8. Bölüm
Adelina / Savaş'ın Yıldız'ı / 7.Bölüm: 'Bilinmeyen Hata'

7.Bölüm: "Bilinmeyen Hata"

Adelina
adelinashwriterr


7.Bölüm: "Bilinmeyen Hata"

"İnsan en çok yaralarıyla şekillenir."

"

 

✨✨✨

O günden beri bu konuyla ilgili Sarp'la hiçbir şey konuşmamıştık. Ve bugün onun doğum günüydü. Ben ise koltukta uzanmış sosyal medyada vakit geçiriyordum. Zaten yapacak bir şey yoktu. Onun için planladığım sürpriz mahvolmuştu.

Aldığım pastayla ona sürpriz yapacaktım. Ama şimdi ayağa kalkma yasağı gelmişti. Aslında iyiydim, tamam ağrılarım vardı ama ayağa kalka bilirdim. Sadece Sarp henüz ayağa kalkmamı istemiyordu. Tüm gün evde olduğu için gizlice evden çıkamazdım da. Of, bunlar benim başıma gelmek zorunda mı? Koca adam için pasta alacaktım. Benimle geçirdiği ilk doğum günüydü. Ve bu mahvoldu.

Tabii benim aldığım küçük pasta ona büyük sürpriz olmazdı fakat en azından düşündüğümü belli etmek istemiştim.

Ben salonda uzanırken, Sarp odada hazırlanıyordu. Arkadaşları onun için parti organize etmişlerdi. Sarp bu partiyi ertelemek istemişti. Ama ben engel olmuştum. Zar zor da olsa ikna etmeyi başarmıştım. Benim için doğum günler çok özeldi. İnsan doğum gününü nasıl kutlarsa, tüm yılını da öyle geçireceğine inanırdım. Yani doğum günler önemliydi. Birkaç saatliğine gidecekti sadece ve akşam birlikte olacaktık. Gerçi ben de gidebilirdim ama... Şimdi davet etmedi beyefendi. Pat diye atlayamam da. Şu iki günde ilaçlar sayesinde ağrılarım bayağı azalmıştı. Yani bende bir yerlere çıkabilirdim aslında. Yani öyle düşünüyordum en azından.

"Ben çıkıyorum, bir şeye ihtiyacın olursa ararsın." Odadan çıkıp kapıya yöneldi. Bana karşı ilgisinin azaldığını hissediyordum. Yani hep azdı da. Ama şu iki gün birazcık azdı galiba. Ya da beynimde mi kuruyorum acaba?

"Tamam"

Üzerinde giyindiği siyah takım elbise ile bayağı havalı görünüyordu. Ceketin kol kısmındaki dikişleri kaslarında dolayı göze çarpıyordu. Bu adam bu kadar kaslı mıydı? Hiç fark etmemişim. Tarzına bir şey demem gerek. Şimdi ağzımı açsam, kesin ağzımdan bir şey kaçıracaktım. Bu yüzden konuşmamayı tercih ettim. "Nasıl olmuşum?" Kendi etrafında dönerek bana takımını gösterirken işte o lanet soruyu sormuştu.

Güzel dersem iltifat olarak kabul edecek. Kötü mü desem acaba? Yoksa kırılır mı? Çirkin? Abart Defne!

"Normal" dedim ifadesizce. Bakalım bundan bir şey çıkaracak mı? Ve telefonumla ilgilenmeye başladım. Annesini çağırmıştı. Kayınvalidem iyi birisiydi ama gidip onunla doğum gününü kutlamak daha iyi olurdu. "Bu kadar mı?" diye sordu şaşırarak. "Sadece normal mi?" Beni doğum gününe götürseydin belki daha fazlasını söylerdim beyefendi. Başımı onaylarcasına sallayıp bıkkınlıkla nefes verdiğimde çatılı kaşlarla yanıma geldi.

"Ne oldu? Niye canın sıkıldı?" Beni de götür desem acaba ayıp olur mu? "Hiç, iyiyim ben, git sen." Çocuk gibi omuz silkerek, suratımı asarak bacaklarımı karnıma doğru çektim. Gözlerimi görmek için başını hafifçe eğip sırıttı. Acaba centilmenlik yapıp teklif edecek mi? "Gelmek mi istiyorsun?"

"Götürseydin gelirdim" dedim direkt ses tonumu değiştirmeden. Sırıtmaya başlayıp eliyle saçlarımla oynamaya başladı. "Defne, daha iyileşmedin. Ben de gitmek istemiyorum. Zorla gönderiyorsun."

"Ama ben iyiyim." Başımı çevirip gerçekten mi? dercesine gözlerime bakmaya başladı. Anlaşıldı, beni yanında istemiyor. Telefonumu elime alıp tekrar oyunumu oynamaya başladım. "Boş ver, git sen." Yerinden kalkıp üzerimdeki battaniyeyi çekti. "Hadi kalk, hazırlan gidiyoruz." Ben ise tam tersini yaptım. Battaniyeyi tekrar çektim. "İstemiyorum, sen git." Bensiz gidersen üç günlük trip yersin. "Defne, naz yapma kalk." Sırtımı ona çevirip battaniyeyi kafama kadar çektim. "Gelmiyorum." Kafam kapalı olsa da bunalmış nefesini salıverdiğini duydum.

"Tamam, Defne hanımla başka dilde konuşmamız lazım." Bana doğru eğilip kolunun battaniyenin içine soktu. Kolunu yavaşça belimden karnıma doğru sardı. "Sana düşünmen için iki saniye. Ya benimle gelirsin," kafasını battaniyenin altına sokup ensemin üzerine yerleştirdi. "Ya da ben de partiyi iptal ederim." İşte bu yiğidim. Aferin. Yavaşça başımı çevirdim. "Çok sıkıcı şekilde gıcıksın."

Battaniyeyi tekrar üstümden çekip ayağa kalktı. "Giyinmen için on dakikan var güzelim, yoksa taksiyle gelirsin."

Sinirle doğruldum. "İçindeki odunu illa çıkaracaksın değil mi?" Ayağa kalkmaya çalıştığımda ise aniden baş dönmesiyle olduğum yerde durdum. Sarp hemen beni tuttu. "İyi misin?" Başımı sallamakla yetindim. "İyiyim, aniden kalktığım için herhalde." Kollarından kurtulmak istediğimde bırakmadı. "Defne, bu iyi fikir değil sanırım. Gitmesek mi?"

"Sarp, iyiyim dedim." Kollarını ittirip geri çekildim.

✨✨✨

Açık pembe renginde mini slip elbiseyle ince bantlı stilettoyu kombin etmiştim. Saçlarımla pek oynamadım. Çünkü vaktimi alacaktı. Bu yüzden düz bırakıp, uçlarını kıvırdım. Hemen makyaj kısmına geçtim. Dumanlı göz makyajımı yaparak vaktimin çoğunu harcamıştım bile. Ama güzel olmam lazımdı. Orada başka kızlar da olacaktı. Son olarak saçlarımı geriye atıp rujumu sürdükten sonra kelimenin tam anlamıyla hazırdım. Bence yeteri kadar abartılı olduğumu düşünyordum. Benim max abartı. Çekmecenin içinde bıraktığım hediye kutusunu çantama koydum. Evet, pastasını mahvetmiştim ama hediyesini unutmamıştım.

Hemen son dokunuşu yapmak için parfümümü sıkıp evden çıktım. Kapının önünde beni bekleyen Sarp, arkasını dönerek telefonla konuşuyordu. Kapıyı kapattığım anda duyduğu sesle arkasını döndü. Beni görünce direkt göğüs dekolteme takıldı gözleri. "Fazla değil mi sence de?"

"Kime göre fazla?" Yani birazcık mini minnacık bir dekolte. Göğüslerim de o kadar büyük değildi zaten. Sonra gözleri eteğin boyuna kaydı. Boyu gayet normaldi. Ona bir şey demedi. Tekrar gözleri yukarı çıktı. Bana yaklaşarak elbisenin üst kısmında kıvrılmış parçayla dekolteyi kapatmaya çalıştı. "Biraz kapatsan mı acaba? Ben rahatsızım."

"Ben değilim," inat ederek dekolteyi açtım. Yani normalde hiç kıyafetime karışmazdı. Gerçi ben hiç dekolteli giymezdim. Gözlerimi devirip yanında sinirle geçtim. "Yanımda yürü, ortada dolanma. Yalnız hiç dolanma! Duydun mu?"

"Bir erkeğin korumasına ihtiyacım yok."

"Feminist tavırlarını bir kenara bırak. Doğum günümü cinayetle taçlandırmak istemiyorum."

Asansöre binince sinirle ona döndüm. "Ben senin evcil hayvanın değilim. İstediğimi giyerim, kimse de karışamaz. Sen bile." İşaret parmağımla sertçe göğsüne bastırınca bakışları parmağıma indi. "Güzelsin zaten. Böyle dekolteye gerek yoktu, demek istemiştim aslında." Tabii ben de yedim. Sırıtıyor bir de. Bunun boş sırıtmaları bitmedi gitti.

Geri çekilip başımı çevirdim. Asansör hareket halindeyken telefonum çalmaya başladı. Hayal arıyordu. Dudağımı büzerek boş boş ekrana bakmaya başladım. Ona haber vermeyi unutmuştum. O da bana uğrayacaktı. Eee? Ne diyeceğim şimdi?

"Aç, davet et" Başımı hızla sırıtan elemana çevirdim. "Nasıl?" Bakışlarıyla telefonu gösterdi. "Hayali diyorum. Aç davet et partiye."

"Yok ya gerek yok."

"Doğum günü benim değil mi? Davet ediyorum işte. Hadi." Emin olmak adına gözlerine baktım. Dalga mı geçiyor acep? "Gerçekten mi?"

"Evet, hadi. Kız merak edecek." İşte bu yanı gerçek anlamda ilginçti. Aramayı açıp dediğini yaptım. Hayal de tıpkı benim gibi şaşırmıştı. Yani beklenmedik hareketler yapıp benim ayarlarımı bozmakta bir numaraydı.





✨✨✨

Gece kulübüne adım attığımızda, loş ışıklandırma ve renkli spot ışıkları dikkatimizi çekmişti. Dans pistinin üzerinde dönen disko topu, ışıkları her yöne yansıtarak mekana büyülü bir hava katıyordu. Duvarlarda led ışıklar ve neon tabelalar, kulübün modern ve dinamik yapısını vurguluyordu.

Bas sesleri, kalbimizin ritmiyle uyumlu bir şekilde titreşirken müziğin enerjisi bizi dans pistine çekiyordu. Dans pistinde, insanlar ritme kapılmış bir şekilde dans ederken, barın etrafında toplanmış gruplar sohbet ediyor ve içkilerini yudumluyorlardı. Kalabalık, farklı yaş gruplarından ve tarzlardan insanlarla doluydu. Herkesin ortak noktası, eğlenmek ve geceyi en iyi şekilde değerlendirmekti... Sarp kolunu belime sarıp beni yönlendiriyordu. İnsanlar içinde genelde fazla yakınlaşırdı. Yani birlikte olduğumuzu anlatmak için ama bu kez öyle değildi. Konu tam olarak kıyafetimdi. Rahatsızdı, ancak ikinci kez diline getirmemişti.

Uzakta bir grup bize doğru bakınca arkadaşlarının olduğunu düşündüm. Aniden Alp bakış alanıma girince artık bundan emin olmuştum. Alp yanında iki kadın ve iki erkek vardı. Arkalarında siyah takımlı adamlar vardı. Bunlar korumaları olmalıydı. Hepsi mekanın en büyük masasında oturmuş bizi izliyordular. Alp onlara doğru hafifçe eğildiğinde benimle ilgili konuştuğunu anlamıştım.

Kızlardan biri sarışındı. Üzerinde kırmızı bir elbise vardı. Ve bayağı iddialıydı. Sanki onun nişanlısının doğum günüydü. Hayır, ben bayağı sönük kalmıştım. Arkadaşının doğum gününe bu kadar iddialı giyinmek normal mi? Mesela ben en rahat giysilerimi giyerim. Diğer koyu kahverengi saçları olan kadın Sarp'la aynı gözlere sahipti. Aynı bakış aynı renk. Üzerinde ise kısa omzu düşük yeşil bir elbise vardı. O gayet sade takılıyordu.

Adamların hepsi ise beyaz gömlek ve düz kumaş pantolon giyinmişti. Siyah, kahverengi ve gri renkleri tercih etmiştiler. Okey en yakışıklıları yanımda. Sarp'la aynı hızda yürürken aniden gelen sancıyla olduğum yerde durmuştum. Karnım acımıştı. "İyi misin?" Sarp beni belimden tutarak kendine yaslandığında onu engellemiştim. Bir daha aynı şeyleri söylemesine izin veremezdim. Sadece kolundan destek alarak ayakta durmaya çalıştım. "İyiyim." Değildim. Çünkü nefes aldığımda sanki karın bölgeme iğne batıyordu. Bu fazlasıyla canımı yakmaya yeterdi... "Eve gidelim."

"Hayır, gerek yok iyiyim." Ama şu an Sarp'a hiçbir şey belli etmemeliydim. Yoksa direkt eve giderdik. Duruşumu dikleştirip yürümeye devam ettim. Sarp hala telaşlıydı. Endişeli gözlerle bana bakıyordu. Umarım bu acı oturduğumda düzelir. Yoksa tüm geceyi böyle geçiremezdim. Masaya geldiğimizde Alp yanıma geldi. "İyi misin?"

"Gayet iyiyim. Organlarım yerlerini bulmaya çalışıyorlar o kadar."

"Hala peşindeyiz şu heriflerin. Bulmamız artık an meselesi." Alpe dönüp gülümsedim. "Bulunca zamanı geri alacak mısınız?" diye sorduğumda Alp üzgün ifadeyle başını iki yana salladı. "Ama elimden kurtulamazlar" dedi Sarp öfkeyle dişlerini sıkarak. Tek kaşımı kaldırıp ona döndüm. "İyi."

"Biz tanışmadık," dedi kahverengi saçlı kadın hemen araya girerek. "Ben Ahu." Elini bana doğru uzattı. "Sarp'ın kız kardeşiyim." Ha? Ne? Nasıl? Ağzım açık halde kıza takıldım. Fakat hemen Sarp'a döndüm. "Kız kardeşim Ahu. Bizimle yaşamıyor, o yüzden görmemiş olabilirsin." Ne kadar da rahat? "Görmediğim için değil, bahsetmediğin için şaşırdım." Ahu'ya dönerek uzattığı elini sıktım. "Ben Defne. Memnun oldum." Dedim gülümseyerek. "Bende."

"Neden istemede yoktun?" pat diye sorunca Ahu önce Sarp'a sonra bana döndü. Suratı aniden düşmüştü. "Ailevi sorunlar diyelim. Daha sonra anlatırım." Bakışlarımı Sarp'a çevirdim. Ama hemen bakışlarını kaçırmıştı. Ahuyla selamlaştıktan sonra diğer kıza döndüm. Elini bana uzatarak gülümsedi. "Ben Feride, memnun oldum." Sarışın kız gülse de gülüşü hiç samimi değildi. O gülüşünün altında sanki alay vardı. "Bende Bahadır. Sarp ve Alp'in arkadaşıyım." Sarışın çocuk başını hafifçe eğip elimi tuttuğunda elimi uzatarak "memnun oldum" dedim gülümseyerek.

Bahadır yanındaki gri pantolon giyinmiş siyah saçlı mavi gözlü adamı göstererek "bu da Civan" diye tanıttı. Civan diğerleriyle kıyasla daha sert görünüyordu. Arkadaş değil de sanki bir koruma gibi. Gözleri sürekli üzerimdeydi. Elimi uzattığımda bile elimi tutmadı. Kendimi rahatsız hissediyordum. Çok fazla kasıyordu ya da yapısı öyleydi. "Sanırım pek dost canlı değil." Bahadır'a dönünce Bahadır sırıttı.

"Hayvan mıyım ben?" diye tek kaşını kaldırdığında kızdığını anlamıştım. Umursamaz tavrımla yeşillerine bakarak "ben öyle bir şey demedim." dedim ellerimi yukarı kaldırarak. Başını dikleştirip öfkeyle soludu. Bakışları arkamda duran Sarp'a kaymıştı. Hiçbir şey demeden elini uzatınca elini tutup sıktım. "Bak, gördün mü zor değilmiş."

"Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?"

"Kim olduğunla ilgilenmiyorum. Kimliğini gösteren tek şey davranışlarındır. Başımı aşağı doğru eğip memnun olmuş ifademi belirttikten sonra elimi çektim.

Alp'e döndüğümde sırıtarak bana bakıyordu. "Matmazel," elimi tutarak sanki gerçek prensesmişim gibi önümde hafifçe eğilerek elimden öptü. "Beni tanıyorsunuz zaten değil mi?"

"Teşekkürler bayım," dedim cilveli sesle. "Lütfen bu centilmen davranışınızdan birazcık müstakbel kocama da verebilir misiniz?" Sarp'a imalı bakışlarımı yollarken Sarp başını tek kaşını kaldırıp bana baktı. Söylediğim cümleyle Alp ise kaşlarını hayretle havaya kaldırıp Sarp'a döndü. "Boşboğaz arkadaşından öğrenecek çok şeyin var dostum." Sarp gözlerini kısarak ikimize de kısa bir bakış attı. "Şimdiye kadar bir kabalığımı görmediysen bundan sonra da görmezsin. Umarım."

"Fazla egolusun."

"Kızları etkilemem için egolu olmam lazım öyle değil mi?" Çarpık gülüşüyle yine bana döndüğünde bıkkınlıkla nefes verdim. Şu an onu burada öldürsem, acaba kaç yıl yerim? Babam mesleğini kullanarak beni kurtara bilir mi? Ya da hiç uğraşmadan dedeme söylesem. Onun eli yatkın böyle şeylere. "Niye sustun?" diye meraklı gözlerle bana baktı. Aniden düşüncelerimden sıyrıldım. "Hiç. Seni nasıl öldüreceğimi düşünüyorum. Sarp Baysoy sıradan ölümü hakketmiyor."

"Defne, gel sen geç böyle." Ahu nihayet aramızdaki tartışmayı sonlandırarak beni kendi yanına davet ederken, muzip gülümsemeyle yerime geçtim. Sarp ise masanın başı benim ise yanımdaki sandalyeye geçti. Feride tam karşıma Bahadır ise onun yanındaydı. Civan ve Alp ise yan yana oturdular. Bir şeyler sipariş ettikten sonra sohbet başladı. Önce yavaş ısınsam sonra hemen soğumuştum. Çünkü her defasında ben konuşurken Feride denen başka bir konu bulup ortaya atıyordu ve benim cümlem yarıda kalıyordu. Doğum gününü bozmamak adına sesimi çıkarmamıştım. Ama bunun hesabını Sarp'tan soracaktım. Bir süre sonra ise tamamen konudan uzaklaştım. Ve kendi köşeme çekildim.

Sarp bunu fark edince yanıma yanaştı. "Birisi sıkıldı galiba?" Kısık sesle konuştuğu için benden başka kimse duymuyordu. "Yok, sıkılmadım da konu sarmadı." Kolunu boynuma atarak beni iyice kendine çekti. "Konu sarmadıysa ben sarayım müstakbel karımı." Gözlerim kısıldı. Karım? Ha, birisinin hoşuna gelmiş olmalı kocam kelimesi. "Hoşuna mı gitti kocam demem?"

Dudağının kenarı hemen kıvrıldı. Bana doğru biraz daha yaklaşıp gözlerini gözlerime sabitledi. "Sanırım bu kelimeyi sevdim." Orta parmağını saçıma dolayıp onunla oynarken yüzünde sinsi bir ifade vardı. "Sık sık söylersen mutlu edersin beni." Bakışları hiç masum bakmıyordu. Arsız bakışları yüzümün her zerresini incelerken, alt dudağımı ısırıp ona sokuldum.

Oyun mu oynamak istiyorsun? Oynayalım. Elimi bacağının üzerine yerleştirip kimseye çaktırmadan ağır ağır ileri geri okşamaya başladım. Bedeni anında kasılmıştı. Sırtını koltuğa yaslayıp kimseye fark ettirmemek adına boğazını temizledi. "Yapma şunu. Temas yok demiştik." diye fısıldadı.

"O cümlenin ardından yasayı bozan kişi sendin. Hem de birkaç kez." Kendini kaybettiğini gözlerinden anlıyordum. Hatta kendini zor tutuyordu. Bir dakika, neden böyle hissetti ki? Yoksa bana karşı duyguları mı var?

Parmaklarımla bacağını sıkınca tekrar boğazını temizledi. Tahrik mi oluyordu? "Ne oldu? Kendi mi kaybediyorsun?" Elimi geri çekip "yaptığın tacize giriyor," ciddi olmaya çalışarak başını dikleştirdi. Ne?! Pardon? "Ne saçmalıyorsun sen?" dedim yarım yamalak gülerek. Önce arkadaşlarına baktı. Herkes koyu sohbete dalmış, sanki biz yokmuşuz gibi konuşuyorlardı. Sarp tekrar bana döndü. "İzinsiz dokunamazsın." Afralara tafralara bak sen. "İyi, yemedik bacağını." Bacağımı bacak üstüne atıp ondan uzaklaştım. Aramızda bayağı bir mesafe koydum. Ben kollarımı göğsümde bağlayıp ona ters ters bakarken o sırıtarak bana bakıyordu.

"Evet, cilveleşmeniz bittiyse artık pastayı keselim mi?" dedi Alp önce bana sonra Sarp'a bakarak. Bunun da gözünden bir şey kaçmıyor he. "Keselim." Ahu garsona işaret edince garson sanki bu anı bekliyormuş gibi başını sallayarak içeri geçti. O an biraz yüzüm düşmüştü. Ona aldığım pasta çok güzeldi. Ama mahvolmuştu. İçimde bir şey kırıldı sanki o an. Hala o anı hatırlayınca kötü oluyordum. Bana neden kim bulaşmak ister anlamıyordum. Savaş Karakurt olduğunu düşünürken, tam tersi o beni kurtarmıştı. Öyleyse kimdi?

Ahu ayağa kalkarak masanın başına geçti. Ortamı yumuşatmak adına neşeli sesle ellerini birbirine çırptı. "Evet, arkadaşlar. Bugün bir tanecik abimin doğum günü bildiğiniz üzere..." Sarp omuzlarını dikleştirip hafifçe gülümseyerek kardeşini izliyordu. "Lütfen pastayı getirin." Garsonlara pastanı getirmesi için işaret etti. Garsonlar büyük beyaz pastanı getirince hemen masada yer açıp masaya bıraktılar."Abiciğim, seni yanıma alabilir miyim?" Sarp ayağa kalkarak Ahu'nun yanına geçtiğinde Ahu Sarp'a dönerek güler yüzle içinden geçen en güzel cümleleri kurmaya başladı. "Canım abim. Hayatım boyunca bana hem abilik, hem dostluk ettin. Düştüğümde kaldırdın, korktuğumda güldürdün. Seninle derin yaralarımı iyileştirdim." Derin yaralar mı? Ne yaşamış olabilir ki? "Bir daha doğsam-"

"Ay! Pardon, yetiştim mi?" Hayal arkadan tiz bir sesle bağırınca hepimiz şaşkınlıkla ona döndük. Elinde hediye paketiyle ayağında topuklularla koşarak, pardon koşmaya çalışarak bize doğru geliyordu. "Yetiştin" dedi Sarp sırıtarak. "Hoş geldin."

"Ay hoş bulduk." Önüne düşen saçlarını arkaya doğru savurarak "İstanbul trafiği ve İstanbul'dan nefret etmek. Ay neyse, kutlu olsun doğum günün Sarp'cığım." Elindeki mavi paketi zorla eline tutuşturdu. "Nice yıllara. Umarım kardeşimi üzmezsin. Yoksa önümüzdeki yıllarda bu paketi kafana yersin canım." Nefes nefese kalmıştı. Deli bu kız ha.

"Şöyle bir dilek tutayım senin için. Allah sana bol bol sabır, ve kocaman içinden çıkamayacağın bir aşk versin, bu kızı üzme tamam mı?" Sarp şok içindeydi. Ağzı açık kala bana döndü. "Şimdi sen bana laf mı soktun, ona güzel cümle mi kurdun?" diye sordum yanımda yerini alan Hayal'e. "İkinize de laf soktum." Sarp hala elinde mavi paketle durmuş şaşkın şaşkın beni izliyordu.

"Evet," dedi kendine gelerek. "İlginç bir tarzın varmış. Teşekkür ederim." Paketi masaya bıraktı. Ahu da tıpkı abisi gibi şaşkındı. Feride boğazını temizleyince Ahu dünyamıza geri döndü. "Ha nerede kalmıştım?"

"Bir daha doğsam diyordun," dedi Feride ona hatırlatarak. "Ha evet. Bir daha doğsam yine senin kardeşin olmak isterdim abiciğim. İyi ki varsın. Sana müstakbel eşinle mutluluklar dilerim. Umarım mutlu olursunuz." dediğinde Hayal ne zaman aldığını bilmediğim meyve suyunu içerken içinden güldü.

"Teşekkür ederim."

"Bir ömür mutluluklar."

Bir ömür mü? Bir ay diyecekti herhalde. Bardağı dudaklarıma götürüp kurumuş boğazımı ıslatmak istediğimde "umarım bu yaşında baba da olursun," dediğinde Ahu, öksürerek suyu püskürttüm. Ne bu acele? Ahu sırıtarak bana bakınca gülümsedim. "Olur olur merak etme. Onlar bu hızla giderlerse iki aya hamilelik haberlerini duyarız" dedi Alp bana imayla bakarak.

İptal iptal iptal.

"Bir dakika, yoksa siz?" Hayal olayı anlamaya çalışırken sertçe dirseğimi onun koluna vurdum. "Kes sesini. Yok öyle bir şey."

"Auo!" diye çığlık attı. "Niye bana vuruyorsun?"

Sıcak mı oldu burası? Bir sıcaklık geldi sanki. Sarp benden beterdi gömleğinin ilk düğmelerini açmış başını kaldırarak nefes almaya çalışıyordu. Evet, haklıymışım burası sıcak oldu. "Neyse, pastayı keselim" Sarp konuyu değiştirmeye çalışsa da Alp ve Ahu bizi kıstırmanın keyfini alıyordu.

"Kucağınıza çabucak bebeklerinizi alırsınız" dediği anda elimle yüzümü kapattım. Bebek de yetmiyor. Bebekler. Aman tanrım! "İnşallah" dedi Sarp. Hemen önce olsun bitsine getiriyordu. Baba olmak istemesi normal. Peki bebeğinin benden olması? Bu hiç normal değil. "Kaç yaşına girdin?" diye sordum. Sırf konuyu dağıtmak için sormuştum.

"30." dedi Feride hemen atlayarak. Hayal şaşkın şaşkın ona döndü. "Galiba sana abi dememiz gerekiyor." Gözlerimi kocaman açıp Hayal'e döndüm. Ne saçmalıyor yine? "Niye?" Alp merakla Hayal'e dönünce, Hayal şaşkın yeşil gözlerini bu kez ona çevirdi. "Aramızda 5 yaş fark var. Yani ben derim de Defne için sorun olur sanki."

"Evlendiğim adama abi mi diyeceğim gerçekten? İyi misin sen Hayal'ciğim?" Hayal ne dediğini pek anlamamıştı sanki. "Ha siz evleniyorsunuz. O zaman olmaz."

"Ne yapayım? Gidip kendimden küçük yaşta erkekle mi evleneyim?"

"Iy! Hayır. O daha kötü. Erkeğin olgun olanı makuldür." Diyince Alp ve Ahu birbirine bakarak kahkaha atmaya başladılar. Hayal ise şaşkın şaşkın onlara bakıyordu. "O zaman izin verdiğinize göre şimdi pasta fastına geçelim mi?" Uzun süre sonra Civan nihayet ağzını açmıştı. Hayal başını sallayarak izin verdi. Pastaların üzerindeki mumları yaktılar. Gözleri üzerimdeyken Ahu "bir dilek tut, ve üfle" dedi. Gözlerini kapatıp bir dilek tuttu. Ardından bana bakarak mumu üfledi.

Umarım dileğinde ben yokum Sarp Baysoy.

"Happy Birthday!"

"Şimdi de hediyeler" Feride neşeyle ayağa kalkıp arkada bıraktığı hediye paketini alıp ona uzattı. Hemen ardından Ahu ve diğerleri de paketlerini almak için Arka masaya gittiler. Ahu abisine çok güzel bir saat hediye etmişti. Feride bir parfüm, Alp ve Civan büyük bir tablo, Bahadır ise üzerinde ismi yazan anahtarlık, kemer ve cüzdan hediye etmişti. En eğlencelisi Hayal'inkiydi. Üzerinde karikatür olan bir kupa hediye etmişti. Hayal elinde sopayla Sarp'ın kafasına vuruyordu. Ve arkadaşımı üzme diyordu. "Bu kupa her sabah kahveni içerken sana sorumluluklarını hatırlatsın" yazısı vardı. Sarp gerçek anlamda bunu beklemiyordu. Gerçi hiç kimse beklemiyordu. Hayal yine şaşırtmıştı. Sıra bana gelince ise hediye kutusunu çıkarıp ona uzattım.

"Sende mi?" diye şaşkınlıkla sorduğunda gülerek "doğum günün kutlu olsun baş komiser" dedim. Kutuyu açtığında içindeki siyah küreni çıkarttı. Herkes şaşkınlıkla hediyeye bakarken açıklama gereğinde bulundum.

"Bu küre elektrikli. İçerisine 7 tane küçük fotoğraflar yerleştiriyorsun. Ardından altındaki ışığı açarak aydınlanmasını sağlıyorsun." Elinde tuttuğu kürenin altındaki ışığı açmak için yanına gittim. Kürenin ışığını açtığımda küre aydınlanarak dönmeye başladı. Çünkü içinde rastgele başka fotoğraflar vardı.

"Fakat şöyle bir şey var. Koyduğun fotoğraflar seni bu hayatta tutan yedi şeyin fotoğrafı olmalı. Mesela annenin babanın kardeşinin ya da bir kedinin ya da her hangi bir hayalinin. Kürenin aydınlatma sağlamasının nedeni aslında içindeki fotoğraflar. İçinde fotoğraf olmazsa küre çalışmaz. Ne ışığı olur ne de hareket eder. "

"Çok güzelmiş," hayret dolu gözlerle küreye bakarken diğerleri de merakla hediyeni inceliyordu. "Kürenin bir anlamı da var." Bakışlarımı kaldırıp gözlerine baktım.

"Her insanı hayatta tutan neden vardır. Eğer o sebepler nedenler olmazsa o zaman insan da tıpkı bu küre gibi sabit kalır hareket etmez, etrafını aydınlatmaz. Yani herkesin içindeki ışığı yakan birisi vardır."

Sarp hayranlıkla parlayan gözlerini gözlerime sabitlediğinde yine gözlerinin etkisi altına düşmüştüm. Düşmemek elde değildi ki... Ben o gözlere hep düşüyordum. Ve galiba hep de düşecektim... Gözlerinin derinliklerinde kaybolurken bir anda kalbim korkuyla titremişti. Duygularımın yoğunluğu beni ona karşı savunmasız kılıyordu. Onun karşısında savunmasız kalamazdım... "Çok güzel. Ve aldığım en değerli hediye." Hediyeyi masaya bırakıp bana sarılınca içimde garip bir his yayılmıştı. Güzel bir his.

"Defne?" Duyduğum sesle sanki rüyadan uyanarak kabusa geçiş yapmıştım. Çünkü duyduğum ses sadece kabus olabilirdi. Hayır hayır Allahım lütfen. Bu sadece bir yanılgı olsun. Her şey öyle başlamış mıydı zaten? Bir yanılgıyla... Sarp'ın kollarından istemeyerek ayrılıp kulağımda çınlayan o sese döndüm. İlk kez yanılmadığım için üzülmüştüm. Çünkü bu ses Semih'e aitti.

Semih tam karşımdaydı. Kalbimin hızlandığını hissettim. Ellerimin nasıl titrediğine şahit oluyordum. Stres bedenimi sarmaşık gibi sararken esiri olan bedenim aylar önce acı çeken Defne'yi bana hatırlatmıştı. İsmini dilime getiremedim. İnsan terk edilirken mi acı çeker yoksa terk ederken mi? Arkanda bıraktığın enkaz insanın canını yakmaz mı? Öyleyse neden dimdik karşımdaydı. Neden beni bu kadar yaralarken kendisi sapasağlamdı? Semih Sarp'ı gördüğü anda bakışları yüzüklerimize kaymıştı. Kaşlarını havaya kaldırıp imayla bana baktı. Mavi gözlerinde şaşkınlığın küçük bir emaresi geçti. Ama ayakta durmam gerekti. Ben bana yapan bu adamın karşısında dik durmam gerekti. "Tahtıma oturttuğun adam bu mu?"

Masadaki herkes sanki buz kesmişti. Cümlesi bir ok gibi kalbimin tam ortasından geçmişti. Ama ne olursa olsun ona istediğini vermeyecektim. Omuzlarımı dikleştirip gözlerinin içine baktım. "Taht mı?" dedim sesimi kontrol altına alarak. "Senin bir sandalyen bile yok oturmak için. Pardon ya," dedim hafifçe gülümseyerek. "Sen taşı taht mı zannettin?" dedim kelimeleri bastırarak.

Gözlerinden aniden bir hayal kırıklığı geçti. Ama hemen kendini toparladı. "Yerimi dolduracak birini bulmuşsun, hemen boşluğu doldurayım dedin değil mi?" Bana doğru bir adım atınca gülümsedim. "Boşluk bırakmadın ki. Fazlalıktın, eksildin kurtuldum."

Aramızdaki nefret kararmış, ve çatlamış aynaya benziyordu. Yüzüne bakmak bile iğrençti. "Bu kadar hızlı mı bitti?" dedi azap dolu sesle. Hayır. Bitmesi için kalbimi mahvettim. Onu söküp yerle bir ettim. Daha fazla acı çekmesin diye. Paramparçayım... Ama bitti... "Demek ki güçlü bir iz bırakmamışsın." Soğuktum, ama içimdeki fırtınalar daha soğuktu... Üşüyordum. Acıyla güldü. Bir zamanlar gözlerine gülerek baktığım adamın gözleri şimdi dolmuştu.

"Çok pişman oldum. Vicdan azabı çektim. Ama doğru olanı yapmışım. Bunu şimdi anlıyorum. " Başını dikleştirdi. Gözlerindeki ıslaklık, pişmanlıktan mıydı yoksa kaybettiklerinden dolayı mı bilmiyordum. "Babam haklıymış. Sen Dilara'nın kızısın. Asla değer bilmezsin. Sana verilen değeri hiçe sayarsın. Hatta senin için kalbi paramparça edersin." Cümlesiyle kalbimi paramparça etmişti tekrar... Beni ne hale getirdiğinden haberi yoktu... Benim ne yaşadığımı bilmiyordu ve bilmeyecekti... Pişmanlık mı?! Dalga mı geçiyordu?! Pişman olan insan sevdiği kadına bu kadar büyük bir acı çektirir mi?!

Gözleri bu kez Sarp'a kaymıştı. Dik dik onun gözlerine bakarken başını dikleştirdi. "Ama şu an fikrim değişti. Bence ikinci şansı hak ediyorum." O beni istemiyordu. O Sarp'a meydan okumak istiyordu. "Ben kimseye ikinci şansı vermiyorum."

"O zaman bende zorla alırım," dediğinde bana doğru bir adım attı. Sarp anında önüme geçip elimi sıkıca tuttu. Korkmama izin vermeden beni sanki korumaya almıştı. Elimi öyle bir tutuyordu ki, elimi tutan kalbim sonsuz güveniyordu. Şu an güven tohumun kalbimin derinliklerine gömmüştü. Sarp Baysoy bana güven vermişti. "Hele bi dene, mezarlık bulamazlar seni gömmeye."

"Yok ya. Sen beni ne sandın baş komiser?" Evet bunlar kesin birbirlerini tanıyorlardı. Ama nereden? "O eli sıkıca tut tamam mı?" dedi ellerimizi gözleriyle göstererek. "Çünkü sizi birbirinizden koparacağım. Gerekirse bel altı vururum." Tüm kararlığıyla ciddi bir tonda söylediği cümleyle ürpermiştim. Bunu yapar mıydı gerçekten? Öfkeyle bakan bal rengi gözlerinden ateş fışkırırken kaşlarının arasında derin bir çukur oluşmuştu.

Sarp ateş fışkıran gözlerle Semih'e bakarken Semih bir adım daha attı. Ve tam Sarp'ın önünde durup gözlerine aynı öfkeyle baktı. "Benim olanı senden alacağım. Gerekirse ölürüm ama alacağım. Sen de beni iyi tanıyorsun öyle değil mi?"

Sarp o an öyle bir öfkeyle doldu ki alnındaki damarlar aniden belirginleşmişti. Şu an silahını çıkartıp Semih'i öldüre bilirdi. Çünkü her şeyi yapacak kadar kararlı gözlerle bakıyordu. Semih için değil Sarp için korkuyordum. Çünkü Semih her şey yapabilirdi. Sarp'a zarar vere bilirdi. Benim yüzümden Sarp'ın zarar görmesi beni mahvederdi.

Tam o sırada Ahu aralarına girerek "abi, lütfen" diye Sarp'ı geriye çekti. "Olay çıkmasın."

Ama Sarp hala öfkesini koruyordu. Eğer Semih'i tanıyorsam olay çıkartmadan asla gitmezdi.

"Semih, defol git buradan kendini dövdürme!" Alp öne çıkarak Sarpla Semih'in arasına girdi. "Sizin öyle bir yetkiniz var mıydı acaba?" İmalı imalı cümleler, alaylı bakışlar. Ortada ne dönüyordu tam olarak. Sarpın koluna dokundum. Başını anında bana çevirmişti. "Bırakın, ben konuşayım. Gitmesini sağlayabilirim." Sarp hayır dercesine başını salladı. "Bırak onunla konuşmayı, ona yaklaşmanı istemiyorum."

"Ama-"

"Aması yok." Elimi sıkıca tutup beni iyice arkasına aldı. Civan hemen ortaya atlayıp Semih'in yakasından tutup öfkeyle onu duvara yapıştırdı. Bir eliyle yakasını kavrayıp, diğerini Semihin göğsüne bastırdı. "Beni iyi dinle. Ben diğerlerine hiç benzemem. Konuşmakla da hiç aram yoktur." Civan'ın bu kadar sert tepkisini asla beklemiyordum. "Seni burada-" sonra sustu. Sanki bizim varlığımızı hatırlayınca sustu. Semih ise onun bu zayıf halkasını görünce sırıtmaya başladı. "Hadi söyle. Ne yaparsın komiser?" Ne oluyordu? Neden bir şey saklıyormuş gibiydi?

"Durun!" Hayal arkadan öne atılıp Civanı geri çekti. "Bu sizin sorununuz değil. Bu onların sorunu. Araya girmeniz tamamen saçmalık."

"Sen karışma!" Sarp Semih'e doğru giderken kolundan tutup gitmesini engelledim. Bu benim problemimdi. Tek başıma halledebilirdim.

"Her şeyi zorlaştırarak beni geri kazanacağını düşünmen aptalca." Öne çıkan bu kez bendim. Gözlerimi üstü darmadağın olmuş Semihe çevirdim. "Dilara'nın kızı dedin ya hani?" Doğrulup dik dik gözlerime bakmaya başladı. "Onu eksik söyledin." Derin bir soluk çıktı dudaklarımdan. İnsan nasıl nankör olunur ben annemin bana anlattığı hayatından anlamıştım. "Babanın yüzüstü bırakıp, onun okuma hakkını elinden aldığı için, hayatını mahvettiği Dilara diyecektin. Senin baban yüzünden benim annem hayallerini yaşayamadı. Senin baban yüzünden o beyaz önlüğü giyemedi. Şimdi kim suçlu git onu babanla tartış."

Konuşurken annemin üzgün gözlerini hatırlamıştım. Kalbim acıyordu. Kelimelerim boğazımda düğümlüydü. Ne söylesem kırılır, ne sustukça içimdeki ağırlık azalırdı. Dudaklarımın kenarı aşağı doğru kıvrılmıştı. Semihin gözlerindeyse aynı duygu vardı. Göz pınarlarında nemli bir parlaklık dolaşıyordu, düşmek için hazır bekleyen ama inatla tutulmaya çalışan bir damla... "Onların hatalarının bedelini neden biz ödüyoruz peki?"

"Onların hataların bedelini değil, senin hatanın bedelini ödüyoruz. Çünkü sen de baban gibi korkaksın. Ama ben annem gibi sabırlı değilim. Seni hayatımda görmek istemiyorum. Onun yaptığı hatayı ben yapmayacağım."

Semih gözlerini kıstı. Belki de duydukları ona zor geliyordu. Ama söylediklerim bana da çok ağır geliyordu. Yüzünde derin bir kayıp ifadesi vardı. Sanki birazdan gözlerinden yaş süzülecek gibiydi. Sonra yavaşça gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı. Başını ağır ağır kaldırıp gözlerime baktı. "O zaman ben de babamın yoluyla giderim. Seni pişman ederim." Güldüm. "Pişman ettin zaten. Daha fazlasına izin vermem." İşte burası tam olarak son noktaydı. Her şeyin bittiği, yeni bir yolun başlangıcı... Semih hiçbir şey demeden arkasını dönüp gitti.

✨✨✨

Terasın korkuluklarına yaslandım. Altımda uzanan şehir ışıkları, binlerce küçük yıldız gibi titriyordu. Rüzgar saçlarımı savuruyor, yüzümü soğukluğu ile yıkıyordu sanki. Şehir sessizce parlarken, ben karmakarışıktım. İçimde körükle yanan öfke miydi, korku muydu, yoksa kurtulmanın verdiği mutluluk muydu? Tam olarak ne hissediyordum ki? Ya da ne hissetmem gerekiyordu? Kafamda binlerce soru hepsi de cevapsız.

Yanımda bir hareketlilik hissettim. Bir gölge yanımda belirmişti. Başımı çevirdiğimde tam yanımda Sarp'ın durduğunu gördüm. Başı dik, elleri cebinde şehri izliyordu. "Bazen düşünüyorum ki, insanlar hayatın içinde öyle bir kayboluyorlar ki, neyi doğru neyi yanlış yaptıklarını fark edemiyorlar." Başımı hafifçe salladım. "Ve her seçim, her hata hep bir iz bırakıyor. Bazı izler görünürken, bazıları sessizce içimizde kanıyor." Gözlerini yere dikti, sonra derin bir nefes aldı. "Belki de asıl mesele, yaptığımız hatalardan kaçmak değil, onları kabullenebilmek."

Dudaklarımı sessizce sıkıp gülümsedim. "Bazen kabullenmek bile acıtıyor. Özellikle de insanı gerçekten yıpratan hatalar olduğunda." Birkaç saniyelik sessizlikten sonra vücudunu bana çevirip ellerini boynuma, baş parmağını yanağıma yerleştirdi. Kafasını eğip gözlerini gözlerime dikti. "Bazen ne diyorum biliyor musun? Keşke seninle başka türlü tanışsaydık, tamamen başka bir hayatımız olsaydı."

"Neden? Bu hayatından bu kadar nefret etmenin sebebi ne?"

"Ailem ve seçimlerim." Zor bir yolculuk etmişti. Ve bu yolculuk onu fazlasıyla yıpratmış gibiydi. İlk kez Sarp'ın gözlerinde yorgunluğu fark ediyordum. Gözlerimi onun gözlerinden alamıyordum. Bakışları sessiz ama derin bir şey söylüyor gibiydi. Göz bebekleri küçülüp büyüyor, bakışı her detayımı tarıyordu. Elimi yanağının sıcaklığıyla buluşturup ona biraz yaklaştım. "Eğer dinlenmek istersen, durmak istersen, ben burada olacağım." Minnettarlıkla gülümsedi. Kollarımı boynuna dolayıp ona sıkıca sarıldım. Onun hikayesini bilmiyordum, ama bildiğim tek şey ortak noktalarımızın artık olduğuydu...

İçeri geri döndüğümüzde biraz önceki olayın havası tamamen sönmüş, hatta masadakiler eğlenerek bir şeyler konuşuyorlardı. "Abi, gelin. Müzik bölümü başlıyor." Müzik bölümü mü? Sarp kolunu belimden çekmeden Ahu'ya döndü. "Ahu, başka zaman geliriz. Geç oldu zaten."

"Ya lütfen kalalım. Hep merak etmişimdir." Ahu çocuk gibi Sarp'a yalvardığında bakışlarım tekrar Sarp'a kaymıştı. "Ahu, müziğin sırası mı şimdi?" Hayal Ahu'ya "müzik bölümü tam olarak ne?" diye sorunca dikkatimi Ahu'ya verdim. "Şimdi sahnedeki müzisyenlerden birisi mikrofonu her masaya verecek. Her masadan bir kişi bir şarkı söylemek zorunda. Söylemezse ceza yiyecekler."

"Güzel bir etkinlik aslında" Neşeli sesle Sarpa dönünce dudaklarını büzdü. "Ben sevmiyorum."

"İlginçmiş."

"Kalmak istiyor musun?" Benim fikrimi sorması benim hoşuma gitmişti.

"İlgimi çekti aslında."

"Defne, bak gerçekten çok yorgunum. Böyle etkinlikler bana göre değil. Başka zaman geliriz."

Suratım düştü. "Ya lütfen Sarp, kalalım. Ben merak ettim."

"Evet, abi lütfen ya."

Hayal de meyve suyundan bir yudum alıp "vallahi siz giderseniz ben kalırım, merak ettim bende," diyince artık ordumuz büyümüştü. "Lütfen! Nolur..." Ellerimi kavuşturup çocuk gibi yalvarınca beyefendi hemen yumuşamıştı. "Tamam ama kısa kalacağız."



✨✨✨




Müzik bölümü başladığında her masadan bir kişi seçildi. Seçilen kişiler tek tek sahneye çıkarak şarkı söylemeye başladılar. Bizim masada ise Ahu, Alp, Hayal ve Sarp'la ben vardık. Feride, Bahadır, Civan şarkı fastına kalmak istemedikleri için eve gitmiştiler.

"Peki, bizim masada kim söyleyecek?"

"Benim sesim çok kötü" dedi Alp araya girerek. Ahu başını sallayıp ona göz kırparak "aynen bende de öyle..." dedi ardından Sarp'a döndü. "Abim asla söylemez." Sonra bakışları benle Hayal'e dönmüştü.

"O zaman geriye siz ikiniz kaldınız." Hayal'le birbirimize baktık. Hayal'in sesi benimkinden daha güzeldi. "Bence Hayal söylesin. Onunki daha güzel."

"Hayal, söylemek ister misin?" Ahu merakla Hayal'e döndüğünde Hayal kaşlarını havaya kaldırdı. "Bugün hiç modumda değilim. Ama başka zaman söylerim. Bugün sen söyle Defne."

Benim için hiç fark etmezdi. Ama ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Söyleyeceğim şarkıyı düşünmeye başlarken aniden aklıma o gün gelmişti. Onların şarkısı... Barış'la Sevda'nın şarkısı... Peki bunu söylemeye hazır mıydım? Yani dayanabilir miydim orada? Belki de onları anımsamak iyi gelirdi bana.

Birkaç kişi şarkı söyledikten sonra sıra bana gelmişti. Ayağa kalkarak sahneye çıktım. Herkesin gözleri bendeydi. Sesim çok güzel değildi, ama en azından tonlamasını ayarlaya biliyordum. Yani belki de rezil olurdum bilmiyordum. Ama şu an o şarkıyı deli gibi söylemek istiyordum. Kalbim küt küt atarken heyecandan şarkının sözlerini unutmuştum neredeyse. Neyse ki müzisyen arkadaş yardım etti. Sakin ol Defne. Sakin.

Bu şarkıyı açın lütfen.

Figen Genç-Nazende sevgilim

"Nazende sevgilim lütfen." dedim çalgıcı arkadaşlara. Ve işte o an...

Müzik çalmaya başlayınca kalbim hızını artırdı. Elimde mikrofon, bir sürü beni izleyen gözler. Sahneden koşarak inebilirdim. Ama o an sanki bir şey oldu. Kendimi bir anlık kötü hisseder gibi aldım. Başımı önüme eğip derin bir nefes aldım. Başımı kaldırınca her şey bulanıklaşmıştı. Ne oluyordu? Neden hiçbir şey göremiyordum? Sonra aniden bir ışık... Rahatsız etmeyecek kadar kısık, ama gerçeklikten bir o kadar uzak... Sonra ise o geldi. Sevda...

Yaşadığım her şey gerçek miydi? Ben bunları gerçekten yaşıyor muydum? Sevda mıydı? Evet, oydu. Tam arkada kızıl saçlarıyla beyaz elbisesiyle çok güzeldi. Gülümsüyordu... Sanki bu yaptığımdan memnunmuş gibiydi. Artık kalabalık arka planda kalmıştı. Mikrofonu dudaklarıma yaklaştırdım.

Değdi saçlarıma bahar küleği

Nazende sevdiğim yadıma düştü
Her erin bahtına bir güzel düşer

Sen de tek menim yadıma düştün

Nazende sevdiğim yadıma düştün.

Gözlerimi kapattım. Onların birbirlerine aşkla bakışı, son nefeslerinde birbirlerine güzel sözler söylemesi... Onların aşkı destansı bir aşktı. Ve böyle bir aşkın kötü sonlanması kalbimi acıtıyordu... Benim yüzümden... Belki de o gece öldürülseydi, belki de Barış ve Sevda öldürülmeyecekti. İnsan kendi ölümünü ister miydi hiç? İstemezdi, ama ben istiyordum. Çünkü benim yüzümden yalnız bir aşk bitmedi, iki insan öldürüldü.

Böyle bir üzgünüm, yadıma düştü

Nazende sevgilim yadıma düştü

Böyle bir üzgünüm, yadıma düştü

Nazende sevdiğim yadıma düştü

Barış Sevda için söylüyordu bu şarkıyı.
"Seviyorum ulan! Ölümüne seviyorum! Ölüyoruz be Sevda'm." Güldü. Öldüğünde gülüyordular. Çünkü birlikte ölüyordular. İnsan ölürken mutlu olur muydu? Olmazdı. Onlar çok mutluydu... Birlikte ölecekler diye çok mutlulardı. "Senin aşkından ölüyorum Barış" dedi kahkaha atarak. Barış o kadar güzel bakıyordu ki ona... Sevda o kadar güzel gülüyordu ki ona...

"Barış Sevda'sıyla ölüyor." Dedi Barış.

"Sevda Barış'ıyla ölüyor." Sevda son kez gülüyor. "Sen de tek menim yadıma düştün" ve Barış o şarkıyı söylemeye başladı.

"Nazende sevdiğim yadıma düştü" dedi Sevda son kez. Ve aynı anda ateş açılmasıyla ikisi de yere yığılmıştı. Hiçbir zaman sessizlik bu kadar canımı yakmamıştı.

Sensiz dağ döşüne çıktım bu seher

Öksüz kumru gibi güller laleler

Sen niye yalnızsın sordular eller

Böyledir üzgünüm yadıma düştü

Nazende sevdiğim yadıma düştü

O manzara hiçbir zaman gözümün önünden gitmeyecekti. O anı hiçbir zaman unutmayacaktım... Yaşamaktan bir kere daha nefret ettim. Keşke ben ölseydim de onlar yaşasaydı. Keşke o gece benim kanım aksaydı...

Gözlerim yoldadır, kulağım seste

Ben seni unutamam en son nefeste

Ey ceylan bakışlım, ey boyu deste

Ey taze sevdiğim yadıma düştün

Nazende sevdiğim yadıma düştün

Dolan gözlerimi kırpıştırıp tekrar gözlerimi kaldırınca Sevda gitmişti. Yoktu... İnsanların hayran hayran bana bakışını umursamadım. Sadece tek bir noktaya baktım. Sarp'a . Gözleri dalgın dalgın bana bakıyordu. İfadesizce. Mikrofonu yerine bırakıp aşağı indim. Neden öyle bakıyordu bana? Şaşkın gözlerle ona doğru ilerlerken benim geldiğimi görüp ayağa kalktı. Aniden kolumu tutup sertçe kavrayıp kendine çekti. "Sakın, bir daha bu şarkıyı söyleme. Bu şarkının tek bir kelimesini ağzından duymayacağım." Gözleri ilk kez bu kadar öfkeli, bu kadar sertti. Tam olarak ne olmuştu? Neden böyle davranıyordu? "Ben ne yaptım?" diye sordum. Ama dudaklarını sertçe birbirine bastırarak kaşlarını sinirle çatmıştı. Beni öldürecek gibi bakıyordu. Korkuyordum, ben galiba Sarp'tan korkuyordum. Kolumu o kadar sıkı tutmuştu ki canım yanıyordu. Hayal hiç beklemeden araya girdi. "Ne oluyor?! Gerile!" Sarp geriye adım atarken, gözlerini bir an olsun benden çekmiyordu. Bir dakika, diğerleri neredeydi? Ahu ve Alp yoktu. Nereye gitmişlerdi? Ve neden yoktular? "Sarp, ne oldu? Neyi yanlış yaptım?"

Hiçbir şey söylemedi. Benden nefret ediyormuş gibi bir süre gözlerime bakmaya devam etti. Sonra ise arkasına bakmadan gitti. Hayal bana sarılınca ben daha şokun etkisinden çıkamamıştım. Ama en önemlisi. Sarp beni yalnız bırakıp gitmişti. Üstelik hiçbir açıklama yapmadan. Ben bunu hakketmiyordum. Hayır. Bana açıklama yapmak zorunda.

Hayal'i kenara itip kapıya doğru koştum. "Sarp!" diye bağırdım. Ama cevap veren olmadı. Kapıya çıkınca arabası çoktan harekete geçmişti. Beni gecenin bu vakti, yapayalnız bırakıp gitmişti. Neden? Ne yaptım ben ona? Beni burada bırakıp gidecek kadar ne yapmıştım ona? Gözlerim doldu, ama sildim. Bir erkek için yine mi ağlayacaktım? Yine mi paramparça olacaktım? Sarp Baysoy, benden nefret edecek kadar ne yaptım ki?




Bölüm bitti ama ben hala ağlıyorum dllsmslssks hangisine ağlayacağımı şaşırdım. Semih'le Defne'ye mi, Barış'la Sevda' ya mı?

Yemin ederim bu son sahneleri dün gece uyurken düşündüm. Durduk yere ağlamaya başlayınca eşim delirdiğimi düşündü slslskaısklsçz
Dedim yarın bunları yazmam gerekiyor zızlslsljxsk

Arkadaşlar Savaş, Sarp, Semih bunların hangisi ana karakter olsun diye o kadar fazla düşündüm ki... Sjslslsllsksmzks Sizce hangisi ana karakter? Semih'le Defne'nin aşkının sadece bir kısmına tanıklık ettik. Diğer bölümlerde daha detaylı şekilde bakacağız. Şimdi bu bölümü yayımlarken aynı zamanda Hedef'in de bölümünü yayımlayacağım.

Bölümü nasıl buldunuz?

En sevdiğiniz sahne?

En duygulandığınız sahne ?

Barış ve Sevda olayına da dokunacağız. Onların Aşk dolu hikayesini merak ediyorsanız diğer bölümleri bekleyin.

Karakterler hakkında da yorum yapınız lütfen. Ahu, Civan, Feride'yle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Tamam siz bunları yazın bende ağlamaya gidiyorum. Slzlzksl Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen I love you so much sjslzkslsl

 

Bölüm : 19.12.2024 05:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Adelina / Savaş'ın Yıldız'ı / 7.Bölüm: 'Bilinmeyen Hata'
Adelina
Savaş'ın Yıldız'ı

7.04k Okunma

500 Oy

0 Takip
49
Bölümlü Kitap
Giriş1.Bölüm: "İçimizdeki Kötülük"2.Bölüm: "Savaş'ın Peşinde"3.Bölüm: "Tesadüf Değil Plan"4.Bölüm: "Kırılmış Kabulleniş"5.Bölüm: "Arkadaş Olalım mı?"6.Bölüm: "Geri Dönüş"7.Bölüm: "Bilinmeyen Hata"8.Bölüm: "Kaçırılma Krizi"9.Bölüm: "Dağ evinde dağ ayısıyla"10.Bölüm: "İlk Mühür"11.Bölüm: "Kıskançlık Savaşı"12.Bölüm: "Şeytanın Tohumu"13.Bölüm: "İhanet Hançerinin Ateşi"14.Bölüm: "Gerçeklerden Uzak Hayallere Yakın"15.Bölüm: "Korkusuz Yürek"16. Bölüm: "Rüya Gibi Kabus"17.Bölüm: "Aile Olmaya Hazır mısın?"18.Bölüm: "Bir Yıldız İntikamı Düşünün"19.Bölüm: "Topuklu Belalar"20.Bölüm: "Acı Gerçeklerin Rüzgarı"21.Bölüm: "Karanlığı ışığımdan daha güçlü."22.Bölüm: "Kraliçe Geri Dönüyor"23.Bölüm: "Büyük Buluşma"24.Bölüm: "Yıldız Kayması"25.Bölüm: "Yüzleşme"26.Bölüm: "Anne sana ihtiyacım var."27.Bölüm: "Şimdi Sıra Bende"28.Bölüm: "Ben Defne Yıldız Karakurt"29.Bölüm: "Herkesin Kendi Acısı Kendine Yeter"30.Bölüm: "Mahşerin Karanlık Perdesi (Sezon Finali)24.Bölüm: "Özel Bölüm"Özel Bölüm: "Akşam Yemeği(Savaş ve Defne)"(İkinci Kitap) 31.Bölüm: "Dönüyoruz"(2.Sezon)32.bölüm: "İki Ateşin Aşkı"33.Bölüm "Karanlığında Işığımı Kaybettim"34.Bölüm: "İçimizdeki çocuk"35.Bölüm: "Cehenneme Bir Adım Kala"36.bölüm: "1.Gün-Şeytanın Pençesinde"37.Bölüm: "2.gün Kayboluş ya da yok oluş"38.Bölüm: "Savaşın Ortasında Sen ve Ben"39.Bölüm: "Oyunun Gerçek Piyonları"40.Bölüm: "Tutsak Zihinlerin Zincirli Kalpleri"41.Bölüm: "Siyahın Beyaz Lekesi"42.Bölüm: "Karanlığın Sonu"43.Bölüm: "Sahte Sevgi Çemberi"44.Bölüm: "Çizginin Ucunda"45.Bölüm: "Son Seçim"46.Bölüm: "Bozulmuş Düzen"
Hikayeyi Paylaş
Loading...