
Herkese merhabalar. Olaylara hızlı bir giriş yapıyoruz. Bildiğiniz üzere herkes kapsamlı bir şekilde araştırmaya başlamıştı. Bu yüzden bulmaları an meselesiydi. Bu bölümde nefesinizi kesen epey bir olay olacak. O yüzden hazır değilseniz başlamayın... Uyarı!
Yorum yapmayı unutmayalım.
O zaman alıntımızı bırakıp kaçıyorum.
Bölüm şarkıları : Emre Aydın Belki bir gün özlersin.
Emre Aydın - Sen beni unutamazsın
38.Bölüm: "Savaşın ortasında sen ve ben"

Aşk, bazen seni öldürebilecek kadar güçlü olur. Ama seni öldürmeden önce, seni yaşamanın acısıyla boğar."
5 gün sonra
Savaş'ın anlatımıyla.
Defne'den en son sekiz gün önce haber almıştık. Yaşadığına dair video gönderilmişti. Sekiz gündür hiçbir haber alınamıyordu. Ama sanki 3 ay geçmiş gibiydi. Zaman o kadar ağır ilerliyordu ki. Her geçen saniye aleyhimize işliyordu.
Gözlerim ağır ağır etrafı inceledi. Uzun zamandır girmediğim yatak odam olduğu gibi duruyordu. Defne'yle en son yediğimiz akşam yemeğimizden sonra bu odaya girmeye cesaret edememiştim. Başka odada uyuyordum. Çünkü kokusu gidecek diye çok korkuyordum. Bu oda onun odasıydı, bizim odamızdı. İlk gecemizi burada geçirdik sonra birlikte geçirdiğimiz sayılı birkaç gün. Sadece birkaç gün bu odada uyuduk, uyandık ama her şeyden uzak dünyadan uzak sadece o ve ben...
Kapıyı sessizce kapattım. Kilidin kapanma sesi odanın boğucu sessizliğinde yankılanmıştı. Yavaş adımlarla yatağa doğru ilerledim. Odanın loş ışığında eşyaları hâlâ yerli yerindeydi. En son öfkeyle evden çıkarken birkaç eşyasını almıştı, ama geri kalanı burada kalmıştı. Kıyafetleri dolabın köşesinde, sevdiği kitaplar başucunda, en sevdiği beyaz kazak ise sandalyenin üzerine atılmıştı. Göndermemiştim hiçbirini. Yapamazdım. Ona ait olan her şeyin yanımda olmasını istiyordum. Bir şeyleri göndermek, ondan tamamen vazgeçmek demekti. Buna hazır değildim.
Yatağın kenarına oturdum. Parmaklarımı yavaşça çarşafın üzerinden geçirdim. Kumaşın yumuşak dokusu avuç içimde kayarken, onun burada uyuduğu geceler gözümün önüne geliyordu. Başımı yastığına koydum, gözlerimi kapattım. Kokusu hâlâ buradaydı. O menekşe kokusu... Sanki odaya sinmiş, beni sarmalamıştı. Sadece tek bir parfüm kullanırdı. Onun kokusunu her duyduğumda kalbim hızlanırdı. Şimdi ise o koku, varlığına duyduğum açlığı daha da körüklüyordu.
Elimi yastığın üzerinde gezdirdim. Sanki parmaklarım onun sıcak tenine dokunuyormuş gibi... Derin bir nefes aldım. Burnuma dolan o menekşe kokusu, zihnimde onun gülümsemesini, sesini, bana sevgiyle bakan gözlerini canlandırdı. Gözlerimi sımsıkı kapadım. Hayalimde, başını omzuma yaslamıştı. Saçlarını parmaklarımın arasından geçiriyordum. Yumuşak kahkahası kulaklarımda çınlıyordu. Elini yüzüme uzatıp yanağımı okşadı. O an, nefesim kesilmişti. Aniden gözlerimi açınca tüm bunların birer hayal olduğunu anlamıştım. Yastıkta sadece boşluk vardı.
İçimde bir şey kırıldı o an. Elimi yastığın üzerinde yumruk yapıp başımı eğdim. Onun kokusuna sığınıp, zihnimde onun hayalini yaşatmak... Artık sahip olduğum tek şey bu olmuştu. Yavaşça gözlerimi kapadım, yastığı kollarımın arasına alıp kendime çektim. O menekşe kokusu içime dolarken, kalbimdeki boşluğu daha da derinleştiriyordu. Onu kaybetmiştim ama yine de kokusuna sığınarak varlığını hissetmekten başka çarem yoktu.
"Neredesin Defne'm? Neredesin? Neden bulamıyorum seni?"
Sesim, odanın soğuk duvarlarında yankılandı. Boğazımda düğümlenen kelimelerle aynaya baktım. Yüzüm solgun, gözlerim kızarmıştı. Ne doğru dürüst yemek yiyordum, ne de normal uyuyordum. Gün geçtikçe daha çok mahvoluyordum.
Aynadan yansıyan ben, tanıdığım adam değildim artık. Saçlarım uzun süredir yıkanmadığı için ve yağlı ve dağınıktı. Ben zamanla eriyip yok oluyordum.
Gözlerim aynanın ötesinde, karanlık gökyüzüne kaydı. Siyahın derinliğinde parlayan yıldızlar... Onunla izlerdik bu yıldızları. Defne, başını omzuma yaslar, sessizce gökyüzünü izlerdi. O anlarda nefes almayı unuturdum. Şimdi anlıyorum da o zaman gerçekten çok mutluymuşuz. O anlara geri dönmek için her şeyimi verirdim. Şimdi ise sadece boşluk vardı.
Ayaklandım. Yavaş adımlarla balkona çıktım. Gece serinliği tenime çarptığında içimi daha da derin bir soğuk kaplamıştı. Başımı gökyüzüne kaldırdım. Yıldızlar hala oradaydı. "Sen de bakıyor musun yıldızlara? Aynı gökyüzünün altında mıyız?" Sesim titrek çıktı. Ellerimi balkonun soğuk demir korkuluklarına dayadım. Avuç içlerim metalin soğuğunda yanıyordu ama umursamadım.
"Sadece tek bir işaret..." diye fısıldadım. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Defne'nin sesi kulaklarımda çınlıyordu. Kahkahası, bana seslenişi...
Tam o an, bir yıldız kaydı. Gökyüzünde kısa bir çizgi halinde iz bıraktı. Aynı anda yanağımdan süzülen gözyaşı boynuma kadar indi. Gözlerimi acıyla kapattım. İçimdeki acı gitgide büyüyordu. Ben Defne'yi kaybetme acısıyla yanıp tutuşuyordum.
"Seni çok özledim, Defne. Neredesin?" Sesim, geceye karışan bir dua gibi titrek ve çaresizdi.
Derin bir nefes aldım. O an, odanın içinden gelen yüksek bir telefon sesi beni irkiltti. Başımı hızla çevirdim. Hızlı adımlarla içeri girdim, telefonun ekranına baktım. Barlas. Kaşlarımı çatarak açtım.
"Alo?" Sesim sertti.
"Karakurt, sana ilk ve son kez yardım edeceğim. Ama bu yardım sayesinde asla barıştığımızı düşünmeyeceksin, anladın mı?" Barlas'ın sesi soğuk ve keskin geldi.
Kaşlarımı çatıp doğruldum. "Ne yardımı?"
"Ortada Serap olmasaydı umurumda bile olmazdı. Ama o kadın bana sağ salim lazım." Barlas'ın sesi gergindi. İçimdeki huzursuzluk daha da arttı.
"Barlas, saçmalayıp duracak mısın?" Sesim keskinleşti.
"Bizim eski depoya gelin. Halil'i bulduk galiba. Herkesi oraya topla. Baskına gidiyoruz."
O an, içimde bir şey kıpırdadı. Kalbim hızlanırken kaslarım gerildi. Yanağımda kuruyan gözyaşının izini sildim. Barlas'ın sesi kulaklarımda yankılanırken çenemi sıktım. Halil... Defne'yi ondan almadan huzur bulmayacaktım.
Telefonu kapatıp derin bir nefes aldım. Yıldızlara son bir kez baktım. "Sana kavuşmama çok az kaldı sevgilim..."
*****
Depodan içeri adımımı attığımda loş ışık gözlerimi rahatsız etmişti. Beton duvarlardan yankılanan sessizlik, havadaki rutubet kokusuna karışıyordu. Barlas, Alp ve Cesur, tam karşımda, bir masanın etrafında toplanmış halde beni bekliyorlardı. Barlas'ın gözleri keskin ve dikkatliydi, Alp'in kolları göğsünde birleşmiş, yüzündeki gerginlik kolayca okunuyordu. Cesur ise her zamanki gibi sakin görünüyordu ama gözlerindeki o tetikte hal, onun da en az diğerleri kadar hazır olduğunu gösteriyordu.
"Planı anlat," diye mırıldandım, sesim soğuk ve netti.
Tam ağzını açıp konuşacakken arkamdan gelen kapı sesiyle irkildim. Metal kapı ağır bir gıcırtıyla açılırken içeri giren üç kişiyi görünce bir anlık sessizlik çöktü. Seren, adımlarını güvenle atarken gözleri doğrudan bana kilitlendi. Yüzünde her zamanki o kendinden emin ifade vardı, ama gözlerindeki kararlılık, ortamın ağırlığına meydan okur gibiydi. Hira, Seren'in hemen yanında, gözleri çevreyi süzüyor, temkinli bir duruşla ilerliyordu. Cihangir ise en arkada, gölgelerin içinden çıkıyordu.
Onların hastanede olması gerekmiyor muydu? Onların burada ne işi vardı? Kaşlarımı çatarak onlara dönünce Seren hızlıca yanımda geçerek "Defne'yi bulmadan uyumayacağım, ikna etmeye kalkma, inadımla baş edemezsin" dedi sinirle. Hira da yanımdan geçip tam Barlas'ın karşısına geçti. "Anlat, operasyona biz de dahiliz." Barlas da en az benim kadar şaşkındı. Kendilerinden o kadar eminlerdi ki biz şaşkınlıktan ne diyeceğimizi bilememiştik. "Durdurmak mümkün değil." dedi Cihangir kollarını iki yana açarak. Anlaşılan ikna etmeye çalışsa da pek becerikli olamamış.
"Operasyon diyoruz avukat hanım, silahlı çatışma!" Barlas emin olmak adına uyardı. Fakat kızların gözü dönmüş gibiydi.
Hira belinden silahını çıkarıp sertçe masaya bıraktı. Barlas'ın gözlerine öfkeyle baktı. "İlk kez kullanmıyoruz." Cesur tedirginlikle alt dudağını ısırmıştı. Bu kadar ileri gidebileceklerini kimse tahmin etmiyordu.
Barlas başını ağır ağır sallayıp dudaklarını araladı. Fakat yine ses duyuldu. Bu kez ise gelenler Nil ve Ahu'ydu. Arkalarından ise Tolga ve Kuzey, Kerem. Şok içinde onlara döndüm. Neler oluyor bunlara bugün?
"Aaa bizsiz mi operasyonu düzenleyecekdiniz yoksa? Çok kırıldım" dedi Kerem alayla. "Sizin ne işiniz var burada?" Alp kaşlarını çatarak Kerem'e dönünce kollarımı birleştirip Kuzey'e döndüm.
"Damat bey, hani Defne bizim kuzen ya?" Ne olmuş bunlara. Akraba damarları mı kabardı? Herkesten beklerdim ama Kuzey'den asla. Kuzey her an patlayacak volkan gibi dolmuştu. Yanımıza gelip tam önümüzde durdu. "Defne benim düşmanım değil, rakibim. O olmayınca pek tadı olmuyor yarışın." dedi Kuzey omuzlarını dikleştirip silkerek. Dik dik gözlerime bakmaya devam etti. Ellerini cebine soktu. Kerem hemen arkasında belirdi. "Akbaba bağlarımız çok güçlüdür."
"Akraba?"
"Akraba değil canım, akbaba."
"Konuşmanız bittiyse operasyona geçelim mi?" dedi Alp bunalarak.
Hepimiz masanın etrafında toplandık. Barlas'ın adamı Kerim bilgisayarı açtı. "Yalçın Kantar." Barlas bilgisayarı bize çevirip adamsın fotoğrafını gösterdi. Bunu tanıyordum. "Şu şerefsizin kuzeni. Ama düşman olmaları işimize yaradı. Yalçın Halil'i en son bir hafta önce Azimovların hastanesinde görmüş." Kaşlarım çatıldı. Alp donuk gözlerini bana çevirdi. "Hayal'le Defne'nin çalıştığı hastane."
"Evet bizim hastane." dedi Tolga kaşlarını çatarak. "Ama neden gelmiş ki?"
"Belki de kızları takip etmek için." dedi Cihangir fikrini seslendirerek. Fakat böyle olduğunu sanmıyorum. Barlas başını iki yana salladı. "Hayır, doktor Ferdi Erdem'le görüşmüş."
Tolga kaşlarını daha çok çattı. "Psikiyatrist ne alaka?"
"Belki de kızlara bir şey yapacak?" Seren gözlerini kapattı. İyi olmadığı her halinden belliydi. "Hayır," diye itiraz etti Hira. "Bir psikiyatriste neden gidersin?"
"Neden?" diye tepki verdim. "Hastalığını tedavi etmek için. Ama sağlıklı birisini psikiyatriste götürmek farklı amaçlar olduğuna işarettir." O an sanki silahla beynime ateş etmişlerdi. Defne... Halil... Beyin yıkama?
"Beynini yıkayacak" dedim şaşkın fısıltıyla. Söylediğim cümleyle herkes şok olmuştu. Kuzey kısık sesle küfür edip arkasını döndü. "Kendi istediklerini yaptıracak şerefsiz!" diye bağırdı. Herkes şaşkındı.
Kalbim, sanki son atışlarını vuruyor gibi hızlı çarpıyordu. Defne'yi yok edecekti. Hayır, bir şey yapmamız gerekiyor. Acilen harekete geçmemiz gerekiyor.
Öfke damarlarımda dolaşıyordu. Ellerim istemsizce yumruk olmuştu, dişlerimi sıktım. Bir an için içimdeki öfke ve çaresizlik birbirine karışmıştı. Bir şeyler yapmalıydım... Ama ona ulaşamamak beni daha çok delirtiyordu. Onu benden, kendisinden nasıl koparabilirlerdi? Beni unutacak mıydı? Beni sevmeyi, bana güvenmeyi bırakacak mıydı? Ya bir daha onu sevdiğim gibi sevemeyecekse? Ya bir daha bana güvenmezse? Ya beni hatırlamazsa? Beni sevmek yerine bana düşman olursa? Ya ona dokunursa? Defne'ye dokunacak mı? Bu düşünce beynime kazınmıştı, iliklerime kadar işlemişti. Ellerim istemsizce yumruk oldu, parmaklarım avuçlarıma gömüldü. Tırnaklarım derimi delip geçecekmiş gibi hissediyordum ama bu acı, içimde kopan fırtınanın yanında bir hiçti. Göğsüm sıkışıyordu, nefesim daralıyordu. Gözlerimi kapatıp nefes almaya çalışıyordum ama olmuyordu. Aklımdaki tek görüntü, Halil'in o kirli ellerini Defne'nin üzerinde gezdirme ihtimaliydi. Midem bulanıyor, öfke ciğerlerimi kavuruyordu.
Gözlerimi açtığımda görüşüm bulanıktı. Kalbim göğüs kafesime sığmıyordu, derin derin nefes alıyordum ama o karanlık düşünce içimden çekip gitmiyordu. Defne'ye bir zarar gelirse... Hayır. Buna asla izin veremezdim. Boğazımda bir yumru vardı, yutkunamıyordum. Dokunmaya kıyamadığım kadına bir başkasının dokunması? Hayır hayır hayır.
Ellerim titriyor, kontrolsüzce çenemi sıkıyordum. Dişlerim birbirine kenetlenmişti, çenemden çıtırdama sesi geliyordu. Öfke, damarlarımdaki kanı zehir gibi pompalıyordu. Ölüyordum sandım bir an. Ama bu ölmekten beterdi. "Savaş iyi misin?"
Bir anda içimdeki o karanlık his, kontrolsüzce dışarı taştı. Yumruğum istemsizce sıyrıldı, kaslarım sertleşti. Tüm gücümle yumruğumu masaya savurdum. Çat! Kemiklerim masaya çarptığında çıkan tok ses odada yankılandı. Parmaklarımın arasındaki kemikler acıyla zonklamıştı ama umurumda bile değildi. Ahşap masa, öfkemin şiddetine dayanamayıp ortadan ikiye ayrıldı. Parçalanan tahta sesi kulaklarımı doldurmuştu, kıymıklar etrafa saçıldı.
"Savaş, sakin ol." Alp göğsümden geriye ittirip beni uzaklaştırdı. Masayla beraber bilgisayar da yere düşmüştü. Ve herkes masanın kırılmasıyla irkilerek geri çekilmişti. Öfkem kontrol edilemez hale geliyordu. Artık dayanamıyordum.
"Ne yapıyorsun sen? Manyak mısın?" diye Barlas üzerime yürüdü. "Bu öfkeyle nereye kadar gideceksin? Kendine gel."
"Gelemiyorum, ben kendime gelemiyorum. Defne'yi görmeden ben kendime gelemem. Ona bir şey olacak korkusuyla yaşamaktan bıktım." İşaret parmağımı kalbimin üstüne bastırdım. "Yanıyor burası. Acı içinde yanıyor. Onun saçının teline zarar gelirse ben yaşayamam. Kaç gündür hiçbir iz bulamadık. Ya ona dokunursa ya yine ona zarar verirse?" Bağırışım tüm depoda yankılanıyordu. Ama sesi kulaklarımdaydı hâlâ. Dizlerimin üstünde çöktüm, ellerim kafamı kavrayacak kadar sıkı. Her şeyin, her şeyin sonu geliyor gibiydi. O kadar güçsüzüm ki... Bir adım bile atamıyordum. Bu kadar mı zayıfım?
"Savaş, kendine gel lütfen. Ayakta durmak zorundasın. Onun için bunu yapmak zorundasın. Yalnız Defne değil Hayal ve Serap'ın hayatı da tehlikede. Lütfen, onların bize ihtiyacı var." Seren bir adım atıp tam karşımda diz çöktü. "Bizim vazgeçmemiz onların sonu olur. Lütfen sana ihtiyacımız var."
Başımı yavaşça kaldırdım. Gözlerim ilk benden bir farkı olmayan ama hala içinde umut taşıyan Alp'e kaymıştı. Ayakta duracak hali yoktu.
"Abi, lütfen kendine gel." Cesur yavaş adımlarla bana yanaştı. Kabul edemiyordum. Yapamıyordum. Güçlü olmak hiç bu kadar zor olmamıştı. "Halil söyledi," dedim o anıyı anımsayarak. "Sonun abin gibi olacak dedi. "Defne-"
"Şşş!" Nil yanıma çöktü. "Sakın! O kelimeyi ağzına alma." Yüzümü avuçlarının arasına alıp gözlerime bakınca içim titremişti. Hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim... "Ona hiçbir şey olmayacak. Biz onu kurtaracağız. Kızları kurtaracağız. O Halil' de cezasını çekecek."
"Zamanımız azalıyor, artık harekete geçmemiz gerekiyor" Kuzey gözlerini bana dikti. Yapmam gerekiyordu. Bir şekilde ayakta durmak zorundaydım. Ayağa kalktım, gözlerimi kapatıp arkamı dönüp depodan çıktım.
Tüm bu düşünceler beni daha çok dibe çekiyordu. Sakin olup kendime gelmem lazımdı. Zordu, biliyordum.
"Her insanı hayatta tutan neden vardır. Eğer o sebepler nedenler olmazsa o zaman insan da tıpkı bu küre gibi sabit kalır hareket etmez, etrafını aydınlatmaz. Yani herkesin içindeki ışığı yakan birisi vardır."
Defne'nin söylediği o cümleyi hatırladım. Ve şimdi her şeyi anladım. Beni ayakta tutan Defne'ymiş. Ben onunla nefes alıyormuşum.
"Ben iyi insanları yıldızlara benzetiyorum." Bakışlarım bu kez yıldızlara kaydı. "Hep oradalar, ama güneş doğduğunda, hava bulutlu olduğunda görünmezler. Ancak görmek isteyen bulutlu havada bile astronomik teleskopla kolaylıkla göre bilir. Güneş olsa da, yağmur olsa da hiçbir zaman görünmek istemeseler de isteyen onları görür..."
"Yıldızım, bitanem. Üzerindeki kara bulutları teker teker yok edeceğim. Biraz daha dayan sevgilim."
Son kez derin bir nefes alıp içeriye geri döndüm. "Arkadaşlar, sakin olmamız gerekiyor." Nil ortamı sakinleştirmeye çalışıyordu. "Devam etmemiz için sabırlı olun.
"Nereden bulacağız peki?" diye Alp araya girdi. "Kerim mobese kayıtlarına bakmış ve Şile tarafından bir şüpheli araç geçmiş. Halil'in arabası olduğunu tespit ettik. Oralara bakmamız gerekiyor." Barlas Kerim'e videonu açması için işaret ettiğinde Kerim bilgisayarı hemen sandalyenin üzerine bırakıp videoyu açtı. Evet, bu Halil'in arabasıydı.
"Gerek yok" dedi Ahu. "Halil'in Çekmeceköy'de evleri varmış. Babasından kalmış. Direkt oraya gidelim." Hepimiz şaşkınlıkla ona döndük. "Ne?! Nasıl?"
Ahu bu bilgiyi nereden bulmuştu? Kaşlarım merakla çatıldı. Hepimizin merak ettiği soruyu Barlas hızlıca sordu. "Peki, bu bilgi sana nereden?"
"Güvenilir kaynaklarım var diyelim."
"O zaman hemen gidelim" Alp hızla yanımızdan ayrılacakken Kuzey kolundan tutup gitmesini engelledi.
"Ama bizi nasıl bir şey bekliyor bilmiyoruz. Plan yapmamız gerekiyor. Damdan düşer gibi girersek kızlara zarar verirler." Alp'in omuzları anında düşmüştü.
Cihangir ileri bir adım attı. "Yaman Halil'in en son bir mekanda Kahhar'la buluştuğunu söylüyor. Büyük ihtimalle onu da bu işe katmış."
"Bir dakika, şimdi her şeyi bir toplayalım." Tolga ellerini kırılmış masanın kenarına dayadı. "Önce psikiyatrist bulmuş, sonra Kahhar denen adamla görüşmüş şimdi de evinin Çekmeceköy'de olduğunu öğreniyoruz."
"Kahhar kim?" dedi Nil hemen araya girerek.
Barlas'ın gözlerinde kısa süreliğine bir parıltı belirdi. "Kahhar, kanatsızlar çetesinin lideri. Sizin anlayacağınız dilde söylecek olursak terörist."
"Yani?" dedi Kerem tek kaşını havaya kaldırarak. "Yanisi Halil Defne'yi ve kızları öldürmeyecek. Onları bize karşı kullanacak büyük ihtimalle. Ve pis emellerine de alet edecek." diye Barlas açıklama yaparak sandalyeyi çekerek oturdu.
"O zaman hemen plan kurmamız lazım." Kerim'in dudakları ince bir çizgi halini aldı.
"Önce onların gerçekten orada olup olmadığını öğrenmemiz gerekiyor" dedim evi göstererek. "Bunun için dışarıdan birisini eve göndermemiz lazım."
"Tamam o iş bende" dedi Nil. "Beni tanımıyorlar, korumaların dikkatini bir şekilde dağıtıp bilgi alabilirim."
"Nil, senin gitmeni istemiyorum. Tehlikeli.
"Korkmayın, dikkat dağıtmak benim göbek adım."
"Hayır dedim."
Kuzey kaşlarını çattı. "Peki ya orada olmazlarsa?"
"Bunun için diğer evi de kontrol etmek için bir ekip oraya gidecek. İkisinden birinde olmak zorunda." Dudaklarımı birbirine bastırıp sadece tek bir noktaya odaklandım...
Seren aniden elini karnına götürünce Cihangir hemen kolundan tutup sandalyede oturttu. "İyi değilsin sen. Gelmen doğru değil" desem de itiraz etti. "Geleceğim, yoksa gizlice peşinize takılırım." Kızdaki inat inanılmazdı. Canı acıyordu, ama umursamıyordu.
Cihangir diz çöküp gözlerine baktı. "Seren, henüz ayakta duracak durumda değilsin."
"O zaman sürünerek gelirim ben de. Bana engel olamazsınız."
"Seren, inat etme. Yaraların daha iyileşmedi." Tolga endişeli sesle yanına gitti. "Onların iyileşmesini bekleyemem. Artık plana başlacak mısınız, yoksa zaman kaybederek kızların cesedini kapınıza gelmesini mi beklersiniz?"
"Tamam devam edelim. Evde olduğunu tespit etsek, o zaman-" Ahu çenesini eliyle kavramış başparmağını dudaklarının üzerinde gezdiriyordu.
"Ben ve Cihangir saldırıya geçeriz." Dudaklarımı hafifçe ısırdım. Artık hareketsiz kalmak istemiyordum.
"Hayır, kızların hayatı tehlikeye girer." Alp sinirli gözlerini Barlas'a çevirdi. "Onların içine sızmamız lazım."
"Adamları maskeli zaten. Yani gizlice arkadan sızarsak, sessizce teker teker adamlarını etkisiz hale getirirsek bence içeri girebiliriz." Seren sandalyeye yaslanıp kollarını göğsünde kavuşturdu. Başını hafifçe öne eğmiş kaşlarını çatmıştı.
"Peki, adamları çok fazla olursa?" Bu kez soruyu Ahu sormuştu. "Onları başka yöne çekmemiz lazım."
"Ya da bir süreliğine kör etmemiz lazım" dedi Nil sinsice gülümseyerek. "Nasıl yani?" Kuzey gözlerini Nil'e dikti. Kollarını göğsünde bağlayan Nil bize doğru bir adım attı. "Elektrik gitmesi yeterli. En azından bizim içeriye girip bazı adamları etkisiz hale getirmemiz için vakit kazanabiliriz."
"Nokta atışı!" Barlas işaret parmağını havada Nil'e çevirdi. "Bazılarımız içeri sızıp adamları etkisiz hale getirip onların yerine geçebilir. Sonrasında Halil'e ufak çaplı bir sürpriz düzenleyebiliriz."
"Güzel plan" diye destekledi Hira. "Ama eksik var."
"Ne eksiği?" Cesur başını kaldırdı. "Jeneratörler." diye açıkladı Hira. "Bazı evlerde otomatikman yedek jeneratör direkt çalışıyor. Yani onu bulup yok etmemiz lazım. Bunun için de o eve girmemiz lazım. Ama nasıl?"
Seren'in bakışları direkt bana kaymıştı. "Elektrikçi olarak girebiliriz. Elektrik kaçağı olduğunu söyleyerekten. Böylelikle ışıklar gittiğinde gerçekten inanacaklar."
"Zekice!" dedi Nil destekleyerek. Plan gitgide enteresan bir hal almaya başlıyordu. "Böylelikle evi keşfe çıkabiliriz. Hem kızların orada olduğuna bakarız hem de jeneratörü hallederiz. Ama kim yapacak?"
"Ben yaparım" dedi Tolga ileri bir adım atarak. "Beni tanımıyorlar. Çakma bığık sakal da takarım hiçbir şey anlamazlar."
Herkes başını sallayınca onaylanmıştı. "Tamam, ama yalnız gitme. Kerem'le gidin!" Kerem hızlıca kafasını salladı. "Tamamdır, hallederiz."
"İçeri kim sızacak peki? Çünkü bazılarımız dışarıda kalıp operasyonu yönlendirmesi gerekiyor. Ayrıca evin içine birkaç kamera yerleştirmemiz lazım. Hareketleri kontrol etmek için." Seren gözlerini kısarak hepimize tek tek bakış attı. "Savaş, Cihangir, Alp içeri girsin. Barlas, operasyonu sen yönlendir. Cesur ve Ahu siz de ışıklar kapanır kapanmaz eve girmeniz lazım. Evin içinde saklanmanız gerekiyor. Olası bir durumda harekete geçeceksiniz."
"Peki ya ben?" diye Kuzey bana döndü. "Tolga ve Kerem içeri girince adamlar onların başından ayrılmayacak. Bu da onların işini yapmaya engel olacak. Bu yüzden Kuzey ve Hira siz de gibi sorun çıkarıp onları dışarı çıkarmanız lazım ki onlar içeride rahatça jeneratörü bozsunlar."
"Güzel fikir" dedi Kuzey gülümseyerek. "Zekice."
"Tamam, o zaman plan belli. Bu gece harekete geçiyoruz. Hazırlanın!" dedim emir vererek. Artık hazırdık.
***
Seren'in anlatımıyla.
Kerem ve Tolga'nın kameralarından yansıyan görüntüler titremeden sabit kalıyordu. Kerem, kapının önünde hafifçe eğildi, elindeki çantayı yere koydu ve üzerindeki elektrikçi kimliğini düzeltti. Tolga ise kapının zilini çaldı.
Kapı açıldığında, içeriye yalnızca Kerem'in göğüs hizasındaki kamera görüntüsü yansıdı. Kapıyı açan adamın yüzü görünmüyordu ama sesi sertti
"Siz kimsiniz? Ne işiniz var burada?" Tabii hoşgeldiniz diyecek hali yok. Gayet normal bir durum.
Kerem, profesyonel bir sakinlikle konuştu.
"Elektrik şirketinden geliyoruz. Kaçak bildirimini kontrol etmek için geldik."
Adamın sesi şüpheliydi "Kaçak mı? Gerek yok. Gidin."
Tolga, elindeki çantayı açıp içindeki kabloları gösterdi. "Acil müdahale için görevlendirildik. Tesisatınızın şebekede sorun çıkardığı bildirildi. Eğer izin vermezseniz, yetkililer müdahale edecek."
Adam birkaç saniye şüpheyle ikisini süzdü. Kameradan Kerem'in elini hafifçe cebine götürdüğünü gördüm. Savaş'ın sesi kulaklıktan duyuldu.
"Sabırlı olun, içeri girmelerine izin verecek."
Tam o sırada dışarıdan bir ses duyuldu. "Tamam ama işinizi hemen bitirin." Tolga hızla içeri girerken Kerem de peşinden gitmişti. Tam da tahmin ettiğimiz gibi. Adam onları takip ediyordu. Tolga ve Kerem güya elektrikle ilgilenir gibi rol yaparken, dışarıdan bir ses duyuldu.
"Ben sana kaç kez söyledim, Kuzey! Defol git başımdan!"
Bir kapı çarpma sesi ve ardından bir kadın sesi. Bu Hira'nın sesiydi. "Beni rahat bırak artık, yeter!"
Tolga'nın kamerası hafifçe sağa döndü. Adam bir an onlara baktı, sonra Kerem'e döndü. "Bekleyin burada." dedi ve hızla bahçeye yöneldi.
Savaş'ın sesi buz gibiydi. "Şimdi!"
Kerem ve Tolga aynı anda harekete geçti. Tolga kapıyı hızla kapattı ve çantasından küçük bir alet çıkararak kapıya taktı. Böylelikle geldiklerinde haberleri olacaktı. Kerem ise doğrudan koridora yöneldi.
"Jeneratörün bodrumda olması lazım" dedi Tolga.
Kerem başını hafifçe eğdi. İkisi de hızla koridorun sonuna ulaştı. Tolga'nın kamerasından aşağı inen dar merdivenler göründü. Kerem önden gidiyordu. Nefeslerini duyabiliyordum.
Bodrum kapısına geldiklerinde Tolga, kilidi kontrol etti. Küçük bir aletle kilidi açtı ve içeri girdiler. Kamera görüntüsü loştu. Eski borular, kablolar ve büyük bir jeneratör duvarın yanında duruyordu.
Kerem diz çöküp jeneratörü inceledi.
"Devre kesici burada" dedi Kerem. "Anlıyor musun böyle şeylerden?" diye Tolga sorunca Kerem başını salladı. "Evet, elektrik ve enerji okudum. Anlarım. Tamamen kapatmak fazla dikkat çeker."
Tolga başını salladı ve küçük bir pense çıkararak Kerem'e uzattı. Kerem devreyi kesti. Jeneratörden cızırtı sesi duyuldu. Işıklar birkaç kez yanıp söndü, ardından tamamen söndü.
"Oldu." dedi Kerem.
Tolga kapıya doğru döndü. "Şimdi ne yapıyoruz?" Savaş'ın sesi kulaklıktan geldi "Sıradaki adım için hazır olun. Giriş yolu açıldı." Tolga hafifçe güldü. "İşte şimdi eğlence başlıyor."
Kerem ve Tolga, jeneratörün devresini kestikten sonra hızla yerlerinden doğruldular. Ve salona geçip birkaç yerlere küçük kameraları yerleştirdiler. Yerleştirdikten hemen sonra Kerem tekrar bodruma döndü. Ve kabloları öyle bir düzenle ayarladı ki ışıklar geri geldi. Fakat tek tuşla tekrar ışıkları kapatabilirdik. Cihazı jeneratöre yerleştirip oradan ayrıldı. Kamera görüntüsünden, Tolga'nın hızlı ama kontrollü nefes alışlarını duyabiliyordum. Kerem elindeki penseyi çantasına attı ve Tolga'ya başıyla kapıyı işaret etti.
"Temiz iş." dedi Kerem, sesi sakin ama odaklıydı.
Tolga kapıyı açtı ve ikisi de hızla koridora süzüldü. Az önce içeri girdikleri kapıya yöneldiklerinde, bahçedeki adamlar hâlâ Kuzey ve Hira'nın kavgasını izliyordu. Kuzey, sesini yükseltmiş, Hira ise dramatik bir şekilde elini yüzüne götürmüştü.
Tam kapının önüne geldiklerinde adamlardan biri başını çevirip Kerem ve Tolga'ya baktı.
"Ne yaptınız?" diye sordu şüpheyle.
Kerem, profesyonel bir gülümsemeyle başını salladı.
"Kaçak bağlantıyı kestik. Sorun çözüldü. Artık elektrikle ilgili bir problem yaşamazsınız."
Tolga hafifçe başını eğip eliyle selam verdi. "İyi akşamlar."
Adam hâlâ şüpheli bakışlarla onları izliyordu ama bir şey demedi. Kerem ve Tolga kapıdan çıkıp hızla bahçeden uzaklaştılar.
Arabadaki ekranımda Kerem ve Tolga'nın güvenli mesafeye ulaştıklarını görünce derin bir nefes verdim.
"Temiz iş." dedi Savaş'ın sesi kulaklıktan.
Cihangir'in sesi duyuldu. "Sıra ikinci aşamada."
Ekranda evin güvenlik sistemi aktif halde görünüyordu ama jeneratörün devre dışı kalması sistemi savunmasız bırakmıştı. Tolga'nın bıraktığı kameralar hala açıktı.
Tolga'nın sesi kulaklıktan geldi. "Hazır mısınız?"
"Hazırız" dedi Savaş.
Tolga elindeki küçük cihazın tek tuşuna bastı. Ekranda evin içindeki ışıklar bir anda söndü. Alarm sistemi devre dışı kalmıştı.
Ahu ve Cesur, karanlıkta evin arkasındaki çitlerin üzerinden hızla içeri süzüldüler. Ahu'nun hareketleri keskin ve kontrollüydü. Cesur ise gözleri etrafı tarayarak ilerliyordu.
Cesur'un sesi kulaklıktan duyuldu. "Giriş tamam."
Ahu, mutfağın yanındaki koridordan geçerken kamera görüntüsünde onun siyah giysileri ve sırtındaki bıçak kılıfı seçiliyordu. Cesur, önden ilerleyip merdivenlere yöneldi.
"Yukarı çıkıyorlar." dedim fısıltıyla.
Ahu ve Cesur, merdivenlerden hızla ama sessizce çıkarken hemen kameraları inceledim.
"İkinci katta sağda banyo var. Saklanın ve sinyal bekleyin."
Ahu, ikinci kata çıkınca sağa döndü ve hızla banyoya yöneldi ve Cesur ardından kapıyı sessizce kapattı. Kamera görüntüsü şimdi banyonun içinden geliyordu. Çünkü Cesur ve Ahu'nun üzerinde de kamera yerleştirilmişti. Küçük bir pencere, eski fayanslar ve köşede bir çamaşır sepeti görünüyordu.
Ahu, duvara yaslandı ve nefesini düzenlemeye çalışıyordu. Cesur ise bıçağını kontrol edip kapının arkasına yaslandı.
"İşaret bekleyin." dedi Savaş'ın sesi.
İçimde bir şeyler sıkışıyordu. Şimdi başlıyordu...
Tolga'nın cihazındaki düğmeye basmasıyla birlikte evin içindeki tüm ışıklar bir anda söndü. Ekranda yalnızca gece görüş moduna geçen kameraların yeşilimsi görüntüleri belirdi. Tolga'nın daha önce yerleştirdiği mikro kameralar sayesinde evin içini tamamen izleyebiliyorduk.
Koridor... Boş.
Mutfak... Sessiz.
Salon... Bekle...
Kameradan salonun köşesinde hareket eden iki siluet gördüm. Birkaç saniye içinde görüntü netleşti. Serap ve Hayal...
"Duyuyor musunuz beni? Serap ve Hayal görüş açısına girdi. İkisi de gayet iyi."
"Şükürler olsun" Alp'in derinden bir oh çekmesiyle hepimiz rahatlamıştık. "Şükürler olsun yetiştik."
Serap, kollarını göğsünde birleştirmiş, endişeli bir şekilde etrafı tarıyordu. Hayal ise sinirli adımlarla salonun içinde dolaşıyordu. İkisi de tedirgindi. Serap'ın sesi, mikrofonlardan kulaklığıma yansıdı.
"Bir şeyler ters gidiyor. Işıklar neden gitti?"
Hayal, sinirle başını salladı. "Bilmiyorum ama bu hiç normal değil."
Savaş'ın sesi kulaklıktan buz gibi geliyordu. "Serap ve Hayal tamam. Defne nerede?"
Gözlerimi ekrana diktim. Kerem ve Tolga'nın yerleştirdiği tüm kameraları sırayla kontrol ettim. Koridor boş. Mutfak boş. Üst kat... Sessiz.
"Ahu?" diye seslendim.
Ahu'nun sesi kulaklıktan geldi. "İkinci kattayız. Defne'yi görmedik."
Kameralar arasında hızla geçiş yaptım. Serap ve Hayal hala salondaydı ama Defne'nin hiçbir yerde olmadığını fark ettim.
"Defne yok." dedim, sesim endişeyle titriyordu.
Savaş'ın sesi keskinleşti. "Seren, tüm kameraları tekrar tara."
Elim hızla ekranın üzerindeki kontrol panelinde gezindi. Her köşeyi, her oda girişini kontrol ettim ama Defne hiçbirinde yoktu.
Tolga'nın sesi kulaklıktan geldi. "Belki de onu başka bir odaya kapattılar?"
Kerem'in sesi ise daha gergindi. "Ya da onu çoktan dışarı çıkardılar."
Nefesimi tutarak kameraları bir kez daha kontrol ettim. Serap'ın endişeyle etrafı tarayan gözlerini, Hayal'in sert adımlarını izliyordum ama Defne hiçbir yerde yoktu.
"Hayır..." diye fısıldadım.
Savaş'ın sesi sert ve kararlıydı. "Defne'yi bulmadan bu operasyon bitmez."
Serap'ın sesi mikrofondan tekrar yankılandı.
"Bu hiç hoşuma gitmiyor." Hayal'in sesi ondan daha sertti. "Bir şeyler ters gidiyor. Hissediyorum."
Tam o anda, ekranda üst kattan gelen hafif bir gölge hareket etti. Kalbim hızla çarpmaya başladı.
"Bir şey gördüm!" dedim hızla.
Savaş'ın sesi geldi. "Seren, nerede?"
Ekrana odaklandım. Gölge, üst kattaki koridorun sonunda hızla kaybolmuştu.
"Üst katta. Koridorun sonundaki oda." dedim hızla.
Ahu'nun sesi ciddileşti. "Anlaşıldı. Kontrol ediyoruz."
Cesur, bıçaklarını kontrol edip Ahu'ya baktı. Ahu başını eğdi ve ikisi de hızla koridora doğru ilerledi.
Ekranlarda Serap ve Hayal'ın endişeli yüzlerini izlerken içimdeki panik giderek artıyordu. Defne hiçbir yerde yoktu. Bu işte bir terslik vardı.
"Ahu, ne oldu?"
"Üst katta odaya baktık. Hiçkimse yok. Emin misin bir şey gördüğüne?"
"Evet."
"Öyleyse Defne nerede?"
Kulaklıktan Savaş'ın sert sesi geldi.
"Seren, Defne'yi bulana kadar duramayız."
Parmaklarım titrerken kameraları hızla taradım. O gölgeyi tekrar görmeye çalışıyordum ama hiçbir şey yoktu. Defne'nin olmaması içimde korkunç bir boşluk yaratıyordu. Ya onu başka bir yere götürdülerse? Ya çoktan geç kaldıysak?
Elim istemsizce kulaklığıma gitti. "Onu bulmalıyız..."
Tam o anda yanımdaki Barlas, elini koluma koydu. Sesi sakin ama otoriterdi. "Seren, derin nefes al." Panikden terlediğimi bile fark etmemiştim. Olaylar iyice sarpa sarıyordu. Ona baktım. Yüzü ciddi ama gözleri sakindi. "Defne'yi bulacağız. Ama önce operasyona devam etmeliyiz. Dikkatli olmazsak herkes tehlikeye girer."
Nefesimi kontrol etmeye çalıştım ama göğsüm sıkışıyordu. Ekrandaki görüntülere baktım. Serap ve Hayal hâlâ salondaydı. Ahu ve Cesur, üst katta sessizce ilerliyordu.
Barlas'ın sesi bir kez daha geldi.
"Seren, odaklan." Odaklanmam gerekiyordu. Defne için endişeliydim ama diğerlerinin hayatı da tehlikedeydi. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Sonra kameraları tekrar taramaya başladım. Sesim daha netti bu sefer.
"Tamam. Devam ediyoruz." Ama Savaş'ın sesi hâlâ gergindi. "Defne olmadan bu iş tamamlanmaz." dedi sertçe. Kendini zar zor tuttuğu sesinden belliydi. Barlas tekrar araya girdi. "Savaş, sakin ol."
Savaş'ın nefesi kulaklıktan hızla geliyordu. Onun bu kadar kontrolsüz olması nadir görülen bir şeydi.
"Onu bulacağız." dedim, sesim daha güçlüydü artık. Güçlü olmak zorundaydım. Çünkü herkesi ben yönetiyordum. Onların bana ihtiyacı vardı. Tam o anda Cihangir'in sesi devreye girdi. "Savaş, bu şekilde devam edemezsin. Kontrolünü kaybedersen hata yaparsın."
Savaş sert bir nefes verdi.
"Kontrolümü kaybetmiyorum." diye sertçe karşılık verdi ama sesinde o diken gibi batan panik hala vardı.
Barlas gözlerini bana dikti. "Bir şeyler yapmalıyız."
Tam o anda Savaş'ın sesi kesin bir tonda geldi.
"Ben içeri giriyorum."
Barlas hemen devreye girdi. "Tek başına olmaz."
Savaş'ın sesi kararlıydı. "O zaman Cihangir'le giriyoruz."
Ekranda Savaş ve Cihangir'in evin çevresinde hızla pozisyon aldıklarını gördüm. Savaş, siyah giysileri içinde gölge gibi ilerliyordu. Cihangir ise onun hemen arkasındaydı.
"Arka kapıdan giriyoruz." dedi Savaş.
Tolga'nın sesi kulaklıktan geldi. "Giriş temiz."
Savaş ve Cihangir, arka kapıdan sessizce içeri süzüldü. Kameradan onların hareketlerini izliyordum. Savaş'ın gözleri karanlıkta keskin bir ışık gibi parlıyordu. Elindeki susturuculu tabanca, koridorda ilerlerken elinde hazırdı.
İlk adamı köşede gördüklerinde Savaş bir saniye bile tereddüt etmedi. Adamın arkasına geçti, kolunu büküp ağzını kapatarak onu sessizce etkisiz hale getirdi. Adam yere yığıldı. Her hareketleri benim daha çok heyecanlanmama neden oluyordu ve bu da yaralarımın acısına...
Savaş hızla ilerledi. Cihangir, sağ taraftaki koridorda bir adamın gölgesini fark etti. Adam silahını kaldırmak üzereydi ama Cihangir ondan hızlıydı. Elindeki susturuculu tabanca sessiz bir tıslamayla ateş aldı. Adam, yere sessizce yığıldı.
Kulaklıktan Savaş'ın sesi geldi.
"İki kişi etkisiz hale getirildi. Devam ediyoruz."
Tam o anda kamerada başka bir hareket gördüm. Üst kattaki koridorda bir gölge... ve bir ayak sesi.
"Neler oluyor?" diye fısıldadım.
Savaş'ın sesi sert ve netti.
"Seren, ne görüyorsun?"
"Hâlâ bir şey göremiyorum."
Bir şeyler değişiyordu. Fırtına yaklaşıyordu. Ve hepimiz bunun farkındaydık.
Savaş ve Cihangir içeri sızdıktan birkaç saniye sonra o da peşlerinden girmişti. Kameradan onun hareketlerini izliyordum. Sessiz, kontrollü ve ölümcül... Tıpkı Savaş gibi.
Koridorda ilerlerken köşede duran adamı fark etti. Adam daha tepki veremeden Alp'in kolu hızla boynuna dolandı. Adamın gözleri bir an panikle açıldı ama Alp'in güçlü hareketiyle bilinci kapandı. Adam sessizce yere yığıldı.
"Üçüncü kişi etkisiz hale getirildi." diye fısıldadı Alp kulaklıktan.
Savaş'ın sesi gergindi. "Temiz ilerle. Hata yapma."
Alp hafifçe gülümsedi. "Hata yapmam." Cihangir, köşede duran başka bir adamı etkisiz hale getirirken Alp, Savaş'ın yanına hızla yaklaştı.
"Kameraya bakıyorum." dedim, ekrana odaklanarak. "Koridor temiz."
Alp bir saniye bile tereddüt etmeden hızla koridordan ilerledi. Önüne çıkan bir adamı tek bir hareketle yere serdi. Adam inlemeye fırsat bile bulamadan bilincini kaybetti.
Alp'in sesi soğuk ve netti. "İkinci adam etkisiz hale getirildi."
Tam o sırada Alp, yere yığılmış adamın üzerinden yavaşça eğildi ve adamın üzerine siyah ceketi çıkardı. Başını çevirip Savaş'a baktı.
"Devam ediyoruz" dedi Alp, yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle.
Savaş'ın kaşları çatıldı. "Ne yapıyorsun?"
Alp ceketini giyip, yere düşen maskeyi eline aldı. Maskeyi yüzüne geçirirken sesi buz gibi çıkmıştı.
"İçeri sızıyoruz."
Savaş bir an tereddüt etti. Cihangir ise sessizdi ama gözleri Alp'i izliyordu.
Alp, adama ait olan silahı alıp beline yerleştirdi. "Hazır mısınız?"
Savaş başını eğip silahını çıkarıp emniyeti açtı. "Hadi bitirelim şu işi."
Cihangir, Alp'in ardından maskesini taktı. Savaş ise sessizce ceketini düzeltti. Üçü de artık içerideki adamlardan farksız görünüyordu.
Kulaklıktan sesim titrek çıktı.
"Dikkatli olun."
Alp'in sesi sakin ama tehlikeli bir tondaydı.
"Tamam"
Savaş önden yürümeye başladı. Alp ve Cihangir peşinden sessizce ilerlerken, içimdeki huzursuzluk daha da arttı.
"Seren," diye seslendi Savaş.
"Neler görüyorsun?"
Kameralara odaklandım. Ev o kadar büyüktü ki insan içinde dolanırken bile kaybolabilirdi. Koridor temizdi ama içerideki odaların kapıları hala kapalıydı.
"Alt koridor ve üst koridor temiz" dedim fısıldayarak.
Alp'in sesi kulaklıktan geldi. "O zaman bulacağız." Ve üçü de gölgelerin içinde kayboldu.
Barlas, kollarını kavuşturmuş halde yanımda duruyordu. Gözlerini ekrandan ayırmadan mırıldandı.
"Acaba Defne'yi nereye götürdüler?"
"Belki de bodrumda..." dedim endişeyle. "Ya da daha kötüsü..."
"Hayır, hayır." diye kesti Barlas. "Kötü düşünme. Daha bakmadığımız yerler kaldı."
Derin bir nefes aldım. Kötü ihtimalleri düşünmemeliydim. Tam o sırada kulaklıktan Cihangir'in sesi geldi.
"Etraf temiz."
Ama birkaç saniye sonra ekranda Cihangir'in karşısına aniden bir adam çıktı.
"Lanet olsun..." diye fısıldadım.
Adam, Cihangir'i dikkatle süzdü ve kaşlarını çatarak homurdandı.
"Haluk, sen misin?" diye sordu kalın bir sesle. "Dışarıda bir hareketlilik var mı?"
Cihangir'in duraksaması kalbimi ağzıma getirdi. Lütfen zekice bir şey söyle... Hepimiz susmuştuk. Çünkü Cihangir yakalanmıştı.
Bir saniyelik sessizlik ölüm gibi geldi. Sonra Cihangir boğazını temizleyip sesini kalınlaştırarak konuştu.
"Dışarısı mı? Hah! O soğukta kim çıkıp dolanır ki? Bırak dışarısını, sinek bile uçmuyor."
Adam bir an daha şüpheyle baktı. O an kulaklıktan nefes seslerini duyabiliyordum.
"Hmm..." Adam hâlâ ikna olmamış gibiydi.
Tam arkasını dönecekken Cihangir omuzlarını silkip ekledi.
"Ama sen bilirsin tabii. İstersen çıkıp bakarsın, ama üşümeyi göze alabiliyorsan."
Adam kaşlarını kaldırdı, kısa bir kahkaha attı ve başını iki yana sallayarak uzaklaştı.
Hepimiz derin bir nefes aldık. Cihangir kulaklıktan mırıldandı. "Bu kadar kolay yutacağını tahmin etmemiştim."
Rahat bir nefes verdim. "Vay, vay... Büyük oyuncu Cihangir." dedim alaycı bir sesle.
Cihangir keyifle yanıt verdi. "Ne yaparsın, yetenek böyle bir şey."
"Ego patlaması yaşamasan şaşardım zaten." dedim gülerek.
"Bak, bak... Bir de kıskanıyor."
Barlas başını iki yana sallayıp gülümsedi.
Cihangir'in sesi bir kez daha geldi, sesi bu kez hafif bir alayla doluydu.
"Bu zekaya hayran kalman normal, Seren."
Gözlerimi devirdim. "Sakın şımartma kendini, Cihangir."
"Zaten şımardım bile." diye yanıt verdi, sesi gurur doluydu.
Barlas hafifçe güldü. "Eğer şu an değil de başka zaman olsa Seren seni fena paylardı."
Kulaklıktan Cihangir'in sesi yine geldi, bu kez daha da ukalaca.
"Benim ona yürüdüğümü sanıyorsan yanılıyorsun Barlas. Seren zaten bana bayılıyor."
"Sen kendine bayağı güveniyorsun ha?" dedim gözlerimi devirmeden edemeyerek.
Cihangir hafifçe güldü. "Sadece gerçekleri konuşuyorum."
"Peki, Cihangir Bey..." diye mırıldandım. "Göreceğiz bakalım bu zekan seni ne kadar kurtaracak?"
Kulaklıktan gelen Cihangir'in ukala sesiyle gözlerimi devirdim. Ama tam bir şey söyleyecekken Alp'in sesi araya girdi.
"Beni rahatsız etmez ama siz böyle birbirinize yürümeye devam edecek misiniz, yoksa susup operasyona odaklansak?" Bir anda ikimiz de gerçek dünyaya dönmüştük. Evet, operasyonun ortasında birbirimize laf atmakla meşguldük. Gerizekalı Seren!
Barlas gülümseyerek başını iki yana salladı. "Hadi ama, çocuklar. İşin ortasındayız."
Alp'in sesi hafif bir alayla devam etti. "Bence ikinizin de enerjisini başka yere harcaması gerekiyor." Yutkundum. Oha! Ne diyor ya bu?!
"Alp," dedim uyarıcı bir sesle. "Tamam, tamam." dedi Alp keyifle. "Devam edelim."
Savaş'ın sesi kulaklıktan geldi, bu kez daha sertti.
"Odaları kontrol ediyorum."
Kameradan Savaş'ın ikinci katta hızla ilerlediğini görebiliyordum. Kapılardan birini açtı, boş. Diğerini açtı, yine boş. Üçüncü kapıyı açarken hareketleri daha da sertleşmişti.
"Savaş?" diye fısıldadım.
"Yok." dedi dişlerinin arasından. "Hiç kimse yok. Serap ve Hayal nerede?" Karanlıkta ilerlemek oldukça zordu. Üstelik görünmeden bunu yapmak daha zordu.
Tam o sırada Alp ve Cihangir salona girdiler. İkisi de dikkatlice etrafı süzüyordu. Salondaki kanepeye oturmuş iki kişi hemen dikkatimi çekti. Serap ve Hayal.
İkisi de sessizce oturuyordu. Serap başını öne eğmiş, Hayal ise gözlerini sabit bir noktaya dikmişti. Fakat Hayal'in gözleri bir an Alp'e kaydı.
O an kameradan net bir şekilde gördüm, Hayal'in gözleri hafifçe irileşti.
Alp bir saniyeliğine durdu. Hayal'in gözlerindeki o tanıdık bakışı yakalamıştı.
Ama Hayal tek bir kelime bile etmedi. Gözlerini Alp'in gözlerinde tutarak, sessizce başını hafifçe eğdi. Sanki, "Anladım." der gibi...
"Onlar iyi." diye mırıldandı Alp kulaklıktan.
"Defne?" diye sordum hemen.
Alp'in yüzü ciddileşti. "Görünürde yok."
"Bu iyi değil." dedi Savaş, sesi buz gibiydi.
Hayal'in Alp'e olan bakışını izlerken içimde garip bir his belirdi. Sanki Hayal bir şey biliyor ama söylemiyordu.
Cihangir sessizce başını eğdi. İkisi de dikkatlice odanın etrafına bakmaya başladılar.
O an içimdeki huzursuzluk katlanıyordu. Defne'nin nerede olduğunu bilmeden devam etmek... İşte bu gerçekten tehlikeliydi.
Adamlar evden uzaklaşınca Hayal hızla yerinden kalktı. Hiç düşünmeden Alp'in kollarına atıldı. Alp, Hayal'in vücudunu sararken gözlerini kapattı, sanki o anın sonsuza dek sürmesini ister gibiydi.
"Birtanem..." diye fısıldadı Alp, sesi sevgiyle doluydu.
Hayal'in gözlerinden yaşlar süzülürken Alp'in boynuna daha sıkı sarıldı. İkisi de o an birbirlerini kaybetmediklerini bilmenin huzurunu yaşıyorlardı.
Alp, Hayal'in yüzünü avuçlarının arasına alarak, başparmaklarıyla yanaklarındaki gözyaşlarını nazikçe sildi. "Sakin olun." dedi yumuşak ama kararlı bir sesle. "Sizi kurtarmaya geldik." Tam o anda Ahu'nun sesi araya girdi.
"Defne nerede?"
Alp'in yüzü anında ciddileşti. Sert bakışlarını Hayal'in gözlerine kilitledi. "Defne nerede?"
Hayal'in yüzü bir anda bembeyaz oldu. Gözleri irileşti. Serap da yanında donup kalmıştı.
Tam o sırada ışıklar geri geldi, kapı yavaşça açıldı.
Bir çift siyah ayakkabı... Ardından Halil'in soğuk yüzü belirdi. Yanında birkaç adamı vardı ama en arkada birini daha getirmişlerdi.
Defne...
Gözlerim anında Defne'ye odaklandı. Ama... O... O Defne değildi.
Yüzü bembeyazdı. Bakışları boştu. Zayıflamıştı, elmacık kemikleri belirginleşmişti. Omuzları çöküktü, sanki ruhunu kaybetmiş gibiydi.
Halil'in yüzünde sinsice bir gülümseme vardı.
"Güzel plan." dedi alaycı bir sesle. "Ama keşke daha çabuk gelseydiniz... Çünkü tam da gösterinin ortasına geldiniz."
Bir anda herkesin nefesi kesildi. Ne olmuştu Defne'ye? Halil ona ne yapmıştı?
Alp, Hayal'in önüne geçerek korumacı bir tavırla Halil'e sert bir bakış attı.
Defne'nin bakışları tamamen boştu. Sanki kimseyi tanımıyordu. Gözlerini Halil'in omzunun üzerinden salona sabitlemişti.
Sesim titredi. "Defne..."
Halil başını yana eğip gülümserken Defne'ye döndü.
"Bakalım bu gösteri nasıl bitecek?" dedi Halil, gözleri şeytani bir ışıkla parlıyordu.
Kimse bir şey anlamamıştı. Odadaki hava donmuştu. Telaşlı fısıltılar kulaklıktan duyuluyordu.
Alp dişlerini sıktı. "Defne'ye ne yaptın?"
Halil'in gülümsemesi derinleşti. "Henüz bir şey yapmadım. Ama artık siz geldiniz. Şimdi oyun başlıyor."
Defne'nin gözleri kısacık bir an için Alp'e döndü. Ama o bakışta ne korku ne de umut vardı. Sadece... boşluk.
"Hazır mısınız?" diye sordu Halil.
Sonra arkasındaki adamlara bir işaret verdi. Ve her şey bir anda koptu.
Defne bir adım attı. Elinde silah vardı. Hayır, bu Defne değildi. Savaş ikinci kattan inince donuk bakışlarını ona çevirdi. Bu o değildi. "Defne'ciğim, gösteriye başlayabilirsin." Silahı ağır ağır kaldırıp Hayal'e doğrultunca Alp Hayal'in önünde siper oldu. Nefesim tıkandı. Neler oluyordu?
Defne'nin elindeki silah, Hayal'e doğrultulmuştu.
O an zaman durdu.
Alp hızla Hayal'in önüne geçip onu korumaya çalıştı. Hayal'in nefesini tutuşunu duyabiliyordum. Alp'in kolu Hayal'in beline sıkıca dolandı.
"Defne?" diye seslendi Alp. "İndir silahı. Ne yapıyorsun?"
Ama Defne'nin yüzünde tek bir duygu belirtisi yoktu. Boş gözlerle ileri bakıyordu. Robot gibiydi.
Savaş hızla Defne'nin önüne geçti. Elleri yavaşça havaya kalktı, gözlerini Defne'nin gözlerine dikti.
"Defne, bu sen değilsin." dedi Savaş, sesi sakin ama sertti. "Silahı indir."
Defne'nin gözleri Savaş'a döndü. Ama o bakışlarda hiçbir duygu yoktu. Ne korku, ne öfke... Tamamen boştu.
"Defne!" diye bağırdı Alp. "Ne yapıyorsun?"
Defne hiçbir tepki vermedi. Parmağı tetikteydi.
Tam o sırada Tolga ve Kerem'in sesi kulaklıktan geldi.
"Ne oluyor?"
Kuzey'in sesi araya girdi. "Biri ne olduğunu açıklayacak mı?"
Hira'nın sesi telaşlıydı. "Seren! Cevap verin!"
Ama ne ben, ne Savaş, ne Alp... Hiçbirimiz cevap veremedik.
Barlas'ın sesi, derin ve boğuk bir nefesin ardından geldi.
"Beynini yıkamışlar..." dedi şok içinde. "Geç kaldık."
Defne'nin yüzündeki donukluk hiçbir şekilde çözülmüyordu. Savaş, bir adım daha atmaya çalıştı ama Defne anında parmağını tetiğe daha fazla bastırdı.
"Sakın!" dedi Alp, sesi keskin bir emir gibiydi.
Ama Defne gözlerini kırpmadan Hayal'e bakıyordu.
Aniden Halil'in kahkahası odanın köşesinden yankılandı. "Güzel değil mi?" dedi sinsi bir sesle. "Bence de... mükemmel bir başyapıt."
Alp dişlerini sıktı. Defne'nin gözlerinin içine bakarak sesini yumuşattı.
"Defne... Beni dinle. Bu sen değilsin. Hayal'e zarar vermezsin. Sen Defne'sin, bizim Defne'mizsin. Silahı indir."
Ama Defne tepki vermedi.
Sadece Halil'in arkasında duran gölgede donmuş gibi duruyordu.
Halil, dudaklarını yalayarak devam etti.
"İsterseniz devam edelim. Bakalım Defne ne kadar ileri gidecek?"
Bir anlık sessizlik çöktü.
Ardından tetik sesi duyuldu.
Ve herkesin nefesi kesildi.
Her şey birkaç saniye içinde oldu.
Kapı hızla açıldı.
Kuzey ve Hira...
İkisi de hızla içeri dalarken nefes nefeseydiler. Ama salondaki manzarayı görünce birden oldukları yerde çakılıp kaldılar.
Defne...
Elinde bir silah vardı. Ucu Hayal'e doğrultulmuştu. Ama Defne'nin gözlerindeki boşluk... İşte o beni en çok korkutan şeydi.
Kalbim hızla çarpıyordu. Göğsüm sıkışıyordu. Avuçlarımın terlediğini hissediyordum. Defne'nin o boş gözlerini gördükçe içimdeki korku büyüyordu. Ellerimi kulaklığa götürdüm ama sesim çıkmıyordu. Konuşmam gerekiyordu ama yapamıyordum.
Hira, dudaklarını araladı ama kelimeler boğazına takılmıştı. Kuzey'in yüzünde ise şoktan çok bir öfke vardı. İnanmaz gözlerle Defne'ye bakıyordu.
"Bu... Bu nasıl olur?" diye fısıldadı Kuzey. Sesi tedirgin ve sertti.
Defne'nin bakışları Kuzey'e döndü. Yavaş, soğuk ve duygusuz bir şekilde ona baktı. Ama hiçbir tepki yoktu. Ne tanıdık bir bakış, ne de bir duygu... Tekrar bakışlarını çevirdi.
O Defne değildi.
Tam o anda, üst kattan ayak sesleri duyuldu. Merdivenlerden iki gölge indi.
Ahu ve Cesur...
İkisi de sessiz ama tetikteydi. Cesur'un elinde bir silah vardı ama kimse Defne'ye silah doğrultmaya cesaret edemiyordu.
Çünkü o Defne'ydi.
Ama aynı zamanda... O, bizim tanıdığımız Defne değildi.
Gözlerim kameraya kilitlenmişti. Kulaklıkta herkesin nefesini duyabiliyordum. Kalbim boğazıma kadar gelmişti.
Defne'nin parmağı tetikteydi.
"Defne..." diye fısıldadı Alp, sesi yumuşaktı. "Beni duyuyor musun?"
Ama Defne'nin gözleri bomboştu. Sanki bizi duymuyordu.
O an içimdeki korku, çaresizlik ve endişe birbirine karıştı. Kalbim deli gibi çarparken içimde boğucu bir sessizlik vardı.
Bir şeyler ters gidiyordu.
Ve Defne'nin o soğuk bakışları, her şeyin çok daha kötüye gideceğinin habercisiydi.
"Defne'm" dedi Savaş ve ona doğru bir adım atarak. "Yaklaşma!" Silahı bu kez ona doğrultunca Savaş olduğu yerde kaldı. "Ne oldu sana?" Cevap gelmedi...
Savaş, ellerini kasvetli bir şekilde iki yana açarak Halil'in karşısında dikilmişti. Gözlerinde, bir avcının avına bakar gibi, karanlıkta parlayan bir öfke vardı. "Defne'ye ne yaptığını söyle!" demişti, sesi öfkeyle titriyor, her kelimesi adeta bir tehdit gibi havada yankı buluyordu. Halil, Savaş'ın gözlerinde yanan o ateşi fark etmişti, ama o alaycı gülümsemesini kaybetmemişti. "Beyninden bazı anıları sildim o kadar" dedi.
Savaş'ın duruşu, tüm kontrolü elinde tutan birinin görüntüsüne bürünmesine neden olmuştu. Bir adım atarak Halil'in yakınına gelmişti, ama bir o kadar da Defne'ye yakındı. "Defne'yi bırak! O bir oyuncak değil, senin oynadığın bu kirliliği hak etmiyor!" dedi Savaş, sesi giderek sertleşmişti, ama içinde bir titreme vardı, sanki bir yerlerden büyük bir korku gizlenmişti, ancak kimse görmeden. "Defne'yi bırak beni al."
Halil, Savaş'ın bu öfkesine aldırmıyordu ama içindeki şüphe büyümeye başlamıştı. "Neler olduğunun farkında değilsiniz, Defne artık yok."
"Birkaç günde onun beynini yıkayamazsın. Tüm her şeyi unutturamazsın!" Cihangir öfkeyle bir adım öne çıktı. "Birkaç gün değildi zaten. Üç aydır ben bu işin peşindeyim zaten. İçtiği her suya yediği her yemeğe ilaç katmak kolay değil bilirsiniz."
"Üç ay mı?" dedi Savaş şok içinde. "Üç ay?" dedim fısıltıyla. Her şey planlanmış mıydı? Bu zamana Defne gözümüzün önünde zehirlenirken biz bunu nasıl fark etmemiştik?
"Defne, silahını indir." Savaş direkt olarak Defne'nin gözlerinin içine bakarak konuşuyordu. Bir adım daha atmıştı, gözleri hâlâ Halil'de, ama her hareketi, her nefesi Defne'ye odaklanmıştı. Defne, soğuk gözlerini Savaş'a çevirmişti ve parmağını tetiğin üzerine koymuştu. Atmosfer, her an patlamaya hazır bir bomba gibi gergindi.
Alp "geri çekil Savaş!" diye bağırmıştı, kalbim çırpındı. Alp, adeta kendini tutamayarak atlamaya çalışırken, Hayal hızlıca elini tutmuş ve onu durdurmuştu. "Onu vurmayacak!" diye bağırdı, sesinde bir kararlılık vardı ama aynı zamanda korku da...
Olaylar giderek daha karmaşık bir hâl alıyordu. Hızla arabadan inip eve doğru koşmaya başladık. İçeri girip Hayal ve Serap'ı arkamıza aldık, birbirimizi kollayarak. İçeriye adım attığımızda, Defne'nin gözlerindeki korkunç bakışları net bir şekilde hissetmiştim. Gözleri, bir şeyleri çoktan kaybetmiş gibi boştu, ama aynı zamanda içinde derin bir öfke barındırıyordu. O an, her şeyin bir sınır noktasına geldiğini fark etmiştim.
"Defne, bizi tanıyorsun. Bizleri tanıyorsun sen!" dedim, sesim yankı yaparak odada çınladı. Her kelime, bir çağrı gibi havada asılı kalmıştı, ama Defne'nin gözlerinde hiçbir duygu belirtisi yoktu. O gözler, beni bir an için duraksatmıştı. Hiçbir şey görmüyordum, sadece bir boşluk vardı.
Onun bakışları... Onun bakışlarında ölüm vardı. Kendisini tamamen kaybetmiş gibiydi, yaşamla arasında bir bağ kalmamıştı. O an, Defne'nin içinde bir şeylerin ölmüş olduğunu fark ettim. Bir zamanlar, her şeyin anlamlı olduğu o gözler şimdi sadece bir boşluk gibiydi. Ne korku, ne üzüntü, ne de öfke vardı. Sadece sessizlik ve bir umutsuzluk vardı.
Barlas'ın sesi, bu soğuk atmosferde bir anlığına duygusuzca yankılandı. "Defne, geri çekil!" Ama o, hiçbir şey duymamış gibi hareketsizdi. Bir tüy kadar hafif, bir kayıp kadar derin.
Ahu, hızla merdivenleri inip Savaş'ın yanına gitmek istemişti ama Cesur, belinden tutarak onu geriye çekmişti. "Bırak beni!" diye çığlık atmıştı Ahu, sesi titriyordu ama Cesur onu sıkıca tutmuştu. "Lütfen, geri çekil!" diye fısıldamıştı Cesur, sesi kararlı ve sertti.
Savaş'ın hayatı tehlikedeydi. Defne'nin gözü dönmüştü, bunu hepimiz görebiliyorduk. Ama en çok Savaş bunu biliyordu. Yine de geri çekilmedi. Tam tersine, bir adım daha atmıştı Defne'ye doğru. Gözlerinde korkudan eser yoktu. Defne'nin silahını ona doğrultmasına rağmen, Savaş'ın gözleri sevgi ve özlemle doluydu.
Özlem duyduğu, sevdiği kadını bulmuştu ama Defne yerinde değildi. O gözlerdeki ışık sönmüştü. Kalbi ve ruhu, Defne'nin bedeninden çekip alınmış gibiydi. Savaş'ın gözlerindeki o derin acıyı hissettim. Onu bulmuştu ama artık Defne'nin ruhu bir yabancıya dönüşmüştü.
Defne'nin tetiğe basan parmağı titriyordu ama bakışları hâlâ boştu. Savaş ise bir an olsun geri çekilmedi. Birkaç adım daha atarak Defne'nin önünde durdu. "Beni vuracaksan, vur Defne. Ama beni bırakmana izin vermem," dedi Savaş vazgeçecek gibi değildi. Savaş Defne'den vazgeçmezdi.
Defne'nin parmağı tetiğin üzerinde titriyordu. Gözlerindeki boşluk, ruhunun kaybolduğunu gösteriyordu. Savaş tereddüt göstermeden birkaç adım daha atmıştı. Defne'nin silahı artık doğrudan Savaş'ın kalbine doğrultulmuştu. Kalbim yerinden çıkacak gibi çarpıyordu. Barlas'ın nefesi kesilmiş gibiydi, Ahu ise Cesur'un kollarında çırpınıyordu.
"Defne... Ben buradayım," dedi Savaş, sesi yumuşaktı ama içindeki acıyı hissedebiliyordum. "Karşındayım güzelim." Defne'nin gözleri kısıldı, ama bakışlarındaki soğukluk hâlâ geçmedi. Defne'nin hatırlaması gerekiyordu. Savaş'ı tanıması gerekiyordu. Kalbini dinlemesi lazımdı. Vurmazdı değil mi? Defne Savaş'ı vurmazdı. Bir an için parmağı tetiğe daha da bastı. Nefesimi tuttum.
"Savaş!" diye çığlık attım. O anda Savaş bir adım daha attı. Aralarındaki mesafe neredeyse kapanmıştı. Savaş'ın eli yavaşça Defne'nin silah tutan bileğine uzandı. "Beni hatırla, Defne. Bizi hatırla..." dedi, sesi titremişti ama gözlerindeki kararlılık sabitti.
Defne'nin nefesi düzensizleşti. Gözlerinde bir şeyler değişiyordu. Soğukluk yavaş yavaş çözülmeye başlamıştı ama yine de tetiği bırakmadı. "Sen... Neden buradasın?" diye fısıldadı Defne. Sesi neredeyse kırılacak kadar inceydi.
"Çünkü seni seviyorum," dedi Savaş. Elini daha da sıkıca Defne'nin bileğinin etrafına doladı. "Seni bırakmayacağım, Defne. Ne olursa olsun." Savaş'ı gözünü kırpmadan vurabilirdi.
Bir anlığına her şey durdu. Defne'nin gözlerinden bir damla yaş süzüldü. Ama parmağı hâlâ tetiğin üzerindeydi. "Vur!" diye emretti Halil bağırarak. Defne hiç beklemeden silahın yönünü değiştirip kalbine değil, karnına çevirdi, tetiğe bastı ve ateş açtı.
Silahın patlama sesi odayı doldurduğunda, nefesim kesildi. Zaman bir anlığına durdu sanki. Herkes nefesini tuttu. Gözlerim Savaş'ın göğsünün altından fışkıran kana takıldı. Savaş'ın bedeni kurşunun etkisiyle geriye savrulup dizlerinin üzerine düştüğünde Defne'nin gözyaşı yanağından süzülürek yerle buluştu.
"Savaş!" diye çığlık attım, sesim odada yankılanmıştı. Herkes şoktaydı, rüya mıydı? Kabus muydu? Bunlar gerçek miydi? Olduğumuz yerde donakalmıştık. Bu olamazdı. Defne Savaş'ı vurmuştu. "Abi!" diye Ahu'nun haykırışı kulaklarımda yankılandı. Kalbim atıyor muydu? Biz gerçekten bunları yaşıyor muyduk?
Barlas ve Alp aynı anda Savaş'ın yanına koştu. Barlas, hızla Savaş'ın gömleğini yırtıp elleriyle yaraya bastırırken Alp, titreyen elleriyle Savaş'ın yüzünü tutuyordu. "Dayan kardeşim, gözlerini kapatma!" diye bağırıyordu Alp. Ben şoktaydım. Hayır, idrak edemiyordum. Bu gerçek değildi. Defne Savaş'ı kalbinden değil, karnından vurmuştu. Oysa namlu kalbinin üzerindeydi. Fakat o bir seçim yapmıştı. Onu yaşatmayı seçmişti...
O an, gözüm Defne'ye kaydı. Silah hâlâ titreyen ellerindeydi. Yüzünde bir şaşkınlık vardı. Sanki yaptığı şeyi kendisi de anlayamamış gibiydi.
"Defne?" diye fısıldadım, ama beni duymuyordu. Gözlerini açıp kapattı, silahı elinden yavaşça bıraktı. Titreyen adımlarla geriye çekilmeye başladı.
Halil şok olmuş bir şekilde Defne'ye bakıyordu. Sonra hızla kendine gelip Defne'nin kolunu tuttu. "Bize lazım, onu götürmemiz gerek!" diye sertçe fısıldadı. Defne hiçbir tepki vermedi, sanki orada değil gibiydi.
"Defne! Sakın gitme!" diye bağırdım ama Halil, Defne'nin kolunu daha sıkı kavrayıp hızla geri çekti. Defne, direnmeden Halil'in peşinden yürüdü. Gözleri donuktu, sanki ruhu bedenden çekip alınmış gibiydi. Gözleri yerde yatan Savaş'taydı. Savaş'ın gözleri ise bir an olsun Defne'den ayrılmamıştı. Nefesini verirken gitme der gibi baktı. Biraz önce bomboş bakan Defne ne yapacağını bilemez haldeydi.
"Hayır! Bırak onu!" diye bağırdım, ama Halil, Defne'yi hızla dışarı çıkardı. Kapının çarpma sesiyle geriye sendeledim.
Barlas'ın sesi beni kendime getirdi. "Alp Ambulansı ara!" diye bağırıyordu. Savaş'ın yüzü gitgide solgunlaşıyordu. Kan, Barlas'ın parmaklarının arasından süzülüp zemine damlıyordu.
Savaş, yarı kapalı gözlerle Defne'nin gittiği kapıya bakarken, kısık bir sesle fısıldadı.
"Defne..."
O an içimde bir şeyler paramparça oldu. Defne hiçbir şey hatırlamıyordu. Savaş'ı vurmuştu... ve şimdi Halil onu alıp götürüyordu.
Ve Savaş'ın elleri, Barlas'ın elinden kayarken içimdeki korku derinleşti. Savaş'ı kaybediyorduk. Defne'yi ise çoktan kaybetmiştik...
Savaş'ın kanı, hızla yayılıyordu. Barlas, onun başını dizinin üzerine koymuş, gözlerinde öfke ve endişe vardı. "Ölmeyeceksin ulan," diye hırlayarak dedi. "Sen kendi ellerimle ben öldüreceğim. Kimsenin öldürmesine izin verme. Hadi, dayan!" diye bağırıyordu.
Ahu'nun çığlıkları, odada yankılandı. Serap, onu tutarak sakinleştirmeye çalışıyordu. Ama Ahu, gözlerinden yaşlar süzüle süzüle bağırmaya devam ediyordu. "Hayır, hayır!"
Hayal, soğukkanlı bir şekilde Savaş'ın yarasına bez parçasını bastırıyordu. "Kanaması çok fazla," dedi, sesi sert ve kararlıydı. Ama her şey yavaşlıyor gibiydi, Savaş'ın gözleri giderek daha az parlak hale geliyordu.
Ben panikle ne yapacağımı bilemez haldeydim. Birkaç adım geriye gittim, kalbim boğazımda atıyordu. Savaş'ı kaybetmek... gözlerim dolu dolu oluyordu ama buna odaklanmam lazımdı. Defne'nin peşinden gitmemiz gerekiyordu.
Yaralarımın acısını umursamadan hızla ayağa kalktım. Bacaklarım titriyordu, her adımda dengesizce savruluyordum ama onu yalnız bırakamazdım. Defne gitmek üzereydi.
Arabaya binerken, peşlerinden bağırdım. "Defne!"
Bir an durdu. Gözleri, bir saniye önce soğuk ve donuktu, şimdi ise endişeyle bana döndü. O an çok kısaydı. Ama sadece bir an, çünkü sonra arabaya binip hızla uzaklaştılar.
"Defne!" diye bir kez daha bağırdım, ama o çok uzaktaydı, gittiği yoldan sadece arabanın arkasındaki toz bulutunu görebiliyordum.
Derin bir nefes alıp, hızla Savaş'ın yanına döndüm. Her şey bir anda altüst olmuştu... Geriye ise sadece toz duman kalmıştı...
Öhöm öhöm. İyisiniz değil mi? İyisiniz iyisiniz, merak etmeyin. Evet, diğer bölüm de çok kısa bir sürede gelecek. Bu bölümü yazarken ne kadar çok heyecanlandığımı anlatamam.
Nasıl buldunuz?
Öncelikle güzel yorumlarınız için hepinize çok teşekkür ederim. Daha bir sene olmadan Wattpad'de 27 bin okunmaya ulaşdık. Sizler sayesinde yaptık bunu. Hepinize ayrı ayrı çok teşekkür ederim. O kadar güzel yorumlar yapıyorsunuz ki içim kıpır kıpır oluyor. ❤️❤️
Şimdiyse neden böyle kaos yazdığımı açıklayayım. Arkadaşlar biliyorum Defne'yle Savaş'ın ilişkisini okumak istiyorsunuz. Ama sabırlı olun lütfen. Halil ölmeden bize rahat yok. Defne'yle Savaş şu an birleşse bile Halil yine olay çıkaracak. Ve bu sonsuz döngü içerisinde devam edecek. Bu yüzden bazı düğümlerin artık çözülmesi gerekiyor. Bu süreçte Savaş'ın aşkından şüphe edenler bence artık fikirlerini değişmişler diye düşünüyorum. Değişmedilerse bundan sonraki bölümlerde kesin değişecekler. Neyse, kısacası sadece sabırlı olun. Bölümleri sık sık atamıyorum. Çünkü diğer hikayelerim de var. Ama 39, 40 41 kısa sürede sizlerle olacak. Sadece instagramdan duyuruları takip edin yeterli.
Bölümü beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayalım... Sizi seviyorum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.04k Okunma |
500 Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |