
9.Bölüm: "Dağ evinde dağ ayısıyla"
"En ağır yük, geçmiş değil, geçmişi reddetmektir.”
:-)
Başımın acısı hala geçmemişti. Sanki başımın içinde at tepiyor gibiydi. Gözlerimi acı içinde açtığımda küçük ahşap bir kulübede olduğumu gördüm. Ben buraya nasıl geldim ya? Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.
Gözlerim acı içinde kırpıştırıp tekrar açtığımda tanıdık bir yer olmadığını anlayınca panikle doğruldum. Burası da neresi? Ben buraya nasıl geldim? Ya da kim getirdi? Etrafa bakındım. Ortalıkta hiç kimse yoktu. Güneş çoktan doğmuş, karanlık gece sona ermişti. Zihnimi hatırlamak için zorladığımda parça parça anılar gelmeye başladı. En son Sarpl'a kavga etmiştik evet. Gözlerim kısıldı. "Peki sonra ne oldu?" Ben buraya nasıl geldim? O an zihnimde eksik bir parça yerini bulmuştu. Orman. Öfkeyle ormana doğru koşmuştum... Hatta... sanırım kaybolmuştum. Evet, kaybolmuştum. Tamam da ben buraya nasıl geldim? Sarp mı getirdi yoksa? Beni bulmuş muydu?
Aniden kapı açılınca ayaklarımla vücudumu geri ittirip duvara yaslandım. "Korkuttum mu?" Gözlerimi kocaman açmış, önümdeki uzun boylu, geniş omuzlu, sarışın bir adama bakıyordum. "Korkutmak istememiştim. Ben uyandığını bilmiyordum."
"Sen kimsin?" diye yatağımda geriledim. Kapıyı kapatıp ellerini havaya kaldırıp dur işareti yaptı. "Korkma, güvendesin. Ben dün gece seni ormanda gördüm. Bayılmıştın." Orası yoktu bende. Nasıl oldu da bayıldım? Korkmuş olmalıyım. "Beni nasıl buldun?"
"Ben sahil kenarında yürüyüşe çıkmıştım. Sonra senin sesini duydum. Yardıma ihtiyacın olduğunu düşünüp geldim. Fakat geldiğimde çoktan bayılmıştın." Gözlerim hala adamı tararken, adam ona güvenmediğimi anlayıp cebinden kimliğini çıkardı. "Ben uzman doktor Poyraz Keskin. Azizov'lar hastanesinde estetik doktoruyum. Sen bayılmıştın, yaralandığını sanıp kontrol ettim. Ama sadece bayılmışsın." Azizov'lar hastanesi mi? Bu benim çalıştığım hastane. Kimliğine baktığımda doğru söylediğini anlamıştım. "Siz o hastanede mi çalışıyorsunuz?" diye sorduğumda başını salladı. "Ben orada asistan doktorum. Kemal beyin asistan doktorlarında." Adam tanıdık çıktığı için biraz olsun rahatlamıştım. "Siz yeni gelen misiniz? Sanırım Fransa'dan birkaç kişiyle beraber gelmiştiniz."
"Evet, arkadaşlarımla beraber gelmiştim." Kaşları merakla havalandı. "O zaman iş arkadaşı sayılıyoruz. Korkmana gerek yok. Sana zarar vermem." Başımı onaylayarak salladığımda işaret parmağıyla sandalyeyi gösterdi. "Otura bilir miyim?"
"Tabii hocam." Hocam demem gerekiyordu. Adam uzman. Yoksa erken mi? Demese miydim acaba? "Siz her bayılanı buraya mı getiriyorsunuz?"
"Aslında normalde ormanda kimse bayılmıyor da, getirmese miydim?" Bu kez kaşlarım kalktı. Saçma sapan soruyu niye sormuştum ki? "Sizin burada ne işiniz vardı peki?" diye sorunca dudağımı ısırdım. Şimdi gel açıkla. Doğruyu söyleyemem. Yalanı nasıl söyleyeceğim peki?
"Nişanlımla gelmiştik iki günlüğüne..."
Sahte nişanlım beni kaçırmıştı. Düğünü öne almak için... "O markete kadar gitti. Bende hava almak için biraz ormanda dolaşayım dedim..." Kavga ettik, ben de koşarak orman gittim. "Aniden duyduğum sesle korkarak panikle ormana doğru koşmaya başladım. Fakat daha sonra kayboldum, yolumu bulamadım." Ağlayarak ormanın derinliklerine doğru koştum. Kör olduğum için nereden geldiğimi anlayamadım.
"Şimdi de buradayım." Tek kaşını havaya kaldırarak gülümsedi.
"Anladım, o zaman nişanlın endişelenmiştir. "
Ya ne demezsin. Şu an benden kurtulduğu için seviniyor da olabilir mesela.
"Büyük ihtimalle" dedim omuz silkerek. Kırmıştı beni. Endişelenmezdi ki... Beni kıran birisi benim için endişelenir miydi? Belki de aptal birisinden kurtulduğu için mutluydu. "O zaman iyiysen, gidip bulalım mı onları?" Başımı hafifçe salladım. Başka yolum yoktu. Kırgındım ama yine de yanında olmalıydım... Ayağa kalktığımda bana beyaz bir fermuarlı sweathirst verdi. "Bunu giy. Dışarısı soğuk."
"Teşekkür ederim."
***
Yazarın anlatımıyla.
Harun kapıya dayanıp öfkeyle çalmaya başladı. "Açın ulan kapıyı!" diye bağırdı, yumrukları kapının tahtasında yankılandı. Peşinden koşan Dilara, kolundan tutup geri çekmeye çalıştı. "Harun, önce sakinleş," dedi titrek bir sesle. Ama Harun dinlemiyordu. Gözleri öfkeyle kıpkırmızıydı. "Kızımı bana verin!" diye haykırdı. Kapıyı yumrukladıkça eklemleri beyazlaşıyor, içeriden hâlâ hiçbir ses gelmiyordu. "Ne yaptınız kızıma?"
"Harun, dur artık!" Dilara bu kez sertçe ayağını yere vurdu. "Dur be adam! Daha ne kadar çekeceksin bizi dibe?" Harun, bir anlığına olduğu yerde donakaldı. Dilara'ya baktığında kadının gözleri dolmuştu. "Yeter Harun," dedi, sesi titriyordu. "Çok yoruldum, yeter artık. Harun'un zihninde ise tek bir cümle yankılanıyordu. "Ne kadar bizi dibe çekeceksin?" Tam o sırada kapı sertçe açıldı. Harun, öfkeyle başını çevirdi. Kapının eşiğinde duran hizmetçiye bir an bile bakmadan içeri daldı. Ardından Dilara da aceleyle içeri girdi. "Cengiz!" diye kükredi Harun, sesi duvarlardan yankılandı. Salon bomboştu. Fakat açık kapıdan gelen seslerle, onların bahçede kahvaltı yaptığını anladılar.
Harun hızla dışarı çıktı. Bahçede Cengiz ve Zümra masanın başındaydı. Cengiz sesi duyunca yerinden fırladı. "Ne oluyor? Ne bu gürültü sabah sabah?"
"Kızım nerede, Cengiz?" diye patladı Harun, yumruklarını sıkarak. Cengiz kaşlarını çattı, anlam verememişti. "Ne kızı? Ne saçmalıyorsun sen?" Dilara, derin bir nefes alıp Harun'un arkasından öne geçti. "Defne'yi Sarp kaçırdı," dedi yorgun sesle. "Onu buraya getirdiğini düşünüyor."
"Ne?!" Zümra yerinden fırladı, sandalyenin ayakları taş zeminde sürtünerek gıcırdadı. "Kaçırdı mı?" diye bağırdı panikle.
Cengiz donakalmıştı. Bir an sonra kendine gelip cebinden telefonunu çıkardı. Parmakları titreyerek arama tuşuna bastı. "Bu ne rezillik Sarp?!" diye sinirle dedi kendi kendine. Sarpın bu kadar ileri gideceklerini tahmin etmemişlerdi.
Harun'ın nefesi kesik kesikti. Göğsü hızlı hızlı kalkıp iniyor, dudaklarının kenarı titriyordu. Gözleri öfke ve panikle kıvrılmış, yüzündeki damarlar boynuna doğru belirginleşiyordu. "Eğer kızımın yerini biliyorsanız söyleyin," dedi, sesi çatallanmıştı. "Dünden beri aramadığım yer kalmadı." Cengiz'in yüzü önce bir an dondu. Göz kapakları hafifçe indi. Ardından sinir bir kıvılcım gibi yayıldı. Sarp'ın bu hamlesi en çok onu sinirlendirmişti. Çünkü artık Defne'yle evlenmesini istemiyordu. Harun yüzünden değil, oğlunun o kıza gerçekten kapılıp her şeyi mahvetmesinden korkuyordu. Ve korktuğu başına gelmişti.
Gözlerini Harun'a dikti, ağız kenarı sertçe indi ve alt çenesini sıktı. Bir adım ileri attı. "Bilseydim, izin verir miydim sanıyorsun?" Gözlerinin köşesindeki küçük çizgide sabırsızlık okunuyordu.
Harun'un bakışı daha da keskinleşti. Dişlerini gösterircesine dudaklarını sıktı. Elleri yumruk olmuş, parmak eklemleri beyazlamıştı. Sarp'ın kızına zarar vermesinden korkuyordu ama bir yanı da Sarp'ın Defne'ye zarar vermeyeceğini söylüyordu. "Benim kızımın saçının teline zarar gelirse, burayı yakarım Cengiz. Seni de aileni de-"
"Hop, orada dur bakalım Harun," Cengiz bir adım daha attı, ama bu sefer gülümsemesi donuk, tehditkâr bir mimik aldı. Kaşlarını hafifçe kaldırdı, başını yana eğdi. "Bu zamana kadar her dediğine oğlum için sustum." Gözleri bir an Harun'un gözlerine takıldı. "Ama dün oğlum hakkında söylediklerin çizgiyi aştı. Sen oğlum hakkında öyle konuşamazsın, duydun mu?" Harun'un yüzünde bir çatırtı oldu. Burnunun deliği genişledi. "Çünkü oğlun dediğin o şerefsiz, kızımı yaralı halde gece vakti o halde bırakıp gitti."
Cengiz'in kaşları bir kez daha kalktı. Dudaklarının bir kenarı hafifçe yukarı çekildi. "Ağzından çıkanı kulağın duysun Harun." Başını ağır ağır yana eğdi. "Benim oğlum şerefsiz değil, ama senin kızın şımarık. Ve Sarp'ın bir sınırı var. Allah bilir ne yaptı ki onu sinirlendirdi." Karşı karşıya duran iki düşman değildi. Karşı karşıya duran çocuklarını korumak isteyen, onlar için dünyayı yakacak kadar gözü dönen iki babaydı.
Dilara bu konuşmaları arada sessizce dinliyordu. Gözleri doldu, elinin tersiyle hızla yanağına dokundu. Zümra'nın yüzü bembeyaz olmuş, elleri masanın kenarına sıkıca sarılmıştı.
"Suçlu olsa bile o halde bırakması normal mi? Harun sinirle güldü. "Peki yaralı kızının o saatte orada ne işi vardı? Sarp asla onu zorla götürmez."
Sözcükler havada asılı kaldı. Harun bir an donakaldı. Defne'nin ne kadar inatçı olduğunu biliyordu. Sarp onu götürmek istemese bile Defne kendi istediği için gidecekti. Fakat hala Sarp'ın yaptığını doğru bulmuyordu. Ancak içinden gelecek bir itiraz bulamıyordu. "Harun," dedi Zümra bir adım öne çıkarak. "Sarp bu hareketiyle aslında size bir mesaj veriyor." Sonra kocasına baktı. "Sarp gerçekten Defne'yi sevmiş olabilir." Cengiz bu gerçekliği kabul etmek istemiyordu. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. "İki taraf da onların evliliğine karşı çıkınca böyle bir ders vermek istedi aklınca."
"Gerçekten sevmek mi? Zaten sevdikleri için nişanlanmadılar mı? Ayrıca kızımı zorla kaçırdı" Dedi Harun hala inat ederek. Cengiz çenesini hafifçe kaldırdı. "Kızını savunmak, başkalarında suç aramak değil, Harun Aksoy," dedi ağır ağır. Gözlerinin içindeki kararlılık, sözcüklerinin üstünü örttü. "Ben oğlumu sizin ayaklarınızın altına asla sermem. O şımarık kızına da kalmadık. Ama belli ki Sarp bu oyunu bayağı ciddiye almış."
Harun'un kaşları anında çatıldı. "Ne oyunu?" Cengiz tüm dikkatiyle Dilara'ya döndü. Çünkü oyunun ne olduğunu o çok iyi biliyordu. Oyunu o kurmuştu.
Harun Dilara'ya dönünce ise Dilara başını öne eğdi, omuzları küçüldü, elleri birbirine dolandı. "Mecburdum. O geliyor."
O anda Harun'un içinden bir şey koptu, bir korku dolaştı vücudunda. Kabuslar birden geri geldi. Yaşananlar ve bitmeyen acılar...
Defne'nin anlatımıyla
Güneş ışıkları ağaçların arasından süzülerek zemine altın rengi bir halı seriyordu. Kuşların cıvıltıları ve yaprakların hışırtısı, ormanın derinliklerinde yankılanıyordu. Ben adımlarımı dikkatlice atarak patikada ilerliyordum. "Niye durgunsun?" Yanımda yürüyen Poyraz sessizliği bozarak beni bu huzurdan mahrum etmişti.
"Hiç. Biraz yorgunum." Ormanın huzur verici atmosferinde derin bir nefes aldım. "Burası ne kadar da güzel," diye fısıldadım. "Oysa ki gece nasıl da korkutucu oluyor öyle değil mi?" Poyraz gülümseyerek başını salladı. "Evet, gerçekten öyle," dedi. "Geceleri korkutucu gibi görünen orman güneşle beraber cennete dönüşüyor. Sadece bir güneşle her şey değişiyor."
Poyraz'ın düşünceli bakışlarını fark ettim. "Ne düşünüyorsun?" diye sordum. "Dışarıdan nasıl da her şey yolundaymış gibi görünüyor. Ama içimizdeki fırtınanı sadece biz görüyoruz, öyle değil mi?" Doğru tespitti. Evet, herkes içimizi görmüyor. Ya da yanlış anlıyor... "Ama her şey yolundaymış gibi gösteren de biziz. İyi misin diye sorarlar, aa evet iyiyim. Gece kötü uyudum. Rengin solmuş derler, bu aralar biraz hastayım deriz."
"Tıpkı senin biraz önce beni geçiştirdiğin gibi" dediğinde yakalandığımı anlayarak başımı ona çevirdim. Gülümsüyordu, ve mavi gözleri güneş ışıklarının altında daha canlı hale geliyordu. "Yakalandım galiba?" dedim gülerek. "Çok feci hem de" dedi gülerek.
Yürümeye devam ederken uzaktan Sarp'ın evini görmemle olduğum yerde durmuştum. Bir yanım oraya gitmek istemezken, diğer yanım en iyi yolun bu olduğunu söylüyordu. Çünkü hala kırgındım. Hatasını anlamış mıydı? Acaba telaşlanmış mıydı? Belki de hiç umurunda bile olmamıştır. Çünkü söyledikleri benim için oldukça ağırdı.
"Bana kartını verebilir misin?" diye aniden Poyraz sorunca kaşlarımı çatarak ona döndüm. "Neden? Ne yapıyorsunuz ki?"
"Eee meslektaşız. Seni koskocaman hastanede nasıl bulacağım? Belki teşekkür yemeğine çıkarırsın beni?" dediğinde kahkaha attım. "Bu iyiydi. Evet, aslında haklısınız" ellerimi hırkamın cebine soktum. "Size bir teşekkür borçluyum." Güldüğümde o da gülmüştü. "Tamam, ama kartım yok şimdi üstümde. Numaramı yazın isterseniz."
"Tabii" Ne bu? Yeni numara alma taktiği galiba.
Numarayı verdikten sonra biraz daha ilerledik. Ve görüş alanıma Sarp girmişti. Bahçedeydi ve oldukça telaşlı gözüküyordu. Olduğum yerde durup sadece onu izlemeye başladım. "Gitmek istediğine emin misin? Eğer istersen seni evine götüre bilirim." Başını hafifçe aşağı eğip yüzüme bakmaya çalıştı. Tedirgin olduğumu fark etmişti. "Evet, eminim. Sadece biraz atıştık da. O yüzden..." Cümlemin devamı gelmedi. Başımı önüme eğdiğimde çenemden tutup yüzümü yavaşça kendine çevirdi. "Estetik için yanıma gelen tüm kadınların güzelliğini sadece bir erkek yüzünden kaybettiklerini öğrendiğimde çok garip hissetmiştim. Hiçbir erkek için üzülmeye değmez. Hele ki o gülüşünü soldurmaya hiç değmez." Söylediği cümle içimde sanki solmuş bir çiçeği canlandırmıştı. Karşımda sıradan birisi yoktu. Karşımda kadınların ruhundan anlayan birisi vardı. Gülümsediğimde bir şey oldu. Gözleri gülüşüme takıldı. "Çok güzel gülüyorsun," O an başımın döndüğünü hissettim. Bakışlarımı kaçırıp diğer tarafa bakmak istediğimde Sarp'ın olduğu yerde durup bizi izlediğini gördüm.
Gülümsemem hemen solmuştu. Çünkü yüzünde büyük bir şaşkınlıkla beraber hayal kırıklığı da vardı. Bizi böyle görmesi... Bizi bu şekilde görmesini istemezdim. Ama görmüştü. Yutkundum. Bana doğru gelmiyordu, bir şey yapmıyordu. Olduğu yerde donakalmıştı sanki.
"O mu?" diye Poyraz bana dönünce başımı sallayıp yanından ayrıldım. Ona doğru koşar adımlarla yürümeye başladım. Çok uzun sürmedi. Ona koştuğumu görünce bana doğru koşmaya başladı. Niye bilmiyorum ama bu duygu beni kötü hissettirmişti. Ayağımın altında otlar, sarmaşıklar ayağıma dolanıyor koşmamı zorluyordu. Ancak ben galiba evimi bulmuştum.
Ona doğru koşar adımlarla giderken Poyraz'ı arkada bırakmıştım. Tam ortada buluşup bana sıkıca sarıldığında kollarımı boynuna atmıştım. Beni sıkıca sarıp kaldırdı. "Sarp," dedim ağlamaklı sesimle. Boynuna gömdüm kafamı. Kokusunu duymak ister gibi... Bana ne olmuştu bilmiyordum ama bildiğim tek şey bu anın bitmemesiydi. "Neredeydin sen? Delirdim." Sesi kötü çıkmıştı. Öyle sıkıca sarılıyordu ki gerçekten özlemiş gibi, korkmuş gibi... Kafasını saçlarımın arasına gömüp kokladı. "Çok korktum, Defne."
"Ben de" dedim. "Bir daha beni bırakma." Benden ayrılıp yüzüme baktı. Gözleri kızarmıştı. Sanki uyumamış gibi gözleri kızarmıştı. "Bırakmam, sen de bir daha gitme." Yüzümü avuçlarının arasına alıp yanağımda öptü. "Kayboldum, çok korkmuştum."
Yüzümü avuçlarının arasına aldığında ellerinin yaralı olduğunu fark ettim. Parmaklarının bazı yerleri kan içindeydi. "Ellerine ne oldu?" diye sordum, içim acıyarak. Ellerini tuttum, gözlerine baktım. "Sen iyi misin, canım?" O an bakışları bana kilitlendi. Canım mı dedim ben? "İyiyim," dedi, dudaklarının kenarıyla gülümseyerek. "Canım." Son kelimeyi bilerek vurguladı. Tam o sırada arkadan bir ses geldi. "Neredeydin sen? Kaç saattir seni arıyoruz!" Alp hızla yaklaştı, önce bana sonra arkamdaki Poyraz'a baktı. Alp'in burada ne işi var? Arkasından Civan belirdi. "Sen yokken duvarlarla bir geçmişi oldu," dedi alaycı bir tonla. Bir an ne dediğini anlamadım, sonra gözlerim Sarp'a döndü. Duvarı mı yumrukladı? Benim için mi? "Bu doğru mu?"
"Ben iyiyim, asıl sen iyi misin? Nereye kayboldun? Aramadığım yer kalmadı."
Alp'in bakışları bir anda Poyraz'a kaydı. Sarp'ın gözleri ise hâlâ bendeydi. "Ormanda bayılmıştı. Gördüm, yardım ettim," dedi Poyraz, arkamdan yaklaşarak. Herkesin yüzünde aynı şaşkın ifade belirdi. "Evet, doğru," dedim hemen. "Korkudan bayılmışım sanırım." Ama Sarp'ın bakışları o anda değişti. Gözleri Poyraz'a kilitlendi; öfkesini gizlemeye bile çalışmıyordu. "Senin gece vakti ormanda ne işin vardı?" diye sordu Civan, sesindeki sertlikle sessizliği bölerken. Bakışlarım Sarp'a kaydı. O anda tuttuğum ellerini bıraktım. Çünkü kaybolmamın nedeni oydu. Söylediği o cümleleri yeniden hatırladım ve içimdeki merhamet bir anda nefrete dönüştü. "Ona sorun," dedim başımla Sarp'ı işaret ederek. "Aptal bir kızı elinde tutamayan o." Sarp'ın çenesi kasıldı, dudaklarını bastırıp gözlerini devirdi. Ardından Poyraz'a döndü. "Peki, sen o saatte orada ne arıyordun?" Sarp'ın sorduğu soruyla bakışlarım Poyraz'a kaymıştı. "Pardon, sorguda mıyım?" Kollarını iki yana açarak başını hafifçe omzuna doğru eğdi. "Nişanlını kurtardığım için teşekkür etmeyecek misin? Çünkü az daha kurtlara yem olacaktı da." Poyraz ukala tavrıyla konuşurken Sarp'ın öfkeden yüzü seğiriyordu.
Sarp beni arkasına alarak önüme geçti. Duruşunu dikleştirip kendinden emin ifadeyle Poyraz'ın gözlerine baktı. "Başkomiser Sarp Baysoy." Cüzdanını çıkararak kimliğini gösterdi. "Sen kimsin?" Poyraz kimliği görünce tavrını değiştirmedi. Kimliğini çıkarıp gösterdi. "Poyraz Keskin. Doktorum ben."
"Hayvan doktoru mu?" dedi alayla.
"Hayır, orman doktoru" dedi imayla Poyraz. Sarp ve Poyraz'ın arasındaki gerilimi hissetmek zor değildi. Öfkeyle inip kalkan göğsünün tam ortasına elimi koyarak tekrar karşısına geçtim. "Tanıyorum onu ben." Sarp'ın bakışları aniden bana kaymıştı. "Defne hanım, sizinle tanışmak büyük zevkti." Benim değil, Sarp'ın gözlerinin içine bakarak konuşuyordu.
Oğlum, ben buradayım sen nereye bakıyorsun?
"Seninle çok güzel vakit geçirdik. Dediklerimi bir daha düşünün." Şimdi Sarp'ın aklından neler geçiyordur Allah bilir. Yutkundum. Zoraki bir gülümsemeyle gözlerine bakarak "teşekkür ederim," dediğimde Civan arkadan yanımıza doğru gelerek "ama sorumuza cevap vermediniz doktor bey" dediğinde Poyraz umursamayarak ofladı. "Başkomiserim, beni burada sorguya çekmektense bir daha nişanlınızı kaybetmeyin derim. Başkası kapar sonra kalırsınız ortada" Poyraz'ın bitmek bilmeyen imaları Sarp'ı daha çok sinirlendirirken, Alp'i daha çok öfkelendirmişti. "Teşekkür ederiz" dedi ciddi tonda. Fakat bu teşekkür değildi. Seni öldürürüm demekti.
"Rica ederim." Ardından bana dönerek "hastanede görüşürüz doktor hanım," dediğinde arkasını dönüp gitti. Herkes şaşkınlıkla bana dönmüştü. Çünkü hiç kimse doktor olduğumu bilmiyordu. Gerçi daha doktor değildim. Sadece asistan doktordum.
Sarp şok içinde açılmış gözlerini bana sabitledi. "Doktor?" Onun gittiğini görünce uzaklaşıp eve doğru yürümeye başladım. "Soru sordum sana" arkamdan seslenerek bana yetişmeye çalışıyordu. Ben ise sanki ondan hızlıymış gibi aptal özgüvenimle kaçıyordum. Sarp şimdiye kadar mesleğimi sormamıştı. Açıkçası benimle ilgili hiçbir şey sormamıştı. Anlaşılan ilgi çekici birisi değildim. Bu yüzden ona cevap vermek zorunda da değildim. "Soru sormadın."
"Doktor musun?" Sustum. Hiçbir şey söylemedim. "Elin adamı senin doktor olduğunu biliyor ben bilmiyorum neden?" diye tekrar arkamdan bağırınca olduğum yerde durup ona döndüm. "Çünkü sormadın, sorsaydın söylerdim." Yanıma gelerek tam önümde durdu. Gözlerimin içine kızgın gözlerle bakarken ben somurtarak bakıyordum. "Benimle ilgili hiçbir şey bilmiyorsun dediğimde ciddiydim. Beni tanımıyorsun, tanımak istemiyorsun. Benimle ilgili hiçbir şey sormuyorsun."
"İstersem senin kendin hakkında bilmediğin şeyleri bile öğrenirim." Gözlerimi kırpıp uzaklara baktım. Sonra tekrar bakışlarımı çevirdim. "Demek ki istememişsin." Bakışları donakaldı. "İlgini çekememişim." Arkamı dönüp tekrar gitmek için yeltendiğimde "neden ilgimi çekesin ki?" diye sordu. Durdum. Aramızdaki sadece bir oyundu... İlgisini çekmek zorunda değildim. "Doğru. İlgini çekmek zorunda değilim. Ama başkalarının ilgisini çekiyorum. Sen de buna karışmak zorunda değilsin." Arkamı dönmeden söylediğim cümleyle beraber derin bir nefes alarak yürümeye devam ettim.
Hiçbir şey dememişti. Ağzını açıp tek kelime etmemişti.
***
"O adam seni nasıl buldu?" diye sordu sessizliğin ardından. Ağzımda çiğnediğim lokma bana zehir olmuştu. Şöminenin sesiyle huzur içinde dinlenirken, Sarp bunu bana çok görmüştü. "Çok yorgunum. Sonra anlatırım." Fakat durmadı. Camın önünde kollarını göğsünde bağlayarak bana döndü. "Neden sana dokundu?" Donakaldı. "Nereden tanıyorsun onu?" Öfkeliydi, kızgındı. Hatta sanırım kıskanıyordu. Ama bunu belli etmemek için de çaba gösteriyordu. Masadan kalkıp yanına gittim. Sakin olma sırası bendeydi. "Ormanda kaybolduğumda çığlık attım. Sesimi duymuş sahilde yürüyüş yaparken. Yardıma geldiğinde korkudan bayılmışım. O da beni yakındaki kulübeye götürmüş. Uyanınca da buraya getirdi. Oldu mu başkomiserim? İfadem sizi rahatlattı mı?"
"Ben senin için endişelendim. Senin takındığın tavra bak." Dedi Sarp.
"Artık her şeyden beni sorgulayacak biriyle konuşacak gücüm yok," dedim yorgun bir sesle. "Ama o adam beni tanımamasına rağmen senden çok daha iyi davrandı bana. Sen diyorsun ya, biz daha birbirimizi yeni tanıyoruz. Olay tanımakta değil, olay kalpte bitiyor. Ve o kalbin sende olduğunu düşünmüyorum." Sözlerim odanın içinde yankılandı. Sarp bir an olduğu yerde dondu. Yüzündeki ifade, neye uğradığını bilmeyen birini andırıyordu.
"Kalpsiz olduğum için mi sana yardım edip o kadar şeye göğüs geriyorum? Sırf sen istedin diye her şeyi yapıyorum, öyle mi?" dedi sesi sertleşerek. Bir yandan haklıydı ama sürekli beni kırması artık beni yormuştu. "Ben öyle demek istemedim," diye fısıldadım.
"Ben ne demek istediğini anladım," dedi, gözlerini benden kaçırarak. Ardından sessizce yanımdan geçip merdivenlere yöneldi. "Nereye gidiyorsun?"
"Uyuyacağım."
***
Yarım saattir şöminenin önünde boş boş oturuyordum. Alevlerin dansını izlerken düşüncelerim bir o yana bir bu yana savruluyordu. Sarp'la iyice dengesizleşmiştik. Bazen birbirine cilve yapan bir çifte dönüşürken, bazen de en küçük şeyden kavga eden iki yabancı oluyorduk. Ama sonra, biri acı çektiğinde diğeri sessizce üzülüyordu. İşte garip olan da buydu. Biz çift bile değildik ki...
Beyefendi şimdi uyuyordur tabii. Tüm bu düşüncelerin ağırlığını bana bırakıp huzurla uyumak ne kolay. Bir dakika, neden hep ben düşünüyorum? Neden o değil? Omzumdan aşağı düşen battaniyeyi savurup ayağa kalktım. "Tamam," dedim kendi kendime, "onunla uğraşayım da görsün."
Merdivenleri sessizce çıktım. Koridorun loş ışığında, Sarp'ın odasının kapısına geldim. Kapıyı yavaşça araladım; içerisi neredeyse zifiri karanlıktı. Siyah perdeler ışığı tamamen dışarıda bırakmış, oda boğucu bir sessizliğe gömülmüştü. Sarp, geniş yatağın ortasında rahatça uyuyordu. Bana ise tek kişilik yatağı layık görmüştü.
Pislik herif.
Kapıyı sessizce kapattım, odada sadece onun düzenli nefes alışverişi duyuluyordu. Sarp, pikeye sarılmış halde mışıl mışıl uyuyordu; yüzü sakin, neredeyse masum görünüyordu. Yavaşça yanına yaklaşıp yatağın kenarına oturdum. "Sarp?" dedim fısıltıyla. Hiçbir tepki yoktu. "Uyudun mu?" diye sordum, sonra kendi kendime iç geçirdim. Uyuyan adama 'uyudun mu' diye soran tek gerizekâlı ben olamam, değil mi? Biraz daha eğildim. "Sarp?" dedim yine, bu kez biraz daha kısık bir sesle. Tam yeniden seslenecekken, Sarp aniden kıpırdadı. "Defne, yapma..." dedi sayıklayarak. Donakaldım. Bana mı dedi? "Şimdi olmaz," diye mırıldandığında gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Ne demekti bu? Rüya gördüğü belliydi ama... Ne rüyası bu böyle? "Defne" diye inlediğinde kaşlarım çatıldı. Bu hiç normal değildi.
"Delirtiyorsun beni," dedi bir anda, sesi derinden geliyordu. "Çüş!" dedim fısıltıyla, sinirle. "Beni çıplak mı görüyorsun sen rüyanda?!" Dayanamadım, omuzlarından tutup silkeledim. "Sarp, uyan!" Cevap yok. Panikle biraz daha sertçe salladım. "Sarp, kalk diyorum sana!"
Adamı öyle bir silkeledim ki, muhtemelen rüyasında uçurumdan düşüyordu. "Ne oluyor be?!" dedi bir anda, sesi hem panik hem uykulu çıkmıştı. Gözlerini yarım yamalak araladı. "Ne oluyor yine?"
"Uyan," dedim aceleyle. "Benim, Defne." Beni görünce biraz sakinleşti, dirseğini yatağa dayayıp doğruldu. "Neden uyandırdın beni?"
"Sen rüyanda kimi görüyordun?"
"Defne, saçma sapan konuşma ya," diye homurdandı ve tekrar yastığa gömüldü. Ama ben pes etmedim. Kolundan tutup dürttüm. "Sen rüyanda inliyordun. Beni mi görüyordun, söyle bakalım?" Pikeyi başına çekti, yüzünü yastığa gömüp arkasını döndü. "İzin ver de uyuyayım. Sabaha kadar gözüme uyku girmedi."
"Sarp," dedim, bu kez koluna vurarak. "Ah Defne, delirtiyorsun beni, yapma," dedin sen rüyanda!" O an bir anda dönüp bana baktı. Gözleri şaşkınlıkla açılmıştı.
"Sen duydun mu?" Tek kaşımı kaldırıp yüzümü yaklaştırdım. "Duydun mu derken? Yani söyledin, değil mi?"
Boğazındaki kaslar gerildi, yutkundu. Gözlerini benden kaçırmadan konuştu.
"Rüyamda seni gördüm, evet ama beni sinirlendirdiğin için öyle söyledim."
"Tabii tabii, kesin öyledir," dedim alayla. "Çocuk mu kandırıyorsun sen? Ben bilmiyor muyum sanki o rüyaları?"
"Ha, sen de beni çıplak gördün yani?" dedim alayla. Sarp kaşlarını çattı. "Sen beni çıplak mı gördün?"
"Hayır!" dedi telaşla, neredeyse zıplayarak. "Sen o rüyaları deyince... ben de şey yaptım. Her neyse! Senin derdin ne? Ne istiyorsun bu saatte?"
"Canım sıkıldı," dedim gayet ciddi bir ifadeyle. Derin bir nefes verip elleriyle yüzünü ovuşturdu. "Ne yapmamı istiyorsun peki?" dedi bıkkın bir sesle. "Bilmiyorum, beynim çok dolu." Onun beni biraz olsun rahatlatmasını bekliyordum. Ama o sadece yüzüme boş boş baktı. "Defne, lütfen gider misin?" dedi sonunda. Yatağa geri uzanıp yorganı çekti. "Sıkılıyorsan git film falan izle. Ben uyumak istiyorum."
"Poyraz olsaydı böyle davranmazdı," dedim sinsice, sesi özellikle vurgulayarak. "Bana çok nazik davrandı biliyor musun? Ama sen? Kaba bir adamsın. Canım sıkılıyor diyorum, sen yatıyorsun." Hiç tepki vermedi. Bir, iki, üç saniye bekledim. Adam resmen uyudu. Şaka gibiydi. "Bilseydim gelmezdim!" dedim arkasına doğru yüksek sesle. Yine tepki yok. "Ha, dur, buldum!" dedim sinsice. Cebimden telefonumu çıkarıp ekranı açtım. "Bana numarasını vermişti zaten. Arayıp konuşayım bari." Parmağım Poyraz Doktor isminin üzerine gelir gelmez, Sarp aniden doğrulup telefonu elimden kaptı.
Telefonu komodinin üzerine bırakıp başını yaslayınca gülümsedi, ama gözleri bu sefer sinirliydi. "İlk tanıştığın adama hemen numaranı vermişsin," dedi sanki suçlu olan benimmişim gibi. "Ben isteseydim kafama geçirirdin telefonu."
"Çünkü senden daha nazikti," diye karşılık verdim, kaşımı kaldırıp sırıttım. "Ve daha yakışıklı bir beyefendi."
Sarp biraz daha ciddileşti; gözlerindeki siniri saklamaya çalışıyordu. Ben komodinin üzerinden telefonu almak için uzandım. Emekleyerek, Sarp'ın üzerinden kolumu uzattım. O sırada belimden kavrayıp beni bir çırpıda yatağın öte yanına çekti. Ne olduğunu anlamadan üzerime doğru çöküp pikeyi başıma kadar çekti. "Kadınlar erkekleri sinirlendirmeyi sever, bunda sorun yok," dedi alçak bir sesle. "Ama sen fazla ileri gidiyorsun."
Gözleri dudaklarıma indiğinde ben de oyun oynamayı sürdürdüm, imalı bir sesle, "Ne yaparsın?" diye sordum.
O an dizimi kaldırıp kasığına sert bir tekme attım. Sarp beklemediğim kadar acıyla inledi, geriye çekildi. "Hassiktir! Manyak, ne yapıyorsun?" diye bağırdı, bir eliyle acıyan yerini tutarken. "Bu, bana dün söylediklerinin intikamı sadece. Bir daha benimle konuşurken iki kere düşün. Yoksa kafanı dağıtırım."
Yatakta iki büklüm, kasığını tutarak kıvranırken ben biraz sersemlemiş, biraz da galip bir gülümsemeyle onu izledim. Hem şaşkındım hem de yaptığımın sonuçlarını hemen görüvermiştim. "Bana şımarık diyemezsin. Ben şımarık değilim." Nefesleri hâlâ hızlıydı. Bir anda başını bana çevirdi, gözleri ciddileşti. "Şımarık olman, senden nefret etmem demek değil doktor hanım. Ayrıca dediklerimde haklı olduğum için bana bu kadar kızgınsın. Yoksa umurunda bile olmazdı."
Yutkundum. Hayır, haklı değildi. Dudaklarımı sinirle birbirine bastırdım. "Hayır, öyle bir şey yok," diye kestirip attım. Sırıtarak gözlerime baktı, sonra yerinden kalkıp pikeyi açtı. "O zaman olmayan bir şeyi sana söyleyen adama darılmak da yok, öyle değil mi?" dedi. Başını sallayıp, gel diye işaret ettiğinde duraksadım. Gitmeseydim onu haklı çıkaracaktım. Yine de kalkıp emekleyerek yanına gittim ve uzandım.
Beni göğsüne çekip kolunu belime sardı. Sakin bir sesle, "Bir özür dilemek senin için bu kadar mı zor?" dedi. Eli saçlarıma dolandı, parmakları nazikçe okşadı. "Ben sadece senin için endişelendim. Savaş Karakurt, bildiğin adamlara benzemez. Onunla oyun oynadığını öğrenince karşısında kimse duramaz."
"Nereden biliyorsun? Belki o beni anlar. Çünkü Serap gerçekten bir şey yapmadı. Ben ona inanıyorum." Derin bir nefes aldı, gözleri bir an uzaklaştı. "Peki ya sen yanılıyorsan? Ya Serap sana yalan söylüyorsa? Bunu hiç düşündün mü? O zaman ne yapacaksın?"
Sırtıma yaslanan ağırlığı hissettim. "Bilmiyorum, ama neyse, boş ver." Başımı göğsüne yaslayıp derin bir nefes aldım. "Semih seni nişanına bir gün kala terk etmiş, öyle mi?"
Başımı hızla kaldırdım, şaşkınlıkla ona baktım. Dalgalı saçlarım omuzlarımdan kayarken yüzüme düştü. Sarp gözlerimi yakaladı, sonra sakin bir sesle, "Biliyorum geçmişini, istersem senin hakkında her şeyi öğrenebilirim dediğimde ciddiydim" dedi. Gözlerimi kaçırdım. Yüzümdeki gülümseme bir anda soldu. O anı hatırlamak hâlâ canımı acıtıyordu. Atlattığımı sanmıştım ama içimde hâlâ bir sızı vardı.
"Düğünü nerede yapalım?" dedim ansızın. Konuyu değiştirmek istediğimi anladı. Tek kaşını kaldırarak bana baktı. "Kır düğünü yapalım mı?" diye ekledim, sesi hafifçe neşelendirmeye çalışarak.
"Sen nasıl istersen öyle olsun."
"Annem izin verirse tabii," dedim gülümsemeye çalışarak. "Böyle şeylere benim karışmamı kesinlikle istemiyor da."
Başını salladı. Yutkundum. Aynı konuşma geçen yıl Semih'le yapılmıştı. Kır düğünü istemiştim, o ise salon düğünü olsun demişti. Küçük bir tartışma yaşamıştık ama sonra gönlümü almayı da bilmişti. O anı hatırlayınca gözlerim istemsizce doldu. Düğün bizim düğünümüz, bence karışmaz," dedi sessizce.
Sarp sırıtarak bana baktı, ama gözlerimin dolduğunu fark ettiğinde ifadesi ciddileşti. Ben başımı çevirip pencereden dışarıya baktım. Yağmur başlamıştı. Hava kararmış, ara sıra gök gürültüsü duyuluyordu. Daha iki saat önce güneşliydi oysa.
"Defne," dedi Sarp, düşüncelerimi dağıtarak. "Biz seninle sadece bir sahte nişanlı değiliz, arkadaşız da. Bana her şeyini, ne zaman istersen anlatabilirsin." Mahcupça dudaklarımı birbirine bastırdım, başımı eğip sadece başımı sallayabildim. "Şimdi ne yapalım biliyor musun?" dedi. "Ne?" diye sordum, biraz yorgun bir sesle. Ellerimden tutup beni kendine çekti. Başımı göğsüne yasladım. Kolunu belime doladı, battaniyeyi üzerimize çekti. Diğer eliyle yüzümü nazikçe tuttu, parmakları yanağımda gezindi. "Uyuyalım," dedi yumuşak bir sesle.
"Ne?!" dedim şaşkınlıkla, sonra sinirle gülmeye başladım. "Ben de ciddi bir şey söyleyeceksin sandım Sarp," dedim huysuzca. "Sus ve uyu"
Kollarından kurtulmaya çalıştım ama nafileydi. Kaslı kollarının arasında sıkışıp kalmıştım; tıpkı bir kapanın içindeki kuş gibi. Ne kadar kıpırdandıysam o kadar sıkı sardı.
"Sarp, arkadaşlar birlikte uyumazlar," dedim itiraz ederek. "Sen benim nişanlımsın, ve nişanlılar her şeyi yaparlar."
"Her şey mi?" dedim sinsice, kaşlarımı kaldırarak. "Mesela ne yaparlar başka?"
Resmen yılışıyordum, bunu fark ediyordum ama kendimi durduramadım. Tek gözünü aralayıp bana baktı. "Aklından geçenleri yapmayacağım."
"Aklımdan ne geçiyor ki?" dedim cilveli bir tonla. Tabii ki fesat şeylerdi. "Defne!" dedi, dudaklarını bastırıp gülmemeye çalışarak. "Sus artık." Gözlerini tekrar kapattı. Ben ise kıkırdamaya engel olamadım.
"Ama arkadaşız dedin." Niyetim onu kızdırmaktı daha doğrusu didişmekti.
"Defne!"
"Efendim?"
"Uyu."
Kıkırdadığımda o da sırıtıyordu. "Hasbinallah!" dedi kıkırdayarak.
"Ama ben uyumak istemiyorum." Somurtarak ters ters ona baktım. Umursamadı, hiçbir ses çıkmadı. Çaresizce olduğum yerde durup tavanı izlemeye başladım. Gündüz insan hiç uyur mu?
Defne'ciğim, acaba gece uyutmadığın için olabilir mi?
"Olabilir" sesli söylemiştim. Panikle gözlerimi açtım. İyice delirdim. Kendi soruma kendim cevap veriyorum. İnşallah Sarp duymamıştır. "Sen kendi kendinle mi konuşuyorsun?" Duymuş. Bakışlarımı kaldırdığımda gözlerini açmamıştı. "Hayır, şey bana masal anlatsana." Ne istediğimi bilmiyordum. Sadece uyumasın yeter.
Bıkkınlıkla oflayarak "Defne, saçma sapan konuşma. Kaç yaşındasın sen?" dediğinde çocuk gibi kaşlarımı kaldırdım.
"12"
"Of, Defne. Uyu artık."
"Ama uykum yok. Masal anlat." Nihayet gözlerini açmıştı. "Uyutmayacaksın değil mi?"
"Masal anlatsan uyuturum."
Gözlerini bezmiş gibi devirerek derin bir nefes aldı. Sabrını zorluyordum ve bu hoşuma gidiyordu.
Yaşasın kötülük.
"Bir varmış bir yokmuş." Ciddi ciddi bana masal anlatıyor ya. Kıyamam. Başımı tekrar göğsünün üstüne koyarak gözlerimi kapattım.
"Bir kız varmış. Çok inatçı kızmış. Olmaz, yapma dediğin her şeyi yaparmış. Bir gün bir adamla karşılaşmış. Adam ona yapma dedikçe o adamın kurallarına uymadan her istediğini yapıyormuş."
Bu hikaye iyice başka yere gitmeye başlamıştı. "Sonunda adamın sabrı tükenmiş, ve silahını çıkartıp kızı öldürmüş." Korkuyla gözlerim büyüdü. Doğrulup yüzüne baktım. "Ne?! Bu ne biçim masal ya? Ben nasıl uyuyacağım şimdi?"
"Bilmiyorum, o senin sorunun artık." Gözlerini tekrar kapattığında sabır çektim. Gözleri kapalıydı ama sırıtıyordu. Sırıtarak yüzümü yüzüne yaklaştırdım. Onunla uğraşmak hoşuma gidiyordu. Parmağımı yeni çıkmış bebeksi bıyığına hafifçe dokundum.
"Yapma."
"Tamam yaparım"
Bu kez sakalına dokundum. Gıdıklanıyordu. Kıkırdayarak "Defne, yapma diyorum. Bak kötü olacak sonra." Dediğinde durmadım. Tehditten korkmam ki aslan parçası. Tekrar yapınca dudaklarını birbirine bastırarak gözlerini açtı. Ne yapacak diye gözlerine gülerek bakarken hiç beklemediğim anda beni altına alarak üzerime çıktı. "Bak, ateşle oynuyorsun diyorum anlamıyorsun." Bu pozisyon biraz riskliydi. İkimiz için de fazla riskliydi. "Ne yapıyorsun Sarp? Arkadaşlar bu pozisyonda durmazlar." Yüzümdeki gülüş sonlanmıştı. "Senin anladığın dilden konuşuyorum."
"Be-Benim anladığım dil? Ben hangi dilden anlarım?" Korkuyla gözlerine bakarken bu sefer keyif sırası ondaydı. Gülerek eli kemerine gittiğinde yüksek sesle bir çığlık attım. Dağ evindeyiz ve bağırıyorum. Güzel mantık. Kim kurtaracak? Dağ ayıları mı? Bir tane var ya yanında.
"Bağırma manyak kadın." Ne yaptığını sanıyordu bu? Burada mı? Şimdi mi? Hayır!
Kemerini çözmek istese de sonra bakışları komodinin üzerine bıraktığı kelepçeye kaydı. Grinin elli tonundan Grey mi girdi içine? Bu ne hız? Hemen kelepçeyi alıp bileklerime taktı. Kurtulmaya çalışsam da olmuyordu. Ardından kelepçeyi yatağın başına sabitledi.
"Hayır! Bunu bana yapamazsın. Azgın herif!" Sinsice gülerek yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Gözlerimin içine baktığında ürpermiştim. "Grinin elli tonunu izledin mi?" diye sordu şeytani gülüşle.
"Ne sen Grey'sin ne de ben Anastasia'yım," diye fısıldadım ama Sarp'ın bakışları yetiyordu; bedenimi ürpertti. Nefeslerim birden düzensizleşti. Kalbim hızla çarpmaya başladı. Dudaklarının kenarıyla hafifçe gülümsemesi üzerimde etkili oldu. Hızlıca komodinin içinden bandı alarak ağzımı bantladı.
Bu nasıl bir fantezi? Grey'i bile geride bıraktık.
Heyecandan kalbim ağzımda atıyordu. Sakin ol. Aniden üzerimden kalkmasıyla kaşlarım çatıldı. Boşuna mı heyecanlandım şimdi? "Beş dakika uyuyacağım. Sonra kalkıp seni çözerim." Sırtını çevirerek uyudu. Resmen adam beni bağladı ve uyudu.
Manyak adam! Psikopat! Öküz!
Ağzım bantlı olduğu için konuştuklarım anlaşılmıyordu. Sadece bağırıyordum o da kısık sesle.
"El alem kelepçeyle neler yapıyor, biz nelerle uğraşıyoruz?!" Kendi kendine mırıldanarak şikayetleniyordu.
Yapsaydın, yapma mı dedik? Boşu boşuna heyecanlandırdın beni.
Yaklaşık bir saatten sonra artık kollarıma kan gitmiyordu. Sarp beni unutmuştu. Beş dakika dedi ama bir saattir uyuyordu. Kollarım acıyordu, boynum kurumuştu. Halsizdim, susamıştım, acıkmıştım ve ayrıca tuvaletim gelmişti. O kadar derin uyudu ki, bu sefer inlemelerimi bile duymuyordu. Beklemekten yorulmuştum. Bu uyanacak gibi değildi. Ayı gibi kış uykusuna yattı sanki. Bacağımı kaldırarak Sarp'ın poposuna sert bir tekme attım.
Hiç umurunda olmadı bile. Hatta yan dönerek yattı. İyi oldu bu. Bu kez tekmeyi malum yerinin tam üzerine vurduğumda acı içinde inleyerek uyandı. Erkeklerin boşuna zayıf noktası değilmiş. Uykudan bile uyandırıyormuş.
"Ahh!" Eli kasığına gitmişti. Öfkeyle ağzım kapalı ona seslendim. "Ne oldu yine?" diye bağırdı. "Ne mi oldu? Gerizekalı, ağzım kapalı." dedim bandın altından.
"Ben seni unuttum ya" hemen hızlıca ağzımı açtı. "Ayı, tuvaletim geldi. Çöz beni. Çabuk." Kelepçeleri çözdüğü anda hızlıca odadan çıktım. Arkadan gülüyordu. Tuvaletimi yaparken kapının arkasından "bir daha kasığıma vurursan, elini kolunu bağlar bu kez üç saat bekletirim."
"Sen ağzımı bantlamasaydın, o aletin acı çekmezdi canım. Ayrıca bana lazım değil, kime lazımsa o düşünsün."
"Büyük konuşma derim. İhtiyacın olur." Dediği anda keyifli gülümsemesini duydum. "Seninkine değil, Poyraz'ınkine ihtiyacım olabilir" dedim kahkaha atarak. Kapıya sert bir yumruk attı. "Beni oraya getirme Defne!"
Tuvaletten çıktığımda Sarp aşağı inmişti. Ben de hemen merdivenleri ikişer ikişer aşağı indim. Çünkü susuzluktan ölecektim. Mutfağa geldiğimde bardağı alıp sürahideki suyu doldurup içtim. Sanki ciğerlerim susuzluktan ateş almış gibiydi. Soğuk suyun etkisiyle içimdeki ateş sönmüştü. Tekrar bir bardak su doldurup içtim.
Sarp kalçasını tezgaha yaslayarak kollarını göğsünde birleştirmiş, beni izliyordu. Yüzünde her zamanki gibi sırıtma vardı. Bu adam doğduğunda acaba gülüyor muydu?
"Şaheserine mi bakıyorsun?" dedim sinirle çıkışarak. "Ben ölecektim orada ya. Hiç mi vicdanın yok? Beni oraya bağlamak ne demek?"
Diliyle dudaklarını ıslatıp bana yaklaştı. "Seninle sarılıp uyuyacaktık. Benimle uğraşan sendin." Gözlerimle yüzünü inceledim. Gözlerimi devirerek yanından ayrıldım.
Ukala "Sarılıp uyuyacaktık bir de diyor. Bir saat daha bekleseydin, bir cesetle uyuyacaktın." Dedim sinirle. Adamın umurunda bile değil. "Abartma, en fazla altına yapan bir kızla uyuyacaktım." Gözlerimi kocaman açıp üzerine doğru gittim. Aniden damar tutulmasıyla boynum kasılmıştı. "Ah" ağzımdan küçük bir inleme çıktığında "ne oldu?" diye sordu. "Dur, böyle yapınca daha kötü olacak." Arkamda ellerini boynuma doğru getirdi. Kalın parmaklarıyla hafifçe masaj uygulayınca garip hissetmiştim. Bana ilk kez dokunmuyordu ama garip hissettim. Tenime dokunması karnımda garip garip kasılmalara neden olmuştu.
Defne, sakin. Adam masaj yapıyor. Kendini kasma.
Masaj yapınca çok mu yakın oluyorlar? Çünkü Sarp'ın nefesini ensemde hissediyordum. Sırtımı göğsüne yaslamıştı. Kalbim çılgınca atarken, nefesim kesilmişti. Uyguladığı masajla boynum yavaş yavaş düzeliyordu ancak başka yerlerim ateş alıyordu. Fakat parmakları aniden sıkılaştığında ne yapmak istediğini anlamıştım. Yavaşça başımı kendine doğru çevirerek yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Gözleri gözlerimde değildi. Dudaklarımdaydı.
"Ne yapmak istiyorsun?" dedim fısıltıyla. Ne yapmak istediği apaçık belliydi. Peki ben buna hazır mıydım? Kalbimin sesini duyabiliyor muydu? Çünkü artık atmıyordu, yerinden çıkmak için zıplıyordu. Sıcaklık yükselmeye başladı. Yanaklarım yanıyordu. Sarp'ın sıcak nefesi dudaklarıma çarpınca o ateş tüm bedenimi yakmaya başlamıştı.
Yapma Sarp. Beni kendine bağlama. Bizi birbirimize bağlama... Sonra kopamayız...
"Sadece küçük masum bir öpücük olacak," diye fısıldadı. Kalbim dörtnala koşarken, nefesi çarpmıştı. Dudakları dudaklarıma değince gözlerimi kapatıp tamamen ona teslim oldum. Yaptığım doğru değildi. Ama bir büyünün etkisindeydim sanki. Biraz daha yaklaştı, artık nefesi dudaklarımda değil, ağzımın içindeydi. Çünkü dudaklarım aralıktı. Dudakları dudaklarıma temas ettiği anda içimde bir patlama gerçekleşti. Kalbim içinde sanki havai fişekler patlıyordu. Bedenimin titrediğini hissettim. Dudakları hareket etmeden dudaklarımda bir süre durdu. Ellerim göğsüne gittiğinde kasıldığını fark ettim. Dudakları dudaklarımdan ayrıldığında gözlerime baktı. Bir şey demedi fakat bakışları her şeyi anlatıyordu zaten. Tekrardan yaklaşınca aniden kapının çalmasıyla dudaklarımız ayrılmıştı. Gözleri dudaklarımdan çekilmişti. Kapı tekrar çaldı. Anın büyüsü bozuldu. Ve tekrar çaldı. Her kimse ısrarla çalarken Sarp bıkkınlıkla geri çekilip kapıya doğru ilerledi. Benden uzaktaydı fakat onun sıcaklığı hala vücudumdaydı.
Şimdiye kadar ne zaman bu kadar heyecanlanmıştım hatırlamıyorum. Çünkü çok farklıydı. Garipti. Sarp derin bir nefes vererek kapıyı açtığında arkasından giderek gelenin kim olduğunu merak etmiştim. Gelen Alp'ti. İkimiz de kaşlarımızı çatarak ona bakarken bizi görür görmez kaşlarını havaya kaldırarak kollarını iki yana açtı. "Bu kadar sevinmeyin ya geldiğime. Her gün gördüğünüz Alp işte."
"Neden geldin?" dedi soğuk sesle. Anlaşılan çok öfkeli. Çünkü ikinci kez beni öpemedi. Ben ise bu durumdan dolayı gayet mutluydum. Çünkü aramızdaki ilişki bozulsun istemiyordum. "Bu adam fazla sinirli, dikkatli ol" Sarp'ı gösterip gözünü kırparak bana döndü.
"Değil, gayet sakin bir adam." dedim omuz silkerek. Alp dudağını büzüp kaşlarını kaldırdı. "Yenge, sana düşmüş galiba."
Bu kez tepki vermedim. Çünkü yavaş yavaş alışıyordum. Ben kendimi duvara yaslayıp kollarımı göğsümde birleştirdim. "Ya ne demezsin. Ölüyorum aşkından." Alp gülerek içeri daldığında Sarp öfkeyle gözlerini kapattı. Birisi bayağı kızmıştı anlaşılan. Kapıyı kapattı, yanımdan geçince bana kısa bir bakış atmak için durdu. Ne hissettiğini anlamamıştım.
"Niye geldin?" dedi tüm odunluğuyla. Alp aniden durup Sarp'ın yüzüne baktı. Her ne gördüyse kaşlarını çatmıştı. "Bir dakika..." dedi gerilim yaratarak. "Sen neden terledin?"
Oha! Bunu nasıl fark etti? Bir dakika! Sarp gerçekten terledi mi?
"Şimdi uykudan uyandım, o yüzdendir." Dikkatli baktığımda alnında boncuk boncuk terler olduğunu gördüm. Alp'in söylediği cümleyle tekrar bana baktı. Bu kez gözlerinde mahcubiyet vardı.
"İkna performansın berbat olmuş arkadaş." Yüzünü buruşturarak Sarp'tan ayrılıp koltuğa geçti. İnanmamıştı, ben de olsam ben de inanmam.
"Başkomiserim, bizim üzerinde dört aydır çalıştığımız operasyon var ya hani?"
"Evet" Ellerini ceplerine sokarak Alp'in tam karşısına geçti. "Ne oldu? Bir haber mi var?"
"İşte yarın akşam o operasyon gerçekleşecek."
Anlaşılan iş konuşacaktılar. Onları yalnız bırakmak için "ben o zaman mutfaktayım atıştırmalık bir şeyler yapacağım, bir şey lazım olursa seslenirsiniz" dediğimde Sarp başını hafifçe salladı. Alp "tamam" deyip konuya geri döndü.
Mutfağa geçtiğimde içimde tuhaf bir kararlılık vardı. Bir şeylerle uğraşmalıydım, ellerim meşgul olmalıydı. Çünkü ellerim meşgul olduğunda, zihnimdeki o gürültü biraz olsun susuyordu. Dolabı açıp malzemelere göz gezdirdim. Ne yapacağımı tam olarak bilmiyordum ama yeni bir şey denemek istiyordum. Belki de gerçekten yeni bir şeye ihtiyacım vardı. Sadece mutfakta değil, hayatımda da. Tezgâhın üzerine unu, sütü, yumurtayı koyarken zihnim asla durmadı. Poyraz'ın o saatte orada ne işi vardı? Savaş'tan neden hâlâ haber yoktu? Serap nereye kaybolmuştu? Ve neden Sarp, her defasında Savaş'ı savunuyordu? Bir yandan da, "dokunmak yasak" deyip sürekli bana dokunan bir adamın ellerinin hâlâ tenimde bıraktığı sıcaklıkla boğuşuyordum.
Kafamın içi darmadağın bir odaydı. Her şey oraya buraya savrulmuştu; kimse toplamamış, kimse düzenlememişti. Ben de nerenin neresi olduğunu bilmiyordum. Bir köşede korkularım, diğerinde pişmanlıklarım. Ortada ise kalbimin tam ortasına saplanmış bir his duruyordu. Adı konmamış bir duygu. Daha tanımlayamamış. Belki özlemdi, belki suçluluk. Belki de ikisinin garip bir karışımı.
Tepsiyi fırına verip bulaşıkları yıkamaya başladım. Su buz gibiydi. Bir anda ellerim dondu, parmak uçlarım sızladı. Ama yine de sıcak suyu açmadım. Çünkü o soğuk his, sanki beni gerçeğe bağlıyordu. Sıcaklık yalan söylüyordu, rahatlık veriyordu, uyuşturuyordu. Ama soğuk, her zaman gerçeği hatırlatırdı.
Üşümeye alışıktım zaten. Su akarken parmaklarımın ucundaki hissizlik içime kadar işledi. O geceyi hatırlattı bana. O uzun, sessiz, karanlık geceyi. Suyun sesi o zamanki yağmurun sesine karıştı sanki. Yine o ıslak kaldırım taşlarını, titreyen parmaklarımı, içimi kemiren çaresizliği hissettim. Ve o an fark ettim, ne kadar uğraşırsam uğraşayım, geçmiş hâlâ buradaydı.
"Su. Lütfen su istiyorum," dedim karşımdaki merhametsiz adama. İnsan Azrailine yalvarır mıydı? Ben yalvarmıştım. Adamın öfkeden yüzü seğiriyordu. Ben onlara ne yapmıştım? Ben daha on dört yaşında bir çocuktum. Kimi nasıl kızdırmıştım ki, bunları yaşıyordum?
"Lütfen" dedim fısıltıyla. Gözlerime kızgın gözlerle bakarak arkasında duran adama başıyla işaret etti. Adam dışarı çıkıp birkaç saniye sonra elinde bardakla geri dönmüştü. Bardağı bana uzattı. İçersem ölür müydüm? Ya içine bir şey kattılarsa? Ben daha o yaşta beni ölüme mahkum eden adamlara güvenecektim. Çünkü içmeseydim de ölecektim.
Tereddütle bardağı tuttum. Su buz gibiydi. Buz gibi havada, buz gibi depoda incecik kıyafetlerimle üşürken, bir de buz gibi suyu içecektim. "Bu su çok soğuk" dedim kurumuş dudaklarım titrerken. "Başka yok, ya iç, ya da su yok." Başka yolum yoktu. Susuz kalmaktan iyidir diye düşünüp bardağı dudaklarımın arasına yerleştirdim. Ve suyu içtim. Sonra su dilimden boğazıma inerken...
Sanki her yudumda iç organlarım donuyordu. Göğsümün ortasında, kalbimin hemen yanında bir ağrı hissettim . Yakıcı değil, dondurucu bir ağrı. Nefesim kesildi bir an. Gözlerim istemsizce kapandı. Ve o anda tüm bedenim sarsıldı. Bir titreme değil bu, şoktu. Omuzlarım, kollarım, dizlerim hepsi aynı anda titredi. Sanki içimdeki kan bile donmuştu. Bardağı masaya koymaya çalıştım ama parmaklarımın hissi gitmişti. Kendimi duvara yasladım. Nefesim kısa kısa çıkıyordu. Soğuk hava ciğerlerime her girdiğinde, içimden bir şeyler kopuyordu sanki.
Bir süre sonra ne ellerimi ne de dudaklarımı hissedebiliyordum.
Sadece o soğuğu hissediyordum. "Yeter" dedim fısıltıyla. "Beni öldürün lütfen."
"Yeter!" diye bağırdığımda kendi sesimle sıçradım. O anda her şey dağıldı. O buz gibi depo, titreyen ellerim, donmuş nefesim hepsi bir anda kayboldu. Gözlerimi açtığımda mutfaktaydım. Kalbim göğsümden fırlayacak gibi atıyor, ellerim hâlâ titriyordu. "Defne! Korkma, benim!" Bakışlarımı kaldırdığımda Sarp'ı gördüm. Ne zaman gelmişti bilmiyorum. Başımın hemen üzerinde durmuş, nefes nefese bana bakıyordu. Gözleri büyümüş, yüzünde endişe ve korku birbirine karışmıştı.
"Ne- ne oldu sana?" dedi sesinde hafif bir titremeyle. Dizlerim çözülmüş gibiydi. Olanları tam idrak edemiyordum. Kollarıma, sonra yüzüme baktı. "Bembeyazsın Defne. Korkuttuğum için özür dilerim." Şaşkındı.
"Çağırdım seni ama duymadın," dedi bu kez daha yumuşak bir sesle.
"Be–ben iyiyim," dedim, ama sesim ne onu ne de beni ikna edebilecek kadar güçlüydü. Ellerimi yavaşça ovuşturdum, hâlâ donmuş gibiydi. Sarp yaklaşarak tezgâhın kenarındaki havluyu aldı, parmaklarımı o havluyla nazikçe kavradı.
"Amirin kızı da dedik hatta yine duymadın." Bakışlarım kolunu kapıya yaslamış hafifçe yana doğru eğilmiş Alp'e kaydı. Ne zamandır buradalar acaba? "Dalmışım, pardon." Soğuk suyla yıkadığım için ellerim artık tamamen buz gibiydi. Sarp ellerime dokunduğunda şok içinde gözlerini açtı. "Sen buz gibisin."
"Soğuk suyla yıkadım o yüzden" dedim açıklama yaparak. "İyi de neden?" diye sorduğunda afallamıştım. Çünkü nedenini ben de bilmiyordum. Omuz silkerek yanından geçtim. Fırındaki börek neredeyse pişecekti. Alp "ben içerideyim" deyip salona geri döndüğünde Sarp hala yanımdaydı.
Sarp'ın bakışlarını üzerimde hissediyordum. O derin, her şeyi gören gözleriyle sanki içimi okuyordu. "Defne, sen iyi değilsin." Cevap vermedim. Duymazlıktan gelmek, konuşmaktan kolaydı. Fırına yöneldim, ne yaptığımı bile bilmeden kapağını açtım. Sanki o an tek amacım bir şeylerle uğraşmak, bir şeyleri kontrol etmekti. Ama aklım orada değildi. Sıcak hava yüzüme vurdu.
Bir refleksle elimi uzattım, o an tavaya çıplak elle dokundum.
Tenimle metalin buluştuğu an yanık kokusu ve keskin bir acı.
"Ah!" diye inledim, elim hızla geri çekildi. Parmak uçlarım alev almış gibiydi. Sarp bir anda yanıma fırladı. "Delirdin mi sen?!" diye sesini yükseltti.
Ellerimi avuçlarının arasına aldı, öfke ve korku bir aradaydı yüzünde.
"Çıplak elle neden dokunuyorsun, ha?" O an ne acı ne yanık umurumdaydı.
Sadece ses tonundaki sertlik kalbimi delip geçmişti. Neden bağırıyordu? Neden her zaman kurtarıcıyken şimdi bu kadar yabancıydı?
Gözlerim doldu. Boğazımda bir düğüm, nefesim titrek.
"Niye bağırıyorsun?" dedim, sesim ince bir çizgi gibi çatlayarak.
Sanki bir çocuk gibiydim, hem utanmış hem kırılmış.
Sarp'ın gözleri şaşkınlıkla irileşti. "Ben bağırmadım," dedi savunur gibi, sesi bu kez daha yumuşak. Ama ben duymuştum işte. O ses hâlâ kulaklarımdaydı. "Bağırdın!" dedim geri çekilerek. Ellerim hâlâ onun avuçlarının içindeydi ama ben kaçmak istiyordum. Gözlerimi yere indirdim, parmaklarımın kızardığını gördüm. Sarp bir şey söylemek ister gibi ağzını açtı ama sustu.
Defne ağlama!
Burnumu çekerek ayağa kalktığımda o da ayağa kalkarak peşimden geldi. "Ben şimdi ne söyledim ki ağlıyorsun sen?"
"Hiçbir şey"
"Durduk yere de trip yiyorum."
"Ağlamıyorum ben." Somurtarak bulaşıkları yıkarken, bıkkınlıkla bulaşıkları elimden alıp lavabonun içine sertçe bıraktı. "Sikerim bulaşıklarını be! Bırak şunları." Ellerimi tutarak beni kendine çekti. "Elin yanmış, bir de bulaşıkları yıkıyorsun. Gel buraya" Bana sarıldığında saçlarımdan öptü. "Elin yandığı için mi ağladın?" Hayır, duygu birikimiydi bu. İçime atmış olduğum, saklamış olduğum çığlıklarımdı.
"Evet," dedim yalan söyleyerek. Ağlamayı kesmiştim, ama somurtmaya devam ediyordum. "Tamam, krem süreriz geçer." Sanki bir çocukla konuşuyor gibi konuşuyordu benimle. "Başka yapabileceğim bir şey var mı?" dedi gözlerime içtenlikle bakarak. "Mesela ağlamaman için."
"Hayır yok. Ben iyiyim." Kollarının arasından ayrılmak istediğimde izin vermedi. "Güzelim." Eliyle saçımın bir tutamını arkaya doğru attı. "Bir dahakine daha dikkatli ol tamam mı?" Kıkırdayarak gözlerine baktım. Huzur verici bakışını yüzümde dolaştırdı. Sarp kadar güzel bakan var mıydı acaba? "Tamam" diye yanıtladım. Eliyle çenemi hafifçe tutup başını bana doğru eğdi. "Sakinleştiysen sana bir şey sora bilir miyim?"
"Sor." Sorup sormamakla ilgili tereddütteydi. "Bir anda bir yerlere dalıp gidiyorsun. Duymuyorsun, görmüyorsun, hissetmiyorsun. Neler oluyor Defne? Seni bu kadar yoran ne? Düşündüren ne?"
Hiç kimsenin bilmediği olayı Sarp'a anlatmak istemem normal miydi? Hayır. Belki bir gün anlatırsın ama şimdi değil Defne. Şimdi sırası değil Defne.
"Evet, var bir şey. Ama bunu şimdi sana söyleyemem Sarp." Buz gibi ellerimle sıcak ellerini tutan bu kez bendim. "Her düşündüğümde çok kötü oluyorum," dedim, gözlerimi kaçırarak. Omuzlarım ağırlaştı, sanki görünmez bir yükü taşımaya devam ediyordum. "Bunu tek başıma taşımak çok zor. Ama şimdi anlatacak gücüm yok. Kendimi hazır hissetmiyorum."
Sarp'ın parmakları avuçlarımın üzerinde sıkıca kapandı, "Tamam," der gibi. "Bazen nefes alamaz hale geliyorum," dedim sonunda, gözlerim dolarken.
"Çok yorgunum, Sarp."
"Şşş, tamam güzelim" dedi kısık sesle. Beni sakinleştirmek ister gibi ellerimi bırakarak yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Ne zaman kendini hazır hissedersen o zaman anlatırsın. Ve ben ne olursa olsun senin her zaman yanındayım Defne." Tüm kalbiyle söylediği cümleyle kalbimdeki güven tohumları yeşermeye başlamıştı. Çünkü Sarp Baysoy bu konuda çok becerikliydi.
"Yorulursan yaslan bana. Ben seni taşırım."
"Korkuyorum Sarp."
"Korkma, benimleyken hiçbir şeyden korkmana gerek yok güzelim." Tam o anda mesaj gelmişti. Masanın üzerine bıraktığım telefonumu alıp açtım. Mesaj Savaş Karakurttandı.
"Ne yaptığını biliyorum. Şimdi otur beni bekle. Artık ceza zamanı."
****
Merhabalar benim değerli okurlarım... Nasılsınız? Nasıl buldunuz bölümü bakalım? Hadi bakalım yorumlara...
Bu üç gün fena geçiyor ha... Haberiniz olsun. Bu arada Tiktok'da yeni editler paylaştım. Gidip bir beğenirsinız değil mi?
Poyraz Keskin'le ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bu bölüm komple Sarp'la Defne'ye şahit olduk. Aralarındaki ilginç şakalar ve konuşmalardan en çok hangisini beğendiniz?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.04k Okunma |
500 Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |