
Merhabalar canlar! Hikayemin eski bölümlerini düzenlemeye aldım. Dili ve akışı biraz daha oturttum. Artık yeni bölümleri o düzenlenmiş haline göre yazıyorum. Yani okurken ufak değişiklikleri fark ederseniz, şaşırmayın. Her şey hikayenin daha güçlü bir şekilde ilerlemesi için. Desteğiniz için teşekkürler.
45.Bölüm: "Son Seçim"
1 ay sonra
Kaçmak kolaydır. İnsan acıdan, hatıralardan, hatta kendinden bile kaçabileceğini zanneder. Ama ne kadar kaçarsan, o seni bulur. Çünkü acı unutulmaz. Sadece zamanı bekler. Ve zamanı geldiğinde seni en çıplak haliyle yüzleştirir. Bir gün herkes kendi içine dönmek zorunda kalır. Kimi sadece affeder, kimi kabullenir, kimi sadece ağlar. Ama sonunda herkes aynı şeyi anlar. Kaçtığın şeyi seni elbet yakalar.
"Alp?" dedim bahçeye doğru bir adım atarak. Kollarımı kendime sarmış, omuzuma attığım hırkayı çekiştirerek önümü kapattım. "İyi misin?" diye sordum. Parmaklarının arasında tuttuğu sigarayı dudaklarının arasına alıp içine çekti. "Savaş'la konuşmaya geldim. Nerede?"
Bahçedeki renkli sandalyelerden birisini çekip oturdum. "Banyoda. Birazdan iner." Başını sallayıp arkasını döndü. Benimle konuşmak istemiyor gibiydi. "Neyin var senin?"
"İyiyim, hiçbir şeyim yok." Suratı her zamanki gibi asıktı. "Alp, neden bana böyle davranıyorsun?" Arkası dönüktü. Başını önüne eğip, bunalarak nefes verdi. "Herkese hakkettiği gibi davranıyorum o kadar."
"Ben bu muameleyi mi hakkediyorum peki? Ben size ne yaptım?" Omzunun üzerinden baktı. Sonra elindeki sigarayı baş parmağıyla ezip masadaki küllüğe bıraktı. Ve tam karşımdaki sandalyeye geçti. Gözlerime dik dik bakmaya başladı.
"Biz Hayal'le ilk defa ilişkimizi açıkladığımızda nasıl bir tepki verdiğini hatırlıyor musun?" Yutkundum. Evet, hatırlıyordum. Ama o gün o ilişkinin onlara zarar vereceğini düşündüğüm için korkmuştum. Çok erken bir ilişkiye yelken açmışlardı. Daha birbirilerini tam tanımıyorken, bu kadar hızlı gitmeleri doğru değildi bana göre. Hata yapmış da olabilirim. Çünkü ben bir insanım yanlış da düşüne bilirim.
"Evet, hatırlıyorum. O an öyle olması gerekiyordu çünkü." Sırtımı sandalyeye yaslayıp kollarımı bağladım. "Gerekiyordu," dedi sinirle gülümseyerek. Tek kaşını kaldırıp dirseklerini masaya yasladı. "Sen bizim hayatımız hakkında karar verebileceğini mi düşünüyorsun? Yok yani bu hakkı sana vermedik. Tamam, okey Hayal'i çok seviyorsun, o senin en yakın arkadaşın. Ancak onun hayatına karışamazsın." Bana sınırımı açıkça gösteriyordu. Bu karşımdaki her zaman konuştuğum, güldüğüm, şakalaştığım Alp değildi. Bu gerçek yüzünü gösteren Alp'ti. "İnanmadın, onu gerçekten üzeceğimi düşündün. Ama niyetimin ciddi olduğunu söyleyince de bu kez karşı çıktın. Beni aşağıladın. Yok Canan sana kız mı verecek, yok babası kabul etmeyecek." Masaya işaret parmağını vurarak tehdit eder gibi gözlerime baktı.
"Defne, ben zavallı değilim. Beni aşağılayamazsın. O çok yücelttiğiniz ailesinin ne boklar yediğini de gördük." Gözlerim kısıldı. Bu nasıl düşünce? Sanki beyni yıkanmış gibiydi. Karşımda kalpsiz birisi vardı. Bir canavar. "Ben hiçbir zaman böyle olsun istemezdim." Biraz daha alttan almaya çalıştım. Ama yok. İçindeki şeytan artık onu kontrol ediyordu. "Evet, istemezdin. Ama oldu gördün mü? Bana acıyormuş gibi bakma. Senin iyiliğine ihtiyacım yok." O an kasığımda bir sancı hissettim. Sanki bir iğne batıyormuş gibi. Regl dönemim yaklaşıyordu. Onun sancısı olduğunu düşündüm. Yüzümü hafifçe buruşturdum.
Elim istemsizce karnıma gelince Alp kaşlarını kaldırdı. "İyi misin?"
"İyiyim, sorun yok." Derin bir nefes aldım.
"İyi akşamlar gencolar" Cihangir kollarını açarak neşeli bir tavırla geldiğinde gülümseyerek "hoş geldin" dedim. "Hayırdır bu saatte?" Baştaki sandalyeyi çekip yanımıza oturdu, bacağını bacak üstüne atıp sol dirseğini masaya yasladı. "Duymadın mı haberi?"
"Ne haberi?"
"Yarın akşam Tara bir davet veriyor. Gülşen istediğine ulaştı. Savaş'la ortak olacak." Kaşlarım çatıldı. "Nasıl ortak olacak?" Cihangir heyecanlı bir filmin en heyecanlı sahnesini anlatıyor gibi iyice eğildi. Dilini damağına vurdu. "Önceleri senin anneciğin yani Dilara Aksoy'du kraliçe. Ve tabii ki Savaşın da ortağıydı. Ama o gidince yerine bir kadın kraliçe gelmesi gerekiyordu. Bu yüzden Gülşen devreye girip herkesi memnun etmeyi ve gerçek kraliçe olabileceğini kanıtladı. Yarın da o yüzden davet olacak."
"Anladım, peki ortak olunca ne oluyor? Yani birlikte mi adam öldürecekler?"
"Sen de bizi iyice katil belledin ha. Hayır, kararları birlikte verecekler, aynı evde yaşayabilecekler." Sanki Cihangir damarıma basmak için bu cümleleri kuruyordu. Alp ise "abartma" diye tepki gösterince Cihangir boğazını temizledi. "Tamam şaka yapıyorum. Sadece yurt dışına birlikte gidecekler, oradaki işlerini birlikte yöneltmek zorundalar."
Elimi sertçe masaya vurup ona doğru eğildim. "Şimdi bana onların 24 saat boyunca birlikte olacaklarını mı söylüyorsun?" Sesim boğazımdan yükseldi. "24 saat değil, 20 saat olacakları kesin" dediğinde yutkundum. Sakinliğimi koruyarak nefes verdim.
Tam o sırada kapı açıldı. Barlas ve Cesur bahçeye çıktıklarında geri çekildim. "Defne'ciğim, ne oluyor? Niye gerginsin?" diye Barlas imayla sorunca bacağımı bacak üstüne attım. "Geriyorlar çünkü."
"Allah aşkına" dedi Cesur yalvarır gibi. "Benim nişanıma az kaldı. Lütfen hiç kimse gerilmesin. Triplerinizle uğraşamam." Yanımdaki sandalyede yerini aldı. Barlas ise ayakta duruyordu. Hatta ellerini Alp'in omuzlarının üzerine yaslayıp masaj uygulamaya başladı. "Gerilme aslan parçası. Hayal işi çözülecek." Alp gözlerini devirdi. Kapı sesi tekrar duymamızla başımızı çevirdik. Bu kez gelen Savaş'tı. Duşunu almış, üzerini değiştirmiş bize doğru geliyordu. Saçları hala ıslaktı. "Geldiniz mi?" Elleriyle saçlarını karıştırıp Alp'in yanına geçti. Herkes birbirine bakmaya başladı. En sonda Savaş'a döndüklerinde Savaş da belli etmeden bana göz ucu baktı. Tabii benim olmam hoşuna gitmemişti. Gülşen'le ilgili konuşacaklar ya? Duymamı istemiyor beyefendi. "Defne, burası soğuk oldu. İstersen geç içeri."
Mazerete bak ya. Şaka gibi. "Ne oldu? Varlığımdan rahatsız mı oldun?" Dilini damağına vurdu. "Ben öyle bir şey mi dedim? İstersen kal tabii." Gözlerimi kıstım. Yine sessiz bakışmalar başladı. En keyiflileri ise Barlas'tı. Herkese tek tek bakış attıktan sonra bana döndü. Kaş göz işareti yaparak nasıl da rahatsız olduklarını söylüyordu.
"Niye rahatsız oldun Savaş'cığım, konuşsana" dedim aradaki sessizliği bozarak. "Mesela Gülşen'le ortak olacağını söyle. Güzel konu bence. Geniş geniş konuşuruz." Gözleri şaşkınlıkla kocaman açıldı. İlk tepkisi Alp'e dönmek oldu. Onun bana söylediğini düşündü. Alp hızla başını iki yana salladı. "Ben demedim, Cihangir söyledi." Sinirle bu kez Cihangir'e döndüğünde güldüm. Gayet sakin bir tavırla duruşumu dikleştirdim. "Boşuna ona kızma. Cihangir söylemeseydi, ben yine öğrenirdim. Çünkü kocam dediğim adam sürekli bana yalanlar söylüyor!" Gerçekten bu durum artık beni yoruyordu. Onca şey yaşamamıza rağmen yine aynı döngünün içinde dönüp duruyorduk.
"Hayır bak" dedi Cesur kolumu tutarak. "Defne'ciğim, sen her zaman haklı oldun. Ama bu kez Savaş biraz haklı gibi. Yani çünkü belli değil daha. Seçimlerin sonucu yarın belli olacak. Aslında o da dünden razı değil. Bu bir aydır adamın yapmadığı şey kalmadı. Kadın inatçının teki çıktı. Ama tabii elimiz armut toplamayacak. Aklımızda bir plan var."
"Ya olmazsa?" diye sordum Cesur'a. "Ya işe yaramazsa?" Savaş'a döndüm bu kez. Göz kapaklarım titriyordu. Kendimi sıkıyordum. "Bana diyordun ya negatifi de ara sıra düşün. Onun için bir planın olsun. Senin onun için bir planın var mı?" dedim dudaklarımı sertçe sıktım. "Yoksa koşarak Gülşen'in kollarına mı gidersin?" Bakışları sertleşti.
"Sana ihanet edeceğimi düşünüyor musun gerçekten?" Şok içinde dudakları aralandı. Ne demek istediğimi anlamamıştı. "Sorun Gülşen değil. Sorun hiç kimse değil. Sorun sensin." Ses tonum içimdeki ateşe hala sakindi. Boğazımda koskocaman söyleyemediklerimin düğümü.
"Sen her şeyden vazgeçtin, sen benden de vazgeçtin ama bir Tara'dan vazgeçemedin. Sevdiğin kadından vazgeçmene sebep olan o şeytan yuvasından vazgeçmedin." Boğazındaki kemiği kıpırdadı. İçinde söyleyemedikleri vardı. Ama artık umurumda değildi. Çünkü artık insanları anlamaktan yoruldum. "Defne" dedi gözlerini kapatıp nefes alarak. Dinlemedim. "Ben sana dedim. Her şeyi bırakıp gidelim" dediğimde gözlerini kaçırdı. "Ama yapamam dedin. Şimdi de-" sustum. Dilim varmadı söylemeye. "Defne," dedi sesini yükselterek ayağa kalktı. "Ben de artık yapamam dedim. Zamanında sana sorduğumda sen hayır demiştin. Gidemem demiştin. Şimdi kalkıp da bunun hesabını sorman çok saçma."
Gözlerim doldu. Ama belli etmedim. Kollarımı bağlayıp başımı çevirdim. Bana karşı ses yükseltmesi saçma bir şekilde duygulanmama sebep olmuştu. Dudaklarımı büzüp başımı çevirdiğimde yaptığından pişman olmuş gibi nefes verdi. "Savaş" dedi Cihangir onu uyararak. "O ses tonunu ayarla istersen."
"Ayarlayamaz" dedim ona çıkışarak. "Onun anca bana gücü yeter, Gülşen olunca ona ayar veremez." Sinirle gülüp başını çevirdi ve arkasını döndü. Alp araya girdi hemen. "Defne, adamı sinirlendiriyorsun. Sonra da bana bağırdı diye küsüyorsun."
Kaşlarımı çattım. "Tabii sen de hemen boşluk buldun gir araya." Güldü. "Yaptığın her zamanki gibi saçmalık." O an başımdan sanki kaynar sular döküldü. Kulaklarıma inanamadım. Saçmalık mı dedi o? Bana saçmalık mı dedi o?
İçimdeki ateş parladı. "Ben mi saçmalıyorum?!" Kollarımı çözüp ona doğru eğildim. Öfkeyle ayağa kalkıp elimi sertçe masaya vurdum. Herkes irkilerek bana döndü. "Evet, haklısın belki de ben saçmalıyorum Alp. Gülşen denen kadının hala amacını anlamayacak kadar aptal olduğunuzu gözümden kaçırdım pardon. Önce Hayal'le sizi sonra bizi ayıracağını anlamadınız mı siz?" Gözlerimin içine bakarak yutkundu. "Her konuda bizi ortaya atmayı bırak artık!" dedi bu kez o sinirle. Barlas üzerime saldıracağından korkup omuzlarından tutarak geri çekti. Fakat Alp'in amacı saldırmak değildi. Sakinliğimi korumaya devam ediyordum.
"Sen dedin ya benim onu üzeceğimi düşündün diye. Şimdi sana soruyorum, üzmedin mi Hayal'i?" Gözlerimin içine bakan kahvelerinin nasıl alev aldığını görebiliyordum. "Üzdün" dedim.
"Hem de çok üzdün. Bana kim olduğumu sordun biraz önce. Ben onun tüm hayatına şahit olan tek kişiyim. O benim en yakın arkadaşım değil. O benim kardeşim! Duydun mu?!" Ellerim sinirden titriyordu. Ayakta duramıyordum bile. Bu son yaşananları o kadar yuttum ki artık dolmuştum. Üstelik bağırıp çağırmamak, ortalığı aleve vermemek daha çok titrememe sebep oluyordu.
Sinirliydim, ama ortalığı dağıtmayacaktım. Sandalyeyi çekip sertçe oturdum tam karşısına. "Sen mesela onun beyaz çikolatadan nefret ettiğini biliyor muydun?" Ses tonumu dengelemeye çalıştım. "Ya da senden önceki sevgilisinin şehit olduğunu biliyor muydun?" Tahir'i hatırlayınca gözlerim doldu. O an Alp'in yüzündeki şaşkınlık daha büyüktü.
"Doğum gününden nefret ettiğini biliyor muydun Alp?! Bir insan neden doğum gününden neden nefret eder ki?" Gözlerimi kaldırıp düşünür gibi yaptım. "Ha çünkü sevdiği adam doğum gününde şehit olunca nefret eder mesela. Sen gerçi doğum gününü de bilmezsin. Ya da saçma bir tarih demiştir sana. Ben sana söyleyeyim. 7 Şubat."
Acıyla büzülen dudaklarım zar zor bir gülümseme yarattı. "Tahir'in o gün zamanı olmadığı için ona hediye alamamıştı. Hatta bir beyaz çikolata alıp üzerine de beni affet sevgilim yazmış ona götürmek için yola çıkmıştı. Ve o gün teröristler tarafında komiser Tahir Demir öldürüldü. Elinde beyaz çikolatayla."
Gözlerini acıyla kapatıp başını önüne eğdi. "Sen Hayal'i sevmiyorsun, sevmek iyi bir insanı yara bandı gibi kullanmak değil. İçindeki boşluğu doldurmak değil. Annenin babanın vermediği sevgiyi Hayal'den alamazsın. Sevmek onun için her şeyden vazgeçmek." Bu kez bakışlarımı Savaş'a çevirdim. "Onu kırmaktan korkmak, onu üzülmesin diye yalan söylemek değil." Gözleri dolmuştu. Burun delikleri büyümüştü. "Kalbini canice parçalamak değil. Yaralarını deşmek değil" Tekrar bakışlarımı Alp'e çevirdim. Başını kaldırdı. Kıpkırmızı olmuş gözlerini bana sabitledi. Artık pişman olmak için çok geçti. "O sana iyi geldi. Ama sen ona iyi gelmedin Alp."
"Defne, sakin ol artık" Cihangir elimi tuttu. "Titriyorsun, sana bir şey olacak." Elimi sertçe çektim. "Eski Defne ortalığı aleve verir, sonra büyük bir kıyamet koparırdı. Öyle değil mi Savaş?" Gözlerimi tekrar Savaş'a çevirdiğimde ağzını açıp tek kelime etmedi. Ayağa kalktım. "Ama artık öyle bir şey yapmayacağım. Ellerimi sizin işlerinizle kirletmeyeceğim."
"Ne yapmayı düşünüyorsun? Sakın saçma sapan bir şey yapma. Ben bir daha seni kaybedemem." Savaş bana doğru adım attığında ondan uzaklaştım. "Ben mi? Hiçbir şey yapmayacağım. Ne yaparsınız yapın." İşaret parmağı tehdit eder gibi havaya kaldırdım. "Ama şunu asla unutmayın. Yaşadığınız her şeyin suçlusu sizsiniz. Artık bir bedel ödemenin zamanı." Alpin olduğu yöne bakmadan arkamı dönüp içeriye doğru yöneldim. "Şimdi yapın mükemmel planınızı."
Salona girince Kuzey ve Nil'i kapıda konuşurken yakaladım. Kuzey beni gördüğü anda Nil'le arasına mesafe bıraktı. Anlaşılan bunların arasında da bir şeyler var. Suratım oldukça ciddiydi. "Ouu" dedi Kuzey şaşırarak. "Ben bu yürüyüşü biliyorum. Yine bir yerleri yakacaksın öyle değil mi?" Kuzey'e göz devirip, Nil'e döndüm. "Nil'ciğim biraz bizi yalnız bırakır mısın?" Omzuna elimi attığımda gülümsedi. "Sen iyi misin?" diye sordu telaşlı gözlerle. "Yorgun gibisin. İstersen biraz dinlen."
"İyiyim iyiyim merak etme."
"Tamam, ben dışarıdayım o zaman" deyip Kuzey'e gülümsedi. Ve yanımızdan ayrılarak bahçeye doğru gitti. Kuzey'le yalnız kaldığımızda başımla peşimden gelmesini söyledim. Odama çıktığımızda kapıyı kapatıp duvara yaslandı. "Ne oldu?"
Kollarımı bağladım. "Yarın Tara'nın davetine gitmeyeceksin." Kaşları aniden çatıldı. "Neden?" Derin bir nefes aldım. "Çünkü öyle olması gerekiyor. Lütfen beni bir kereliğine dinle. Kerem de sen de gitme. Hatta mümkünse Nil'le Ahuyu da alın. Oradan uzak durmanız gerekiyor. Ben sonra sana anlatırım." Gözleri şüpheyle kısıldığında diliyle alt dudağını yaladı. "İçimden bir ses bu senin planının bir parçası olduğunu söylüyor." Arkamı dönüp cama doğru ilerledim. Kollarımı çözmeden camdan dışarı baktım. "Hikayenin sonuna geliyoruz artık. İyilerin kazanma zamanı geldi." Bakışlarım bahçede somurtarak oturan Alp'e kaydı. Hepsi oradaydı. Ve moralleri oldukça bozulmuştu. "Defne, ben karışmak istemem ama her Savaş'la kavga ettiğinde bir yerleri mi yakacaksın? Sence de artık abartmıyor musun? Yani Tara'nın davetini yakmak ne bileyim? Tehlikeli." Güldüm. "Eski Defne olsaydı yakardı evet. Ama aklımdaki şey en iyi karar hatta en iyi seçim."
✨✨✨✨
Gece düşünmekten zar zor uyumuştum. Savaş ve arkadaşları da gece saat ikiye kadar bahçede oturup konuşuyorlardı. Ama anladığım kadarıyla bir yolunu pek bulamamıştı. Zaten bulacaklarını da düşünmemiştim. Savaş her konuda çok titiz düşünür. Ama Tara konu olunca sanki onda akan sular duruyordu. Yalnız o değildi tabii. Herkes öyleydi. Tara belki de onları tehdit ediyordu. Pek bir şey söylememişti. Konu açılınca da sürekli konuyu kapatırdı. Ama bir şeyler olduğu belliydi.
Yaklaşık bir saatlik bir koşudan sonra eve dönmüştüm. Bu aralar regl sancılarım oldukça artmıştı. İki haftadır gecikiyordu. Yaşadığım onca stresten sonra bu hormonların böyle dengesizleşmesi sanırım normaldi. "Defne hanım, size özel sevdiğiniz kurabiyeden de yaptım."
"Hi! Allah! Berna, canım nasıl çekmişti, sana anlatamam." Tabaktaki sıcacık kurabiyeden birisini alıp ısırdım. Çikolatalı kurabiye ağzımda erirken bıraktığı sıcacık çikolata tadıyla mutluluk hormonlarım uyandı. "Immm, çok leziz."
"Afiyet bal şeker olsun."
"Ellerine sağlık Berna'cığım. Tadı enfes." Berna o kadar güzel bir kahvaltı masası hazırlamıştı ki, insan nereden başlayacağını bilemezdi. Masaya oturduğumda hemen arkamdan Savaş da merdivenleri iniyordu. "Günaydın," dediğinde keyifli bir sesle "günaydın" dedim. Masadaki yerine geçince gözleri bana takıldı. Dün gecenin aksine çok keyifliydim. Hatta sanki dün gece yaşanmamış gibi keyifliydim. Önümdeki tabağı doldurup iştahla yemeğe başladım. "Hayırdır, sen bu kadar dolu dolu kahvaltı yapar mıydın?"
"Vallahi ben de bilmiyorum. Sabahları bu aralar çok aç uyanıyorum." Başını salladı. Bir şey demek için sanki zamanı bekliyordu. İştahım iyice kabarmıştı. "Ekmeği uzatır mısın?" Yanımda duran ekmeği alıp ona uzattım. Ayağa kalkıp çayını kendim doldurunca bayağı bir şaşırmıştı. "Hayatım, ben yapardım. Sen niye kalktın?"
"Yok canım," tabağını alıp iyice doldurdum. "Teşekkür ederim. Şey," boğazını temizledi. "Sen iyi misin?"
"İyiyim, ne oldu ki?"
"Hiç, dünden sonra yüzüme bakmazsın diye düşündüm. Hatta evi terk edersin, çekip gidersin diye de korkmadan edemedim. Ama gece odaya geldiğimde mışıl mışıl uyuyordun. Hem de bizim yatağımızda."
Çatalla domatesi alıp ağzıma attım. "Bizim yatağımız derken? Komşunun yatağında mı uyuyacaktım? Ayrıca niye gideyim ki?" dedim tekrar kahvaltıma dönerek. "Sevindim, böyle düşünmene." Elimi tutup gözlerime baktı. "Aramızda ne olursa olsun, seni sevmekten asla vazgeçmem. Gülşen'den yüz tane de olsa asla o tarafa bakmam. Benim baktığım tek manzaram sensin." Elimi öptüğünde gülümsedim. "Ben de gereksiz birisi yüzünden seni terk etmem. Sana güveniyorum zaten. Sorun o değil."
Eğilip yanağından öptüm. Beni bırakmadı, önce yanağımdan sonra dudaklarımdan öptü. "İşte benim kahvaltım." Kıkırdayarak geri çekildim. "Kahvaltıdan sonra karı koca güzel bir Türk kahvesi içelim mi?"
"Aşkım, benim kızlarla buluşmam lazım. Kaç gündür onları da ihmal ettim. Beni kesecekler kesin."
Kahvaltısına devam ederken başını salladı. "Tamam, ben baş başa vakit geçiririz dedim ama neyse. Akşama kalsın bari." O an yüzümde buruk bir gülümseme yerleşti. Akşamki planımdan haberi yoktu. Ve bu kez onu da harcayacaktım.
Yapıp yapmamakla ilgili çok düşünmüştüm. Hatta günlerdir bunu düşünüyordum. Ancak dünkü olay artık bardağı taşırmıştı. Ben Savaş'ı sonsuza kadar kaybetmek istemiyordum. Ben onunla bir gelecek planlıyordum. Ve Tara'da olduğu sürece bu imkansızdı. Savaş'ı kurtarmak için onu kullanmak zorundaydım. Bir daha onu kaybetmeyi göze alamazdım. Bazen kazanmak için bazı şeyleri kaybetmek gerekirdi. Ve ben galiba seçimi çoktan yapmıştım.
✨✨✨
Yazarın anlatımıyla
"Hazır mı içeceğim?" Gülşen salona inip hizmetçi kadına seslendi. Üstünde spor kıyafetleri vardı. "Hazır efendim," deyip koşarak içeceği getirdi. "Teşekkür ederim, ben çıkıyorum." Tam çıkacakken adamı Erdem kapıda onu yakaladı. "Spora mı?"
"Evet" dedi kulaklığı kulağına takarak. "Biliyorsun taş gibi olmam lazım Savaş için. Erkekler fit kadınlar severler" dedi alayla. Erdem dudaklarını birbirine bastırıp gülümsedi. "Evet ama Defne'den gözünü ayırırsa sana da bakar." Gülşen'in gülümsemesi soldu. "Tabii ki de bakacak. Ben hangi erkeği kendime itaat ettirmedim Erdem? Hayal işi halloldu. Bu gece de Defne'yi çıkarıyoruz aradan." Kollarını bağlayıp kapıya yaslandı. "Ah ah, keşke Defne karşında kim olduğunu hesaba katsaydı."
"Fotoğrafçıyı hallettim. Bir tek sizin bu gece Savaş'la bayağı yakınlaşmanız gerekiyor."
"Merak etme, onu bu gece öyle bir öpeceğim ki, ortalık alev alacak." Yüzünde sinsi gülümsemeyle kazanacağı paraları hayal etti. "Çok güzel olacak. Neyse beni tutma ben kaçar."
Müzik açarak koşmaya başladı. Koşuyu sadece sitede yapacaktı. Koşarken aniden başka bir şarkı çalmaya başladı. Sevmediği bir şarkıydı. Aniden durup şarkıyı değiştirdi. Ve tekrar koşmaya başladı. Koşarken ara sıra kollarını ve omuzunu germeyi de unutmuyordu.
Güneşin sıcaklığı tenini yakarken, rüzgarın soğukluğu tenine çarpıyordu. Müzik kafasının içindeydi. Kendini tamamen müziğe bırakmıştı. Tam o sırada bir ses duydu. Arkasına baktığında beyaz bir arabanın son sürat onun üzerine sürdüğünü gördü. Hızını artırdı. Koşarken ara sıra arkaya bakmayı da ihmal etmiyordu. Korkudan nereye gideceğini bilemedi. Sadece yol boyunca koşuyordu. Arkasındakinin kim olduğunu bir yandan merak ederken diğer yandan canını kurtarmak için koşuyordu. Aradaki mesafe gitgide azaldığında paniğe kapıldı. Önündeki taşı göremedi ve ona çarpıp yere yığıldı. Araba ise son sürat ona doğru gelirken, aniden tam dibinde durdu. Gülşen panikle kollarını kendine siper yapmıştı.
Arabanın durduğunu fark edip gözlerini yavaşça açtı. "Sitemize hoş geldin şeytaniçe" Camdan başını çıkaran Defne'yi görünce şok içinde gözlerini açtı. "Yavaş koşmakla o yağları atamazsın canısı. Ben de seni hızlandırayım dedim. Nasıl yapmışım?" Camdan sarkarak neşeli bir tavırla gülümsediğinde Gülşen sinirle ayağa kalktı. "Sen şaka mı yapıyorsun? Beni az daha öldürecektin manyak kadın!" Defne'nin umurunda bile değildi. Keyifle kahkaha attı. "Merak etme, kötülere hiçbir şey olmaz. Neden biliyor musun? Çünkü siz kötülerin varlığı biz iyileri güçlendiriyor canım. O yüzden size hiçbir şeycik olmaz."
"Sana bunun bedelini ödeteceğim. Merak etme." Sinirle elini havaya savurduğunda Defne omuz silkti. "Tabii canım. Sen benden bu kadar korkuyorsan ödetmen imkansız."
"Ne korkması be?"
Defne keyifle kaşlarını kaldırıp başını koltuğa yasladı. "Baksana, bugün akşamki davetine beni çağırmamışsın. Alındım açıkçası. Ama sonra dedim ki Defne kız haklı. Benim de karşımda benim gibi rakibim olsaydı, onu etrafımda görmek istemezdim. Özgüvenimi yerle bir ederdi. Tabii herkes de beni zayıf hissederdi." Gülşen sinirle yutkundu. Bu geceki davete Defne'nin davet etmese bile geleceğini biliyordu. Ama aslında Defne'nin onun avucuna koz verdiğini düşündü. Kendisi bizzat etseydi, hem ondan korkmadığını hem de onu rakip görmediğini Savaş'a ispatlardı. Böylece onun ilgilisini kazanırdı. Yüzünde sinsi bir gülümsemeyle Defne'ye döndü. Defne o sinsi gülüşü hemen yakaladı.
Başını dikleştirip kollarını bağladı. "Haklısın, seni davet etmemem ayıp olmuş. Ne de olsa en sevdiğim ortağımın karısısın. Ben bizimkilere söylerim davetiyeni gönderirler." Başıyla evini işaret etti.
"Teşekkür ederim, o zaman akşam görüşürüz." Arabayı çalıştırdı. "Ha bağcığın açık kalmış düşme," dediğinde Gülşen açık kalan bağcığına baktı. Defne ise keyifli gülümseyerek oradan uzaklaştı. "Aptal, hemen kanıyorsunuz bu numaralara."
Gülşen sinirle arkasından baktı. "Sen daha kime kafa tuttuğunun farkında değilsin. Ama hepinize Gülşen Vardar'ın kim olduğunu göstereceğim."
✨✨✨✨
Defne'nin anlatımıyla
Kafeye adımımı atar atmaz gözüm cam kenarındaki masaya takıldı. Seren, sırtını sandalyeye yaslamış, bir yandan telefon ekranına bakarken bir yandan da alnına düşen saçı eliyle geriye itiyordu. Karşısında Hira oturmuş, pipetle kahvesini karıştırıyordu. Hiç vakit kaybetmeden yanlarına yürüdüm. "Günaydın kızlar, nasılsınız?" dedim, gülümseyerek. "Günaydın aşkım! Yüzünü gören cennetlik vallahi." Hira bir anda yerinden kalkıp bana sıkıca sarıldı, sonra sandalyesine geri oturdu. Ben Seren'in yanındaki sandalyeye geçtim. "Ne içersin? Kahve, çay?" diye sordum. "Su alayım," dedi, yüzünü buruşturarak. "Midem biraz bulanıyor."
"Tamam, bir su alabilir miyiz lütfen?" diye garsona seslendim. Hira kollarını masaya dayayıp merakla öne eğildi. "Eee?" dedi. "Alelacele ne bu buluşma fikri?"
Seren, telefonunu kenara koyup kaşını kaldırdı, dudak kenarı belli belirsiz kıvrıldı.
"Şimdi bizim bazı olaylara el atmamız gerek," dedim sessiz ama kararlı bir sesle. "Hmm..." Seren'in yüzünde tanıdık bir gülümseme belirdi. "Aksiyon yani?"
"Pek değil aslında." Ellerimi masanın üzerine koyup derin bir nefes aldım. "Şimdi şöyle... Hayal'le Alp, biliyorsunuz ki ayrıldılar. Bunları barıştırmamız gerekiyor."
Hira kaşlarını şaşkınlıkla kaldırdı. "Nasıl yani? Biz mi barıştıracağız onları?"
Başımı onaylarcasına salladım. "Evet. Çünkü ortalık tahmin ettiğimden daha karışık. Önce şu iki inatçı keçiyi bir araya getirmemiz şart."
Seren kahve fincanını yavaşça masaya bıraktı, gözlerini bana dikti. "Defne, biz bunu nasıl yapacağız tam olarak? Çünkü ortada koskocaman bir yalan var."
Omuzlarımı hafifçe silktim. "Kim yalan söylemiyor ki Seren? Herkes bir şeyler saklıyor. Biz bile." Kısa bir duraksama. "Tamam, bu savunulacak bir şey değil ama Hayal Alp'e deli gibi aşık. O aptal da Hayal'siz yapamıyor. İkisi de birbirinden kaçarken mahvoluyorlar."
Seren'in gözleri kısıldı, parmaklarını masaya ritmik şekilde vurmaya başladı. "Peki plan ne?"
"Plan şu." Masaya biraz eğildim, sesimi alçalttım. "Hayal'i aradım, buraya geliyor. Ben onunla konuşacağım. Tabii biraz pespembe yalanlar eşliğinde." Kaşlarımı kaldırıp gülümsedim. "Hira, Alp işi sende. Hemen ardından gidip benim söylediklerime yakın şeyler söylüyorsun. Zaten aralarında kıvılcım var; fazla uğraşmaya gerek kalmaz. Akşama kalmaz, işler yoluna girer."
Hira dudaklarını ısırıp heyecanla başını salladı. "Ve akşam?"
Gözlerimi kısarak sır dolu bir gülümseme kondurdum. "Akşam büyük plan devreye girecek."
"Büyük plan mı?" diye sordu Seren. "O ne?" Ve her şeyi anlatmaya başladım. Nasıl olacak, nasıl gerçekleşecek, kimi kullanacağız, ne zamandır bu plan aklımda her şeyi detaylarına kadar anlattım. Tabii kızlar önce kabul etmediler. Çünkü olay onların sevdiği adamlara da patlayacaktı. Ama buna mecbur olduğumuzu başka yolun olmadığını söyledim. Her şey daha da kötüye gidip sonsuza kadar onları kaybedebilirdik. Ben bunu göze alamazdım. Tahmin ettiğim gibi onlar da alamazdı. Bu yüzden kabul etmek zorunda kaldılar.
Yaklaşık yirmi beş dakikalık konuşmadan sonra nihayet beklenen an gelmişti.
"Ha, Hayal geldi," dedi Seren, başıyla kapıyı işaret ederek.
Başımı çevirdim, ve onu görünce içim burkuldu. Hayal tahmin ettiğimden de kötü görünüyordu. Rengi solmuş, göz altları morarmıştı. Sanki cenazeden çıkıp buraya zorla getirilmiş gibiydi.
"Merhaba kızlar," dedi yorgun bir sesle. Çantasını sandalyenin üzerine bırakıp Hira'nın yanına geçti. Otururken omuzları çökmüştü, bakışlarında o tanıdık kırıklık vardı.
"Nasılsınız?" diye sordu zorlama bir gülümsemeyle.
Seren kaşlarını çattı, fincanını masaya bırakıp ona baktı.
"Biz iyiyiz de, sen ölmüş gibisin Hayal."
Hayal derin bir nefes alıp yüzünü avuçlarının arasına gömdü.
"İyi değilim ki," dedi boğuk bir sesle. "Kaç gündür doğru düzgün uyuyamıyorum zaten."
"Neden? Siyah denizde beyaz gemilerin mi battı?" diye sordu Hira, kaşlarını kaldırıp alaycı bir gülümsemeyle. "Hayır," dedi aynı tonda karşılık vererek, "Tara denizinde Alp gemisi battı." Seren'le Hira kısa bir bakıştı, sonra ben derin bir nefes alıp öne doğru eğildim.
"Aslında ben de seni onun için çağırmıştım," dedim, sesim yumuşarken bakışlarımı Hayal'in yüzüne kilitledim. "Alp'le konuştum dün gece. Senin yaşadığın şeyleri anlattım ona."
Hayal başını hafifçe yana eğdi, gözleri kısıldı. Dudağının kenarında beliren titreme sinirle mi acıyla mı, ayırt edemedim. "Eee?" dedi sonunda, sesi çatallanmıştı. Yutkundum. "Hayal, söylememe gerek yok aslında. Sen biliyorsun zaten." Kelimeleri dikkatle seçerek devam ettim. "Alp çok pişman. Dün gece onu öyle görseydin, gerçekten için acırdı." Hayal gözlerini kaçırdı, masadaki peçeteyle oynamaya başladı. "Defne, bu konuyu defalarca konuştuk," dedi Hayal, sesi çatallı çıkmıştı. "Ben onu affedemem."
"Evet, affedeceksin," dedim bu kez daha sert bir tonda. Ellerimi masaya koyup gözlerini yakaladım. "Çünkü onu hâlâ seviyorsun. Ne olmasını istiyorsun, söyler misin? Gidip başka bir kadınla el ele gördüğünde dayanabilecek misin gerçekten?"
Hayal yutkundu, başını hemen yana çevirdi. Gözleri bir anlığına parladı ama hemen toparladı. "Annenle babanın yaşadıklarını biliyorum," dedim yumuşayarak. "Ama siz onlar değilsiniz. Alp seni tekrar üzmekten korkuyor. Bu yüzden adım atamıyor. Seni incitmekten korktuğu için susuyor."
"Ne yapayım peki?" dedi sinirle. "Ben mi gidip özür dileyeyim ondan?"
"Hayır," dedim kararlı bir sesle. "Ama git konuş. En azından açıklamasına izin ver. Ne olduğunu bilmeden böyle kendini yiyip bitirme." Hayal oflayarak geriye yaslandı, kollarını göğsünde kavuşturdu. "Ben onun ayağına mı gideceğim şimdi?"
"Hayal," dedi Hira araya girerek, sesine beklenmedik bir ciddiyet yerleşmişti. "Onu seviyorsan, o şeytan Gülşen'in aranıza girmesine izin vermemelisin. O zaten istediğine ulaştı, sizi ayırdı."
Seren sessizce olanları izliyordu; kahvesini yudumladı, sonra fincanı masaya bırakırken "Bence Hira haklı" diye mırıldandı. "Gurur bazen sevdiğinden bile tehlikeli olur." Hayal sustu. Gözleri bir noktaya takılmıştı. "Evet," dedi Seren onay verircesine, başını salladı. "Siz birbirinizi çok seviyorsunuz. Alp de söyledi zaten; 'yapmak zorundaydım' dedi. Yani yapmak istememiş, zorunda kalmış. Önce onu dinle."
Hayal'in yüzü giderek daha dağınık bir hâl aldı; gözleri masadaki desene takılıyor, elleri çay fincanının kenarını sıkıyordu. Amacım kafasını daha çok karıştırmak değil, onu gerçeklerle yüzleştirmekti.
"Bizim Savaş'la neler yaşadığımızı sen en iyi bilirsin," dedim, sesimi alçaltıp geçmişi kısaca özetler gibi. "Evet, Savaş hatalar yaptı ama ben de yaptım. Ona güvenmedim; onun her şeyi değiştirebileceğine inanmadım. Adam hafızasını kaybetmişken bile benden vazgeçmemişti. Bense hemen vazgeçtim. Şu an seninle Alp arasındaki durum aynı. O seni tekrar incitmekten korktuğu için mesafe koyuyor, sen de gerçekleri duymaktan korkup uzaklaşıyorsun."
Hayal'in gözleri bir an için büyüdü, dudakları arasından "saçmalama, Defne" çıktı. "Öyle değil mi?" diye sürdüm, bakışlarımı ondan kaçırmadan. "Alp'in gerçekten bir amacı olduğunu öğrendiğinde ona nasıl bakacağını düşünmekten korkuyorsun." Gözleri doldu, nefesi titredi. "Ondan vazgeçmek ne kadar zor olduğunu biliyor musun? Ben ne yapacağımı bilmiyorum. Şu an ne yaptığımı bile bilmiyorum."
Masada aniden bir sessizlik oldu. Herkes birbirine baktı. "Hayal, evlilikten korktuğunu biliyorum," dedim yavaşça. Sözlerim ağzımdan çıkar çıkmaz onun boğazı düğümlendi, sertçe yutkundu. "Ama o olayları tekrar yaşamayacaksın," diye devam ettim. "Alp'le mutlu bir hayatınız olacak. Buna neden inanmıyorsun? O seni hâlâ çok seviyor."
"Sevgi ve saygı olursa her şeyin üstesinden gelirsiniz," dedi Hira, sesini yumuşatarak. Hayal başını kaldırdı, gözleri parlıyordu. "Ne yapmalıyım peki?" diye sordu, sesi neredeyse fısıltı gibiydi. Derin bir nefes verdim.
8 saat sonra
Savaş'ın anlatımıyla.
Nihayet beklenen an gelip çattı. Tara'nın seçim günüydü. Kaderlerimizin yeniden çizileceği o nadir günlerden biri. Her şeyin bir anda değişebildiği, nefeslerin bile temkinle alındığı bir gün. En son sekiz yıl önce seçim yapılmıştı ve kazanan Dilara olmuştu. Dilara Aksoy.
Benim için sadece bir isim değil, bir dönüm noktasıydı. Hayatımın en büyük ödülü, en doğru tesadüfüydü belki de. Çünkü o beni yetiştirdi, buralara kadar getirdi. Eğer onun yerine başka biri olsaydı, belki çoktan kaybolurdum. İnsanlığımı, merhametimi, kalbimi, belki de ruhumu yitirirdim. Ama Dilara bana duvar örmeyi, o duvarın ardında kalbimi korumayı öğretti. Güçlü olmayı ondan, insanca kalmayı ise yine ondan öğrendim. Ama yalnızca o değildi.
Harun Aksoy da vardı.
O, tüm karmaşadan önce gerçek bir abi gibi, zaman zaman bir baba gibi yanımda olmuştu. Benim kim olduğumu hiçbir zaman tam anlamıyla bilmedi, ama içimdeki iyiliği gördüğünü söylerdi hep. Belki de o yüzden inandım kendime.
Defne'nin ailesi aslında benim ailemdi. Beni, farkında olmadan, onların sevgisi ve inançları büyüttü. Fakat konu kendi evlatlarına gelince ve bu anlaşılabilir bir şeydi, beni gözden çıkardılar.
Şimdiyse artık ailem yanımda değildi. Ne Dilara buradaydı, ne Harun. Arkamda koskoca bir boşluk görüyordum. Çok hata yaptım, çok yanlış yollara girdim. Hiçbir zaman korkmadım. Ama şimdi çok korkuyordum. İnsana korku hata yaptırır öyle değil mi? Peki ben bu hatadan dönebilecek miydim? Cehennemin ortasındaydım. Ve büyük bir ateş üzerime doğru geliyordu. Gidecek hiçbir yerim artık yoktu. Şimdi tam anlamıyla yalnızdım işte.
"Bilgi alabildin mi?" diye Cesur'a döndüm. Cesur dudaklarını büzdü. "Gülşen herkesi satın almış. Yüzde doksan Gülşen'e oy verecekler" dediğinde sıkıntıyla iç çektim. Gözlerimi kapatıp yüzümü avuçlarımın arasına aldım. Başka yol bırakmıyordu şerefsiz kadın. "Onu öldürebiliriz, biliyorsun değil mi?" dediğinde anında başımı kaldırdım. "Saçmalama. Ben Defne'ye söz verdim. Bir daha böyle bir şey yaşanmayacak."
"Ama onunla evlenmek zorunda kalacaksın, Defne bunu bilmiyor. O kadın yüzünden hayatınız yine mahvolacak." Gerçekleri tek tek söylemek beni biraz daha çıkmaz sokağa sürüklüyordu. "Onunla asla evlenmeyeceğim."
"Savaş, yeni yasalar belli. Kendini kandırma!"
"Cesur!" dedim sesimi yükselterek. "Beni daha fazla germe. Böyle bir şey gerçekleşmeyecek. Ben engel olacağım."
"Nasıl engel olacaksın?! Bunun bir yolu olmadığını sen de biliyorsun" dedi daha çok sesini yükselten Cesur. Vardı. Tek bir yolu vardı. Bakışlarımı kaçırdığımda sustu. "Bir dakika," dedi şok içinde. "Sakın düşündüğüm şeyi yapacağını söyleme bana." Yüzüme bakmaya çalıştı. "Savaş, kendini mi öldüreceksin?" diye sorunca yutkundum. Bu bir cevaptı. Ve o cevabını almıştı. "Delirdin mi sen? Böyle bir şey için canına mı kıyacaksın?" Yumruğumu masaya geçirerek ayaklandım. "Ben bir daha Defne'yi üzemem. Ona ihanet edemem anladın mı? Onun gözlerinde bir daha hayal kırıklığı görürsem, zaten götürüp gömün beni. Ben onsuz zaten yaşayamam. Onun hayatını mahvettim. O bensiz bir hayat kurabilir."
Cesur önce dondu. Sanki ne duyduğunu anlayamamış gibiydi. Birkaç saniye boyunca sadece bana baktı. Gözleri boş, nefesi kesik. Sonra o sözlerin anlamı yavaş yavaş içine işledi. Yüzündeki ifade çözüldü, gözleri doldu. "Ne diyorsun sen?" diye fısıldadı, sesi titriyordu. Başını iki yana salladı, sanki kelimeleri silmek ister gibi. Bir anda öfkeyle doğruldu.
"Sen öldükten sonra Defne mutlu olacak mı zannediyorsun?" dedi, sesi yükseldi. "Kızı da kendinle beraber mi öldüreceksin? Peki biz, Savaş? Bizi hiç düşündün mü?"
Gözlerimi acıyla kapattım. "Alışırsınız, insanoğlu böyledir. Zamanla her şeye alışır." Ben abimin yokluğuna nasıl alıştımsa onlar da benim yokluğuma alışacaklardı. Bunu yapmak en çok benim için zordu. Arkamda bir enkaz bırakıp gitmek bencilceydi belki. Ancak Defne'ye ihanet etmek daha kötüydü.
"Sen kafayı yemişsin tamam mı? Sen şu an sağlıklı düşünemiyorsun."
"Ben doğru bildiğim şeyi yapıyorum."
Tam o anda kapı sertçe açıldı. Kapıyı sertçe açan Ahu'ydu. "Doğru bildiğin şey ölmek mi abi? Yetmedi mi size?" Gözleri öfkeden parlıyordu. "Beni de mi bırakacaksın abi?" Gözlerim kocaman açıldı. Hemen arkasından Nil de şaşkınlıkla içeri girdi. Her şeyi duymuştular. Duymalarını istemediğim her şeyi. Ama yüzündeki sert ifade bana Barış'ı hatırlatıyordu. Sanki karşımda Ahu değil de, Barış vardı. "Barış bıraktı," dedi fısıltıyla. "Sevdiğim adam bıraktı," Göz kapakları titriyordu. "Babam bıraktı, şimdi sıra sende mi?" Gözlerimi kapattım, kelimeleri omuzuma birer yük gibi dizildi. Onu yalnız bırakmak istemiyordum ama başka bir yol yoktu. "Defne için hepimizi harcayacak mısın?" Nil acıyla gözlerime baktı.
"Bunun hesabını beni yıllar önce bu meydana sürükleyen babama sorun. Tara'da sonda herkes ölür. Bunu bilerek bu yola çıktık. En çok da siz biliyorsunuz." Ahu bana doğru bir adım atıp elini yanağıma yerleştirdi. "Beni bırakma abi, ben yapamam." Gözlerinde yalnız kalmanın korkusu. Onu bu halde bırakamazdı. Bu belki de hayatımın en zor seçimiydi. Ama böyle de kendi ailemi de zora sokuyordum. Seçimler hayatımızı şekillendirir derdi Barış. Her seçimin bir iyi sonucu bir de kötü sonucu olurdu. Ya iyi sonuç sandığımız şey aslında kötüyse? "Artık çok geç. Bu karar on sene önce verildi. Ölüm fermanım on sene önce imzalandı. Ve bunu ben seçmedim."
Karanlık bir yolda, öleceğini bile bile yürümek... Bu, insanın kendi mezar taşını adım adım kazması gibidir. Her adımda biraz daha eksilir, biraz daha soğursun hayattan. Ve bazen yaşamak, ölmekten daha ağır gelir. Bunu defalarca yaşadığımı hatırlıyorum. Keşke ölseydim de bunu yaşamasaydım dediğimi hatırlıyorum. Ama bir kere seçmiştim bu yolu? Gerçi zorla seçmiştim. Peki, suçlu kim? Bu yolu ona sunup başka bir yolu olmadığını söyleyenlerde mi, yoksa başka bir yol aramayıp bu yolu mecburen seçen kişide mi?
Karanlık uzadıkça, yolun sonu görünmez olur. Hangi noktada düştüğünü, nerede kanadığını bile fark etmezsin artık. Sadece yürürsün.
Bir zamanlar umut dediğin şey şimdi bir yük gibi omuzlarında taşınır. İçinde kıvılcım bile kalmamıştır. Ne bir yüz, ne bir ses, ne de bir neden... Sadece yürüyorsundur, çünkü geri dönülecek bir yer kalmamıştır.
Öleceğini bile bile yürümek, aslında çoktan ölmüş olmaktır. Geriye sadece bedenin kalır. Adımları yankılanan, nefesi tükenen, ruhu çoktan karanlığa karışmış bir beden. Ve o yol... O lanetli yol, seni kimse duymadan, kimse fark etmeden yutar...
Aşağı indiğimizde herkes çoktan toplanmıştı. Hatta eski Tara üyeleri bile gelmişti. Salon kalabalık, hava gergindi. Merdivenlerden inerken içimi tarif edemediğim bir huzursuzluk sardı. Nedenini bilmiyordum ama sanki o kalabalığın arasında korku sessizce dolaşıyordu.
Adımlarımız bizi bizim için hazırlanmış masaya götürdü. Siyah örtüyle kaplı, üzerinde kırmızı güllerin dikkat çektiği gösterişli bir masa... En pahalı şaraplar dizilmişti. Paralarıyla bizi satın aldılar ya, şimdi bunu da gözümüze sokmak ister gibiydiler.
Oturur oturmaz üzerimde bir gölge hissettim. Başımı kaldırdığımda Gülşen, o yapmacık gülümsemesiyle tepemdeydi.
"Merhaba, ortak," dedi, elini omzuma koyarak. Gözlerimi devirdim, omzumu hafifçe silkip elini uzaklaştırdım. "Gülşen, şu an değil," dedim soğukça. Tam yanımdaki sandalyeye oturmak üzereydi ki, Cihangir aniden sandalyeyi çekip kendisi oturdu. "Burası benim yerim, canım. Hadi, başka kapıya," dedi alaycı bir tebessümle. Gülşen'in gözleri kısıldı. "Sana da sıra gelecek, merak etme," diye fısıldadı dişlerinin arasından. Cihangir gevşek bir tavırla, "He he, canım he" deyip sandalyeye iyice yayıldı. Gülşen bu kez diğer yandaki sandalyeye yöneldi ama bu defa Barlas araya girdi, sandalyesini hafifçe öne çekti. "Burası dolu, karıştırdın herhalde" dedi kısaca. Gülşen dudaklarını sinirle birbirine bastı. Herkesin bana yakın oturmasını engellemesi, onu açıkça hedef tahtasına koymuştu. Ama pes etmedi.
Bir adım atıp tam karşımda boş olan sandalyeye geçti. Fakat o da Alp tarafından çekiliverdi.
"Üzgünüm," dedi Alp, gülümseyerek. "Biz Savaş'la göz göze oturmayı severiz." Masada kısa bir sessizlik oldu. Gülşen'in yüzü öfkeyle gerildi ama sonunda çaresizce Alp'in yanındaki boş sandalyeye oturdu. Benden epey uzakta. Masaya sinsi bir gülümsemeyle baktı. "Eee?" dedi, sesi sahte bir merakla doluydu. "Nerede sizin biricik prensesiniz?" Kaşlarım çatıldı. Önce Alp'e, sonra Cihangir'e döndüm. "Defne ne alaka?" Gülşen dudaklarının kenarını kıvırdı. "Onu da davet ettim," dedi keyifle. "Gelmedi mi yoksa?" Sözleri masanın üzerine bir buz gibi düştü. O anda herkesin bakışları bana çevrildi ve içimde kötü bir his kabardı. Defne buraya gelecekti...
"Defne'yi davet mi ettin sen?" Barlas benden önce davranıp sorusunu sorunca kafamı Gülşen'e çevirdim. "Evet," dedi omuz silkerek. "Onu da davet ettim. Ama görüyorum ki gelmemiş."
Gülşen Defne'yi neden davet etti? "Neyse," deyip çatalı eline aldı. "Korkmuştur herhalde. Ne de olsa koskocaman Tara'nın daveti. Bir sürü silahlı adam, ürkmüş olmalı." Barlas tek kaşını kaldırıp şaşkın şaşkın "Defne eğer senin burada olmana rağmen gelmediyse, kesin burayı patlatacak" dedi. "Arka kapı var mı?" Panikle etrafına bakındı. "Arka pencere de olur."
"Saçmalama, Savaş içeride" dedi Alp beni göstererek. "Kocasına kıyamaz."
"Niye?" diye sordu Barlas. "Kocasını ortada harcayacak kadar düşmanı var içeride."
"Annesi içeride" dedi Ahu. "Annesini öldürecek değil ya?" Başıyla uzaktaki masada oturan Dilara'yı gösterdi. Bakışlarım ona kaydı. Bana taraf bakmıyordu bile. Bakışları soğuk, suratı asıktı. Belki de onunla konuşmalıydım. Belki de bana bir yol gösterirdi. Ayaklandım. "Nereye?"
"Geliyorum."
Dilara kalabalık bir masada oturmasına rağmen sanki yalnızmış gibi kimseyi umursamıyordu. Sessizce etrafı seyrediyordu. Yanına gidip yavaşça eğildim. "Dilara hanım, konuşabilir miyiz?" Bakışlarını anında bana çevirdi. Yeşil gözlerini şüpheyle kıstı. Sanki bunu bekliyormuş gibi masadan çantasını alıp ayaklandı. Hiç konuşmadan yürüdü. Ben de arkasından gittim. Merdivenlerin arkasındaki dar koridordan geçip boş bir odaya girdi. Kapı kapanmadan ben de içeri adım attım.
"Konuş."
"Dilara hanım, gerçekten zor bir durumdaydım."
"Biliyorum," dedi soğuk gözlerle. "Haberim var. Gülşenle ortak olacakmışsın. Üstelik yeni yasalara göre onunla evlenmek zorundaymışsın."
"Evet, ama evlenmeyeceğim. Ben Defne'yi yüzüstü bırakamam."
"Nasıl olacak o?" diye sorunca yutkundum. "Aslında bunun başka bir yolu yok. Ortaklardan biri ortadan kaldırılırsa bu evlilik gerçekleşmeyecek." Gözleri şüpheyle kısıldı. "Defne'ye söz verdiğini hatırlıyorum" dediğinde Gülşen'i öldüreceğimi zannetti. "Hayır, onu değil." O an onun gözlerinde şoku gördüm. "Sen delirmişsin," dedi kısık sesle. "Ne demek kendimi öldüreceğim?" Başımı itiraz edercesine salladım. "Defne'ye ihanet edemem ben. Başka yolum yok. Yasalar belli." Yutkundu, yeşil gözlerinde bu kez anne şefkati gördüm. "Sen benim oğlumsun," dediğinde sesi titremişti.
Gözlerimi onunkilerden ayırdım. Sesim, boğazıma düğümlenen pişmanlıkla titriyordu.
"Sizin istediğiniz gibi birisi olamadım," dedim kısık bir sesle. "Kızınızı çok üzdüm. Belki de bu sonu çoktan hak etmişimdir." Başımı önüme eğdiğimde içimde bir şey sızladı. Kalbim, göğsümün içinde ağır ağır eziliyordu. Eğer bana yeniden bir şans verilseydi, her şeyi geri sarıp düzeltmek isterdim. Ama artık çok geçti. Kaderim önümdeydi, ben de bedelimi ödemek zorundaydım. Kadının dolmuş yeşil gözleri bana sabitlendi. Kirpiklerinin ucundaki yaşlar titreyip yanaklarına süzüldü. "Oğlum..." dedi, sesi yumuşak bir anne şefkatiyle doluydu. "Herkes hata yapar." Başımı iki yana salladım, kelimeler dudaklarımdan acıyla döküldü. "Ben büyük hatalar yaptım. Önce ellerim kirlendi, sonra kalbim. Ben bu dünya için fazla günahkârım." Dilara, bir an bile tereddüt etmeden bana doğru eğildi ve sımsıkı sarıldı.
"Sen aramızda en masum insansın. Seni bu hale getirenler utansın, duydun mu beni? Sen ölmeyeceksin." Geri çekilip gözlerime baktı. Elini omzuma koydu, sıkıca tuttu. "Sakın, kendine bir şey yapma. Bu Tara olayını bize bırak." Gözlerim daraldı. Şüpheyle baktım. "Siz derken?" Dilara başını hızlıca salladı. "Bu gece bu olayı sonsuza kadar kapatacağız. Kimseye bir şey belli etme. Defne ile her şeyi planladık."
Ben bir adım geri çekildim. Düşüncelerim hızlanmıştı. "Hayır, Dilara hanım. Defne bu işe karışamaz. Onun riske atılmasına izin veremem."
"Çok geç, artık her şey hazır. Yeşil odanın anahtarı sende mi?" Başımı hızla iki yana salladım. "Gülşen'deydi. Ne oldu ki?"
"Onu ondan alman lazım. Ama belli etmeden alman lazım. Becerebilir misin?"
"Yeşil odanın anahtarını ne yapacaksınız? Defne bu işin neresinde?" diye panikle sorunca beni sakinleştirmek için ellerini havaya kaldırdı. "Önce bir sakin ol. Defne zarar görmeyecek sana söz veriyorum. Bu işte yalnız değil. Ben de Harun da bu işin içinde. Hatta senin baban da bizim yanımızda. Defne'yi korumak için ne gerekiyorsa yapacağız. Sadece o yeşil odanın anahtarı lazım o kadar."
"Tamam, eğer öyleyse ben anahtar işini hallederim."
"Anahtarı hemen bana ulaştır" dedi. "Gerisine karışma." Odadan çıkıp masaya doğru ilerledim. Dün gece Defne'nin sessiz kalmasından anlamalıydım bir planı olduğunu. Çünkü normal Defne ortalık yakıp kavururdu. Ama dün gece her şeyi sanki bize bırakmış gibi çekip gitti. Bu sabah da her şey normalmiş gibi davranması...
Tam artık onu tanıyorum diyorum, matruşka gibi çoğalıyor. Yeni bir özellik güncellemesi geliyor. Bunu neden yaptığını aslında biliyorum. Beni kaybetmemek için yapıyor, ama hayatının tehlikeye girdiğinin farkında değil. Zaten başına gelmeyen kalmadı, ancak vazgeçmiyor. Şu an ise onun karşısında olamam. Onun yanında olmam en doğrusu. Çünkü karşısında olsam da beni es geçer.
Masaya geri döndüğümde Gülşen kırmızı şarap içiyordu. "Gülşen, biraz konuşabilir miyiz?" O an tüm masa bize döndü. Gülşen şaşırmıştı. Kaşlarını çatarak bana döndü. "Benimle mi?" Kafamı ağır ağır salladım. "Senden başka Gülşen olmadığına göre" tek kaşımı kaldırıp gözlerine baktığımda bir an kendini kaybetmişti. Sürekli ondan uzaklaşmam ve bu kez kendi ayağımla ona gelmem garibine gitmiş olmalıydı.
"Tabii hemen." Cihangir başıyla ne olduğunu sorarken "bir şey yok" der gibi başımı salladım. Ayağa kalktığında üzerindeki koyu yeşil uzun elbisesini düzeltip çantasını aldı. Anahtar çantanın içindeydi. Gözlerim çantayı izliyordu.
Onların yanından ayrılıp, salona çıktık. Gürültüyü arkamızda bırakmıştık. Salonda yeni davetliler kendi aralarında konuşurken, burada da konuşamayacağımızı anladık. "İstersen odada konuşalım" dedi bana dönerek. İtiraz etmedim. Rastgele bir odaya girdik. Gülşen'in sinsi olduğunu biliyordum. Ama kadınların dilini de iyi bilirdim. Ve Gülşen tanıdığım hiçbir kadına benzemiyordu. Daha dikkatli ve hızlı olmam lazımdı.
Odanın kapısını kapatır kapatmaz bana döndü. "Evet, dinliyorum." Konuya bodoslama dalmak en iyi fikirdi. "Bak, ben aslında orta yolu bulmak için konuşmak istiyorum" deyip konuşmaya başladım. İnandırıcı olsun biraz da tedirginlik ekledim. "Ben evliyim biliyorsun," alyansı ona gösterdiğimde tek kaşını kaldırdı. "Ortak olmana bir şey demiyorum ama ben seninle evlenemem. Sen de karara karşı çıkarsan, bu yasayı uygulamazlar."
Gözleri önce kısıldı. Sonra güldü. Daha sonra ise kafasını arkaya atıp büyük bir kahkaha attı. "Sen şaka yapıyorsun herhalde?" Kalçasını masaya dayayıp elindeki çantayı arkasında bıraktı. "Çünkü bunu yapmayacağımı iyi biliyorsun" dediğinde alt dudağını ısırarak hiç normal olmayan bakışlarını bana sabitledi. Bu kadının hormonları beni korkutmaya başlamıştı. "Bak, ben bunu Defne'ye yapamam."
"Ben seni istiyorum" doğrulup bana doğru bir adım attı. "Sana sahip olmak isterken," bir adım daha. "Gerçekten senin bu dediğini yapacağımı düşünüyor musun?" Ona doğru bir adım atıp aradaki mesafeyi azalttım. Defne beni öldürmeyecek. Beni boğacak.
Gözlerimi yüzünde dolaştırdım. "Düşünmedim, beni arzuladığını," aradaki mesafeyi kapatınca geriye bir adım attı ve masaya yaslandı. Tahmin ettiğimden daha ürkekmiş. "Beni nasıl istediğini gözlerinden görüyorum," dedim fısıltıyla. Heyecandan kalbim neredeyse duracaktı. Gülşen yüzünden değil, Defne yüzünden. Bizi bu halde görürse, ona nasıl açıklama yapacağımı düşünüyordum. Ölmek iyi fikirdi galiba.
Gülşen'in tüm odak noktası şu an bendeydi. Gözleri dudaklarımla gözlerimin arasına gidip geliyordu. Dikkatlice elimi masaya dayamış gibi yapıp arkadan çantayı aldım. "O zaman neden inat ediyorsun?" dedi ve elini göğsüme yasladı. "Gel birlikte olalım. Ben seni memnun ederim. Her konuda" davetkar gülüşüyle beraber bir nefes aldı. Bu pozisyonda çok fazla duramazdık. Geri çekilip uzaklaştım. Ve çantayı arkamda sakladım. "Sorun da şu. Defne beni memnun etmeye çalışmıyor. Ben onu memnun etmeye çalışıyorum."
Çok hızlı bir hareketle anahtarı alıp çantayı kapattım. Tekrar arkasına yerleştirmem lazımdı. Ama tekrar yaklaşırsam, bu manyak beni öpecekti. Riskliydi. "Ben anlamıyorum" dedi sinirle. "Siz bu Defne'de ne buluyorsunuz? Arkadaşların sen, bu kadar onu sevecek ne yaptı?" Omuzlarımı kaldırıp indirdi. Gülümsedim. "Başta biz de sevmezdik. Hiçbirimiz. Ama sonra duygularımız olduğunu, bizim de bir insan olduğumuzu hatırlattı. Gerçekte kim olduğumuzu bize hatırlattı."
"Ama sırf bunun için onu sevemezsiniz. Yani, her karşımıza çıkan insanı sevmek zorunda mıyız?"
"Hayır," dedim, hafifçe başımı sallayarak. "Zaten mesele o değil. Biliyorsun, Tara'daki insanlar neredeyse programlanmış gibidir. Ne hissederler, ne hata yaparlar. Ama Defne... O başkaydı. Umursamaz tavırlarıyla, kural tanımazlığıyla herkesten ayrılıyordu. Ölümün bile gözünün içine bakmaktan çekinmiyordu. O cesaret beni etkiledi. Bana meydan okumaktan da asla korkmadı. Ben aslında kendimde bulamadığım cesareti onda görmüştüm."
"Nasıl yani? Sen koskocaman Savaş Karakurt'sun. Ya sen lidersin lider. Sen mi korkakmışsın?" İnanmayan gözlerle bana bakmaya devam ederken, gülümsemem genişlendi. Ve gözlerim bir anlığına uzaklara daldı. "İnsanlardan korkmaktan bahsetmiyorum. Kendi duygularımızdan korkmaktan bahsediyorum. Biz inanıyoruz ki, duygular hep hata yaptırır. Duygu bizim kitabımızda yoktur öyle değil mi? Sadece emir ve itaat. Ancak ne zaman kendi istediğimizi yaptık? Ne zaman özgürce karar verebildik?" Söylediklerimin karşısında Gülşen başını hafifçe yana çevirip düşündü. "Biz hata yapmaktan korkan kullarız. Hata yaparsak ceza alırız. Ama onda bizde olmayan özgürlüğü var. Hata yapıyor ve öğreniyor. Biz öğrenmek için sence de geç kalmadık mı?"
"Ben" dedi ve sustu. "Sen en son ne zaman kendine bir hediye aldın mesela?" diye sorduğumda dondu. "Biz 1 kuruş fazla harcarsak hesabını vermek zorunda olduğumuz bir kurumun köleleriyiz." Ona doğru bir adım attım. "Ama o her kendini kötü hissettiğinde ya lunaparka gider, ya da alışverişe gider." Yutkundu. "Gülşen, biz özgür falan değiliz. Bu adamlar yüzünden tüm hayatımızı kaçırdık."
Gözlerinde derin bir keder gördüm, ve büyük bir hayal kırıklığı. O da her şeyin farkındaydı. Ama bir türlü o çukurdan çıkamıyordu. "Haklısın," dedi. "Dediklerinde hepsinde haklısın. Fakat artık çok geç. Çünkü bu adamlar artık tüm iplerimizi ellerine almışlar. Kaçmamız imkansız."
"Hayır değil." dedim itiraz ederek. "İpleri keseriz biz de." Gülşen başını iki yana salladı. "Yürümeyi bilmeyen daima o iplere muhtaçtır. Kopardığımız anda yıkılırız. Yüksek bir uçurumdan atlamak gibidir. Ne kadar çok yol alırsan, o kadar çok ölüm riskin artar. Ve biz şu an zirvedeyiz. Atlarsak yok oluruz Savaş." Omuzlarımı indirdim, başımı önüme eğdim.
"Ama Defne o zirvelerde dolaşan Savaş Karakurt'a tek başına meydan okudu, yetmedi iki kere de kandırdı. Demek ki çok da güçlü değilmişiz."
Karşımdaki şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. "Sana meydan mı okuyordu? Bu kızın cesur değil, delirmiş olması lazım." İstemsizce gülümsedim. O günler ona çok kızardım. Hatta aptal yerine konduğum için deliriyordum. "Belki de ikisi birden. Ama en azından diğerleri gibi boyun eğmiyordu."
"Evet, başlarda ben de öyle sandım," dedim derin bir nefes alarak. "Ama Defne öyle biri değil. Sevdikleri için göze alamayacağı hiçbir şey yok. İnatçıdır, dediğini yapmadan asla durmaz. Onu tanıdıkça anlıyorsun. Kalbiyle hareket ediyor, aklıyla değil." Gülşen alaycı bir gülümsemeyle başını yana eğdi. "Tara'nın ne olduğunu bilmiyor galiba?"
"Biliyor," dedim, sesim bir anda sertleşti. "Hem de fazlasıyla. Ama yine de korkmuyor. Çünkü onun için bu dünyada en önemli şey sevdiklerini korumak. Ben Defne'ye âşık oldum çünkü o karanlığın içinde bile ışık olmayı seçiyor. Onun iyiliği insanın içini yakan cinsten. Ona sarıldığımda ya da sadece gözlerimin içine baktığında, dünya duruyor sanki. Her şey bir anda anlam kazanıyor."
Gülşen alaycı bir kahkaha attı. "Ama hiçbir aşk sonsuza kadar sürmez."
"Belki aşk değil," dedim yavaşça, "ama sevgi sürer. Ve benim hissettiğim şey artık sadece bir tutku değil, ondan çok daha derin bir şey. Ona ilk tanıştığımız gün bir şey söylemiştim: Her insanın içinde hem iyilik vardır hem kötülük. Çoğu insan kötülüğe teslim olur. Ama o ne yaptı biliyor musun?"
Ne?" dedi gözlerini kısarak. "Defne," dedim sessiz ama kararlı bir tonla, "hepimizin içindeki o karanlığı bastırmaya çalıştı. Sanki elinde ince bir çubuk varmış gibi, hepimizin derinlerinde kalan o küçücük iyiliği dışarı çekmeye uğraştı." Gülşen'in yüzü kasıldı. Bu sinir değildi. Bu kıskançlıktı. Dudaklarını birbirine bastırıp öfkeyle gülümsedi. "Sen ona hayransın," dedi kısık bir sesle ve bana doğru bir adım attı. Artık aramızda neredeyse hiç mesafe kalmamıştı. Gözlerindeki o tanıdık parıltı bu kez kıskançlık değil, düpedüz intikamdı. "Belki öylesin," diye fısıldadı. "Ama bu gece sen bana ait olacaksın."
Ellerini göğsümden aşağı doğru kaydırınca nefesim kesildi. Geri çekilmeliydim, ama çanta bendeydi. O an beynim değil, sadece içgüdülerim çalışıyordu. Çantayı ait olduğu yere bırakmam gerekiyordu. Planımın en önemli parçası oydu. Gözlerimi bir an kapatıp derin bir nefes aldım, tam geri çekilecekken kapı aniden çat diye açıldı. İkimiz de irkildik. Başımı hızla çevirdiğimde kapıda duran kişiyi görünce donakaldım. Serap'tı. Kollarını göğsünde kavuşturmuş, yüzünde alaycı bir gülümsemeyle duruyordu. "Aaa..." dedi uzun bir nefesle, "yoksa ben bir kaçamak anına mı denk geldim?"
"Sen kimsin?" diye Gülşen ona sorunca Serap bana döndü. Hızla çantaya işaret edip dikkatini dağıtmasını sağlamak için küçük bir işaret yaptım. Kız hemen ne demek istediğimi anladı. Gülümseyerek Gülşen'in yanına koştu ve ona sarıldı. Ben de fırsatı kaçırmadan çantayı sessizce yerine bıraktım. "Ay ben Serap, memnun oldum," dedi, neşeli bir tonla. Gülşen şaşkınlıkla geri çekildi, itmeye çalışsa da çoktan yerime geçmiştim. "Serap da Tara'dan. Tanışmamış olmanız ilginç," dedim kaşlarımı çatarak.
"İyi ki tanışmamışız," dedi Gülşen yüzünü buruşturarak. Biraz önce arkasında bıraktığı çantayı alarak kapıya yöneldi. "Neyse, birazdan seçim başlıyor. Zamanında gel," diyerek göz kırptı ve yanımızdan ayrıldı. O gider gitmez Serap bana döndü. "Aldın mı anahtarı?"
"Evet, ama biraz daha gelmeseydin kötü şeyler olacaktı" deyip anahtarı gösterdim. Anahtara gördüğünde memnun olmuş gibi kafasını salladı. "Aferin, bu işleri iyi beceriyorsun" dedi imayla göz kırparak.
"Hepsi senin yüzünden" dedim sinirle. "Zamanında ölseydin, şimdi bunların hiçbirini yaşamıyor olacaktık."
"Hayır, canım. Zamanında ölseydim, sen Defne'yle tanışmamış olacaktın."
"Ben bir şekilde yine bulurdum onu."
"Nah bulurdun. Hadi anahtarı Dilara'ya ulaştır görünmeden."
***
Yazarın anlatımıyla.
Cihangir huysuzca yerinden kıpırdandı. "Şimdi ben doğru mu anlıyorum? Gülşen Defne'yi davet etti. Defne gelmedi. Yani ben göremiyorum şu an. Siz görüyor musunuz?" deyip etrafı tekrar kolaçan etti. "Hayır" dedi Nil. "Güzel, şimdi Savaş Gülşen'le baş başa konuşmaya gitti. Ya şimdi Defne gelip ikisini de bir yerde basıp alınlarının ortasından çat çat diye öldürürse?"
Ahu kollarını bağladı. "Hayal gücüne hayran kaldım şu an."
"Hayal deme birinin yarası açılmasın." Cihangir başıyla Alp'i gösterdiğinde Alp göz devirdi. Cihangir devam etti. "Ya onlara izin verdiğimiz için bizi de öldürürse? Ya da dün Alp'le kavga ettiği için Alp'i öldürmeye gelirse, yanlışlıkla kurşun bana sekerse?" Nil kaşlarını çattı. "Sen iyi değilsin, bir doktora görün."
"Nasıl iyi olayım acaba Nil'ciğim? Hayatımız kurşunun sekmesiyle gitti. Hala da gidiyor. Lan, bu Defne'den tırsıyorum ben. Ortada yoksa kesin aklında kötü planlar vardır. Bu kız Avengers filminden mi fırladı? Bu ne ya? Tony Stark bu kadar plan yapmamıştır."
"Bir şey olmayacak" dedi Alp rahat bir tavırla. "Hem ben bugün Hayal'le de konuştum. Aramızdaki problemi çözmeye karar verdik." Ahu Alp'e dönüp başını salladı. "İsabet olmuş. Bir de sizinle uğraşmayalım."
Barlas gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Hatta başını çevirmesine rağmen Alp onu fark etti. "Neye gülüyorsun?" Barlas onu fark ettiğini görünce başını iki yana salladı. "Peki, Defne'yle aranızdaki problemi nasıl çözmeyi planlıyorsun?" Alp omuz silkti. "Defne'yle çok böyle kavgalarımız oldu. Barışırız, merak etme."
Barlas ağır ağır başını iki yana salladı. "Bu kez bu kadar kolay olacağını düşünmüyorum. Dün gece çok sertti."
"Haklı," dedi Cihangir. "Bence bu kez seni süründürecek gibi geliyor." Onların söyledikleri Alp'in içine şüphe tohumu ekmişti. Çünkü fazla ileri gittiğinin farkındaydı. Ve bir özürle hallolacak gibi değildi. Düşünceli şekilde çenesini sıvazladı. "Biraz önce davette Serap'ı da gördüm." Nil konuyu dağıtmak için araya girdi. Barlas'ın mavileri küçüldü. Uzun süredir Serap'ı görmüyordu. Nereye kaybolduğunu merak etmişti açıkçası.
"Evet," dedi Cihangir, sesi biraz gergindi. "Dilara tedirgin görünüyor, ve bak Seren geliyor." Başını kapıya doğru salladı.
Kapıdan içeriye Seren girdiğinde, duruşu ve bakışları hemen dikkat çekiyordu. Kırmızı saçlarının yarısını zarifçe topladığı saç modeli, koyu ve keskin makyajıyla birleşince oldukça asil ve etkileyici bir görüntü oluşturuyordu. Üzerinde kalp şekilli siyah bir korse ve altına giydiği mini siyah etek, hem göz alıcı hem de dikkat çekici bir kontrast yaratıyordu. Cihangir farkında olmadan gözlerini ona dikti.
Barlas ise kaşlarını çatarak fısıldadı, "Kesin bir şey planlıyorlar. Bu kadar hazırlıklı gelmeleri tesadüf olamaz."
Cihangir gözlerini Seren'den ayırmadan, hayran hayran "bu kız niye bu kadar güzel?" diye mırıldandığında, Nil alaycı bir tonla "ağzının suyu mu aktı?" diye sordu. Cihangir çarpık bir gülümseme yerleştirdi. "Zorla akıtıyor, ne yapayım?" Seren o anda bir an durdu, etrafa kısa bir bakış attı. Cihangir ve arkadaşlarını fark etmişti ama hiç oralı olmadı, yönünü salona çevirdi. Adımları kararlıydı. Cihangir ise gözlerini ondan ayırmadan hızla yerinden kalktı.
"Ben bir gidip geliyorum." Cesur hafifçe gülümsedi, imayla "dikkatli olun. Yakalanmayın" diye uyardığında "ne zaman yakalandım?" dedi Cihangir göz kırparak.
Cihangir Seren'in peşinde takıldığında küçük bir odaya girdiğini gördü. O odada hiçbir şey yoktu. Telefonla konuşacağı için oraya gireceğini düşünüp takip etti. İçeri girer girmez peşinden içeri girdi. "Хорошо, я сделала всё, что ты сказала. Осталось несколько дел, разберёмся. Вы уже в пути?" dedi rusca Seren.
Seren'in arkasında Cihangir'in durduğunu fark etmemişti. "Tamam." diye mırıldandı ve telefonu kapattı. Daha arkayı döndüğünde, Cihangir tam önünde belirmişti. "Cihangir?" diye sordu, sesi hem şaşkın hem de istemeden titrek. "Sen burada ne yapıyorsun?" Cihangir sessizce adımını attı ve Seren'i duvara yasladı. Ellerini yumuşak ama kararlı bir şekilde duvara dayadı, bakışları ise onu çözmeye çalışır gibiydi.
"Asıl senin burada ne işin var?"
Seren hafifçe başını yana eğdi, bir adım geri çekilmeye çalıştı ama Cihangir bedenini hafifçe ona doğru çekti, aralarındaki mesafeyi neredeyse yok etti. "Şu an sana hesap veremem," dedi Seren, sesi biraz sertleşmişti ama gözleri Cihangir'in gözlerinden kaçamadı. "İşim var."
Cihangir, gözlerini hiç kırpmadan, alaycı bir gülümsemeyle biraz daha yaklaştı. "Hesap vermeden bırakmayacağımı biliyorsun, değil mi?" sesi kısıldı ama hâlâ ciddiydi. "Kaç gündür seni arıyorum. Telefonuna cevap vermiyorsun, hayırdır?"
Seren nefesini tutarken, Cihangir'in nefesinin boynuna hafifçe değdiğini hissetti. Kalbi bir anlığına duracak gibi oldu. Cihangir başını hafifçe yana eğip, dudaklarını neredeyse Seren'in kulağına değecek kadar yaklaştırdı. "Biliyor musun, şu an ürkekliğin beni baştan çıkarıyor."
Seren'in yüreği hızla çarptı. Kelimeler boğazında düğümlendi. Cihangir'in bakışlarındaki yoğunluk, hem sinir bozucu hem de baştan çıkarıcıydı. Seren dudaklarını hafifçe büzdü.
"Bu aralar biraz canım sıkkın. Seninle ilgili değil yani." Cihangir kaşlarını çattı.
"Ne oldu? Bir sorun mu var?"
"Ailevi meseleler. Boş ver." Seren başını önüne eğdi, gözlerini kaçırdı.
Cihangir ani bir hareketle çenesinden tuttu ve nazikçe kaldırdı.
"O kafanı eğme önümde. Gözlerini benden kaçırma. Orası benim evim, anladın mı?"
Seren'in içi tuhaf bir sıcaklıkla doldu. Cihangir hiç bu kadar açık olmamıştı ona karşı. "Evin mi?" Hafifçe gülümsedi, elini Seren'in yanağına koyup nazikçe okşadı. "Evim. Sana ait olan her şey benim evim." Cihangir'in gözleri daha da koyulaşırken, Seren bir an için kendini kaybetti. Kalbi hızlı atıyor, nefesi kesiliyordu. Gözleri istemsizce Cihangir'in dudaklarına kaydı. Bu yakınlık, bu büyülü cümleler onu sadece tek bir şeye itiyordu. "Sen hayatımda gördüğüm en iyi büyücüsün." Seren'in sesi hayran doluydu.
"Memnunsan sorun yok demektir."
Küçük bir 18+uyarısı. 😵💫
"Memnunum. Hem de çok. Şu an seni ne kadar arzuladığımı bilsen..." Seren cümlesini tamamlamadan, Cihangir elini göğsüne yaslayıp onu kendine çekti.
Bir anlık durgunluk, sonra dudakları birbirini buldu. Başlayan öpüşme, hem nazik hem de tutkuluydu. Cihangir ellerini Seren'in beline kaydırdı, Seren ise buna karşı koyamadı. Sonra aniden gerçekleri hatırlayan Seren geri çekildi ve alnını Cihangir'in alnına yasladı. Nefesleri birbirine karışıyordu.
"Bu yaptığımız yasak." Cihangir sırıtarak gözlerindeki sahiplenmeyle Seren'in gözlerine baktı. "Yasak falan değil. Sen benimsin."
"Evet öyle. Nerede görülmüş bir avukatla bir suçlu öpüşsün?"
Cihangir Seren'in çenesini nazikçe kaldırdı, gözleri tutku doluydu.
"Umurumda bile değil. Şu an tek istediğim şey, seninle bu zevki sonuna kadar tatmak."
Dudakları hafifçe boynuna değdi, Seren küçük bir inleme bıraktı.
"Ah"
Seren'in sesi Cihangir'i delirtiyordu. Gözlerindeki ateş ikisini de fazlasıyla yakıyordu. "Öpüşmek mi? Hayır, biz şu an öpüşmenin çok ötesindeyiz."
Seren belinde duran ellerini aşağı kaydırdı, kalçasının üzerine yerleştirdi.
"O zaman daha fazlasını yapalım." Cihangir kalçasını hafifçe sıktı, Seren ise karşılık verip Cihangir'in kemerinden tutarak kendini ona daha da yakınlaştırdı. Sertliğini hissedebiliyordu, kalbinin atışını da. Kalpleri aynı ritimde atıyordu.
"Onu hissettir bana," dedi Seren, bakışlarıyla hem meydan okuyor hem de arzuluyordu.
Cihangir hafifçe gülümsedi, gözlerinde hayranlık ve şaşkınlık karışımı bir ifade vardı.
"Bu kadar vahşi olduğunu bilmiyordum."
Seren davetkar güldü. "Benimle ilgili bilmediğin çok şey var." O an Cihangir Seren'in kalçalarından tutup beline doladı. Onu kucağına alıp duvara yasladı. Eteği kıvrılan Serene kollarını tutunmak için Cihangir'in boynuna doladı. Dudakları tekrar buluştu. Bu kez daha aç ve daha vahşi. Fakat Cihangir sertleşmiş erkekliğini Seren'e bastırınca Seren başını arkaya attı. Dudaklarını Seren'in teninde gezdirirken, göğsünün üzerine hafifçe kondu. Korsenin hatlarından taşan sıcaklığı önce dudaklarıyla keşfetti, sonra nazik ama kararlı bir şekilde emdi.
Seren artık tamamen kendinden geçmişti. Her dokunuşu, her nefesi onu daha da sarhoş ediyor, bedenini Cihangir'in varlığına bırakıyordu. Kalbi deli gibi çarpıyor, nefesi kesiliyordu. Kadınlığı çoktan onun dokunuşlarıyla uyanmıştı.
Kendini Cihangir'e bastırdı. Cihangir kafasını geriye attı, bakışlarıyla hem tutkuyu hem de arzusunu Seren'e açıkça hissettirdi. "Sikeyim! Islanmışsın." Elleri eteğin altına kaydı, kalçalarını hafifçe okşadı. "Islandım, senin için ıslandım," dedi, sesi kendinden geçmiş, neredeyse nefessizdi. Dudakları arası hafifçe aralandı, nefesleri birbirine karıştı. Tutku, adeta odanın havasını bile yakıyordu.
Cihangir gözlerini Seren'in gözlerine dikti. "Seni sertçe becermek istiyorum ama burada olmaz. İlk gecemizi bu siktiğim odada yaşayamayız."
Seren bir anlığına dondu. Dudakları bir an duraksadı, bakışları şaşkınlıkla Cihangir'e takıldı. Kalbi hâlâ deli gibi çarpıyor, ama bir anda her şey duruvermiş gibiydi. Gözlerini açtı, nefesini tuttu; sanki tutkulu bir rüyadan uyanmış gibi hissediyordu.
"Ne?!" Tutku, bir anda yerini gerçekliğin soğuk duvarına bırakmıştı.
"Beni yanlış anlama seni istiyorum, ama zamanı ve yeri doğru olmalı."
Bittiiiiiiiiiiiiii
"O zaman ne diye beni delirttin manyak?!" Seren bir anda sinirlenince Cihangir şok içinde gözlerine baktı. "Ben mi delirttim? Üstüme çıkan sensin." Seren bir an duraksadı, sonra öfkesini gizleyemedi. "Sen nasıl bir şerefsizsin? Beni öpüp bu hale getiren sensin!" Cihangir gözlerini Seren'den ayırmadan hafifçe gülümsedi, bakışlarındaki tutkuyu gizleyemiyordu. "Tamam da karşılık veren de sensin."
Seren kaşlarını çattı, boynuna doladığı kollarını biraz gevşetti. "Beni hemen indir!" diye bağırdı. Cihangir bir an durup sonra yavaşça kucağından indirdi, elleri hâlâ Seren'in belindeydi. "Sapık herif!" diye höykürdü Seren, eteğini düzeltirken.
"Pardon? Ben seni zorla mı öptüm?"
"Gerçekten yerinde başka bir erkek olsaydı, emin ol çok daha rahat ederdim. O Berke'yi aramam lazım." Cihangir'in bakışları karardı. "Kızım, beni çıldırtma. Zaten bulamadım o herifi! Kim lan o? Nerede kalıyor? Kiminle yaşıyor. Sen bana bir adresini ver."
"Niye? Gidip onu da öldüresin diye mi? Asla. Çocuklarımın babası olacak o bir kere" dedi inatçı çocuklar gibi.
"Onu spermlerin içinde boğarım. Beni çıldırtma dedim. Söyle kim?"
Seren saçlarını düzeltip aynaya bakarak rujunu tazeledi. Yayılmış rujunu temizledi. "Söylemeyeceğim." Cihangir öfkeyle gözlerini kapattı. Telefon çaldığında Seren ve Cihangir bir anda durdu. Arayan Defne'ydi. Cihangir ekrana ismi gördüğü anda kaşlarını çattı. "Bir planınız var ve bana söylemiyorsunuz. Gücendim şu an." Seren telefonu sessize alıp Cihangir'e döndü. "Yardımına ihtiyacımız var." Cihangir ellerini beline dayayıp duruşunu dikleştirdi. "Ne yardımı?"
"Bilgisayar odasından ana belleği alman gerek, yapabilir misin?" diye sorunca Cihangir uzaklaştı. Gözlerini şaşkınlıkla kocaman açtı. "Delirdiniz mi siz? Ne yapacaksınız onu?" Seren omuz silkti. "Yapmamız gereken şeyi yapacağız. Eğer almazsan, ben gidip kendim alırım." Gözlerindeki kararlık Cihangir'i korkutmuştu. Aklındaki planı az çok tahmin ediyordu.
***
Seçimler hayatımızı şekillendirir; hepimiz birer anın, bir kararın gölgesinde yürürüz. Kimi zaman bu kararlar görünmez izler bırakır. Bir güvenin kırılması, bir sırrın açığa çıkışı, ya da karanlık bir geçmişin geri dönmesi bir gecede hayatı bambaşka bir yöne sürükler. Tara için de böyle oldu: bir oy, bir itimat, bir ihanetten doğan hesaplaşma, sadece birkaç kişinin kaderini değil, birlikte kurdukları düzeni ve inançlarını sarsacak bir dalga yarattı. Her yüz, geçmişin yükünü taşır. Her bakış, verilmiş bir sözün muhasebesidir. İşte bu gece, seçimlerin ötesinde, kimliklerin, sadakatlerin ve gerçeğin gün yüzüne çıkacağı an olacak çünkü bazen en ufak bir hata, bir kurumu ve içindeki insanları kökten değiştirir.
Seçim zamanı geldiğinde herkes toplanmıştı. Gülşen ve Savaş seçim için kürsüye alınmışlardı. "Evet, değerli Tara üyeleri. Bu gece gerçekleştirmiş olduğumuz seçim gecesinde Tara, konseyinin verdiği karara göre lider Savaş Karakurt'un yeni ortağını seçmiş olacağız. Aslında birçok adaylar olmasına rağmen, sadece tek bir kişi Gülşen Vardar diğer adayları hızla geçmiş bulunmakta. Gülşen kendinden emin halde gülümsedi. "Ancak yine de son kez sonuçlara bakacağız.
Siyah takımlı adam tableti eline aldığında kaşlarını çattı. Herkes sonucu duymak için dikkatlice onu izliyordu. Fakat adamın şaşkınlığı daha çok büyüyordu. Çünkü veri tabanında Gülşen'in ismi yoktu. Tamamen farklı isimler ve farklı kişiler vardı. Birisi onların veri tabanına ulaşmış ve tüm bilgileri çalmıştı. Tableti hızla yere attı. "Bu mümkün değil," dedi bağırarak. "Hain var! Aramızda hain var!" dediği anda herkes silahlarını çıkardı. Kimse ne olduğunu anlayamamıştı. Savaş Dilara'ya döndü. Onun yaptığını düşündü. Dilara sakinliğini koruyarak şarabını yudumluyordu. Gülşen "Defne yaptı!" dedi sinirle dişlerinin arasından tıslayarak. Gözleri Defne'yi aradı. Ama Defne yoktu.
Tam o sırada kapılar açıldı. İçeriye giren kişi herkesin daha çok şok olmasına neden olmuştu. Çünkü gelen öldü sanılan Ziya'ydı. Elinde silahla içeri girdiğinde dudaklardan şaşkınlık sesleri çıkmaya başladı. Ziya yangında öldü sanılıyordu. Ancak ölmemişti. Gülşen onu gördüğü anda gözlerini kocaman açtı.
"Baba?" dedi şok içinde. "Baba mı?" dedi Savaş şaşkınlıkla Gülşen'e dönerek. Gülşen ona taraf bakmadı bile. Çünkü aklı öldü sandığı babasındaydı. Duygulanmalı mıydı, sevinmeli miydi, yoksa bu kadar şey yaşattığı için ondan nefret mi etmesi gerekiyordu? Hangi duyguda olması gerektiğini bilmiyordu.
Ziya, Cevdet ve Hikmet'in öldüğü gece ölmemişti. Yüzünde yanık izi vardı. Ve bu da onun kurtulmuş olduğunun göstergesiydi. "Evet, bir hain var. Ama onu yıllar önce aramıza alarak en büyük hatayı ben yaptım." Yangının bıraktığı iz gerildi.
"Ziya, sen ölmüştün" dedi birisi. Ziya başını iki yana salladı. "Kurtuldum, ama bu gece buradan o kişi kurtulamayacak," dedi.
"Sen nasıl kurtuldun?" diye sordu Barlas. Ziya biraz daha öfkelendi. "Ben bu yaşıma kadar sadece Tara'yı korumakla görevlendirildim. Ve onu korumak için her şeyi yaptım. Ben ona sonuna kadar sadık kaldım. Şimdiyse onun bitişine asla izin vermem. Buna müsaade etmem."
İnsanların arasından geçerek ortaya doğru ilerledi. Elindeki silahı sıkıca kavramıştı. "Artık yüzleşme zamanı" dediği anda silahın namlusunu Dilara'ya çevirdi. "Aramızdaki haini öldürmenin zamanı." Herkes panikle içinde geri çekildi. Savaş korkuyla gözlerini açtı. Dilara'nın önüne atlamak istediğinde Dilara eliyle dur işareti yaptı. "Sakın, yerinde dur. Defne için yaşaman gerek."
Savaş olduğu yerde durdu. "Seni aramıza alarak en büyük hatayı yaptım ben" dedi sinirle Ziya. "Sen bizi hep sattın, ama bunu fark etmedik." Dilara duruşunu bozmadan elindeki şarap bardağını serbest bıraktı. Bardak parçalara ayrıldı. Dilara topuklusuyla beraber parçalanmış camların üzerine basarak ona doğru bir adım attı. Her şey planlanmıştı. Şimdiyse hesaplaşma zamanıydı.
"Evet, beni fark edecek kadar aptal olduğunuz için değil, benim daha zeki olmamdan kaynaklı. Ben Dilara Aksoy'um. Emirleri uymayı sevmem. Ve evet, sizin bilgilerinizi devlete sattım. Yasalarınızı defalarca çiğnedim. Hatta bana verdiğiniz emirleri çoğunu yapmadım. Çünkü bir kere güveninizi kazanmıştım. Bir kere daha kazanmamın anlamı yoktu. Ama baksanıza, bunca sene hiçbir şey fark etmediniz." Dilara'nın yüzündeki küçümseme Ziya'yı daha çok çıldırttı. "Ama sen de bedel ödedin. Babanı ve abini kaybettin. Ve ben yaşadığım sürece de kızının da peşini bırakmam." Dilara güldü. "Çok geç. Bunu yapamazsın artık."
"Neden yaptın bunu?" diye sordu kel adam. "Niye ihanet ettin bize?" Dilara'nın yüzü ciddileşti. Adamın gözlerinin içine bakarak yüzüne düşen saçını arkaya attı. "Çünkü bok çukuruna sizin gibi düşmek istemedim. Benim inançlarım ve sevdiklerim vardı. Sizin gibi şeytan olmak istemedim. Ama sizi batırmak için de her şeyi yaptım." Yüzündeki gurur yaptıklarından pişman olmadığının göstergesiydi.
"Şimdi sahne benim" dedi Ziya şeytani gülümsemesini yüzüne yerleştirerek. "Önce seni, sonra kızını ve tüm sevdiklerini öldüreceğim. Böylelikle Tara sonsuza kadar yaşayacak." Öfkesi yüzüne yansımıştı. Gözlerinde kaybetmenin korkusu değil, kazanmanın hırsı vardı. Tam tetiği çekecekken duyduğu sesle başını çevirdi. "Nç nç!" dedi insanlarından arasından sıyrılarak Dilara'nın önüne geçen Serap. "Abisi, sen zombi gibi uyan. Sonra kızının seçileceği gün burayı bas. Olacak iş mi?"
"Çekil önümden Serap! Sana da sıra gelecek." Ziya'nın cümlesiyle Serap kahkaha attı. Serap'ı görür görmez Barlas rahatlayarak ellerini cebine soktu. İşte şimdi gerçek gösteri başlıyordu. Onun bu halleri hoşuna gitmişti. Çünkü Serap buradaysa, Defne de buradaydı. "Evet, efendim. Doğru duydunuz" dedi insanlara. "Bu adam Gülşen'in babası. Ve kendi kızına sırf Tara için yaptırmadığı hiçbir şey kalmadı. Kendi gibi bir canavar yetiştirmek istedi. Korkuyordu, çünkü karşısında daha büyük bir rakibi olacaktı. Abisinin kızı." Gülşen başını önüne eğdi. Hata yaptığını şimdi anlıyordu. Savaş'ın dedikleri aklına gelince gözleri dolmuştu.
"Abisi mi?" dedi kel adam. "Abisi kim?"
Serap gülümseyerek adama döndü. "Ben fragmanı verdim, birazdan filmi izlersiniz. Ama önce küçük aydınlatma yapalım," dedi Serap rahat tavırla. "Ya sen şimdi beni öldürmek için bu gerizekalıyı tuttun" dedi Savaş'ı göstererek. Savaş şaşırdı. "Sonra bu gerizekalı gidip benim arkadaşıma aşık oldu. Sonra sen bu gerizekalının kuzeni olan diğer gerizekalıyı tuttun gidip ikisini öldürsün diye" Cihangir'i gösterince Cihangir kendini göstererek güldü. "Bu gerizekalı da gitti, kuzeniyle barıştı. Sonra arkadaşımın arkadaşına aşık oldu. Yetmedi sen geçmişten bir canavar getireyim dedim. Gittin Halil pezevenkini buldun hepsini öldürsün diye. Halil'in de Dilara'yla aşk geçmişi olduğunu öğrendik. Sonra da onu da öldürdüler zaten. Sonra yine yetmedi, gittin bu kez de bu gerizekalıyı tuttun" bu kez Barlas'ı gösterince Barlas ellerini cebine soktu. "Bu da bana aşık oldu, üstelik kaç yıllık düşmanıyla da barıştı."
"Hey, ben aşık falan olmadım. Orada bir yanlışın var." Ellerini cebinden çıkaran Barlas kaşlarını çattı. "Tabii, o yüzden mi ağzın sulu sulu bakıyorsun bana." Tam bir şey söyleyecekken Serap eliyle dur işareti yapıp devam etti. "Yani kısacası artık yeto. Olmuyor, bazı hayaller gerçekleşmeyi versin. Aksoy'ların yörüngesine giren herkes bir şekilde birine aşık olup çıkıyor. Bıraksan mı artık?"
"Kız haklı! Evlilik programı gibi bir şey oldu" Cihangir araya girdi.
"Bırakmam!" dedi bağırarak. "Ben daha varım!"
"Sen de mi aşık olacaksın?" diye sordu Serap Ziya'ya. "Kime Defne'nin ölmüş ninesine mi?"
"Susun artık. Bu gece bu iş bitecek."
"Bence de bitecek. Ama önce bir film izleyelim" deyip elindeki kumandayı gösterdi ve arkada duran dev ekranı açtı.
Ekran açıldığında ışıklar kapandı. "Ne oluyor?" dedi şaşkınlıkla Ziya.
Ve ekranda Asile belirdi. Asileyi görmeyi hiç kimse beklemiyordu. Özellikle de Ziya. "Bu ne?" diye sordu Gülşen.
"Evet, beni görmeyi beklemiyordunuz galiba?" dedi hafifçe gülümseyerek. Bu yıllar önce çekilmiş bir videoydu. "Bunu çektiğim tarih 27.11. 2008. Siz hangi tarihte izlersiniz bilmem artık. Ama size önemli şeylerden bahsedeceğim." Boğazını temizledi. "Tara'yla ilgili önemli şeyler." Oturuşunu düzeltip gülümsedi. Gözleri, bakışı hatta gülümsemesi aynı Defne gibiydi.
"Ben Asile Çelik. Eski soy ismimle söyleyecek olursam, Asile Yıldız. Tara'nın kurucularından biriyim." Herkes Asile'yi tanıyordu. Çünkü Tara onu unutturmamak için yeni gelen her üyeye onun ilgili kısıtlı bilgi verirdiler. Fakat gerçekte kim olduğu, kimlerden olduğu hiçbir zaman söylenilmemişti.
"Tara devletin pis işlerini yapması için kurulan bir kurum. Ve devlet her sene ona tahmin edemeyeceğinizden fazla para ödüyor. Yani bizler devletin pis işlerini yapan köleleriz. Tara'da yetkili çeteler iki yere ayrılıyor. Beyazlar çetesi ve siyahlar çetesi. Beyazlar, doğrudan devletin en üst kademesine bağlı, planlayan ve yöneten kısım. Siyahlar, uygulayıcılar; sokaktaki kanı döken, emirleri sorgulamadan yerine getiren infazcılar. Ve biz de onları yönetiyoruz. Kendi aramızda daha iyi ilerlemek için bir sürü yasalarımız var. Ancak bu yasalar çoğu kişinin canını yakan türden. Tara kısa sürede büyük bir yer edindi. Buradan kazanan paralar çok fazla. Çok çok fazla. Ve insanlar para için her şeyi yapıyorlar. Ancak unuttukları bir şey var. Gerçekler."
"Ne gerçeği?" diye Savaş Ziya'ya döndü. Ziya bu videoyu izlemişti. Bu yüzden suratını astı. Çünkü planı yine suya düşmüştü. "Ancak Tara uzun süre yaşamayacak. Ben buna izin vermem. Tüm belgeler bende. Tara'yı çökertecek olan, hatta onu yakalattıracak olan tüm belgeler imzalarıyla beraber hazır. Sadece bu belgeleri güvendiğim birine vermem gerekti. Zamanı geldiğinde devlete Tara'nın gerçek yüzünü gösterip onu yakalattıran birisi. Cevdet'e güvenemem. Cevdet hırsı için her şeyi yapan birisi. Onu seviyorum ama ona bu sorumluluğu veremem. Evlatlarım: Çiçek bu işi yapamayacak kadar zayıf. Hikmet de babası gibi hırslı. Hırslı olması iyi ama zeki değil. Bu yüzden ona güvenemem. Dilara'ya gelince ise" gözleri bir anda uzaklara daldı. "Dilara akıllı, zeki ama korkusu ona her şeyi yaptıra bilir. Yani evlatlarımın hiçbiri bunu yapamaz. " O küçük bir kız sesi duyuldu. Bahçede neşeyle oyun oynayan bir kızın sesi. "Bu yüzden bir karar aldık. Bu videoyu izlediğiniz andan itibaren Tara'nın and kitabını yakacak olan kişi Defne Yıldız Aksoy'dur. Yani benim torunum. Tüm imzalı belgeleri ve tüm sorumluluklarımı ona devrediyorum. Defne Yıldız Aksoy seçilmiş kişidir. Tara'nın and kitabını yakıp yok edebilir."
Ortamda elle tutulacak derecede gerilim hakimdi. Sesler kesildi, nefesler tutuldu. Herkes ne olacağını merak ediyordu. "En doğru karar budur. Çünkü Tara, Haydar Aksoy'un kanıyla kuruldu. Onu yok edecek tek kişi de onun torunudur."
Ve o an ışıklar geri geldi. Ekran karardı. Herkes bir anda döndüğünde yukarıdan bir ıslık sesi duyuldu. Dördüncü kattaki balkondan yanan bir kitap aşağı doğru fırlatıldı. Bu Tara'nın and kitabıydı. Kitabın sayfaları yanarak gökyüzünde savruldu. Ve kısa bir süre içinde salonun tam ortasına yanıp kül olmuş şekilde düştü. Tam da Ziya'nın önüne. Herkes merak ve şok içindeydi. Yanıp kül olan sayfaları yırtılmış kitaba bakarken Ziya kitabın önünde diz çöktü. "Hayır!" diye haykırdı. Bunca senenin emekleri boşa gitmişti. Tara'yı kurtaramamıştı. Oysa onun başına geçmek için nelerden vazgeçmişti. "Bu gerçek olamaz. Hayır. Yok edilemez."
"Yok edildi," dedi Dilara. "Artık Tara denilen bir şey kalmadı. Artık herkes özgür?" dedi salondaki herkese. Yüzlerde garip bir ifade vardı. Bazılarında sadece öfke ve yenilgi, bazılarında ise özgürlüğün verdiği mutluluk vardı. Kurtulmuşlardı, artık zincirler kopmuştu. Ölümün yörüngesi değişmişti. Kimse hesap soramaz, kimse artık ceza veremezdi. Tara sadece 48 sene ayakta durabildi. Çünkü Tara kurumu, para için öldürdükleri hakim Haydar Aksoy'un torunu Defne Yıldız Aksoy tarafından sonlandırılmıştı. Tara artık yoktu.
Defne'nin anlatımıyla.
Bir ışık olmuştu yoluma dedem. Pardon büyükbabam demeliydim. Türkçeyi hala çözmüş değilim. Ama çözdüğüm çok şey oldu bu yaşımda. Haydar Aksoy. Ben hayatımda o kadar iyi, o kadar cesur, o kadar mert ve bir o kadar da duygusal birini hiç görmemiştim. Galiba bu yönümden ona çekmişim. Ben yedi yaşındayken onu kaybettik. Çocuktum, ama ilk kayıbım o olmuştum. Sonra anneannem. Sonrasını da zaten biliyorsunuz. Babam onu kaybettikten sonra sık sık onu anlatırdı bana. Ben de sıkılmadan dinlerdim. Çünkü o benim için çok değerliydi.
Babam derdi ki, büyükbabam kendini bizim için feda etti. Zamanı gelince ona olan borcumuzu ödememiz gerek. Önce anlamazdım, pek detay vermezdiler zaten. Ama sonra bu hayatta en çok korktuğu ve tek korktuğu şeyle öldürülmüş. Arıyla. Evet bildiğimiz arı. Ama bilmediğimiz bir zehirle. Çok canice değil mi? Sadece arı sokmasıyla üzerini örtmeye çalıştılar. Güya alerji vermişmiş. Tabii kimse inanmadı. Hala adalet sarayında resmi duruyor. Öyle bir duruşu var ki, insan önünde düğmelerini iliklemek ister. Ama gözlerindeki sevgiyi de görebiliyorsunuz. Demiştim ya annemle babamın en zor gününde büyükbabam onlara destek olmuş. Düşünsenize o kadar iyi bir insanın genlerinden şeytan birisi doğuyor. Ve tüm Türkiye'ye kan kusturuyor.
Her şey bir kıvılcımla başladı. Daha sonra kıvılcım bir aleve ve sonra önü alınmayan bir ateşe dönüştü. O ateş bir kara delik gibi önce herkesi içine çekti, sonra tek tek yaktı. Acılar bu insanlara hata yaptırdı. Tara'da olan herkesin kötü bir hikayesi vardı. O hikayeyi unutmak için başkalarının hayatında kötü hikaye yazdılar. İnsanların acı çekmesi onları hikayelerini hafifletecek sandılar. Oysa korku kalplerinde saklıydı. Tek bir dokunuşla o kalplerdeki SIRLARINI gün yüzüne çıkardım ve gerçeklerle yüzleştiler. Acıttı mı? Çok. Ama kabullendiler. Şimdiyse teslim olmanın zamanıydı.
Kalabalığın arasından geçip tam ortaya geldim. Ziya başını kaldırdı ve bana baktı. Gözlerine bakarak "Şah ve mat" dedim. Derin bir nefes aldım. Omuzlarıma yüklenen yükü bir anda bırakmak istedim. Ve dudaklarımın arasından o kelime çıktı. "Amca." Gözlerindeki şaşkınlık yerini kocaman bir korkuya bıraktı. Bir ateş gibi büyüdü. "Normalde bu kadar yaptığın şeyden sonra seni öldürmem gerekiyordu ama ben sizin gibi değilim." Yavaşça doğruldu, gözlerini gözlerimden çekmeden "sen bunu nereden öğrendin?" diye sorunca gülümsedim. Ama cevap vermedim. Çünkü konuşması gereken kişi arkamdaydı. Babam.
Geri çekilip babam öne çıktı. Ve tam onun karşısında durdu. İki kardeş yıllar sonra tekrar karşı karşıyaydı. Evet, Ziya benim amcamdı. Bu gerçek tüylerimi diken diken ederken, diğer yandan bu acı gerçeği kabul etmek hala benim için zordu. "Babasını öldürecek kadar cani, yeğenini süründürecek kadar şeytan olan kişi benim abimmiş." Kelimeler boğazına dizilmişti. Çünkü yılların verdiği ağırlık omuzlarına yüklenmişti. "Keşke o gece annem değil de sen ölseydin. Dünya bu iğrenç varlıktan kurtulmuş olurdu." Babaannem amcamı kurtarırken hayatını kaybetmişti. Yani bir nevi annesini de öldürmüştü.
Babam ona iğreniyormuş gibi bakarken Ziya'nın gözleri doldu. Pişmanlıktan değil, kaybettiği için üzgündü. "Sen anneni de mi sattın?" dedi bana dönerek. Hiç umurunda bile olmadı abisinin söyledikleri. "O senin annen, yargılanacak biliyorsun değil mi?"
Bakışlarım anneme kaydı. Biliyordum, ama ailemi sevdiklerimi Tara'nın pençesinden kurtarmamızın başka yolu yoktu. "Doğru olanı yapıyorum. Karşımdaki annem de olsa bu değişmeyecek." Annem bana hiç üzgün gözlerle bakmadı. Aksine gurur duyuyordu. "Çünkü onlar beni yetiştirdi." Bu kez annemin yanında değil, babamın yanındaydım.
"Bitti" dedi babam. "Artık acı çekme sırası sende." Omuzlarını dikleştirdi. Gözlerindeki ıslaklığın nedeni kardeşinin böyle bir caniye dönüşmesiydi. Elinin tersiyle silerek "Ziya Vardar," dedi yüksek sesle. "Baban Hakim Haydar Aksoy'u, Cevdet Çelik ve Hikmet Çelik'i kasten öldürmek, Defne Aksoy'un kaçırılmasına azmettirmek; ayrıca silah ve insan kaçakçılığına karışmak, uyuşturucu ticaretini yöneten organizasyonun başında bulunmak suçlarından dolayı tutuklusun. Söyleyeceğin her şey aleyhinde delil olarak kullanılabilir." Bakışlarımı Savaş'a çevirdim. Bunu beklemiyordu. "Üzgünüm" diye fısıldadım. O sanki beni duymuş gibi başını salladı. "Sorun değil."
"Ayrıca, Tara kurumunda görev yapan ve bu suçların işlenmesine doğrudan iştirak eden veya yardım ve yataklık yapan tüm şahıslar da aynı suçlamalar kapsamında gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır." Ve perdeler bu kez gerçekten kapandı. Polisler içeri dalıp herkesi kelepçelemeye başladılar. Bazıları kaçmak istedi, kaçamadı. Bazıları direnmeyi reddetti. Ama herkes bir gün sonunun geleceğini biliyordu. Ölmeyi bekliyorlardı, ama ölmediler. Belki de bu yüzden mutlulardı, tutukluydular ama özgürdüler...
"İçeri nasıl girdiniz?" diye sordu Ziya'nın arkasındaki kel adam. O an bakışlarım Barlas'a kaydı. "Küçük bir yardım sayesinde." Barlas özgüvenli bir şekilde duruşunu sergilerken gözünü kırparak gülümsedi. Babam Ziya'nın bileklerine kelepçeleri geçirdiği anda oyun bitti. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım.
Fakat gözlerimi açtığımda Gülşen hızlı davranıp aradan sıvıştığını gördüm. Savaş bunu fark edip hemen peşine takıldı. "Kaçıyor!" dedi babam yüksek sesle. "O bende" deyip peşine düştüm. Merdivenleri çıkıp hızla bir odaya girdi. Hemen peşinden Savaş da girmişti.
Ben hiç beklemeden arkalarından girince Gülşen'in camın karşısında durduğunu gördüm. "Yaklaşmayın, kendimi atarım." Savaş ondan birkaç adım ötedeydi. "Böyle yapman sana ne kazandıracak?" Savaş'ın elinden tutup geriye çektim. "Eğer o kadın için tehlikeye girersen, seni öldürürüm." Şok içinde gözlerime baktı. "Ne?! Atlayacak, görmüyor musun?"
"Sana ne?" dedim yüksek sesle. "Onun ölüp ölmemesi seni ne ilgilendiriyor?" Çaktırmadan bir adım geriye gittim. Tam arkamda duruyordu Gülşen. "İlgin mi var ona karşı?"
"Delirdin mi sen? Ne ilgim olacak? Ben-"
"Sen ne?!" dedim sinirle. "Beni öldürmek için koşa koşa yollara düşen Savaş bey, nedense konu Gülşen'e gelince hemen pamuk kalpli oldun." Gözlerimle Savaş'a işaret ettiğimde zeki kocam ne yapmak istediğimi anlamıştı. O da hemen role girdi. "Ben evet Gülşen'i korumak istiyorum çünkü o ölmeyi hakketmiyor."
"Hayır, hakkediyor. O da senin gibi kötü. Siz en çok ölmeyi hakkediyorsunuz." Savaş bana doğru bir adım attığında bir adım daha geriye attım. Şok olmuş gibi gözlerini açtı. "Kötü olmamız ölmemiz anlamına gelmiyor. Ben senden bunları duymayı beklemiyordum. Demek ki Gülşen haklıymış. Sen benimle ilgili böyle mi düşünüyordun gerçekten?"
"Ya ne düşünecektim? Senin gibi bir insanı gerçekten seveceğimi mi düşündün?"
Savaş derin bir nefes aldı. Gülşen "sen Savaş'ı sevmiyor muydun?" diye merakla sorunca bu kez ona döndüm. "Ha, gerçekten sen de inandın mı? Ayrıca her şeyi geçtim. Tipine bir baksana. Ben sarışın seviyorum bir kere. Kumral sevmem. Bu tipi ben nasıl seveyim?" Gülşen şok. "Sen Poyraz'ı seversin değil mi?" dedi Savaş sinirle. "Ayrıca sen anahtarı nasıl aldın benden?" diye Gülşen bana döndü. "Savaş anneme vermiş o da bana iletti."
"Yakınlaştığımız zaman mı aldın?" dediğinde beynimden aşağı kaynar sular döküldü. Öfkeyle Savaş'a döndüm. "Evet," dediğinde kendi ölüm fermanına imza attığını anladı. Şu an kavgamız saçma sapan bir yerlere gidiyordu. Hatta biraz daha devam edersek, aldatılmaya kadar gidecekti. "Sen onunla yakınlaştın mı?"
Savaş korkuyla gözlerini açtı. "O tür sandığın yakınlaşma değil."
"Nasıl yakınlaşma?"
"Madem sevmiyorsun, neden kıskanıyorsun?" Ve yakalandık. Benim de zekam bir yere kadar değil mi? Ama neyse ki artık onun tam olarak yanındaydım. "Çünkü ben onu çok seviyorum" dediğim anda saçından tuttuğum gibi duvara fırlattım. Duvara çok pis çarptı. Kafasını tutarak inledi. Durur mıydım? Sanmıyorum.
"Saçlarından sıkıca tuttum, başını kaldırıp yüzüne baktım, gözleri korku ve şaşkınlıkla yuvarlanıyordu. "Bana bak," diye fısıldadım. Nefes nefeseydi. Gülşen birbirine karışmış kelimelerle yalvarmaya başladı. "Defne, dur, lütfen, ben-" Ama sözleri bana ulaşmıyordu. Elimle tekrar bir tokat attım yüzüne.
Nefes nefese kalmıştım. Bir anda geri çekildim. Karnımın altında hiç beklemediğim bir anda, keskin bir sancı belirdi. Ne oluyor bana? Ellerim istemsizce karnıma gitti, acı öyle acıydı ki dizlerimin üzerine çöktüm. "Ah... ah!" diye fısıldadım, nefesimi tutmaya çalışarak ama sancı daha da şiddetlendi. Sanki öfkemin tüm yükü, bir anda bedenime inmiş gibiydi.
Savaş telaşla yanıma gelip diz çöktü. "İyi misin?" Derin bir nefes aldım. Kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Gözlerimi acıyla kapattım. Bir anda azaldı. Bu neydi? Acının "İyiyim." Bu hiç tanıdık olmayan acı da neydi?
Gülşen acıyla yere çökmüş hâlde, gözlerinde hem korku hem de merakla bana baktı. "Defne, nas- nasıl öğrendin?" diye hırıltılı, titrek bir sesle sordu. Gözlerimi ondan ayırmadan, nefesimi topladım. İçimdeki öfke hâlâ var ama sancının etkisiyle biraz daha kontrolüm vardı. Kapı tekrar açıldığında, Afra sendeleyerek içeri girdi. Arkasından gelen Hayal'in itmesiyle ileriye doğru savrulmuş gibiydi. Afra'nın gelişinin etkisiyle odadaki sessizlik daha da yoğunlaştı. Gözleri kocaman açıldı, dudakları titredi. Ne söyleyeceğini bilemiyordu.
Hayal Gülşen'i bu hâlde görünce, soğukkanlı ve hafif alaycı bir tonla, "Ellerine sağlık," dedi. "Keşke bana da bıraksaydın."
Başımı Gülşen'e çevirdim. Soğuk gözlerle yüzüne baktım. "Bir dahaki sefere dövmeleri sildirmeyi unutma" deyip Savaş'ın yardımıyla ayağa kalktım.
Babam ve polisler içeri girdiği anda Gülşen'i ve Afra'yı yakalayıp götürdüler. Ben masaya yanaşıp oturdum. Soluklanmaya çalışıyordum.
Babam Savaş'ın önünde durup gözlerine baktı. Tutuklananların arasında Savaş da vardı. İşte sırf bu yüzden bu karar benim için zor oldu. Bunu babama ilk söylediğimde kabul etmemişti. Sonra bir şekilde ikna ettim. Herkesin iyiliği için bu gerekliydi.
İlk başlarda ondan nefret eden adam şimdi onu tutukladığı için üzgündü. "Bunu senin iyiliğin için yapıyoruz oğlum" dedi babam ilk kez. Sanırım bu duygusal ana şahit olmayı asla düşünmemiştim. Aralarındaki bağ şimdi eskisinden de daha güçlüydü. Bunu ikisinin gözlerinden okumak zor değildi. Savaş babama kendi babası gibi, babam da kendi oğlu gibi bakıyordu. Kelepçeleri çıkardı. "Seni kurtarmak için elimizde geleni yapacağız." Savaş başını salladı. "Bundan şüphem yok." Babam kolunu onun omzuna attı, ardından ensesinden tutup kendine çekerek sıkıca sarıldı. "Odana kimse yerleşmeyecek. Sen çıkana kadar orası kapalı olacak. Eşyalarına kimse dokunmayacak." Savaş'ın gözleri doldu. Çünkü ilk kez bir baba şefkatine tanıklık ediyordu. Başını önüne eğdi. "Teşekkür ederim." Diyecek çok şey vardı. "En kısa sürede tekrar aramızda olacaksın."
"Siz doğru olanı yapıyorsunuz," duraksadı. "Baba"
Babam ensesine elini atarak alnını alnına yapıştırdı. "Ailemize hoş geldin evlat. Biz de önce tutuklanırsın, sonra sevilirsin" dediğinde ikisi de dolu dolu gözlerle güldüler. "Hoş bulduk." Peki benim neden gözlerim doldu? Onları öyle görünce bir garip olmuştum. İkisi de benim bu hayatta sevdiğim adamlardı. Birisi babam, diğeri kocam.
Babam kelepçeleri tam takacakken babamı engelledim. "Bize biraz zaman verir misin?" Babam duraksadı, sonra başını Savaş'a çevirdi. Bence bunu hakkediyorduk. "Tamam, siz konuşun. Ben aşağıdayım." Çıktıktan sonra kapıyı kapattı. Ve Savaş'la yalnız kalmıştık. Uzun bir maceranın ardından tekrar.
Ellerimi arkada çocuk gibi bağladım. "Bunu yapmasaydım işler daha da kötü olacaktı." Ona bir açıklama yapmak zorundaydım. Başını yana eğip sıcak bir şekilde gülümsedi. "En iyisini yaptın. Ama sözünün üzerinde de durdun. Seni hapse attıracağım dedin attırdın." Evet, geçmişte öyle bir söz vermiştim. Ama nereden bilebilirdim onu seveceğimi?
Omuzumu kaldırıp indirdim. "Zor bir karar oldu benim için. Tamam, sana dün gece birazcık sinirlenmiş de olabilirim. Ama emin ol çok düşündüm."
Elimi tutup köşedeki koltuğa doğru yöneldi. Koltuğa oturduğunda tam yanında oturup vücudunu bana çevirdi. Başını kaldırdı, bir an göz göze geldik. "Zaman garip bir şey," dedi. "Bir bakıyorsun, en çok kızdığın şey, seni hayatta tutmuş." Bir an düşündüm, sonra başımı hafifçe salladım. "Belki de bazı kavgalar, insanın kendini bulma biçimidir." Ellerimi tutarak gözlerime baktı. "Defne, sen benim bu hayatta tek gerçeğim oldun. Karanlık dünyamda tek ışığım oldun." Yanağıma elini yerleştirdiğinde kafamı eğip elini öptüm. "Sen de benim vazgeçemediğim tek şeysin." Usulca yüzüme yaklaşıp dudağımdan öptü. Kalbimin huzurla attığını hissediyordum. Kollarını bana sardığında dünya sustu. Ben uzun zaman sonra hiç bu kadar hem üzgün hem de mutlu hissetmemiştim. Saçlarımı yavaşça okşadığında gözlerimi acıyla kapattım. Onu bırakmak bana ızdıraptan başka bir şey değildi. Ellerini sıkıca tutup iyice göğsüne sokuldum. Kollarını daha sıkı sardı bana. "Bir gün her şey bitebilir. Ama sen bitmeyecek tek şeysin bende" dediğinde başımı kaldırıp gözlerine baktım. Bal rengi gözleri yine dolmuştu. Elimle gözyaşını sildim ve burnumu çekerek dudaklarımı birbirine bastırdım. "Sevmenin cesaret istediğini senden öğrendim" gülümsedim. "Çünkü seni sevmek aslında yanmaktı. Ama yandığım için mutluyum Savaş."
"Seni yaktığım için üzgünüm. Keşke başka koşullarda tanışsaydık" dediğinde geri çekilip gözyaşlarımı sildim. "Başka koşullarda tanışsaydık, birbirimizi bu kadar sevemezdik" dedim omuz silkerek. Başını itiraz edercesine iki yana salladı. "Ben her türlü yine seni severdim," çocuğu gibi işaret parmağıyla burnuma dokundu. Severdi mi, severdi. Belki de daha çok severdi. "Ama hayatımızda aksiyon olmazdı" burnumu dudağına sürtünce kıkırdadı. "Sen varsın ya. Aksiyona gerek mi var?"
Ardından dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Ama bu öpüş sıradan bir öpüş değildi. Önce yavaşça öpüyordu, ama sonra öpüşü derinleşti. Ellerim boynuna gitti. "Çok yakışıklısın, biliyor musun?" dedim öpüşlerin ardından. "Biliyorum, biraz önce tipimden bahsediyordun" dediğinden kıkırdadım. Gülşen'e söylediklerimden bahsediyordu. Başımı geri çekip yüzüne baktım. Elimi yüzünde dolaştırdım hafifçe. "Seni çok seviyorum." Bakışları yüzümde dolaştı. "Ne yapacağım ben senin bu inadınla?"
Alt dudağımı ısırıp elimi göğsünü hafifçe okşadım. "Beni durmanın yollarını biliyorsun bence" sesim fısıltıyla ama bir o kadar davetkar çıkmıştı. Ellerimle göğüs kaslarını okşadığımda "istiyorsun" dedi.
"İstiyorum" dedim. Dudaklarını yanağıma bastırdı. Ardından yüzümün her zerresini öpmeye başladı. Ardından tekrar dudaklarıma geri döndü. Beni bir anda kucağına aldığında hiç yadırgamadan kucağına yerleştim. Üstte olmayı sevdiğimi biliyordu. Öpüşlerim aynı tutkuyla devam ederken, dudakları boynuma kaydı. Hafifçe ısırdı. Başımı geriye atıp inledim. Sıcaklığı, dokunuşu beni uçsuz bucaksız bir boyuta sürüklüyordu. Elleri kalçalarımı okşadığında kendimi ona bastırdım. "Seninle bugün son kez sevişeceğim."
Ellerimi kafasına yerleştirip gözlerine baktım. Koyulaşmış bakışları dudaklarıma kaydı. "Seni çok seviyorum" dedi fısıltıyla. Ardından gömleğimin düğmelerini açtı. Göğüslerimi öperken, altımdaki külotun ıslandığını fark ettim. "Yine ıslattın beni." Kıkırdayarak gözlerime baktı. "İlk günlerdeki gibi."
"İlk günlerde ıslanmıyordum." İtiraz ettim.
Öhöm öhöm. Bu iki biliyorum ama. Bundan sonrası 18+ arkadaşlar içindir efennimm. Rahatsız olacaklar bundan sonrasını okumasın lütfen.
"Tabii kesin öyledir." Gözlerimin içine bakarak göğsümü dudaklarının arasına aldı. Verdiği haz inanılmazdı. Başımı kaldırıp gözlerimi zevkle kapattım. Ama izin vermedi. Hemen uzaklaştı. "Gözlerime bak. Aldığın hazzı görmek istiyorum." Ve bakışlarını çekmeden işine devam etti. Önce diliyle göğüs ucuma yuvarlak çiziyor sonra dişlerini geçirip beni çıldırtıyordu. İşe dudakları da girince artık çıkılmaz vaziyette kalmıştım. Onu böyle görmek daha çok azdırıyordu. Parmaklarım gömleğinin düğmelerine gitti. Hepsini hızlı hızlı açtım. Tenine dokunmak istiyordum. "Hızlı olmamız gerek." Nefes nefese kalmıştık. "Babam birazdan gelecek." Vakit kaybetmeden diğer göğsüme geçti. Ona da aynı işkenceyi uygularken alt dudağımı ısırıyordum.
Göğüslerimi bırakınca elleri eteğimin altına gitti. Külotumu çıkarmak için kucağından kalktım. Külotumu çıkardığı anda elleri bu kez kemerine gitti. Koltukta iyice yayılmış, kalçasını hafifçe kaldırıp pantolonunu iç çamaşırıyla beraber çıkarttı. Şişmiş erkekliğini gördüğüm anda ilk günkü gibi kalbim ağzımda atıyordu. Dilimle dudağımı ıslattım. "Bu şimdi bana mı girecek?" Şaşkın şaşkın yüzüne bakarken kurduğum cümlenin farkında değildim. Şaşkınlığıma sırıtmaya başladı.
"Hatırlatayım, eğer o lanet ilaçları içmeseydin şu an beşinci çocuğuma hamile kalacaktın. İlk ilişkimiz değil yani."
"Abart sen de beşinci çocuk."
Eliyle dizinin üstüne vurdu. "Hadi gel. İşimizi bitirelim. Baban gelecek şimdi" deyip kafasıyla kapıyı gösterdi. "Bizi bu halde görmesini istemeyiz." Başımı hızla kapıya çevirdim. Kapı kilitli değildi. Ve babam kapıyı çalmakla arası hiç iyi değildi. Hızla arkamı dönüp kapıya gittim. Anahtarı çevirip kapıyı kilitledim. "Baba deyince nasıl da korkuyorsun." Bacaklarımı iki yana açıp dizlerimi koltuğa dayadım.
"Hiçbir baba kızını bu halde görmek istemez." Kollarımı boynuna doladım. "Artık içime gir." Eliyle erkekliğini tutup içime soktuğunda doluluk hissiyle beraber zevkle inledim. "Ah" Artık içimdeydi.
Kucağına yerleşip kalçalarımı ileri geri oynatmaya başladım. Belimden tutarak beni yönlendiriyordu. Gitgide büyüyen ve beni zorlayan penisi içimde kaymaya başladı. Her hareketi yeni bir dalga yaratıyordu vücudumda. "Kalçalarını kullanmayı öğrenmişsin," dediğinde ellerimi göğsüne dayadım. "Yaptığım sporlar işe yarıyor diyelim." Kalçamı biraz daha oynattığımda daha derine girmişti. "Ah evet, çok güzel." Savaş başını koltuğa yaslamış bir yandan bir eliyle kalçamı okşarken, diğer yandan diğer eliyle göğsümü avuçlarının içine hapsetmişti. Kendimizden geçmiştik. Dokunuşlarının verdiği hazzı tarif edemezdim. Her şeyden herkesten uzak bir dünyada sadece zevk ve tutkunun olduğunun şelalenin altında ıslanıyorduk.
Dakikalarca bu pozisyondaydık. Ama dakikaların geçtiğinin farkında bile değildik. Çünkü zaman bizim için durmuş bir kavramdı. Fakat bir anda Savaş doğrulup göğüslerime abanınca nefes nefese kalmıştım tekrar. Zevkin doruklarındaydım. Hızımızı artırdık. Bir anda dudaklarıma yapışınca, durdum. Vahşice dudaklarımı emerken, ateşim biraz daha körüklendi ve tüm bedenimi yakmaya başlamıştı. Sırtını tekrar koltuğa yaslayıp ellerimi tuttu. Ben ise tekrardan kucağında zıplamaya başladım. Penisini daha derinliklerime alıyordum. Gözlerime bakarken gözlerindeki hırs bir anda parladı. Kendinde değildi, ne o ne de ben. Tutkunun esiri olmuştuk. Belimi kavrayıp sertçe kendini içime ittirdi.
Yukarıdan bakınca eşsiz manzara görüyordum. Terlemiş bedeninde kasların üzerindeki ıslaklık, hızla inip kalkan göğüs. Siktir, bu çok güzeldi. Başımı geriye atıp ellerini tuttum. Şu an beni tutacak birine ihtiyacım vardı. Çünkü düşüyordum. "Savaş!" diye inledim. Patlamamıza az kalmıştı. Birkaç kere daha gelgit yaptı. Son kez tüm gücüyle kendini bana ittiğinde Savaş'ın tüm gücünü içimde hissettim, bir süre sonra ise o güç dalga gibi yayıldı ve ikimiz de aynı anda boşaldık. Boşalmanın etkisiyle üzerine yığıldım. Sanki o an Savaş gücünü bana aktarmış, ben ise o gücün altında ezilmiş gibiydim.
Hızla kollarını sarıp beni göğsüne çekti. "İyi misin?" Konuşacak halim yoktu. Başımı sallamakla yetindim. "Benim güzelim yoruldu mu?" Üstte bu kez ben olduğum için ben daha çok yorulmuştum. Şimdi belli oldu, erkeklerin neden seksten sonra uyudukları. "Dilim damağım kurudu."
"Çok güzeldi ama. Kabul et." Doğrulup yüzüne baktım. "Bir daha üstte olmayacağım, haberin olsun." Kahkaha atarak başını arkaya attı. "Ben keyif aldım şahsen." Eliyle biraz önce açtığı düğmelerimi iliklemeye başladı. Ardından dağılmış saçlarımı düzeltip, bileğimden öptü. "İçeride banyo var, git temizlen istersen." Başımı sallayarak ayağa kalktım. Bacaklarım uyuşmuş gibiydi. Onu bıraktım, kadınlığım sızlıyordu. Çok feci canımı acıtacak kesin. "Senin de temizlenmen lazım. Ceza evine böyle gidemezsin." Tam o sırada kapı çaldı. "Defne, konuşmanız bitti mi?" TABİİ baba bitti. Seksimiz de bitti. "Evet, baba. Geliyoruz aşağı." Tam zamanında. Yorgunluktan paniklemeyi bile unutmuştum.
"Tamam."
***
Temizlendikten sonra çıktığımda benden sonra Savaş içeri girmişti. O çıkana kadar saçımı makyajımı düzeltmeye başladım. Saçlarım dağınık, rujum bildiğiniz yayılmıştı. Yani biri görse seksten değil de kavgadan çıktığımı sanırdı. Rujumu temizleyip tazeledikten sonra üst başıma çeki düzen verdim. O sırada Savaş da işini bitirdi. "Eee? Artık vedalaşma zamanı."
"Biraz önce çok güzel bir şekilde vedalaştık sanki?" Sırıttı. Tam önümde durup yüzümü avuçlarımın arasına aldı. "Önce kendine dikkat et. Benim için senin canın her şeyden önemli. Sonra da biz yokken kızlarla tatile gidin." Bir dakika, ne?!
"Ne?! Saçmalama."
"Hayır, beni iyi dinle. Çok yoruldunuz, çok yıprandığınız. Kafanızı dinleyin. Her şey bitti artık. Tehlike sona erdi. Normal hayatınızı yaşayabilirsiniz." Çok yorulmuştuk hepimiz. Özellikle de kızlar. Kendi hayatlarında sorunları yokmuş gibi bir de bizimle uğraştılar.
Ama ben bu halde dinlenemezdim ki... "Odamdaki siyah çekmecede Sarp Baysoy adına kredi kartları ve bir miktarda para var. İhtiyacın olduğunda kullan. Birkaç ay onunla idare edebilirsin. Sonra da zaten ben geleceğim, birlikte bir şeyler düşünürüz." Yanağımdaki ellerini tutup öptüm. "Benim huzur bulduğum tek yer senin yanın" dedim gözlerine bakarak. Alnını alnıma yasladı. "Biliyorum, ama ben yokken de dinlen. Buna ihtiyacımız olacak."
"Kocamı hapse attım, kendim gidip eğleneyim mi diyorsun yani?"
"Evet tam da onu diyorum. Çıkınca daha bir sürü düğünlerimiz var. Yapılacak çok işimiz var" karnıma dokunduğunda neden bahsettiğini anlamıştım. Çocuk. "Yani dinlenin. Ama senden tek şey istiyorum. Belaya bulaşmayın. Keno, Kuzey, Kerem sizin yanınızda olacak zaten. Ancak benim aklım kalmasın lütfen."
"Tamam," dedim istemeyerek. Hiç içime sinmiyordu. Alnımdan öpüp bana sıkıca sarıldı. "Seni çok seviyorum."
"Ben de seni çok seviyorum."
Bitirdik mi gerçekten? Tüm kara bulutları üzerimizden ittik mi? İttik. Yaptık. Peki kazanan kim oldu? Galiba hiç kimse. Çünkü bu yolda kaybettiklerimiz daha fazlaydı. Sevdiklerimizi kaybettik, düzenimizi kaybettik, bazen kendimizi kaybettik. Hatta hayallerimizi de... Peki ne kazandık? Dostluk, sevgi, aşk, aile, ve yeni bir düzen. Tara bitti. Karanlık gölgeler bitti. Küçük Defne'yi ve Hayal'i üzen o adamlar bitti. Masumlar artık ölmeyecek. Kimse artık ölmeyecek. Adalet kendi yerini buldu. Bu yolda çok kişi kendini feda etti ama yerini elbet buldu. Ne kadar saklarsanız saklayın, adalet kendi yerini bir gün bulacak.
Şimdi kızlarla omuz omuza vermiş, sevdiğimiz adamları hapse gönderiyorduk. Bu bizim için en zor seçim ve karardı. Ama bazen en iyi seçim vazgeçmekti. Sevdiklerinizi korumak için vazgeçmek gerekiyordu.
Hepsiyle vedalaştım. Birisi hariç. Alp'le vedalaşmak istemedim. Kırılmıştım bir kere. Kırmıştı beni... O istedi ama ben istemedim. Her şey yolunu bulsa da bazen bazı kırıklar onarılmıyor. Bu da benim onarılmayan kırığımdı... İyileşir miydi, bilmiyordum.
Veeee geldikkkkkk. Upuzun dolu dolu bir bölümle buradayız. Ben bu bölüm yazarken o kadar stres geçirdim ki ne olacak acaba sonu? Aslında tamamen farklı bir son vardı aklımda. Üzücü son. Ama karakterler kalemi elimden alıp kendi hikayelerini kendileri yazdılar. Bir de baktım, beynimdekilerin hiçbirisi burada yok. Özellikle Savaş karakteri hikayemi yönlendirdi. Şunu bilin ki final daha değil. 55.Bölümde finalimiz olacak.
Bu bölümü okurken çok şaşırdığınız biliyorum. Ama merak ediyorum da acaba hangi sahne daha çok sizi şaşırttı. Ben yazarken şey de şaşırdım, Tara'nın kurucusunun Defne'nin anneannesi çıkması, Ziya'nın Defne'nin amcası çıkması. Yazdıktan sonra şok oldum desem inanır mısınız bilmem?
Şimdi canlarım. Ben bu hikayenin önceki bölümlerini düzenlemeye aldım. Birkaç düzenleme yapmam gerek. Bu yüzden önümüzdeki ay bölüm gelecek. Sizi de diğer hikayelerime bekliyorum. Aksiyon ve entrika istiyorsanız Beyaz Kraliçe, güçlü kadın karakter ve savaşçı bir bilim kurgu istiyorsanız Uyumsuz Vaka size göre. Neyse bu bölümü burada bitirip sizinle kısa süreliğine vedalaşıyoruz. Önümüzdeki ay görüşmek üzere. Hoşça kalın...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.04k Okunma |
500 Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |