4. Bölüm
Adelina / Savaş'ın Yıldız'ı / 3.Bölüm: 'Tesadüf Değil Plan'

3.Bölüm: "Tesadüf Değil Plan"

Adelina
adelinashwriterr

 

3.Bölüm: "Tesadüf değil, plan!"



2 hafta sonra


Defne kapıyı hafif bir hışımla çekip çıkarken yüzündeki asık ifade tüm sabahının özetiydi. Dudakları ince bir çizgi halini almış, kaşlarının arası düşünceli ve gergin bir şekilde çatılmıştı. Yürürken adımlarında hafif bir öfke, kolları ise bedenine yakın sıkılmış haldeydi. Havanın tazeliğine rağmen içindeki sıkıntıyı dağıtacak tek bir nefes bile almıyordu.

Tam o sırada, karşı apartmanın kapısı aralandı. Lacivert gömleğinin kollarını dirseğine kadar kıvırmış, kot pantolonunun cebine eliyle gelişigüzel dokunan Sarp, evinden çıkıyordu. Gözleri uyanıklığın verdiği hafif mahmurlukla kısıktı ama o an burnuna gelen keskin, tanıdık koku gözlerini anında açmasına neden oldu. Kaşları hafifçe çatıldı. Defne'yi kokusundan tanıdı. Neden mi? Çünkü çok koyu kokusu vardı. Ve ilk günden beri Defne'nin üzerinde sürekli bu koku vardı. Dudakları istemsizce yukarı kıvrıldı, hem sinir hem alay karışımı bir tebessüm yerleşti yüzüne.
Defne'nin suratındaki sıkıntılı ifadeyi ve dalgınlığını fark eden Sarp, hafifçe başını eğerek seslendi.

"Ne oldu yine Defne Hanım? Sabah sabah moralinizi kim bozdu?"
Defne, sesin tanıdıklığıyla bir anda durdu. Omuzları hafifçe gerildi, başını yavaşça çevirdi. Karşısında, gömleğinin rengi gözlerini daha da belirginleştiren, bal rengi bakışlarıyla alaycı bir şekilde gülümseyen Sarp'ı görünce, kaşları istemsizce şaşkınlıkla havalandı. Dudakları hafif aralandı ama kelimeler bir an takılı kaldı. "Günaydın" dedi sadece. Sarp'ın yüzündeki gülümseme yerini hafif bir ciddiyete bıraktı. Alışık olduğu o enerjik Defne gitmiş, yerini sıkıntılı ve düşünceli bir Defne almıştı. Gözlerini kısarak onu incelerken, merakının daha da büyüdüğü her halinden belliydi. "Günaydın, moralin bozuk gibi. İyi misin?" Yanına gelip ondan kısa olan kızın gözlerine başını eğerek bakmaya çalıştı. Defne'nin gözleri dolmuştu. "Hiç, boş ver. Uzun hikaye." Arkasını dönüp merdivenlere yöneldiğinde Sarp hızlıca ona yetişti.

"Tamam aşağı inene kadar anlat." Defne basamakları inerken Sarp'ın yüzüne bakmıyor, Sarp ise merdivenleri inerek Defne'yle konuşmaya çalışıyordu. Normalde asansörü kullanan Sarp, bu kez sırf Defne'nin neden böyle olduğunu anlamak için merdivenleri kullanıyordu.
Aniden Defne basamakta durduğunda Sarp da aynı basamakta durdu. "Evleniyorum, o yüzden üzgünüm."

"Şaka?"

"Değil, gerçek." Sırtını duvara yaslayıp bakışlarını aşağı eğdi. Sarp aslında evlendiği için neden üzüldüğünü anlamıştı. Fakat gerçekleri öğrenmek için anlamamış gibi yapması gerekiyordu. "İyi de bunun nesi kötü?" Bakışlarını Defne'ye sabitledi. Gözlerine bakamıyordu, çünkü göz kapakları aşağı doğru bakıyordu.
"İstemediğim ve tanımadığım birisiyle evleniyorum. Ve şu an onunla görüşmeye gidiyorum. Koskocaman teknoloji çağında yaşadığım durum şaka gibi."

Sarp şaşırarak dudaklarını büzüp, hafifçe kafasının arkasını kaşıdı. "Anladım, bu zamanlama tesadüfse ben daha bir şey demiyorum."

"Neden bahsediyorsun?" diye merakla soran Defne bu kez bakışlarını ona bakan iki çift göze sabitledi.

"Çünkü ben de şu an hiç görmediğim ama evleneceğim kızla görüşmeye gidiyorum." Aniden Defne'nin yüzünde gülümseme belirdi. "Şaka?"

"Değil, gerçek!" dedi Sarp Defne'yi taklit ederek. Elini Defne'nin koluna dokundurup "şöyle düşün, beğenmezsen bunları birbirine ayarlarız" dedi sakin ses tonuyla. "Ya da şey derim, benim çok feci geçmişim var. İki sene tımarhanede kaldım falan derim, sen de şey dersin hapiste yatmışlığım var." Sarp'ın söylediği cümleyle Defne büyük bir kahkaha attı.
Aynı durumda olmaları Defne'ye komik gelmişti. Morali bozuk olmasına rağmen Sarp'ın aşağı inene kadar yaptığı şakalarla morali yavaş yavaş düzeliyordu.

Gülüşerek aşağı inerek apartmanın önüne geldiler. Ayrı ayrı arabalara binip yola koyuldular. İkisi de ayrı arabalara yöneldiler. Gün sıradan bir şekilde başlayacaktı. Onlar da öyle düşünüyordu. Fakat onların haberi yoktu. Aynı yolun farklı iki ucunda başlayan o gün, akşamına bambaşka bir yöne savrulacaktı. Ve olacaklar, kesinlikle tesadüf olmayacaktı… Plan çoktan işlemeye başlamıştı, onlar henüz sadece figürandı.

Restoranın önüne gelen Sarp arabadan indiğinde kapıda onu bekleyen annesi Zümra hanımı görünce yüzü düşmüştü. Annesi oğlunu evlendirmenin derdini çekerken, Sarp evlenmek istemediği için annesinin bulduğu tüm kızlarla konuşup hatta onlara para ödeyip fikrinden döndürmüştü. Fakat bu kez Zümra hanım zekice davranmıştı.

"Hoş geldin oğlum. Hadi geçelim."

"Anne bari kızın fotoğrafını gösterseydin, ya çirkinse?" diye çocuk gibi mızmızlandı Sarp.

Zümra hanım oğlunun kurnazlığını iyi biliyordu. Gözlerini kısıp "sus, ben bilmiyor muyum senin ne yaptığını?" dedi hesap sorarak. "Kızın fotoğrafını ismini benden alıyorsun, sonra gidip kızı bulup kararından vazgeçiriyorsun. Hayır efendim. Bu kez izin vermeyeceğim." Sarp oflayarak içeri giren annesini takip etti. Evet, bu kez annesi onu zamansız yakalamıştı. Ve bu Sarp'ın hiç hoşuna gitmemişti.

"Eğer kızla evlenmezsen, senin herkesten sakladığın sırrını ben ortaya çıkartırım. Anladın mı?!" Sarp adımlarını durdurup annesine döndü. "Sen beni tehdit mi ediyorsun? Hem de benim sırrımla?!" Kulaklarına inanamıyordu. Kendi öz annesi, öz oğlunu tehdit ediyordu. Daha kimse buna cüret edememişken…

"Evet, ediyorum." Zümra Hanım’ın gözleri aniden dolmuştu. Sarp’ın içi sızlıyordu. Annesinin neden böyle yaptığını anlamıştı. Onu kaybetmekten çok korkuyordu. Onu yanında tutmak istiyordu. Çünkü sonunun tıpkı abisi gibi olacağından korkuyordu. Abisini çok erken kaybetmişlerdi. Hayatları o günden sonra eski haline dönememişti. Her biri kendini yarım, eksik hissediyordu.

Zümra Hanım derin bir nefes aldı. Gözyaşları göz pınarlarında birikmişti ama bakışları sertti. “Bir oğlumu kaybettim Sarp. İkinci kez aynı acıyı yaşamayacağım. Sen ne sanıyorsun? Bunu keyfimden mi yapıyorum? Sırf o karanlık işlerden uzaklaş diye yapıyorum. Yeni bir düzen kurmanı istiyorum. Kendine bir hayat kurmanı. Yoksa hep böyle gölgelerin peşinden mi koşacaksın?”

"Bu seni ilgilendirmez anne! Bu benim işim." Sarp’ın kalbi sıkıştı. İçinde öfkeyle birlikte bir ezilme hissi de vardı. Annesi onu korumak için uğraşıyordu, bunu anlamıyor değildi. Ama bunu, hayatını zorlayarak, onun istemediği bir evlilikle yapması. İşte o bambaşka bir savaştı.

“Beni köşeye sıkıştırmaya çalışma…” dedi, sesi buz gibi çıkmıştı. “Kaybetmekten bu kadar korkuyorsan… beni de kaybedersin.” Zümra hanım başını önüne eğdiğinde Sarp'ın kalbinden bir parça sanki yere düşüp kırılmıştı. Annesini üzmek istemiyordu ama bu yaptığı da hiç doğru gelmiyordu. Ne kadar da istemese bunu yapması gerekiyordu. En azından birkaç aylık evli kaldıktan sonra yeni gelinin annesiyle anlaşamayacağını düşündü. Ya da anlaşsa da kavganı kendi çıkarıp aradan çekilecekti. Böylelikle annesi kızdan nefret edecek ve Sarp da kızdan boşanacaktı... Kurduğu plandan annesinin haberi yoktu. Çünkü annesinin de kendi kafasında başka bir planı vardı...

İkisi de cam kenarında masaya geçip yan yana oturdular. Zümra kızı daha önce görmüştü. Fakat şimdiye kadar kızla konuşmamıştı.

Sessizce oturup beklerken aniden içeri giren Dilara hanım kızıyla birlikte Zümra hanımı aramaya başladı. Salonun sessizliği, Dilara Hanım’ın acele adımlarıyla bozulmuştu. İnce topuklarının yere her vuruşu yankı gibi yükseliyor, içeri girer girmez çevresine bakınışı ortamda gergin bir kıpırtı yaratıyordu. Gözleriyle etrafı ararken camın kenarında arkaları dönük oturan Zümra hanım ve oğlunu görünce kızının elinden tutup onlara doğru ilerledi. Defne ise bir adım geride, ürkek ve belirsiz bir şekilde ilerliyordu. Ta ki gözleri o masaya, tam karşısında oturan adama ilişene kadar. Bir anlığına zaman yavaşladı. Hatta durmuş gibiydi. Gözleri de, nefesi de, kalbi de... her şey yerinde donup kalmıştı. Çünkü o masada oturan kişi Sarp’tı. Defne’nin gözleri irileşti. Başını hafifçe geri çekti, ağzı aralandı. "Ne?!" diye neredeyse sessizce çıkan kelime dudaklarının arasından süzüldü. O ise hâlâ orada, o sahnenin tam ortasında nefes almaya çalışıyordu.

Annesi çoktan onların yanına gitmişti bile. Adımlarını hızlandırmış, masaya doğru eğilerek sıcak bir tebessümle selam vermişti. Artık her şey için çok geçti. Defne’nin kaçıp gitmekten başka düşündüğü bir şey yoktu şu an. Hatta ciddi ciddi kapıya doğru yönelmeyi planladı.

Ama… Bu düşünceyi anında geri itti. Saygısızlık olacaktı. Annesi oradaydı. Yalnız olsaydı Sarp, belki… Belki geriye bile bakmadan çıkıp giderdi. Ama Zümra Hanım’ın yanında böyle bir hareket yapmak… Kendine yakıştıramazdı. O yüzden içindeki karmaşayı susturup istemsizce, ayaklarına söz geçiremeyerek adımlarını masaya doğru çevirdi.
Her adımda kalbi daha hızlı çarpıyordu. İçinden, “Bu bir şaka falan olsun lütfen,” diye geçirdi ama masaya yaklaştığında Sarp’ın başını çevirip göz göze gelmeleriyle tüm şüpheleri yok oldu. O da onu gördü. Gözlerindeki şaşkınlık, birkaç saniyeliğine ortamı buz gibi kesmişti. Defne yutkundu. Kaçmak artık imkansızdı. Oyun başlamıştı… Hem de tam ortasında, nefes bile almaya fırsat kalmadan.
"Defne?!" dedi fısıltıya benzer sesle. Gözlerine inanmıyordu. Resmen şu an Defne tam karşısındaydı. Evleneceği kız, evlenmek zorunda olduğu kız Defne'ydi.

Dilara Hanım bakışlarını Defne’ye çevirip hafifçe kaşlarını kaldırarak gözleriyle masayı işaret etti. Çünkü biliyordu; annesi de tıpkı Zümra Hanım gibi onu köşeye sıkıştırmıştı. Hem de öyle bir tehdit savurmuştu ki, Defne’nin hayır deme gibi bir seçeneği kalmamıştı. Hayatının ipleri ellerinden çoktan alınmıştı zaten. İçini çekti. Göz ucuyla kaçabileceği yolları düşündü. Ama kaçacak bir yer yoktu. Annesinin o soğuk, sert bakışları her adımını kontrol ediyordu. Çaresizce adımlarını masaya yöneltti. Ne istese de ne istemese de oraya gitmekten başka çaresi yoktu.

Zümra Hanım, Defne yaklaşırken yüzünde sıcak bir tebessümle elini uzattı. “Merhaba kızım,” dedi, sesi yumuşaktı. Defne, istemsizce bakışlarını annesine kaydırdı. Dilara Hanım’ın yüzü buz gibiydi. Gözlerinden adeta “Sakın oyun bozanlık yapma,” cümlesi dökülüyordu. Defne derin bir nefes aldı, gerginliğini yutkunarak bastırmaya çalıştı ve Zümra Hanım’ın elini nazikçe tutup selamlaştı. Ardından zoraki bir şekilde kadına sarıldı.

“Merhaba…” Sesi hem zayıf hem de kırılgandı. Yüreğinin içinde onlarca cümle dönüp dururken dudaklarından sadece tek kelime dökülebilmişti.

Ardından bakışları Sarp'a kaymıştı. Sarp hala şokun etkisinden çıkamamıştı. Dilara Defne'nin kolundan tutup masaya tam Sarp'ın karşısında oturttu. Sarp bakışlarını Defne'den çekip önce annesine sonra ise kahverengi küt kısa saçlı mavi gözlü kadına baktı. Bu onların ikisinin planıydı. Defne başını dikleştirip boğazını temizledi. Ortalıkta sessizliği ilk o bozdu. "Anne, bana her şeyi anlatmayı düşünüyor musun?"

Dilara kızını umursamadan garsonu çağırıp sadece su sipariş etti. Çünkü burada fazla kalmayacaktılar. Sarp ve Defne birbirleriyle bakışırken Zümra hanım konuya girdi. "Defne, biliyorsun ki Sarp senin yan komşun. Bu aslında bir tesadüf değil. Sizin karşılamanız için biz ayarladık. En azından birkaç gün birbirinizi görün diye." Defne ve Sarp aynı anda şaşırarak "ne?!" dediler. Resmen her şey planlanmıştı. İlk karşılaşmaları bile tesadüf değil plandı.

"Biliyorum, bu yaptığımız size fazlasıyla anlamsız hatta aptalca gelebilir. Ama yapmak zorundaydık. İkiniz de iyiliği için yapmalıydık."

Defne ve Sarp hala şokun etkisinden çıkamamıştılar. Tüm bunların birer rüya olduğunu düşündüler. Fakat aynı rüyada olmaları imkansızdı.

"Siz bir de bizim birbirimizi görmemiz için plan mı kurdunuz?" Sarp gözlerini kocaman açarak annesinin yüzüne baktı. Defne ağzını açıp tek kelime etmiyordu. "Bir dakika!" Sarp tüm bu yaşananları hazmetmeye çalışıyordu. "Siz bizim iyiliğimizi düşündüğünüz için mi bizi evlendiriyorsunuz? Acaba nasıl bir iyiliği olacak bize?"
Dilara hanım Zümra hanıma kısa bir bakış attıktan sonra önüne döndü.
"Sana ne gibi bir iyiliği olacak söyleyeyim. Temiz gül gibi kızla evlenip yuva kuracaksın!"

"Anne!" dedi Sarp keskin sesle. "Sen benimle şaka mı yapıyorsun? Tanımadığım kızla evlendirip mutlu olacağımı mı düşünüyorsun?"
Zümra hanım yutkunarak Defne'ye döndü. Onun suratındaki şaşkınlık hala gitmemişti. "Şu dünyada birbirine uyan fakat başka insanlarla birlikte hayat kurup mutsuz olan hatta bir hayatları olmayan binlerce insan var. İnsan kendi eşini kendi seçmeli. Fakat bazı durumlarda bu kolay olmaya biliyor."

"Anne, şaka mısınız ya? Bizim Defne'yle uyumlu olduğumuzu kim söyledi? Hangi devirde yaşıyorsunuz? Böyle evlenme mi olur?" Sarp öfkeden dolayı kontrolünü kaybetmiş, sesi yükselmeye başlamıştı.

"Sen sus!" dedi Zümra sert bir tonda. "Ben Defne ile konuşuyorum!"

"Zümra hanım," dedi Defne Sarp'ın aksine sakin bir ses tonda. Zümra hanıma doğru eğilip ellerini masada kenetledi. "Biz çocuk değiliz. Kendi kararlarımızı kendimiz verecek yaştayız. Ve ayrıca hata yapmamız korkunç bir şey değil. Herkes hata yapar ve büyür." Defne bunların ne yapmak istediğini anlamamıştı. Mantıksızdı. İki insanı zorla evlendirmek oldukça mantıksızdı. İki tarafta da istemiyor iken daha çok mantıksızdı...

Dilara hanım alayla güldü. "Defne," kızına dönerek derin bir nefes aldı. "Biz senin bu zamana kadar her istediğini yaptık. Bir lafını ikiletmedik, değil mi? Şimdi senden sadece tek şey istiyorum. Dediğimi yapman bu kadar zor mu?"

"Evet, zor. Hayatımı mahvetmene izin mi vereceğim?!" Defne aniden ses tonu yükseldiğinde dolan gözlerini engelleyemedi. "Benim hayatım, benim kararlarım." Defne çok sinirliydi. Çünkü gerçekleşmeyen bir sürü hayalleri vardı. Evlenince bunların gerçekleşmemesinden korkuyordu.

"Şu ergen tavırlarını bir kenara bırak! Çocukça hareketler yapmayı kes!" Dilara daha çok sesini yükselttiğinde artık tüm restoran onlara bakıyordu. Sarp araya girerek "Dilara hanım," dedi sakince. "Bakın, ben istesem bile kızınızı zorla evlendiremezsiniz. Bu zaten kanunlara aykırı. Farkında mısınız bilmiyorum ama ben polisim. Böyle bir şeye imza atmam imkansız."

Dilara hanım öfkeyle soludu. "12 yaşındaki bir kızla evlendirmiyorum seni. 24 yaşında yetişkin ama kendi kararlarına doğru dürüst veremeyen bir kadınla evleneceksin."

"Anne, ben kendi kararlarımı kendim veriyorum zaten!"

"Öyle mi? O yüzden mi bekarsın canım? Senin yaşıtların çift çift çocuk doğuruyor."

"Evet, çünkü okumadan gidip evlendiler. Ayrıca ben kedi miyim çift çift çocuk doğurayım?! Çok istiyorsan git kendin yap!"

"Defne!" diye öfkeyle Dilara elini masaya vurunca bu kez araya Zümra hanım girmişti. "Oğlum, biz zaten şu an sizi evlendirmiyoruz. Birbirinizi tanımanız için zaman vereceğiz zaten. Neden bu kadar tepki verdiniz? Sanki normal şekilde sevgili olduğunuz zaman birbirinizi tanımıyor musunuz? Sevgili olmadan yabancı birisiyle buluşuyorsunuz, konuşuyorsunuz anlaştıktan sonra sevgili oluyorsunuz. Bu da aynı şey."

Defne onları anlayamıyordu. Resmen zorla onu evlendirmeye çalışıyor gibiydiler. Bu inatları bitmek bilmiyordu. Sabrının son damlasına ulaşmıştılar.
Ayağa kalkmak istediğinde Dilara hanım sert bakışlarını Defne'ye çevirdi.

"Ne zaman ben sana kötü bir şey yaşattım? Ne zaman beni dinlediğine pişman oldun? Söyler misin?" Doğruydu, Defne hep annesini dinlerdi. Ama şimdiye kadar annesinin yanıldığını görmemişti. "Annelik yapamadığımı mı düşünüyorsun? Ben senin iyiliğin için istiyorum. Sen çoğu şeyin farkında değilsin. Ben biliyorum, görüyorum, hissediyorum. Anneyim ben. Çocuğumun iyiliğini düşünemez miyim?" Defne sustu. Söyleyecek bir şeyi kalmamıştı. "Sen kimliğini unutma! Benim kızımsın! Dilara Aksoy'un kızısın! Ona göre davran! Sana şimdiye kadar kötü bir hayat yaşatmadım! Bundan sonra da yaşatmam!"

"Anne," dedi titreyen sesiyle. "Emin ol, sen de benim hakkımda çoğu şeyi bilmiyorsun!" dediğinde Dilara Defne'nin gözlerine baktı dikkatlice. Ne demek istediğini anlamamıştı. Ama Defne anlamasını da beklemiyordu. Çünkü her şeyi tek başına kaldırmaya alışmıştı. Çantasını alıp kapıya doğru gittiğinde Sarp sandalyesini sertçe geri itip hızla arkasından yürümeye başladı.
"Defne!" diye seslendi ama Defne duymadı ya da duymazdan geldi. Sarp adımlarını hızlandırdı. Kapının dışına çıktığında Defne çoktan arabasına yönelmişti. Yağmur yağmamıştı ama hava bir fırtına öncesi gibi ağırdı. Defne anahtarlarını eline almış, kapıyı açmaya çalışırken Sarp onu yakalayıp elini tuttu. "Bir dakika, durur musun?!"
Defne bir an durdu, gözleri dolmuş, bakışları bulanıktı. Sarp'ın eli hâlâ bileğindeydi ama yumuşakça, sadece gitmesini istemeyen bir adamın çaresiz dokunuşuyla tutuyordu. Defne başını hızla ona çevirdi. Gözleri öfke, kırgınlık ve hayal kırıklığıyla parlıyordu.
"Ne istiyorsun Sarp?!" Sarp bir an afalladı. Gözleri Defne’nin gözlerine takıldı. O an, Defne'nin her şeyin yükünü tek başına taşıdığı o sessiz, kırılgan ama dirençli hâlini ilk kez bu kadar çıplak görüyordu. Sözleri boğazında düğümlendi ama kendini toparladı. "Defne, onların kararından vazgeçmeyeceğini biliyoruz. Gel beni dinle. Aklımda başka bir plan var. Ne dersin?" Defne’nin çatık kaşları biraz gevşedi. Burnunu çekti, gözlerini silmeden sadece Sarp’a baktı. O sorunun ağırlığı havaya yayıldı:

"Ne planı?"

Sarp çoktan her ihtimali düşünmüş, planını kurmuştu bile. Defne'nin Sarp'a güvenmekten başka bir yolu kalmıyordu. Mecbur onun planını uygulayacaktı...

✨✨✨

Akşam olduğuna son hazırlıkları yapıyorduk. Çünkü Sarp'ın ailesi tanışmaya gelecekti. Heyecan falan hiçbir şey yoktu. Bir plan vardı ve o uygulanacaktı. Küçük bir misafirlik gibi bir şeydi. Ben tabakları sofraya yerleştirirken, annem peçeteleri düzeltip alttan alttan bana bakıyordu. Tabii Cevdet'in kızı. Şüphelenecekti. "Siz neden bir anda kararınızı değiştirdiniz? Bir şey karıştırmıyorsunuz değil mi?" Ha ben de dedim ne zaman o soru gelecek? Tam zamanında. Boğazımı temizleyip, ofladım. "Anne, siz istemediniz mi biz evlenelim? Yapıyoruz işte. Yapsak suç, yapmasak suç." diye çemkirdim. Sanki gerçekten bu durumdan şikayetçiymişim gibi.

"Hayır, istemiyordunuz. Bir anda kararınız değişti." Şüpheli bakışlarla beni süzdü. "Sanki bir şey karıştırıyorsunuz." Tabii ki de öyle. Ne yapacaktık? Size boyun mu eğecektik?

"Kim? Biz mi? Asla!" Tam o sırada kapı çaldığında konudan kaçmak için koşarak kapıya yöneldim. "Babam geldi galiba" deyip kapıya doğru gittim. Kapıyı açtığımda babam yorgun suratla beni karşıladı. "Hoşgeldin baba" İçeri geçip sadece başıyla selam verdi. "Hoş bulduk" deyip salona geçti. Hiç iyi görünmüyordu. Kapıyı kapatıp peşine düştüm. "Dilara," nefes nefese annemin adını sayıkladı. "Ben hiç iyi değilim" kendini bir anda koltuğa attı. Annem kaşlarını çatarak yanına geldi. "Ne oldu? Ne bu hal?"

"Ay galiba, hastayım. Ateşim var gibi. Tüm gün halsizdim." Annem babamın alnına dokunup ateşini eliyle ölçtü. "Sabah iyiydin, ne oldu birden bire?"

"Ay bilmiyorum, kötüyüm." Hemen tansiyon aletini alıp yanına gittim. Babamda tansiyon hep oynadığı için ilk tansiyondan şüphelenmiştim. "Tansiyonun düşmüş belki bi' bakalım." Ben tansiyonunu ölçerken annem çatılı kaşlarla babamı izliyordu. "Harun, ateşin falan yok. Nereden çıktı bu halsizlik?"

"Bilmiyorum, kötüyüm. Belki gizli ateştir? Ayh ölüyorum, beyaz ışığı bi' ara gördüm sanki." dediğinde gülmemek için kendimi zor tutuyordum.

"Harun, abartma!"

"Baba, tansiyonun gayet iyi. Hatta kalp çarpıntıların da normal."

Babam başını itiraz edercesine iki yana salladı. "O cihaz bozuk. İyi değilim diyorum, anlamıyor musunuz? Ayh, misafirlere söyleyin, gelmesinler" diyince annem gözlerini devirdi. "Harun, çocuk musun sen? Ben bilmiyor muyum neden böyle yaptığını? Hadi, kalk. Koskocaman adamın yaptığı hareketlere bak." Ama ben hâlâ olaya fransız kalmıştım.

"Hayır, gerçekten iyi değilim, diyorum."

"Harun!" Babam bir anda doğrulduğunda neden böyle yaptığını anlamamıştım. "Anne, ne oluyor?" Annem sinirle mutfağa doğru yürürken söylenmeye başladı.

"Baban onlarla tanışmak istemiyor, daha doğrusu seni evlendirmek istemiyor. Turşunu bağlayacak galiba."

Birden babam yerinden kalkıp hızla yanıma geldi. Gözleri dolu dolu bana baktı. Beni sıkıca kendine çekti. Kalbinin ritmini yanaklarımda hissediyordum. "Evet, istemiyorum çünkü çocuk daha. Ben daha kızımdan doymadım" Saçlarımı koklayıp öptü. Aramızdaki bağ çok farklıydı, şimdi ayrılmak ona zor gelecekti. Tabii bana da öyle. "Baba, bir an gerçekten inandım, neden böyle yapıyorsun?"

"Evlenmeni istemiyorum."

İşte o an, annem elini kalçasına koyup döndü, ses tonu sabrının sonundaydı. "Ya benim babam söyleyince haksız demiştin ama." diye annem elini kalçasına koyup çıkıştı. "Benim 19 yaşım vardı biz evlendiğimizde. Hiç çocuk demiyordun o zamanlar. Ayrıca çocuk dediğin 24 yaşında."

Babamın kaşları çatıldı bu kez. "İzin verseydim de baban o şerefsizle mi evlendirseydi seni? Ayrıca biz birbirimizi severek evlendik. Sen de istiyordun."

"Evet, istiyordum. Böyle yakışıklıyı bulmuşum kaybeder miyim hiç?" dediğinde babam göz kırptı. Evet, ikisi de kırklı yaşlarındalar ve hâlâ tazeler. Ben kendimi onların yanında odun gibi hissediyordum. Daha fazla böyle hissetmemek için ayağa kalktım. "Neyse, size doyum olmaz çifte kumrular. Ben gidip hazırlanayım."

✨✨✨


Ben odamda son kez aynaya göz attım. Beyaz eteğim yumuşak adımlarla yürürken dalga dalga hareket ediyordu. Krem rengi gömleğimin katlayıp ince dantel detayları parmaklarımla yokladım, içime sinmişti. Spor ayakkabılarım rahat hissettiriyordu, ama içimdeki heyecanın hızına yine de yetişemiyordu.

Saçımda fönün o düz ve kontrollü havası vardı ama içim darmadağındı. Rimelimin bulaşmadığını kontrol ettim, dudaklarımda hafifçe belli belirsiz bir gülümseme bıraktım. "Oldu, Defne. Olabildiğince sen oldun işte." Odamdan çıkıp merdivenleri indim. Aşağıda konuşmaları az çok duyuluyordu.

Salona geçtiğimde babam koltuğa yayılmıştı. Annem mutfaktan seslendi.

"Kapıdalar, hazır mısınız?"

"Evet!" Hizmetçiler sofrayı öyle zarif ve özenli hazırlamışlardı ki, masa adeta bir dergi sayfasından çıkmış gibiydi. Kristal kadehler parlıyor, porselen tabaklar üzerindeki altın detaylar göz kamaştırıyordu. İnce işlenmiş peçeteler gül şekline getirilmiş, her sandalyenin arkasına küçük lavanta demetleri asılmıştı. Sofranın ortasında uzanan beyaz şamdanlar, akşamın ilerleyen saatlerinde yanacak mumlar için hazır bekliyordu. Taze çiçeklerin kokusu, masadaki yiyeceklerin sıcak buharına karışmıştı. Ortam hem şık, hem sıcaktı.

Tam o sırada kapı çaldı. Annem bir an durdu, saçlarını düzeltip üstündeki elbiseyi eliyle hafifçe düzeltti. Kalbindeki heyecanı gizlemeye çalışarak hızlı adımlarla kapıya yöneldi. Topuk sesleri salonun mermer zemininde yankılandı. Kapının tokmağını tuttuğunda yüzüne zarif bir tebessüm yerleşmişti.

Zümra hanım ve Cengiz bey gülümseyerek "iyi akşamlar" dediğinde annem onlara karşılık vererek gülümsedi. Ardından babam zoraki gülümsemeyi yüzüne yerleştirdi. Hani küçük çocuklar marketten istediklerini almadığında surat asarlar ya? İşte öyle surat. Annem uyararak dirseğiyle babamın koluna vurunca babam boğazını temizleyip "hoş geldiniz" dedi soğuk tavırla. Ardından onlarla tek tek görüşüp içeri davet ettim. Sarp yoktu. İlginç. "Sarp yok mu?" diye annem merakla sorunca Zümra hanım "arabayı park edip geliyor şimdi" dedi. Onlar içeri geçince annem burada beklememi söyledi.

Etrafa bakındım, hâlâ yoktu. Onu bekleyene kadar telefonumu açıp bana gelen mesajları incelemeye başladım. Hayal'den bi' sürü mesaj vardı.

"Nerelerdesin ma chérie."

"Beni ihmal ediyorsun."

"Yoksa hayatında başka biri mi var?"

"Ah kalbim buna dayanmaz ma chérie. Lütfen bana gerçeği söyle."

"Yoksa ilişkimize ara mı vermemiz gerekiyor?"

"Ama daha çok erken."

"Ben evlenip boy boy çocuk yapmayı planlıyordum."

"Hatta isimlerini bile bulmuştum, Antony, Harry, Henry ve Isabella. Malum erkek çocuk bağımlısıyım da."

Kesin hastası yoktu, o yüzden boş boş yazıyordu. Kıkırdayarak klavyeyi açtım. "ma trésor, hayatımda birisi var evet. Ama erkek. Ve zorla onu kocam yapmaya çalışıyorlar. Sanırım ilişkimiz buraya kadar. Sen kendine yeni birini bul ma trésor. Ve seni hiç unutmayacağım."

Anında mavi tık olmuştu.

"Ne?!"

"Ne saçmalıyorsun Defne?"

"Kocanı kapıda mı bekliyorsun?”
Sarp’ın alaycı sesi arkamdan gelince irkildim. Hızla elimdeki telefonu kapattım, yüzüme dağılmış hafif gerginliği bastırmak için sahte bir gülümsemeyle döndüm. “Evet,” dedim, sesime yapmacık bir neşe katarak. Sarp oracıkta durmuştu. Gömleği tam oturmuş, saçları özenle dağınıklaştırılmıştı. Kravatı gevşekçe boynunda duruyordu, sanki aceleyle bağlamış ama yine de mükemmel görünmeyi başarmış gibiydi. Ceketinin rengi, gözlerinin tonunu daha da belirginleştiriyordu.

İster istemez içimden geçirdim. Acaba stilisti falan mı vardı? Çünkü normal bir insan bu kadar farkında olmadan bu kadar kusursuz giyinemezdi. Ben bakışlarımı kaçırmaya çalışırken, o çoktan anlamıştı. Dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı, alaycı bir gülümsemeyle başını yana eğdi.

"Seni bu kadar etkilediğimi bilmiyordum," dedi, sesi tıpkı gülüşü gibi sıcak ama iğneleyiciydi.

"Etkilemedin," dedim hemen, belki biraz fazla hızlı. "Gömleğin sadece fazla ütülü."

"Gömleğim fazla mı ütülü?"

"Hayır yani şey. Ayh içeri geçecek misin?" Yanıma iyice yaklaşınca ne yapacağımı bilemiyordum. Şimdi ona sarılmam mı gerekiyordu, yoksa sadece tokalaşmak mı? Başımı içeri çevirdiğimde annem gözlerini irileştirip ona sarılmam için uyardığında aynısını Zümra hanım da yapmıştı. Fakat babam tam tersi sarılmamam için gözleriyle uyardı. Sarp da ne yapacağını bilemez halde, bir sarılmak istiyor bir tokalaşmak istiyor, sonra tekrar sarılmak istiyor sonra vazgeçiyor. "Ayh! Bunaldım!" deyip önce tokalaşıp sonra asker arkadaşı gibi sarıldım ardından içeriye sokup kapıyı kapattım. Yeter da!

Sofraya geçince ikinci festival başlıyordu. Evet, şimdi konumuz oturma biçimi. Annemler sırf bizi yan yana oturtmak için üç kere masanın etrafında döndüler. Uzaktan gören ayin kurduğumuzu falan zanneder herhalde. En sonunda ben Cengiz beyle babamın arasında oturmuştum. Sarp da annem annesi arasında oturdu. Herhalde kimse böyle tanışmayı hayal etmemişti.

"Ay böyle de olmadı ki şimdi." Zümra hanım tekrar bizi kontrol ettiğinde Sarp bunalarak annesine baktı. "Anne, masanın etrafında üç tur döndünüz."

Zümra hanım Sarp'a göz devirip yemeğine başladı. "Evet, Cengiz bey" babam başını eğip Cengiz beyi görmeye çalışınca geriye yaslanıp onlara alan açtım. "Sizi az çok tanıyoruz. Babalarımız zamanında asker arkadaşı olmuşlar."

Araya reklam gibi annem girdi. "Şöyle yapalım, Cengiz bey, siz gelin benim yerime. Böyle rahatsızsın. Burada rahat edersiniz." Annemle Cengiz bey son kez yerlerini değiştirdikten sonra tekrar konuya döndük. "Evet, babam Ali babanız Haydar beyle yakın arkadaşlardı. Allah rahmet eylesin ikisine de."

Tam olarak ne söyleceğini kestiremiyordum. Sanki normalde tahmin ediyordum da.

Babamın bakışları ciddileşti. Boğazını temizledi. "Yalnız benim babam ölmedi, öldürüldü." diyince masa buz kesti. Babamın neden böyle bir konuyu açtığına anlam veremedim. Acaba Ali beyle aralarında bir şey mi olmuştu? İlginçti...

Herkes teker teker birbirine bakarken, biz Sarp'la bakıştık. İkimiz de bu durumdan çok tedirgin olmuştuk. Sofrada çatal kaşık sesleri geliyordu ama gerilim elle tutulacak tarzdaydı. "Eee Zümra hanım, siz ne işle meşgulsünüz?" diye annem araya girip ortamı yumuşatmaya çalıştı ve konuyu değiştirdi. "Ben öğretmenim efendim, fakat çocuklar olduktan sonra işte ev hanımlığına geçiş yaptım." Çocuklar mı? Yani Sarp'ın kardeşi falan mı acaba? Acaba kaç kişiler?

"Ya ne güzel."

"Peki siz?"

"Ben tasarımcıyım. Canan diye bir arkadaşımla ortak şirketimiz var. İşte elbise modelleri falan tasarlıyoruz, sonra da yurt dışına satıyoruz. Tabii büyük bir şirket değiliz. Kendi çapımızda bir şeyler yapıyoruz." Bunlar bayağı bayağı anlaştılar. Güzelmiş, bunlar evlensinler o zaman.

"Sarp'ı da siz tanıyorsunuz zaten" Zümra hanım önce babama sonra annem baktı. Tanıyorlar mı, nasıl tanıyorlar? "Amirisiniz zaten." O an her şey dank etti. Babam Sarp'ın amiriymiş. Oha! Belki de bu yüzden hazmedemiyordu. Ama öyleyse annem neden bizi evlendirmek istiyor ki? Bu işin içinde bir iş var sanki.

"Anne, ben biraz kötü hissettim de hava alacağım." Aradan sıvışmak için söylediğim yalana herkesi inandırmak zor olmadı.

"Ne oldu iyi misin?"

"Evet, sadece hava alacağım. Özür dilerim" deyip masadan ayrıldım. Kendimi bahçeye attım. Bu nasıl tanışma ya? Tanışma fastı mı, yoksa cinayet masası mı belli değil. Bu gerilim beni aşar. Telefonumu çıkarıp Hayal'in mesaj sayfasına girdim.

"Defne, ne evlenmesi?"

"Gerizekalı, iki gün ayrı kaldık, hemen evlendin mi azgın köpek!"

"Bak, yarına çocuk falan yapmazsınız değil mi?"

"Beni habersiz bırakma! Sakın yalnız kalmayın!"

"Yanına falan yaklaşmasın!"

"Adam yakışıklı mı bari?!"

Klavyeyi açıp tekrar yazmaya başladım. "Adam taş gibi. Dergi kapaklarından fırlamış gibi."

"Kanka, izin veriyorum. Direkt üzerine atla."

Aniden Sarp’ın yaklaşmakta olduğunu fark edince, içgüdüsel bir refleksle elimdeki telefonu kapattım. Parmaklarım telaşla ekranı kilitlerken kalbim de aynı hızla atıyordu. İçimde bir ses onun gelişinin tesadüf olmadığını söylüyordu. Gözlerimi ondan ayırmadan sitemkâr bir ses tonuyla sordum. "Dur, tahmin edeyim. Annemler gönderdi değil mi?" Sarp olduğu yerde durdu, başını hafifçe eğip gözlerini kısıp gülümsedi. "Hayır," dedi sakince. "Bu kez ben kendim geldim."
Adımlarını biraz daha yaklaştırdı. Artık neredeyse burun burunaydık. Üzerinden gelen kolonya ve parfüm karışımı o tanıdık kokuyu fark ettim. Gözlerinin içi ciddiyetle doluydu.

"Hani plandan bahsetmiştim ya?" dedi sesini alçaltarak. "Evet?" dedim hafifçe kaşlarımı çatarak.

"O iptal," dedi duraksamadan. "Annem, gelmeden önce yaptığımız planı tahmin edip önlemini almış." Şaşkınlıkla gözlerimi büyüttüm. Oysa her detayı konuşmuştuk, ne ara bu kadar tahmin edilebilir olmuştuk?

"Bu yüzden," diye devam etti, gözlerini gözlerime sabitleyerek, "sakın öyle davranma. Sakın bir şey belli etme. Çünkü bizi test edecek." Bir anlık sessizlik oldu. Sarp’ın yüzünde o alıştığım alaycı gülümsemeden eser yoktu. "Peki, ne yapacağız?" diye sordum, gözlerim onun yüzündeki ciddiyeti okumaya çalışıyordu.

Sarp derin bir nefes aldı, çenesini hafifçe geriye çekip dudaklarını sıktı.
"Evleneceğiz," dedi sonunda, sanki bu kelimeyi söylemek bile içini burkuyormuş gibi. "İki üç ay sonra da ‘anlaşamadık, ayrıldık’ diyeceğiz. Bir şey olmaz." Kelimeler birer birer zihnimde yankılandı. Evleneceğiz…
Sanki bir anda içimdeki tüm planlar, hayaller kenara çekildi.

"Çünkü başka yol bırakmıyorlar insana. Ben şimdiye kadar annemi hiç bu kadar inatçı görmedim. Nasıl sevdiyse seni." Şaşkınlığımı toparlamaya çalışırken, aynı anda bakışlarımız salondaki büyük pencereye kaydı. Kalın perdelerin arasından annemler başlarını uzatmış, sessizce bizi izliyorlardı. Göz göze gelmemeye çalışsalar da yakalanmışlardı.
Sarp bu manzaraya hafifçe gülümseyip, kolunu omzuma attı. Bedenini bana doğru eğdi, sesi alçaldı.
"İlla ki bir noktada kırılacak. O zamana kadar oyunu sürdürmemiz lazım."

✨✨✨✨

3 hafta sonra

Defne'nin anlatımıyla.

"Hadi kızlar, birazdan gelecekler. Her şey hazır mı?" Annem heyecanla tüm hizmetçilerin ayağını birbirine dolaştırırken, ben yukarıda son hazırlıklarımı yapıyordum. Saçımı hazırladıktan sonra makyözler ve kuaförler son dokunuşu yaptıktan sonra eşyalarını toplayıp odamdan çıktılar. Beyaz midi prenses yaka elbisemi giyinip aynanın karşısına geçtim. Gerçekten gerçek prenses gibi görünüyordum. "Çok güzel oldun be Defne!" Kendime aşık oluyordum resmen. Ama içimde garip hiss vardı. Heyecanlıydım...

Zaten güzeldim, şimdi daha da güzel oldum. Sarp ya gerçekten aşık olursa?

Son kez aynaya bakıp, "her şey çok güzel olacak. Her şey istediğin gibi olacak," dedim kendi kendimi sakinleştirmeye çalışarak. Aslında neden bu kadar çok heyecanlı olduğumu anlamamıştım. Bunlar hepsi "planın bir parçasıydı." Ee?! O zaman?!

Kalbim öyle hızlı atıyordu ki sanki gerçekten istemem olacaktı. Aman tanrım! Neden böyle oldum birden?!
Kapının çalmasıyla içimdeki heyecan daha da artmıştı. "Gel," dedim titreyen sesimle. Titreyen sesimle?! Aman tanrım! Sesim titriyordu! "Kızım," gelen babamdı. "Baba? Gelsene."
Kapıyı sonuna kadar açıp içeri girdiğinde beni görünce gözlerinde hayranlık dolu ifade vardı... "Çok güzel olmuşsun prensesim." Yanıma gelip yüzümü ellerinin arasına aldı. Alnıma küçük bir buse kondurup kısık kahverengi gözlerini gözlerime sabitledi.

"Dünyam, canım, yıldızım. Minik prensesim. Unutma ki her şey güzel olacak. Ne zaman babana ihtiyacın olursa her zaman bir adım arkanda olacağım. Sadece bana seslenmen yeterli olacak." Babam söz konusu ben olunca çabuk duygulanırdı. Gözleri dolmuştu. Babamla aramızda farklı bir bağ vardı. Çocukluktan beri bana gerçek bir prenses gibi davranırdı. Birbirimize çok bağlıydık. Aynı ruhlara sahiptik... Bana sevgisini sonuna kadar hissettirmişti... Babamla birlikte çok vakit geçirirdik. Annem hatta bazen kıskanırdı. Ama öyle olmaz mı zaten? Kızlar daha çok babalarına bağlı olur.
"Merak etme, öyle bir adamla evleniyorum ki beni asla yarı yolda bırakmaz!" Söylediğim cümleye o kadar inanmak istiyordum ki, o kadar güvenmek istiyordum ki o adama... Bana hayal kırıklığı yaşatmasından çok korkuyorum... Benim canımı acıtmasından korkuyorum. Dayanabilir miydim? Ya rüya sandığım şey kabus ise? O zaman ne olacaktı? Babam bana sıkıca sarıldığında gözyaşlarım teker teker intihar ederken makyajımı akmasından korkup göz kapaklarımı yukarı kaldırıp burnumu çektim.

Hayır Defne! Kötü düşünme! Her şey çok güzel olacak!

Zil çaldığında heyecanım ikiye katlanmıştı. Gelmiştiler... Sarp ve ailesi gelmişti...

Ellerim titriyordu, heyecandan kalbimin hızı ikiye katlanmıştı.
"Geldiler," sesimin titremesi hala geçmemişti. "Tamam kızım, sakin ol. Hadi inelim." Babamla merdivenleri inerken annem aşağıda yeşil bir omzu açık midi bir elbise giyinmiş, saçlarını hafif dalgalı yapmış, çok az makyaj vurmuştu. "Kızım, hadi!" Annem benden daha çok heyecanlıydı.

Evet, galiba heyecan konusunda anneme çekmiştim.

En sakinimiz babamdı. Olayları gayet normal karşılıyordu. "Anne, dur geliyorum. Bu ayakkabıyla yürümek kolay mı?" Beyaz stiletto giyinmiştim. Tabanı oldukça yüksek ve ince idi. Ve bu ayakkabını ben seçmemiştim. Hayatımda ilk kez bu kadar yüksek topuklu giyinince daha çok paniklemiştim. Ya kahveleri getirirken birilerinin üzerine dökersem? Kabus gibi. İnşallah hiçbir şey olmaz. Babam belimden ve elimden tutarak inmeme yardım ederken annem sabırsızlıkla bizi izliyordu. Nihayet son basamağa geldiğimde aynı bir tavuk gibi yürüyerek kapıya yaklaştım. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes alıp gözlerimi tekrar açtım. "Hadi Defne!" Annem o kadar heyecanlıydı ki sanki onu istemeye geliyordular. Beni de paniğe sokuyordu. Kapıyı açtım. "Hoş geldiniz," dedim sıcak gülümsemeyle. Sarp çiçekleri bana verip yanıma geldi. Gözlerini üzerimde dolaştırdı. Aynı şekilde ben de onu süzüyordum.

Tek kaşını havaya kaldırdığında ne demek istediğini anlamıştım.
Biz sadece oyun oynuyoruz, sen neden bu kadar özendin? Annem ve babam arkamda olduğu için rahat konuşamazdım. Bu yüzden elindeki çiçekleri alıp onu ona sarıldığımda "annem zorladı, bunların hiçbiri benim seçimim değil," dedim fısıltıyla. Erkeksi kokusu anında burnuma dolmuştu.

Hayır Defne! Şimdi değil. Burada değil!

Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıp bana çaktırmadan göz kırpıp annemle ve babamla görüştükten sonra içeri geçti. Annesi Zümra hanım annemle aynı tonda elbiseyle yani koyu yeşil uzun tesettür elbisesi giyinmiş, başına daha açık tonlarda eşarp bağlamıştı. Babası Cengiz bey beyaz saçlarını özenle arkaya doğru taramış, üzerinden siyah takım elbisesi ile gelmişti. Mavi gözleri direkt babama kaymıştı. Arkada Sarp'ın amcası Hüseyn bey ve eşi Meryem hanım ve tanımadığım birkaç adamla gelmişti. Adamların yüzü yabancıydı. Birisi siyah saçlı kahverengi gözlü keskin çene hatalarına sahipti. Diğeri sarı saçlı sarı kalın kaşları gözünün tam üzerinde durmuş, öfkeli bakıyordu.

Sarışın adamdan hiç haz etmemiştim. Korkunç bakıyordu. Bu kadar öfkeli bakmasının bir nedeni olmalıydı değil mi?

"Hoş bulduk," hepsiyle tek tek görüşüp ellerindeki çikolata, tatlı ve getirdikleri hediyeleri alarak kapının yanındaki rafın içerisine bıraktım. Kapıda kalan adamlara döndüğümde ikisi de öfkeyle bana bakıyordu.

"Siz geçmeyecek misiniz?" diye sordum merakla. Adamlar sert bir tonda "hayır!" deyip arkalarını döndüler. Cengiz beyin adamları olmalıydı bunlar. Cengiz bey ünlü logistik şirketin müdürüydü. Bu yüzden onun adamlarıdır diye düşünüp kapıyı kapattım.

Annem ve babam tam içeri girdiğinde ben de onları takip ettim. Salona geçtiğimizde herkes rahatça geniş koltuklara yerleşmişti.

Sarp ve ben ise bizim için hazırlanmış beyaz tüllerle kaplanmış sandalyelere oturmuştuk. Bizim arkamızda büyük bir pano vardı. İsimlerimizin yazılı olduğu beyaz büyük bir panoydu. Sarp'ın yanına geçtiğimde başını çevirerek tekrar beni süzdü. Güzelliğime mi bakıyordu yoksa komik yürüme mi, anlam veremiyordum.

Ama bir gerçek vardı. Çok güzel bakıyordu.

"Bizimkiler bizden daha heyecanlı," başıyla annesini gösterdiğinde bakışlarım Zümra hanıma kaymıştı. Kadın tek bacağını titrediyordu. Kısık şekilde güldüğümde bakışlarım Sarp'a kaydı. Daha önce fark etmediğim bir şeyi fark ettim. Sarp şu an bana hayranlıkla bakıyordu. Ve böyle bakınca karnımda garip bir duygu yükselmişti.

"Bakma bana öyle," dediğimde sırıtarak bakışlarını çevirdi.

Bana güzelsin demedi, ama bakışlarıyla söylemişti bunu.

Ona doğru yaklaştığımda bir şey söylemek istediğimi anlayıp kendini kafasını bana doğru eğdi. "Ben anlamsız bir şekilde çok heyecanlıyım. Normal mi?"
Gözlerini gözlerime sabitledi, yüzünde gülüş yerini almıştı. "Benim gibi yakışıklı ile evleniyorsun, tabii ki normal."

Gözlerim kocaman açıldığında gülüşü daha da büyüdü. Ego manyağı. Ardından tekrar bana yaklaşıp "kahveme tuz dökme!" dedi kararlı tonda. Başımı hafifçe salladığımda babam boğazını temizledi. Biz kendi aramızda fısıltaşırken babamlar çoktan konuya girmiştiler bile.

Annem bana başıyla işaret ettiğinde ayağa kalkarak mutfağa yöneldim. "Sevim abla, kahveler." O kadar heyecanlıydım ki kahveleri benim yapmam gerektiğini unutmuştum.

"Kızım, sen yapacaksın kahveleri." Sevim abla heyecanlandığımı görünce diğer çalışanlarla sırıtmaya başlamıştı.

"Ay ben evet. Benim yapmam gerek değil mi?!" Elim ayağıma dolaşmıştı. "Kahve," dedim telaşlı sesle. Çalışanlar fincanları hazır ettikten sonra Sevim abla yanıma geldi.

"Kızım, nasıl içiyorlar sordun mu?"

Aman Tanrım! Aptal kafam! Sormadım!

"Hayır!" dedim telaşla.

"Tamam, heyecanlanma! Sakin ol. Sen cezveyi al. Ben sorup geliyorum"

Ocağı yakıp cezvenin içine kahve döktüm. İçeriden onların sesini duyuyordum.

"Efendim, bizim kız heyecandan unutmuş sormayı. Nasıl içersiniz kahveleri?"

Aniden gülüş sesleri salonda yankılandı. Sarp'ın bile güldüğünü duyuyordum. Resmen rezil olmuştum. Beni kesin sakar diye düşünmeye başlamış olmalı. "Sade olsun hepsi."

Birkaç saniye sonra Sevim abla geri dönmesiyle kahveleri yapmaya başladık. Kahveleri fincanlara süzerken elim titriyordu.

Açıkçası bu kadar heyecanlı olmamın nedeni annemdi. Çünkü o hep benim mükemmel olmamı istiyordu. Her şeyi kusursuz yapmamı istiyordu. İnsanların önünde hata yapmamı, yaparsam da hemen kendimi bir şekilde kurtarmamı öğretmişti bana.

Bana hep şunu söylerdi.
Hep gülümse ve dik dur.

Böyle insan içine çıktığımda özelikle annemle çıktığımda fazlasıyla heyecanlı olurum zaten. Çünkü annem benim her hareketime dikkat ederdi. Şimdi ise bu kahveleri dökmeden oraya götürmem gerekiyordu. Annem bana bakmadığı sürece kolaylıkla yapardım ama annem pür dikkat beni izleyecekti.

Kahveni fincanlara doldurduktan sonra Sevim abla elinde tuzla yanıma gelmişti.

"Damadın kahvesine tuz dökelim mi?" dedi sinsice gülerek.

"Hayır," tuzun kapağını kapatıp yerine koydum. Yaptığım harekete şaşırmıştı. Ardından karabiberi alıp bol bol içine döktüm. Kesin mide fesatı geçirecekti. Gerçi içmeyecekti ama neyse. En azından tek yudumda bile ağzını yaksın.

Tepsiyi alıp salona doğru ilerledim.

Titreme Defne. Titreme. Sakin ol.

Salona geldiğimde önce Cengiz beye sonra Zümra hanıma kahvesini verdim. Ardından Hüseyn bey ve Meryem hanıma verdikten sonra babamın kahvesini sunmak için yanına gittim.

Elim titremiyor, tepsi titriyordu.

Babam bunu görünce anneme döndü.
"Dilara, başka yöne bak. Kıza bakmayı kes!" Annem gülerek bakışlarını benden çektiği anda heyecanım azalmıştı. Babam kahveni aldıktan sonra şimdi sıra annemdeydi. Annemin önüne geçtiğim anda annem bana bakmamaya çalışıyordu. Onun kahvesini sunduktan sonra nihayet Sarp'a döndüm. Dudaklarını birbirine bastırarak kahveni aldı. "Teşekkür ederim."

Tabii. Haberi yoktu. Birazdan gülen ben olacaktım. Tepsiyi bırakıp yanına geçtim.

Cengiz bey kahvesini içerek söz başladı. "Efendim, sebebi ziyaretimiz malum. Allahın izni Peygamberimizin kavliyle kızınız Defne'ni oğlumuz Sarp'a istiyoruz."

Babam kahvesini masaya bırakıp birkaç saniyelik durdu. Babamla Cengiz bey önceden tanışıyorlardı. Büyükbabamla Sarp'ın büyükbabası en yakın arkadaştı. Cengiz beyle de babam bu yüzden tanışmıştılar. Aslında babam beni onların gelini yapmak istemiyordu. Onlardan nefret etmiyordu ama sevmiyordu da...

Bakışlarını kaldırıp Cengiz beye baktı.

"Cengiz bey. İziniz olursa Sarp'a birkaç şey söylemek istiyorum."

"Tabii buyurun."

Bu kez Sarp'a döndü. "Sarp, benim tek bir evladım var. Allah bana başka bir evlat vermedi. Tek bir kızım var, ondan başka yaşamak için bir nedenim yok. O benim canım, nefesim, her şeyim. Senden tek bir ricam olacak."

Böyle konuşması gözlerimin dolmasına neden olmuştu. Babam bana o kadar bağlıydı ki, beni kimselere vermek istemediği her halinden belli ediyordu.

"Eğer bir gün kızımı sevmekten vazgeçersen, ondan bıka bilirsin, nefret ede bilirsin. İnsansın, olabilir. Lütfen ona zarar verme." Babamın da gözleri dolmuştu. Sesi titriyordu. Erkekler ağlamaz diyorlar ya. O tamamen yalan.

Derin bir nefes alıp gözlerini kırpıştırdı. "Onu bana geri getireceğine dair söz vermeni istiyorum. Hiçbir zarar vermeden onu bana geri getirmeni istiyorum. Bana söz veriyor musun?"

Annemin de Zümra hanımında gözleri dolmuştu. Cengiz bey de duygulanmıştı. Sarp'a döndüğümde ise bana baktığını fark ettim. İlk günkü gibi derin ve anlamlı. Fakat gözlerinde bu kez korku vardı. Herkes onun ağzından çıkacak cümleni beklerken o bakışlarını benden çekmeden "ona zarar vermeyeceğime söz veriyorum," dedi kararlı ses tonuyla. "Ayrıca aramızda kötü bir olay olsa bile onu bırakmayacağım. Her zaman bir adım arkasında olacağım." Kalbim titremişti, bu adama güvenmek istiyordum ama diğer taraftan da güvenemiyordum.

"Gerek yok!" dedi babam sert bir tonda. Sarp aniden bakışlarını babama çevirdi. "Arkasında ben olacağım zaten. Senin onun yanında olmanı istiyorum Sarp! Yanında olmak ne demek biliyor musun?"
Sarp kaşlarını çattı. Bu tepkini beklemiyordu.

"Üzüldüğünde üzüleceksin! Ağladığında ağlayacaksın! Güldüğünde güleceksin! O üzüldüğünde veya ağladığında sen gülmeyeceksin. Onun canı yandığında senin de canın yanacak! Anladın mı?!"

Babamın sert konuşması ortamı oldukça germişti. Bence tüm kız babalarının damatlarına yapmak istediği şey buydu. Onları korkutmak ve germek. Tıpkı Sarp gibi. Sarp gerilmeye başlamıştı. Tabii amirin önünde rahat olmayacağını anlamalıydı.

"Kızımı prensesler gibi büyüttüm. Sen de prensesler gibi bakacaksın. Bakmazsan getirip bana vereceksin. Eğer kızımın canı yandığında sen onun yanında olmazsan o zaman kızımı senden koparırım Sarp!" Babam tehdit edercesine konuşuyordu. O böyle konuştukça ben daha çok korkuyordum. Gerçekten başıma kötü şeyler gelir miydi?

Dudağını diliyle yalayıp başını hafifçe salladı.
"Baş üstüne efendim." Sarp artık bir şey söylemek istemiyordu. Söylerse ortamın daha çok gerileceğini biliyordu. Annem babamın dizine dokunup onu sakinleştirmek istercesine hafifçe vurduğunda babam derin bir nefes alıp geriye yaslandı. "Önce kahveni iç!" dedi babam bakışlarıyla kahveni göstererek. Anlamıştı kahveye bir şey döktüğümü. Çünkü aniden bakışları bana kaymıştı. Çaktırmadan göz kırptığında dolan gözlerimi kırpıştırıp güldüm.

Sarp alnında birikmiş terini mendille silerek fincanı dudaklarına doğru götürdü. Herkes pür dikkat onu izliyordu. Kahveni içtiğinde yüzü buruşmuştu. Dudakları büzülmüştü. Herkes sırıttığında ben elimle gülüşümü sakladım. Bakışları bana kaymıştı.

Seni öldüreceğim, gibi bakıyordu. Bakışlarıyla beni tehdit ediyordu.

Omzumu cilveli şekilde silktim. "Tuz istemedin, karabiber attım bende," dedim cilveyle. Gözlerini gözlerime sabitleyip başını iki yana salladı. Ardından babam "tamam içme istersen daha fazla" dediğinde Sarp babama, ardından bana baktı. Ondan sonra kahvenin hepsini içtiğinde herkes onu alkışladı.

"Aferin,"

"Hey maşallah."

Tabii Sarp'ın yüzü buruş buruş oldu. Midesi bu gece onu rahat bırakmayacaktı.

Ardından babam Cengiz beye dönerek "verdim gitti," dediğinde herkes derin bir nefes vermişti. Alkışlar eşliğinde büyükler ayağa kalktığında biz de Sarp'la ayaklandık. Cengiz bey cebinden yüzükleri çıkarıp parmağımıza taktı. Kırmızı kurdeleni kesmesi için babama makası uzattı. Babam tereddüt etmeden kırmızı kurdeleni alkışlar eşliğinde kestiğinde artık içimdeki heyecan son bulmuştu.

Çünkü artık Sarp'la sözlenmiştik...

İsteme fastı bittikten sonra Sarp'ın ailesi yaklaşık yarım saat sonra eve gitmek için ayaklandılar. Aile büyükleri önde giderken Sarp benimle arkada geliyordu. Aniden kapının önünde amcasının koyu sohbete dalmasıyla Sarp beni çekip mutfağa götürdü. Mutfakta kimse yoktu. Kapıyı sessizce kapattığında beni kapıya yasladı.

"Öldüreceğim seni. Sana ne dedim ben?!"

Kahve konusunu diyordu. Yüzümde sinsi gülüşle gözlerine baktım. "İçtin ama. Hem de hepsini."

"Ben ayıp olmasın diye şey yaptım."

Gülerek omzumu silktim. Onun sinirlenmesi hoşuma gidiyordu. Benim için gerçek eğlence buydu.

 Benim için gerçek eğlence buydu

"Vicdansız, bana su ver. Yanıyorum. Dudaklarım alev aldı." Geri çekilip mutfağın içinde telaşla volta atarken gülerek bardağa su doldurup ona uzattım. Kafasını dikip tekrar istedi. Kıyamam ya. İçi nasıl da yanıyordur şimdi. Tekrar suyu doldurup ona uzattım. O acı içinde içerken kollarımı göğsümde birleştirip onu zevkle izliyordum.

Kenardan yakışıklı halini seyretmek muhteşemdi. Bardağı tezgaha bırakıp ellerini tezgaha yasladı. "Akşam müsait misin?" Sorduğum soruyla kaşlarını çattı. Akşamdı. Ama ben geceni kastediyordum. Yani dokuzdan sonrasını...

"Neden sordun?"

"Bir yerlere gitmek istiyorum." Düşünceli gözlerini üzerimde dolaştırdı. Yüzü aniden düşmüştü. İstemediğini anlamıştım.

"Bakacağım, bilmiyorum." İstemediyse onu zorla götürecek değildim. Bu yüzden üzerine fazla gitmedim. "Tamam, sorun yok. Ben kızlarla çıkarım o zaman." Bu daha çok kötüydü onun için. Bu seçeneği de beğenmedi.

Ama çaktırmamak için de kendini zor tutuyordu.

"Tamam gidin."

Erken dönün, demek yok. Nereye gidiyorsun demek yok. Kiminle gidiyorsun demek yok.

Aniden bakışlarını gözlerimde sabitleyerek "gidelim, bizimkiler beklemesin," dedi sessizce.

İstemiyordu, işte. Ama söylemiyordu da. Çünkü ilişkimiz bir oyun üzerine kuruluydu.

Kıskanmak yok. Kısıtlamak yok. Dokunmak yok.

Herkese merhabalar efendim. Yazarınız geldi. Nasılsınız bakalım? Upuzun bir bölümle sizin karşınızdayım. Umarım bölümü beğendiniz. Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.

 

Bölüm : 17.12.2024 13:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Adelina / Savaş'ın Yıldız'ı / 3.Bölüm: 'Tesadüf Değil Plan'
Adelina
Savaş'ın Yıldız'ı

7.04k Okunma

500 Oy

0 Takip
49
Bölümlü Kitap
Giriş1.Bölüm: "İçimizdeki Kötülük"2.Bölüm: "Savaş'ın Peşinde"3.Bölüm: "Tesadüf Değil Plan"4.Bölüm: "Kırılmış Kabulleniş"5.Bölüm: "Arkadaş Olalım mı?"6.Bölüm: "Geri Dönüş"7.Bölüm: "Bilinmeyen Hata"8.Bölüm: "Kaçırılma Krizi"9.Bölüm: "Dağ evinde dağ ayısıyla"10.Bölüm: "İlk Mühür"11.Bölüm: "Kıskançlık Savaşı"12.Bölüm: "Şeytanın Tohumu"13.Bölüm: "İhanet Hançerinin Ateşi"14.Bölüm: "Gerçeklerden Uzak Hayallere Yakın"15.Bölüm: "Korkusuz Yürek"16. Bölüm: "Rüya Gibi Kabus"17.Bölüm: "Aile Olmaya Hazır mısın?"18.Bölüm: "Bir Yıldız İntikamı Düşünün"19.Bölüm: "Topuklu Belalar"20.Bölüm: "Acı Gerçeklerin Rüzgarı"21.Bölüm: "Karanlığı ışığımdan daha güçlü."22.Bölüm: "Kraliçe Geri Dönüyor"23.Bölüm: "Büyük Buluşma"24.Bölüm: "Yıldız Kayması"25.Bölüm: "Yüzleşme"26.Bölüm: "Anne sana ihtiyacım var."27.Bölüm: "Şimdi Sıra Bende"28.Bölüm: "Ben Defne Yıldız Karakurt"29.Bölüm: "Herkesin Kendi Acısı Kendine Yeter"30.Bölüm: "Mahşerin Karanlık Perdesi (Sezon Finali)24.Bölüm: "Özel Bölüm"Özel Bölüm: "Akşam Yemeği(Savaş ve Defne)"(İkinci Kitap) 31.Bölüm: "Dönüyoruz"(2.Sezon)32.bölüm: "İki Ateşin Aşkı"33.Bölüm "Karanlığında Işığımı Kaybettim"34.Bölüm: "İçimizdeki çocuk"35.Bölüm: "Cehenneme Bir Adım Kala"36.bölüm: "1.Gün-Şeytanın Pençesinde"37.Bölüm: "2.gün Kayboluş ya da yok oluş"38.Bölüm: "Savaşın Ortasında Sen ve Ben"39.Bölüm: "Oyunun Gerçek Piyonları"40.Bölüm: "Tutsak Zihinlerin Zincirli Kalpleri"41.Bölüm: "Siyahın Beyaz Lekesi"42.Bölüm: "Karanlığın Sonu"43.Bölüm: "Sahte Sevgi Çemberi"44.Bölüm: "Çizginin Ucunda"45.Bölüm: "Son Seçim"46.Bölüm: "Bozulmuş Düzen"
Hikayeyi Paylaş
Loading...