

Herkese merhabalar... Yazarınız geldiiii? Nasılsınız görüşmeyeli? Tanıtım kısmını tiktokda yayınladım anında keşfete düştü inanmıyorum sısıskslslalsk
Şimdi sizinle birlikte Savaş beye uğrayıp döneceğiz. Bakalım o taraflarda durum nasıl?
Medyadaki kadın Serap.
5.Bölüm "Arkadaş Olalım"
"Peynirsiz olanından"
Yazarın anlatımıyla.
Savaş gözlerini telefondan ayırmadan dudaklarını araladı. "Cesur, o adamlara söyle, oraya gelirsem kafalarının ortasında büyük bir delikle geri dönerler!"
"Abi, faydası yok! Kızı istiyorlar." Cesur ellerini önünde birleştirmiş öfkeyle alt dudağını ısırıyordu. Stresten dolayı soğuk terler akıtıyordu. Çünkü karşı taraf epey zorluyordu. Ve bu oyunun sonunda Savaş'ın zarar görmesinden korkuyordu. "Abi, istediklerini versek mi? Hiç uğraşmasak?" Savaş'ın teslim olma niyeti olmadığını biliyordu. Çünkü Savaş masum bir kıza zarar vermek istemiyordu. Savaş öfkeli gözlerle Cesur'a döndü.
Öfkeden dolayı dudakları titriyordu. "Masum bir kadını şerefsizlere teslim etmemi mi istiyorsun?"
"Öyle düşünme. Hem ayağımızın altından da çekilir. Zaten geçen sefer sen onu öldürmek istedin, şimdi kararını değiştiren ne oldu? Kızın tek mesajına düşemezsin değil mi?!" Cesur fazla cesurdu. Savaş'ı nereden vuracağını biliyordu. Fakat bu kez istemeden onu sinirlendirmişti.
Savaş ölümcül bakışlarla ayağa kalkarak Cesur'un önünde durdu. Cesur'un böyle konuşması onun öfkesini körüklüyordu. Çünkü şimdiye kadar Savaş Karakurt hiçkimseden akıl almazdı. Kendi bildiğini okurdu.
"Benim birinin aklına ihtiyacım var mı sence?!" dedi tıslayarak. Cesur korku dolu gözlerle Savaş'ın gözlerine bakarken "gözlerini yere dik Cesur!" dedi emir vererek. Cesur itaat etmeliydi. Onun vazifesi oydu.
Cesur gözlerini yere dikerek ellerini önünde birleştirdi. "Hayır, abi. Özür dilerim."
Savaş Cesur'u uzun zamandır tanıyordu. En iyi adamlarından biriydi. Sağ koluydu. Cesur genelikle ona verilen emre itaat ederdi.
Savaş sertçe elini Cesur'un omzuna koyup gözlerini mavi gözlere dikti. "Şimdi gidiyorsun, onlara diyorsun ki istediğiniz kızı Savaş abim vermiyor! Hodri meydan! O kız bana kalacak. Gerekirse cezasını da ben vereceğim. Benden başka kimse onun saçının teline dokunursa yakarım!" Cesur şok içinde gözlerini açtı. "O zevki benden başka kimse tadamaz!"
Kulaklarına inanamıyordu. Savaş Karakurt bu kızı gerçekten öldürecek miydi? Kendisi hem de. Onun babasına can borcu olmasına rağmen mi? Bu kadar cesur ve inatçı olduğunu Cesur şimdi fark ediyordu. Kızın adına üzülmüştü. Kız hiçbir şey yapmadığı halde öldürülme emri verilmişti. Şimdiye kadar birçok canları alan Savaş Karakurt şimdi masum bir kadına kıyacaktı. Ve yeraltında en büyük savaşı başlatacaktı...
Defne'nin anlatımıyla.
Güneşin ilk ışıklarıyla gözlerimi açtığımda uyku sersemi halde başımı kaldırıp etrafa baktım.
Ha odadayım. Sorun yok. Kaçırılmadık.
Tekrar başımı yastığa koydum. Uyumak isterken uykum gelmiyordu, kalktığımda da uykum geliyordu. Ne yapacağım peki? Ha en güzeli telefonla vakit geçirmek.
Telefonu açtığımda aniden Sarp'ın mesajıyla donakaldım. Ne o? Gerçek sevgililer gibi günaydın mesajı mı atıyordu?
Başkomiser : Günaydın, uyandın mı?
Kaşlarımı çatarak dudaklarımı büzdüm. Bayağı bayağı mesaj atmış bana. İlginç
"Günaydın, ne o? Günaydın mesajları atılmaya başladı mı?"
Gülücük emojileri attı ard arda. Ardından yazmaya başladı.
Başkomiser: Sana bir şey söyleyecektim.
"Tabii."
Başkomiser : Serap seni görmek istiyor. Gelebilir misin şimdi?
Kaşlarım şaşkınlıkla çatıldı. Açıkçası nedenini biliyordum, ama yine beni görmek istemeyeceğini düşünmüştüm. Oraya gitmeyi istiyordum ama Serap'a ne diyeceğimi bilmiyordum. Çünkü onu yarı yolda bırakmıştım.
"Sen karakolda mısın?"
Başkomiser: Evet
"Tamam geliyorum."
Başkomiser: Bekliyorum
Hemen ayaklanıp yatağımı topladım. Ardından hızlıca banyoya girip yüzümü yıkayıp, dişlerimi fırçaladıktan sonra hemen odama geri döndüm. Saçlarımı taradıktan sonra küçük tokayla bir kısmını toplayıp diğer yarısını açık bıraktım. Yüzüme sadece rimel ve ruj çekip ardından hafifçe pudra sürüp dolaba doğru ilerledim. Kahverengi kısa deri gömlek elbisemle siyah botlarımı alıp hızlı hareketlerle giyindim. Siyah uzun trençkotu ve siyah çantamı alıp evden çıktım.
Karakola geldiğimde gözüm Sarp'ı arıyordu. Hızlı adımlarla odasının önüne geldiğimde kapının kilitli olduğunu fark ettim. Odasında değildi. Bir yere gitmiş olmalı. Bakışlarım onunla karşı karşıya olan Alp'in odasına kaydı. Odada hiç kimse yoktu. O zaman Sarp'la Alp birlikteler. İyi de ikisi de nerede?
"Pardon," önümden geçen bir memur beyi durdurup "Sarp başkomiser ve Alp komiser nerede?" diye sorduğumda adam bir yerlere kadar gittiklerini ve birazdan döneceklerini söyledi. Başımı hafifçe sallayıp teşekkür ederek yanından ayrıldım. Serap'ın yanına tek gidecektim. Buna hazır olup olmadığımı bile bilmiyordum.
Diğer komiserlerden yardım alarak Serap'la konuşmak için bir oda ayarladım. Karanlık, penceresi olmayan bir odaydı. Oturup sessizce Serap'ı beklemeye başladım.
Zaman sanki yavaşlıyor, her saniye bir ömür gibi geliyordu. Kalbimin derinliklerinde belirsizlik ve endişe duygusu hakimdi. Gözlerim sürekli kapıya ya da telefona kayıyordu. Serap'la ilgili anılar aniden zihnimde canlanmaya başlamıştı. Serap benim çocukluk arkadaşımdı.
Serap'ın bir ailesi yoktu. Yurtta büyüyen bir kızdı. Ailesini çocukken kaybetmişti. Önce çok mutluydular fakat daha sonra aralarında sorun çıkmaya başlamıştı. Bizim ailelerimiz birbirleriyle arkadaştılar. Sürekli birbirimizin evlerine giderdik. Serap'la ben hiç ayrılmadık. O yurtta olduğunda bile hep onun yanına giderdim. Hatta bazen gidip onunla kalırdım. Yalnız hissetmesin diye her zaman birlikte olurduk. Bazen haftalarca o bizde kalırdı. Biz arkadaş değil kardeş gibi büyümüştük... Ama şimdi durum farklıydı. Serap'ın yine arkasındaydım. Onu kurtarmak için Sarp'la yakınlaşmıştım. Bundan Sarp'ın bile haberi yoktu. Onun evine girip bu dosyayla ilgili daha fazla bilgi toplamam gerekti. Bu yüzden Sarp'ın teklifini kabul etmiştim. Yoksa hiç tanımadığım bir adamla neden evleneyim ki? Bir taşla iki kuş vurmayı planlıyordum. Sarp'la evliliğimiz oyun üzerinde kurulacaktı. Annemin ve onun annesinin ne kadar inatçı olduğunu biliyorduk. Asla vazgeçmeyeceklerini de. Bu yüzden biz de kendimizi kurtarmak için plan yapmıştık. Fakat bu en çok bana iyi yarayacaktı.
Serap buradan çıksa bile Savaş'ın elinden kurtulamazdı, bu yüzden Savaş Karakurt'u tehdit ede bileceğim bir koz geçirmem gerekiyordu.
Ve bunun için de Sarp'ı kullanmak zorundaydım. Buna mecburdum. Kardeşimi kurtarmak için buna mecburdum... Sarp daha önce Savaş'la karşılaşmıştı. Savaş'ın Sarp'a zarar vermeyeceğini düşünüyordum. Nedense onların arasında bir bağ varmış gibi hissediyorum. Belki de yanılıyorumdur.
Kapıda sürekli bir hareketlenme hissettiğim an gözlerim kapıya kayar, kalbim hızla çarpıyordu. Ama kapının açılmadığını görünce hayal kırıklığı ile tekrar yavaşlıyordu. Dakikalar geçtikçe artık sabrım tükenmeye başlamıştı. Tam o sırada kapı açıldı, ve Serap içeri girdi.
Üzerindeki kıyafetler buruşmuş ve lekelenmişti. Gözleri, birkaç gece uykusuz kalmış gibi yorgun ve kızarmıştı. Gözaltında geçirdiği süre boyunca yaşadığı stres, yüzündeki çizgilerde belirginleşmişti.
Sarı saçları dağınık ve yağlıydı, sanki günlerdir taranmamış gibiydi. Yüzünde, hafif bir solgunluk ve bitkinlik vardı. Dudakları çatlamış ve kuruydu, sanki uzun süre susuz kalmış gibi. Ellerinde, kelepçelerin bıraktığı hafif izler görülebiliyordu.
Beni gördüğünde üzgün ifadeyle gözlerime baktı. Arkasından duran polis kapıyı kapatıp çıktığında artık sadece ikimiz vardık. Gözlerimi koyu kahverengi gözlerinden ayırmadan ayağa kalktım. Hayal kırıklığı ile bana bakıyordu. Ona ihanet ettiğimi düşünüyordu.
"Beni yarı yolda bırakmayacağına söz vermiştin..." dedi ağlamaklı sesiyle. "Sen de herkes kadar yalancısın..." Dolan gözlerimi engellemedim. Kalbim içimde sıkışmaya başlamıştı. "Beni burada neden yalnız bıraktın Defne?" Gözyaşları yanağından aşağı doğru devrilirken yutkundu. Sorusuna cevap istiyordu.
"Ben bunu yapmak zorundaydım. Seni kurtarmak için bunu yapmak... Burnumu çektim, yanına gidip kollarından tuttum. "Bak, sana zamanı gelince her şeyi anlatacağım. Ama şu an bana inanmak zorundasın..." Gözlerinin içine bakarak acı dolu gözlerimi gözlerine diktim. "Bana güvenmeni istiyorum, ne dersem onu yap. Gerisini bana bırak. Seni buradan kurtaracağım Serap!"
Acıyla güldü. "Güvenmek?" Sinir bozukluğu ile gülerek geri çekildi. Beni geriye itti. "Bir gecede tüm avukatlarımı benden alan bir kıza mı güveneceğim? Şaka mısın?" Bana inanmıyordu. Haklıydı, ben de olsam ben de inanmazdım. Çünkü hiçbir açıklama yapmadan ortadan kaybolmuştum.
Yaptığım acımasızcaydı...
Serap delirmiş gibi odada volta atarken, aynı anda bu yaşadıklarına inanamıyordu. "Ya inanmıyorum ya. Benim canımdan çok sevdiğim kardeşim beni yarı yolda bırakıp gitti. Beni burada bırakıp gitti. Hem de hiçbir açıklama yapmadan."
İnanması zordu, biliyorum. Ama ona tüm gerçekleri burada anlatamazdım.
"Evet," dedim onu ikna etmeye çalışarak. "Bak, beni Savaş Karakurt çok zor bir duruma soktu. Şimdilik senin peşini bıraktığımı düşünsün diye böyle yaptım."
"Ha beni yem ettin yani?" dedi imayla. "İnanmıyorum sana. Bu kadar aptal nasıl olabildim ben?!"
Artık sabrımın sınırına geliyordu. Beni dinleseydi aslında her şeyin basit olduğunu anlardı. Ama beni dinlemiyordu. "Serap, buradan çıkmak istiyor musun, istemiyor musun?" dedim üzerine bağırarak. İrkilerek kapıya yaslandı.
Beklenmedik bir hamle yapmıştım.
"Sabrımı zorlama! Seni buradan çıkarmak istiyorum. Peki sen buradan çıkmak istiyor musun?" diye tekrar sorduğumda başını çekingen gözlerle hafifçe salladı.
"İstiyorum," dediğinde gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım. Arkamı dönüp ellerimi masaya dayadım, ardından masaya doğru hafifçe eğildim.
"O zaman bana güven. Aklımda bir plan var..." dedim sakince. "Bana güvenmezsen ben hiçbir şey yapamam." Nefes nefese kalmıştım. Sabah kahvaltıda hiçbir şey yememiştim ve yine yorgundum. Stres olunca daha çok kötü oluyordum. Masaya bıraktığım suyu alıp içtiğimde Serap yanıma gelip koluma dokundu.
"İyi misin?" Telaşlı görünüyordu. Benim için telaşlanmıştı. Başımı onaylarcasına sallayıp, suyu masaya geri bıraktım. Tüm gücümü toplayarak tekrar ona döndüm. "Seni burada bırakamam." dedim tüm kararlığımla.
"Üç günümüz var..." dedi üzgün ses tonuyla. "Üç günden sonra mahkemem olacak..." Gözleri tekrar dolmaya başlamıştı. Onu böyle görünce daha çok üzülüyordum. Kalbim sızlıyordu. Dağınık saçlarını arkaya doğru atıp, yorgun gözlerine baktım. İçimde hala savaş vardı. Acaba Serap gerçekten suçlu muydu? Yoksa Savaş ona iftira mı atmıştı? Bu soruyu Serap'a sormaktan çekiniyordum. Kırılacak diye çok korkuyordum.
"Sana tek bir soru soracağım," yüreğim bir anda titremeye başlamıştı. Ağırca yutkunup tekrar derin bir nefes aldım. "Sen gerçekten böyle bir şey yaptın mı?" diye sorduğumda aniden kaşları çatılmıştı.
Üzgün ifade gitmiş, yerini öfkeye vermişti.
"Hayır!" dedi bağırarak. "Sen ne dediğinin farkında mısın?! Ben katil miyim?!" dedi üzerime yürüyerek. Öfkeyle parlayan gözleri üzerimde dolaştı. Beni her an öldürecek gibi bakıyordu.
Ona inanıyordum, ancak Savaş'la ilgili söylenen şeyler aklımı karıştırmıştı. Herkes aynı şeyi söyleyip duruyordu.
Masumları öldürmüyor!
Olaylar gitgide daha da karışık hale geliyordu. Bu benim ilerlememi oldukça zorlaştırıyordu. "Tamam, özür dilerim. Savaş benim kafamı karıştırdı. Tamam. Sorun yok."
Elini sertçe masaya vurup gözlerime dik dik baktı. "Sana benimle ilgili tabii ki de yalan söyleyecek o şerefsiz! Çünkü derdi benim. Ona inanma!"
Şimdi ne yapacaktım?! Serap'a inanmak istiyorum ama bir tarafım Savaş'a inanmamı söylüyordu. Ama ben Serap'a inanmayı seçtim...
Serap'tan ayrıldıktan sonra karışık zihnimle birlikte yukarı çıktım. Düşüncelerimle yine başbaşa kalmıştım. Artık bu kadar fazla düşünmek beni yoruyordu. Yaklaşık bir aydır ki normal hayatımdan fazla uzaktaydım. Artık eski hayatıma geri dönmek istiyordum. Uykusuz geçen geceler... Sabahları beni rahat bırakmayan düşüncelerim, beni fazlasıyla yoruyordu. Ara sıra öyle bir kafama esince başımı alıp buralardan gitmek istiyorum. Ama sonra arkamda bıraktıklarımı hatırlayınca yapamıyorum.
"Amirin kızı!" Duyduğum tanıdık sesle olduğum yerde durdum. Arkamı döndüğümde Alp ve Sarp'ın bana doğru geldiğini gördüm. Bedenimde ağır bir yorgunluk hissetmiştim. Aç olunca ben hep böyle olurdum. Halsiz, yorgun ve bitkin.
"İki saattir seni çağırıyoruz, neden duymuyorsun?"
Acaba Serap Savaş'ı hiç gördü mü? Onu sormadım, Savaş hakkında hiçbir şey sormadım. Aptal Defne! Belki o bir şeyler biliyordur...
"Defne?"
Serap böyle birisi asla değil. Savaş desen adam hakkında emin konuşuyorlar. Belki de herkes Savaş'ın adamıdır? Yok ya. Herkes olsa bile dedem asla olmaz. Peki o neden herkesin söylediğini söyledi? O zaman Savaş hakkında söylenenler doğru. O zaman burada suçlu kim?
O kadar fazla düşünüyorum ki, artık kendimi suçlu çıkaracağım!
Savaş'la kesin konuşmam gerekiyor. Bu böyle olmuyor çünkü.
"Defne!" dedi Sarp aniden bağırarak. "Seninle konuşuyoruz. Aklın nerede senin?" Omuzlarımdan tutarak beni silkelediğinde kendine gele bilmiştim.
"Pardon, Savaş." Ne?! Savaş değil aptal Sarp! Sarp şaşkınlıkla gözlerini kocaman açtı. "Ne?"
"Pardon, Sarp diyecektim." İyice aklımı kaçırdım." Alp ikimize kısa bakış attıktan sonra kıkırdamaya başlamıştı. Sanırım aklımı kaçırmama gülüyordu.
Sarp ise onun aksine tüm ciddiyetiyle beni izliyordu. "Sen neden böyle durgunsun? İyi misin?" Bana doğru yaklaşıp hafifçe gözlerimi görmek için başını eğdi. "Serap'la konuştum da. Biraz kafam karışık. Bağırdı, çağırdı." dedim mırıldanarak.
Tek kaşını havaya kaldırıp benden uzaklaştı. "Yani Serap'ın peşini bıraktın mı?" Şüpheci tavırları hoşuma gitmemişti. Ama tüm herkesin Savaş için çalıştığını tahmin etmek zor değildi. Bu yüzden herkese aynı yalanı söyleyecektim. "Evet" Alp gözlerini kısarak inanmıyormuş gibi bana baktığında duruşumu dikleştirip ona döndüm. "İnanması zor ama benim savaşacak gücüm yok..." dedim açıklama yaparak. "Serap'ın bana söylediklerinden sonra da artık onun için savaşamamın bir anlamı yok."
"Senin adına sevindim," dedi Alp Sarp'a bakış atarak. "Öyle değil mi? En azından ona zarar gelmeyecek."
Sarp ise başını sallamakla yetindi. Gözlerini bir an olsun üzerimden çekmiyordu. Dikkatlice beni izliyordu.
"Zaten Savaş da aynısını söyledi. Onunla bir anlaşma yaptık. Ona sadık kalacağım."
Kalmayacaktım. Savaş'ı bulmak, onunla konuşmak istiyordum. Ama ondan önce Serap'ı bu lanet olası yerden çıkarmam gerekiyordu.
Bana zarar geleceğini biliyordum. Korkmuyordum desem yalan olur. Ben resmen kumar oynuyordum. Ve galip zaten belliydi. Ben ise bu kumardan nasıl kurtulacağımı düşünüyordum.
Alp aniden bana tekrar dönüp gülümseyerek elini uzattı. "Tebrik ederim, evleniyormuşsunuz?" Demek herkesin kulağına yetişti. Bakışlarım Sarp'a kaydı. Sırıtıyordu, yine.
Alp'ın bana uzattığı elini tutarak sıktım. "Teşekkür ederim," dedim samimi gülümseyerek.
"Açıkçası iki gün tanıdığın adamla evlenecek tipte bir kıza benzemiyordun. Şaşırdım."
Muzip bir şekilde gülüp elimi çektim. İnan hiç ben de beklemiyordum. Ama işte olaylar öyle gelişti...
"Şaşırtmayı severim," dediğimde Sarp'ın yüzündeki gülüş daha da büyüdü. Şerefsizin gözleri yine güzel bakıyordu. Bakışlarımı ondan kaçırıp elimdeki su şişesinin ağzını açtım. Heyecandan mıydı dudaklarım kurudu, yoksa stresten mi?
Tam içerken "o zaman evlenmeden önce çocuk da yaparsınız siz" dediğinde öksürerek suyu yere püskürttüm. Öksürdüğümde Alp büyük bir kahkaha atmıştı. "Nasıl da heyecanlandı." Sarp ise ölmemem için ara sıra sırtıma hafifçe vuruyordu.
Bebek mi? Ne bebeği? Dokunmak yasaktı. Öyle bir şey olmayacaktı. Aklınca benimle oyun oynuyordu. Heyecanlanmamıştım, sadece şaşırdım. Kendimi toparladıktan sonra derin nefes alıp verdim.
"Demek ki boşboğaz arkadaş sensin," dedim sırıtarak. Gülüşü anında solmuştu. Bana laf sokmak, Defne Yıldız Aksoy'a laf sokmak kolay mıydı?
Bu kez sırıtan Sarp'tı. Söylediğim cümle hoşuna gitmiş olmalıydı. "Neden olmasın, her an her şey olabilir," gözlerime arsızca baktığında şok içinde gözlerimi açtım. Bir dakika! Bu benim şakama değil Alp'in cümlesine mi tepki verdi?! İnanmıyorum! Bu adamı bana dokunmayı mı planlıyordu? Öyle bir şey olmayacaktı. İzin vermeyecektim.
"A-Sen... Ben" kekeleyerek bir şeyler anlatmaya çalışırken aniden konuşmayı unuttum.
Heyecan değildi... Stresti...
"Şaka yapıyorum. Haberim var anlaşmanızdan" dediğinde yutkunarak bakışlarımı kaçırdım. Sarp anında yetiştirmişti. Sanırım Alp'le Sarp yakın arkadaştılar. Başka bir açıklaması olamazdı çünkü.
"Ha ha ha yaptığın şaka çok komik" yüzümü buruşturarak gözlerimi devirdim. Sırıtarak "amirin kızı sert çıktı başkomiserim," dedi Sarp'ın koluna imayla vurarak. Anlaşılan bu ikiliyle bayağı uğraşacaktım...
"Çocuk diyince nasıl heyecanlandı gördün mü?" Benimle alay ediyordular. Kendi aralarında konuşarak kıkırdarken aniden Sarp bana bakarak "gerçekten sana dokunacağımı mı zannettin?" dedi kısık sesle. Gözleri kararlı bakıyordu.
Sanki bende yanıyorum onun için. Bana dokunmasını istiyorum. Bu adamın egosu artık sinirlerimi bozmaya başlamıştı.
Saçımı arkaya doğru savurup "ah bende ölüyorum senin için" dedim kendime özgü edayla. "Her gece Sarp ne zaman bana dokunacak diye hayal ediyorum, rüyalarıma giriyorsun..." dedim cilveli sesle. İma ediyordum, o da anlıyordu. Kızmak yerine gülüyordu. "Benim gibi güzel, asil, çekici, cilveli, zeki bir kadına kim sahip olmak istemez ki? O kadar yakışıklı adam dururken sana bakacağımı mı zannediyorsun?" Yakışıklıydı, ama yakışıklı olduğunu düşündüğümü bilmemesi gerekiyordu. Ve sanırım onu kırma yolunda ilerliyordum...
"Sen değil miydin bana gözlerin çok güzel, bakışın çok güzel falan diyen? Ben mi yanlış hatırlıyorum?"
"Ne?! " Alp heyecanla gülerek bizi seyrediyordu. "Oha! Oğlum çok iyi!"
Alp heyecanlandığında paniklemiştim. Ona karşı duygularım olduğunu düşünmesini istemiyordum. Bu benim için felaket olacaktı. "Hayır! Öyle bir şey demedim!" İnkar etmek bir işe yaramıyordu. Ben panikledikce Sarp daha çok eğleniyordu. "İlk günden beri bana yürüyorsun!"
"Yok artık!" dedim şok içinde çıkan sesimle. "Bir de evlenme teklifi ettiğimi söyle tam olsun."
Alp gülerek "şimdi sen bizim Sarp'a yürüdün mü?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım. Sarp abartıyor, Alp inanıyordu. Şaka mıydı? Benim hakkımda kötü düşünmelerini istemiyordum. Onlar gözünde aptal birisi görünmek hiç istemiyordum.
"Hayır, yalan söylüyor. Ben öyle bir şey yapmadım!" Yanaklarım yanmaya başlamıştı. Midemden yukarı doğru sıcaklık yükseliyordu. Evet bu duygunun adı utançtı.
Alp daha gülmeyini bitirmeden Sarp "o zaman neden kucağımdaydın?" dediğinde büyük şokla gözlerimi kocaman açtım.
"Ne?!" diye aynı anda Alp'le birlikte bağırdık. Alp daha büyük bir kahkaha attığında artık karakoldaki herkes bize bakıyordu. Ve bu durum beni daha çok utandırıyordu. Ben ise ne yaşadığımın şokunu atlatamamıştım. Benim başım döndüğü için ona yaslanmıştım o gün. O ise kendi beni kucağına almıştı. Ben öyle bir şey yapmamıştım ki...
Aniden gözlerimin dolduğunu hissettim. Utançtan yerin dibine girmek istiyordum. Söylediği hiçbir şeyi yapmadığım halde utanıyordum.
"Abi, belki de kız seninle evlenmek için böyle bir oyun kurdu olamaz mı?" Boğazım düğümlenmişti. Artık bu kadarı da fazlaydı... Benim hakkımda ileri geri konuşuyordular... Sanki sürtükmüşüm gibi hissediyordum...
"Ben öyle bir şey yapmadım!" dedim ağlamaklı sesimle. Aslında her şeye ağlayan birisi değildim. Ama kaç gündür düşüncelerim yüzünden duygularım da darmadağın olmuştu. Gözlerimden yaşı sertçe silip kapıya doğru ilerledim.
"Dur, dur dur! Defne tamam özür dileriz" arkamdan bağırmalarına rağmen umursamadan yürümeye devam ediyordum. Çünkü birazdan ağlayacağımı biliyordum. "Defne!"
Sarp'ın aniden kolumu tutup kendine çekmesiyle göğsüne sertçe çarpmıştım. İki kolumdan tutup beni sabitlemeye çalıştığında kollarından kurtulmaya çalışıyordum. "Bırak beni!"
"Özür dilerim," dedi sakin ses tonuyla.
"Dileme! İstemiyorum. Bırak beni!" Gözyaşlarıma süzülmeye devam ederken gözlerime bakmaya çalıştı. Ben ise gözlerimi kaçırıyordum. Beni kendine çekip bir eliyle belimi sıkıca tutup diğer eliyle çenemi tuttu ve kendine çekerek gözlerine bakmamı sağladı. Sıcaklığını hissettiğim an yutkundum. "Kırılgan olduğunu bilmiyordum. Daha yeni yeni tanışıyoruz, seni tanımama izin ver." Beni tanımak istiyordu, ben de onu. Ama şu anki durumumuz buna müsaade etmiyordu. Çünkü ortada büyük oyun dönüyordu. Biz de oyunun kuklalarıydık... Ve bu ortamda birbirimizi nasıl tanıya bilirdik ki? Açıkçası tanımasını istemiyordum, beni kimse şimdiye kadar iyi tanımıyordu. Çünkü kimseye kendi dünyamın kapılarını açmamıştım. Çünkü kimseye o kadar güvenmiyordum...
Gözlerinin içine dik dik bakarak "beni tanıyamazsın, şimdiye kadar kimse tanımadı, bundan sonra da kimse tanımayacak!" dedim sert tonda. Son kez tüm gücümle onu ittiğimde geri çekildi. Arkamı dönüp gidecekken "o zaman oturup tost yiyelim," diye seslendiğinde durdum.
"Peynirsiz olanından."
Yutkundum. Bunca zamandır ara sıra ailem bile peyniri sevmediğimi unutuyordu. Sofraya kahvaltı zaman peynir koyuluyordu. Ama haftalar önce söylediğim şeyi aklında tutan birisi vardı karşımda. Hem iki gündür tanıdığım adamdı... Neden?!
Ona doğru döndüğümde sıcak gülümsemeyle bana bakıyordu. "En son tost yemediğimizde fenalaşmıştın. Yine aynı şey olsun istemem," dedi masum gülüşüyle. Öyle güzel gülüyordu ki ona karşı gülümsememek günah olurdu sanki. Aniden göz kırptığında garip hissettim.
Yanıma gelip gözlerime baktı. "Bak gel arkadaş olalım, böylelikle aramızda anlamsız ilişkinin adını koymuş oluruz. Çünkü artık arkadaşlıktan öte bir yolumuz olmayacak!"
Doğru söylüyordu. Bizim aramızda arkadaşlıktan başka bir şey olması imkansızdı. Bu saatten sonra da zaten asla olamazdı... Sanırım...
✨✨✨
Sarp'la birlikte yemeğe çıkmıştık. Evet, aslında ikimiz çıkmıştık. İlk kez gerçek nişanlı gibi baş başa kalmıştık. Yemek yerken dikkatimi yan masadaki kadın çekti.
Yan masada oturan kadın garip yemekler sipariş etmişti. Garip dediğim benim için garip herkes için normal. Yani yengeç? Ya da ıstakoz muydu?
"Nasıl yiyorlar onu?" diye mırıldandığımda Sarp başını çevirip kadının yemeğine kısa bir bakış atıp önüne döndü. "Zevk meselesi." Tek kaşımı havaya kaldırdım. "Bence vicdan meselesi. Yazık değil mi o hayvana? Onu nasıl pişirdiklerini biliyor musun?"
"Evet, aslında birçok yöntemi vardır ama ben bildiğim kadarıyla çoğu zaman kaynatıyorlar." Söylerken içi acımıyor muydu? "Evet, ve o insanlar da onu yiyorlar. Ve böylelikle daha çok ıstakozun canı yanacak."
Söylediğim cümleyle donakaldı. Yüzünde şaşkınlık ama aynı zamanda da imalı bir gülüş vardı. Fakat gülüşünü saklamaya çalışıyordu. "Şimdi güzelim, sen bir konuda haksızsın. Mesela şu an yediğin eti de canlı olarak kesmiş, pişirmiş ve önüne sunuyorlar. Yani o da bir hayvan."
"Ama onu kaynatarak acı çektirmiyorlar." diye çıkıştığımda dudaklarını birbirine bastırarak güldü. Ve başını iki yana salladı. Gülüşüyle istemeden ben de gülmüştüm. "Defne'ciğim, ben seninle şimdi laf savaşına girsem kaybederim. O yüzden hiçbir şey demiyorum, haklısın."
"Sarp, sen birçok kızın hayalisin, biliyor musun?" dediğimde bakışları bana kaydı. Hafifçe gülümseyip parmaklarını kenetledi. "Peki, senin hayalin miyim?"
Aniden sorduğu cevapla heyecanlanmıştım. "Ne-na-ni, yani nasıl yani?" Heyecanlandığımı görünce daha çok güldü. "Yani senin hayalindeki erkek miyim?" Alt dudağımı hafifçe ısırdım. Cevap belliydi de... Şimdiki durum farklıydı.
"Ben senin hayalindeki kadın mıyım?" diye sorarak okları ona çevirdim. Gülerek başını iki yana salladı. "Hayır," dediğinde küçük çaplı bir hayal kırıklığı geçirdim. Onun hayalindeki kadın olmamak. Ama yaşadıklarımızın bir oyun olduğunu düşünürsek aslında belki de doğru olan buydu.
"Hayalimden daha fazlasısın."
Sesi, sözcüklerin arasına gizlenmiş bir sihir gibi kalbime saplandı. Dünya sessizliğe büründü; sadece onun sesi, onun gözleri vardı. İçimde bir yerler kıpır kıpır oldu, hafifçe titredim. Sarp oku tam hedefe atmıştı. Bu adam hangi yollardan gideceğini çok iyi biliyordu.
Son sahneyi böyle okuyanlar?
Herkese merhabalar... Canım okurlarım... Yazarınız geldi
Nasılsınız? Ayy bu bölümleri yazarken o kadar heyecanlanıyorum ki...
Bölümle ilgili fikirlerinizi merak ediyorum. Hemen yorumlara koşun... Ben de diğer bölümleri yazmaya gidiyorum. Sizi seviyorum oy vermeyi de unutmayın...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.04k Okunma |
500 Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |