

4.Bölüm: "Kırılmış kabulleniş"
Hey bak bana!
Gözü kara!
Aldanma duyduklarına!
Hey pür caka. Sata sata.
Gezmişim orada burada
Ne gördüğüm gibiyim
ne sandığın kişiyim.
Bırak onlar konuşsun
Umrumda değil benim
Kalabalığın nabzı müzikle aynı anda atıyordu. Baslar göğsümün içine kadar giriyor, zemin ayaklarımın altında titreşiyordu. Loş mor ışıklar, arada patlayan strob efektleri...
Kollarım havada, gözlerim kapalıydı. Kalçam müziğin ritmiyle kendi kendine kıpırdıyor, saçlarım omuzlarımdan savruluyordu. Çizmelerimle adım attığım her zeminde sanki ışık patlıyordu. Avuçlarımı saçlarıma götürüp geriye doğru taradım, başımı iki yana savurdum. Kalabalığın ortasında kendi sahnemizi yaratmıştık resmen. Ve bu konuda en başarılısı Hayal'di.
Üzerimde beyaz mini etek, beyaz krop ceket ve beyaz uzun çizmeler vardı. Saçım dalgalı ve açıktı. Bugünü kutluyorduk. Evet, istememden hemen sonra kızlarla gece kulübüne gelmiştik. Hem Fransa'dan gelişimi hem de isteme mi kutluyor diyebilirdik.
"Bu parti Defne'nin aynı zamanda bekarlığa veda partisi de olabilir." Hayal müzikten dolayı yüksek sesle bağırarak bize doğru eğildi. "Dibine kadar yaşıyoruz. Haydi!"
Hepimiz ellerini kaldırarak vücutlarımızı belli bir ritimle dans ettiriyorduk. Aslında neden bu kadar mutlu olduğuma pek anlam veremiyordum. Çünkü Türkiye'ye geri dönme nedenim başka birisi iken, şu an başka birisiyle nişanlanmak, üstelik bunu kutlamak ilginç.
Gürültülü ortamda dans ederken aniden iki saattir suratını asan Damla yavaşça yanıma yanaştı. Bu kızda bu aralar bir şey vardı belli. Ama ne?!
Açıkçası aramız pek iyi değildi. Sadece kalabalık olalım diye Hayal davet etmişti. Hayal ve Şeyma yanımızdan ayrılıp sahnenin ortasına doğru ilerlerken Damla biraz daha bana yaklaştı. Bir şey söylecek belli.
"Defne, nişanlın yakışıklı mı bari?" diye bağırdı Damla, müziğin uğultusunun arasından. Bir an duraksadım. Ne demek istediğini anlayamadım. Kaşlarım kendi kendine çatıldı. Bir elim ritme ayak uyduruyordu hâlâ ama bedenimle zihnim farklı yerlerdeydi. Başımı yavaşça ona çevirdiğimde, göz göze geldik. O an fark ettim... Bakışlarında garip bir kıskançlık vardı. Açık açık değil. Gizlenmiş, bastırılmış, ama oradaydı. Göz kenarlarında bir sertlik, dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gerginlik. "Bari derken?" dedim, dudaklarımı hafifçe büzüp başımı yana eğerek. "Yakışıklı olamaz mı?" Damla gözlerini bir an kaçırdı. Omuz silkti. Sanki çok da önemi yokmuş gibi yaptı ama ben çoktan anlayacağımı anlamıştım.
"Hayır, olabilir de. Ne bileyim. Yakışıklı olsa, sana bakar mı ki?" dedi Damla iğneli tonda. Bir anda afalladım. Beynim birkaç saniyeliğine durdu.
Yakışıklı olsa, sana bakar mı ki? Bir dakika. Ben çirkin miyim yani?
Gözlerim büyüdü, kaşlarım hafifçe kalktı. Yüzümde önce bir şaşkınlık, sonra bir soğukluk belirdi. Damla yüzüme sıradan bir şey söylemiş gibi bakıyordu.
Bu ne biçim tavır?! Bu ne biçim soru?!
Şaka yapıyor olabilir mi, diye düşündüm bir an, ama hayır. Bu şaka değil. Çünkü komik değildi. Hiç. Gülünecek tek yanı yoktu.
Üstüne bir de, başını yana eğip göz kırpma kıvamında, pişkin bir ifadeyle devam etti. "Gerçekleri söylüyorum, kırılmıyorsun değil mi?"
Bi'de?! İçimde bir şey cız etti. Ama hemen ardından, o sıcak sızı yerini buz gibi bir öfkeye bıraktı. Dans etmeyi bıraktım. Ellerimi iki yana bıraktım, ayaklarım sabitlendi. Kalabalığın ortasında, müziğin tam içinde, ona döndüm. Gözlerinin taa içine baktım. Yüzümde gülümseme yoktu artık.
"Ne demek istiyorsun? Sen açık açık konuşsana!"
Kaşlarını kaldırdı, başını biraz geriye attı. Savunmaya geçmişti artık.
"Abartma Defne. Sadece şaka yaptım," dedi, gözlerini kaçırarak. Ses tonu gülüyor gibiydi. Ama kurtuluş yoldu.
Ben gülmedim. Hiçbir yerimde gülme isteği yoktu. Ellerimi belime koydum, nefes alırken ciğerlerimden öfke geçiyordu sanki. "Hayır," dedim, "şaka falan yapmadın sen. İyi düşünülmüş, sakince hazırlanmış bir laf soktun. Şimdi geri adım atmaya çalışma."
Damla başını çevirdi, gülümsedi gibi yaptı. "Of tamam ya," dedi, "büyütüyorsun. Ben sadece ne bileyim, düşündüm de, hani, daha önce hiç böyle bir ilişkin olmadı ya..."
Bir adım yaklaştım ona, sesimi alçalttım ama kelimelerim keskinleşmişti. "Yani bana yakışıklı biri fazla mı diyorsun? Hayatımda biri beni gerçekten isterse, bu sana garip mi geliyor?"
"Hayır, itiraf et. Sen şımarık birisini tatlım. Yani evlenilecek değil eğlenilecek kızsın. O anlamda yani."
Öfkeyle yerimde durup gözlerinin içine baktım. Umursamadan kokteyli içti. Ama ben bu kadar sakin kalamazdım. Hayır, yani genetiğim izin vermezdi. İçtiği kokteyl alıp üzerine boşalttım. Çığlık atarak ayaklandı. "Ne yapıyorsun sen manyak?!"
"Evet, canım tam olarak öyleyim," dedim. Ve düşünmeden, hiç ama hiç duraksamadan Damla'nın burnuna kafa attım. O an içimde biriken her şeyi, bütün o siniri, o küçümsemeyi, o iğrenç bakışlarını, hepsini kafamın ucuna topladım ve suratına gönderdim. Çat diye bir ses geldi. Burnu mu kırıldı? Olabilir neden olmasın?
Gözüm kararmıştı. Panik sesleri duymaya başladım ama umursamıyordum. Damla yerde kıvranırken sadece bir şey söyledim.
"Benim hayatıma burnunu sokarsan, o burnunu kırarım."
"Sakin ol Defne, ne yaptığının farkında mısın?" Şeyma Damla'yı kaldırırken, Hayal kolumdan tuttu. Çünkü ona da kafa atacaktım. "Görüyorsunuz değil mi?" dedi Damla, sesi burun deliklerinden çıkıyor gibiydi. "Belki de bu yüzden Semih seni terk etti. İşine gelmeyince kaba kuvvet! Şımarık zengin bebesi seni!"
Gözüm döndü. Ama Hayal önümde belirdi.
"Bana bak fakir," dedi ve gözlerini kısmıştı.
"Ben Defne gibi kafa atmam, direkt diğer evrene yollarım. Aptal aptal konuşmayı kes. Şimdi fedol!"
Gözlerimi devirip düzeltmeden edemedim. "Fedol değil, defol."
"Defol!" diye yineledi. Sesi bu sefer daha netti.
Ama tam o anda Damla ayağa kalktı, yüzü kana bulanmıştı, gözleri hâlâ küçümseyici, hâlâ kibirli. Ve ağzından o kelime döküldü.
"Hadi yollasana, besleme!"
Hayal'in gözleri büyüdü. Yüzü gerildi, neredeyse nefes almayı unuttu. Hayır Damla'nın söylediği cümle yüzünden değil, bundan sonra olacaklar yüzünden...
✨✨✨
"Şimdi tam olarak nerede hata yaptık?" dedi Hayal çıplak ayaklarıyla asfaltın üzerinde yürürken. Elinde ise topuklu ayakkabılarıyla salına salına yürüyordu.
Hemen yanında ben arkadaşlık görevimi yerine getirerek ona eşlik ediyordum. Evet, bizi kovdular. Açıkçası böyle bir gece olacağını düşünmemiştik ama olsun. Adrenalin oldu bize de.
Onun bu haline kahkahamı tutamadım. "Ya... acaba şişeyi kafasında kırmakla abarttık mı?" dedim, hâlâ olayı ciddiye almayı becerememiş halde.
Hayal gülerek başını salladı. "Hayır, bence sandalye konusunda abarttık. Yani insan içinde sandalyeyi onlara fırlatmamız gerekiyordu."
Dudaklarımı büzüp düşünür gibi gözlerimi kıstım. "Ama Damla'yı çok güzel dövdün kardeşim."
"Ne demek her zaman. Sen burnunu kırdın, ben şişeyi kırdım," dedi gözlerini devire devire. "Ama Şeyma'nın da takma saçları elimde kaldı ya. Hepsi takmaymış." Son cümleyi Fransızca söyledi. Kulağımda zarif ama alaycı Ardından ellerini kaldırdı, sanki hâlâ saç tutuyormuş gibi. "Ben de diyorum, nasıl güzel olmuş saçları falan!"
Birbirimize baktık, birkaç saniyelik sessizlikten sonra gülme krizine girdik. Gerçekten bunu yaşamış mıydık? Arkamızda kalan gece, dağılmış bir parti, kırılmış kalpler ve biraz da kırılmış burunla hatırlanacak. Ancak bir gerçek var ki dostluğumuz delice.
"Bir şey diyeceğim, ya polise şikayet ederlerse?” dedim, Hayal kahaha atarak başını geriye attı. "Etsinler. En fazla babalarımıza şikayet ederler. Babalar da biraz korku filmi fragmanı gibi konuşurlar, 'Ne yaptınız kızım siz böyle, şerefimizi ikiye böldünüz' falan derler. Sonra unutur geçerler. Bir şey olmaz."
Sonra yüzü hafifçe değişti, gözlerini uzaklara dikerek devam etti. "Aslında güzel bile olur biliyor musun? Yakışıklı polis beyefendiler gelir, kimlik sorar. Sonra bir şeyler olur… Onlardan birine aşık oluruz. Ama hani öyle sakin bir aşk değil. Bizi çıldırtan, sinir eden, sonra özleten bir aşk."
Sanki karşımda eski bir Fransız filmi canlanıyordu. "Sonra onlar bize çile çektirirler, biz mahvoluruz. Gözyaşı, terk ediliş, biraz da alkol. Sonra barışırız, evleniriz. Çocuk olur. Bir kızı olur mesela, ona da yine bizim gibi Hayal deriz. O da saçma sapan işlere karışır."
"Yuh! Nasıl bir senaryo kurdun kızım aklında" diye şaşırdım. "Senaryo değil, hayat planı bu!" dedi Hayal ciddi ciddi. "Bak mesela ben adını Bora koydum bile. Karakolda tanışıyoruz. Bana su verirken parmaklarımız değiyor. Elektrik çarpması gibi... Ama su baya sıcaktı, elim yandı tabii."
"Sen önce bi ayakkabı giy bence. O elektrik senin çıplak ayağına çarpıyor da olabilir," dedim, kolumdan tutup kaldırıma çektim onu. "Ya bırak, araba vursun öleyim de nasıl asaletle ölünür görsünler."
Tam o sırada yanımızdan geçen taksi yavaşladı, şöför camdan başını uzatıp, "Bacım, yardıma ihtiyacınız var mı?" dedi. Hayal hemen atıldı. "Evet, hayatımı toparlamama yardım eder misiniz?" Adam gözlerini kırpıştırdı, "Ben... şey... Mecidiyeköy’e gidiyordum aslında."
"Ha yok. Bizim yollar kapalı. Kapattılar." dedim ciddiyetle. Ama ciddiyetimiz kısa sürmüştü. Kendi aramızda gülüşürken taksici alkollü olduğumuzu anlayıp hızla uzaklaştı.
"İnsanlar neden trajedimize ortak olmak istemiyor anlamıyorum," dedi Hayal suratını buruşturarak.
"Çünkü trajedimizde patlayan şişe, kırılan burun ve kopan saç var. Yani girişten bile korkunç!"
"Bence bu geceyi ‘büyüme sancıları’ olarak not etmeliyiz."
"Yok canım, bu geceyi ‘büyürken saçmalamak hakkımızdır’ olarak not edelim. Ama bir sonraki kavgaya ben topuklu giymeyelim. Zor oluyor yahu."
"Ben de kafada şişe kırmam, maksimum plastik bardak."
"Anlaştık."
"Ama Şeyma'nın takma saçları gerçekmiş gibi duruyordu, değil mi?"
Ve sonra kaldırımda kahkahalara boğulduk.
✨✨✨
Kapıyı açıp içeri girdiğimde beni karanlık ve sessiz bir salon karşılamıştı. Yorgunlukla kapıyı kapatıp içeri girdim. Beyaz botlarımı fermuarını açıp birini sağa birini sola fırlattım. Çıplak ayaklarımla odama değil, direkt balkona yöneldim. Mini beyaz eteğim her yürüşümde biraz daha yukarı doğru kıvrılırken umursamadım. Fakat sonra içki içmek istediğimi fark edince, bu kez mutfağa yöneldim. Saçlarım dağınıktı, sanki büyük bir kavgadan çıkmış gibi. Evet öyleydi zaten. Elimle saçımı gelişi güzel düzeltip bardağımı ve viskiyi alıp balkona çıktım.
Kapıyı sonuna kadar açıp balkondaki tekli koltuğa geçip viskiyi bardağa doldurdum.
Balkonun manzarası gece karanlığında bile büyüleyiciydi. Uzaklarda şehir ışıkları birer yıldız gibi parlıyordu. Sokak lambalarının sarı ışıkları, yolları ve kaldırımları aydınlatıyordu. Ağaçların gölgeleri, rüzgarın etkisiyle hafifçe sallanıyordu.
Gökyüzü bulutsuz ve yıldızlarla doluydu. Ay, tüm ihtişamıyla parlıyor ve etrafı aydınlatıyordu.
Ay ışığının hafifçe aydınlattığı balkonda, gözlerim uzaklara dalmıştı. Gece sessizdi, sadece hafif bir rüzgarın yaprakları hışırdattığı duyuluyordu. İçimdeki kocaman bir boşluk vardı. Yetmiyordu, bir şeyler hep eksikti.
Kalbim, yaşadığı kayıpların ve hayal kırıklıklarının ağırlığıyla sıkışmıştı. Gözlerimden süzülen birkaç damla yaş, yanaklarımdan süzülerek yerle buluşurken dudaklarımı birbirine bastırdım. Geçmişin anıları zihnimde canlanırken, geleceğe dair umutlarım solmuş gibiydi. Kendimi yalnız ve çaresiz hissediyordu. Evet, ailem vardı. Arkamda dağ gibi babam vardı. Ama bazen onlar bile yetmiyordu. Çünkü bazı şeyleri onlardan saklıyordum. Bilmesini istemediğim şeyleri onlardan saklıyordum. Onlara yalan söylemem, onlardan çoğu şeyi saklamam bana daha çok acı veriyordu. Benim hakkımda gerçeği bilen kimse yoktu. Belki de kimseye kendim kadar güvenmediğim içindi. Ve o sakladığım sır her geçen gün biraz daha beni tüketiyordu. Ne yapacağım? Ben peki şimdi tam olarak ne yapmalıyım?
Bu gece yıldızlar bile bana teselli veremiyordu. İçimdeki sessiz çığlıklar, karanlığın içinde kayboluyordu. Geçmişin izleri hala üzerimdeydi. Ve bu izler tüm psikolojimi bozuyordu.
Yanağımda aşağı doğru süzülen gözyaşlarımı engellemiyordum. Her biri tek tek intihar ederken, bardağı dudaklarımın arasına götürüp içkini yudumlayarak tek seferde hepsini bitirdim. İçkinin bıraktığı acıyla yüzümü buruşturdum. Beynimi uyuşturmam gerekiyordu. Yoksa bu gece bitmezdi.
"İçki içtiğini bilmiyordum, hep mi içersin?" Aniden duyduğum sesle bakışlarımı yan balkona çevirdim. Sarp... O ne zamandır buradaydı?
Balkon demirlerine ellerini yaslamış beni izliyordu. Onu fark etmemiştim bile. O kadar zihnim kalabalıktı ki... Şaşkınlığım kısa sürmüştü. Gözlerine bakmadan acıyla güldüm. "Hayır, sadece kötü hissettiğim zamanlar." Kaşlarını anlamış gibi havaya kaldırıp başını hafifçe salladı.
"Peki, neden kötü hissediyorsun?"
"Kötü hissettiriyorlar."
"Kim?"
Gözlerimi gözlerine çevirdim. Meraklı gözlerle beni izliyordu. Benim ise gözyaşlarım dinmek bilmiyordu. Hiçbir şey demeyip bakışlarımı çevirdim. O ise susmadı. "Bilimsel bir bilgi vereyim mi sana?" Başımı çevirip ciddi ciddi suratına baktım. Gözünün birini kısıp diğerini de yukarı kaldırdı. "Keçiler çok üzülürse bayılıyormuş. Cidden. Kalpleri hassasmış. Yani sen şimdi az önceki konuşmadan sonra keçi olsan, kesin bayılmıştın. Şu an yerdeydin." Aval aval gözlerine baktım. Ne?! Keçi mi?! Ben mi?! Ve üzülmek?!
O an istemeden bir kahkaha çıkıverdi dudaklarımdan. Elimi ağzıma götürdüm ama çok geçti.
"İşte bu!" dedi Sarp parmağını havaya kaldırarak. "Bu gülüş… işte dünya bunu görmeli." Gözlerim hâlâ nemliydi ama içimde bir yer ısınmıştı. Biri, ağlarken bile bana gülmeyi hatırlatmıştı. "Sen ne zamandır buradasın?" Nihayet merak ettiğim soruyu sormuştum.
"Sen geldiğinden beri buradayım. Seni bekliyordum. Ama beni fark etmedin, çünkü zihnin kalabalık. Etrafını göremiyorsun." Anlamış mıydı gerçekten? Duygularımı dışarıya mı yansıtıyordum acaba?
Balkon demirine yaslandığımda metalin soğukluğunu hissettim. Başımı gökyüzüne kaldırdım, gözlerimi kapattım."Evet, biraz sorunlu bir geceydi. Birinin burnunu kırdım da."
Yan gözle onu süzdüm. Şaşkınlık yüzüne öyle hızlı oturdu ki, gözleri büyüdü, dudakları hafif aralandı. Az önceki sakinliği yerini şok dolu bir tepkiye bıraktı. "Ne?!" dedi, sesindeki tiz ton beni gülümsetmişti. Bardağı yavaşça masaya bıraktım, içimdeki dalgaları saklamadan, hafif bir tebessümle devam ettim. "Damla denen bir kızın. Sonra işte, arkadaşım da diğer kızın saçlarını yolarken, kızın takma saç taktığını öğrendik."
Bu kez sandalyesinden doğruldu, başını bana doğru eğdi, kaşları havada "Ne?" diye bağırdı. Ona döndüğümde yüzümde artık gizlemeye gerek görmediğim bir eğlence izi vardı. "Evet," dedim, omuzlarımı silkerken. "Çünkü kızın saçları Hayal’in elinde kaldı. Biz şok."
"Çete misiniz kızım siz?" diye sorduğunda, onun hâlâ bizi tanımadığını fark ettim. Daha başımıza neler geldiğini, kim olduğumuzu bilmiyordu. Oysa bizim için bu tür olaylar sıradan şeylerdi. Gülümsedim. "Değiliz, valla değiliz. Sadece o kız çok üstümüze geldi. Ama kim olsa aynı şeyi yapmaz mıydı zaten?"
Kararlı bir baş sallayışla, "Hayır!" dedi.
Masum bir ifadeyle ona baktım. Onun gözlerindeki devasa şaşkınlığı görünce istemsizce sırıttım. "Tamam," dedim alttan alırcasına, "birazcık dozu kaçırmış olabiliriz ama kendimi koruma amaçlı yaptım. Çok üstüme geldi." Sarp demir korkuluğa yavaşça dirseklerini yasladı. Gövdesi hafifçe bana döndü, sesi bu kez yumuşaktı.
"Ne dedi ki?" Omuz silktim, gözlerimi kaçırdım. "Bu konu hakkında konuşmasak?" Cevap vermedi. Sessizliğimi kabullendi, ama gözleri hâlâ üzerimdeydi. "Tamam," dedi sonunda, sonra sesi alçaldı. "Peki şimdi nasıl hissediyorsun?"
Duraksadım. İçimde, az önceki kahkaha kırıntılarının yerini ağır bir boşluk almıştı. Gözlerimi yere indirdim. Sesim titrese de, içimde birikenleri susturamadım. "Etrafımda bir sürü beni seven insan var, ama bazen oluyor ki, kendimi yalnız hissediyorum. Neden böyle?"
Gece, bu kez gerçekten sessizdi. Balkonun ötesinde şehir duyuluyordu. Araba kornaları, insanların sesleri müzik sesleri karışmıştı.
Sonra dirseklerini demire biraz daha gömüp başını eğdi." Sevilmekle görülmek aynı şey değil," dedi alçak bir sesle. "Belki de sen sevilirken görülmediğini hissettin. Yalnızlık da oradan büyüdü."
Sözleri içimde bir yere dokundu. Birinin beni anlamasını beklerken, kendimi anlamamda yardımcı olan birisi vardı karşımda. Evet, hissettiğim tam olarak buydu. Yutkundum. Elim istemsizce demirde gezindi. Aramızdaki mesafe yok denecek kadar az olduğu için elini uzattığında parmaklarımız demirin üzerinde birbirine değdi. Geri çekilmedim. O da çekmedi. "Ne dediğini anlatmak zorunda değilsin," diye ekledi. "Ama bil ki, konuşmak istersen buradayım. Susmak istersen de buradayım."
Gözlerim hafif dolmuştu, hemen gökyüzüne kaçırdım. Karanlık, bir yerlerden sızan sarı ışıkla parça parça olmuştu. İçimdeki kabuk, ince bir çizgiden çatladı sanki. Yıllardır açılmayı bekleyen bir kutu gibi derin bir nefes aldım. "Ben… bazen kendime fazla yüksek geliyorum," dedim kısık bir sesle. "Sanki zihnim bir stadyum, herkes bağırıyor ve tek bir kelimeyi seçemiyorum. İnsanlar yanımda, evet, ama o kalabalıkta sesim kayboluyor."
Sarp gülümsedi. "O zaman," dedi, "bağırmayı bırakıp fısıldayalım. Fısıltı, bazen her şeyi daha net eder."
Çekinerek ona baktım. Alt dudağını yine ısırmıştı. Bu sefer mahcup değil, kararlı görünüyordu. Bal rengi gözleri yüzümün her zerresinde dolaşırken nefesimin kesildiğini fark ediyordum. "Kendini korumak için vurduğunu söyledin," dedi. "Bazen insan, en sert yumruğu kendine atıyor. Ben de attım. Oluyor." Bakışlarıyla yetmiyormuş gibi bir de cümleleriyle beni hipnoz ediyordu. "Ne zaman?" diye sordum, merakımdan değil, sesimi dışarıda tutmak için. Ona kapıldığımı saklamak için. "Uzun hikâye," dedi omzunu silkerek. "Ama sonu şu: Kimseyi içeri almamaya yemin ettim. Sonra balkona biri çıktı." Sesi o kadar yumuşak o kadar yatıştırıcı bir tona sahipti ki insan onun sesine bile aşık olabilirdi. "Sessizce durdu. Kendi kendine konuşur sandım. Meğer benim duymam gerekiyormuş." Kaşlarım hafifçe kalktı. "Ben mi?"
"Sen," dedi, sanki bundan daha açık bir cevap yokmuş gibi.
Rüzgâr hafifçe yön değiştirip saçlarımı yüzüme savurdu. Sarp elini uzattı, bir an durdu. İzin ister gibiydi. Başımı hafifçe salladım. Saçlarımı nazikçe kenara itince, yutkundum. Ona aşık olmam an meselesiydi. Her şey çok mu romantikti, yoksa ben mi çok alkollüydüm? Dokunuşu, düşünceli ve kısaydı. Sanki çizgiyi geçmemek için ölçüp biçmişti.
"Şimdi nasıl hissediyorsun?" diye sorunca dilimle dudağımı yaladım. Cevabı, kalbimin ritminde buldum. Daha derli topluydu. "Biraz daha az yalnız," dedim. "Biraz daha görüldü."
"İyi," dedi, derin bir nefes alıp. "Bu gece böyle kalsın. Yarın, sorunlu gecelerin raporunu tutarız." Kıkırdadım. "Rapor mu? Başlık: 'Damla’nın Burnu ve Peruk Vakası'."
"Alt başlık," diye karşılık verdi, gözlerini kısıp, "Yan Balkonda soruşturma!" Karşılıklı gülüştüğümüzde içimde uzun süredir çözülemeyen düğüm sanki çözülmeye başlamıştı. Ben yıllardır aradığım şeyi galiba bulmuştum...
Ama hâlâ içmek istiyordum. Uyuşmak istiyordum. Masada bıraktığım viskiyi alıp tam içecekken, aniden balkonun üzerinden geçip, benim balkonuma geldi. Elimden usulca içkiyi alıp masaya geri bıraktı. "Ama içmek istiyorum" diye çıkışınca başını salladı. "İçince hayatında hiçbir şey değişmez. Sadece beynini uyutuyorsun o kadar."
"Belki de uyutmaya ihtiyacım vardır," dedim bardağı elimden bırakmadan. "Sakinleşmek için içiyorum ayrıca."
Sarp kaşlarını kaldırdı, gözlerini üzerime dikti. Elimdeki bardağa bir an bakıp sonra bana döndü.
"Gerek yok," dedi sakince. "Ayrıca, hani sen üzülünce tepeye gidiyordun? Neden oraya gitmedin?"
O anda kaşlarımı çattım, ifadem şaşkınlıkla karıştı. "Bu saatte mi?" diye karşılık verdim. "Şimdi sokak alkollü adamlarla dolu. Gidemem ki."
Sarp kahkahayı bastı. Sesindeki alay değil, o çocukça şaka havası daha da sinirimi bozdu.
"Neden gülüyorsun?" dedim, sinirli ama hâlâ ayakta kalmaya çalışan bir sabırla.
"Sen de alkollüsün," dedi omuz silkerken. "Anlaşırsınız işte."
O an sabrım bitti. Şakacı tavrına karşılık olarak ona saldırdım — omzuna vurmaya başladım, ciddi değil, ama kendimce cezalandırıyordum onu.
Sarp kahkahalarla geri çekildi. Üzerime gelen dalgayı savuşturur gibi kaçtı. Ben de kazağının yakasını tuttum, onu kendime çekmeye çalıştım. Ama nafileydi. Kocaman adamdı, dirençliydi, kasıtlı olarak kendini geriye attığında neredeyse arkasından sürüklendim.
O an, bir anlık boşluk oldu. Ayaklarım kaydı. Bedenim kontrolsüzce öne doğru savruldu. Ve ardından gelen sert temasla aniden başım döndü. Demir korkuluklara çarptım. Tam dengemi kaybedip düşecekken Sarp'ın belimden kavramasıyla son anda kurtulmuştum.
Sıcacık eli, korkunun tam ortasında bir güven gibi sarıldı etrafıma. Beni kendine doğru çekti. Gövdem onun göğsüne çarptığında kalbim daha da hızlı atıyordu. Korkudan mı, yoksa başka bir şeyden mi, bilemedim. Ancak o an bir şey hissettim. Sarp'ın kalp atışları. Elimin altındaki kalp, o kadar hızlı atıyordu ki sanki benim kalbimle yarışıyor gibiydi.
"İyi misin?" dedi sesi panikle karışık, gözleri gözlerimi arıyordu.
Sadece başımı sallayabildim. Konuşacak gücüm yoktu. Çünkü o tutmasaydı, belki de balkondan aşağı düşecektim. Gözleri önce gözlerimde sonra dudaklarımda dolaştı. Nefesi yüzümdeydi, ve aynı şekilde benim de nefesim onun dudaklarına çarpıyordu.
"Teşekkür ederim, beni kurtardın." dediğimde yüzündeki ifade değişti. Sanki ne yaptığını şimdi idrak ediyormuş gibi bir ifade yerini aldı suratında. Birkaç saniyenin ardından beni kendine çekti. Doğrulduğumda o hâlâ donmuş vaziyetteydi. Neden böyle olduğuma dair hiçbir fikrim yoktu. Yanlış bir şey demiştim, ya da yanlış bir hareket mi yapmıştım, anlamadım.
Koltuğa geçtiğimde o da yanıma gelmişti. Fakat ben hiç düşünmeden bir hamle yaptım. Sarp koltuğa oturduğu anda ona sokularak başımı göğsüne yasladım. Bu benim yaptığım en aptalca bir şey olabilirdi. Ayık olsaydım asla yapmazdım belki de. Hatta yaptığım için kendime bile kızardım. Ancak şu an ne düşündüğümün bile farkında değildim. Yanlış olduğunu biliyordum ama yapmak istiyordum.
Beni yadırgamadı, ya da gitmedi. Kollarını belime sarıp başını kafamın üzerine yerleştirdi. "Hiç birini sevdin mi?" sorduğum sorunun üzerinden 3 saniye sonra derin bir nefes aldı. "Sevdim" dedi nötr sesiyle. "Ben de çok sevdim" dedim sorusunu beklemeden. "Ya da inandım bilmiyorum. Ve o inançlarımı altüst etti." Hiçbir şey demedi sustu. Ama ben devam ettim susmadım. Susamadım. "Ben neden buradayım, biliyor musun?"
"Arkadaşını kurtarmak için geldiğini söylemiştin."
"Evet ama asıl nedeni o değil. Onunla hesaplaşmak istedim. Ancak şimdi onunla hesaplaşma cesaretini kendimde bulamıyorum." Başımı kaldırıp gözlerine baktım. "Ben ne yapacağım?" Sarp bir şey düşünüyor gibiydi. Dalgındı. "Sen de mi onu düşünüyorsun?" diye sorunca başını hızlıca iki yana salladı.
"Hayır, onu çoktan içimde bitirdim. Ama çıkmaz yollarım var Defne. Emin ol, ben de şu an senin kadar ne yapacağımı bilemez haldeyim," dedi.
O an onun içinden neler geçtiğini bir anlığına anlamaya çalıştım. Ama olmuyordu. Gözlerime bakarken söyledikleri ne kadar dürüst olsa da, içimde bir şey eksik kalıyordu. Sarp bir şey saklıyordu. Ve ben bunun ne olduğunu bilmiyordum. Sessizliğe gömüldüm. Kollarının arasından sıyrılıp ayağa kalktım.
"Ama haklısın," dedim, sesim boğuk ve yorgundu. "Ben burada kafamı dağıtamayacağım."
"Nereye?" diye sordu, sesi hâlâ arkamdan yankılanıyordu.
"Tepeye gideceğim."
Arkamı döndüm, içeri doğru yürümeye başladım. Ardımdan o da geldi. Odama girerken onu hissettim arkamda.
"Delirdin mi? Bu saatte mi? Ben şaka yapıyordum," dedi endişeyle.
Omuzlarımı silktim. Gözlerine bile bakmadan, sadece "Umurumda değil, gideceğim," dedim.
Odama gelip üzerimdeki takımdan kurtulup yatağımın üzerine attım. Dolaptan siyah eşofman, üzerine siyah krop tişört giyinip saçlarımı at kuyruğu yaptım. Makyajımı yıkadıktan sonra saçlarımı toplayıp odadan çıktım. Biraz önce peşimden gelen Sarp artık evde yoktu. Sanırım gitmişti. Balkona çıkıp gidip gitmediğini kontrol ettim. Balkonda da değildi. Bu kadar çabuk mu gitti yani? Ama doğru değildi ki? En azından biraz daha kalıp beni ikna edebilirdi öyle değil mi?
Değil, sana mecbur mu acaba? Belki de bu konuda başarısızdım. Kimseye yetemiyordum.
Aniden bir boşluk hissi tüm bedenimi kaplamıştı. Sanırım aniden yalnızlık beni biraz rahatsız etmişti. Ya da en hızlı bir şekilde evden çıkması...
Apartman koridoruna çıktığımda içimde garip bir sızı vardı, ama bu hissi umursamadım. Balkonumdan söktüğüm çiçeğin bir kısmını dikkatle toprağıyla birlikte küçük bir poşete yerleştirdim. Minik küreğimi de alıp ağır adımlarla dışarı çıktım. Koridor sessizdi, neredeyse nefes alsam yankılanacak gibiydi.
Bir an duraksadım. Gözlerim istemsizce sağa, Sarp’ın dairesinin kapısına kaydı. Kapı elbette kapalıydı, ama içeride ne düşündüğünü, ne hissettiğini merak ettim. Şu an evden çıkıyordum, hem de gecenin bir vakti. Hiç mi umurunda değildi? Kapıyı aralayıp “Nereye gidiyorsun?” bile demeyecek miydi?
Sözlüsüyüm ben. Gerçek bir ilişki olmasa bile… Bu rolün gereği bile olsa, gitmemi engellemek için bir sebep sunabilirdi. Yalancı bir endişe bile yeterdi.
Ama şimdi sessizlik, yalnızlık ve kapalı bir kapı vardı karşımda. Oysa az önce gözlerinde beliren o endişe, o anlık donakalmış hali… Hepsi nereye gitmişti? Bu tutarsızlık kafamda yankılandı durdu. Bir şeyler eksikti, yanlış ya da belki çok fazla sahiciydi.
Kapıya bir süre daha baktım. Sonra iç çektim. Ayakkabılarımın çıkardığı yumuşak ses eşliğinde merdivenlere yöneldim.
"Eğer birisini öldürsem beni hapise atar mıydın?"
"Ne?!" diye sordu şaşkınlıkla. "Neden böyle bir soru soruyorsun ki?"
Dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerine baktım. "Merak ediyorum, beni kurtarır mıydın yoksa direkt hapise mi atardın başkomiserim?" Kaşlarını havaya kaldırıp düşünceli gözlerle beni süzdü. "Yani nişanlınım ya hani. Kendi nişanlını hapise atar mıydın?" Sırıttı, ardından omuz silkerek "neden adamı öldürdüğüne bağlı" diyerek gözlerini kaçırdı. "Ha yani hapise atardın" dedim trip dolu cümleyle. "Hayır, neden öldürdüğünü bağlı" Yüzünde ciddiyet mi var, yoksa alay mı ediyor anlam veremedim.
"Mesela yanlışlıkla öldürmüş olsam? Öldürmek istemeden öldürmüş olsam?"
Aslında cevabı belliydi. Direkt hapise atardı. Çünkü zaten yanlış yaptığımız için ceza çekeriz. Öyle değil mi? Bir daha o yanlışı yapmamak için...
Sustu, gözleri gözlerimde takılıydı. Söyleceği şeyi merak ediyordum. Ama aklımda zaten ne söyleyeceğini tahmin ediyordum. "Niye böyle garip garip sorular soruyorsun?"
"Çünkü merak ediyorum."
"Gerçeği mi duymak istersin, duymak istediğini mi?" diye sorunca tam tahmin ettiğim gibi olduğunu anlamıştım. "Gerçeği." Ama yine de bir umut. Belki de yanıltır diye. Hani hikayelerde olur ya...
"Evet, tutuklardım seni" diyince sanki bunu bekliyormuş gibi güldüm. Evet, hikayede değilmişiz. "Ne bekliyordun? Ah, hayır ben seni asla tutuklamam, seninle birlikte kaçarım dememi mi? Film mi çekiyoruz?"
"Odunsun, biliyorsun değil mi?"
"Sen de çok hayalperestsin." Suratımı asarak merdivenleri inmeye başladım.
"Ayrıca beni tutuklarsan seni de içeri attırırım. 'Benimle işbirliği yaptı' derim," dedim burnumun ucuyla konuşur gibi. Arkamdan kahkaha attı, sesi boş merdivenlerde yankılandı.
"Ne bekliyordun, ben içerideyken sen kızlarla civit mi atacaktın?" Sözümle daha da sırıttı, ses tonu hafif alaycıydı.
"Ha demek kıskanıyorsun beni. Bu bir itiraf mı?"
"Hayır, kendim yanarsam seni de yakarım demek."
"Ha… seni deli gibi kıskanıyorum, benden başkasına bakamazsın demek?"
"Biraz daha konuşursan seni öldürürüm demek."
"Sen bayağı bayağı benden hoşlanıyorsun demek," dedi, sesindeki keyif gizlenemezdi. Gözlerimi devirdim. Sabırsızca adımlarımı hızlandırıp merdivenleri indim. Sanki arkamdan gelmeyecekmiş gibi, sanki o hâlâ gülümsemeye devam etmeyecekmiş gibi. "Kaçarak kurtulamazsın, Defne."
"Kaçmıyorum, yürüyorum," dedim tersleyerek.
"Bana mı?" dedi peşimden hafif bir sırıtmayla. Aniden durup döndüm ona. Gözlerinin içine baktım. "Yarın cenazede ne giyineyim?" dedim aniden, hiçbir bağlamı olmayan bir soruyla. Sarp bir an afalladı. "Kimin cenazesi?"
"Senin cenazende," dedim, öfkem taşarak. "Çünkü bu gece o tepeye sen gömüleceksin!" O güldükçe ben daha çok sinirleniyordum. O ise yalnızca güldü. Gamsız adımlarla yanıma gelip gözlerimin içine baktı. İçimdeki alevi görmesini ister gibiydim ama o sadece eğleniyor gibiydi. "Galiba bazı kızlar sana ilgi gösterdikleri için herkesi öyle sanıyorsun!" dedim, kollarımı göğsümde birleştirerek. Sözlerim ok gibi saplansın istedim. Ama o bana hâlâ gülen gözlerle bakıyordu. Sanki söylediklerimin hiçbir etkisi olmamış gibi. Sinirden titriyordum. "Diğer kızların bakması umurumda değil," dedi sakince. "Sana gelince de aramızda zaten bir şey olamaz. Seni sinirlendirmek hoşuma gidiyor, o kadar."
Diğer kızlar umurumda değil mi? Yani benim bakmam mı umurunda?
Hayır, Defne. Bir anlam çıkarma! Sakın!
İçimdeki sesi susturmaya çalıştım ama kalbim daha hızlı atmaya başlamıştı bile. Gözlerimi kıstım, sesim soğukla karışık imalıydı. "Aramızda bir şey olamaz. Çünkü senin tipin değilim. Öyle değil mi?" Yüzüne bir sırıtış daha yayıldı. Beyaz dişleri yine meydandaydı. Allahım gerçekten onu öldüreceğim galiba. Kesinleşti çünkü.
"Evet, tipim değilsin. Çünkü sarışın seviyorum."
Sarışınlar da sana bakar zaten, yürüyen ego!
"Tüh! Çok üzüldüm, görüyor musun? Şansıma küseyim o zaman," dedim alayla.
Arkamı dönüp sert adımlarla apartmandan çıktım. "Başka evrende artık," dedi gülerek.
✨✨✨
"Bu saatte bir tepede, elinde kürekle yürüyen kız. Gerçekten etkileyici bir profilin var."
"Konuşma Sarp," dedim dişlerimin arasından.
"Tamam, beni gömmeyeceğine dair söz verirsen susarım." Gözlerimi devirdim ama istemeden bir gülümseme kaçtı dudaklarımdan. O hemen yakaladı.
"Gülümsedin!"
"Hayır."
"Yemin et."
"Sarp!" Tepenin en yüksek noktasına geldiğimizde durdum. Elimdeki poşeti yere bıraktım, ardından minik küreği toprağa sapladım. Hafif rüzgar saçlarımı savurduğunda bakışlarım Sarp'a kaydı. "Gerçekten gömecek misin o çiçeği burada?" Allahım sanki insan görmüyoruz. Bu nasıl bir soru?
"Evet. Buraya bir şey dikmek istiyorum. Güzel bir şey. Belki, her şeyin kötü gitmediğini hatırlatır," dedim, farkında olmadan ciddileşerek. Bir süre sessizlik oldu. Sonra yanımda çömeldi.
"Güzelmiş. Yani, kötü espri yapmayacağım. Söz." Başımı çevirdim, göz göze geldik. Bu kez dalga geçmiyordu.
"Demek ki içinde bir gram insanlık kalmış" dedim ama sesim yumuşaktı.
"Romantik bir geceydi. Kürek, toprak, tehdit... Tam benlik."
Yanağımda belli belirsiz bir gülümsemeyle ona baktım. Beni her seferinde nasıl güldürüyor? Hayır hem yakışıklı hem de komik olamaz bir erkek. Bu bence çok fazla. Ben çiçeği dikmeye devam ederken o çimenlerin üzerine oturdu.
"Yalnızlık bir yerden sonra alışkanlığa dönüşüyor," dedi. "Kendi sesinle konuşmak... kendi kendini avutmak... Sonra biri geliyor, iki kelime ediyor, ve sen içinden gitme demek istiyorsun ama dışından saçma sapan bir espriyle kovalıyorsun."
İçimde bir şey düğümlendi.
"Gitme mi diyorsun bana?"
Sessizlik.
Sonra Sarp başını çevirdi, gökyüzüne baktı.
"Ben birine 'kal' demeyi çoktan unuttum, Defne. Ama biri kalmak istemezse de, tutmam artık. Kırılırım diye değil, yoruldum diye."
Bu sözleri duyduğumda içim acıdı. Onun yorgunluğu, benim suskunluğuma karıştı. "Savaşmak bazen en iyi fikir olmaya biliyor değil mi?"
"Kimin için savaştığına bağlı" diyince yanına çimenlerin üzerine oturdum. "Bazen vazgeçiş en iyi seçimdir." dedi.
"Neyse ki kitabımda vazgeçmek yok"
Baktı gözlerime... Derin anlamlı... Gülümsedim sadece. O da gülümsedi ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Tüm ayarlarımı bozacak gibisin."
"Öyle olacak zaten." dedim yanağına öpücük kondurdum. Geri çekildiğimde biraz önceki Sarp gitmiş yerine başka birisi gelmişti. Gözlerinin içi parlayan birisi...
✨✨✨
Pazartesi yoğunluğu mu desem, yoksa sadece bugüne mi özel, hâlâ karar verememiştim. Sabahtan beri yaklaşık elli hasta yolcu ettim. Ne bir oturacak vakit, ne de bir yudum su içme şansı… Demesi kolay, yaşaması insanın kemiklerini çatlatacak cinstendi.
Önlüğüm hâlâ üzerimdeydi. Cebimdeki kalemler bile yorulmuş gibiydi. Kapıdan çıkarken Asu’ya seslendim. "Asu, yarım saat mola veriyorum. Hastalara bilgi verirsin."
"Tamam, Defne Hanım," dedi başını sallayarak. Kapıyı kapatıp kilitledikten sonra ağır adımlarla mola odasına doğru yürüdüm. İçeride birkaç doktor arkadaşım vardı. Kimisi bilgisayara gömülmüş, kimisi telefonda oyun oynuyordu. Başımı hafifçe eğip hepsine sessizce selam verdim.
Kahve makinesine yöneldim. Plastik bardağı aldım, makinenin başında durup sıcak kahvenin akışını izlerken, arkamdan cırtlak bir ses ortamı böldü.
"Tebrik ederim, Defne!"
Sanki alkış kıyamet kopmuş da sahneye çağrılmışım gibi bir edayla söylemişti. Gözlerimi kısmadan edemedim. Saçlarımın arasından dönüp sesin sahibine baktım.
Evet, Çiğdem'di. Gülümsemesinin samimiyeti, bir yılanın derisinden bile daha inceydi. Masanın ucunda çayını karıştırıyor, ama gözleri doğrudan üzerimdeydi. "Evleniyormuşsun," dedi Çiğdem. O kadar kendinden emin, o kadar alaycı bir gülümsemeyle söyledi ki, bir an duraksadım. Dudaklarındaki o ince kıvrımda, bana doğrudan değil de, sahneye çıkmış da oyun oynuyormuş gibi bakıyordu. Küçük bir gülümsemeyle karşılık verdim, bozulmuş gibi görünmek istemiyordum. "Teşekkür ederim," dedim, sesimi yumuşatarak. "Darısı senin başına, Çiğdem."
"Teşekkür ederim canım." Ayağa kalkıp bana doğru yaklaştı, başını hafif yana eğdi. "Ama nişanlın Sarp Baysoy'muş," dediğinde bedenim istemsizce gerildi. Gözlerimi kırpmadan ona baktım. Sarp’la ilgili dışarıdan böyle net bir şey duyacağımı hiç beklememiştim. Ünlü olduğunu bu kadar açık duymam garipti. Kafamda yankılandı o isim...
Sarp Baysoy.
Bir polis memuru ne kadar ünlü olabilir ki? Anlam verememiştim. Kahvemi aldım, yavaşça doğru ilerledim. Kalçamı masaya yasladım, ayaklarımı çaprazladım. "Evet de, sen nereden tanıyorsun?" dedim.
Tam o anda Zeynep araya daldı, yüzünde yaramaz bir sır yakalamış gibi bir ifade vardı. "Nereden mi tanıyoruz?" dedi kaşlarını hafif kaldırarak. "Kızım bizim Gökçe'nin eski sevgilisi. Yedi yıllık ilişkileri oldu."
Ne?!
Yutkunamadım. Boğazıma bir şey düğümlenmişti sanki. "Bizim Gökçe mi? Sarışın, estetik doktoru olan Gökçe mi?" Gözlerim çoktan bir şeyleri sorgulamaya başlamıştı.
"Evet. Onların aşkı devlerin aşkı kadar büyüktü yani," dedi Zeynep. Gözlerinde geçmişe ait bildik bir parıltı vardı. "Yoksa sana anlatmadı mı?"
Küçük bir sarsıntı geçirdim. Kalbim karnıma indi. "Anlattı da ben unutmuş olabilirim," dedim. O an yalan söylemek bile refleks değildi. İçgüdüydü. Kendimi korumam lazımdı.
Ama suratlarındaki o inanmayan bakış... Göz göze gelmek istemedim. Sanki söylediklerimi soyup altındaki çıplak gerçeği görmüşlerdi.
"Yani sana geçmişini anlatmadıysa," dedi Çiğdem yavaşça, sesi zehirli bir ok gibiydi, "belli ki bitmeyen bir şeyler var. Belki de aklı hâlâ Gökçe’dedir."
İçimden bir ses bağırıyordu. Saçmalıyorlar! Hepsi saçmalıyor! Ama sesimi ne kadar yükseltsem de içimdeki tedirginliği bastıramadım. "Saçmalayın arkadaşlar. Biz severek evleniyoruz. Ne alaka yani?" dedim. Göz ucuyla kahvemi bıraktım, onların yanıt vermesini bile beklemeden arkamı döndüm.
Tabii ki durağım Hayal'in odası olacaktı. Çünkü konu ben olunca doğru olanı o söylerdi.
Tabii ki durağım Hayal’in odası olacaktı. Ne zaman kafam karışsa, içimde bir boşluk oluşsa oraya giderdim. Çünkü o, benle ilgili konularda ne yalan söylerdi ne de boş yere umut verirdi. Gerçek neyse onu söylerdi. Acıtıcı bile olsa.
Kapıya birkaç adım kala görüş açıma biri girdi.
Gökçe.
Bir kadına bir kombin bu kadar mı yakışır? Beyaz doktor önlüğünün altındaki o krem rengi takım, onun üzerinde sanki bir dergi kapağından fırlamış gibi duruyordu. Vücut ölçüsü, postürü, yüz hatları, her şeyiyle dikkat çekiyordu. Sapsarı saçlarını özenle dalgalandırmıştı. Yarısını gevşekçe toplamıştı, sanki rüzgar değmiş gibi. O gözler... o yeşil gözler... Koyu tonlarda yapılmış makyajla daha da çarpıcı görünüyordu. Victoria’s Secret podyumundan fırlamış gibiydi. Ve bu kadın, şu an nişanlı olduğum adamın bir zamanlar sevgilisiydi. Hem de sıradan bir ilişki değil, yedi yıl. Bir ömür gibi.
İçimde ince bir sızı hissettim. Kalbim küçüldü sanki. Gözüm ister istemez camda yansıyan kendi siluetime kaydı. Düz saçlarım, nötr ten rengim, sade makyajım... Evet, ben normaldim. Belki de fazla normal. Gökçe’nin yanında figüran gibi hissediyordum. Ama bunu asla kimseye belli edemezdim.
Hiç beklemeden Hayal’in odasına daldım. İçimdeki huzursuzluğu bastırmak için kendimi odaya attım. Hayal, her zamanki gibi rahatına bakıyordu. Yüzüne maske yapmış, başını koltuğa yaslamış gözlerini kapatmıştı. Onu öyle görünce hafifçe iç çektim. "Asu, kimseyi alma, daha molam bitmedi," dedi, beni Asu sanarak. "Yani bakım yapmam lazım, cildimin rengi solmuş."
Kapıyı sertçe kapattım. "Benim, Defne." Sesi duyar duymaz irkildi. Hemen toparlandı.
"Tamam da ne bu sinir?" dedi, maskesini çıkarıp lavaboya geçerken. Yüzünü yıkarken soruverdim:
"Gökçe benden güzel mi?"
Soruyu öyle aniden, o kadar savunmasız sordum ki kendim bile şaşırdım. Bu kadının, Sarp’ın hâlâ aklında olma ihtimali midemi bulandırıyordu. Ya beni onunla kıyaslıyorsa? Ya hâlâ onu seviyorsa? Ya benle birlikteyken onu düşünüyorsa? Ama ne bileyim ki? Kimsenin beyninin içine giremem.
Hayal yüzünü kurularken dönüp bana baktı ve çok net bir şekilde, hiç lafı dolandırmadan "Evet, Gökçe senden güzel" dedi. "Hatta benden de güzel.
Gözlerim kocaman açıldı. Ağzım da öylece kaldı. İçimdeki minik özgüven kırıntıları bir anda yere saçıldı. "O kadar destek oluyorsun ki, sağ ol canım ya," dedim burun kıvırarak.
"Ne oldu anlatsana!" dedi, sesindeki panik dikkatimi dağıttı. Yerimden kalkıp odanın köşesindeki tekli koltuğa kendimi bıraktım. Bir yandan içimden homurdanıyor, bir yandan da kendimi tutmaya çalışıyordum.
"Sarp’ın eski sevgilisi Gökçe’ymiş."
"Ne?!" dedi Hayal, ellerini havada sarsarak yanıma geldi. Gözleri faltaşı gibi açılmıştı. "Gerçek mi?"
"Evet. Çiğdem söyledi biraz önce."
Hayal’in kaşları çatıldı, yüzündeki şaşkınlık yerini sorgulamaya bıraktı. "İşte bunu beklemiyordum. Başka ne dedi Çiğdem?"
Bedenimi öne eğdim, sanki bir sır fısıldayacakmışım gibi. "Aşkları büyüktü. Sıradan bir ilişki değilmiş. Epik bir aşk gibi anlatıyorlar."
Anlattıkça midem daha da bulandı. Sanki her kelime, içime yeni bir kıymık saplıyordu. Hayal bile sessizdi. Ve ben kendimi bir başkasının hikâyesinin gölgesinde kalmış gibi hissediyordum.
Hayal başını hafifçe salladı. "Tamam da benim anlamadığım şey şu. Sen neden bu kadar üzüldün?"
"Sarp bana bu konuyla ilgili hiçbir şey anlatmamış."
"İyi de sizin aranızdaki ilişki gerçek değil ki, neden anlatsın? Ayrıca eski özel hayatı yani belki de hatırlamak istemiyordur? Olamaz mı?"
"Hayır, olamaz. Bana her şeyi anlatmak zorunda" dedim yüksek sesle. Hayal sırtını koltuğa yaslayıp bacağını bacak üstüne attı. Yüzünde kendinden emin gülüşle gözlerini bana sabitledi. "Aşık mı oluyoruz acaba?" Hayal'in sorusuyla donup kaldım. Yüzümü bir anda ateş bastı, yanaklarım yanıyordu. Gözlerimi yere kaçırdım, ama birkaç saniye sonra kaşlarımı çatıp dişlerimi sıktım. Niye böyle oldum? Hayır, yani haklı da değil abi. Ellerimle saçlarımı geriye attım, bir an alnımı ovuşturdum. Kendime sinirliydim. Hem utanmıştım, hem de bunu belli ettiğim için daha da kızgındım. "Ne alakası var? Ben sadece bana karşı açık olmasını istiyorum o kadar."
"Bence kendisi bunu söylemeli. Tabii kötü bir geçmişi varsa, bu biraz zaman alabilir. Ama illa ki söylecek. Söylemezse sen sorarsın. Şu an ise hiçbir şey yokmuş gibi davran."
Hayal haklıydı, ben onun yakasına yapışıp da bana geçmişini anlat diyemem. Kendisi isterse anlatır. O zaman tek seçenek kalıyor. Beklemek...
"Kaldı ki Gökçe evet, burada çalışan bir çok kadından güzel" diye devam etti Hayal. "Ama Gökçe'de olmayan sen de olan bir şey var. Enerji. Senin enerjin o kadar farklı ki insanları kendine çekiyorsun sihir gibi. Ve ayrıca sırf biri güzel olduğu için onu sevemezsin. Gökçe güzel ama çok soğuk. Yani enerji meselesi tatlım."
Herkese merhabalar arkadaşlar. Bu bölümü birazcık kısa tuttum. Nedense bu bölümü burada bitirmek istedim. Skslslsllxmdm
Evet bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz? Sarp hakkında ne düşünüyorsunuz? Peki ya Defne?
Lütfen oy vermeyi unutmayın... Hoşça kalın...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.04k Okunma |
500 Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |