
8.Bölüm: "Kaçırılma Krizi"
Üç gün sonra.
"Günaydın, benim canım ailem." Babam her zamankinden daha neşeli bir haliyle bizi selamladı. Annemle ben şaşkınlık içerisinde birbirimizle bakıştık. Bu adam hep neşeli değildi. Kesin bir şey olmuştur. Babam masanın başına geçip mendili açarak yakasına sabitledi. "Hayırdır, Harun? Bir şey mi oldu?" Annem imalı imalı bakarken babam fazla neşeli bir şekilde gülümsedi. "Hayır, hani bir şarkı var ya. Bu sabah bir umut var içimde. Her şey yerli yerinde iken, bu sabahların bir anlamı olmalı diyor ya hani? İşte öyle hissediyorum. Her şey çok güzel olacakmış gibi geliyor bana." Cümlesini bitirdiği anda bana kısa bir bakış atıp yemeğine döndü. "Ooo, sahanda yumurta. En sevdiğim."
"Baba, sen her gün zaten sahanda yumurta yersin. Neden bu kadar şaşırdın?" diye sorduğumda "bugün daha çok sevdim, havası farklı bir kere" deyip tavayı önüne koydu. Annemle tekrar bakıştık. Tam olarak neler olduğuna anlam veremedik. Omuz silkerek olayı kurcalamak istemedim. Zaten pek havamda da değildim. Yemeğime geri döndüm.
Kapı çaldığında Sevim abla koşarak kapıya gitti. "Günaydınlar, şeflerin şefi, annelerin annesi, ev kadınlarının umudu Sevim Sultan." Böyle bir girişi sadece Hayal yapardı. "Günaydın, kızım geç." Hayal içeri girip Sevim ablayla görüştükten sonra yanımıza geldi. "Ooo Aksoy ailesi kahvaltıya başlamış. Ama sizin üvey kızınız sizin için taze sıcacık, simit ve kruvasan aldı." Elindeki poşeti havaya kaldırınca babam heyecanlandı. "Ooo gevrek mi? Getir getir. Ama ben size öğretemedim simit değil, gevrek olduğunu."
"İkisi de aynı şey değil mi Harun amca?"
"Hayır, geleneklerimize sahip çıkmamız gerek."
Hayal poşeti Sevim ablaya verip yanımdaki boş sandalyeye geçti. Sevim abla hemen poşettekileri masaya dizdikten sonra Hayal'e bir tabak koyup mutfağa geri döndü. "Nasıl oldun? Sarp'la konuştunuz mu?" Fısıltıyla bana doğru eğilip konuşunca babamın gözleri bize kaydı. Annem bunu fark edince boğazını temizleyerek hemen olaya el attı. "Harun, ben alışverişe çıkmak istiyorum seninle." Deyip babamın dikkatini kendine çekti. "Hayır, sürekli arıyor cevap vermiyorum."
"Peki mesaj falan attı mı?"
"Ben o gece kendimde değildim. İzin ver açıklayayım. Seni merak ediyorum. Günlerdir evde yoksun merak ediyorum falan." Deyip duruyor. "Konuşmayacak mısın peki?" Başımı iki yana sallayarak çayımdan bir yudum aldım. "Hayır, uzun bir süre onu görmek istemiyorum. Ne olursa olsun beni yalnız bırakmaması gerekiyordu." Hayal kaşlarını kaldırıp indirdi. "Haklısın. Ancak neden öyle bir şey yaptı? Ben çok merak ediyorum şahsen."
"Umurumda değil."
"Belki de o şarkı geçmiş sevgilisini hatırlattı."
"Umurumda değil diyorum Hayal."
"Dilara, elli yaşına geldik. El ele tutuşup alışveriş yapmak mı istiyorsun?" Babam şok içinde anneme bakınca annemin gözleri bir anda doldu. "Ben daha kırklardayım. Neymiş ayrıca elli yaşına geldiysek? Sen beni elli yaşımda sevmeyecek misin?" Çatalla bıçağı aynı anda sinirle tabağa bıraktı. "Ben öyle bir şey mi dedim?" Babam daha çok şaşırdı.
"Gidip daha genç biriyle mi birlikte olacaksın? Güzelliğimi kaybettin mi demek istiyorsun bana?"
"Dilara, biz buraya nasıl geldik? Saçmalama. Seni ölene kadar seveceğim bilmiyor musun sanki?"
"Öldükten sonra gidip başka birini mi seveceksin?" dedi annem daha çok delirerek. "Öldükten sonra nasıl seveceğim?!"
"Sevebilsen seversin yani? Ben öldükten sonra başka kadınla mı evleneceksin?" Babam şok içinde bana döndü. Sonra anneme döndü. "Dilara, beni delirtme. Alışveriş merkezini buraya nasıl bağladın? Ayrıca yaptığın sinsiliği biliyorum. Sırf kızlar o gerizekalı komiserle ilgili rahat konuşsunlar diye kavga çıkarıyorsun."
Annem o an sustu. Planı ortaya çıkmıştı. Şimdi top benle Hayal'deydi. "Yok Harun amca, biz-"
"Ben sizin ne konuştuğunuzu bilmiyor muyum sanki? Sarp'la Defne'nin kavga ettiğinden haberim var." Dediğinde gözlerim irileşti. Hızla kafamı anneme çevirdim. Annem söylemediğine dair başını iki yana sallarken, bu kez Hayal'e döndüm. Hayal de söylememişti. Eee bu adam nereden öğrenmişti? "Boşuna baykuş gibi kafanı döndürme. Sarp kendisi söyledi. Hatta sana ulaşmak için benden yardım istedi." Ne? Sarp kendi Azrayilinden yardım mı istemiş? Bunu beklemiyordum. "Ama ben ne yaptım, tabii ki de yardım etmedim. Hatta ayrılacağınızı söyledim." İyi yapmış. Oh olsun.
Babam bunları söylerken gayet keyifliydi. Hatta fazlasıyla kendinden memnundu. "Harun!" diye bağırdı bir anda annem. "Çocukların işine ne burnunu sokuyorsun?"
"Ona defalarca söyledim kızımı üzmesin diye değil mi? Bu kaçıncı olay? Herkes artık haddini bilecek." Babam sesini yükseltince annem daha çok delirdi. "Onlar arasında kavga olması gayet normal bir şey. Onlar daha birbirini tanımıyorlar. Böyle böyle öğrenecekler her şeyi."
"Hayır efendim. O benim kızım. Benim kızımı alttan alacak."
"Yok öyle bir dünya. Bunlar iki yetişkin insan. Kızın da Sarp da hata yapa yapa öğrenecekler her şeyi. Kızın yeri geldiğinde dinlemeyi, yeri geldiğinde alttan almayı, yeri geldiğinde ise gitmeyi bilecek. Yoksa saçma sapan bir şey yüzünden ben gidiyorum demek yok!" Son cümlesini söylerken gözlerini bana dikti. "Defne, biz seninle sonsuza kadar kalmayacağız. İnsanlarla nasıl davranacağını artık öğrenmen gerek. Bu hayat senin hayatın. Yeri geldi ağlayacaksın, için paramparça olacak. Kalbin kırılacak, ama yine ayakta durmalısın. Her rüzgarda yıkılırsan, fırtınayı atlatamazsın."
"Ben katılmıyorum. Defne bu zamana kadar zaten çok üzüldü. Bu saatten sonra bir herifin onu üzmesine izin veremem. O hatalarından ders çıkaracak diye benim kızımın canı yanamaz."
"Anne, baba lütfen sakin olun." Çatalımı tabağıma bırakıp derin bir nefes aldım. "Sarp'la sorun her neyse kendimiz hallederiz. Sadece şu an onu görmek istemiyorum o kadar. Zamanı geldiğinde birlikte olup olmayacağımıza kendimiz karar vereceğiz."
"Peki, onun açıklamasını dinledin mi Defne?" Annemin sorduğu soruyla daha çok daralmıştım. "Hayır. Şu an onunla konuşmak istemiyorum."
"Ama dinlemezsen karar veremezsin. Önce bir dinle eğer kafandaki hesapla uymazsa o zaman kararını ver." Hayal elimi tuttu. Bana destek olurcasına kafasını omzuma yasladı. "Dilara teyze haklı kuzum. Sarp'ı önce dinle. Çünkü illa ki bir açıklaması vardır. Nedeni olmalı." Kalbim içimde sıkışmaya başlamıştı. Üç gündür aramadığı yazmadığı tek bir saat olmamıştı. Beni merak ettiğini hatta görmek istediğini biliyordum. Açıklama yapmak istiyordu ama ben buna izin vermemiştim. Öfkem beni kontrol ediyordu sanki. Ama kırgındım. Beni bırakması, bana o nefret dolu bakışlarını zihnimden silemiyordum. "Bunaldım, çıkıyorum ben" deyip ayağa kalktım. "Nereye?" diye sordu babam.
"Biraz hava alacağım."
"Ben de geleyim mi?" diye Hayal arkamda seslenince "hayır!" diye keskin yanıt verdim. Yalnız kalmaya ihtiyacım vardı.
Evden çıktığım anda rüzgar yüzüme çarptı. Hava güneşli olmasına rağmen rüzgarlıydı. Ve ben de rüzgarı pek sevmezdim. Bahçe kapısına doğru yürümeye başladım. Sarp'ın gerçekten normal bir açıklaması olmasaydı ne yapacaktım peki? Ayrılacak mıydım? Ayrılırsam bu kez de tüm oyunumuz bozulurdu. Gerçi pek oyun havası kalmamıştı artık. Biz temas yok yakınlaşma yok dedikçe daha çok yakınlaşıyorduk. Sürekli etrafımdaydı, sanki gerçekten nişanlımmış gibi. Ama bazen de o mesafeyi koyunca rüyadan bir anda uyanmış gibi oluyordum. Evet, kabul ediyorum ilk günden beri ona karşı bir hoşlantı var içimde. Ama bunu bir anda aşka dönüşmesi, ya da onu deli gibi sevmem mümkün değil. Sarp'ta Semih'te olmayan bir şey vardı. Güven veriyordu bana. Semih de vermişti başlarda ama ben hep acaba mı, diye düşünmeden edemiyordum. Sarp'ın gözlerine bakınca ise tamamen ona teslim olmak istiyorum. Sarp'ta beni çeken bir şey vardı. Ve ben daha bunun adını koymamıştım.
Fakat ilişki dengesizliği de vardı aramızda. Örneğin bir yanı bana deli dokunmak istiyor, yakınlaşmak istiyor, diğer yanı bir anda kaçıp aramıza mesafe bırakıyor. Onun bu gelgitleri benim de dengemi bozuyor. Kaçınca sanki yanlış bir şey yapmış gibi hissediyorum. Ne olacak bizim sonumuz? Asıl soru şu. Zamanı gelince biz gerçekten ayrıla bilecek miyiz?
Bahçe kapısından dışarı çıktım. Kapıyı kapatıp yürümeye devam edecekken tam karşımda arabanın önünde beni bekleyen Sarp'ı gördüm. Ne zaman gelmişti buraya? Bir dakika, benim evden çıkacağımı nereden biliyordu? Anne! Öf, karışma dediğim halde karıştı. Bu kadın beni delirtecek sonunda. Zaten bu adamdan da kurtulamazdım. İlla gidip konuşmamız gerekiyordu.
Sanki oraya geleceğimi bekliyormuş gibi kollarını bağlamış beni izliyordu. Başka yolum yoktu. Konuşmadan gitmezdi. Adımlarımı oflayarak ona yönelttim. "Günaydın," dedi kollarını çözerek. "Günaydın" dedim tahammülsüzce. Kafamı diğer tarafa çevirip etrafa başka yerlere bakmaya başladım. "Telefonlarımı neden açmıyorsun? Sabah da mesaj attım bakmamışsın bile." Telefonumu çıkarıp ekranı açtım. Yeni mesajlar vardı. "Görmemişim." dedim sadece.
"Görsen de cevap vermezdin zaten." O sürekli gözlerime bakmaya çalışırken, ben tam aksine gözlerimi kaçırıyordum. "Neden cevap vereyim ki?" diye sordum bu kez. "Beni dinlemek için. Açıklamamı dinlemek için."
Bu kez kollarımı ben bağladım. "Ben seni dinlemek için beni bırakmana rağmen peşinden geldim. Ama sen çoktan arabana binmiş gidiyordun. Beni gecenin o saatinde yapayalnız orada bırakıp gittin!" dedim sinirle. "Geri döndüğümde sen yoktun."
"Açıklaman bu mu gerçekten?" diye sordum şaşkınlıkla. "Hayır, tabii ki de." Bir şey söylemek istedim ama kendimi tuttum. Dudaklarımı sıkıca kapattım. "Bak, sorun sende değildi. O şarkı bizim için travma gibi bir şey. Sen şarkıyı söylemeye başladığın anda Ahu koşarak çıktı zaten." O geceyi hatırlayınca kendini yine kaybediyordu. Dudakları, kirpikleri titriyordu. Ama bu kez kendine engel olmaya çalışıyordu. "Ben de gitmek istedim. Çünkü o şarkı bizim için ölüm gibi bir şey. Biz çok kötü bir şey yaşadık Defne. Çok kötü. Ve o tüm anılarımızı tetikledi." Başını önüne eğdi. Nefes alması zorlaşıyordu sanki. Başını kaldırıp gözlerini kapattı. Ve tekrar açtı. "Ben seni kırmak istemedim. O gece ben kötü hissettim. Hissettiklerim öfkemi ele geçirdi ve artık kontrolden çıktım. Ben yaptığım hatanın farkındayım."
"Keşke gitseydin" dedim sesim çatlak çıkıyordu. "Gitseydin de o gözlerini öyle görmeseydim." Başını yana eğdi. Bana sarılmak isteyince geri çekildim. "İstemiyorum. Lütfen, biraz uzak duralım. Ben iyi hissetmiyorum şu an."
"Ben açıklama yaptım. Niye inanmıyorsun?"
"Travma dedin ya hani? Ne travması? Ne yaşadınız? Ya da ne yaşadın?"
"Bunu sana söyleyemem," dediğinde güldüm. "Tamam o zaman söyleyince konuşuruz." Arkamı döndüm, tam gidecekken kolumdan tutup çekti. "Defne, ben açıklama yaptım. Daha ne istiyorsun benden?" Kolumu sinirle elinden kurtardım. "Ben senden hiçbir şey istemiyorum. Açıklama yapmışmış. Sorduğum soruya cevap vermedin."
"Cevap veremem. Şu an anlatamam. O benim özelim." Olduğum yerde durup derin bir nefes aldım. Ne yapıyorum ben ya? Çocuk muyum? Bu kadar saçmalık ne Defne? Kendine gel. Özel diyor. Sana ne? Sana mı kaldı onun özeli? Öf! Kafam allak bullak olmuştu. Yüzümü avuçlarımın arasına aldım. Çok ileri gittim çok. "Kusura bakma" yüzüne bakamaz haldeydim. Neden bu kadar kendimi kaybettim ki? "Ben kendimi kaybettim bir an. Beni ilgilendirmez tabii." Ellerimi tutup gözlerime baktı. "Sorun değil. Ama zamanı gelince söyleyeceğim. Sadece şu an zamanı değil."
Başımı sallamakla yetindim. "Ama şu an küçük bir sorunumuz var" dediğinde kaşlarımı çattım. "Nedir?" Kafasını kıpırdatmadan gözleriyle evimizi işaret etti. "Baban şu an ikinci kattaki odasından bize bakıyor. İki saattir bizi izliyor." Çaktırmadan güya etrafa bakıyormuşum gibi baktığımda babamın bizi izlediğini fark ettim. Sonra hemen başımı çevirdim. "Bu adam ne zaman peşimizi bırakacak?"
"Benden haz etmiyor. Bunu görüyorum zaten," dediğinde sırıttım. "Evet, hem de hiç haz etmiyor. Bizim şu an sarılmamız gerek, biliyorsun değil mi?" Kaşlarını kaldırıp indirdi. "Ben sarılamam sen sarıl. Sonra sen ne hakla kızıma sarıldın, der." Dudaklarımı birbirine bastırıp gülümsedim. Ve kollarımı boynuna atıp sarıldım. O ise birkaç saniyenin ardından kollarını belime sarmıştı. Kafası başımla omzumun arasındaki boşluğa yerleştirmişti. "Hayatımda kayınpederinden bu kadar korkan bir damat görmedim."
"Ben mi korkuyorum?! Asla! Saygı gösteriyorum o kadar. Ayrıca ne yapmış biliyor musun?"
"Ne?" diye sordum merakla. "Gidip babamla konuşmuş. Düğün iptal, bizimkiler ayrıldılar demiş. Hem de büyük bir sevinçle." Hemen geri çekilip yüzüne baktım. "Gerçekten mi?" Başını salladı. "Evet, babam da delirmiş, ortalığı ayağa kaldırmış. Şu an evde büyük bir kriz var. Ben bir daha o eve gitmem. Başka kız buluruz falan demiş. Yani olaylar olaylar."
Şok içinde ağzım açık halde Sarp'ı izliyordum. Baba ya. Bunu yapmanın sırası mıydı? "Peki şimdi ne olacak?" Sinsi bir bakış ve sinsi bir gülüş. Aklında bir plan vardı. "Ne?" diye sordum tekrar. "Sadece dediğimi yap o kadar."
"Neyi yapacağım?!" Elimden tutup beni arkasına aldı. "Amirim," diye babama seslendi. Babam kaşlarını çatarak pencereyi açtı. Sanki bu anı bekliyormuş gibi. "Ne var lan?!" Babamın sesine annem hemen kapıya çıktı. "Harun ne oluyor?" Hayal ve Sevim abla da çıkmıştı. "Siz şimdi bu kızı bana vermiyor musunuz?"
"Hayır, lan! Ne zaman sözümden döndüğümü gördün? Defne, hemen eve gel!" Ama Sarp elimden tutmuş gitmemi engelliyordu. "O zaman desenize bu bir ilk olacak."
"Ne saçmalıyorsun?" diye babam öfkeyle sorunca Sarp bana döndü. "Özür dilerim, bu sahneyi görmenizi istemezdim ama başka yol bırakamıyorsunuz" deyip dudaklarıma yapıştı. Daha ne olduğunu anlayamadan dudaklarını hissettim. Kalbim sanki göğsümden fırlayacakmış, çarpıyordu. Yüzüm alev alev yanmaya başladı. Utançtan mı, heyecandan mı?
Bir anda dudaklarını çekti. Nefesimi tutmuştum ve o anda nefes almaya başladım. Başımı istemsizce babama çevirdim ve babamla göz göze geldim. O bakış öyle ağırdı ki sanki omuzlarıma binlerce kilo yük bindi. Kaşları çatılmış, dudaklarını öfkeyle birbirine bastırıyordu. Öfkesini saklamaya çalışmıyordu aksine sessizliğiyle daha çok sertleştiriyordu.
Yutkundum. Boğazımda kocaman bir düğüm vardı. Ne söyleyeceğimi bilemedim. Kalbim hala deli gibi çarparken içimde utanç, korku karışıyordu. Sanki tüm hayatım boyunca verdiğim yanlış kararlar o an yüzüme çarpılmış gibiydi. Sarpın dudaklarının sıcaklığı ile babamın bakışının soğukluğu arasından sıkışıp kalmıştım. "Üzgünüm, ama kızınızı seviyorum. Size söylemiştim. Vermezseniz zorla alırım. Hatta bugün de sözümün üzerinde duruyorum."
"Defne, hemen eve gel!" dedi babam emir vererek. Gitmeliydim, yoksa her şey kötü olacaktı. Gitmek için yeltendim ama Sarp bileğimden tuttu. "Kızınızı kaçırıyorum amirim. Fikriniz değişene kadar, babamı ikna edene kadar kızınızı göremeyeceksiniz. Siz isteseniz de istemesiniz de bu düğün olacak." Ne?! Ne kaçırması? Delirdi mi bu adam? Bir anda bana dönüp eğilerek beni omzuna attı. "Sarp, saçmalama bırak beni."
"Yakalayın şunları!" diye bağırdı adamlarına babam. Beni arabaya bindirip "özür dilerim, ama bu düğün olmak zorunda" deyip kapıyı üzerime kapattı. Panik içinde ne yapacağımı bilemiyordum. Sonra hızla şoför koltuğuna geçip arabayı çalıştırdı. Arabanın camından dışarı baktım. Babamın adamları kapıya çıkınca araba hareketlendi.
✨✨✨
"Beğendin mi burayı?"
"Bir dakika. Ben yanlış mı anlıyorum şu an?! Sen beni dağ evine mi getirdin?" Şok olmuş gözlerle ona bakarken sırıtıyordu. "Baban işleri zorlaştırıyor. Ben de daha çok zorlaştırıyorum o kadar. Bu düğün olmak zorunda."
"Evet, ama beni dağ evine getirmen saçmalık. Üstelik beni kaçırdın, farkında mısın?" Arkamı sinirle dönüp olayı anlamaya çalışırken yaşadığım aydınlanmayla kaskatı kesilerek yerimde durdum. "Sarp, sen beni kaçırıp dağ evine mi getirdin?!" diye ona döndüm yüksek sesle.
Aman tanrım!
"Bir dakika, önce sakin ol. Burada panikleyecek bir şey yok." dedi ellerini havaya kaldırarak. "Kendi evime götüremezdim, baban bombayla evimi basardı. Bu yüzden dağ evine getirmek zorunda kaldım. Hani baban çaksın olayı" dediğinde kaşlarım çatıldı. "Ne olayı?"
"Defne, ben ve sen dağ evine geldik. İkimiz baş başayız." Anlamadım. Ne vardı bunda? Babam isterse burayı da bulurdu. "Sarp, bana çocuğa anlatır gibi anlat. Ben anlamıyorum çünkü." Başını geriye atıp ofladı. "Bunu çocuğa anlatmazlar da neyse. Şimdi bir adam sevdiği bir kadını dağ evine neden götürür?"
"Neden?"
"İşte onu soruyorum neden? Yani ikisi yalnızlar. Neden sırf dağ evi?" Tüm düşünce yetkimi kaybetmiş gibiydim. Düşün Defne. Bir çift neden bu kadar tenha yere gece vakti Allahım! Hayır ya! "Sen benimle-" dilim devamını getiremedi. Ne?!
"Evet, tam üstüne bastın." Ağzımı açıp tam bağıracakken aniden beni duvara yaslayarak eliyle ağzımı kapattı. Bağırmaya çalıştım fakat olmadı. Eliyle ağzımı sıkıca kapatmıştı. Benim tüm gücümle bağırışlarım, inlemelerim ise kısık sesle çıkıyordu. Kollarının arasında yaralı bir kuş gibi çırpınırken korkudan az daha kalbim duracaktı. Ben hiçbir şeyi böyle hayal etmemiştim. Bu çok tehlikeli. Bu çok hızlı. Ben hazır değilim.
"Sus be! Sana dokunmayacağım korkma!" Durdum. Şaşkın bakışlarla gözlerine baktım. Elini ağzımdan çekince derin bir nefes almıştım.
Öyleyse neden buradayız? Bir dağ ayısıyla neden dağ evindeydim?
"Bak, senin baban da benim babam da inatçı. Şu an en doğrusu bu. Bizim birlikte bir gece geçireceğimizi düşününce artık kararlarından vazgeçerler. Çünkü gelenek göreneklerine bağlılar. Eğer onların dilinde söylersek senin artık bana ait olduğunu yani işte seviştiğimizi düşünürlerse başka yolları kalmayacak. Evliliğe mecbur ediyorum sadece o kadar."
"Sen delirmişsin!" dedim şok içinde. "Bu nasıl plan manyak?!" Umurunda bile olmadı. Elini arkamdaki duvara yaslayıp üzerime doğru eğildi. "Manyak falan ayıp oluyor ama güzelim. Merak etme sana dokunmayacağım." Nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Sadece Savaştan kurtulmak için yaptığım plan elime yüzüme bulaştırmıştım. Sonunun asla böyle olacağını tahmin etmiyordum. Babam bu konuda haklı da kızının acelesi var. Ben acilen Sarp'la evlenmem gerek. Yoksa asla Savaş'ın elinden kurtulamam. Hele ki son olaylardan sonra.
Ama ben babama böyle bir hata yapamazdım. Babamın yüzüne nasıl bakardım?! Beni asla affetmezdi. "Hayır! İstemiyorum. Beni hemen eve götür." Bağırarak üzerine gittiğim sırada kollarımdan tutup beni sabitledi. "Başka bir fikrin varsa söyle onu yapalım. Ah tüh! Sana kötü haberim var. Baban bizi öpüşürken gördü, ve artık dağ evine gittiğimizi de biliyor."
Boğazımda sanki bir düğüm olmuştu. Ben babama nasıl bunu yapardım? Bana bu kadar güvenmişken onun güvenini kırmıştım. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Babam mahvolacaktı. Ailemin yüzüne artık bakamayacaktım. Sanki o an dizlerimin bağı çözülmüştü. Sıktığım yumruklarım gevşeyince Sarp'ın elleri yavaşça gevşemeye başladı. Yere çöktüm. Başımı önüme eğip babama yaptığım kötülüğü düşündüm. Kahroluyordum. Paramparça olmuştum sanki. Onu üzmüştüm. Ne yapacağım?
Benim hakkımda ne düşünürlerdi? Onlara layık olmaya çalışırken onların başını önüne eğmek acı vericiydi.
"Defne, sakin ol lütfen" Sakince bana doğru eğilip çenemden tutarak yavaşça kendine çevirdi. "Düğünden sonra gerçeği söylersin. Ama burada benim suçum yok. Sen benden ne istediysen onu yapıyorum. Bu düğün olmak zorunda." Benim bir nedenim vardı evet. Kurtulmak için hayatımı mahvediyordum. Peki o? O neden bu kadar ısrar ediyordu? Ben ona hiçbir şey anlatmamıştım ki. "Sarp, benim özel nedenim vardı. Bu yüzden aceleye getiriyorum. Peki ya sen?"
Tek kaşını havaya kaldırıp "benim de özel nedenlerim var artık" deyince şüpheyle gözlerim kısıldı. "Bunu sana şimdi söyleyemem. Ama sana aşık olduğumu falan düşünme sakın tamam mı?" İşaret parmağını burnuma dokundurup uzaklaştı. "Şimdi sakinleş. Her şey yoluna girecek. Önce bu düğün işini halledelim. Sonrası kolay."
"Babam seni öldürecek, biliyorsun değil mi?"
Net öldürürdü.
Olduğu yerde durup bana döndü. Ayağa kalkıp gözyaşlarımı sildim. Ağlamanın bir şeye etkisi yoktu. Artık düşünüp doğru hareket kullanmam gerekiyordu. Aksi takdirde hazırladığım labirentin içinde ben kaybolurdum.
"Senin için ölürüm be güzelim" imayla söylediği cümleyle sinir bozukluğuyla gülmüştüm. "Ha şöyle. Suratını asma artık. Sen suratını asınca kendimi kötü hissediyorum."
"Sarp, babam kahrolacak. Üzüntüden mahvolacak adam" Sarp iç çekerek başını yukarı kaldırdı. "Defne, evli adamla birlikte olmuyorsun. Nişanlınla birlikte oluyorsun. Zaten bu bir ilk değil ki? Çoğu kişi duygularına engel olamadan yapıyorlar. Emin ol annen baban da yapmıştır. Yani sevişme bir nevi duygusallığın tutkuya dönüştüğü ve nirvananın yaşamak arzusu olan bir şey." Yine de hiç doğru gelmiyordu bana. Masum masum gözlerine bakarken elini yüzüme koyup yüzünü yüzüne yaklaştırdı. "Düğünden sonra gerçeği söylersin tamam mı?" Başımı onaylarcasına salladım.
Başka yolum yoktu zaten... Mecbur böyle yapacaktım.
"Hem sana değil, bana kızacak. Seni kaçıran benim. Biraz dayak falan da yerim." Kaşlarını hafifçe kaldırıp, dudak kenarı belli belirsiz kıvrıldı. "Yani burada senin hiçbir suçun yok. Hatta bence annen babanı sakinleştirecek. Neyse ki kaynanam beni seviyor. Yoksa işim zor olurdu." Umarım her şey dediği gibi olurdu. Umarım babam kalp krizi geçirmezdi.
Aslında beni biraz rahatlatmıştı. Çünkü zaten istesem de geri dönemezdim. Her şey daha kötüye gidecekti. Belki de en iyi seçenek buydu. Ya da kötü seçenek arasında en az kötüsü.
Ayrıca Sarp bir konuda haklıydı. Annemde babamla evlenmeden hamile kalmıştı. Tabii bebek daha sonra öldü ama onlar da böyle bir hata yapmışlardı. Umarım bana kızmazlar...
Kesinlikle kızacaktılar...
Burnumu çekerek saçlarımı arkaya doğru attım. "Beni rahatlattığın için teşekkür ederim," dedim sarılarak. Kolunu belime sardığında yine sırıttığını fark ettim. Yine mi bir şey oldu? "Ne oldu? Neye gülüyorsun yine?"
"Seni RAHATLATTIĞIM İÇİN bana teşekkür mü ediyorsun?" dedi imayla. Ama imasını anlamamıştım. Yüzüne bakarak kaşlarımı çattım. "Evet, ne var ki burada?"
Tek kaşını havaya kaldırıp sırıtırken "yani seni RAHATLATTIĞIM İÇİN teşekkür ediyorsun öyle mi?" dedi tekrar aynı imayla. Düşünceli gözlerle yüzünü incelerken, beynim durmuş gibiydi. Ben neden her şeyi bu kadar geç anlıyorum. Ve şu an beynim tüm nöronlarını çalıştırmaya başladı. Ve yaşanan aydınlanmayla gözlerim kocaman açıldı. "Sarp!" diye bağırdım üzerine. "Fesatsın sen ya! Ben o anlamda mı dedim?!"
"Hangi anlamda dedin?!"
"Yani bana şey yaptın." Unuttum. Kelimeyi unuttum. Allah kahretsin! "Ne yaptım?" dedi yüzündeki arsız gülüş yayılırken. "Ya hayır!" Düzeltmeye çalışırken daha kötüye gidiyordu. Ne diyorum ben ya?! Manyak mıyım? Fransızca düşünüp fesatça konuşuyorum. "Yani sakinleştirdin anlamında şey yaptın." Sarp büyük bir kahkaha attı. "Ne?! Sakinleştirmek için şey mi yaptım?! Ne pislik herifmişim ulan."
"Ya Sarp! Ben Türkçe Fransızca girdi birbirine. Ben konuşamadım. Yani beni sakinleştirdin anlamında şey ettin."
"Defne, hala ısrar ediyorsun. Farkında mısın bilmiyorum."
"Tamam, sustum. Konuşmuyorum artık. Bırak!" Öfkeyle gidip yerime oturduğumda Sarp arkamdan gelip tam karşıma geçti. Hala sırıtıyordu herif. "Tamam, tamam sakin ol. Bak ne diyeceğim. Bir şey hazırlayalım mı? Ben acıktım da."
Bir şeyler hazırlayayım derken kalk sen hazırla diyordu herhalde.
"Ne istiyorsun, söyle ben hazırlayayım." Soğuk sesimle ve soğuk bakışlarımla yüzüne baktım. "Sen yemek yapa biliyor musun?" Şok içinde bana bakarken gözlerimi kısarak gözlerine baktım. "Hazırlayamaz mıyım?" Bu da beni iyice beceriksiz zannetti herhalde.
"Yani dışarıdan bakınca öyle gözükmüyorsun da." O zaman maharetlerimi göstermenin zamanı. Keyifli gülümsemeyle ayağa kalkarak mutfağa yöneldim. Buzdolabını açarak yapacağım yemek hakkında düşünmeye başladım. Öyle bir yemek sofrası açmalıyım ki Sarp şoktan delirsin. "Sen ciddi ciddi yemek mi yapacaksın?" Arkamdan bana yaklaşınca yüzümü yüzüne çevirdim. "Evet, aç değil misin?" dedim başımı hafifçe eğip, gözlerinin içine bakarak gülümsedim. "Açım da yapabilir misin ki?" Havaya kalkmış kaşlarının altından bana bakarken şaşkınlıkla dudakları aralandı. Davetkar gülümseyerek gözlerinin içine baktım. "Aç kalmak istemiyorsan beni mutfakta yalnız bırak. Birisi mutfakta olunca yapamıyorum. Bir de buzdolabı neden bu kadar dolu?"
"Her ay başka kadınla yatıyorum o yüzden." Sinirle ona döndüm. Bunun şakası bile iğrençti. "Şaka yapıyorum. Her ay yatmıyorum tabii. Birkaç gün önceden seni kaçıracağımı planladığım için her şeyi hazır bıraktım bir eksik olmasın diye."
"İyi, şimdi defol." Afallayarak bana baktı. "Ağzına böyle kelimeler yakışmıyor. Rica etsen-"
"Defolur musun lütfen?"
"Tamam."
✨✨✨
Birkaç saatin sonunda yemekler hazırdı. Az vakit alsın diye kolay yemekleri yapmıştım. Mercimek çorbası, tavuk sote, fırında baharatlı patates ve salata. Biraz da şehriyeli pirinç pilavı yapmıştım. Yemekleri tabaklara yerleştirdikten sonra tabaklarla birlikte salona gittim. Açmış olduğum masaya tabakları tek tek yerleştirmeye başladım. Son tabağı da bıraktıktan sonra aniden kapı açıldı ve içeri Sarp girdi. "Yemek hazır mı? Hazır değilse ben birkaç atıştırmalık şeyler aldım." Hiçbir şey demeden içeriye gelmesini bekledim. Bakalım yaptığım yemeklere ne tepki verecekti? Gerçi büyük bir sofra açmadım ama en azından karnımız doyar.
"Defne?" diye geldiğinde gördüğü manzarayla şoke olmuştu. Bunu beklemiyordu tabii. "Oha!" diye ağzından bir tepki çıkınca başımı hafifçe yana eğip gözlerine baktım. "Nasıl buldun?" dedim yumuşak ses tonuyla. "Bunları hepsini sen mi yaptın?" dedi inanmayarak.
"Hı hı" dedim mırıldanarak. Gözleri parlıyordu. Hala şokun etkisindeydi. Yanıma geldiğinde şaşkınlıkla gözlerime bakıyordu. Kollarımı boynuna atarak "müstakbel eşim için güzel bir sofra açayım dedim nasıl olmuş?" cilveli sesle dediğimde gözlerini kıstı. Dudağının kenarı kıvrılmıştı. "Gerçek eşin kim olacak bilmiyorum ama bayağı şanslı olacak o kesin." İlla lafı sokmalı.
"Bu bir iltifat mı?" diye sorduğumda gözlerinde bir parıltı belirmişti. "Nasıl istersen öyle algıla. Ama dokunmak yok hanım efendi." Boynuna sardığım kollarımı çekip benden uzaklaştığında dudaklarım büzülmüştü.
Peki o dokununca dokunmaya girmiyor mu?
"Sen bana sarılınca, dokununca dokunmaya girmiyor mu?" Ağzına attığı patatesle gözlerini zevkle kapatmıştı. Tadını beğendiğine dair ağzından küçük bir inleme çıkmıştı. Parmaklarını tek tek yalayarak bana döndü.
"Ben dokununca sen tehlikeli olamazsın. Ama sen dokununca ben kendimi kaybede bilirim ve oynadığımız bu oyun gerçek olabilir Defne hanım." Gözleri arsızca beni süzdü. Gözlerimi gözlerinden ayırmadan duruşumu dikleştirdim.
"Tatlım, ben Defne Aksoy'um. Benim karşımda herkes kendini kaybede bilir. Sen bile. Söylediğim cümleyle şaşkın kaşları daha çok havalandı. Dudakları ince çizgi bir halini aldı. Yavaş adımlarla bana yaklaşıp tam karşımda durdu. Başımı dikleştirip gözlerine sinsice bakarken bal rengi gözleriyle beni süzdü. Ona doğru adım atıp aramızdaki mesafeyi azalttım. Yüzümü yüzüne yaklaştırdım. Gözlerine meydan okurcasına bakarak yüzümde sinsi bir gülüş yerleştirdim.
"Bence benden korkmalısın Sarp Baysoy. Çünkü tahmin ettiğinden daha fazlasıyım." Fısıltıyla söylediğim cümleyle etkilenen Sarp, gözlerini kırpmadan hayranlıkla bana bakıyordu. Gözlerini gözlerimin etkisi altına almak için davetkar bakarken gözleri kolaylıkla bana teslim olmuştu.
Sarp'ın alnında aniden damarlar belirmişti. Çünkü kendini zor tutuyordu. Bakışları dudaklarıma kayınca zafer gülüşümle "yapma yanarsın baş komiser" dedim fısıltıyla. Dudağının kenarıyla gülerek bakışlarını çekti. Masaya doğru giderek sandalyeni çekip oturdu. Sırtını sandalyeye yaslayarak kendinden emin ifadeyle bana baktı. "Sabahki gibi öpsem ne yapabilirsin ki?"
Bir dakika, iyi hatırlattı. "İyi hatırlattın, sen beni neden öptün? Sen beni babamın karşısında neden öptün? Ya da şöyle sorayım sen iznim olmadan neden öptün?" Uzanıp patates tabağını alacakken eline vurup tabağı yerine bıraktım. "Önce kalk bana cevap ver bakalım." Bunalarak ofladı. "Bak sorduğun soruların cevabı yok."
"Niyeymiş o?"
"Çünkü öyle gelişmesi gerekiyordu. Seni öpmem aslında babana seni sevdiğimi göstermenin bir yoluydu." Midem bulanır gibi yüzüm ekşittim. "Sen hiç mi edebiyat okumadın, film izlemedin? Bu nasıl bir zeka, nasıl bir düşünce?"
Söylediğim cümle sinirini bozmuş olmalı ki ellerini yumruk yapıp gözlerini kapattı. Bir nefes verip ayağa kalktı. Kendi sinirini kontrol altına alarak bana döndü. "Eğer biz gerçekten seninle sevgili olsaydık, emin ol ailen yüzünden bırak evlenmeyi, yanında beş dakikadan fazla duramazdım. Çünkü baban oldukça sıkıcı birisi. Kızını koruduğunu zannediyor ancak hayatını mahvetmekten başka bir işe yaramıyor. Sürekli kızının her işine karışmakla onu koruyamaz. Ayrıca senin için çok fazla telaş yapıyor. Bu hiç normal değil. Annen onu kontrol ettiğini sanıyor, ama sadece zaman kaybı. Babana engel ola bilseydi şu an bu durumda olmazdık. Tabii bir de yukarıdan aşağı bakmalarını demiyorum. Her şey onun istediği gibi olmak zorunda. Sen ise-" Sustu. Söylemek istediği her neyse onu ağzından çıkaramadı. Söylediklerini sessizce dinlemekten başka bir şey yapmıyordum. "Ben ne?" diye sordum.
"Her neyse, yani şunu anlatmak istiyorum. Kendinizi bir şey zannediyorsunuz ya? Sanmayın, çok yükseklerde değilsiniz yani." Başımı salladım.
"Tamam." Ağzımı açıp aksini söyleyecek tek kelime dahi etmedim. Şaşırmıştı. Bir şey dememi bekliyordu ancak hiçbir şey konuşmak istemiyordum. Çünkü ben kendimi sürekli birilerine anlatmaktan çok yorulmuştum. Beni anlayan birisini buldum derken, onun ailem hakkında düşünceleri canımı yakmıştı. Belki de haklıydı. Ama bunu itiraf etmesi... Benim hakkımda iyi şeyler düşünmüyordu. Şımarık olduğumu, sıkıcı ve aptal olduğumu düşünüyordu. Keşke gerçekten öyle olsaydım.
"Yemeklerin tadına bakmadın," dedim gülümsemeye çalışarak. Ben böyleydim. İçimde dev gibi ateş yanarken gülümsüyordum. Tabağını alıp yemeklerden tabağına koydum. Önüne bırakınca şaşırmıştı. Gözlerimi kaçırıp yüzüne bakmamaya çalışıyordum. Kalbi defalarca kırılanlar belki beni anlarlardı. Oturup ağlamanın ya da küsmenin insanların sizi anlamasını sağlamıyordu. Bir süre sonra zaten kendinizi anlatmak vazgeçiyorsunuz. Kırık kalbinizle bir köşeye çekilip kendi acınızı içinizde yaşıyorsunuz. Çünkü bağırsanız da ağlasınız da sizi görmeyen, duymayan bir sürü kalpsizlerle doluydu dünya. Bunlar sadece gücünüzü tüketiyordu başka hiçbir işe yaramazdı.
"Defne," dedi tekrar bana gözlerini sabitleyerek. "Bazen seninle ilgili düşüncelerim değişiyor. Ve bu benim kafamı karıştırıyor. Bazen senden nefret ederken, yüzünü dahi görmek istemezken ki gerçekte böyle hissetmem lazım. Bazen ise seni göremeden yapamıyorum, seni ağlarken, üzgünken gördüğümde daha kötü oluyorum." Elimi tutmak için elini uzattığında elimi geri çektim. Çünkü bu döngüden ben de yorulmuştum.
✨✨✨
Balkonun karanlıkta parlayan ışıkları, geceyi aydınlatırken rüzgar hafif hafif esiyordu. Ahşap zemin, ay ışığının altında gümüş gibi parlıyordu. Balkonun kenarındaki saksılarda, gece çiçeklerinin hafif kokusu hissediyordum.
Ormanın derinliklerinden gelen baykuş sesleri ve yaprakların hışırtısı, geceye mistik bir hava katmakla beraber aynı zamanda gökyüzünde yıldızlar, ağaçların arasından parıldıyordu.
Elimde sıcak bir içecek, battaniyeye sarılmış halde, evde bulduğum "VICTOR HUGO-BİR İDAM MAHKUMUNUN SON GÜNÜ" kitabıyla kendi köşeme çekilmiştim. Merakla kitabı okurken rastladığım cümleyle dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.
Bir cümle insanın hayatını özetleye bilir miydi? Özetlerdi.
"İnsan içinde bulunduğu koşullarda bazen bir zinciri saç teliyle koparabileceğini sanır. " Gözlerim uzaklara daldı o an. Nereye mi? İşte o geceye...
Karanlıktı her yer. Ellerim ayaklarım bağlıydı. Bir zincirle bağlıydı hem de. Odanın duvarları nemli ve küf kokuyordu, zemin ise soğuk taşlarla kaplıydı. Tek ışık kaynağı, tavandan sarkan ve zayıf bir şekilde titreyen eski bir ampuldü. Odada iğrenç bir koku vardı. Çürümüş peynir kokusu...
Bedenim korkuyla titrerken bileklerimde bağlı olan zincirler birbirine çarparak metalik sesler çıkarıyordu. Zincirlerini soğukluğu tenime işlerken, kalbim acı ve korku içerisinde hızla atıyordu. Buradan çıkmak için umut etsem de her geçen gün bana bir asır gibi geliyordu. Ara sıra odaya gelen maskeli adamlar sadece ekmek arası peynir vererek hayatta kalmamı sağlıyordular. Bir süre sonra ise artık yememeye başlamıştım. Ne kadardır buradayım, ve ne kadar kalacağımı bilmiyordum. Bildiğim tek şey ölmek istediğimdi...
Artık beynim durmuştu. Düşünemiyordum. Adamlardan biri aniden içeri girdiğinden yutkunmuştum. Çünkü neden geldiğini biliyordum. Son kez gözlerine baktım acı dolu ifademle. İnsandı, merhamet eder diye düşündüm. Fakat içindeki şeytanın onu ele geçireceğini düşünememiştim. Elinde kızgın demir sopayla gelmişti. Onu havaya kaldırınca bir an içinde bu zincirlerin kopabileceğine inanıp son kez son gücümle ellerimi iki yana açmaya çalıştım. Fakat olmadı. Yapamadım, yapamazdım... Ve kızgın demir sopanın öfkesinin kurbanı oldum. Duvarlar tekrar çığlıklarıma şahit olmuştu. Ve yine çığlıklarımı bastırmıştı...
"Defne?" Sarp'ın sesiyle dolan gözlerimi kırpıştırarak gerçek hayata geri dönmüştüm. "Yine kapanma moduna mı geçtin?" Beynim tüm algılarını kapatmıştı sanki. Söylediklerini daha henüz anlayamıyordum. Titreyen elimle kitabı masaya geri bırakarak bir an önce o satırlardan kurtulmak istemiştim.
"Defne, rengin bembeyaz. İyi misin?" Sesi oldukça telaşlıydı. Telaşlı gözlerle yanıma gelip oturduğumda kendime engel olamamıştım. Bir anda boynuna atılarak sarılmıştım. "Değilim, hiç iyi değilim." Sesim titriyordu, kalbim hızla çarparken sadece birisine sarılmak istemiştim. Sıkıca sarılmak... Ve o an yanımda sadece o vardı. Kollarını belime sardığında gözyaşlarıma engel olamamıştım. "Sarp, beni bırakma" dedim bir anda. Kendimde değildim, korku tüm bedenimi esir almıştı. Sanki şu an birisi gelip beni bu hayattan koparıp yine o günlere atacak gibi korkuyordum.
"Bırakmam" dediğinde içimde bıraktığı sıcaklıkla huzura kavuşmuştum. Nedenini sormamıştı, sadece söylemişti. Daha sıkı sarmıştı belimi.
Beni anlamış mıydı? Sanmıyorum. En azından anlamış gibi yapıyordu.
Saçlarımı okşadığında içimdeki huzur daha geniş alanlara yayılıyordu. Her dokunuşu bana huzur veriyordu. Birkaç saniye sonra geri çekilip gözyaşlarımın ıslattığı yanağımı avuçlarının içine alarak baş parmağıyla ıslaklığı temizledi. "Ben daha ne kadar gözyaşlarını sileceğim?" dediğinde sırıttığını fark ettim. Küçük bir kız çocuğu gibi dudaklarımı büzerek omuz silktiğimde gözleri üzerimdeydi. "Küçük bir kız çocuğundan hiçbir farkın yok küçük hanım."
"Seni de bunalttım, farkındayım."
"Seni bu kadar üzen şeyi ya da birisini merak ediyorum." Tekrar omuz silktim. Oturup geçmişimi anlatmayacaktım ki... Hiç beklemediğim bir şekilde beni kendine doğru çekip kolunu belime sardı. "Anlatmayacağını biliyorum. Ama ne olursa olsun hiçbir şey senin o gözyaşlarından daha değerli değil." Gözlerime bakarken kendimi kaybedeceğimi anlamıştım. Bu yüzden gözlerimi ondan kaçırarak başımı göğsüne yasladım. Tam kalbinin üzerine denk gelmişti. Başını başımın üzerine koyduğunda kalbinin sesini duyabiliyordum.
Huzur vericiydi...
"Defne," dedi sakin ve yumuşak ses tonuyla. "Seninle konuşacaklarımız vardı. Konuşalım mı biraz?"
Ne kadar kaçabilirim ki zaten?
"Konuşalım." Geri çekildiğimizde aramıza mesafe koyarak uzaklaştı. "Anlat bakalım, nasıl oldu da Serap o hapisten kurtuldu?"
Evet, işte o yüzyılın en muhteşem planı...
Boğazımı temizleyerek duruşumu dikleştirerek güldüm. Çünkü yaşanırken tırnaklarımı heyecandan kemirirken, şu an oturup başarılı planın konuşması oldukça komikti. "Şimdi şöyle. Aslında Savaş'a bir plan kurmuştum. Açıkçası planın işe yaracağını hiç düşünmedim. Ancak şansım yaver gitti. "Merakla ve pür dikkat beni izliyordu. "Nasıl yani?"
"Serap'ın avukatıyla konuştum önce. Bana Savaş Karakurt'un imzası olmadan Serap dışarıya çıkamaz dedi. Yani hakimi yalnız Savaş satın alabilirdi. Ben de bir plan yaptım. Önce dedemden yardım alarak Savaş Karakurt'un olduğu yeri tespit ettim. Tabii en zoru buydu. Çünkü asla söylemiyordu."
"Deden ne alaka?"
"Dedem Cevdet Çelik. O da yeraltı dünyasından. Böyle karanlık adamları iyi tanıyor." Söylediğim cümleyle şaşıran Sarp gözleriyle sırıttı. Bildiğiniz sırıttı ama dudaklarıyla değil, gözleriyle...
"İşte dedemi ikna ettikten sonra Savaş'ın yerini öğrendim. İşte asıl planım bundan sonra başlıyordu. Bir kurye tuttum parayla. Savaş'ın evine gönderdim. Özel bir paket olduğu için yalnız Savaş alacaktı o paketi. Dedeme sürekli kırmızı paket gelirdi. Hep merak ederdim, ne var orada acaba? Sonra gizlice onu dinlerken bir konuşmasına şahit oldum. Meğerse, yeraltı dünyasında kırmızı paket çok önemliymiş. Sadece liderlerin imzasıyla onaylanıyormuş. Öyle yaptım ben de. Kurye paketi teslim ettikten sonra imzasını aldı. Ve o imzayı kopyaladım."
"Anlamadım, imza ne alaka? Yani ne yapacaktın ki imzayı? Ayrıca pakette ne vardı?"
"Pakette Savaş Karakurt'a aldığım kol saati vardı."
"Sen Savaş Karakurt'a saat mi aldın?"
"Evet," dedim gülümseyerek. "Belki bu olanlardan sonra biraz yumuşar. Çünkü fazla kızdırıp aradan çıkacaktım o yüzden." Sarp şok içinde bana bakarken "ehe" diye gülmüştüm. Umarım Savaş hediye için bana kızmaz. Hediyenin hatırına en azından.
Kızmayacaktı, delirecekti...
Kim bu devirde kime hediye alıyor ki? Her şeye zam gelmiş zaten. Umarım kızmaz.
Tabi Defne'ciğim. Neden kızsın ki? Adamı bir milyon dolar zarara uğratmışsın, gidip 4500 tl bir saat almışsın. Kesinlikle kızmaz. Hatta mutluluktan havalara uçar. Kesin.
"Devam et" dedi.
"Savaş'ın imzasını kopyalayıp Serap'ın dosyasıyla ilgilenen savcıyı ve hakimi kandırmak istedim. Hakim Savaştan yüklü bir miktar daha isteyeceğini söyledi. Ona yüklü bir para ödemem gerekiyordu. Bu parayı babamdan alamazdım. Bende Savaş'ın her zaman banka rolünü oynayan Adnan Deniz'den aldım. Kendimi Savaş'ın adamı gibi tanıtarak yüklü bir miktarda borç para aldım. İmzayı da güya Savaş atacakmış gibi belgeyi aldım ve gizlice Savaş'ın imzasını kendim attım. Ardından belgeyi ona geri verdim. Şu an Savaş'ın Adnan Deniz'e yaklaşık bir milyon dolar borcu var. Ve Savaş bunu öğrenirse, Defne isminde birisi artık yer yüzünde olmayacak."
Tüm bunlar sanki kolay bir şeymiş gibi anlatıp ardından gülerek "ehe" diye bir ses çıkarmıştım. Sarp şaşkın gözlerini kocaman açmış, kulaklarına inanamıyor gibi dudakları aralanmıştı.
"Na-nasıl? Sen tüm bunları kimseden yardım almadan nasıl başardın?"
"Hayattaki tüm şansımı kullandım diyebiliriz."
Savaş Karakurt karşıma çıkarsa artık hiçbir şansım yok. Bu yüzden topuğa kuvvet.
Sarp duyduklarını sindirmeye çalışıyordu. Gerçekten bu anlatılanlar inanılmazdı. Koskoca Savaş Karakurt'u tuzağa çekip onun imzasıyla faydalanan bir adet Defne Yıldız Aksoy. Aslan yüreği yemişim galiba. Fakat Sarp bir anda öfkeyle ayaklandı.
"Bundan sonra başına geleceklerden korkmuyor musun? Savaş seni sağ bırakır mı sanıyorsun?" Sarp kontrolünü kaybetmiş gibi ayaklanarak balkonda volta atmaya başladı. "Defne, çıkışı olmayan bir yola girdin." Öfkeliydi, hem de fazlasıyla. Yüksek sesle bağırmaya başladı. Şu an Savaştan değil, ondan korkuyordum. "Sen bunları nasıl yaptın? Benim aklım almıyor."
Benim için endişelendiği için mi öfkelenmişti, yoksa başka bir şey mi vardı?
"Biliyorum, ama arkadaşımı orada bırakamazdım. Serap benim için çok değerli. Çocukluk arkadaşım o benim. Her zaman yanımda oldu. Ayrıca o kimsesiz Sarp. Onun benden başka kimsesi yok." Sarp sinirle gülerek bana döndü. "Kızım, o kız katil. Sen bunu anlayacak kapasitede değil misin? Savaş boş boşuna bir insanın peşine düşmez. Sen bunu hala idrak edemedin mi?"
"Sarp!" dedim öfkeyle ayağa kalkarak. "Savaş Karakurt umurumda değil! Benim umurumda olan tek kişi Serap'tı. Onu da kurtardım. Bitti gitti. Serap asla böyle bir şey yapmaz." Yapmazdı. Evet, başta şüphelendim fakat onunla birlikte büyümüştük. Serap asla kimseyi öldürmezdi. Öyle birisi değildi.
Karşımdaki adamın öfkeden gözü dönmüştü. Gözbebekleri öfkeyle büyümüş, bakışları adeta ateş saçıyordu. "Sen kendini zeki sanan aptalın tekisin." Çenesi kasıldı. Kalbimde sanki bir parça koparak yere düşmüştü. "Hala saf gibi o kadına inanıyorsun. Bulmuş senin gibi bir aptalı parmağında oynatıyor." Öfkesinden böyle söylediğinin farkındaydım. Ancak böyle daha çok kırıyordu beni.
Yüzünü yüzüme yaklaştırarak öfkeyle parlayan gözlerini gözlerime sabitledi.
"Savaş Serap'ın gerçekten suçlu olduğu için peşine düşmüştü. Hatta deliller bile vardı. Serap'ın parmak izleri, kamera kayıtları hepsi. Serap genç bir kızı öldürdü. 17 yaşındaki bir kızı öldürdü." Kalbim kasılmıştı. Serap böyle bir şey yapmazdı.
İnanma Defne. Hepsi yalan. İnanma.
"Savaş Serap'ı tekrar yakalar, ve kendisi öldürür bu sefer. Onda hiçbir sorun yok." Yutkundum. Dikkatlice Sarp'ı izliyordum. "Ancak senin gibi kız bir katil yüzünden ölecek. Ölümden korkmaz mısın sen?" Kaşlarını çatarak alnında derin bir çukur yarattı. Öfkeli gözleri soğumamıştı. Gözlerimden akan tek gözyaşı aşağı doğru süzülürken acıyla güldüm. Ölümle defalarca yüz yüze kalmıştım. Korksaydım kalır mıydım? İntihar eden birisi ölümden korkar mı?
"Ölmek için yalvaran birisi ölümden korkar mı hiç?" dedim acı dolu sesle. Çenesi kasılmıştı, bakışları şaşkındı.
"Defne, babanın neden senin üzerinde bu kadar titrediğini anladım." Kaşlarım çatılmıştı. Dolmuş gözlerimi kırpıştırdım. Ne diyeceğini bekliyordum. "Çünkü aptal kızının aptal hareketlerini engellemek için yanında olması gerekiyor. Kendini zeki sanan aptal birinin." Gözyaşlarımdan birisi yanağıma süzülünce hızlıca onu sildim.
Yapma Sarp. Söyleme. Çıkışı olmayan bir yola girme... Beni zor durumda bırakma...
"Şımarıksın. Fazlasıyla şımarıksın. Ve bu şımarıklığın aptalca davranmana neden oluyor Defne Aksoy. "
Hayır. Sarp. Hayır...
"Canımı acıtıyorsun Sarp" dedim titreyen sesimle.
Güldü. Umursamadı, canımın acısını umursamadı. Alayla gülerek gözlerime baktı. "Sen acı nedir bilir misin?" Acı baban yaşında adamın kollarında çırpınarak kurtulmaya çalışmaktı... Gözlerimi acıyla kapatıp başımı eğdim. Kalbim acıyordu. Nefes alamıyordum. Sesleri kulağımda yankılanıyordu. O adamın sesi kulağımdan gitmiyordu.
"Yeter! Ben ne yaşadığımı bilmeden böyle konuşamazsın. Ailemi yargılayamazsın. Bizim neler yaşadığımızı bilmiyorsun ben-" devamını getiremedim. Dilim sustu, kalbim hızlandı. Nefes alamıyordum. Çekip gitmeliydim. Buradan defolup gitmeliydim. Panikle kendimi dışarı attım. Hıçkırarak koştum. Nereye gidiyordum? Karanlık ormana doğru koşuyordum. Ezdiğim kuru yaprakların sesi karanlık ve sessiz ormanda yankılanıyordu. Nereye gittiğimi bilmeden öylece koşuyordum. Arkamdan seslendiğini duydum ama cevap veremedim. Nefes alacak gücüm yokken nasıl konuşurdum ki?
"Yoksa korkuyor musun küçük sürtük?!"
"Aç bacaklarını"
"İstediğimi vermezsen bacaklarını kırarım."
O ana gitmiştim. Yine o duvarların arasındaydım. Yine o karanlık depodaydım...
Kulaklarımı kapattım. Ama sesler gitmiyordu. Nefes alamıyordum. Kalbim göğüs kafesime yerleşmiyordu. Sanki bir bıçağı almışlar kalbimin ortasına saplamışlar gibiydi... Ağlamaktan dolayı artık nefes alamaz hale gelmiştim. Koştum ama kaybolmuştum. Olduğum yerde durup zifiri karanlığa baktım. Ürkütücüydü, korkuyordum. Neredeydim ben?
Ayaklarımın beni taşıyamadığını fark ettiğimde yere dizlerimin üzerine çöktüm. "Burada değilim, burası gerçek değil." Diye fısıldadım. "Sarp!" diye bağırmaya çalıştım. Ama nefes alamadım. Arkama baktım, arkam yoktu. Önüm yoktu, sağım solum yoktu. Sanki orman bir anda kapanıp beni yutmuştu. İçimden bir ses koş diyordu. Ama ayaklarım yere çivilenmişti. Gözlerim kararıyor, kulaklarım uğulduyordu. Panik ataktı bu. "Sakin ol Defne. Lütfen sakin ol." Ama içimdeki kötü ses daha da büyüyordu. Kaçamayacaksın, yol yok. Çıkış yok diyordu.
Önümü göremiyordum. Gözyaşları sadece karanlığı daha bulanık hale getiriyordu. Ormanda kurt sesleri gelmeye başlamıştı. Üstelik çok yakındaydı. Kaçmam gerekiyordu ama nereye?
Aptal Defne! Gerizekalı!
Bir dakika! Bir çıtırtı geldi. Başımı kaldırdım. Gözlerim büyüdü. Karanlığın içinde biri vardı. Bir ses daha vardı. Sanki birisi beni izliyormuş gibi hissettim. Yavaş, çok yavaş yaklaşıyordu. "Sarp?" diye sessizce sordum. Onun olmasını ümit ettim. Korku tüm bedenimi esir almıştı. Ve bir adım sesi daha. Yanıt gelmedi. Sadece adımlar yaklaşıyordu. Bir anlığına gözlerim karardı. Sanki her şey üstüme çökmüş, nefesimi tamamen almıştı. Ve ben yalnızca bir gerçeği biliyordum. Kaybolmuştum ve biri bana doğru geliyordu.
Öhöm öhöm... Ne oldu ya size bir renginiz falan attı sanki? Pkgılzkzlzjxlsls
İyi misiniz?kjsmçşzkkslaıa Size kötü haberim o kişi Sarp değil.
Evet bölümü nasıl buldunuz bakalım?
Devamını hemen yazmaya gidiyorum. İnşallah bir aksilik çıkmazsa yarın akşama gelir.
Bölümde en sevdiğiniz sahne?
Instagram'da adelinashwriterrr
Tiktokda adelinawriterr hesabını takip etmeyi unutmayın lütfen...
Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen..
Seviliyorsunuz...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.04k Okunma |
500 Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |