
Herkese merhabalar arkadaşlar. Bu günden artık yorum ve oy sınırı koyacağım. Sınır dolmadan bölüm yok artık :) Bu yüzden okuduktan sonra oy verip yorum yapınız. Yeni bölümün ne zaman geleceği artık sizlerin elinde. İyi okumalar.
Sınır şöyle. Önce azıcık başlayayım dedim. 50 oy 25 yorum hadi bakalım.
43.bölüm: "Sahte Sevgi Çemberi"
"Aşk bir cephe, sen ise düşmanımsın!"
"Kardan adam neden sevgilisinden ayrılmış?" Kerem'in sorduğu soruyla Nil, kaşlarını hafifçe kaldırarak, dudaklarının kenarını azıcık büktü. Gözlerini kısarak dikkatle Kerem'e baktı. "Sormaya korkuyorum ama neden?" Kerem'in yüzünde şeytani bir gülümseme yerleşti, omuzlarını hafifçe silkerek yanıtladı. "Çünkü kalbini ısıtan birisi çıkmış, erimiş." Gözlerindeki parlaklık, yaptığı esprinin kendisini ne kadar memnun ettiğini belli ediyordu. Evet, sadece kendisini. Kuzey'le aynı anda suratlarımız buruştu. Her defasında soğuk espri yapmasına rağmen mantıklı bir şey bekliyormuşuz gibi konuşmanın sonunu dinlememiz yok mu? Kuzey, hafif alaycı bir ifadeyle dudaklarını bükerek, "Neyse ki üvey," dedi.
"Ama bana değil," dedim. Omuzlarımı oynatıp hafifçe gülümseyerek, "Ayrıca sana da değil," diye ekledim. Kerem durmaksızın devam etti. "Bir tane daha var, bebeğe patik giydirmeye çalışmışlar ama giymemiş. Sizce neden?" Acaba ne gelecek? Hayal başını biraz yana eğdi, kaşlarını çatıp merakla, "Neden?" diye sorduğunda gol yediğini anladığında geç oldu. "Çünkü bebek antipatikmiş." Sanki en iyi espriyi yaptığını düşünüyordu.
Hepimiz bu espriye yine yüzümüzü buruşturduk. Seren ise sitem etmeye karar vermişti. "Kerem, hangi şakalara gülünmez?" Kerem hemen, gururlu bir edayla gözlerini kısarak, "Hangi?" diye cevap verdiğinde bu kez gol Seren tarafından atıldı. "Kerem'in yaptığı hiçbir şakaya gülünmez."
Birden Hayal ayağa kalktı, ellerini havaya kaldırıp drama queene geçiş yapıp, abartılı bir tonda, "Bunaldım, imdat! Acil yardım! Soğuk espri zehirlenmesi geçiriyorum!" diye bağırdı. Hayır, bu kadar espriyi aklında tutmak zor olmuyor mu acaba? Kerem bunu nasıl beceriyor?
"Ben seni yıllarca nasıl yanımda taşıdım hayır ona inanmıyorum." dedi Kuzey kendine inanamayarak. Ben de onu çok merak ettim işte. Gerçekten nasıl anlaşıyorlardı?
"Çünkü beni seviyorsun Kuzi" dediğinde Kerem, Kuzey hemen başını iki yana salladı. "Sana travma olacak belki ama seni sevmiyorum. Hatta seni kullanıyorum."
"Bu kadar şerefsiz olduğunu biliyor ve kabul ediyorum." Dediğinde araya ben girdim. "Kerem, seni sevmeyen birinin yanında nasıl duruyorsun?" diye sordum gülmemi engellemeden.
"Ah Defuş, Kuzey beni seviyor. Sadece iltifat etmeyi bilmiyor o kadar. Bu da sorun değil zaten. Bana olan bakışları" Başını Kuzey'e çevirdi. Ve büyülenmiş gözlerle ona bakarken, Kuzey kaşlarını çattı. "Bana olan tavırları..."
"Lan, ne diyon sen? Aptal aptal konuşma!" Kıkırdayarak onların bu kabgasını seyrederken aniden gözlerim istemsizce Hayal'e kaydı. Kaşları hafif çatılmış, dudakları birbirine bastırılmıştı. İçeri bakıyordu. Savaş ve Alp içeride bir şeyler konuşurken, Hayal'in bakışları onların üzerinde takılı kalmıştı. Sessizce yanına yaklaşıp, sesimi alçaltarak kulağına doğru fısıldadım. "Bir şey mi oldu?" Gözlerini onlardan ayırmadan, başını ağır ağır salladı.
"Alp'te bir gariplik var. Savaş'a bir şey söyledi, şimdi ikisi de tedirgin." Sözleriyle birlikte bakışlarımı onların olduğu tarafa çevirdim. Hayal'in dediği an, ben de fark etmiştim o huzursuzluğu. İçimde hafif bir merak kıpırdamadı değil. "Sence ne olabilir?" dedim, göz ucuyla ona bakarken. Omuzlarını hafifçe silkti. "Bilmiyorum, bi garipler. Şimdi sorsak, kesin söylemezler." Derin bir nefes alıp, dudaklarımda küçücük, alaycı bir gülümseme belirdi.
"O zaman boş ver, ne saklıyorlarsa, yakında çıkar kokusu."
"Kızlar," dedi arkadan Tolga. Bir adım sonra, elleri hem benim hem de Hayal'in omzuna dokundu.
"Acaba bir dakika gelir misiniz?" Hayal'le göz göze geldik, ikimiz de merakla ayağa kalktık. Tolga'nın peşinden giderken tedirgin olmadım değil.
"Ne oldu?" dedim, kaşlarımı kaldırarak. Tolga, eliyle havada ufak bir daire çizip derin nefes aldı. "Hastaneye yeni müdür geliyormuş. Yarın çok büyük toplantı düzenliyor." Bir an duraksayıp Hayal'le bakıştık. Dudaklarım kıpırdadı. "Eee? Ne olmuş ki?" Tolga, omuzlarını düşürerek hafifçe öne eğildi. "Sorun şu. Bizim hastaların dosyalarını Afra'ya verdik. Fakat Afra dosyaları yarın 9'dan önce getiremez." Kaşlarım çatıldı. "Niye?"
"Çünkü Afra şu an Artvin'de. Ve uçağı da yarın saat 9 buçukta kalkacak. Saat 9'da toplantı başlıyor. Afra yarım saat gecikecek. Ve o yarım saat boyunca biz onları oyalamazsak, işimize son verirler."
Sözleri bitince, Hayal ellerini beline koydu, "yapma ya" Hafifçe başımı yana eğip nefes verdim. "Şimdi plan yapmamız lazım. Ne yapalım?" dediğinde, içimde yavaş yavaş panikle karışık bir adrenalin yükseliyordu.
Hayal'le göz göze geldik. Onun bakışlarında sanki kıvılcımlar dans ediyordu, bende ise tam tersi. Aklımda tek bir fikir bile yoktu. Dudaklarımı araladım ama çıkacak kelimeler, dilimin ucunda asılı kaldı.
"Şöyle yapalım," dedi Hayal, dudak kenarına hafif ama kendinden emin bir gülümseme yerleştirerek. "Yarın erkenden hastaneye gidip toplantıya katılanlarla konuşalım ve herkesin yarım saat geç gelmesini sağlayalım." Başımı hafifçe yana eğip kaşlarımı çattım. "Hayır, asla yapmazlar. Aksine daha erken gelirler." Tolga hemen başını öne eğdi, dudaklarını büzerek kısa bir onay verdi. "Aynen katılıyorum. Pınar olayından sonra çoğu kişi bizi düşman belledi."
"Peki o zaman ne yapacağız?" dedi Hayal, dudaklarını sıkıca birbirine bastırıp bakışlarını yere indirdi. Gözleri kısa süreliğine boşluğa kaymıştı, belli ki zihni hâlâ plan peşindeydi.
Benim aklımın bir köşesinde ise onun fikri hâlâ dönüp duruyordu. Yarım saat geç gitme fikri fena değildi. Ama kimse bunu kendi rızasıyla yapmazdı. Eğer öyleyse, o zaman biz de başka bir şey yaparız. Omuzlarımı geriye atıp derin bir nefes aldım. "Ama..." dedim, gözlerimi kısıp Tolga'ya ve Hayal'e sırayla bakarak. "bir şekilde onların toplantı odasına geç girmesini sağlarsak, durumu kurtarabiliriz."
"Nasıl?" diye sordu Hayal, kaşlarını hafif kaldırarak.
"Yani," dedim, ellerimi hafifçe yana açarak, "toplantının toplantı odasında değil de çok uzak bir mekânda ayarlandığını söylersek, durumu anlasalar bile hastaneye geç gelirler. Böylece toplantı da geç başlar." Hayal'in gözleri bir anda parladı. "İyi fikir! Hatta harika fikir!"
Tam bu sırada, arkadan gelen bir ses tüm dikkatimizi böldü.
"Harika olan ne?"
Ahu'nun sesiyle refleks gibi hepimiz ona döndük. Biz cevap vermeye fırsat bulamadan Tolga, hafif gergin bir gülümsemeyle söze girdi.
"Hiç, işle ilgili bir konu." Ahu'nun gözleri şüpheyle kısıldı, başını hafif yana eğerek, "Ha, yani seni ilgilendirmez diyorsun," dedi. Hemen yemeyeceğini biliyordum tabii. Eee Savaş'ın kardeşi. İlla ki gösterecek genetiğini.
"Hayır, öyle bir şey demedim!" diye atıldı Tolga, ses tonu panikle yarım oktav yükselmişti.
Ahu, onun bu telaşına kısa bir kahkaha patlattı. "Şaka yaptım, panikleme." Tolga gözlerini kırpıştırdı, ama kulakları hafif pembeleşmişti. Dur bunlarda bir şey mi var? Ahu, dudak kenarına alaycı bir gülümseme yerleştirip ona yaklaştı. "Ama senin bu halini seviyorum. Hemen paniklediğinde çok tatlı oluyorsun." O an Hayal'le aynı anda kaşlarımızı kaldırdık ve istemsizce göz göze geldik. "Benim küçük kulaklarım doğru mu duydu?" Hayal'le doğru fısıldadım.
"Öyle mi?" diye sordu Tolga, sesi bir anda yumuşayıp hayranlık tonuna bürünerek. "Öyle," dedi Ahu, hafifçe gülümseyerek. Ben hayatımda Ahu'yu hiç böyle görmemiştim. Aaaa... Neler olmuş neler?! "Öyle mi?" diye sordum, hafif bir tebessümle.
Tam o anda Ahu sanki ne yaptığını şimdi fark etmiş gibi boğazını temizledi. Tolga da aynı hareketi yapınca ikisinin aynı anda bunu yapması gözümden kaçmadı. Hemen Hayal'e döndüm çünkü ikimiz de aynı şeyi düşünüyorduk. Gözlerimizde gizli bir gülümseme vardı.
Hayal parmağını önce Tolga'ya sonra Ahu'ya çevirdi. "Yoksa sizin aranızda-"
Tolga Hayal'in kollarından tutup kendine çekti ve utanarak elini ağzına tıkıverdi."Sen bunlara bakma, bunlar biraz kafadan sıyıklar," diye Ahu'ya açıklama yaptı.
Ahu, utangaç bir ifadeyle başını öne eğdi.
Bu fırsatı kaçırmadım. Hızlıca yanına gidip kolumu boynuna attım. Hafifçe eğilerek, alaycı bir imayla gülümsedim.
"Eee, saçını nasıl yapacaksın?" Düğün saçından bahsediyordum ve o da bunu anlamıştı. Gözlerini kocaman açıp koluma hafifçe uyarırcasına vurdu. Ama gülümsemesini gizleyemiyordu.
✨✨✨
Masaya geri döndüğümüzde, Savaş ve Alp da aramıza katılmıştı. Savaş'ın kaşları çatılmış, bakışları sorgulayıcıydı.
"Ne konuşuyorsunuz?" Alp hemen araya atıldı. "Hayır abi, öyle değil. Yine ne planlıyorsunuz?"
Hayal'le göz göze geldik. İçimde hafif bir gerginlik vardı. "Bir şey değil, işle ilgili konuşuyorduk. Asıl sizin renginizi kaçıran olay ne?" diye karşılık verdim hemen. Savaş, kaşlarını daha da çatarak, dudaklarını hafifçe büzdü.
"Ne olayı?"
"İçeride bir şeyler konuşuyordunuz."
Tam o anda Cihangir araya girdi. "Aha, başlıyoruz," dedi Savaş'a dönerek. "Ne oldu yine?" Savaş, ellerini iki yana açıp, itiraz edercesine kafasını salladı.
"Bir şey yok. İşle ilgili."
Tek kaşımı kaldırdım, şüpheli bir ifadeyle "Yani Tarayla ilgili."dedim.
Savaş'ın bakışları daha sert oldu.
"Hayır, işle ilgili."
Gözlerimi kıstım. "En son bana yalan söylediğinde olanları hatırlıyorsun, değil mi?"
"Yine mi başladık? Lütfen konuyu sonsuza kadar kapatır mısınız?"
"Hayır, aslında ben ileri gittim pardon" dedim yanına gelerek. "Ne o? Yoksa hâlâ eski günlere mi dönmek istersin?"
Yani ona yalancı dediğim günleri kastetmiştim.
Savaş derin bir nefes alıp keskin bir bakış attı. "Bak Defne, ben kavga etmek istemiyorum. İşimi benden iyi sen biliyorsun. Bunları bilerek buradasın. Lütfen ama lütfen artık bir şeyleri sorgulamayı kes."
"Ben bir şeyleri sorgulamadığımda başıma neler geldiğini hatırlatmama gerek var mı? Yoksa hepiniz yakından şahit oldunuz mu?"
"Hayır," dedi Hayal araya girip kararlı bir sesle, gözleri Savaş'a dikilmişti.
"Başımıza gelenlerin tamamı sizin yalanlarınızın sonucu. Bir kere olsun bunu kabul edin artık."
Elleri yumruk olmuştu. Savaş, sabrını zorlayarak ona baktı ve sakin görünmeye çalıştı. "Önemli bir şey değil, anlamıyorsunuz sadece."
Bir an durdu, sonra biraz daha sert ve soğuk bir tonda devam etti.
"Ayrıca, yaşananlar tamamen sizin gereksiz merakınız yüzünden oldu. Eğer işin içine hiç karışmasaydınız, bunların hiçbir olmayacaktı."
Kelimeleri tamamlayamadan Kuzey araya girdi. "Tara sizin oyun alanınız değil, Defne. Burası çok tehlikeli bir yer ve burada her şeyi herkese açık edemeyiz. Bunu artık kabul etmeniz gerekiyor."
Seren yanımıza gelip yüzündeki yorgunlukla destek verdi. "Evet, haklısınız. Anlayışla yaklaşmalıyız. Çünkü az kalsın canımızdan oluyorduk." Sözleriyle ortamın gerilimi iyice arttı. Ahu kollarını göğsünde sımsıkı bağladı. "Kızlar, haklısınız ama biz yıllardır bu işin içindeyiz. Ve öğrendik ki, sakince, hiçbir işe karışmadığımız sürece bize zarar vermiyor." O an içimde bir şey koptu. Evet, dedem de zaten boşu boşuna ölmüştü değil mi? Dudaklarım istemsizce alaycı bir gülümsemeye kıvrıldı. "Yine başa döndük," dedim, yavaşça arkamı dönüp kapıya doğru yürümeye başladım. Ne yaparsam yapayım onların hepsi Taraya zincirlemişti. Ondan ayrılmaları için önce zihinleri ayrılmalıydı. Ve bu da neredeyse imkansızdı.
Tam eşiğe gelmişken durdum, başımı hafifçe çevirip hepsine baktım.
"Her şeyi zorlaştıran sizsiniz. Madem memnun değilsiniz, neden hâlâ buradasınız? Bu işten zevk alıyorsanız o ayrı... Ama istemediğiniz halde neden birlik olup çökertmiyorsunuz?"
Ahu kaşlarını çattı, bakışlarını sertleştirdi. "Bu işler senin sandığın kadar basit değil," dedi. "Burası öyle kalkıp gidebileceğin bir yer değil."
"Ya da gitmek istemediğiniz bir yer," dedim, lafı bilerek uzatarak. Kaşlarımı hafifçe kaldırıp sözlerimi ağırlaştırdım. "Yoksa burada kalmak sizi güçlü mü hissettiriyor? Çünkü eğer öyleyse, gerçekten acınacak bir durum bu." Bakışlarım sertleşti. "Asıl güç, başkalarına hükmetmek değil. Asıl güç, kendi sınırlarına hükmedebilmektir. Kendini dizginleyemeyen biri, ne kadar yüksekten bakarsa baksın, hâlâ zayıftır." Arkamı dönüp içeri girdim ve kapıyı sertçe kapattım.
Her defasında, yine başa dönüyorduk.
Söylenenler, yaşananlar, suskunluklar... Sanki aynı sahneyi tekrar tekrar izleyen biri gibiydim.
O an, içimde tuhaf bir ağırlık hissettim. Sanki yıllar öncesinden gelen bir gölge üzerime çökmüştü. Babamın yüzü gözlerimin önünde belirdi. O yorgun bakışları, sessizce dişlerini sıkarak verdiği mücadele... Şu an aynı duyguları yaşıyordum. Bunalmışlık...
Babam da yıllarca annemi Taradan uzaklaştırmak için savaş vermişti. Her gün biraz daha yıpranan, ama vazgeçmeyen bir savaş. Onun o inatçı, ama içten içe yorgun adam hali, şimdi bana aynada kendi yansımam gibi görünüyordu.
Ve şimdi aynı şeyi ben yaşıyordum.
Aynı kısır döngü, aynı dikenli yollar. Tek fark, bu kez rol değişmişti. Artık o mücadele eden bendim.
Bir bardağa su doldurup dudaklarıma götürdüm.
Arkamdan, tanıdık bir ses duyuldu.
"Güzelim," dedi, sesi yumuşak ama içinde kırılgan bir tınıyla. Bir anda belime sarılan sıcak kolları hissettim. Savaş, başını omzuma yerleştirdi. Nefesi yanağıma hafifçe dokunuyordu.
"Lütfen yapma böyle," diye fısıldadı. Kokusunu içime çekerken derin bir nefes alarak saçlarımın arasına gömüldü. "Zaten zar zor kavuştum sana... Kaldıramam artık."
Sözleri boğazımda bir düğüm bıraktı. Onun belimi saran elini tuttum. Parmaklarımız birbirine kenetlendi. Yavaşça başımı göğsüne yasladım. Kalp atışları, kulaklarımda sakin ama kararlı bir ritim gibi çarpıyordu.
"Delirme," dedim, gözlerimi kapatarak. "Senden ayrılmayı düşünmüyorum."
Başımı hafif kaldırıp dudaklarımı onun dudaklarına değecek kadar yaklaştırdım. "Seni seviyorum."
Ona döndüm. Biraz ileri gitmiştim... Bunu biliyordum. İçimdeki fırtına bazen hiç uyarı vermeden kopuyor, kelimelerim de o fırtınanın sert dalgalarıyla savruluyordu. Açıkçası bu kadar şeyden sonra psikolojim yerinde değildi. Sert inişlerim, ani çıkışlarım oluyordu.
"İleri gittiğimin farkındayım, özür dilerim," dedim kısık bir sesle.
Savaş, hiç tereddüt etmeden ellerini yüzüme yerleştirdi. Avuçlarının sıcaklığı yanaklarımı ısıtmıştı. "Biliyorum," dedi, sesi sakin ama derin. "Bazı cümlelerini görmezden gelebilirim."
Gözlerimi kaçırmadan ona baktım.
"Savaş, ben sadece bu kadar şeyden sonra çok korkuyorum. Dedem-"
Nefesim yarıda kesildi, kelimelerim boğuldu. Onu hatırladım, hüzünlü gözlerini... Böyle ölümü hakketmiyordu. Gözlerim hızla buğulandı. Korkuyordum bu kez Savaş'ı kaybedeceğim diye çok korkuyordum.
"Şşş... tamam," diye fısıldadı. Başımı yavaşça göğsüne çekti. Orada, kalbinin hemen üzerinde, sığınılacak tek limanmış gibi tutuyordu beni.
"Unutamıyorum," dedim, sesim ince bir çatalla kırılırken. "Dedemi onlar öldürdüler. Sana bir şey olursa, ben yaşayamam." Savaş'ın kolları daha da sıkılaştı. Sanki beni, sözlerimin ağırlığından da korumak istiyordu. Göğsünde, kalp atışlarıyla birlikte hafifçe sallanırken, içimdeki korku hâlâ yerli yerindeydi...
"Canımın içi. Bana hiçbir şey olmaz," dedi Savaş, dudak kenarında hafif bir gülümsemeyle. "Hem kötü adamlara bir şey olmaz."
"Ya saçmalama!" dedim aniden başımı kaldırarak. "Sen kötü değilsin!"
Parmak uçlarıyla yanağımı okşadı.
"Canım, hayatım, yaşama sebebim, sen korkma. Ben hep burada, senin yanında olacağım. Sadece bana güven. Bir daha seni hayal kırıklığına uğratmam." Gözlerimin içine öyle derin baktı ki, bir an için gerçekten dünya sessizleşti. Ama ben yine de kaşlarımı hafifçe kaldırıp, alttan alttan gülümseyerek, "uğratırsan, ağzının ortasına tokadı yersin!" dediğimde güldü. Dudaklarını hafifçe büzüp, kendine has o ukala bakışını takındı.
"Ağzıma tokadını değil de dudaklarını göndersen nasıl olur?"
Başımı yana eğdim, dudak kenarımda alaycı bir gülümseme belirirken,
"Bilmem ki, " dedim, sesimi hafifçe alçaltarak. "Nasıl olur?"
Gözleri parladı. Yüzüme yaklaşırken,. dudaklarındaki o yaramaz gülümsemeyle bir adım attı. Ben geri çekilecektim ki elini belime koyup beni kendine çekti. Nefeslerimiz birbirine karışırken gözlerimi ondan ayıramadım.
"Bak," dedi fısıltıyla, dudakları neredeyse benimkine değecek kadar yakın. "Şimdi seni öpersem bu iş yatakta biter haberin olsun. Ama misafirlerimiz var. Onları orada bırakmak istemeyiz değil mi?"
"Imm bilmem." dedim nazlı nazlı.
"Yani istiyorsun?"
Cevap vermeme fırsat bırakmadan dudaklarını benimkine bastırdı. Önce hafif, temkinli sonra yavaş yavaş derinleşen bir öpücüktü.
Elleri saçlarımın arasına kayarken, arada nefes almak için dudaklarını azıcık çekip kulağıma fısıldadı.
"Senin bu nazın beni gerçekten delirtecek bir gün."
Gözlerimi kapatıp onun kokusunu içime çektim. Dudaklarımız tekrar buluştuğunda, bu sefer ben geri çekildim, gözlerine baktım.
"Delir o zaman" dedim alaycı bir tebessümle.
Savaş hafifçe güldü, dudakları hâlâ benimkine yakınken,
"Emredersiniz Defne hanım" diye fısıldadı. Sonra tekrar, hiç acele etmeden öptü. "Yukarı çıkalım mı?"
Tam yukarı çıkarken aniden kapının çalmasıyla ikimiz de geri çekildik. dudaklarımda onun sıcaklığı kalmıştı. Şaşkınlıkla önce birbirimize sonra kapıya baktık. Kapıya doğru gidip kapıyı açtım.
Kapı aralandığında, tam karşımdaki kadın gözlerimi üzerine mıhladı. Omuzlarına dökülen düz, simsiyah saçları, keskin bakışlı, esmer tenli... Üzerinde koyu renk, pahalı bir kaban vardı. Dudaklarındaki hafif ama iddialı gülümseme anında dikkatimi çekti. Beni es geçip arkamda duran Savaş'a döndü.
"Merhaba Savaşcığım," dedi kadın, sesinde hem samimiyet hem de hafif bir meydan okuma vardı.
Ben ise olduğum yerde donup kalmıştım. Bir dakika! Bu kim?! Gözlerim büyüdü. Evet, tanıyordum. Galiba... Hayır, kesinlikle biliyorum.
Gülşen Kesici. Karşımdaki Gülşen Kesici'ydi. Ölen Narin'in kardeşi...
✨✨✨✨
Loş sarı ışık, sandalye aralarına düşen gölgeleri uzun ve keskin hale getiriyordu. Hafif bir rüzgâr, masa üzerindeki peçeteyi yerinden kaldırıp yere düşürdü. Herkes sus pus oturmuş, Gülşen'in konuşmasını bekliyorlardı.
"Sizinle konuşmam gereken şeyler var. Özellikle seninle, Hayal," dedi Gülşen. Sesi, soğuk bir bıçak gibi havayı yardı. Bu Savaş'ın konuştuğu kadındı. Savaş'a yavşayan demeli miydim? Bu bile ondan nefret etmem için yeterli sebepti. Ve olay çıkarmak için geldiği duruşundan belliydi. Bir şeyler biliyordu ve bu bilgiler onu mutlu ediyordu.
Hayal hafifçe öne eğildi, bakışlarını Gülşen'den ayırmadan "Ne konuşacaksın?" diye sordu.
Tam o sırada Kerem, elindeki kahve fincanını havaya kaldırıp ciddi bir ifadeyle, "kesin Alp'le aralarında bir şey olduğunu, hatta üç tane çocukları olduğunu söyleyecek ve bunları ayıracak" dediğinde Hayal Kerem'e keskin bir bakış attı. Fakat sanırım haklıydı. Çünkü herkes oturduğu halde Alp oturmamıştı ve o hepimizin aksine tedirgindi. Bu da bir şey saklıyor demekti ama ne?!
"Gülşen!" dedi Alp sertçe, sesi kontrolsüzce yükselerek. "Bu konuşmanın ne yeri ne de zamanı! Çık, git kendi aramızda halledelim."
"Artık çok geç. Ben sana çok büyük bir şans sundum. Ama sen elinin tersiyle ittin."
"Sunduğun şansın ne olduğunu hatırlatmama gerek var mı?" dedi Alp biraz daha sinirlenerek. "Ben öyle bir şey asla yapmam!" Ne söyledi bilmiyorum ama Alp öyle öfkeli ve kararlıydı ki kafasına silah dayasalar geri adım atmayacak gibiydi.
Gülşen ayağa kalkıp tam Alp'in önünde durdu. Dik dik gözlerine bakarken "o zaman şansına küs koca adam" dedi flörtöz tavırla. Fakat Alp'in öfkesi dinmek bilmiyordu. Cevap gelmedi. Savaş'ın bakışları hâlâ Gülşen'e kilitlenmişti. Onun da bundan haberi olduğu belliydi ama ne?! Her neyse Hayal'e zarar verecekti. Gülşen kaşlarını çatıp sessizce masanın diğer tarafına baktı. "Bu önemli, Alp. Görmezden gelemezsin. Ama Hayal seni gerçekten seviyorsa böyle kabul etmeli. Gerçekleri bilerek."
Kerem hafifçe elini kaldırıp, "Önemli şeyler konuşulacaksa ben tatlı siparişi veriyorum. Çünkü önemli konuşmalar hep tatlıyla daha yumuşak geçer," dedi, ama bu kez Hayal bile dönüp bakmadı. Kuzey sinirle kafasına vurdu." Ya sesini kes ya da o dilini ben keserim!"
"Ne gerçeği, Alp?" dedi Hayal ayağa kalkıp Alp'in önüne gelerek. Sesinde hem şaşkınlık hem de incinmiş bir tını vardı. Kaşları çatılmış, elleri istemsizce sandalye kenarını kavramıştı. Ortada bir şey döndüğü çok belliydi.
"Hiçbir şey. Gülşen saçmalıyor," dedi Alp, kelimeleri aceleyle yutar gibi. Gözleri Hayal'in gözlerine kitlenmişti. Hayal fark etti mi bilmiyorum ama ben bir şey gördüm o gözlerde. Kaybetme korkusu...
Gülşen dudaklarını büzüp alaycı bir gülüş bıraktı. "Aaaa, hiç olur mu?" dedi uzata uzata. Sonra bakışlarını doğrudan Hayal'e dikti. "Hayal, baban anneni aldatmıştı, değil mi?"
Hayal'ın nefesi kesildi. "Sen nereden biliyorsun?" Sesindeki titreşim, hem öfke hem korkunun ince çizgisindeydi.
Gülşen'in yüzündeki ifade değişmedi, aksine keyiflenmiş gibiydi. "Meryem denilen kadını Alp tuttu," dedi her kelimeyi bilerek ağırlaştırarak. "Ve babanı ayartması için ona para ödedi."
Sessizlik...
Derin... Kırık bir sessizlik... Kaşlarım şaşkınlıkla çatıldı. Hayır duyduklarım yanlış olmalı ya da ben doğru anlamadım. Nasıl yani?!
Hayal'ın gözleri dondu, bakışları buz kesmişti. Elleri masanın üzerinde kenetlendi, parmak eklemleri beyazlaştı. Herkes refleksle Alp'e döndü. O an, Alp'in yüzündeki en ufak kas hareketi bile gözden kaçmıyordu. Hayır, olamaz doğru mu?!
Hayal'in elindeki bardak yere düşüp binlerce parçaya ayrıldı. Alp kabul etmiş gibi gözlerini kapattığında Cihangir "Alp?" diye Alp'e döndü. Alp cevap vermedi. "Oğlum, ne diyor bu?!" diye tekrar sordu.
Tolga Hayal'i böyle görünce içindeki öfkeye sahip çıkamadı ve sinirle gözlerle Alp'e döndü. "Alp, doğru mu bunlar?" Herkes Alp'i sorgularken tam önümde sessizce her şeyi sindirmeye çalışan, kalbinin acısıyla baş etmeye çalışan Hayal'e bakıyordum. Acısını iliklerime kadar duyabiliyordum. Kendini değersiz, aptal gibi hissediyordu. Çünkü bu duyguları yakından tatmıştım. Güvendiğin birisinin aslında seni parçalamak için hayatına girdiğini anladığında işte bir şeyler o anda değişiyor. Önce kabullenemiyorsun, sonra nerede hata yaptım diye sorguluyorsun? Sonra da aptal olduğun için kendinden nefret ediyorsun...
Alp'in söylediklerinin ardından sessizlik çöküverdi. O an her şey yavaşladı sanki. Kalplerimiz ağır ağır çarpıyor, kelimeler boğazımızda düğümleniyordu.
Alp, gözlerini kaçırmadan doğrudan Hayal'e baktı. Bakışlarında pişmanlık ve çaresizlik vardı ama kelimeleri henüz çıkmamıştı.
"Doğru mu bunlar?" diye sordu Hayal kırık sesiyle. "Yalan dersen sana inanırım" Gözlerindeki o umut ışığı öyle inançla parlıyordu ki... Gerçekten yalan deseydi inanırdı. Alp başını onaylarcasına yavaşça salladı.
"Evet, maalesef," dedi, sesi ince ve yumuşaktı. "Ben öyle bir hata yaptım. Üzgünüm." Kaşları havalandı, dudaklarını araladı.
Hayal, kulaklarına inanamadı. Bir an durakladı, sonra buruk bir gülümsemeyle, sesi sanki bıçak gibi keskinleşerek "nasıl yani? Sen gerçekten bunu yaptın mı?" dedi kekeleyerek. "Evet, üzgünüm."
"Üzgün müsün?" dedi. "Sen benim ailemi paramparça ettin ve üzgün müsün?"
Yeşil gözleri dolmuştu, içinde fırtınalar kopuyordu. Alp, derin bir nefes alıp ellerini Hayal'in ellerine uzattı ama Hayal beklenmedik bir şekilde ellerini sertçe çekti.
"Dokunma!" dedi, sesi buz gibi keskin ve kararlıydı.
"Hayal, konuşalım lütfen," dedi Alp, sesi kırıktı ama içinde bir acı vardı.
Tam Kuzey araya girmek isteyince, onu nazik ama kesin bir hareketle ittim.
"Sen karışma," dedim soğukkanlılıkla.
Kuzey bir an tereddüt etti, sonra dediğimi yaptı. Alp derin bir nefes aldı ve adımını ileri attı. Ama aralarında artık soğuk rüzgârlar esiyordu.
"Bak, bizden önceydi o, tamam mı? Sonra zaten pişman oldum."
Alp ona doğru yaklaşınca, Hayal bir adım geri attı. O an taşlar yavaş yavaş yerine oturmaya başlamıştı.
"Sen bu yüzden mi ailemle ilgili hep sorular soruyordun?" Hayal'in sesi titriyordu. İçinde kırgınlık ve hayal kırıklığı bir aradaydı.. Alp cevap vermek isterken, "Bak, hayır. Ben sadece..." diye başladı ama devamını getiremedi.
Ama Hayal, onu kesercesine devam etti. "Sen sadece ne? Her şeyi geçtim," dedi, nefes nefese, kelimeleri zor çıkıyordu. "Bizi geçtim. Sen kendi müdürüne bunu nasıl yaparsın?"
Tam o sırada Savaş hızla öne çıktı, Alp'in önüne geçerek sert bir sesle,
"Hayal, bilmediğin şeyler var," dediğinde Hayal daha çok şaşırdı.
Gözlerini kısarak ona baktı.
"Evet, bilmediğim şeyler vardı. Mesela sevdiğim adamın bu kadar şerefsiz olabileceğini bilmiyordum," dedi, sözleri sarsılıyordu ama içindeki öfke buz gibi keskinleşmişti.
Alp öfkeyle etrafı süzdü. Böyle konuların herkesin içinde konuşulmasından nefret ediyordu. Etrafımızda toplanan kalabalık, bu anın ağırlığını iliklerine kadar hissediyordu.
"Hayal, lütfen. Bunu yalnız konuşalım," dedi, sesinde hem çaresizlik hem de ısrar vardı.
"Hayalciğim, çok kafana takma ya. Yani Alp'in bir suçu yok aslında. Baban kendi rızasıyla o kadınla birlikte oldu. Alp ona zorla bir şey yaptırmadı ki." O an sanki kaynar suyu kafamdan aşağı döktü. Yumruklarımı sıktım, dişlerimi sertçe sıktım öfkeyle. Hayal acıyla gözlerini sımsıkı kapattı, çenesini hafif titretirken midesi bulandı. Yüzündeki nefret öylesine derindi ki, onu görmeden bile hissedebiliyordum.
"Öyle mi? Tabii sen alışıksın böyle şeylere," diye araya girdim, kaşlarımı çatarak.
Gülşen'in gözleri aniden alevlendi, dudakları sertleşti. "Bana bak, beni kendinle karıştırma," diye homurdandı, üzerime doğru hızlı adımlarla yürürken sesi titriyordu.
Tam o sırada Kerem araya girdi. Bizi ayırmaya çalıştı, ama benim gözüm dönmüştü bi kere. "Ne oldu? Gerçekler acıttı mı? Yoksa o sahte imajınıza zarar gelir mi diye korkuyorsun?" diye sarkastik bir tonla söyledim.
Ortam bir an için dondu. Hayal, derin bir nefes alıp omuzlarını hafifçe düşürdü, gözlerini açtı. Onu böyle görmeye asla tahammül edemiyordum. Gülşen'in öfkesi adeta havada kıvılcımlar saçıyordu. sözlerim gerilimi katladı. Gözlerimi onlardan alamıyor, defalarca Hayal'in acı dolu yüzüne kaydırıyordum.
"Yeter! Bu onların problemi!" dedi Tolga öfkeyle. "Siz karışmayın. Kendi aralarında hallederler" dedi beni kenara iterek. Hayal'in tüm gücü sanki bir anda erimişti. Gözlerindeki o canlı kıvılcımlar solmuş, omuzları düşmüş, sanki dünyadaki tüm ağırlık omuzlarına binmiş gibiydi. Bir cümlenin, sadece birkaç kelimenin, nasıl bir insanın hayatını paramparça edebileceğine tanık oluyordum. Ve o acı çeken kişi benim en yakın arkadaşımdı. İçimde tarifsiz bir boşluk açıldı, kelimeler boğazımda düğümlendi.
"Konuşacak bir şey yok," dedi Alp, sesi soğuktu. Bu soğukluk beni bile üşütmüştü. Her şey bu kadar çabuk bitemezdi. Hepimiz şaşkınlıkla ona döndük. Hayal ise direkt gözlerine bakıyordu.
"Kabul ediyorum, çok büyük bir hata yaptım ve pişmanım," diye devam etti Alp, ifadesi donuktu, kelimeler zorla çıkıyordu. "Ama elimden başka bir şey gelmiyor. Olan oldu. Böyle olsun istemezdim. Ve eğer beni dinlemeyeceksen, konuşacak bir şey yok o zaman."
Hayal'in gözleri dolmuştu, sesi titriyordu. "Bu ne demek oluyor?"
Alp'in gözlerinde en ufak bir duygu kırıntısı bile yoktu. Donuk, soğuk bakışlarıyla karşılık verdi. "Beni dinlemeyen, beni anlamayan kadının sevgisinden şüphe ediyorum demek."
O anda ortamın havası daha da ağırlaştı. Hayal'in acısı ve Alp'in soğukluğu arasında görünmez bir duvar yükselmişti.
"Saçmalama Alp!" diye bağırdı Cihangir, araya girip Alp'i sertçe ittirerek. "Ağzına bir tane çarparım şimdi!"
Alp'in gözleri bir an olsun Hayal'den ayrılmıyordu. Onda nasıl bir yara bıraktığına bakmak istiyordu. Donuk ve soğuk bakışları orada sabitlenmişti.
Cesur hemen Alp'in yakasından tutup kendine doğru çekti, yüzü öfkeyle kıvrıldı. "Ne diyon oğlum sen?! Aklını başına al! 'Sevgisinden şüphe ediyorum' ne demek?"
Ortamda tansiyon bir anda yükseldi, herkes nefesini tutmuştu. Hayal'in gözlerindeki acı, Cihangir ve Cesur'un öfkesiyle birleşmişti.
Alp kararından dönmüyordu, iç dünyasında kıran kırana bir savaş vardı. Kaşları sıkıca çatılmış, gözleri ufka dalmıştı. Sanki kendiyle, yaptığıyla hesaplaşıyordu. Elleri cebinde, parmak uçlarını hafifçe ovuşturuyordu, içindeki çelişkiyi dışa vuramadan sessizce kıvranıyordu.
Seren "Alp pişman olacaksın".dediğinde Alp hâlâ Hayal'i izliyordu. Onun ağzından çıkacak cümleyi bekliyordu. Ya tamam ya devam. "Ne olur çıkmaz yola girme."
Alp hemen karşılık verdi, sesi sertleşti. "Ben bir şey yapmıyorum! Daha dün evlilikle ilgili hayaller kurarken sert bir şekilde bana 'hayır, istemiyorum' dedi!" Çenesini sertçe öne çıkardı, yumrukları hafifçe sıkılıp gevşedi.
Nil kollarını çapraz yaparak durdu, kaşlarını kaldırdı. "Gerçekten bu mu sebep? Evlilik mi? Kendini hazır hissetmeyebilir. Gayet normal bir şey ve sen bunu sorun mu ediyorsun?" Bakışları meydan okuyucu, omuzları biraz yukarı kalkmıştı, rahat ve kendinden emin duruyordu.
Alp derin bir nefes aldı, gözlerini yere indirdi. "Ben sorun etmiyorum Nil! Ben şu an evlenelim demiyorum ama onunla ilgili hayaller kurarken sürekli sert bir şekilde tepki alıyorum."
"Sen kıt mısın?" diye sertçe çıkıştım, Alp'in üzerine doğru birkaç adım attım. Kaşlarım çatılmış, sesi yükselmişti. Gözlerim onun yüzünde öfkeyle parıldıyordu. "Biz neler yaşadık, sen bunu hiç fark etmedin mi? Hâlâ şokun etkisinden çıkamadık. Şimdi evlilik hayalleri kurmanın zamanı mı?"
Hayal'in vücudu adeta çökmüştü. Gözleri donuk, yüzünde yorgunluk ve kırgınlık vardı. Elleri hafifçe titriyordu.
Alp hâlâ öfkesini koruyordu. Herkes Hayal'den güçlü bir karşılık bekliyordu çünkü Alp haddini çok aşmıştı.
Hayal ağır ağır başını kaldırdı. Gözleri dolmuş, bakışları hüzün ve yorgunlukla karışıktı. Dudakları hafifçe titreyerek açıldı ve usulca konuştu. "Seni sevmiştim, belki olduğundan daha fazla." Göz kırpışları arasında hafif nem belirdi, ama gözyaşlarını tutmaya çalışıyordu.
"Sevgimin bu kadar değersiz olduğunu anlamamıştım," dedi, elleri istemsizce birbirine dokundu, parmaklarını nazikçe birbirine doladı. İçindeki kırgınlık küçük hareketlere yansıyordu.
"Sana yetmiyorsam, yapacak bir şey yok," dedi ve gözlerini hafifçe kapattı.
"Bitti."
İçinde büyük bir kabulleniş ve sessiz bir acı vardı. Etrafındaki bakışları hissediyordu ama artık umurunda değildi. Sadece bu ağır yükü taşımak istiyordu.
"Hayal, önce-" diye sözümü tamamlayamadan, Hayal hızla yanımızdan çekip gitti. Arkasına bile bakmadı.
Hepimiz donup kalmış, şaşkınlıkla Alp'e döndük. Peşinden gitmesini, engellemesini bekledik ama hareket etmedi.
"Lan, gitsene peşinden!" diye patladım.
"Gitmek istiyorsa, tutamam onu," dedi Alp soğuk bir sesle.
O anda Cesur sinirle yumruğunu savurdu, Alp yere yığıldı.
"Yaptığın gurur seni diri diri öldürecek!"
Gözüm Alp'in yüzüne takıldı. Yanaklarından süzülen bir damla gözyaşı belirivermişti. Alp, hayatının en büyük hatasını yaptığının farkında değildi.
"Savaş, ben Hayal'leyim,"
Hayal'in peşine düştüm. Hayal arabaya binmeden önce, asfalt yolda hızlı hızlı yürüyordu. Adımları sert ve kararlıydı. Onu yakalamaya çalışırken nefesim kesiliyor, ayaklarım geride kalıyordu.
"Hayal, dur!" diye seslendim ama umursamadı.
"Hayal, durur musun lütfen? Koşamıyorum!" diye biraz daha yüksek sesle bağırınca, aniden durdu ve öfkeyle bana döndü. Gözleri ateşle doluydu.
"Defne, lütfen. Yalnız kalmaya ihtiyacım var," dedi, sesi kırılgan ama kararlıydı.
"Saçmalama, seni bu halde bırakamam!" diye sertçe kolundan tuttum, kendime çektim. Sinirim yükselmişti.
"Bak, Alp ne dediğinin farkında değil. Pişman olacak. Ona biraz zaman ver. Evet, yaptığı doğru değil ama geçmişte kaldı. Hata yaptığının farkında."
Hayal bana acı bir bakış attı, gözleri hafifçe daraldı.
"Defne, boş hayallere kapılma," dedi sertçe. "Duymadın mı dediklerini? O, içinde çoktan bitirmiş, belki de hiç başlamamıştı."
"Saçma saçma konuşma," diye karşı çıktım, sesimi sakinleştirmeye çalışarak. "Ne dediğinin farkında değil şu an. İkiniz de çok kızgınız ve bu doğru karar değil. Önce sakinleşin, sonra oturup tekrar konuşun."
Hayal başını hafifçe salladı, gözlerini uzaklara dikip bir an sessiz kaldı.
"Orada da söyledim, şimdi tekrar söylüyorum," dedi. "Konuşulacak bir şey yok. Meryem başından beri Alp'in planıymış. İkisi anneme tuzak kurmuşlar. Zaten hata bendeydi. Sürekli evinin etrafında dolaştığında anlamalıydım."
Kelimeler ağır ağır havada asılı kaldı. İçindeki kırgınlık ve güvensizlik her cümlesinden sızıyordu.
"Bunu bilemezdin," dedim umursamadı. Yüzünde beliren kırgınlık ve şaşkınlık, bakışlarına yansıdı. "Bunu bilmem gerekirdi Defne!" dedi, sesi titrek ama kararlıydı. "Meryem başından beri oyunun bir parçasıymış. Babama bu kadar yaklaşmasının nedeni Alp'ti, anlıyor musun? Eğer Alp onları o gece otelde bırakmasaydı, babamla Meryem-" Sözünü tamamlayamadan yüzü buruştu, elleri istemsizce avuçlarını birbirine bastırdı.
"'Ama Meryem Taradan değildi. Alp'le ne gibi bağlantısı olabilir ki? Ve bunu neden şimdi gelip Gülşen söylüyor?'" diye sordum, kaşlarımı çatmış, kafamda soru işaretleri dönerken. Bu işte bir terslik vardı.
Hayal omuzlarını hafifçe silkerek, çaresizlikle cevap verdi. "Bilmiyorum. Bu artık pek önemli değil."
"Ne demek önemli değil?" diye sesimi yükselttim. "Ya yeni bir oyun kuruyorlarsa, ya amaç sizi ayırmaksa? Tamam, senin kararlarına saygı duyuyorum. Alp'le aranızdaki ilişkiye karışmayacağım. İster barışın ister ayrılın. Ama hala ortada soru işaretleri var. Alp neden böyle bir şey yaptı, bilmiyoruz. Alp sadece Savaş'tan emir alırdı. Ne oldu da böyle bir şey yapmaya karar verdi?"
"Belki de Savaş yapması için söylemiştir." Bu ihtimal olabilir miydi? "Ne de olsa ikisi de tedirginlerdi. Görmedin mi nasıl savundu?"
"Ama neden böyle bir şey yapsın ki? Senin ailenin ona ne gibi bir faydası olacak?"
Öfkeyle gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Sonra açıp eliyle biraz önce geldiğimiz yönü göstererek "bu adamlar başından beri bizi yok etmek için görevlendirilmediler mi?" diye sorduğunda kafam iyice karışmıştı. "Belki de yaptığımız herhangi bir şeyin intikamını almak istediler."
Bu da bir ihtimal ama başka bir şey olmalıydı.
Tam o sırada, nefes nefese koşarak Seren ve Hira yanımıza geldiler. Seren telaşla, "Kızlar," dedi, "Hira bir şey duymuş."
Herkes bakışlarını Hira'ya çevirdi. "Ne oldu?" diye sordum.
Eğilip ellerini dizlerine yasladı. Soluk soluğa nefes alırken başını kaldırdı. "Gülşen kapıda biriyle konuşurken duydum. 'Ben şimdi geldim, anlaştığımız gibi falan' dedi. Sonra kapı açılınca panikle telefonu kapattı."
Gözlerimi hemen Hayal'e çevirdim. Hayal yüzünde ani bir donukluk, tedirginlik belirdi. Hira devam etti, "Alp'ten ayrılmak istiyorsan, karışmam ama ortada yine bir şeyler dönüyor."
Tek tek herkesin gözlerine baktım. O gözlerde tek bir şey görüyordum . Endişe...
✨✨
Güneş ışığı camdan içeri izinsiz sızarken, dışarıdaki kuşların sesi odayı dolduruyordu. Uzun süre sonra ilk defa güzel bir güne gözlerimi açıyordum. Huzurlu, sessiz ve sakin olan bir gün. Sözde tabii. Bugünlere gelmek hangi tünellerden geçtik, hangi köprüleri aştık. Ama nihayet vardık. Sevdiğim adam yanımdaydı. Yine soru işaretleri yine gizemli sırlar etrafımızda duvar örmüş çözülmeyi bekliyordu. En ilginç olanı ise her olayın ortasında kendimi buluyordum. Benimle ilgili olmasa bile yine olayın ortasındaydım.
Dirseğimin üzerine doğrularak yanı başımda uyuyan Savaş'a baktım. Parmak uçlarımla yüzüne dokundum. "Seni kazanmak çok zordu" dedim fısıltıyla. "Duvarların ardından sakladığın kalbini bulmak, ona sahip olmak..." Dudaklarımı yanağına bastırdığımda beyefendi gözlerini yavaşça araladı. Kirpiklerinin arasında kahverengi gözlerini açtığında beni fark etmişti. Yüzünde memnun olmuş bir ifade yerini almıştı." Günaydın Prensim " dedim alayla. "Günaydın," iyice gerilerek. "Niye erken uyandın?" diye sorunca omuz silktim. "Bilmem, hep öyle uyanırım zaten."
Elimi çıplak göğsünün üzerine yerleştirip hafifçe gezdirdim. "Dün gece fazla yordum seni."
Doğrulup sırtını yatağın başlığına yasladı. "Ben senden yorulmam güzelim." Kolunu belime sarıp kendine doğru çekti. Ve göğsüne yasladı. Dudaklarını hafifçe burnuma bastırdı."O kadar çok özlemiştim ki seni," yanağımdan öptü "kokunu," boynumda öptü ve sonra "tenini" omzuma küçük bir buse kondurdu. "Kendimde değildim. Canını yakmadım değil mi?"
Yüzümü yavaşça yüzüne yaklaştırdım, alt dudağını dişlerimin arasına alarak nazikçe emdim. "Çok güzel zevk verdin. Tadı hâlâ damağımda," dedim, ardından çapkın bir sırıtış belirdi yüzümde.
"Sakın böyle hareketler yapma," diye uyardı, gözleriyle oyun oynarcasına. "Delirtme beni."
Benim de içinde, onu tekrar aynı geceye geri götürecek gücüm pek kalmamıştı. Bu yüzden usulca başımı göğsüne yasladım. Kolları sımsıkı sardı beni, sanki hiç bırakmak istemezmiş gibi.
Saçlarımın hafif kokusunu içine çekti derin bir nefesle.
"Mırıldanarak, "Savaş," dedim, "Söyle, bi'tanem."
Gözleri parladı, hafifçe gülümsedi. "Senden bir şey isteyebilir miyim?"
"Tabii," diye cevap verdim, merakla bekleyerek.
"Savaş, bu Taradan ayrılsan olur mu? Artık sakin bir hayat istiyorum. Silahların, çatışmaların olmadığı bir hayat."
Savaş hafifçe başımı okşadıktan sonra, alnımı usulca öptü. Kokumu derin derin içine çekti. Burnunu saçlarıma gömerek adeta kokumu hafızasına kazımaya çalışıyordu. Bu hareketi, onun korkusunu anlatmaya yetiyordu. Kaybetmekten korkuyor, elindekini sıkıca tutmak istiyordu.
"Şu an elimde olsa her şeyi siktir edip, çıkıp giderdik buradan," dedi, ama içindeki çaresizlik gözlerinden okunuyordu. Kaşlarını hafifçe çatmış, dudağının kenarına bir gölge düşmüştü. "Ama her şeyi silip atmak kolay değil. Her şeyin bir bedeli oluyor, güzelim."
Savaş'ın kolları bedenimi daha da sıkı sardı, kalbinin ritmi göğsüme vuruyordu. Boynumun girişine başımı yasladım. "Peki, nasıl olacak bu böyle? Hep böyle mi devam edeceğiz?" dedim endişeyle. Savaş gözlerini kısarak uzaklara daldı. Alnındaki çizgiler derinleşti. "İlla ki kırılacak bir yerde, Zaten Ziya öldü." Bir an duraksadı. "Yani Taranın başına kim geçse bile onun gibi yapamaz."
"Yani hiç mi yolu yok?"
"Aslında Taranın and kitabı yok edilirse, hepimiz özgür kalacağız."
Savaş uzak bir ihtimalde bile olsa bir çözüm görüyordu. Ben ise onun yanına daha da yaklaşıp, sımsıkı sarıldım. "Eee? Yok edin o zaman!"
Eğilip yanağımdan usulca öptü, dudakları tenime hafifçe değdiğinde derin bir nefes aldım. Anlaşılan onu da yapamazlar. "Ona dokunmak yasak." Bunalmış vaziyette yanaklarımı şişirdim. Nasıl bir çıkmaz bu böyle? "Yarın öbür gün çocuğumuz olursa, böyle bir çevrede mi büyüyecek?"
Savaş şaşkınlıkla gözlerime baktı. "Ne?!" Yüzünde garip, hafif de şaşkın bir gülümseme belirdi.
"Ne ne?" diye tekrarladım, anlamaya çalışarak.
"Çocuk mu?" diye sordu yavaşça, kaşlarını hafifçe kaldırarak.
"Evet."
Savaş, duyduklarına inanamazmış gibi bir ifadeyle yüzünü hafifçe buruşturdu. Gözlerini kısarak bana baktı. "Sen çocuk istiyor musun?"
"Niye? İsteyemem mi? Tamam şimdi değil de hani illa ki olacak bir gün."
Başımı kaldırıp gözlerine baktığımda söylediğim cümleyle etkilendiğini fark ettim. "Sen bu kadar çok mu istiyorsun baba olmak?" İstediğini söylemese bile gözlerinden anlıyordum. "Bir bilsen nasıl baba olmayı istiyorum."
"Hayatım, niye böyle konuşuyorsun? Zaten olacaksın? Bebeğimiz olacak. Ama şimdi şu an -"
"Defne, şu an olsun demiyorum zaten. Ama ben baba olmaya hazırım. Hayatımız hiçbir zaman sakin geçmeyecek. Çünkü bizim hayatımızın ne kadar zor olduğunu sen kendin iyi biliyorsun. Her şeyi bıraktım bir kenara ben olmasam bile yine sorunlar olacak. Asıl önemli olan şey her şeye rağmen ayakta çocuğumuzu sağ salim büyütmek. Kimin hayatı kolay ki? " Haklıydı belki de. Ama ben korkuyordum. Ya çocuğumu büyütemezsem, ya koruyamazsam?
"Bilmiyorum"
"Annen ve babanın ne kadar zorlu yoldan geçtiğini sen kendin biliyorsun. Her iki taraf da kendi ailelerine karşı ayakta durdular. Onların hayatı kolay mıydı sence? İkisi de varlıklı bir ailede doğdu büyüdü, ancak senin için her şeyden vazgeçip sıfırdan başladılar. Çünkü aralarındaki aşk ve sana karşı olan sevgileri onlara güç veriyordu. Bir amaç uğruna yola girdiler. Farkında mısın bilmiyorum ama annen suçlu bir adamın kızıydı, baban ise koskoca hakimin oğluydu. Ve tabii ki komiserdi. İkisinin de önünde kocaman engel vardı. Ama başardılar. Senin gibi güçlü bir kadın yetiştirdiler."
"Haklısın, biliyorum. Baba olmak senin en doğal hakkın. Ve bunu engelleyemem. Ama hazır hissetmezsem yapamam." Sadece başını salladı. "Tamam." Morali bozulmuştu. İlk günden beri çocuk istediğini biliyordum. Ama ben hazır değildim ya da öyle sanıyordum. Ayaklanıp üzerimi giymeye başladım. Bu konunun da daha fazla uzanmasını da istemiyordum.
"Neden kalktın, daha sabah sporu yapmadık?" diye espriyle mırıldandı, yastığını dirseğinin altına alırken rahat bir pozisyon tuttu.
"Görüyorsun ya, senin sabah sporun benim kalçalarımı çalıştırıyor," dedim gülerek, hafifçe omuz silkerek. "Yani tek taraflı bir spor oluyor bu. Sen genelde hiçbir şey yapmıyorsun, değil mi?"
Savaş gözlerini büyüterek tepki verdi, hafifçe gözlerini devirdi. "Ne?! Yazıklar olsun sana. Benim o kadar emeğim ne olacak peki? Resmen emeğe saygısızlık yapıyorsun."
Bir an sonra gözlerini kısıp, hafifçe esnedi. "Ben açım ama, gücüm de yok."
"Gör bak, spor aç karna yapılır doktor hanım," diye takıldı ona. "Sonra duş alınır, kahvaltı yapılır."
"Ben duşumu akşam aldım," dedi, hafifçe omuz silkerek. "Git sen duş al. Ayrıca ben spor yapmayı sevmem, baş komiserim."
"Dün gece beni terletirken öyle demiyordun ama?" göz kırptı.
"Kes şunu! Ben aşağı iniyorum, kahvaltı hazırlıyorum. Geç kalma, gel."
Kahvaltıyı hazırladıktan sonra Savaş merdivenleri inmeye başladı. "Defne ya ben kendimi kötü hissediyorum."
"Neden? Ne oldu ki?"
Yanıma gelip kollarını belime sardı. "Sabah sporu yapmadım diye böyle kaslarım ağrıyor" Parmakları kalçalarımda dolaşmaya başladı. "Yapma!"
"O zaman kahvaltıdan sonra yapalım" Dudakları boynumu usulca emdiğinde başımı geriye attım. "Ne doyumsuz çıktın sen de" Bir anda gözlerim açıldı. Hayır! Olamaz! Ben unuttum! Toplantı!!!
"AAAA!!"
"Ne oldu?" diye Savaş korkuyla geri çekildi. "Ben unuttum." Panikle telefonumu aramaya başladım. Telefonu bulunca hemen açtım. Sessize atmışım. "Neyi unuttun?"
"Bugün toplantı vardı. Saat 9 buçuk Allah belamı versin. Geç kaldım. Tolga ve Hayal beni defalarca aramışlardı. Ve benim şu an yolda olmam gerekiyordu.
"Çık artık! Kapıdayım"
Hayal'in mesajını görür görmez hemen yukarı çıkıp üzerimi hızlıca değiştirdim. Kapıda beni bekliyordu. Ve Hayal beklemekten nefret ederdi. Kesin sövmüştür beni kesin.
"Canım, çıkıyorum ben. Sana afiyet olsun."
Kapıyı açtığım anda birine çarptım.
"Ah, pardon!" dedim refleksle. Başımı kaldırdım. Cesur'du. "Ah sen miydin? Merhaba, hoşça kal," dedim hızlıca ve yanından geçip yürümeye başladım.
"Defne, nereye?" diye seslendi arkamdan. Omzumun üzerinden bakarak yürümeye devam ettim. "Hastanede toplantı var, ona geç kaldım. Konuşuruz," dedim, nefes nefese.
Sokağın köşesini dönerken Hayal'in arabasını gördüm. Camdan dışarı sarkmış kahvesini tutuyordu. "Babanın amcasındaydım" dediğinde çoktan sövmeye başlamış babamın amcasına kadar geldiğini kastettiğini anlamıştı. "Geçen sefer amcamın amcasındaydın, yine iyi olmuş."
✨✨✨
Araba hareket halindeyken Hayal düşünceli gözlerle sadece yolu izliyor ve tek kelime etmiyordu.
"Biliyor musun, Defuş," dedi yavaşça. "Ben hep Alp'in beni sevdiğine inandım. Her şeye rağmen beni, beni olduğum gibi sevdiğine. Ama şimdi düşünüyorum da belki de ben, sadece bir planın parçasıydım." Gözlerinde artık üzgün bir ifade yoktu. Sadece hayal kırıklığı... Pişmanlık...
"Hayır. Sen kimsenin planının parçası olacak biri değilsin. Dün kızlarla konuştuk, sen de biliyorsun bu işte bir iş var."
"Olsa ne olacak? Bu yaptığını değiştirmez. Ne olursa olsun onu asla affedemeyeceğimi biliyorum."
"Seni o kadar iyi anlıyorum ki..."
"Keşke anlamasan, keşke beni anlayacak kadar kötü şeyler yaşamaysadın..." Gözlerine baktığımda o da bana baktı. Dudaklarını birbirine bastırıp muzip bir şekilde güldü. "Babam... Annem... Hepsi dağ gibi önümde. Şimdi de o. Ben nasıl aşacağım bu dağı?"
"Sen o dağı aşacak güce sahipsin," dedim. "Ama önce altında kaldığın taşları tek tek tanıman gerekiyor." Hayal gözlerini kırpıştırdı, nefesini tuttu, sonra hafifçe güldü. Acıyla karışık, içten bir gülüştü bu. "Seninle konuşmak iyi geliyor," dedi. "Ama sakinliğini görünce seni boğasım geliyor."
Güldüm. Hayal biraz daha güldü. Gerçekten güldü bu kez. "Yine de iyi ki varsın," dedi. "Ben bazen kendimi kaybettiğimde, sen beni sessizce buluyorsun." O an gözlerimin dolduğunu hissettim ama gülümsemeye devam ettim. Çünkü o ağlamıyordu. O dağ yıkıldığında, ilk taşı onunla birlikte kaldırmaya hazırdım. "Sonuna kadar buradayım," dedim. Hayal başını salladı. Gözlerini tekrar yola çevirdi. Ama bu kez bakışı daha netti.
Hastanenin önüne vardığımızda, normal sabah yoğunluğundan çok daha fazlası vardı. Asistanlar ellerinde dosyalarla koşturuyor, hemşireler telefonla konuşuyor, birkaç doktor aralarında hararetli bir şekilde bir şey tartışıyordu.
Kapıdan adımımızı atar atmaz Hayal'le birbirimize baktık.
"Bu normal değil," dedim, kaşlarımı çatıp etrafı tarayarak. "Toplantıya daha var ama herkes savaş alanına dönmüş gibi," dedi Hayal. "Ya diğerlerine söyledilerse?"
Cebimden telefonumu çıkardım, gözümle koridorda Tolga'yı ararken ekranı hızlıca kaydırdım. "Söyleseler bile toplantıya on dakikaya yetişmeleri imkansız."
"Defne, şuna bak" Hayal koluma vurunca başımı kaldırdım. Toplantı için başka mekana gönderdiğimiz elemanlar buradaydı. "Ne?! Nasıl?!"
"Tolga'yı ara hemen"
"Arıyorum Tolga'yı" dedim.
Telefon çalıyor ama açmıyordu. Bir elimle çantamı düzeltip daha hızlı yürümeye başladım.
"Hayır, açmıyor. Hayal, ya bir şey ters gittiyse?"
"Olmaz öyle şey," dedi hemen, ama sesi kararlı olmaktan çok endişeliydi. "Tolga işi sıkı tutacaktı. Gerekirse toplantı başlamadan önce biz çıkarız ortaya."
Telefonu kapatıp yeniden aradım. Bu kez gözüm Hayal'inkine takıldı. İkimiz de aynı şeyi düşünüyorduk ama dile getirmiyorduk. Her şey üst üste gelmişti.
O sırada bir asistan yanımızdan hızla geçerken "Toplantı başlamak üzere!" diye seslendi arkasına bakmadan. Kalbim göğsümde çarpmaya başladı. Hâlâ Tolga'dan ses yoktu. "Tamam," dedim nefesimi tutarak. "Eğer şimdi ulaşamazsak, içeri girmeden önce planı biz devralmak zorunda kalacağız."
Hayal başını salladı. "Anlamıyorum, nasıl gelirler buraya?" Koridorun köşesini döndüğümüzde hâlâ Tolga'dan haber yoktu. Kalbim boğazımda atıyordu, telefon elimde titriyordu. Hayal bir yandan çantasını karıştırıyor, bir yandan da etrafı tarıyordu.
"Defne!" diye bir ses geldi arkamızdan.
Hızla döndüm. Tolga, labaratuvar önünden koşar adım geliyordu. Ceketi yarım düğmeli, saçları dağılmıştı ama gözlerinde bir netlik vardı.
"Neredesin sen?" dedim, ona doğru birkaç adım atarken. "Beş kez aradım seni!"
"Plan çökmüş. Dün gece Gökçe Buse'ye haber verdiğinde Buse babamla iletişime geçmiş Ve öyle bir şey olmadığını söylemiş. Bu yüzden herkes erkenden gelmişler." Korktuğumuz başımıza gelmişti. Peki şimdi ne olacaktı?
"Peki ne yapacağız?" sordum. Tolga omuzlarını silkti. Hayal kısa bir bakış attı, sonra başını salladı. "Toplantının başlamasını önleyeceğiz. Hiç olmazsa vakit kazanırız. Plan falan yok."
Ben derin bir nefes aldım. "Nasıl peki?" Başını bilmediğine dair iki yana salladı. "Bilmiyorum, bir şekilde yapacağız." Tolga dudaklarını sıktı. "Başka yol yok zaten."
Birbirimize baktık. Üçümüz. Aynı anda başımızı salladık. Çünkü geri dönüş yoktu. Hep böyle olmuştu zaten. Ya kendimizi kurtaracağız, ya da üçümüz de işte kovulacaktık. Çünkü geçen sene iki kişi sırf dosyaları eksik olduğu için işten çıkarılmıştı. Ömer amca çok titiz çalışırdı. Kendi oğlu olsa bile acımazdı. Tam toparlanıyorduk ki, hastanenin cam kapısından sert adımlarla içeri biri girdi. Tanır tanımaz yutkundum.
"Ömer amca?" dedim kısık bir sesle. Hayal de benim baktığım yöne döndüğünde Tolga gözlerini devirdi. Ömer amca dik dik hepimize baktı, sonra "herkese yanlış adres vermenizi konuşacağız üç şövalye. Şimdi toplantı başlıyor, hemen gelin!"
Ben göz ucuyla Hayal'e baktım, Hayal da Tolga'ya. Sessizlik boğucuydu. Ömer amca gözlerini tek tek üzerimizde gezdi. Sonra arkasını dönüp uzaklaştı. Üçümüz de nefesimizi tutmuştuk. O içeri girer girmez derin bir nefes verdik. Tolga kollarını iki yanına bıraktı, Hayal alnını sıktı. Ben ise nefesimi bıraktım. Bu adam bir gün kalp krizinden gidecek ama bizden önce değil," dedim dişlerimin arasından. "Ya da bizi götürecek," dedi Hayal yorgun bir şekilde, "belgelerden olmasa da kesin bu yaptığımız oyun yüzünden kovacak." Tolga gözlerini kapatıp başını geriye duvara yasladı. "Bunu ikna etmek ölüm gibiydi. On dakika daha oyalarız ama ondan sonrası bende değil."
"Ondan sonrası Afra'da," dedim hemen. "O dosyaları getirmezse hepimiz patlarız."
"Böyle de kovacak zaten. Şu an sadece bu ihtimali gerçekleştirmek için o odaya gireceğiz?" dedi Tolga bunalmış vaziyette. "Ne dedi en son?" diye sordu Hayal.
"Yoldayım demişti. Ama trafik vardı, kestirme yoldan çıkacaktı." dediğimde açıp telefonu tekrar kontrol ettim. Hiçbir mesaj yoktu.
"Yedi dakika kaldı. Ben içeri girip açılışı başlatıyorum. Siz de birazdan gelin. Ne kadar yavaş olursak o kadar iyi."
"Konuşmayı uzat," dedim.
Tolga gözlerini kıstı. "Konuşmayı mı? Sunumu mu? Yoksa Ömer amcanın dikkatini mi?"
"Hepsini birden," dedim. "Ama sakın fazla heyecanlı görünme. Ne kadar normal davranırsak o kadar gerçek olur."
Hayal yanımdan geçerken omzuma dokundu. "Sahne ışıkları açıldı, Defne. Umarım Afra perdenin arkasında hazırdır."
✨✨
Tolga, masanın başında ayakta duruyordu. Elindeki dosyayı açmadan önce göz ucuyla saate baktı. Toplantı odasında on iki kişiydik. Ve herkes Tolga'nın açılışını bekliyordu. Müfettişlerden biri gözlüğünü düzeltti. "Başlasak mı acaba doktor bey?" Başımı hafif eğip hemen araya girdim. "Arkadaşım biraz heyecanlı da. Kendini toparlasın, öyle başlayalım." Müfettiş ifadesini değiştirmedi. "Bizim vaktimiz sınırlı. Arkadaşın ilk okulda sunum yapmıyor. Toplantıya hemen başlayalım." Tolga hemen öne çıktı. "Tabii başlayacağız. Elbette. Ama başlamadan önce yani, bu kadar belgeyle uğraşmadan önce bir şey sormak istiyorum." Ömer Amca gözlerini oğluna dikti. "Ne soracaksın Tolga?" Tolga yerine geçip oturdu. "Geçen ay kantine yeni kahve makinesi geldi, fark ettiniz mi? Ben ettim. Ama kahveler efsoydu. Dilerseniz sipariş verelim, kahvelerimizi içerek başlayalım." Oda buz gibi sessizleşti. Bir şey anlamasalar bile Tolga'nın bu cümlelerinden sonra kesin anlarlardı. Hayal gözlerini devirdi. Ben kafamı önüme eğdim. Müfettişler birbirine baktı. Tolga devam etti. "Yani şimdi belge inceleyeceğiz ya. Ben diyorum ki önce bir nefes alalım. Neticede bunlar hassas konular. Sindirerek ilerlemek daha sağlıklı olur." Müfettişlerden diğeri konuştu bu kez. "Biz sindire sindire değil, zamanında ve eksiksiz yürütürüz süreci. Lütfen konumuza dönelim." Tolga tekrar saate baktı, sonra elindeki dosyayı yavaşça açtı.
"Tamam, dönelim. Ama şeyi de söyleyeyim, geçen hafta acilde iki hasta karıştı. Aynı soy isim, aynı doğum tarihi. Biri topuk burkulmasıyla geldi, diğeri baygınlık geçirmiş. Biz burkulanı monitöre, bayılanı buz torbasına gönderdik." Ömer Amca hafifçe boğazını temizledi. "Tolga, saçmalama. Başla artık." Tolga, gergin bir gülümsemeyle başını salladı. "Tabii baba... şey, Ömer Bey." Dosyaları karıştırırken müfettiş tekrar sordu. "Siz zaman kazanmaya mı çalışıyorsunuz? Eksik olan bir şey mi var?" Ben hemen atıldım. Yalan söylemek de bir yere kadardı. Çünkü sürdüremiyorduk. Gittikçe daha büyük boka batıyorduk. "Belgelerimiz bir arkadaşımızda ama yolda geliyor. Biz toplantıyı bitirene kadar gelecek." Tolga başını salladı.
"Eğer arkadaşınız gelmezse eksik yazmak zorunda kalacağım doktor hanım." Ardından Tolga'ya döndü. "Diğer çalışanların belgelerini ve dosyalarını verin lütfen."
"Peki ya sunum?"
"Gerek yok. Lütfen hemen verin!"
Hayal, dirseğiyle beni dürttü. "Ne yapacağız?" Ömer amca müfettişin yanına gidip kriz anını yönetmeye çalışsa da müfettiş inatçı çıkmıştı.
Afra.
Lütfen artık gel.
Tolga, dosyaların içinden bir sayfa çekip müfettişlere doğru kaldırdı. Müfettiş gözlüklerinin üstünden baktı. Zamanımız gitgide daralıyordu.
Ben yine saatime baktım. 09:19
Toplantının başlamasından bu yana dakikalar geçmişti. Ama Afra hâlâ yoktu. Hayal bana göz ucuyla baktı. Tolga sayfaları karıştırdı.
"Tabii sayın müfettişler, ama şimdi de dikkatimi çeken bir şey oldu. Geçen ayki bazı kayıtlar el yazısıyla girilmiş. El yazısı, biliyorsunuz, kişiseldir. İnsanın karakterini yansıtır."
Ömer Amca artık dayanamadı.
"Tolga."
"Baba, sadece örnek veriyorum."
"Konuyu saptırma." Tolga içinden derin bir nefes aldı, ama yüzüne belli etmeden sıradaki dosyayı açtı. "Bu da cihaz bakım kayıtları. Gerçi cihazlar bakıma gitmemiş, ama kayıt var. Belki cihazlar kendi kendine iyileşiyordur. Tıbbi mucize." Hala zaman kazanmaya çalışıyordu. Müfettişlerden biri gözlerini kapatıp sabırla iç çekti.
"Artık zamanımız tükendi. Kimse gelmeyecekse raporu buna göre hazırlamak zorundayız."
Tolga, "haklısınız" anlamında başını salladı ama gözlerinde zaman kazanma arzusu çırpınıyordu.
Ben o sırada çaktırmadan çantamdaki telefona baktım. Hâlâ mesaj yoktu.
Afra. Neredesin? Kapı gıcırtısıyla beraber hafifçe aralandı. Üçümüz de aynı anda döndük. Ama içeri giren, sadece çay servisi yapan görevliydi. Hayal başını önüme koydu.
Çay servisi yapan görevli, tepsiyi dikkatlice masanın ucuna koydu. Tolga hemen çayı fırsat bildi. "Çay geldiğine göre, belki kısa bir ara veririz? Hani konsantrasyon da önemli ya, özellikle belge okurken göz kayması çok olur." Müfettiş kaşını bile kıpırdatmadı.
"Hayır. Ara vermeyelim. Zaten geç başladık. Toplantı tamamlanmadan ayrılmayız."
Tolga'nın gözleri bana kaydı. Ben de tekrar saate baktım. 09:58
Zaman neredeyse duruyordu. Bu odada saniyeler, dakika gibi hissediliyordu. Müfettiş dosyalardan birini önüne çekti. Kapıya bir göz attım. Yok. Hâlâ yok. Müfettiş belgeyi aldı, göz gezdirdi. "Geçerli." dedi. Tolga hemen toparlandı. Ve tam o anda kapı bir kez daha açıldı.
Afra.
Elinde klasörle, saçları dağılmış vaziyette kendini içeri attı. "İşte bu!" dedim Hayal'e sarılarak. Kurtulmuştuk. Şükürler olsun.
Tolga ve Ömer amca derin bir nefes aldılar. Afra belgeleri masaya bıraktıktan sonra yanımıza geçti. Sevinçle ona da sarılmıştık. "Yetiştim değil mi?"
"Tam vaktinde."
Saçlarını arkada toplayıp kenara atarken bir şey fark ettim. Boynunda çok ilginç bir dövme vardı. Şok oldum. Gözlerim o dövmeye takılı kalmıştı. Gözlerimi kısıp hatırlamaya çalıştım. Ve hatırladığımda gözlerim kocaman açıldı. Çünkü bu Tara dövmesiydi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.04k Okunma |
500 Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |