerim. Tabii onlar da Taradan olduğu için bu kolyeyi almayı çok istiyorlardı. Ama benim pek umrumda değildi. Çünkü Tarayla bir bağlantım yoktu ve gerek de yoktu. Bu yüzden hiç kasmadan sadece toplantının bitmesini bekleyecektim. Dedem de büyük ihtimalle onu Kuzey'e verecekti. Çünkü Kuzey en büyüğümüzdü. Ve Kuzey o kolyeyi hakketmek için çok çalışmıştı. Yani aslında onun hakkıydı. Ne kadar da aramız bozuk olsa da gerçeği inkar etmememiz gerekiyordu.

 

Doğrulup hemen üzerime bir şeyler geçirip hazırlanmaya başladım. Daha kahvaltı bile etmemiştim.

 

Odadan çıkar çıkmaz kedim Prenses kendini ayaklarıma sürterek benimle birlikte merdivenleri inmeye başladı. Tabii yaş mama zamanı geldi illa yalakalık yapacak. "Sevim abla, Prensesin yemeğini verir misin?" Merdivenleri inerken mutfağa doğru seslendim.

 

"Tabii, güzelim. Geç sen kahvaltıya." Sevim abla mutfaktan çıkmadan hemen sorumu yanıtladı.

 

Sevim abla çoktan kahvaltıyı hazırlamıştı ve hatta bizimkiler başlamışlardı bile. "Günaydın" dedim gülümsemeye çalışarak. Sandalyeni çekip yerime geçtim. "Günaydın" dedi annem karşılık vererek. Gülümsüyordu. Ama yapmacık olduğu her halinden belliydi. Babamın da suratı asıktı. Kesin bir şey olmuş. Meyve suyumu doldurduğum esnada bakışlarım üzerlerinde dolaşıyordu. "İyi misiniz?" Annem hala yapmacık gülümsemeyle kahvaltı yapmaya devam ediyordu. "İyiyiz güzelim, ne oldu ki?"

 

"Hiç. Bir garipsiniz de" dedim mırıldanarak. Meyve suyunu yerine koyup bardağı dudaklarımın arasına götürdüm. Yudumlarken bile gözüm onlardaydı. "Babanın işiyle ilgili sorunları olmuş da, biraz ona canımız sıkıldı. Sen boşver bizi."

 

Kaşlarım çatıldı. Hiç inandırıcı gelmedi bu bana. Bir şey olmuş o kesin. Ama ne? "Dün neler olmuş öyle? Herkes düğünü konuşuyor." Konuyu değiştirmek için mi dedi yoksa merak ettiği için mi anlamakta zorlanıyordum.

 

Savaş'ın düğününden bahsediyordu. "Evet," dedim önemsiz bir konuymuş gibi. "Babasını hapise attırdı. Ve bana evlenme teklifi etti." Ve benim olayları ciddiye almamın derecesi...

 

Babam bakışlarını kaldırıp bana döndü. "Ne dedin? Ne dedin?" Sanki normalmiş gibi konuşurken bir anda her şey dank etmişti. Şu an babam burada Defne! Bilmem farkında mısın? Bir şey olmaz ya. Babam da alıştı artık hayatımdaki saçma sapan aksiyonlara.

 

"Evet," dedim menemene ekmeği bandırarak. "Senin ex damadın bana evlenme teklifi etti." Kahvaltımı yapmaya devam ederken hiç takmıyormuşum gibi konuşmaya devam ettim. Babam ise şok içinde beni izliyordu. "Peki sen ne dedin?"

 

"Boynuna atlayıp ah evet evet evet" dedim yapmacık şekilde gülümseyerek. "Defne" dedi uyarıcı tonda. Omuz silkerek "tokat attım, ve hayır dedim" dediğimde babam verdiği cevapla daha çok şok olurken annem alt dudağını ısırdı. "Sen herkesin içinde Savaş'a tokat mı attın?"

 

"Yalnız mı atsaydım?"

 

"Kızım, sen delirdin mi? Adama niye tokat atıyorsun?" Babam şu an Savaş'ı mı koruyordu? Neden? "Normal şekilde hayır diyemez misin?"

 

"Baba, abartma. Altı üstü bir tokat. Hakketti hatta." Kahvaltımı yapmaya devam ederken diğer yandan da sürekli telefonumu kontrol ediyordum. Fakat benim umursamazlığım babamı daha çok sinir etmişti.

 

"İnanmıyorum ya. Gerçekten ben inanmıyorum." Bir hışımla ayağa kalkıp kapıya doğru yöneldi. "Ben çıkıyorum!" dedi sinir dolu cümleyle. Babamı sinirlendiren bir konu vardı ve bu sıradan bir şey değildi. "Anne, babama ne oldu?" diye sordum konuyu değiştirmeye çalışarak.

 

Annem önce söylemek istemese de ısrar edince söylemek zorunda kaldı. "Kuzey, Harun'a tuzak kurdu." Kaşlarım çatıldı. "Arabasında uyuşturucu bulunmuş." Yediğim lokma boğazımda kaldı. "Ne?!" diye bağırdığım esnada kedim Prenses korkarak yerinden zıplamıştı. "Biraz önce almaya gelmişlerdi, Kutay zar zor ikna etti bırakmaları için. Şimdi de ifade vermeye gidiyor." Yediğim lokma boğazımda kalmıştı. Kuzey şerefsizi nasıl böyle bir şey yapardı? "Neden yaptı? Delirdi mi?"

 

"Bilmiyorum. Bir amacı vardır herhalde." Annem çok düşünceliydi ve hatta çok yorgundu. Küt kesilmiş saçlarını arkada toplamış, yüzüne yaptığı makyaj bile solgundu.

 

"Sen bir şey yapacaksın değil mi?" dedim annemden onay almak ister gibi. Fakat annemin bakışları bana destek vermiyordu. Aksine daha çok huzursuz etmişti. "Evet, ama baban istemiyor. Kendisi çözecekmiş. Benim bu işe karışmamı istemiyor." İştahı tamamen kapanmıştı. Elindeki çatalı tabağa bırakıp kafasını avuçlarının arasına aldı. "Ne yapacağımı bilmiyorum."

 

"Olay bu kadar nasıl büyüdü?"

 

Başını kaldırmadan derin bir nefes aldı. "Baban işin içinden çıkacak o kesin. Ama tabii kariyerine bir siyah leke olarak kalacak." Başını kaldırıp yorgun yeşillerini gözlerime dikti. "Kutay çözülür dedi ama bilmiyorum artık. Canan'la konuştum. Birazdan Kutay'la konuşmaya gideceğiz. Bakalım ne olacak?"

 

"Dayım biliyor mu peki? Ya da dedem?"

 

Başını onaylayarak salladı. "Evet, haberleri var. Onunla konuşacaklarmış. Ama ne fayda? Yapacağını yaptı işte." Annemi böyle görünce içim gidiyordu. Babamla ilgili kötü bir şey olunca annemin kanatları kırılıyordu sanki. Aralarındaki bağın güçlü olmasının zararlarından biri de buydu işte.

 

Bıkkınlıkla nefes verip ayağa kalkınca artık iştahım kapanmıştı." Sen de dikkatli ol. Bu Kuzey'in sağı solu belli olmaz." Başımı salladım. "Kapıda Keno bekliyor. Bir süre onunla dolaş. Sonra eski hayatına dönersin." Yemeğini bile doğru dürüst yiyememişti.

 

Babam şimdi nasıl da üzülmüştür Allah bilir. İşine bağlı birisiydi. Şimdi ya işini kaybederse? Hayır hayır. Asla kendine gelemez. Kuzey'in yaptığı yanına kalmayacak. Cezasını bizzat ben vereceğim.

 

Annem gittikten sonra telefonumu açıp mesajlara girdim.

 

Topuklu Belalar

 

Seren : Kızlar sesiniz soluğunuz çıkmıyor. Öldünüz mü?

 

Hira: Ben evdeyim. Ve ölümle yaşam arasında gidip geliyorum. Sıkıntıdan öldü dersiniz

 

Hayal : Ben date'teyim.

 

Seren : Kiminle?

 

Hayal : üç kişiyiz. Yatak ben ve odam çok güzel zaman geçiriyoruz.

 

Ben de depresyona giriş yapacağım birazdan. Bana katılmak isteyen buyursun gelsin.

 

 

Seren : Erkeklerden haber var mı? Cihangir henüz hiç aramadı. Ben şok.

 

Hayal : Alp birkaç kez aradı ama meşgule attım. İki gündür sadece iki kere konuştuk.

 

Hira: Cesur buluşmak istedi ama benim davam olduğu için mecbur görüşemedik.

 

Biz de aynı durumlar. Bir ilerleme yok. Ama siz umudunuzu kaybetmeyin.

 

Babamın olayından sonra kimseyle konuşmak görüşmek istemiyordum. Canım oldukça sıkkındı. Evde boş boş oturmak da bir işe yaramıyordu. Bu Kuzey'in derdi ne? Önce onu öğrenmem gerekti. Sonra cezasını tabii ki de verecektim. Gözlerimi kısarak düşünmeye başladım. Acaba nasıl öğrenebilirim? Aralarında en boşboğazı olan Kerem'di. Telefonumu çıkarıp Kerem'i aradım. Umarım Kuzey'in inandırıcı bir sebebi vardır. Yoksa ona yapacaklarımın yarısı daha aklımda değil.

 

"Efendim Kerem para seven sizi dinliyor. " dedi neşeli sesle.

 

"Benim Defne. Role girmeye gerek yok."

 

"Ne rolü canım? Benim yapım böyle. Para bizde, şöhret bizde."

 

"Tamam kes! Sana soru soracağım. Bana doğruyu söyle!" Sinirliydim.

 

"Dürüst olmaktan nefret ediyorum. Ama senin hatırına deneyeceğim."

 

 

"Dürüst değil, ispiyonculuk yaptığını farz et."

 

Bir anda neşelendi. "Uuu en sevdiğim. Tabii hemen"

 

"Kuzey babamı neden ihbar etti?"

 

Bir anda kahkaha atmaya başladı.

 

"Gerçekten bunu sana söyleceğimi düşündün mü?" Bunalarak derin bir nefes verdim. "Doğru düşünmüşsün."

 

"O zaman söyle!"

 

"Çünkü seni devirmek istiyor. Ailene zarar vermekle seni itaat ettirmek istiyor. Hatırlatırım, veliaht prenses sensin veliaht prens de o."

 

"Ben anlamadım. Kolyeyi zaten dedem ona verecek. Çünkü o hakediyor."

 

Kerem bu kez imayla güldü. "Hayır, canım benim. Dedem dayımla konuşmuş. Defne'ye vermek istediğini söylemiş. Kuzey şimdi intikam alıyor."

 

"Bu yüzden de Kuzey bana savaş açtı öyle mi?"

 

"Evet, eğer başka sorun yoksa kapatacağım. Bir hatun geldi de hemen tanışmam lazım."

 

"Tamam." deyip telefonu suratına kapattım. Her şey bitti, bir de Kuzey belası geldi. Güzel, gerçekten çok güzel. Keşke bunu yapmadan önce bana bir danışsaydı, gerçekten o kolyeyi istiyor muyum diye? Ama beyefendi öfkesine yenik düşüp ateşi uyandırmaya karar vermiş. O zaman kiminle dans ettiğini gösterelim ona.

 

Evden çıkıp arabaya doğru emin adımlarla ilerlemeye başladım. Keno arabanın yanında beni bekliyordu. "İşe mi?"

 

"Hayır, Kuzey nerededir şimdi?"

 

"Öğrenmem iki dakika mı almaz." Hemen telefonu çıkarıp birilerini aramaya başlayınca ben de arabaya bindim. Aklımda bir şey vardı ama biraz riskliydi. Ona öyle bir ceza vermem gerekiyordu. Bundan sonra yaşayacağı her şeyin fragmanı gibi olmalıydı. Aramayı sonlandırıp bana döndü. "Savaş'ın evindeler ve çok önemli toplantı yapıyormuş." Başımı onaylarcasına salladım.

 

"Gidelim o zaman."

 

Kuzey aynı bendi. Ben nasılsam o da benim erkek versiyonumdu. Aklına koyduğu her şeyi yapardı. Önünde kimin durduğunu umursamadan hem de. Bu yüzden dayım ve dedemin bir şey yapabileceğini düşünmedim açıkçası. Çünkü onun karşısında onun dilinden anlayan birisi durabilirdi. Yani ben. Ah be Defne. Senin de ızdırabın bitmedi gitti. Hangi cephede savaşacağımı şaşırdım ya. Bitmiyor ki. Biri bitiyor, biri başlıyor. Allahım sen bana sabır ver.

 

Araba evin önünde durduğunda evin giriş bahçesinde bir sürü siyah araba olduğunu fark ettim. Savaş'ın arabası garajdaydı." Hoş geldiniz Defne hanım. Savaş beye haber verelim mi?" Korumalar beni tanıyorlardı. "Savaş bey içeride."

 

"Hayır, Kuzey bey içeride mi?"

 

"Evet, efendim şimdi girdiler."

 

"İsmin Hüseyin'di öyle değil mi?"

 

"Evet, efendim" dedi başını aşağı yukarı doğru hareket ettirerek.

 

"Senden bir şey isteye bilir miyim?"

 

"Tabii efendim. Emredin!" Gözlerim sinsice kısıldı. Çünkü aklımda çok güzel bir plan vardı.

 

Yazarın anlatımıyla.

 

"Barlas, sen aklını mı kaybettin? Ziya'nın evine saldırı düzenlemek ne demek?" Cihangir elini sandalyenin koluna yaslamış, Barlas'tan hesap soruyordu.

 

Barlas'ın umurunda bile değildi. "Ben Taradan değilim. Bana hiçbir bok yapamaz." Barlas Ziya'dan korkmuyordu. Barlas hiç kimseden korkmuyordu, çünkü kaybedecek bir şeyi yoktu. "İşte sırf bu yüzden sana her şey yapabilir." dedi Cihangir uyaran sesle. "Oyunun kurallarına uyman gerekiyordu Barlas. Kendi başına iş yapman değildi."

 

Barlas sinirle güldü. Çünkü ona birinin emir vermesinden nefret ediyordu. "Buradaki amacınız ne?" dedi Barlas. "Bence buradaki amacımız herkese belli" dedi Kuzey araya girerek. "Ziya bizden habersiz Kahhar'la işbirliği yapmış. Oysa önce bize danışması gerekiyordu. Resmen arkamızdan iş çeviriyor." Dirseklerini masaya yasladı, ve öne doğru hafifçe eğildi. "Evet ve plana uygun hareket etmemiz gerekiyor. Herkes kendi bildiğini okursa plan işe yaramaz."

 

Savaş herkese kısa bir bakış attıktan sonra dudaklarında ima belirdi. Ziya'yı alt etmek istemiyordu. Ama Ziya'nın arkasından iş çevirmesi artık onu tedirgin etmişti. Güvenini sarsacak herhangi bir hareketi affedemezdi...

 

"Ziya işi kolay. Onu alt ederiz de zor olan bir şey var. Kahhar'la Halil güçlerini birleştirmişler. İlk hamleleri ne olacak belli değil. Dikkatli olun."

 

"Ne yapabilirler ki? En fazla şirketleri satın almaya çalışacaklar. Ya da sevkiyatta sorun çıkaracaklar. Bunların da önlemlerini alabiliriz bence." dedi Kuzey kendinden emin tavırla.

 

Barlas güldü. Çünkü Kuzey'i ciddiye alamıyordu. "Taha ve Semih iyi oldu Rusya'ya gitmeleri. Yeni çaylaklar meydanı boş buldular galiba?" Barlas'ın kurduğu cümleyle Kuzey göz kapaklarını kaldırıp öfkeli kaşlarının altından Barlas'a bir bakış attı.

 

"Çaylak dediğin adam Cellat'ın torunu." dedi Metehan başını dikleştirerek. Barlas sandelyeye sırtını yaslayıp gerildi. Omuzlarını kaldırıp indirdi.

 

"Siz zaten Cellat sayesinde buradasınız. O olmazsa bakalım kapıdan içeriye alıyorlar mıydı?" Başıyla kapıyı gösterip imayla güldüğünde Cihangir dudaklarını birbirine bastırdı.

 

"Ulan, ne diyorsun sen?" Kuzey ayağa kalkmak isteyince Metehan onu engelledi. "Dur, köpekler hep havlar bilmiyor musun?" Barlas büyük bir kahkaha attı. "Kendinizi bu kadar iyi tanımanız çok güzel." Kuzey'in öfkesi daha çok büyürken bir anda kendini sakinleştirmek için gözlerini sıkıca kapayıp tekrar açtı. "Bunu bana sırf Savaş'a inat olsun diye Serap'ı hapisten kurtaran aklı kıt bir adam mı söylüyor? Yani Savaş'ı karşısına alman canına susaman demek. Bunu herkes bilir." Barlas yüzündeki gülüş aniden soldu ve bakışları direkt Savaş'a kaydı. "Savaş'la hesaplaşmamız daha bitmedi" dedi başını yana yatırarak. "Bu Ziya işi bitsin, hesaplaşacağız." Savaş olur tarzında başını eğip tekrar eski haline getirdi. "Silahım seni öldürmek için her zaman hazırda bekliyor olacak, istediğin zaman uğra."

 

"İtalya'daki saldırıyı unutmadım Savaş Karakurt. Senin yüzünden büyük bir proje mahvoldu. Bunun hesabını vereceksin." Savaş imayla gülüp tek kaşını kaldırdı. Çünkü ona kimsenin bir şey yapmayacağını çok iyi biliyordu.

 

"Biliyor musun, ben kimseye hesap vermem." Dirseklerini masaya yaslayıp omuzlarını kaldırdı. "Bunu öğrenmeniz gerekiyordu oysa. Sıkıldım aynı şeyleri tekrarlamaktan."

 

Elindeki kalemi oynatmaya başlayınca Barlas'ın çenesi kasılmıştı. Ziya'yı devirmek için Savaş'a ve bu ekibe ihtiyacı vardı. Yani uzun süre bu gıcık tiplere katlanması gerekiyordu.

 

Başını Savaş'a çevirdi. "Benim anlamadığım suçsuz olduğu halde Serap'ı neden hapse attın? O kadını o öldürmemişti. Bunu sen de çok iyi biliyorsun."

 

"Serap benim işime karışıyordu. Ayağımın altından çekmek için yaptım." dedi Savaş kararlı tonda. "Pişman mıyım? Asla!"

 

"Pişman olmazsın tabii. Defne gibi kızı kaptın sayesinde" Cihangir imayla Barlas'ın koluna vurduğunda Savaş sinirli bakışlarla Cihangir'e baktı. Bu masada Defne'nin ismini geçmesini istemiyordu. Küçücük bir kıskançlık krizi gibi bir şeydi. Öfkeli kaşları çatılırken, çenesi aniden kasıldı.

 

"Benim aptal kuzenim tabii buldu dev gibi adamı kapağı atacak." Bu kez iğneli cümleyi kuran Kuzey'di. Savaş bakışlarını Kuzey'e çevirdi. "Bir daha onun şahsiyetine yönelik bir laf edersen bu odadan sağ çıkmayacağına dair yemin ederim. Anladın mı?" Kuzey başını yavaşça Savaş'a çevirdi. Sinsice güldü. "Sana ne? O benim kuzenim değil mi? İstediğimi söylerim. Sen kimsin?" Savaş'ın alnındaki damarları daha çok gerilirken üst dudağı öfkeden seğirmeye başlamıştı. "Ben cümleyi ikinci kez kurmayı sevmiyorum Kuzey. O yüzden ayağını denk al."

 

Tam o sırada bir ses duyuldu. Bir çarpma sesiydi. Ardından bir ses daha duyuldu. Herkes başını cama çevirdi. Çünkü ses dışarıdan geliyordu. "Bu ses ne?" Barlas heyecanla ayağa kalktı. Teker teker cama yaklaştıklarında gözlerine inanamadılar. Kuzey ise yerinden kıpırdamıyordu. "Ne sesi?" dedi hiç rahatını bozmayacak tavırla. "Gel kendi gözlerinle gör istersen" dedi Cihangir ağzı açık vaziyette. Çünkü gördükleri manzara tarif edilemezdi. Cümle yetmezdi. Kuzey ayağa kalkıp cama yaklaşınca o muhteşem manzarayla karşılaştı.

 

Defne elinde demir sopayla Kuzey'in en pahalı spor arabasını paramparça ediyordu. Arabanın camları paramparça olmuştu, ve üzerine siyah topuklularıyla çıkmış başını kaldırıp Kuzey'in gözlerine baktı. Öfkeden parlayan kahveleri adeta bir ateşi andırıyordu. Kuzey şok içinde donakaldı. Çünkü zihni bu gerçeği kabul etseydi kalp krizi geçirirdi.

 

"O rüya mı?" diye sorduğunda Metehan şaşkınlıkla başını hızlıca iki yana salladı. "Gerçek. Acı verici gerçek."

 

Barlas camı açıp balkona çıkınca herkes peşinden çıkmıştı. Defne elindeki demir sopayı havaya kaldırıp ateş dolu gözlerle Kuzey'e baktı. "Şikayetini geri çekeceksin. Aksi takdirde olacaklardan ben sorumlu olmam Kuzey Çelik!" Ve arabaya bir darbe daha vurduğunda herkes şaşkınlıkla gözlerini kocaman açmıştı. Cihangir Defne'ye bir şey olacak diye korkuyordu. Bu yüzden hızla kapıya koştu. Fakat kapı kapalıydı. Çünkü Hüseyin kapıları kitlemişti. Defne'nin emriyle yapmıştı bunu.

 

"Kapılar kapalı ulan!" diye bağırdı Cihangir. Savaş kaşlarını çattı. "Ne demek kapalı?" Başını çevirip Defne'ye bakınca onun yaptığını anlamıştı.

 

"Hüseyn, hemen kapıları aç! " diye Savaş emrettiğinde Hüseyin Defne'ye döndü. Defne ise başını iki yana salladı.

 

"Savaş bey, emir Defne hanımdan. Siz onun emirlerini yerine yetirmemi söylemiştiniz. "

 

Savaş'ın şaşkınlığı daha çok büyüdü. "Lan, oğlum. Kapıyı açsana! Ben emrediyorum şu an."

 

"Hüseyin, kapıyı açarsan ölürsün!" diye bağırdı Defne. Savaş inadına "Hüseyin, kapıyı açmazsan ölürsün."

 

"İki türlü de ölüyorum ama." Dudaklarını büzerek Defne'ye sonra Savaş'a döndü. Hüseyn arada kalmıştı. "Savaş bey, siz bana Defne hanımın istediğini yapmamı tembihlediniz. Onun sözünden çıkamam. Beni öldürürsünüz."

 

"Sana akıl veren beynimi si**yim! Lan, aç kapıları hemen!" Defne Hüseyin'i daha fazla tutamayacağını anlamıştı. Çünkü öfkeden kıpkırmızı olan suratını görünce Hüseyin gitgide korkuyordu. Defne başıyla açmasına dair emir verince Hüseyin koşarak kapıları açmaya gitti. Defne ise arabanın üzerinden inip parçaladığı şah eserine bakıyordu.

 

"Sen hangi hakla arabama dokunursun?" Kuzey öfkeli adımlarla yanına gelirken Keno Kuzey'in önünde duvar gibi durdu. Daha fazla Defne'ye yaklaşmasına izin vermemişti. "Sen hangi hakla benim aileme dokunursun?" Defne Keno'un önüne geçip Kuzey'in tam önünde durdu. Karşı karşıya durmuş, öfkeyle birbirlerinin gözlerine bakıyorlardı.

 

Kuzey konunun Harun olduğunu anlayınca kaşları anında düğümlendi. "Çekmiyorum. Sen bana itaat edeceksin Defne Yıldız Aksoy!"

 

"Defne sana itaat edecek öyle mi?" dedi Cihangir imayla. "Hiç sanmıyorum."

 

Fakat ikisi de şu an etrafındakileri umursamıyordu.

 

"Ben kimseye itaat etmek için doğmadım."

 

"O veliaht benim. O varis ben olacağım." Kuzey'in intikam ateşi bir günde yanmamıştı. Yıllarca gördüğü muameleyle her gün biraz biraz yükselmişti.

 

Defne sinir bozukluğuyla gülüp kafasını ellerinin arasına alıp arkasını dönüp bir ilk adım atıp geri döndü. "Benim umrumda değildi biliyor musun? Hatta bugünkü toplantıya bile girmeyecektim. Çünkü senin o çok sevdiğin paraları sevmiyorum. Ama savaş açacak kadar yürekliysen, o zaman benimle rakip olmaya hazır ol. Çünkü sıradan bir rakip değilim." Kuzey'in umurunda olan aslında para değildi, saygıydı. Herkesin ona saygı duymasını, onu görmesini, onu var olduğunu fark etmesini istiyordu. Ve bunun için de ne gerekiyorsa yapacaktı. İntikamsa intikam, can yakmaksa can yakmak...

 

"Babamı bu işe karıştırmayacaktın. Ailemi bu işe karıştırmayacaktın Kuzey!"

 

"Canını ne yakacağını çok iyi bilirim." dedi imayla gülerek. "Dahası da olacak." Defne acıyla gülünce gözleri kısıldı. Karşısında o küçük Kuzey yoktu. Karşısında buz gibi kalbe sahip bir canavar vardı.

 

15 yıl önce.

 

"Bay kömür kafa," dedi minik Defne koşarak. "Nereye gidiyorsun? Beni de götür!" Kahverengi saçları rüzgarın etkisiyle sağa sola savrularak önünü görmesini engelliyordu. "Dur."

 

Kuzey olduğu yerde durup bunalarak kafasını gökyüzüne kaldırıp sabır çekti. "Hayır, baş belası. Sen gelmiyorsun. Biz erkeklerle gideceğiz."

 

Defne yüzünü astı. "Ama ben evde yalnız sıkılırım. Ne olur ben de geleyim."

 

Kuzey iç sıkıntısıyla ofladı. "Hayır, dedim. Şimdi biri ters bir şey söyleyecek. Kavgaya girmek istemiyorum senin yüzünden." Defne Kuzey'in elinden tuttu. Minik elleri soğuktu. "Sen beni korursun, sen benim kahramanım olursun." Siyah gözleri kahvelere kaydı. Masum kahvelere. İçini ısıtan, kalbini ısıtan bir ışık görmüştü o gözlerde. Ancak hızla bakışlarını çekti. Sırf o kız yüzünden kimse onu görmüyordu. Onu sevmek istiyordu, ama gerçekler ona engel oluyordu.

 

"Ben seni korumak istemiyorum. Ben seni sevmiyorum. Sen çok çirkinsin. Ayrıca senin yüzünden kimse beni sevmiyor." Defne'nin üzerine bağırınca boğazında bir şey takılı kalmıştı. Çünkü kendi canı da yanmıştı.

 

"Ama ben seni seviyorum."dedi Defne dolan gözlerini kırpıştırarak.

"Yetmez mi?"

 

"Senin sevgin umrumda değil. Babam, dedem, halam, anneannem hiç kimse beni görmüyor. Şimdi arkadaşlarımı da mı elimden almak istiyorsun?" Defne'nin onu elini tutan elini sertçe çekti. "Nefret ediyorum senden. Nefret. Keşke ölsen de kurtulsam."

 

Defne'yle aynı anda Kuzey de o günü hatırlamışdı. Gözlerinde ikisinin parıltısı sönmüştü. "Yazık, çok yazık. İçindeki çocuğu öldürmüşsün!"

 

Kuzey kaskatı kesilmişti. Yutkunduğunda boğazındaki kemik kendini belli etti. "Öldürdüler. Ben değil, onlar öldürdüler." Gözlerinin kıyısında dolaşan ıslaklığa engel olmaya çalışıyordu. Şimdi ağlayamazdı, ağlasaydı güçsüz olacaktı. Zamanında yeteri kadar odasının bir köşesinde saatlerce ağlamıştı. Başarılarını görmezden gelen ve hep diğer kadının çocuğu gibi seslenen ailesi için yeteri kadar ağlamıştı.

 

Defne sakince gözlerini kapatıp tekrar açtı. "Babama bulaşma yeter. Bana ne yaparsan yap umrumda değil. Aileme bulaşırsan, ailene bulaşırım," sustu, gözlerinin ardındaki küçük çocuğa baktı. "Kömür kafa!" Ardından omzuna çarparak yanından geçti.

 

"Görüyor musun kuzen? Ben hiç sana silah doğrulttum mu? Asla. Kıymetimi bil." Cihangir ortamı yumuşatmak adına imayla Savaş'a dönse de Savaş'ın gözleri Defne'ydi. Gözlerinde derin bir hüzün vardı. Savaş hızla onun peşine takılınca Metehan abisinin yanına geldi. Elini omzuna atıp başı önüne düşmüş Kuzey'e sarıldı. "Her şey düzelecek. Her şey geçecek."

 

Defne hızlı adımlarla arabaya doğru giderken Savaş ona yetişmeye çalışıyordu. "Ne yaptın sen şimdi?" Defne ise onu dinlemeden arabaya doğru yürüyordu. "Seninle konuşuyorum ben!"

 

Defne bıkkınlıkla arkasını döndü. "Ben konuşmak istemiyorum. Ayrıca bu konu seni ilgilendirmiyor."

 

"Seninle ilgili her şey beni ilgilendiriyor." dedi işaret parmağını tehdit eder gibi havaya kaldırarak. "Aranızdaki sorun ne? Babana ne oldu?"

 

"Sana ne?!" diye Defne bağırdı. Siniri hala geçmemişti. "Ya sana ne?! Ben senin hiçbir şeyin değilim. Git, karınla ilgilen!" Arkasını dönüp giderken Savaş kolundan tuttu. "O benim karım değil. Ayrıca Kuzey şerefsizin eline bırakacak değilim seni."

 

"Peşimden düş artık Savaş. Bıktım senden de senin etrafındaki insanlardan da. Yeter artık!"

 

"Güzel ben de bu durumdan çok sıkıldım. Evlen, kurtul."

 

Defne sinir bozukluğuyla güldü. "Evlenmiyorum. Seninle yan yana gelmek bile istemiyorum. Anlıyor musun? Ben seni istemiyorum Savaş Karakurt!" Artık bu cümleler Savaş'a etki etmiyordu. Çünkü inadı inattı. Defne'yi elde edene kadar vazgeçmeyecekti.

 

"Ama sürekli yan yanayız. Sen benden Kurtulamazsın."

 

Defne bunalarak saçlarını parmaklarına geçirdi. "Bıktım, gerçekten bıktım. Yeter artık yeter!" Savaş'a değil, isyanı hayata karşıydı. Savaş Defne'nin kendine zarar vermesinden nefret ediyoru, bileğinden tutup kendine çekti. "Niye her şeyi bu kadar zorlaştırıyorsun? Biliyorsun senin için geberdiğimi, hoşuna gidiyor değil mi beni böyle görmek?"

 

Defne kıpkırmızı olmuş gözlerini Savaş'ın öfkeli gözlerine sabitledi. "Benim şu an istediğim tek şey senden kurtulmak."

 

"Eğer beni istemediğine dair gözlerinde küçücük bir işaret görseydim, emin ol yanında olmazdım." Sustu, çünkü haklıydı. Yorgun bir savaşçıydı. Her şeye rağmen vazgeçmek istiyordu. Bitirmek istiyordu. Çünkü bu oyunda sadece o savaşıyordu. "Savaş, beni rahat bırak."

 

Kolunu Savaş'ın elinden kurtarıp arabaya bindi. Peşinden Keno da gelip hemen şoför koltuğuna geçti. Arabayı çalıştırınca Savaş hala Defne'ye bakıyordu. İstememesine hak veriyordu. Çünkü çok yorulmuştu. Canı çok yanmıştı. Güçlü kalmaktan bıkmıştı. Araba uzaklaşınca arkasından bakakalmıştı. "Ne kadar çok yorulduğunu görüyorum Defne'm. Sınavın bitmiyor, bitmiyor, bitmiyor... Ama keşke kapıyı tamamen kapatmasan." Başını önüne eğdi... Ne yapacağını bilemez halde...

 

"Vazgeçme!" dedi bir anda arkadan gelen ses. Başını çevirince Nil kollarını göğsünün altında birleştirmiş yavaşça ona doğru geliyordu. Yanına gelip tam önünde durdu ve arabanın arkasından baktı. "Vazgeçersen, Defne'nin çektiği acıları boşuna gider. Defne'nin sırası bitti. Şimdi sıra sende. Biraz da sen koş."

 

***

 

Harun ifadesini verdikten sonra odasına gelmişti. Oldukça üzgündü. Hayal kırıklığı yaşıyordu. Çünkü böyle bir şey ilk defa başına gelmişti. Harun Aksoy ilk kez tuzağa düşmüştü.

 

Yıllardır çektiği onca emeği çöp olmuştu. Birisinin yardımıyla değil, kendi başına hayatta kalmaya çalışmıştı. Adaletin peşinden koşan Harun Aksoy şimdilerde adaletin merhametiyle karşı karşıya durmuştu.

En kötüsü de içeriye attığı suçluların aileleri olayı büyütme çabasındaydı. Bu yüzden herkesin dikkati Aksoy ailesinin üstündeydi. Hatta daha olaydan 6 saat geçmesine rağmen Dilara'nın şirketinde sorunlar ortaya çıkmaya başlamıştı. Müşteriler teklifleri reddediyor, asla böyle bir durumun içinde kalmış şirketle anlaşma yapmak istemiyordular. Bu da her geçen dakika şirketin değerini düşürüyordu.

 

Harun'un bakışları masasında çerçeveli fotoğrafa kaydı. Ailesi. Harun tam ortada oturmuş bir yanında Dilara, diğer yanında Defne onun boynuna sarılmıştı. Mutluydular, oysa o mutluluğun ardından kaç gözyaşı, kaç ayrılıklar olmuştu. Ailesini korumak için elinden gelen her şeyi yapmıştı. Sevgisini sonuna kadar hem kızına hem karısına hissettirmişti. Her koşulda her durumdan kurtulmayı başarmıştılar. Birlikte çok büyük fırtınalarla savaşmıştılar. Ama şimdiyse bir iftira yüzünde işi elinden kayıp gidiyordu. İşini kaybetmese bile üzerinde büyük bir kara leke kalacaktı. Herkesin saygı duyduğu amir artık uyuşturucu kaçakçılık şüphesiyle belki de tutuklanacaktı.

 

Bu düşüncesi onu içten içe sıkıyordu.

Kafasının ellerinin arasına alıp sakinleşmeye çalıştı. Fakat olmuyordu. Kötü senaryolar gözünün önünden gitmiyordu.

 

Bir anda kapı çalınca düşüncelerinden sıyrıldı. "Gel" Kapıyı açıp içeri giren Dilara'yı görünce ayağa kalktı. "Ne oldu?"

 

Dilara içeri girip kapıyı kapatıp Harun'un yanına geldi. Harun'un ellerini tutup gözlerine baktı. "Seni merak ettim. Yanında olmak istedim. İfade verdin mi?" İşi için kocası için endişeliydi.

 

Elini Harun'un yanağına yerleştirip, yanağında öptü. "Evet, araştırmaya başladılar. İşte kamera kayıtlarına bakacaklarmış."

 

"İşte bu iyi haber. Gerçek ortaya çıkacak. Herkes de bunun bir iftira olduğunu öğrenecek. Sen de canını sıkma."

 

"Böyle bir şey yaşamış olmam beni üzüyor. Bunca yıl emek sarf et, namusunla para kazan. Şimdi birkaç günlüğüne de olsa insanlar benim hakkımda neler düşünecek? Herkese yargı dağıtan koskocaman amir -"

 

"Şşş" Parmağını dudaklarına yapıştırıp susturdu. "Asla, ne konuşurlarsa, konuşsunlar. Hepsinin cevabını alacaklar. Ben senin yanındayım. Ne olursa olsun her koşulda seninle oldum, hep de seninle olacağım." Harun ona aşkla bakan yeşillere gülümsedi. Hayattaki en doğru kararı Dilara'yla evlenmekle almıştı. Çünkü Dilara asla elini bırakmamıştı.

 

"Teşekkür ederim, yıllardır benimle savaştığın için, beni bırakmadığın için sana teşekkür ederim." Dudaklarını Dilara'nın alnına bastırdı. "Her şeye rağmen beni seçtiğin için... Çünkü biliyorum çok zor insanım. Seni yeri geldi ağlattım, yeri geldi çok üzdüm. Kalbini kırdım. Ama sen vazgeçmedin." Harun ve Dilara'nın savaşı daha büyüktü. Çünkü yıllar önce önlerinde koskocaman bir hayat vardı ve yanlarında kimse yoktu. Ellerinde sadece minik bir kız çocuğuyla hayata karşı direnmeye çalışmışlardı. Ailelerine karşı, insanlara karşı...

 

"Sevgilim," Dilara gözyaşlarını serbest bıraktı. Derin bir nefes alıp yeşilleriyle karşısındaki sevdiği adamın yüzünü inceledi. "Biz birlikte ağladık, birlikte güldük, zor günleri beraber atlattık. Bundan sonra da öyle olacak." Kollarını boynuna sarıp başını omzuna yasladı. "Kalbim kalbinle atıyor albayın oğlu. Ve o atmaya devam ettiği sürece benim kalbim de atacak."

 

Kollarını Dilara'nın beline sıkıca sarıp kokusunu içine çekince içinde çiçekler açmaya başlamıştı. Kokusu adeta menekşe gibiydi. Gözlerini kapatınca sanki yirmili yaşlarına geri dönmüş gibi hissetti. Çünkü ne kadar yaşanırsa yaşlansın, Dilara'ya her sarıldığında ruhu gençleşiyordu. Kalbi ilk günkü gibi atıyordu. Gerçek huzuru onun teninde bulmuştu.

 

"Kalbim senin için daim atacak Cellat'ın kızı."

 

Dilara başını kaldırıp tekrar o hafif çekik gözlere baktı. "Ama şimdi sıra Defne'de Harun." Harun'un gözlerinde yine hüzün belirmişti. Kızının acı çekmesini istemiyordu. Onun için yapamayacağı hiçbir şey yoktu. Ama konu aşk olunca eli kolu bağlıydı.

 

"Ama yalnız başına savaşamaz." Dilara elini yanağına götürdü. "Bırak da Savaş'la başlasınlar. Bu hayat yolunu birlikte yürüsünler. Endişeni anlıyorum ama onların kavuşmasına kimse engel olamaz. Biz engel olursak Defne için her şey daha çok zor olur. Bırak onların da aşkı kazansın. Onları en iyi biz anlarız."

 

"Ya ona zarar verirse?"

 

"Sen bana zarar verdin mi başkomiser?"

 

Harun gülümsedi. Çünkü Dilara'nın saçının teline zarar gelse Harun dünyayı yakardı. "İşte. Savaş da ona asla zarar vermez. Savaş'a bir şans tanı. Seni yanıltmayacağına eminim."

 

"Neden bu kadar istiyorsun?" diye sordu sakin ses tonuyla.

 

"Çünkü Savaş senin gençliğin başkomiser. O aynı sensin."

 

 

***

 

"Kutay bey, Harun amirle söylenenler doğru mu?" Gazeteciler şubenin önünü kapatmıştı ve bir açıklama bekliyordu. "Gerçekten uyuşturucu kaçakçısı mı?"

 

"Harun amir neden böyle bir şey yaptı?"

 

"Herkes doğru olduğunu söylüyor."

 

"Siz bu konuyla ilgili önlemlerinizi alabilecek misiniz?"

 

Sorular ard arda gelmeye devam ederken, Kutay hangisine cevap vereceğini bilemedi.

 

"Peki neden böyle bir iddia atıldı?"

 

"Arkadaşlar, bu konuyla ilgili bir açıklama yapılmayacak. Ama Harun amiri herkes çok iyi tanır ve asla böyle bir şey yapmayacağını bilir. Bu yüzden bu sorularınız anlamsız." Fakat gazeteciler durmak bilmiyordu. Israrla sorularına devam ediyordu. Kutay sorulara cevap vermediği sürece şubenin önünden gitmeyecektiler.

 

Şubenin önünde arabadan inen Savaş aniden kalabalığı görünce kaşlarını çattı. Hemen arkasından arabayla Alp de gelmişti. Günler sonra ilk defa tekrar karşılaşmıştılar. Savaş işde karşılaşacaklarını biliyordu, bu yüzden pek de şaşırmadı. Alp ise Savaş'ın yüzüne bakarken sürekli gözlerini kaçırıyordu.

 

Savaş Alp'e kısa bir bakış atıp tekrar kalabalığa başını çevirdi. "Bunların burada ne işi var?" Alp arabanın kapısını kapatıp Savaş'a doğru adımladı. "Harun amirle ilgili olmalı." dedi soğuk tavırla. Daha sonra ellerini beline yaslayıp öfkeyle soludu. "Bir bunlar eksikti zaten."

 

Kenardan olayları seyreden Savaş Kutay'ın işin içinden çıkmayacağını anladığında hemen olaya el atmak için hareketlendi. Hemen peşinden ise Alp harekete geçti. Gazetecilerin önüne çıkıp Kutay'ı geride bıraktılar. Ve mikrofon kameralar onlara yöneldi.

 

"Bu iddialar Harun amire atılan iftiradan başka bir şey değildir." dedi kendinden emin tavırla. "Yıllarca kendi emeğiyle çabalayan, her şeye rağmen adaleti sağlamaya çalışan, bir amir hakkında böyle sorular sormanız aslında bunca sene boşu boşuna emek verdiğini gösteriyorsunuz."

 

Kaşları çatık, alnında derin bir çukur oluşmuştu. Harun'la ilgili söylenenleri sindiremiyordu. Her şeyden önce Harun onun amiriydi. Sarp'ı Sarp gibi yetiştiren oydu. Ona çok şey öğretmişti. Defne'den önce araları oldukça iyiydi. Harun Sarp'ın korkusuzluğuna ve hırsına, Sarp ise onun bilgeliğine öngörüşüne hayrandı. Ondan öğreneceği çok şey olduğunu da biliyordu. Hatta defalarca onun hayatını kurtarmıştı. "Dikkatli ol çaylak. Ölmek için çok gençsin."

 

"Kim derse desin. Kim ne söylerse söylesin, Harun amir bile yaptım dese de inanmayacaksınız." Mikrofonu tutan gazetecilerden birisi tekrar bir soru sordu. "Efendim, biz işimizi yapıyoruz."

 

"Peki size sorarım. Bunca zamandır, küçük çocukları organ mafyasından kurtardığında, kadınları kurtarıp onların güvenliğini sağlandığında, sırf vatandaşlar yaralanmasın diye alışveriş merkezinde bomba yerleştirildiğinde kendi canını umursamadan, ailesini düşünmeden ölüme atıldığında siz ve mikrofonlarınız neredeydi? Neden kimse yoktu? Size kim lazım? Kahraman mı, yoksa reyting için suçlular mı lazım?"

 

"Sarp bey, herkes bunu konuşuyor."

 

"Konuşulmayacak, izin vermiyoruz. Biz emniyet ekibi olarak Harun amir hakkında kötü bir şey konuşulmasına izin vermiyoruz. Bir daha bu konu açılmayacak. Çok yakın zamanda da bu ıspatlanacak."

 

Alp bir anda öne çıkıp, yüzünü gazetecilere çevirdi. "Arkadaşlar, daha fazla bu konu hakkında konuşup Harun amir ve ailesini rahatsız etmeyin. Zaten zor zamanlardan geçiyorlar. Bu konuyu tamamen kapatıyorsunuz." dedi emir vererek. Gazeteciler teker teker uzaklaşınca Kutay elini önce Savaş'ın sonra ise Alp'in omzuna attı. "Aferin çocuklar. Sizinle gurur duyuyorum. Çok iyi kurtardınız durumu."

 

***

 

İşten çıktıktan sonra Defne çıkışta arabaya doğru giderken Keno'nun olmadığını fark etti. Keno çıkışta bekleyeceğini söylemişti. Ama yoktu. Defne bu durumu garipsedi. Belki de bir yere kadar gidip döneceğini düşündü. Kaşlarını çatarak telefonu alıp onu aramak isterken aniden bir araba önünde durdu. Defne geriye bir adım atıp önündeki arabaya kocaman gözlerle bakarken arabanın camı açıldı.

Bu gelen Savaş'tı.

 

"Savaş, senin burada ne işin var?" diye sordu şaşkınlıkla.

 

"Bin arabaya!" dedi başıyla arabayı göstererek. Tam ağzını açacakken Savaş'ın "ikiletme!" diye sesi yükseldi. Defne hiçbir şey demeden arabaya bindi. İtiraz edebilirdi. Ama istemedi.

 

Savaş arabayı öfkeyle kullanıyordu. Direksiyonu sıkan parmaklarına dikkat etti Defne. Yüzüğü parmağındaydı. Defne'yle evlenirken taktığı yüzük. Ve bir de kolundaki saat. Defne'nin ona aldığı saatti. "Nereye gidiyoruz?" diye Defne bakışlarını Öfke'linin surata çevirerek.

 

Savaş ise cevap vermedi. Defne Savaş'ın öfkeden patladığını görüyordu ve şu an Defne oldukça sakindi. Onu sakinleştirmesi daha sonra konuşması gerekiyordu. Bu yüzden istemeyerek de olsa başını yavaşça omzuna koydu. Savaş Defne'nin dokunuşuyla gevşemişti. Sanki damarlarındaki öfke volkanı bir anda sönmüş gibiydi. Bu durumu kendisi bile şaşırmıştı.

 

"Biraz yavaş sürer misin, korkuyorum." Eliyle kolunu tutunca Savaş yavaşlamıştı. Sadece dokunuşu bile onu sakinleştirmeye yetiyordu. "Teşekkür ederim" dedi nazikçe. Tamamen sakinleşmesini bekliyordu. Çünkü soğumazsa canını yakacağını biliyordu.

 

Savaş ileride başka bir yola sapıp arabayı durdurdu. Omzuna kafasını koyan Defne'nin beline kolunu dolayarak sarıldı. "Sen işini biliyorsun. Önce sakinleştir, sonra kızdır."

 

Defne başını kaldırmadan Savaş'ın gözlerine baktı. "Şu an benimle kavga etmeni hiç istemiyorum. Uğraşacak o kadar şey varken bir de seninle uğraşamam." Aklı hala babasındaydı. Babası daha bir gün olmadan çökmüştü. Kuzey nereden vuracağını çok iyi biliyordu.

 

Savaş başını iki yana salladı. Diliyle alt dudağını yaladı. Onun omuzlarında ağır bir yük vardı. Babası...

 

"Defne, inan ben daha çok yorgunum." Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. "Kötü biri olsa da, ben kendi babamı kendi ellerimle hapise attım. Kötü biri olması babam olduğunu gerçeğini maalesef değiştirmiyor."

 

Defne başını kaldırıp uzaklara daldı. Aileleri tarafından sınava çekileceklerini aylar önce birisi söylese asla inanmazdı. "Baban kötü olduğu için belki de hakketmiştir."

 

"Babamın kötü birisi olması canımı daha çok yakıyor. Normal bir babaya sahip olabilirdim." Gözlerini açıp uzaklara gitti. Her şey başka türlü olabilirdi. Eğer tekrardan ona şans verilseydi, neyi değiştirirdi? Nerede yanlış yapmıştı?

 

"Beni katil yapmak yerine iyi bir insan olmayı öğrete bilirdi. Oğlum, bak bu yanlış bunları kimseye yapma diyebilirdi. Ama o elime silah tutuşturup karşına çıkan herkesi öldür diye emir verdi. " Her cümlesi o kadar çok canını yakıyor ki babasının acısı kalbini yoruyordu. Onun gibi olmamak için çabalamak, onun gittiği yoldan gitmemek için onun bıraktığı izlerden gitmiyordu.

 

Ama etrafta ona yol gösterecek kimse yoktu. O yolu giderse tıpkı babası gibi olurdu. Abisi yolun yarısında kalmıştı. Savaş ise çaresizdi. Yol gösterecek kimsesi yoktu. Karanlık bir sokakta nereye gideceğini bilemez haldeydi.

 

"Barış bana yol gösterirdi. Ama o da artık yok. Ben ne yapacağımı nereye gideceğimi bilmiyorum." Defne doğrulup Savaş'a döndü. Gözlerinin içine bakarak başını omzuna yatırdı.

 

"Savaş, sen iyi birisin. Kim ne derse desin sen iyi birisin." Elini yanağına yerleştirip gözlerine baktı. "İçindeki iyilik güçlü."

 

Savaş başını iki yana salladı. "Ne kadar dayanırım bilmiyorum Defne. Benim ona ihtiyacım vardı. Ama o hırsına yenik düştü. Ellerim kirli, ruhum siyah. Ben kendimi kaybettim. Ben o iyi insanı beş sene önce kaybettim." Gözlerine acıyla baktı. "Kimliğimi kaybettim."

 

Defne hiçbir şey demeden başını çevirdi. "Kötü olmak da kolay değil aslında. İnsanın kendi içindeki savaşıdır." Diliyle dudağını yaladı. Boğazında bir düğüm yerini almıştı.

 

"Rahmetli dedem albaydı. Onunla çok vakit geçirirdik. O bana kötü olmamak için savaşmayı öğretti." Buz gibi teninden aşağı kayan sıcak gözyaşını hissetti. Kalbi acıyla kasılmıştı. "Sen kötü olmuyorsun, ama sana karşı öyle acımasız oluyorlar ki." Sesi titriyordu. Acı içinde nefesini koyuverdi. İyiler hep mi sınava mahkumlar? Hep mi iyiler acı çekmek zorunda? Dünyada bu kadar kötü insan varken neden masumlar acı çekiyor? Neden onların canı yanıyor? İçindeki iyiliği bitirmek için mi? Ama bitmezdi ki... İyiler ölünce bile hatırlanırdı... Belki birkaç saniye, belki birkaç dakika... Belki de iyiler daha güçlü oldukları için acıları yaşarlar... Ardından kötü bir sonla ebediyen herkesin hatırasında kalırlar...

 

"Bu dünya çok kötü. İyi olmaya çalışmak çok zor. İyi kalmak daha zor." Yüzünü avuçlarının arasına alıp ıslanan yanaklarını kuruttu. "Canın yandığı halde sessiz kalmak nedir biliyor musun?" Başını Savaş'a çevirince gözleri kıpkırmızı olan Savaş yenilgi içinde başını salladı.

 

"Bilirim. İçindeki çığlıkları bastırmak ne demek çok iyi bilirim." Yaraları farklıydı ama aynı acıydı. Alnını Savaş'ın alnına yaslayıp içinde tuttuğu gözyaşlarını salıverdi.

 

 

 

İkisi de içindeki acılarla baş etmeye çalışıyordular. Savaş Defne'nin yanaklarına yerleştirdi ellerini. Gözlerini kapatıp gözyaşlarının akmasına izin verdi. En son ne zaman ağladığını hatırlamıyordu. Savaş Karakurt ağlamazdı değil mi? Herkese karşı ördüğü duvarın arkasında minik bir çocuk vardı. Kimsenin görmediği o çocuk... Babasının ruhunu öldürmeye çalıştığı o çocuk.

 

"Anne, biliyor musun bugün öğretmen herkesin önünde bana övgüler yağdırdı." Zümra minik Savaş'ın saçlarından öptü. "Aferin benim oğluma. Benim oğlum başarılı bir çocuk."

 

Cengiz imayla güldü. Gurur duyuyordu ama bunu ona belli etmemişti. Her başarısına içten içe seviniyordu. Onun çok parlak geleceği olduğunu düşünürdü hep. Ama bunu ona asla söylemezdi. "İyi iyi" dedi soğuk tavırla. "En azından bu konuda iyi." Savaş küçük gözlerini babasına çevirdi. Ne demek istediğini anlamamıştı. "Cengiz!" dedi Zümra uyararak. "Ne?! Haksız mıyım? Barış kadar güçlü değil. Daha iki gün önce bir çocuk tarafından dayak yedi diye ağlayarak eve gelmedi mi?" Savaş başını yenilgi içinde başını eğdi. "Ben onu vurmak istemedim."

 

"Vuramadım diyemiyor da."

 

"Cengiz sus!"

 

Savaş gözlerinin kıyılarında dolaşan ıslaklığı elinin tersiyle sildi. Babasının onu güçsüz görmesini istemiyordu. "Erkek adam ağlamaz. Erkek adam ağlamaz Savaş. Gözyaşlarına engel olmayı öğreneceksin. Barış gibi güçlü olmayı öğreneceksin. Bu hayatta her şey güzel değil. Kötüyle savaşmayı öğreneceksin! Yeri gelince kötü olmayı da öğreneceksin!" Cengiz haklıydı, çocuklarının kendisi gibi acı çekmesini istemiyordu. Şu dünyada canavarlarla savaşmayı öğretmek istiyordu. Ama keşke içindeki sevgiyi göstererek öğretseydi. Çünkü hiçbir çocuğu o baba sevgisini tatmamıştı. Gerçek ailenin sıcaklığını hissetmemişti.

 

"Abicim, iyi misin?" dedi Barış Savaş'ın omuzlarından tutup gözlerine bakmaya çalıştı. Savaş sürekli gözlerini kaçırıyordu. "İyiyim, bir şey yok." Barış yine babasının bir şey söylediğini anlamıştı. "Babam mı bir şey söyledi?" Eğilip minik Savaş'ın gözlerine bakmaya çalıştı. Savaş ıslak kirpiklerini kırpıştırarak karşısındaki mavilere kilitlendi. "Abi ben güçsüz müyüm?"

 

"O nereden çıktı?"

 

Omuz silkti. "Babam söyledi. Erkek adam ağlamaz dedi."

 

Barış derin derin baktı kardeşinin gözlerine. Abilik yapması gerekiyordu, ama babası yüzünden omzuna babalık da yüklenmişti. Savaş'la aralarında 5 yaş vardı. 13 yaşındaki bir çocuk için bu yükü taşımak ağırdı hem de çok ağırdı. Babası olmalarına rağmen babasızlık duygusu kalplerini incitiyordu.

 

"Öyle bir şey yok Savaş. Erkekler de ağlar. Hatta biliyor musun?" dedi titreyen sesiyle. "Ben bile ağlıyorum. Ama kimse bilmiyor. Gizlice odada ağlıyorum geceler."

 

"Gerçekten mi?"

 

"Evet. Ve sen de çok güçlüsün Savaş. Ben bunu gözlerinde görüyorum. Kendini güçsüz hissettiğinde, ağlamak istediğinde benim yanıma gel. Ve saatlerce ağlayalım. Tamam mı?"

 

"Tamam."

 

"Ağlamak özgürlüktür."

 

"Ağla Savaş. Ağlayamadığın her gün için bir gözyaşı. Özgürsün, burada benimle özgürsün. Ağla." dedi Defne hıçkırıkların arasından. Savaş kendini yıllar sonra ilk kez özgür hissediyordu. Abisinden sonra omuzlarına yüklenen ağır yüklere rağmen ayakta durdu, içindeki iyiliği korumaya çalıştı. Hatalar yapmaya hakkı yoktu, yenilmeye hakkı yoktu... Ne olursa olsun kazanması gerekiyordu...

 

Saatlerce ağladılar, ruhları içindeki öfkeyi kusana kadar ağladılar. Kalpleri boşalana kadar, özgür kalana kadar...

 

Ve nihayet içlerindeki öfkeli deniz saatler sonra dinmişti. Kıpkırmızı olmuş gözleri ağlamaktan şişmiş, belki de gözyaşları bitmişti.

 

İkisi de başını araba koltuğuna yaslamış yolu izliyordular. Sessizce uzaklardaydılar. Dünyadan uzak, insanlardan uzak...

 

"Defne, ben seninle birlikte olmak istiyorum. İçimdeki iyiliği bana hissettiriyorsun." Başını çevirip karşısındaki kahvelere daldı.

 

"Ama ben seninle olmak istemiyorum." Defne hala kararlıydı. Ve kararından vazgeçmeyecekti. "Benimle evlenmeyeceksin yani öyle mi?" Savaş tek kaşını kaldırıp emin olmak için sorunca Defne itiraz edercesine başını salladı.

 

"Hayır, evlenmeyeceğim."

 

Savaş doğrularak son kez Defne'ye baktı. Fakat Defne onun yüzüne bakmıyordu bile. Başını imayla sallayıp arabayı hareketlendirdi. Defne şaşkınlıkla başını çevirdi. "Ne yapıyorsun?" Arabayı hareketlendiren Savaş şimdi biraz öncekinden daha hızlı kullanıyordu. Defne ne olduğunu anlayamamıştı. Gözlerini açarak a tekrar sordu. "Ne yapıyorsun?"

 

***

 

Seren eve yeni gelmişti. Oldukça yorgundu. Montunu çıkarıp asıp hemen odasına koştu. Direkt gömleğini çıkarıp kenara attı. Üzerine hemen beyaz atleti, ve kısa mavi şortunu giyinip saçlarını açtı. Bugün oldukça yorucu bir gündü. Öğleden sonraki davaları çok zordu. Ve yeteri kadar Seren'i yormuştu. Evine geldiği için mutluydu, şimdi bir kahve yapıp güzel bir film açıp izleyerek uykuya dalmayı düşünürken tam o sırada aniden kapı çalmıştı. "Kim bu ya?" dedi huysuzlukla. Bir hışımla kapıya doğru gitti. Kapıyı açınca karşısında Cihangir'i görmeyi asla beklemiyordu. Dirseğini kapının kenarına yaslamış, tek bacağını hafifçe eğmişti. Başını kaldırıp Seren'i görünce yüzünde sinsi bir gülüş yer almıştı. Çünkü Seren'i ev kıyafetleriyle görüyordu. Fakat hemen omzunun üzerinden Miran'a bakınca Miran hemen bakışlarını yere sabitlemişti.

 

"Avukat hanım?" dedi tekrar Seren'e dönerek. "Sizi böyle görmek de varmış kaderimizde?" İmalı bakışları Seren'in üzerinde dolaştı.

 

Seren "ne istiyorsun?" diye sorunca Cihangir'in dudağının kenarı kıvrıldı. "Miran sana bir şey söylemek istiyor da. Onun için rahatsız ettik." Seren Miran'a döndü. Bu saatte onları buraya getiren nedeni merak ediyordu.

 

"Efendim, Allah aşkına lütfen şu Berke kim artık söyler misiniz? İstanbul'daki tüm Berke'leri aramak çok zor. Hiç olmazsa sadece soy ismini verir misiniz?"

 

"Ne Berke'si?" dedi boş boş Miran'a bakarak.

 

"Hani o günkü Berke vardı ya?" Cihangir başını sağa yatırdı, sorgulayıcı gözlerini mavilere dikti. "Gülüştüğün, eğlendiğin Berke."

 

Seren yaşadığı küçük bir aydınlanmayla gözlerini kocaman açtı. Çünkü yalan söylemişti. "Sen onu neden arıyorsun?" Hiç tavrını bozmadan oyunu devam ettirmeye çalıştı. Cihangir kapıyı açıp içeri geçti ve ardından kapattı. Seren'i duvara yaslayıp çenesini kavradığında Seren'in kalp atışları hızlanmıştı. "Çünkü hoşlandığım kadına dokunan adamın ellerini bizzat kırmak en büyük hayalim." Gözleri Seren'in mavi gözlerine takıldı. Ateş basıyordu, Seren atlet giyinmesine rağmen ateş tüm bedenini işgal etmişti. Cayır cayır yanıyordu. Kalbi ağzında atıyordu. Ama dengeyi korumaya ve kendini kaybetmemeye çalıştı.

 

"Tüh, ama hoşlandığın kadın sana maalesef bakmıyor."

 

Cihangir aradaki mesafeyi tamamen azalttı. Ve siyah gözleri gittikçe koyulaşıyordu. "Bakıyor, hem de öyle güzel bakıyor ki kalbimi titrediyor. Hayatı sorgulamama neden oluyor o bakışlar."

 

Nefesi yüzünü çarpıyordu. İkisinin de kalp atışları kontrol edilemez haldeydi.

 

"Cihangir lütfen git." dedi kısık sesle Seren. Nefes alış verişini düzenlemeye çalışırken atletin çıplak bıraktığı göğsü hızla inip kalkıyordu.

 

"Tamam be güzelim. Ama aramaya devam ediyoruz haberin olsun." Cihangir geriye gidip kapıya yaslandı, ve göz kırparak evden çıktı.

 

Cihangir gitmişti, fakat Seren hala yanıyordu. Hemen mutfağa geçip bir bardak soğuk su içti. Hayır, içindeki yangın sönmüyordu. Tekrar bir bardak daha. Fakat etkisi yoktu. Ardından musluğu açıp gerdanını, ensesini soğuk suyla yıkadı. Kendine yavaş yavaş geliyordu. "Ne oldu sana Seren? Kendine gel kızım. Ne oldu?"

Bakışları aniden telefona kaymıştı. "Berke!" deyip hızla telefona doğru kaçtı.

 

Telefonu açıp hemen Topuklu Belalar grubuna girdi.

 

Seren: Kızlar acil durum! Cihangir İstanbul'daki tüm Berke'leri aramaya başladı. Ne yapacağım?

 

Birkaç dakika sonra Hira cevap yazdı.

 

Hira: En acili bende. Cesur Ceyhun'u bulmuş ve galiba artık Ceyhun yok.

 

Seren: Nasıl yani?

 

Hira: Ceyhun benim peşime düşen bir sapıktı. Yani gerçek bir adamın ismini söylemiştim. Adamı bulmuş ve Ceyhun yok, Ceylan var. Artık siz düşünün ne yaptığını.

 

Seren : Oha!

 

Hayal: Kızlar, Alp oturduğum apartmanı satın almış. Madem benimle yaşamak istemiyorsun o zaman kiracım olursun diyor. Adam delirdi.

 

Seren: Defne, hepsi senin yüzünden. Neredesin, hemen buraya gel.

 

Defne: Kızlar şu an hiç müsait değilim.

 

Hayal: Neden?

 

Defne: Savaş'ın arabasındayım. Son sürat uçuruma doğru gidiyoruz. Eğer evlenme teklifini kabul etmezsem hakkınızı helal edin.

 

Hira: Ne?!

 

Hayal: Kimlere denk geldik lan biz?

 

 

Defne paniğe kapılmıştı. Çünkü Savaş çıldırmıştı. Gözünün bu kadar döneceğini tahmin edemezdi. "Madem benimle evlenmiyorsun, o zaman yaşamanın bir anlamı yok. Ya seninle ya da hiç."

 

"Hiç olmazsa yalnız atlasaydın, beni niye sürüklüyorsun?"

 

"Ne?!" dedi şok içinde Savaş arabayı kullanarak aynı zamanda da başını hızla çevirdi. "Benimle ölmek istemiyor musun?" Kulaklarına inanamıyordu.

 

"Hayır!" diye bağırdı Defne. "Elin adamıyla niye öleyim ben?!"

 

"Elin adamı mı?" dedi Savaş şok içinde bağırarak. "Lan, kocandım senin. Ne elin adamı?"

 

"Bak, sen de söylüyorsun. KocamDIN! Şimdi değilsin." Defne arabaya sıkı tutunmuş, sırtını koltuğa yaslamıştı.

 

"Öyleyse elin adamıyla neden seviştin?"

 

"Çünkü kocamdın, ve seninle sevişmek hakkımdı. Gidip elin adamıyla mı sevişseydim?"

 

"Lan, tabii ki benimle sevişeceksin. Elin adamı kim?!" Savaş gitgide daha çok sinirleniyordu. Kıskançlık damarı tutmuştu.

 

"Evet, aynen. Şimdi bay elin adamı, beni hemen arabadan indir. Elin adamıyla birlikte ölmek istemiyorum."

 

"Defne, beynimi siktin! Sus!"

 

Uçuruma az kalmıştı. " Savaş, lütfen dur. Sonumuz böyle olmamalıydı."

 

"Beni seviyor musun?"

 

"Hayır!" diye Defne son kez bağırdı. Ve gözlerini sıkıca kapattı. "Defne, sonumuzu sen getiriyorsun!"

 

💥💥💥

 

Merhabalar efendim. Evet, kötü yerde bitirdim bana biracık sinirlene bilirsiniz ama ne yapayım, seviyorum böyle bitirmeyi. Bölümü nasıl buldunuz?

 

Bol bol yorum yapın lütfen. Ben yorumlarınızı okumayı seviyorum, siz de hikayemi okumayı. Bu yüzden siz yorum yapın ben de hikaye yazayım sldllxsllspsıaısızıüısı

Kuzey hakkında ne düşünüyorsunuz? Ben şahsen çok seviyorum. Sizi bilmem. Belki de nefret edebilirsiniz. Ama bence kendine göre haklı sebepleri var.

 

En sevdiğiniz sahne hangisiydi? Savaş'ın Harun'u koruma sahnesi muhteşem. Nasıl konuştu ama?

 

Cihangir'in İstanbul'daki tüm Berke'leri aramaya başlaması? Cesur ve Alp arka planda kaldı bu bölüm. Hatta Cesur uzun süredir yok. Diğer bölümlerde onu da göreceğiz.

 

Savaş'la ilgili düşünceleriniz nelerdir?

 

Bana soracak olursanız, ben en çok Barış'a üzülüyorum. Hakketmediği yaşadı, ve acımasızca sevdiği kadınla beraber öldürüldü.

 

Fikirlerinizi belirtin. Şimdilik benden bu kadar. Sizi seviyorum. Beni takip etmeyi ve bölümü beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayalım.

 

İg:Adelinashwriterrr 3r ile yani skclsllsx

 

Tt: adelinawriterr

 

 

Bölüm : 07.02.2025 18:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Adelina / Savaş'ın Yıldız'ı / 34.Bölüm: 'İçimizdeki çocuk'
Adelina
Savaş'ın Yıldız'ı

7.04k Okunma

500 Oy

0 Takip
49
Bölümlü Kitap
Giriş1.Bölüm: "İçimizdeki Kötülük"2.Bölüm: "Savaş'ın Peşinde"3.Bölüm: "Tesadüf Değil Plan"4.Bölüm: "Kırılmış Kabulleniş"5.Bölüm: "Arkadaş Olalım mı?"6.Bölüm: "Geri Dönüş"7.Bölüm: "Bilinmeyen Hata"8.Bölüm: "Kaçırılma Krizi"9.Bölüm: "Dağ evinde dağ ayısıyla"10.Bölüm: "İlk Mühür"11.Bölüm: "Kıskançlık Savaşı"12.Bölüm: "Şeytanın Tohumu"13.Bölüm: "İhanet Hançerinin Ateşi"14.Bölüm: "Gerçeklerden Uzak Hayallere Yakın"15.Bölüm: "Korkusuz Yürek"16. Bölüm: "Rüya Gibi Kabus"17.Bölüm: "Aile Olmaya Hazır mısın?"18.Bölüm: "Bir Yıldız İntikamı Düşünün"19.Bölüm: "Topuklu Belalar"20.Bölüm: "Acı Gerçeklerin Rüzgarı"21.Bölüm: "Karanlığı ışığımdan daha güçlü."22.Bölüm: "Kraliçe Geri Dönüyor"23.Bölüm: "Büyük Buluşma"24.Bölüm: "Yıldız Kayması"25.Bölüm: "Yüzleşme"26.Bölüm: "Anne sana ihtiyacım var."27.Bölüm: "Şimdi Sıra Bende"28.Bölüm: "Ben Defne Yıldız Karakurt"29.Bölüm: "Herkesin Kendi Acısı Kendine Yeter"30.Bölüm: "Mahşerin Karanlık Perdesi (Sezon Finali)24.Bölüm: "Özel Bölüm"Özel Bölüm: "Akşam Yemeği(Savaş ve Defne)"(İkinci Kitap) 31.Bölüm: "Dönüyoruz"(2.Sezon)32.bölüm: "İki Ateşin Aşkı"33.Bölüm "Karanlığında Işığımı Kaybettim"34.Bölüm: "İçimizdeki çocuk"35.Bölüm: "Cehenneme Bir Adım Kala"36.bölüm: "1.Gün-Şeytanın Pençesinde"37.Bölüm: "2.gün Kayboluş ya da yok oluş"38.Bölüm: "Savaşın Ortasında Sen ve Ben"39.Bölüm: "Oyunun Gerçek Piyonları"40.Bölüm: "Tutsak Zihinlerin Zincirli Kalpleri"41.Bölüm: "Siyahın Beyaz Lekesi"42.Bölüm: "Karanlığın Sonu"43.Bölüm: "Sahte Sevgi Çemberi"44.Bölüm: "Çizginin Ucunda"45.Bölüm: "Son Seçim"46.Bölüm: "Bozulmuş Düzen"
Hikayeyi Paylaş
Loading...