
Külü Ateşle korkutamazsın...
(Alıntı)
35.Bölüm: "Cehenneme bir adım kala"
Bölüm şarkısı : "Treat you better"
Ne olmuş ya öyle? 24 bin mi olmuşuz? Ay ben şok! Ne yaptınız ya siz ateş toplarımmmm. Ben size kalbim var demedim mi? Böyle şey yapılır mı? Ah bir gün duracak bu kalbim. Bari hikayeyi bitirip sonra dursa skxkslıakxkls
Size zahmet bir gazeteciye de el atın. Yavrucak çok geride kaldı. Yalnız hissetmesin kendini. O zaman nasılsınız diye sormuyorum çünkü hikayeyi okuduktan sonra çok iyi olacaksınız😈
Hadi bana müsaade. Hazır mıyız acı dolu kaosa?! Hayır mı?! O zaman let's go! Kemerleri bağlayın. Çünkü uçuşumuz sert olacak.
Serap'ın anlatımıyla
Gözlerim mavilere kaydı. Uzun süredir soluksuz bakan gözleri ona bakmamla bakışlarını kaçırmıştı. "Ablam, bak bu kız yalancı. Sen bana inanmıyor musun?" Figen masasında oturmuş Barlas'a sinirle çıkışınca dudaklarımı öfkeyle birbirine bastırdım. Çünkü Figen bana iftira atıyordu. Yalan söyleyerek Barlas'ın beni kovmasını istiyordu.
Barlas mavi gözlerini bir an olsun benden çekmiyordu. Korkuyordum, bana bir şey yapacağından çok korkuyordum.
"Ben bir şey yapma-" diyince elini havaya kaldırıp dur diye işaret edince sustum. Gözleri daha korkunç hal alınca yutkundum. Hayatımda ilk defa doğru söylüyordum. Ama karşımdaki adam bu kez bana inanmıyordu.
"Figen, çık!" Figen şok olmuş gözlerle Barlas'a bakarken Barlas'ın gözleri bendeydi. "Na-" Önce bana sonra tekrar kardeşine baktı. "Ne-" Figen'in hiçbir lafına tahammülü yok gibi "çık!" diye kükreyince oturduğum yerde irkilmiştim. Alnındaki damarlar her an patlayacak gibi belirgindi.
Figen durumun ciddiyetini anlayarak hızlı adımlarla odadan çıkınca ellerimi dizimin üzerine bırakıp parmaklarımı kenetledim. Lütfen, lütfen bir şey yapmasın. Gözlerine bakmaya korkuyordum, bakamıyordum. "Bana iftira atıyor. Ben sana ihanet etmedim."
"Amacın ne?" Bakışlarını duvara sabitledi, gözlerini dedektif edasıyla kısıp alt dudağını hafifçe ısırdı. "Sen neden teklifimi kabul ettin? Amacın neydi?" Keskin kirpiklerinin altında bakan mavi irisleri içimde bir yerde uyarılmama neden oluyordu.
"Ben..." diyecek bir şeyim yoktu. Çünkü amacım Savaş'tan intikam almaktı. Ama Barlas Savaş'la işbirliği yapınca bu planım bozulmuş oldu.
"Savaş'la aranızdaki düşmanlık ilişkisini biliyordum, ben bana yaptıkları için ondan intikam almak istedim. Ama-"
"Ama benim onunla çalışmaya başlamam planını bozdu ve sen de Cüneyt'e gittin öyle mi?"
"Hayır!" diye itiraz ettim anında. "Ben Cüneyt'e gitmedim. Yemin ederim ki ben sana ihanet etmedim."
Bakışları tüylerimi diken diken ediyordu. Bu adamdan korkmaya başlamıştım. Sağı solu belli değildi. Ve şu an onunla çalıştığım için pişman olmaya başlamıştım. "Bana bunu kanıtla! Bana ihanet etmediğini kanıtla!"
"Ben nasıl yapacağım?"
"Bilmiyorum, kanıtla. Bana şu an kanıtla!"
"Şu an mı?" Aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Nasıl kanıtlayabilirim ki? Zekamı devreye sokmam gerekiyordu. Yoksa Barlas'ın elinin altında geberip gidecektim. Hadi be kızım, hadi kızım. Zekanı kullan. Bir dakika! Cüneyt şimdiye kadar beni görmedi ben de onu. O zaman birbirimizi tanımıyoruz öyle değil mi? "Cüneyt'i ara ve sor!"
"Cüneyt'i ara. Biz daha önce tanışmadık. Bunu o sana söyleyecek. Ara!" Savaş'ın yanında çalışırken Alp bana Cüneyt'in çok sıkıcı bir şekilde dürüst olduğunu söylemişti. Ağzında bakla asla ıslanmazdı. Birini tuzağa düşürmek istediğinde asla bir kadını kullanmadığını hatta adamlarından en yaşlı olanı seçip kurban verdiğini söylediğini hatırlıyorum. Sonra da adamı içerideyken her şeyi itiraf edip adamı öldürttürüyordu.
"Beni aptal sanman çok aptalca Serap'cığım. Beni kandırabileceğini mi sanıyorsun?"
"Ben kimseyi kandırmıyorum" dedim itiraz ederek. "Gerçeği öğrenmek istemiyor musun? Al işte sana kanıt. Ara ve sor." Bakışları milim değişmedi.
Birkaç saniye bakışları telefona ve bana gidip gelince aceleyle ayağa kalkıp önündeki telefonu alıp ona uzattım. Dönen sandalyesini kendime doğru çevirince afallayarak başını kaldırıp bana baktı. Elimi sandalyenin başına dayayıp gözlerine baktım. İçimde aniden cesaret tohumu yeşermişti. "Korkuyor musun?" Söylediğim cümleyle daha çok öfkelenmişti. Öfkesini somut bir varlıkmış gibi tenimde hissedebiliyordum. Öfkeyle soluduğu her nefes tenimi yakıyordu. "Neden korkacakmışım? Oradan bakınca korkak birine mi benziyorum?" Bakışları dudaklarımla gözlerimin arasında gidip gelirken hafifçe gülümsedim.
"Yanıltmaktan korkuyorsun. Çünkü sen de benim haklı olduğumu biliyorsun."
"Öyle bir şey olsa bile senin için en iyisi. Çünkü kazanan kaybeden sen olacaksın ben değil. Ben asla kaybetmem."
Genelde böyle düşünen insanlar genellikle kaybetmekten korkan insanlardır. Evet, genellikle de kaybetmezler çünkü sırf o korkuyu yaşamamak için ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Karşılarında kimse duramaz. Ve bunun temelinde de gerçekten çok sevdiği bir şeyi veya birini kaybetmiş olmalarıdır.
"Kaybetmekten çok mu korkuyorsun?" Hızla ona uzattığım telefonunu alıp ayağa kalktı. Cüneyt'i arayıp telefonu kulağına götürünce tedirginlik duygusu parmaklarımım buz gibi olmasına neden oldu. Barlas bir elini pantolonun cebine sokup vücudunu bana çevirdi. Gözlerimin içine bakarken Cüneyt'le konuşacaktı.
"Alo, Cüneyt."
"Evet, Barlas?"
"Sana tek bir soru soracağım. Serap Yıldırım hain olarak ekibime girmiş. Bu işin altında sen-"
"Ne diyorsun sen ya? Ne Serap'ı ne Yıldırım'ı. Neden bahsediyorsun? Ben tanımıyorum onu! Ayrıca sen ve Savaş artık bıktırdınız beni. Hep özel zamanımda arıyorsunuz ulan! İzin verin de üretime geçeyim." Barlas'ın duyduklarını ben de duyuyordum. Ve Barlas kıpkırmızı olmaya başlamıştı. Bu durum bana komik geliyordu ama gülersem kurşunu kafama yerdim. Barlas gözlerimin içine bakarken telefon yüzüne kapanmıştı. Hayır, Serap gülme. Bak adamın silahı belinde. Gebertir seni! Ama biraz daha kendimi sıkarsam kendi kendime gülmemekten gebereceğim.
"Müsait değil galiba?"
Barlas dişlerini sıkarak biraz önceki yerine geçince gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Kerim, hemen odama gel!" Adamı Kerim'e sesli mesaj attıktan sonra koltukta yerini aldı. "Bir özür dilemeni beklerdim" dedim imayla. Fakat o önündeki dosyalarla ilgilenmeye başladı. Sanki hiç böyle bir şey yaşanmamış gibi rahatlığı beni delirtiyordu. "Barlas, bana inandın mı?" Emin olmak için sorduğum soruyla bir anda hiç beklemeden bileğimden yakalayarak beni kucağına oturttu.
Oha, oğlum ne oluyoruz?!
Daha ne olduğunu anlamadan belimden tutup vücudumu vücuduna yasladı. "Bana bak sarı tilki, benim asabımla oynama. Özür falan da bekleme. Şimdiye kadar kimseden özür dilemedim dilemem de. Çünkü her zaman haklı olan benim."
"Evet" dedim anlamayan gözlerle ona bakarak. "Bunu uzaktan da söylebilirdin sanki? Neden bu yakınlık?"
Bakışları yüzümde donakaldı. Dudakları aralanınca ne kadar yakın olduğunu nefesinin yüzüme çarpmasından anlayabiliyordum.
"Abi" Kerim direkt kapıyı açıp içeri girince tabii bizi böyle halde görmeyi beklemiyordu. "Tövbe! Haşa!" Görünce panikle ne yapacağını bilmeden, önce arkasını döndü, sonra yana döndü, sonra tekrar bize döndü, tekrar arkasını dönüp duvara tırmanmaya çalıştı.
Panikle Barlas'ın kucağından kalkarak kalçama toplanmış eteğimi indirip üst başımı düzelttim. "Bir şey yok lan!"
"Abi, müsait olmadığınızı bilmiyordum. Ben çıkayım, rahat rahat işinizi yapın."
"Lan, ne işi? İş falan yok. Dön arkanı." Kerim korkarak arkasını dönünce bizi ayrı ayrı görüp rahatladı. "Beni çağırmıştın da ben..." Kekeleyerek konuşması hala olayın şokunu atlatamadığının kanıtıydı. "Kerim, Figen'in peşine adam tak. Nereye gidiyor, ne yapıyor, kiminle buluşuyor hepsini öğrenmek istiyorum."
"Anlaşıldı efendim" Kerim son kez bana bakış atıp hızla odadan çıkınca Barlas'a bakmadan ben de odasından çıktım.
🔗🔗🔗
Defne'nin anlatımıyla
"Savaş, dur hamileyim!" diye bağırdım. "Yapma!" deyince uçurumun kenarından dönüp vitesi çekti. Son anda durmuştuk. Nefes nefeseydik. "Ne?!"
O durunca soluksuz nefes almaya çalıştım. Çünkü panikden nefes alamamıştım. "Hamile misin?" dedi merakla. Gözlerinin içi parlamıştı. Çünkü çocuk sahibi olmak istiyordu, benden çocuğu olsun istiyordu. Ve bunu defalarca dile getirmişti. Fakat ben ona yalan söylemiştim, sırf ölmemek için beynim yalan makinesine dönüşmüştü. "Hayır aptal! Durman için yalan söyledim. Ölünce seni kabul edeceğimi mi düşünüyorsun?" dedim bağırarak. Çünkü korkmuştum. Savaş'ın gözü dönmüş gibiydi. Ve bizi hiç düşünmeden uçuruma sürükleyecekti. Benim ona evet demem için her şeyi yapabilirdi.
Yalan söylediğimi anlayınca hayal kırıklığına uğramış gibi gözlerini kısarak kafasını salladı. Öfkeyle arabadan inip kapıyı sertçe kapadı. Ona yalan söylediğim için kötü hissetmiştim. Çünkü bir an heyecanlanmıştı. Bu konuyla ilgili hassastı. Peşinden ben de indim. "Sen ne yaptın farkında mısın? Aklın alıyor mu?"
"Akıl mı kaldı bende?!" diye bağırdı kükrer gibi. "Ben her şey siktir edip seninle yaşamak istiyorum. Şu Taraydı, şu aileydi, şu işlerdi. Hiçbirini istemiyorum ben." Uçurumun kenarında hiçbir şey umurunda olmadan sesini herkese duyurmak ister gibi bağırarak konuşuyordu. "Sadece seni istiyorum." Öfkesini kontrol etmeye çalışıyordu. Beni kırmamak için cümlelerini seçerek kullanıyordu.
"Şu lanet olası kocaman dünyada sadece tek bir şey istiyorum ya! Çok mu şey istiyorum?!" Her şeyi gittikçe zorlaştırıyordu. Hem kendi için hem de benim için...
Evet, kızgındım. Kızgınlığım hala geçmemişti. Ama acıyordum. Ben Savaş'a acıyordum. Beni çok kırdı, çok yıprattı, canımı çok yaktı. Ama sevgisiyle iyileştirmek istiyordu. Kendisinin de dediği gibi o sevmeyi şimdi öğreniyordu. "Tamam, sakin ol."
"Olamıyorum Defne, olamıyorum. Şu dünyada beni ben yapan, beni iyileştiren tek şey senin varlığın. Ama sen bana bunu çok görüyorsun. Evet, kabul ediyorum. Hata yaptım. Defalarca seni kırdım, çünkü ben sevmeyi bilmiyordum." Gözlerindeki doluluk canımı yakıyordu. Saçının teline zarar gelse canım yanardı. Ama affedemiyordum. Yaptıkları tek tek gözümün önüne gelince canım daha çok yanıyor, ondan daha çok nefret ediyordum. Ben hem nefret ediyor hem de çok seviyordum. "Ben seni sevmekten çok korktum. Sana kapılmaktan çok korktum. Böyle hale düşmekten çok korktum. Ama korktuğum başıma geldi. Çünkü bu aşk beni mahvetti." Savaş Karakurt yenilgisini kabul ediyordu. Yüzüne bakamamıyordum, içim acıyordu. Saçları dağınık, gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Savaş dağılmıştı...
"Savaş, korkuyorum. Sakin olur musun?" Ben Savaş'ı böyle görmeye alışık değildim. Ben onu dimdik görmeye alışıktım. Bu yenilgiyi ben istemiyordum. "Savaş, sana böyle durmak yakışmıyor. Kendine gel." Artık bende sesimi yükselttim. Çünkü esen rüzgar birbirimizi duymamızı engelliyordu. Tam karşı karşıyaydık, saçlarım rüzgarın etkisiyle sağa sola savruluyordu. Birbirimize yakındık, ama ruhlarımız birbirini duymuyordu. Oysa sevişirken fısıltıyla bile birbirlerini duyan ruhlardı...
"Bu sen değilsin." Yanaklarını avuçlarımın arasına alıp gözlerinin içine kendimi bıraktım. "Bana her bakınca o gözlerindeki güven duygusuna aşık oldum, bana aşkla bakmana aşık oldum, ben bana değer vermene aşık oldum. Ben bu adama aşık değilim. Ben yenilen bir adama aşık değilim. Ben benim için savaşan bir adama aşığım ve bu sen değilsin. Kendine gel. Bu kadar çabuk vazgeçme. Ben Sarp'a çok aşık oldum..."
Kaderin ördüğü ağlar bizi öyle bir ele geçirir ki neye uğradığımızı şaşarız. Kurtulmaya çalıştıkça daha çok batarız. Tıpkı bir bataklık gibi. Yukarı çıkmaya çalıştıkça daha çok batarız. Omuzlarımızda yüklenmiş ağır yükler daha çok yorar bizi. Ama hayat oyununun asıl amacı da budur zaten. Sabreden kazanır...
🔗🔗🔗
İki gün sonra
"Seren, balonları nereye koydun?"
"Mavi balonları mutfakta bıraktım. Tezgahın üzerine bak" deyince mutfağa yöneldim. Kızlarla Seren'in evine toplanmış son hazırlıklarımızı tamamlamaya çalışıyorduk. Lösemi hastası olan çocukları ziyaret edecektik. Yaklaşık birkaç gün önce bu planı yapmıştık. Onları küçük de olsa eğlendirmek için birkaç oyun düzenlemiştik. Tabii bizde kendi karanlık dünyamızdan çıkıp çocukların masum dünyasına dahil olmak istiyorduk. Şimdi ise son hazırlıklarımızı yapıyorduk. Dördümüz de beyaz gömlek, beyaz dar kot pantolon, beyaz bir spor ayakkabı giyinmiştik. Saçlarımızı kırmızı şal ile köylü hanım gibi hanım hanımcık kapatmıştık.
"Biz hazırız" dedi Hayal Hira'nın boynuna kolunu atarak. "Biz de hazırız." Balonları şişirirken Hira kapının önünde durup bize döndü. Ve daha ne olduğunu anlamadan ortaya bombayı attın.
"Kızlar, Cesur bana evlenme teklifi etti" dedi Hira heyecanla. Seren ve ben ağzımızda balonla kalakalırken Hayal yeşil irislerini kocaman açarak elindeki balonu bağlamadan bıraktığı için balon evde bir tur atıp yere düştü. "What dedin gülüm?" Gözlerini kırpmadan Hira'yı izliyordu.
"Dün gece evlenme teklifi etti. Ben de galiba kabul ettim."
Seren'le son kalan beyin hücrelerimiz de göz göze geldi. Çünkü şaka yaptığını düşünüyorduk. Beklemediğimiz bir olay olduğu için beyin tüm işlevini kaybetmişti. "Ne dedi bu biraz önce?" Seren ağzındaki balonu çıkarmadan zar zor konuşarak bana dönerken kaşlarımı çatarak Hayal'e döndüm. "Kim kiminle evleniyor?"
"Galiba Cesur evleniyor." dedi Hayal mantığını kullanmaya çalışarak. Bizim beyinler devre dışı bırakıldığı için şu an normal düşünemiyorduk.
"Kimle?" dedi Seren hepimizden daha çok şok olduğu belli sesiyle. "Benimle evlenecek hali yok." Tüm açıklamayı Hayal yapıyordu.
"Peki kiminle evleniyor?"diye sorunca Seren devreye ben girdim.
"Benimle dedi" dedim anlamayarak. Seren gözlerini kocaman açtı. "Seninle mi evleniyor? Kızım, sen Savaş'la beraber değil misin?"
"Hayır, benimle" dedi Hayal açıklamaya çalışarak. "Hani şahs bakımından yani."
"Kaç kişiyle evleniyor bu adam?! Hepinizle aynı anda mı?!" Seren ağzındaki balonu çıkarıp havaya bırakınca balon da tıpkı onun gibi çıldırarak evde tur attıktan sonra sert bir iniş yapmıştı.
"Ay kafayı yiyeceğim. Kızlar, biz evleniyoruz." Hira artık anaokul çocukları gibi konuyu anlamaya çalışmamıza dayanamadı.
"Kiminle?!" dedik üçümüz de aynı anda. "Cesur'la ben evleniyoruz."
"Bana alttan alttan sıcaklık geliyor. Normal mi?"
Seren daha olayı sindiremiyordu. Elini sallayarak yelpaze yaparken, Hayal bir bardak su alıp yanımıza geldi. Tabii en vahim durumda olan Seren olduğu için ona vereceğini düşündük. Fakat kız onun gözünün önünde suyu kafasına dikti.
"Yok yok tansiyon kalkıyor, en fazla geberip gidersin bir şey olmaz." dedi Hayal boş bardağı masaya bırakarak. Hepimiz Hayal'e aval aval bakarken bir anda Hira'yı hatırlamızla gereği geri dönüş yaptık.
"Hira, delirdiniz mi? Ne ara oldu bu? Neyi kaçırdık kızım biz?" dedim panikle. Çünkü bunun başka bir açıklaması olamazdı.
"Yoksa hamile misin?" diye Hayal sorunca Seren bayılacak gibi oldu. "Ay bu günleri de mi görecektim? Namus elden gidiyor!"
"Hayır, hamile falan değilim. Dün gece konuştuk. Karar verdik. Yani sizin de haberiniz olsun istedim."
"Ayh sağdan soldan bana geliyorlar." Seren yine bayılacak gibi kendini bana yaslarken Hayal kolundan tutup kendine getirmeye çalıştı.
"Seren, bir sakin ol" dedim bunalarak. "Hira, bu evlilik çocuk oyuncağı değil."Kime sinirleneceğimi şaşırmıştım.
"Biliyoruz. Ama ortak kararımız."
"Ay bir de ortak kararımız diyor. Tutun beni dalacağım bu kıza." Bir kolundan Hayal diğer kolundan benim tutamama rağmen çırpınarak kurtulmaya çalışan Seren delirmiş durumdaydı.
"Bir sakin olun ya. Zaten çok tedirginim." dedi Hira çocuk gibi suratını düşürerek. "Bir zahmet tedirgin ol Hira'cığım. Pat diye evleniyorsun. Ben tedirgin olacak değilim. Sen tedirgin ol bi zahmet." Hayal azarlayınca hemen araya girdim. "Sen kime diyorsun pardon? Sen pat diye sevgili olmadın mı Alp'le?" Hayal yeşil gözlerini kocaman açınca Seren yine bayılacak gibi olmuştu. "Ay hatırlatma. Kalpten gideceğim."
"Sana ne oluyor? İki gün gördüğün adama pat diye aşık oldun!" dedim Seren'e. Hepsinin ilişkisi anormal şekilde gelişmişti. Evet, Hira'nın ilişkisi hepsinden daha sertti ama diğerleri de hiç masum değildi. "Aranızda en normal ilişki yaşayan benim." Omuzlarımı dikleştirip kendimden emin tavırla sırtımı sandalyeye yasladım. En azından normal nişanım, kınam, düğünüm olmuştu. Her şey yerine adetine göreydi.
Üçü de bana her an dalacakmış gibi bakmaya başladı. "Tabii canım, kesinlikle en normali sensin" Hayal'in sinirle gözleri kısıldı. "Zaten herkes gidip katil olduğunu bildiği kişiyle evleniyor."
"Tabii canım" dedi Hira imayla. "Herkes zaten katille aynı evde yaşıyor. Normal canım yani."
"Aynen aynen herkes sevdiği adamın başka kadınla olan düğününe gidip evlenme teklifi alıyor, ha bir de o evlenme teklifini osmanlı tokadı eşliğinde reddediyor." Seren böyle söyleyince gerçekten olduğum durumu çok garipsedim. İçinde olduğum sürece böyle düşünmemiştim. Ama dışarıdan bakınca garip görünüyormuş. Hatta bayağı anormal görünüyormuş.
"Yalnız katil olayına katılmıyorum. Savaş katil değil."
"Döndük yine başa" Hayal elini alnına vurdu. "Ayrıca katil olsa dahi sizinkiler de katil. Yani hepsi Taradan. Hatırlatırım." Gerçekten savunmam şaka mı?
Seren onaylayarak başını salladı. "Aynen aynen" deyip geçiştirdi. "Bir şey soracağım. Çok mantıklı bir soru."
"Sor."
"Biz niye normal insanlarla birlikte değiliz? Hani mühendis olur, öğretmen olur, masum bir insan olur." Evet, doğru. Hem de dosdoğru. Çok çok doğru. Niye normal insanlarla ilişki yaşamıyoruz da gidip seri katillerle pardon suçlularla birlikte olup bir de manyak gibi onlara aşık oluyoruz?
"Yalnız Alp çeyrek katil. Çünkü Savaş'ın sağ kolu yani bu olaylar onunla ilgili değil. Daha çok onun getir götürünü ve pisliğini temizleyen Cesur."
"Ne?!" Hira şok içinde Hayal'e dönerek. "Cesur onun getir götürünü yapsa da önemli kararın kimin vermesi. Bu da tabii ki Savaş'ın işi. Savaş söylemezse Cesur yapmaz öyle değil mi?"
Gözler bana dönmüştü. Çünkü elebaşı benim ex kocam oluyordu. "Tamam, fikir Savaş'ın olabilir. Ama Savaş Cihangir'le ortak. Yani Cihangir Savaş'ın kararını kabul etmese Savaş düşünür en azından öyle değil mi?" Defne, sen bu durumlara da mı düşecektin?! Pes gerçekten!
"Kızlar, bilmem farkında mısınız şu an hangisinin daha az suçlu olduğuna karar vermeye çalışıyoruz. Sizce bu normal mi?" Seren yine çok mantıklı bir cümle kurmuştu. Evet, hiç normal değil. Peki biz normal miyiz?
"Hayır!" dedik yüzümüzü buruşturarak. "Ya biz niye böyle bokun içine girdik lan?!" dedi Hira suratını asarak. Gerçekten çok vahim durumdu. Şu an farkına varıyorduk. Biz bunca zaman suçlularla oturup kalkıyormuşuz.
🔗🔗🔗
Savaş'ın anlatımıyla
Cesur hepimizi sırayla koltuğa oturtmuş tam karşımızda heyecanla duruyordu. Hadi her şeyi anladım da Alp'in burada ne işi var onu anlamadım. "Ne diye topladı bizi buraya?" diye Alp Cihangir'e sorunca Cihangir omuz silkti. "Bilmem, sihirbazlık gösterisi yapacak sanırım."
Cesur ise hala heyecanını düzene sokmaya çalışıyordu. "Ben çok önemli bir karar aldım." Alp ve Cihangir göz göze gelirken ben tek kaşımı havaya kaldırdım. "Nedir?"
"Galiba cinsiyet değiştirecek" dediğinde Alp Cihangir'le kıkırdamaya başlamıştı. Cesur Alp'e kızdı. "Çoban susar mısın lütfen?" Cesur Çoban'a ters ters bakınca Çoban kendini toparladı. "Tamam dinliyoruz seni dostum."
"Biz Hira'yla evlenmeye karar verdik." Bir dakika! Ne?! Nasıl?! Ne oluyor?! Neyi kaçırdım ben?!
Hepimiz aynı anda donakalmıştık. Çünkü hiç beklemediğimiz bir haberdi. Hatta hiç ama hiç beklemediğimiz bir haberdi. "Ne diyor bu lan?!" dedim şok içinde Cihangir'e dönerek. "Evlenmek mi dedi ben mi yanlış anladım?"
"Hepimiz mi yanlış anladık?" diye sordu Alp doğrularak. "Hayır, evlenmek diyor da. Acaba kafasını bir yerlere mi çarptı?" Kesin çarpmıştır. Bunun başka bir açıklaması olamazdı.
"Cesur, evlenmek nereden çıktı? Siz sevgili oldunuz da mı evleniyorsunuz?" diye sorunca Cesur daha çok tedirgin olmuştu. "Hayır, ama biz ciddi düşünüyoruz." Yok artık! Bu kadar ciddi düşünen erkek var mıydı ya? Ben yok diye biliyorum.
"Evlenecek kadar ciddi düşünemezsin değil mi?" Alp hala şaşkındı. "Hani nişanlı olacak kadar evet ama direkt evlilik. Bana çok garip geldi." Evet, çok şüpheli bir durum söz konusuydu.
"Lan, yoksa kızı hamile mi bıraktın?!" Cihangir panikle ayaklandı. Nihayet mantığını devreye sokan birisi olmuştu. Evet, böyle bir ihtimal de olabilirdi. "Böyle bir şerefsizlik yapamazsın değil mi?"
"Ya hayır" dedi Cesur panikle. "Ne alakası var? Hamile falan değil. Biz işi yokuşa sürmek istemedik. İkimiz de birbirimizi seviyoruz. Niye uzatıyoruz ki?"
"Mal, siz yokuşa değil, direkt uçuruma sürüyorsunuz. Daha birbirinizi bile doğru düzgün tanımıyorsunuz." dedim ayağa kalkarak sinirle. Bunlar neye bu kadar acele ediyorlar anlamıyorum. Hayır, genelde kadınlar evlilik için acele ederler ama bunlar resmen uçuyorlar.
"Bunların sonu Müge Anlı'da bitecek gibi hissediyorum hadi hayırlısı" dedi Cihangir imayla. Cesur bizi böyle gördükçe daha çok sinirleniyordu, ben olmasaydım kesin ortalığı koparırdı da şimdi sesini çıkaramıyordu.
"Ya abi tanıyoruz yeteri kadar. İki üç yıl takılıp da ne yapacağız? Evlenince daha iyi tanırız."
"Bu da benim yengem gibi konuştu ha!" Cihangir imayla bana baktı. "Evlenince seversin gibisinden."
"Cesur, evlilik çocuk oyuncağı değil. Biliyorsun değil mi?" dediğimde Cihangir kahkaha attı. "Dedi öldüreceği kızla evlenip üstüne kıza aşık olan adam."
Sinirle gözlerimi devirdim. Ne kadar itiraf etmesem evet böyle garip bir durum araya girmişti. Öldüreceğim kıza aşık olup bir de karım yapmıştım. Daha doğrusu ben değil de kendisi yapmıştı. Vay be! Defne'nin oyununa iki kere gelmişim ben. Normalde bana tuzak kuranları hemen fark ederdim ama Defne'yi asla görememişim. Gözümün önünde tüm işini halletmiş resmen. Bakışlarım bileğimdeki saate kaydı. Onun hediyesi olan saatti. Kendi kendime hafifçe gülümsedim. Ava giderken av olmak bu olsa gerek...
"Sen kime diyorsun acaba?" diye Alp araya girdi. "İlk görüşte hoşlandığı kızın içki içtiği adamı günlerce arayan adam, bu eminlik nereden?" Çüş! Lan, bunlar benden de manyak!
"Hatırlatma, hala bulamadım herifi. Ayrıca komiserim, siz de pat diye aşık olup günlerce kızı takip edip, yetmezmiş gibi kızın oturduğu evi almışsınız sırf size kira ödesin diye. Sizde nereden bu eminlik?" Öh oğlum! N'oluya lan! Neler kaçırmışım ben?!
"Ve bu kadar anormal ilişki içerisinde en garip ilişki benim öyle mi?" dedi Cesur bana dönerek. "Biz iki aydır takılıyoruz zaten. Tamam çok erken ama ben bu ayrılıp barışma muhabbetine girmek hiç istemiyorum. Sağolsunlar Savaş'la Defne'den yeteri kadar gördük."
"Konu nasıl Defne'ye geldi şu an?" diye merakla sorunca Cihangir kahkaha attı. "Gerizekalı, konu Defne'ye gelmedi. Sen Defne ismini cımbızla çıkarıyorsun cümleden. Başımıza hanımcı oldu bu da." Yok ya o kadar da değil. Ne hanımcısı? Benim bir duruşum var değil mi?
"Abi, ben ciddiyim. Hatta size söyledim çünkü ailemin olmadığını biliyorsunuz." dediğinde sesindeki hüznü hissetmemek mümkün değildi. "Ve Hira'yı istemeye sizinle gitmek istiyorum."
Cesur yurtta büyümüş bir çocuktu. Ailesi yoktu. Ve onunla altı sene önce tanışmıştık. Babamın sağ koluydu. Fakat sonra işleri elime alınca Cesur'u da yanıma almıştım. Ve sadık adamlarımdan birine dönüşmüştü. Bu yüzden onun tek ailesi bizdik. Bizden başka kimsesi yoktu. Bizim de ondan başka sadık arkadaşımız ve adamımız yoktu. Bunca sene gözüm kapalı ona güveniyordum ve asla güvenimi boşa çıkarmamıştı. Ancak son olaylar darbesini ona da vurmuştu. Alp gibi o da benim olmadığım süreçte babamla çalışmıştı. Cesur'a da kızmıştım, hatta ağzıma geleni söyleyip kovsam da yanımdan ayrılmamıştı. "Ya silahını çek beni vur ya da ya da yanında kalmama izin ver" demişti. Onu vuramazdım. Ama yanımda kal da demedim, kendisi kalmıştı. Tabii öfkem hala geçmemişti ama artık zaman geçtikçe bu değişiyordu. Sürekli gözümün önünden gitmeyen, hep yanımda olan adama uzun süre öfkeli kalamıyordum.
"Beyler, ben çevireyim." Cihangir Cesur'un önüne geçip kollarını iki yana açarak sanki program sunuyormuş gibi konuşmaya başladı. "Şimdi bu gerizekalı diyor ki ben yeteri kadar boka battım, hadi gelin birlikte daha çok batalım. Lan, kızın babası sana kızı verecek mi? Ne diyeceğiz? Oğlumuz çok güzel adam öldürüyor mu diyeceğiz?"
"Cihangir, Cesur'un bir işi var zaten. O bir polis hatırlatırım, senin gibi işsiz değil." Alp Cesur'u korumaya geçince dudaklarım ince bir çizgi halini almıştı. Onların dostluklarının güçlü olduğunu biliyordum. "Canım, benim otellerim var ya hani? Resort oteller hem de. Otel işletmeciliği okudum ya hani? İşimizin başındayız." Kollarını göğsünde birleştirip omuzlarını dikleştirdi.
"Öyle mi? Ben şimdiye kadar boş boş takıldığından başka bir şey göremediğim için unutmuşum." Cihangir ve Alp çatışmaya başlayınca yüzümü avucumun içine alıp derin bir nefes aldım.
"Aşk senin gözünü kör ettiği için görmemişsindir."
Cesur'un yüzü düşmüştü. Üzgün ifade yerini alınca boğazımı temizledim. "Sen Hira'yı gerçekten çok seviyor musun?" diyerek konuyu değiştirdim.
"Evet" Gözlerindeki kararlığı görünce rahatlamıştım. Cesur'un diğerlerinden farkı hep söylediği her cümleye sadık olmasıydı. Yapamayacağını düşünürse, ya da küçücük bir ihtimal olsa asla o yola girmezdi. Benim gibi öfkeli, Alp gibi inatçı, Cihangir gibi dengesiz değildi. Sakin bir kişiliği vardı. Ve elini kaldıramayacağı taşın altına koymazdı.
"Tamam eğer kararından eminsen, onu üzmeyeceksen, bir hevesten ibaret değilse geliriz senin için kızı isteriz. Ama ben onu üzdüğünü görürsem, karşında dururum Cesur."
🔗🔗🔗
Defne'nin anlatımıyla
Kızlarla hastaneye geldiğimizde hazırlıklara başladık. Biz bahçeyi süslerken, diğer hemşireler çocuklar için özel olarak hazırlanmış ikramlıkları tabakları yerleştiriyordular.
"Hazırlıklar tamam. Çocukları alabiliriz" dedim müdüre hanıma. Bunun üzerine müdüre hanım hızlıca içeri girdi. Hepimiz çok heyecanlıydık. Çünkü ilk kez böyle bir organizasyon yapıyorduk. Sırf çocuklar eğlensin diye. Tabii tüm bunlarla beraber hepimiz Lösev'e bağış da yapmıştık. Tabii dersiniz şimdi diğer zenginler gibi davet düzenleyip toplanan parayı da bağışlaya bilirdiniz. Ama biz çocuklarla iç içe olmak istedik, onlarla oyun oynamak ve eğlenmek istiyorduk. Bu fikir ise Hayal'den çıkmıştı.
Çocuklar dünyanın en güzel varlıklarıydı. Onlar güldükçe bu dünya dönmeye devam edecekti. Biz de bugün onları güldürmek için buradaydık... Çocuklar hepsi yerini alınca heyecanımız ikiye katlanmıştı. Önce çocuklarla beraber şarkı söyleyecektik. Sonra da onlarla birlikte oyunlar oynayacaktık.
Mikrofonu elimize alıp kürsüye çıktık. Ve şarkı çalmaya başladı. Şarkı çalmaya başladığı anda yüzlerindeki gülüş bir güneş gibi doğarak kalbimizi ısıtıyordu.
Gün güzel güneş parıldıyor
Sihirli bir yolun başındayım
Korkmuyorum ki her şey çok güzel
Çünkü arkadaşlarımlayım
Kızlarla sarıldık.
Yerimizde zıplayarak dans ederek şarkı söylemeye devam ettik.
"Hayaller gerçeklerden
Çok da uzak değildir bazen " Hayal kürsünün kenarına yaklaşıp küçük bir erkek çocuğunu kürsüye çıkardı.
"Prensesler kahramanlar
Bence hepsi aramızdalar"
Çocukların yüzündeki gülüşü gördükçe daha çok mutlu olup daha hevesle şarkıyı söylüyorduk.
"Masallar kadar güzel bir hayalin ortasındayım" Hira kız çocuğunu kürsüye çıkarıp elinden tutarak dans etmeye başladı.
"Arkadaşlarım pembe mavi düşlerim ve ben"
Bir oyun bahçesi rengarenk çiçekler
Sen de gel hadi hep beraber oynayalım mı¿"
"Hadi çocuklar, eğleniyor muyuz?"
"Evet!"
Şarkı fastı bittikten sonra farklı farklı birbirinden eğlenceli oyunlar oynamaya başladık. Çocuklarla vakit geçirmek dünyanın en güzel terapisi olabilirdi. Onların masum gülüşleri, sıcak kalpleri olduğumuz dünyanın sanki sadece pembeden ibaret olduğunu gösteriyordu. Başka hiçbir renk yoktu, sadece pembe vardı. Sadece iyilik, sadece mutluluk, sadece sevgi varmış gibi huzurlu. Biz onları onları, onlar da bizi çok sevdiler...
Hastaneden ayrılınca müdüre hanım ve yardımcısı bize teşekkür etmişti. Hatta bu yaptığımız etkinliği sosyal medyada yayımlamak istediklerini bildirdiler. Tabii biz de sorun olmayacağını söyledik. Onlarla ve çocuklarla vedalaştıktan sonra arabaya doğru ilerlemeye başladık.
"Kızlar, bir şey söyleyeyim mi? Ben hayatımda hiç bu kadar eğlenmedim." Seren kolunu Hira'nın boynuna attı. "Çocuklar çok güzeller."
"Evet, çok tatlıydılar."
"Şimdi ne yapalım?" diye sordum merakla. "Gecelere akmaya ne dersiniz?" Hayal cesur bir cümle kullanmıştı. Ve ben en son geceye aktıktan sonra başım büyük belaya girmiş, Savaş'ın gelmesiyle kurtulmuştum. Sonra tabii o malum şey olmuştu. "Bence harika olur" dedi Seren heyecanla yerinde zıplayarak. Hira ise burun kıvırdı. "Bilemiyorum ya." Açıkçası ben istiyordum da birazcık tırsıyordum.
"Bana bak, Cesur için bu eğlenceden vazgeçersen yemin ederim kafanı patlatırım senin." Seren'in öfkelendiğini görünce tabii sesimi çıkarmadım.
"Kızlar, itiraz istemiyorum. Birkaç kadeh içip geleceğiz."
Tam o sırada "Defne," diye arkadan Serap'ın sesini duydum. Başımı çevirdiğimde "Durur musun? Ben bir şey konuşmak istiyorum." diyerek yanıma geldi. Seren ve Hayal Serap'ı tanıyordular. Hatta Seren bizzat kendisi onu hapise atmıştı. Hira ise konuşmalardan tanıyordu. Seren yanıma gelip "kalayım mı?" diye sorunca başımı iki yana salladım.
Ve kızlara kısa bir bakış atınca kızlar "biz arabada seni bekliyoruz" deyip bizi yalnız bıraktılar. Kızlar gittikten sonra Serap biraz daha yaklaşarak önümde durdu.
"Ne istiyorsun?" dedim kollarımı bağlayarak. "Halil ile olan geçmişini duydum. Ben gerçekten çok üzgünüm. Böyle bir şey yaşadığını bilmiyordum."
"Niye üzgünsün? Böyle bir şey yaşadığım için mi üzgünsün, yoksa bana daha çok acı yaşattığın için mi?" Kafasını kaldırıp dudaklarını büzdü. "Bak, beni suçluyorsun ama çok şeyi bilmiyorsun Defne. Ben o kızı öldürmedim. Ben sandığın gibi bir katil değilim."
Sandığım gibi bir katil değilmişmiş. Gözlerimi kamera kaydını görmesem neredeyse inanacaktım. "Yalanların çok tanıdık geldi. Daha birkaç ay önce söylediğin yalanları tekrarlıyorsun şu an."
"İnanmayacağını biliyordum zaten. Israr etmenin bir anlamı yok. Neye inanmak istiyorsan ona inan. Ama benden sana bir tavsiye. Ben senin yerinde olsaydım, Savaş'ın yanından ayrılmazdım."
Neden bahsediyordu? Neden böyle bir şey söyledi?
"Ne demek istiyorsun?"
"Halil'i şu kadar tanıyorsam asla durmayacak. Hatta daha kötüsünü yapacak. Savaş'ın yanında olman en iyisi." İmayla güldüm. Kim kime akıl veriyor? Bir de beni düşünüyormuş gibi yapması yok mu? Şaka gibi ya.
"Sen benim iyiliğimi düşünemezsin. Sen beni tehlikenin içine atarak kendini kurtarmaya çalıştın. Nasıl bir rahatlıkla gelip de bana tavsiye verirsin?" Sinirlerim beynime toplanmaya başlarkenm, öfkenin verdiği hisle karnımda ateşten bir top oluşmuştu.
"Evet, yaptım. Çünkü Savaş'ın seni öldürmeyeceğini biliyordum. Bak yanılmamışım işte. Bir de gidip adamla evlendin. Görüyor musun?"
Kulaklarıma inanmıyordum. Hem suçlu hem de üste çıkmaya çalışıyordu. "Ya sen manyak mısın?!" Üzerine doğru yürüyünce beni ittirdi. "Bir adım daha atma. Yoksa kötü olur." Bir de tehditler savuruyor. Beni korkutacağını mı sandı gerçekten? İnanılmaz!
"Ya ben bu zamana kadar neler yaşadım, senin haberin var mı? Benim hayatımı altüst ettin sen!"
"Gerizekalı, sana kaç kere söylemem gerekiyor? SAVAŞ MASUMLARI ÖLDÜRMÜYOR VE SEN DE MASUM OLDUĞUN İÇİN SANA DOKUNMAYACAKTI!"
"Ya öldürseydi? Ya bana zarar verseydi?"
"Ben buna izin verir miydim sanıyorsun?"
"Manyak, beni kendin attın ya onun kucağına!"
"Hay Allahım. Kafayı yiyeceğim! Salak, Savaş'ın seni öldürmeyeceğini bildiğim için onun önüne attım. Savaş sana dokunamazdı. Babana can borcu vardı. Ayrıca dokunmasına izin vermezdim. Çünkü Savaş'ın peşine adam takmıştım. Zarar vermeye kalkarsa adam engel olacaktı. Ben bu kadar düşüncesiz miyim sence? Kendimi kurtarmam gerekiyordu. Pişman mıyım? Evet. Ama bu artık hiçbir şeyi değiştirmez." Sesimiz boş sokakta yankılanırken etraftaki insanların bakışları üzerimizde dolaşıyordu. Göz ucuyla bakıp tekrar işlerine dönüyordular.
Kafamı ellerimin arasına alıp arkamı döndüm. Serap'ı benden kimse tanımıyordu. Küçükken omuzlarına yüklenen ağır yükleri tek başına kaldırmıştı. Her şeye rağmen dostluğumuz asla bitmemişti. Ona olan öfkem aslında onu çok seven kalbimi kırmasıydı. Kendi için yapmıştı, çünkü etrafında onun için bir şey yapan kimse yoktu. Ama keşke her şeyi baştan sona bana anlatsaydı da ona yardım etmeme izin verseydi. Belki de her şey çok farklı olurdu. Tüm bunlar yaşanmamış olurdu.
"Senin bu kadar şeyi yapıp da sonra üste çıkmaya çalışmanı anlamıyorum."
"Üste çıkmıyorum, açıklamaya çalışıyorum. Ama senin anlamak istemediğini anlamıyorum."
"Güzel, ikimiz de birbirimizi anlamıyoruz. O yüzden konuşmanın anlamı da yok."
"Tamam bana düşman olmak mı istiyorsun?" Hayır Serap. Ben seninle düşman olamazdım. Canımı daha çok yakma! Gözyaşlarım yanağımdan aşağı doğru kayarken elimin tersiyle acımasızca sildim. "Ol. Ama şunu unutma. Ben hayatımda ilk defa kendimi düşünmek istedim. Kendimi kurtarmak istedim."
"Bunun için de beni harcadın?"
"Harcandın mı? Gidip Savaş'la evlenmişsin. Zaten ben olmasaydım da evlenecektiniz. Şimdi de birbirinizi seviyorsunuz. Sonuç? Biz dağıldık. Her şey yolunda ama yolunda olmayan tek şey bizim arkadaşlığımız."
"Çok büyük bir hata yaptın!" Öfkeyle ona doğru gidip onu geriye ittirdim. "Nefret ediyorum senden! Bizi parçalayan sensin!" Bağırıyordum, ses tellerimin zarar görmesini umursamadan, boğazım yırtılırcasına bağırdım. Öfkesi iliklerime kadar işliyordu.
"Ben robot değilim Defne!" O da benim gibi bağırınca duraksadım. Beni ittirdi ve parmaklarını öfkeyle saçlarına geçirdi. "Artık yeter! Ben de hata yapıyorum! İnsanım ben insan! Artık bunu görün." Kıpkırmızı olmuş gözlerinde yıkılan koca bir şehir görmüştüm. Aynı benim gibi. Gözlerinin ardında yıkılan bir şehrin enkazı kalmıştı.
"Hatta sen bile hata yaparsın Defne" yüzünün aksine çıkan fısıltılı sesi soluğumu kesmişti.
"Ama ben sevdiklerimin canını acıtacak kadar hata yapmam."
Arkamı dönüp arabaya doğru giderken arkadan seslendi. "Bundan emin olamazsın Defne." Arabaya binip kapıyı kapattım. Hiç beklemeden arabayı çalıştırıp uzaklaştım.
Öfkeliydim, ağlamak istiyordum. Saatlerce, günlerce çığlık atarak ağlamak istiyordum. Can dostumla düşman olmak kadar canımı daha çok acıtan bir şey olamazdı. Düşünsenize, birlikte büyüdüğünüz kendinize kardeş sandığınız insan bir süre can düşmanınız oluyor. Sizi kalbinizden bıçaklıyor. İnsanın sevdiğini kaybetmesi ne acı? Bunca sene sandığın insanın aslında doğru insan olmadığını öğrenmek... Yanılmak ne acı verici...
"İyi misin aşk böceğim?" Hayal ön koltuktan bana dönüp şakaklarımı avuçlarının arasına alınca gözyaşım avuçlarının içine kaymıştı. Arabayı kenara çekmiş sessizce yolu izliyordum. "İyiyim" Buruk gülümsemem her zamanki gibi yerini almıştı. "İyi olacağım."
"İhanet etmesinden çok arkadaşlık ilişkinizin bitmesine üzülüyorsun, bunu görebiliyoruz. Sen onu affetmek istiyorsun, ama gururun izin vermiyor." Seren sanki kalbimin içindeydi ve hissettiğim her şeyi cümleye çeviriyordu. Evet, öyleydi. Onu affetmek istiyorum. Ama yaptığını unutmak zordu. Benim bu hale gelmemde onun da imzası vardı.
"Her şeyi yakıp kül ettik. Ardımızda sadece bıraktığımız geçmişin külleriyle kalakaldık." Belki de ben de hata vardı, onu görmedim, duymadım. Hayal'in dedikleri teker teker beynimde dönüp duruyordu. Hayal bana onu görmediğimi sadece kendi problemlerime odaklandığımı söylerken ona çok kızmıştım. Şimdi de Serap aynı durumu yaşıyordu. İkisi de kendini kurtarmak için bir adım atmıştı. Ben gerçekten bencil bir insan mıyım?
***
"Hastaneden çıktığımızdan beri arkadaki siyah araç bizi takip ediyor." Seren sakince söylediği cümleyle herkes arkaya bakınca ben dikiz aynasından baktım. Söylediği cümlenin ardından herkes arkaya dönerken ben aynadan arkaya baktım. Evet, hiç fark etmemişim. Bu araç uzaktan bizi takip ediyordu.
"Kim bu? Bizimkilerin arabası değil." Aklıma o an direkt Kuzey gelmişti. Ama bu aracı kullanan adamları Kuzey'in adamları da değildi. Gittikçe panik olmaya başlamıştım. Fakat kızlara belli etmiyordum. Çünkü onlar daha çok paniklerdi. "Tamam, sakin olun." Gaza basıp hızla ondan uzaklaşmaya çalışınca onları fark ettiklerimizi anlayıp aradaki mesafeyi azaltmaya çalıştılar.
Ve bir araba üç araba oldu. Meğerse arkadan takip ediyorlarmış. Biri sağdan, biri soldan, birisi ise arkadan sıkıştırmaya başlayınca artık sakinleşmek için fazla geçti. Hepimiz paniklemiştik. "Defne, dikkatli ol!" diye Hira arkadan bağırdı. Virajlı sokak olması işi daha çok zorlaştırıyordu. Direksiyonu sıkıca tutmuş, onlardan kurtulmaya çalışıyordum.
Arabalar arabama yaklaşınca gaza tekrar bastım. Ama onlar da hızlıydı. Sürekli yetişip sıkıştırıyordular. Kaza yapmamız için ellerinden geleni yapıyorlardı.
"Savaş'ı arayın!"diye bağırdım sonunda. "Birini arayın hemen!"
"Defne, dikkatli ol!" diye Hayal bağırınca daha çok paniklemiştim. Hız artıkça tehlike de artıyordu. Sakin Defne. Sakin. Her şey yolunda olacak. Panik olmam işi daha çok zorlaştırır. Sakin ol.
"Arıyorum hiçbiri açmıyor." Hira sürekli birilerini aramaya çalışıyordu arkadan. Kalbim göğsümde değil ağzımda atıyordu. Sürekli dikiz aynasından arkayı kontrol ediyordum.
Tam o sırada arabalarından biri önümüzü kesti. Ve dönüp tam önümüzde durunca frene basıp durmak zorunda kalmıştım. Etrafımız bir sürü arabayla çevrilmişti. Gözlerimi kocaman açarak dudaklarım aralandı. Korkuyorduk, hem de hiç olmadığı kadar.
"Ne olacak?" dedi Hayal ağlamaklı sesiyle. Sonumuzu tahmin etmek zor değildi. Bu adamlar başkaydı. Ne Savaş'ın ne de Kuzey'in adamları değildi. Siyah takımlı adamlar silahlarını çıkararak bize doğrulttuklarında ellerimizi tuttuk. Ölüm adım adım bize yaklaşıyordu...
Yazarın anlatımıyla.
Tara uzun zaman sonra tekrar toplantı yapmak için toplanmıştılar. Fakat bu kez bu toplantıya Barlas da bizzat katılmıştı. Çünkü Ziya'nın yaptığı her şeyi gün yüzüne çıkarmak istiyordu, ondan hesap sormak istiyordu. Tam Ziya ağzını açıp bir şey diyecekken
aniden içeri Miran girmişti. "Efendim, acil durum!" Ziya öfkeyle ayağa kalktı. "Ne bu cüret?! Toplantıdayız görmüyor musun?"
Miran ise onu dinlemeden Cihangir'e döndü. "Efendim, Defne hanım ve arkadaşları bugün Löseve gitmişlerdi."
"Evet, bunun nesi acil?" Cihangir kaşlarını çattı.
"Efendim, dönüş yolunda arabaları bulunmuş. İçinde kimse yok. Ve..." O susunca herkes panikle ayaklandı. Miran gözlerine bakamıyordu. "Ne oldu Miran?! Taksit taksit söyleme." Cesur yakasından tutup kendine çekince "Arabada kan izleri varmış." O an tüm yükler Savaş'ın omzuna yüklenmiş gibi olmuştu. Çöktü, kulaklarına inanamıyordu. Defne'ye bir şey olma ihtimali yıkmıştı.
"Ne?!" diye Cihangir telaşla ayaklandı. "Ne diyorsun sen?!" Masayı devirip Miran'ın üzerine yürüdü. Miran korkuyla geri çekilse de Cihangir'in elinden kurtuluşu yoktu.
"Maalesef hiçbirinden haber alamıyoruz. "
"Ne demek haber alamıyoruz lan?!" Cihangir Miran'ın yakasından tutacakken Cesur araya girip onları ayırmaya çalıştı. Miran geri çekildi. "Ne demek bilmiyorum ulan! Bilin ulan! Onları bulun!" Cihangir'in gözleri aniden dolmuştu. Kaybetme korkusu yine hayatının bir noktasında onu buldu. Seren'i kaybetme korkusu onu delirtiyordu. Korkutucu ihtimali düşünmek istemiyordu. Cebinden telefonu çıkarıp açınca Seren'in defalarca onu aradığını fark etti. Dudakları şaşkınlıkla aralandı. Seren ona ulaşamamıştı....
Tekrar Seren'i aramaya kalktı. Ama telefonu açmıyordu. "Açmıyor telefonu!" Bir çocuk gibi kaşlarını hüzünle çatarak Savaş'a döndü. Savaş hala şoktaydı. Başını eğmiş donmuş halde masayı izliyordu.
"Telefonları arabada çünkü." Miran üzgün ifadeyle başını önüne eğdi.
Barlas şaşkınlıkla kaşlarını çattı. "Kaçırılmış olmalılar. Ama kim yapar ki bunu?"
Tam o sırada Barlas'ın adamı Kerim içeri girdi. "Barlas bey, Serap hanımdan haber alamıyoruz. Sabah evden çıkmış hala dönmemiş."
"Ne?!" Barlas'ın bakışları aniden Savaş'a kaydı. Savaş başını kaldırıp ona sarsılmış gözlerle bakan Barlas'a döndü. Bir oyunun içine düşmüştüler. Yine...
"Arabasında bir telefon bulduk. İçinde bir video vardı." Kerim hemen telefonu açıp masaya bırakınca herkes başına toplandı.
"Herkese merhabalar beyler." Videoda Halil Kantar vardı. Kırmızı duvarın önünden siyah büyük bir koltukta oturmuş kollarını koltuğun kolluklarına dayamıştı. "Halil?" dedi Savaş dişlerinin arasında tıslayarak. "Hayır!" Endişesi çığ gibi büyüyüp kalbini ezerken ruhu sanki ızdırap içinde bedeninde sıkışıyordu.
"Bu videoyu izliyorsanız büyük ihtimalle kızların kaçırıldığını anlamışsınızdır. Panik yapmayın yahu. Kızlar benimle merak etmeyin." Şeytani yüzünde yerleştirdi gülüşünü. "Onları uzun bir süre misafir edeceğim. Tabii neden böyle bir şey yaptığımı merak ediyorsunuz. Hemen söyleyeyim. Çünkü size acı çektirmek istiyorum. Ben acıdan zevk alıyorum Savaş. Barış gibi sen de sevdiğin kadını kaybedeceksin. Hem de gözünün önünde olacak. Nasıl mı? Sana videosunu yollarım merak etme. Neyse ki teknoloji gelişmiş. Ya da canlı canlı konuşsak mı? Neyse düşünürüm artık!" Savaş öfkeyle masaya elini vurarak "hayır!" diye kükredi. "Defne'ye bir şey yaparsan, saçının teline zarar gelirse seni kafanı bedeninden ayırırım ulan!"
O sırada sanki olacakları tahmin edecekmiş gibi Halil kahkaha attı. "Evet, yaparsın kesin. Diğerlerini neden kaçırdım? Çünkü sana yaşattığım acının en kötüsünü Defne'ye yaşatmak için. Arkadaşlarını tek tek gözünün önünden ölürken, cansız bedenleriyle günlerce aynı odada kalmasını sağlayacağım." Cesur öfkeyle bağırarak kapıya sert bir tekme atınca Cihangir duvarı yumruklamaya başladı. Sevdikleri kadınlar ölecekti... Hem de gözlerinin önünde.
"Ulan, piç!" Cihangir aklını kaybetmiş gibi bağırarak telefondan Halil'e döndü. "Seren'in saçının teline zarar gelse seni o parmaklarını teker teker keser sana yediririm ulan!"
Barlas öfkeyle yumruğunu sıktı. Serap için endişeleniyordu, delirmişti. Kafasının ellerinin arasına alarak odanın içinde volta atmaya başladı. Halil gibi bir caninin elinde kadınlar vardı ve hiç iyi şeylerin olmayacağını biliyordu.
"Yıllar yıllar önce ben Defne'yi ve Hayal'i kaçırmıştım. Tabii onlara türlü türlü işkenceler uygulamıştım. Zevk veriyordu biliyor musunuz? Tabii o zaman ikisi de çocuktu. İstediklerimi yapmak için küçüktüler." Bu cümleyi duyduğu anda Barlas arkasını döndü. İnanmak istemiyordu. "Hayır" dedi sakince. "Yapamaz" emin olmak için Cihangir'in gözlerine baktı. Gözleri kıpkırmızı olmuş Cihangir öfkeyle ve hüzünle karışık duyguyla telefonu izliyordu.
"Ancak şimdi hepsi büyük. Yetişkinler. Bu yüzden yıllar önce yarım kalmış işlerimi şimdi yapacağım." Hayır hayır hayır hayır hayır!" Cesur öfkeyle duvarı yumruklamaya başladı. Miran ve Kerim onu zapt edemiyordu. Her yeri parçalamak istiyordu. Kendini parçalamak istiyordu. "Yapamaz, yapamaz. Onlara dokunamaz!"
"Tabii siz bizi bulana kadar ölmezlerse aklımda başka şeyler de var. Neyse siz bizi aramaya başlayın. Zamanınız kısıtlı unutmayın. İşim bittikten sonra beşinin de cansız bedeni bizzat kapınıza ulaştırırım. Yani o kadar düşünceli birisiyim. Kargo ücretsiz merak etmeyin."
Video bitmişti, ama Savaş paramparça olmuştu. Silahını çıkarıp kalbine ateş açsa canı daha az yanacaktı.
Barış gibi sen de sevdiğin kadını kaybedeceksin!
Kurşunu kalbine yemiş gibiydi. Elleri tutmuyor, nefes alamıyordu. Yaşıyordu ama ölmeyi hayal ediyordu. Ölüm işkence çeken birisi için huzurdu...
Herkese merhabalar efendimmmm... Yazarınız geldiii...
Evet kaosa hazır mıyız? Halilişko geldi geldi. Hem de öyle böyle değil hızlı hızlı geldi. Sizce neler olabilir? Benimki de soru ha.
Kızlar kurtulacak mı?
Yorumlarda buluşalım çabuk
Bu arada whatsap kanalıma İg hesabımla ulaşabilirsiniz. Duyuruları oradan yapıyorum. Bölümü beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayalım. Sizi seviyorum <3
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.04k Okunma |
500 Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |