34. Bölüm
Adelina / Savaş'ın Yıldız'ı / (İkinci Kitap) 31.Bölüm: 'Dönüyoruz'

(İkinci Kitap) 31.Bölüm: "Dönüyoruz"

Adelina
adelinashwriterr

 

Nihayet o gün geldi! Özleşdik mi ? Ben şahsen çok özledim... O yüzden ne yapıyoruz? Yorumlara dalıyoruz... Evet, tekrardan sizinle olmak çok güzel. Kısa bir ara verdik bildiğiniz gibi. Ama bazıları için bir ömüre bedelmiş. Defne'yle Savaş'ı özleyenler burada mı? Biz şahsen sizi çoook özledik. Şimdi birkaç şey söyleyip direkt hikayeye geçeceğim.

 

Lütfen herkes okusun. Dikkat!!!

 

Öncelikle bu bir kurgudur. Yani bazen gerçek hayatta olmayan şeyler kitaplarda ve hikayelerde okuya biliyoruz. Öncelikle bunun bilincinde olarak bu hikayeye başlamanızı isterim. Şimdiye kadar kötü yorum gelmedi. Beğenmeyen olursa kitabı yarıda bırakıp devam etmeye bilir. Hiçbir sorun yok. Ama lütfen eğer ki moralimi bozacak cümleler kullanacaksanız bu hikayeyi okumanızı tavsiye etmiyorum. Hep güzel şeyler olacak değil. Tabii ki kötü olayları da okuyacağız. Asıl amaç Defne'nin ve Savaş'ın kötü bir şeyle karşılaştığında nasıl tepki vermesi. Bu sezonda sizi sinirlendiren olaylar epey olacak. Tüm karakterler bir insan ve tabii ki normal insanlar gibi hata yapabilir. O yüzden çok da şey yapmayın sjskskdlldlslsxl

 

Bölüm birazcık ileri zamandan başlayacak. Ama zamanla geçmişe dönüp olayları hatırlayacağız. Son olarak anlatım dili sık sık değişe bilir. Fakat daha sonraki bölümlerimizde eski halimize döneceğiz.

 

Umarım hepimiz için ikinci sezon çok güzel bir yolculuk olur. Dediğim gibi yeni karakterler, yeni hayat ve yeni evrenle başlıyoruz. Bu sezonda sizi neler beklıyor bir bakalım. Heyecan, kalp krizi de diyebiliriz küçücük ama sonra işte aşk, tabii imkansız olanından, sonra üzerine birazcık da ihanet de eklersek tadından yenmez tabii ölümler ve kazalar menümüzde yerini alıyor. İçecek olarak da entrika, aksiyon tercihimizdir efendim.

 

Okey miyiz? O zaman let's go! Ateş Toplarım!

 

(İkinci Kitap)

 

31.Bölüm: "Dönüyoruz!"

 

Per aspera ad astra

 

Zorlu yollardan yıldızlara

 

 

🎀

 

2 ay sonra.

 

"Serap, bu iş ciddi. Biliyorsun değil mi? Çocuk oyuncağı değil." Serap hafifçe başını aşağı yukarı salladı. Ondan istenilen şey çok riskli ve büyük görevdi. Ve yine ucu Defne'ye dokunuyordu. "Barlas, benden canımı al. Ama benden böyle bir şey isteme." Serap bu kez ona zarar vermek onu riske atmak asla istemiyordu. Üstelik son yaşadıklarını öğrendikten sonra. Çünkü Defne onu tekrar hayata döndürmüştü. Annesi babası yanında olmazken Defne vardı yanında. Ve onu hep kollayıp korudu.

 

"Niye?" dedi Barlas şaşırarak. "Aranız bozuk değil mi?"

 

"Tekrar söylüyorum. Aramızın bozuk olması ona zarar vereceğim anlamına gelmiyor." Serap kararlıydı. "Bizim aramızdaki bağ çok farklı. Senin anlamayacağın türden. Hele ki o kadar şeyi yaşadıktan sonra ben tekrar onu yıkamam. Tamam, o bana bir kötülük yaptı ama ben de ondan intikam almam. Alamam." Serap asla kimseye merhamet etmezdi. Bunu annesinden öğrenmişti. Ama Defne onun için farklıydı. Konu o olunca işler değişiyordu.

 

Barlas gözlerini kıstı. "Onun seni affetmeyeceğini biliyorsun herhalde diye düşünüyorum." Barlas'ın sakin tavrı ve konuşması Serap'ın canını sıkmaya başlamıştı. Artık çok feci şekilde sıkıldı.

 

Serap gözlerini kapatıp sıktı, ve tekrar açtı. "Biliyorum. Ama biz kardeşiz. Et tırnaktan nasıl kopamıyorsa biz de kopamayız. Ben hatalıydım, ona ihanet ettim. Ona yalan söyledim, o bana aynısını yapsaydı büyük ihtimalle ben daha büyük ve sert tepki verirdim. Ancak o yapmadı. Sadece hapise attı ve o beni oraya tıkarken oradan çıkacağımı da çok iyi biliyordu. Bilerekten yaptı yani."

 

Barlas bozulmuş gibi öfkeyle kaşlarını çatıp Serap'a baktı. Aklındakini bu kıza yaptırmayacağını anlamıştı. Başka bir şey denemekten başka yolu yoktu. Aniden gözleri Serap'ın sarı saçlarına kaydı. Hapisten çıktıktan sonra canlanmıştı. Uzun süre sonra nihayet eski güzelliğine kavuşmuştu. Teni sanki tekrar doğmuş gibiydi. Ve bu Barlas'ın dikkatini çekmişti. Kendi kendine sırıttı. "Uzun süre sonra tekrar güzelleştin. Bana bir teşekkür borçlusun herhalde."

 

Serap kafasını kaldırıp karşısındaki mavi gözlerin sahibine baktı. İmayla güldü. "Niye saçlarımı sen mi yıkadın, ya da maskelerimi sen mi aldın?" Cevabı Barlas'ı delip geçmişti. Barlas imayla tek kaşını kaldırdı. "İsteseydin alırdım. Ayrıca saçlarını da yıkaya bilirdim. Duş da aldıra bilirdim. Çok güzel duş aldırırım ben. Ama terledikten sonra tadı bir başka oluyor." Yüzünde çarpık gülüş yerini aldı. Serseri gülüşüyle gözlerini Serap'ın vücudunda dolaştırdı.

 

Serap'ın bakışları değişti. "İlginç, seni cakuzinin içinde boğmayacağımı düşündüren ne oldu?" Barlas alt dudağını ısırarak Serap'a doğru eğilip yüzünü yüzüne yaklaştırdı. "Ben ölmek için çok gencim."

 

"Bence sınırlarımızı geçmeyelim."

 

"Yoksa?"

 

Serap ayağa kalkarak sinsice güldü. "Yoksa uyarım kötü olur."

 

"Atarlı kadınları severim" dedi Serap'ın arkasından. "Ama ben erkekleri sevmem Barlas Kılıç."

 

Fransa

 

Defne'nin anlatımıyla.

 

Kötüler bitmez, iyilik var olduğu sürece kötülük de var olacak. İnsanlar birbirlerinin canlarını yakmayı sever. Ben acı çektiysem o da acı çeksin. Ben mutlu değilsem kimse de olmasın. Böyle konuştuğuma bakmayın, ben de böyle düşünürdüm. Ama sonra bir ara düşüncelerim değişti. Ta ki sevdiğim adamdan yediğim tokattan sonra. Öyle bir tokattı ki fiziksel değil, ruhsal olarak canım çok yandı. İhanet etmek bu kadar kolay olmamalıydı, sevdiğinin gözünün içine bakarak yalan söylemek bu kadar kolay olmamalıydı. Nasıl kıyardı insan insana? Ben sokakta ayağıma dolaşan kediye pisi pisi diye çağırmaya korkuyorum ki yemek verdiğimi sanıp da umut beslemesin diye. İnsan kalbini kırmak bu kadar kolay mı? O geceden sonra benim için her şey değişmişti. Kandırılmaktan yorulmuştum. O gece Defne için yeni kapılar açıldı aslında. Yıllardır kendimi tecavüze maruz kaldığımı düşünürken aslında böyle bir şeyin olmadığını öğrenmiştim. Belki tecavüz edilmedim ama binlerce işkenceleri beynimden nasıl silecektim? Travmalarımı nasıl yok edecektim?

 

İntikamın kurbanı olarak seçilmişim meğerse. Hem Umut'un hem de Barış'ın intikamı. Meğerse Savaş'ın planı başkaydı, ya da Cengiz'in. Beni kendi elleriyle Halil'e vermek...

 

Cengiz'in planıydı bence, çünkü Savaş isteseydi beni çoktan aradan çıkarmıştı. Ama o hep beni ondan uzaklaştırmaya çalışmıştı. Ancak ne fayda? Savaş Cengiz'in kuklası olmuştu. Onun tuzağına kendi de benimle birlikte düşmüştü... Bunu kendisi bile farkında değildi.

 

Hüzünler başıma vurdu yine

Sevginin çıkmaz yollarında

Senin dolaylarında

Sana dair hasretim

Yüzyıllardan kalma

Aklımı kaçırıyorum bu cinnet akşamlarında

 

Orda her kiminleysen

Belki sevgilinleysen,

Söyle kumralım için sızlamaz mı?

 

Şarkıyı Hayal'le birlikte söylüyorduk. Bağıra bağıra, çağıra çağıra. Sanki koskocaman ülkede bizden başka kimse yaşamıyor gibi. Çünkü çok mutluyduk. Bugün çok güzel bir haberle uyanmıştım. Yurt dışındaki doktorumdan çok güzel bir haber gelmişti. Benim bacaklarımı düzeltecek ilaç Fransa'ya gelmişti. Ve yarın onu almaya gidecektim. Çocukluğumdan beri koşmaya hasret kalmıştım ve nihayet artık koşacaktım, artık istediğim kadar zıplayacaktım. Bacaklarımda ağrılar tamamen yok olacaktı. Yaklaşık iki yıldır ki bu ilacı bekliyorduk. Ve nihayet hayat bana da güzel yüzünü göstermeyi başardı.

 

"Defuş, yarın sınav var, bu şarkı bizim aklımızı başımızdan alacak, Allah aşkına kapat şunu. Konuya odaklanalım. Yarınki sınav çok zor diyorlar." Hayal'le yine sınava hazırlanıyorduk.

 

Şarkıyı bıkkınlıkla kapatıp kucağımdaki defter kitabı masaya bıraktım. Saatlerce müzik dinlemek istiyordum, çünkü beynimin içi kalabalıktı. "Ders çalışmak çok sıkıcı." Telefondan atılan notları yazmaya başladım. "Zaten midem de kaç gündür rahatsız. Odaklanamıyorum." Midemde ciddi sorunlar olduğunu anlamak zor değildi. Uzun bir süre doğru düzgün beslenemedim, bu yüzden de yine o lanet olası ilaçlara dönmek zorunda kaldım.

 

"Ben sana diyorum işte, gidelim bir doktora."

 

"Ne gerek var? Ben de doktorum. Bir şeyim yok." Tabi kesin yoktur. En son bunu söylediğimde yere kapaklanmıştım.

 

Hayal iç sıkıntısıyla nefes aldı. "Evet, diş doktoru mide sorunlarını çözer. Muhteşemsin." Açıkçası doktora gitmekten değil de doktorun söyleceklerinden korkuyordum. Her şey yoluna girmişken kötü bir şey olsun istemiyordum.

 

"İyiyim dedim ya Hayal, zorlama." Hayal bir anda dalıp gitti. "Yine ne oldu?" dedim bunalarak. "Hiç rahatsız oluyorum işte. Sen kötü olunca kötü oluyorum."

 

"Aşk böceğim, ben iyiyim merak etme." Omuz silkti. Son yaşananlardan sonra benim için çok fazla endişe duymaya başlamıştı. Ama bence bu doğru değildi. Ben böyle olunca daha çok rahatsız oluyordum.

 

"Kızlar," dedi Maria fransızca. Biz kendi aramızda türkçe konuşuyorduk ama yanımızda birisi olunca mecbur ülke dilini değiştiriyorduk. "Professor Céline bugün akşama ders salmış haberiniz var mı?"

 

"Öyle mi? Neden? Yarın iki dersimiz vardı. Ne gerek vardı böyle sürprize?" dedim merakla.

 

"Of ya sınav+Céline'le baş etmek mi? Acaba yine ne planları var?" Céline eğitim hayatımızda hepimize kan kusturan öğretmendi. Doğru olanı değil, kafasına göre hareket ediyordu. Ve bu üniversite hayatı boyunca hepimiz ondan nefret ederdik. Ama lanet olsun ki çok farklı ve güzel fikirleri olurdu. Manyak karı eğlenmeyi de iyi biliyordu.

 

"Bakacağız bakalım ne planları var?" dedim kendi kendime mırıldanarak. Ayağa kalkarak dolabıma yaklaştım. "Giyinip çıkalım, gelir gelmez uyuyacağım çünkü." Hayal ve Maria istemsizce hazırlanmaya başladılar. Çünkü yorulacağımızı çok iyi biliyorduk. Şu an okul yansa ne güzel olurdu. Okullar tatil, gel keyfim gel. Ama bu sadece hayalde kalırdı zaten değil mi?

 

Fransa'da yağmur asla dinmezdi. Özelikle bu mevsimlerde daha çok yağardı. Ara sıra Türkiye'ni özlemiyor değildim. Ancak Türkiye'ye uzun bir süre dönmeyeceğimi de biliyordum.

 

Kızlarla birlikte okula geldiğimizde herkes çoktan toplanmıştı. Saat akşam 9 olmasına rağmen kimse bu durumu yadırgamamıştı. Hayal'le ben uygun bir yere geçip beklemeye başladık. Birkaç dakika sonra ise hocamız içeriye girmişti. Selamlaştıktan sonra masasına geçti.

 

Acaba kocası buna demiyor mu ki manyak kadın, çocukları bu saatte niye topluyorsun? İlginç.

 

"Şimdi arkadaşlar, öncelikle buraya kadar geldiğiniz için hepinize teşekkür ederim. Emin olun ki önemli olmasaydı, sizi buraya kadar yormazdık." Tabii canım bundan tamamen eminiz. O cepte.

 

"Okulumuzun müdürü sizin için yeni bir etkinlik düzenledi. Bildiğiniz gibi geçen yıl Fransa'nın farklı şehirlerine gidip farklı hastanelerde yaklaşık 6 ay çalışıp tecrübe topladınız. Bu yıl da aynı etkinlik düzenleniyor." Hayal'le birbirimize baktık. Bu bizim için çok güzel bir avantajdı. Çünkü geçen yıl gidememiştik.

 

"Fakat bu yıl şehirler arası değil ülkeler arası olacak." Bu bizi daha çok heyecanlandırmıştı. Çünkü farklı bir ülkeni keşfedecektik. Umarım uzak bir ülke olurdu. Ve güvenli bir ülke.

 

"Bu etkinliğe katılmak istemeyen bazı arkadaşlarınız için ise Fransa'da eğitim devam edecek. Tabii ülke seçme işi bizdeydi. Ve sizi grupla gönderiyoruz."

 

Ve tek tek grupları belirlemeye ve ülkelerin isimlerini söylemeye başladı. Listede İsviçre, İspanya, Belçika, Rusya, Azerbaycan, Özbekistan, Finlandiya, Japonya, vardı. Sıra bize gelmişti. "Defne, Hayal, Larissa ve Marcos siz de Türkiye'ye gideceksiniz."

 

Ne?! Bu narin kulaklarım doğru mu duydu? Ne Türkiye'si be? O kadar ülke içinde neden biz Türkiye'ye gidiyoruz? Hayır, ya. Bendeki şans şaka mı?! O kadar ülke varken niye biz gidiyoruz? Biz Hindistan'a gitsek ya da Amerika'ya. Ya Çin. Moralim bozuldu. Hayal ise mutluluktan havaya uçacaktı az daha.

 

"Defne ve Hayal siz türk olduğunuz için pek yerinizi yadırgamazsınız diye düşündük." Çok yanlış bir düşünce. Bunu benden izinsiz nasıl düşünürsünüz? "Hocam, biz ülke değiştire biliyor muyuz? Başka bir ülke seçemez miyiz?" Sanki telefonda dil değiştiriyorum. Özgüvenime bak. Allahım!

 

"Maalesef, tatlım. Biletler çoktan alındı. Üç gün sonra uçağınız var. O yüzden eşyalarınızı hazırlayın şimdiden."

 

"Peki, hangi şehire gideceğiz" diye Marcos sorduğunda hoca gözlüğünü düzelterek boğazını temizledi. "Siz önce Eskişehir'e gideceksiniz. Orada bir köyde yaklaşık birkaç gün çalıştıktan sonra İstanbul'a dönüp Azimovlar hastanesinde çalışmaya başlayacaksınız. Başka bir sorusu olan var mı? Defne ve Hayal zaten orada çalıştı. Bu yüzden onlar size yardımcı olacak."

 

Peki, bize kim yardımcı olacak? Bu kadar şanssız olamam ya..

 

Allahım niye ya niye? Dünyada o kadar ülke varken niye Türkiye? "Yaşasın, dönüyoruz!" Hayal'e ölümcül bir bakış attığımda suratı düştü. "Hiç öyle bakma, bu bizim için ikinci şans olabilir."

 

"Ya tabi ne demezsin." Başa dönemezdim. Tekrardan onca şeyi yaşayamazdım...

 

****

 

Yazarın anlatımıyla.

 

Telefonun çalmasıyla bal rengi gözlerini açtı. Uyku sersemi halde çalan telefonunu alıp kulağını götürdü. "Alo?" Gözleri uykudan dolayı zorlukla açıldı. Çünkü gece sürekli kabuslar görüp durdu.

 

"Aşkım, günaydın!" dedi Ahenk neşeli sesiyle. Ahenk'in aradığını görünce yüzündeki gülüş yerini almıştı. "Günaydın."

 

"Uyandırdım mı?"

 

"Evet, öyle oldu biraz. Nasılsın?" dedi doğrularak. "Nasıl mıyım? Şaka mı yapıyorsun? Üç gün nişanımız var. Deli gibi heyecanlıyım."

 

"Hmm" diye mırıldandı Savaş. Evet, üç gün sonra sevdiği kadınla nişanı vardı fakat sevinemiyordu. Hem gördüğü rüyaların etkisinden hem bir yerde kopukluk vardı. Sevdiği kadın olduğuna emin değildi. Çünkü içinde bir yerlerde bir şeyler eksikti. Bir parça. Sanki yapboz tamamlanmış, ama bir parçası yokmuş gibi. Garip bir duyguydu, kimseye söyleyemeyeceği garip bir duygu...

 

"Sen pek sevinmiyorsun sanki? İyi misin?" diye Ahenk sorduğunda Savaş "evet, sadece şimdi uykudan uyandım ya o yüzden biraz sersemliğim üzerimde" diye açıklama yaptı. Fakat aklındaki soruların hiçbirine günlerdir cevap bulamıyordu. O gece orada neler oldu? Niye her şeyi bir anda unuttu? Hiçbir şey hatırlamıyordu. Niye saçma sapan rüyalar görüyordu?

 

"Tamam aşkım, o zaman sen kendine geldikten sonra konuşuruz."

 

"Tamam." Telefonu kapatıp yüzünü ovuşturdu. Kendini yorgun hissediyordu.

 

Doğrulup sırtını yatağa yasladı. Gece yine kabuslar gördüğün hatırlayınca morali bozulmuştu. Artık iki haftadan fazlaydı bu tip rüyaları görmeye başlamıştı. Doktoruyla konuştuğunda ise korkulacak bir şey olmadığını söyleyerek onu geçiştirmişti.

 

Telefonuyla ilgilenmeye başladı. Ona anlatılan hikaye kusursuzdu, ama bir o kadar da kusurluydu. İki ay önce bir çatışmada yaralandı ve iki hafta komada kaldı. Fakat iyileştikten sonra hafızasını kaybetti. Gözlerini açtığında annesi babası arkadaşları ve Ahenk başındaydı. O Ahenk'le olan ilişkisini hatırlamıyordu. Ama herkes ona Ahenk'le birlikte olduğunu hatta birbirlerini deliler gibi sevdiğini söylemiştiler. Ancak onun aklındaki soru ise şu. O zaman neden Ahenk'le hiçbir fotoğrafı yok? Neden hiç videosu yok? Neden telefonu ilk eline aldığında tüm veriler hepsi silinmişti? Sanki birileri tüm anıları silmişti. İçindeki eksikliği kimseye anlatamıyordu. Sanki birileri yalan söylüyormuş gibiydi. Ya da içgüdüsü onu yanıltıyordu.

 

Telefonu komodinin üzerine bırakıp ayaklandı. Düşünceleri onu huzursuz ediyordu. Düğünün yaklaşması onu heyecanlandırmıyordu, aksine tedirgin ediyordu. Çünkü zamanı gittikçe azalıyordu. Yanlış karar vermekten korkuyordu. Sadece iki hafta içerisinde Ahenk hayatında bir yer edindi, ve şimdi evlilik hazırlıkları yapılıyordu. Her şey çok hızlı ilerliyordu ve Savaş bundan şüphelenmişti. Ama şüphelerini ortaya çıkarmak için hafızasına ihtiyacı vardı ancak hafızası yerinde değildi.

 

Banyoya doğru gidip duşunu aldıktan sonra çıkıp üzerini değiştirdi. "Oğlum, kahvaltı hazır" diye Zümra seslendiğinde Savaş artık odasından çıkmıştı. Aşağı indiğinde herkes sofra başında oturmuş onu bekliyordu. "Günaydın" dedi sakince. "Günaydın, iyi misin?" Zümra çayları masaya bıraktı. Pek konuşmak istemiyordu. "Evet, gayet iyiyim."

 

"Nişan için her şey hazır. Ve bil bakalım kim geliyor abiciğim?" Ahu çocuk gibi heyecanla abisine döndü.

 

"Kim?" Savaş merakla Ahu'ya baktı. "Kuzucuk geliyor!" Savaş'ın kuzeni geliyordu ve bu onlar için büyük haberdi. Çünkü yıllardır görmüyorlardı.

 

"Burada kalacak herhalde" dedi Zümra Cengiz'e dönerek. Cengiz'in keyfi yerindeydi. "Evet. O değil de her şey yoluna girdi ya içim o kadar rahat ki. Oğlum iyileşti, kızım yanı başımda. Gelinimiz birkaç gün sonra evimizde olacak. Çok şükür karanlık günler bitti."

 

"Şükürler olsun, evet." Savaş hala tedirgindi. "Ben garip hissediyorum" dedi bir anda. "Yani tamam sevdiğim kadın falan ama sanki içimde bir yerde garip bir his var. Rahat değilim yani." Cengiz tedirgin olmuştu.

 

"Oğlum, doktorlar dedi ya bu hallerin normal. Zamanla düzelecek. Hafıza kaybı yaşadın. Kolay bir şey atlatmadın." Ama Savaş bunu kabul etmek istemiyordu.

 

Ahu da babasına destek olmaya başladı. "Evet abi. Babam haklı. Biraz kendine zaman ver."

 

"Biliyorum. Her şey çok hızlı ilerliyor. Ahenk'le kısa sürede evlenmek beni tedirgin ediyor."

 

Zümra'yla Cengiz göz göze geldi. "Oğlum, evlilik sürecinde olur öyle heyecan. Normal, sakin ol sen." Ne söylerse söylesin onu anlamayacaklarını iyi biliyordu. Bu yüzden kendini yormak istemedi.

 

Savaş'ın tüm iştahası kaçmıştı. Çünkü aradığı sorulara tam cevap yoktu. "Sen daha önceden Ahenk'le birlikteydin. Birbirinizi çok seviyordunuz." Cengiz'in söylediği yalana Savaş'a artık sıkıcı gelmişti. Ortalıkta bir şeyler dönüyordu ve bunu gördüğü rüyalar ona söylemişti. Sürekli bir kadının Savaş diye bağırması ama bir türlü yüzünü göremediği o gizemli kadın.

 

Savaş hislerine güvenmek için sadece küçük bir hata arıyordu. "Neyse ben gideyim" ayağa kalkınca Cengiz şaşkınlıkla ona döndü. "Daha bir şey yemedin."

 

"Canım istemiyor. Dışarıda yerim. Size afiyet olsun. Dün getirdiğin belgeler nerede?"

 

"Çalışma odana koydum. Dolabın içinde."

 

Savaş başını sallayarak odasına doğru ilerledi. Kapıyı açıp içeri girdi, ve ardından kapıyı kapattı. Masasına yaklaşıp hafifçe eğildi. Çekmeceleri tek tek aradı fakat belgeler hiçbir yerde yoktu.

 

"Nereye koydun be adam?" Şikayet ederek diğer çekmecelere baktı. Ancak yoktu. Öfkeyle doğrularak büyük dolabın önüne geldi. Dolabın kapağını açarak içine baktı fakat yine yoktu. Diğer tarafa geçip tek tek dolapları açıp içini kontrol etti. Ve işte, belgeler oradaydı. "Nihayet." Tam dolabı kapatacakken biraz önce rastgele aradığı dolaptan bir ses geldi. Sanki bir şey düşmüştü. "Hay aksi!" Dolabı açıp içine baktığında kaşları çatılmıştı. Çünkü dolabın içinde bir küre vardı. Siyah bir küre. Bunu buraya kim koymuştu? Ya da bunu ona kim vermişti? Hatırlamıyordu. Küreni eline aldığında içinde fotoğraflar yerleştirilmiş olduğunu gördü. Abisinin, annesinin, kardeşinin ve başka fotoğraflar tabii. Fakat bir fotoğrafın yeri boştu. Küreni iyice eline alıp incelemeye başladı. Arkasında düğmesi vardı. Düğmeni defalarca basmasına rağmen çalışmadı. "Bozukmuş" diye kendi kendine mırıldanmaya başladı. Fakat altında bir yazı olduğunu fark etti.

 

Savaş'ın Yıldız'ı

 

Doğum günün kutlu olsun başkomiser, karanlıkta ışığın olmaya hazırım... Defne :)

 

Savaş sanki rüyanın içindeymiş gibiydi. Bu küre onun karışan kafasını daha çok karıştırmıştı. Bunu ona kim vermişti? Defne kimdi? Hatırlamıyordu, arkadaşı mıydı? Ama arkadaşlarını hatırlıyordu, Defne denilen birisini tanımıyordu.

 

"Kimsin sen?!" İsmini ilk kez duyuyordu ve asla etrafındaki hiç kimseden ismini duymamıştı. Böyle bir hediye verecek arkadaşı varsa o zaman niye kimse ondan bahsetmiyordu? Sonra rüyasını hatırladı. "Savaş beni bul." Kaşları daha çok çatıldı. Bu kadın kimdi? O rüyadaki kadın kimdi? İkisi de aynı kadın mıydı? Eğer böyle birini tanıyorsa, o zaman nerede? Kimse neden ondan bahsetmiyordu?

 

Kendi kendine belki de önceki hayatının kapısının anahtarı bu kadın diye düşündü. Sanki o an karanlık bir sokaktaydı ve yolun başında küçük bir ışık yakmıştı. Peki ne yapması gerekiyordu? Işığı arkasında bırakıp gitmek mi? Yoksa ışığa doğru gitmek mi?

 

Bu kadını bulması gerekiyordu...

 

"Savaş, bulabildin mi?" Hızlıca küreyi yerine koyup belgeleri eline aldı. Ve dolabı kapattı. Tam o sırada babası içeri girmişti. "Evet, buldum. Ben çıkıyorum." Babasının yanından geçerek odadan çıktı. Cengiz de hiçbir şeyden şüphelenmeden odadan çıkmıştı.

 

Arabadayken Savaş sürekli o gizemli küreyi düşünüp duruyordu. Hafızasını zorluyordu ama bir şey hatırlamıyordu. İçindeki o eksik parça da bir taraftan onu rahatsız ediyordu. "Abi, bugün biraz düşüncelisin sanki?" Cesur tam önünde oturmuş tek kaşını havaya kaldırdı. Alp telefonla ilgileniyordu fakat aniden Savaş'a odaklandı. Savaş söyleyip söylememek arasında kalmıştı. Acaba onlar gerçeği söyleyecekler miydi, yoksa yine bir yalan mı uydurup onu kandıracaklardı mı?

 

"Defne'ni tanıyor musunuz?" diye direkt sorduğunda Alp'in gözleri kocaman açılmıştı. Cesur tedirginlikle yutkundu. Ve bu mimiklerin hiçbirisi Savaş'ın gözünden kaçmamıştı. "Ne ne?!" dedi Cesur kesik kesik. "Nereden çıktı bu?" İkisi de gerilmişti. "Bir yerden çıkmadı, aniden Defne ismini hatırladım. Bilmiyorum, tanıdık falan mı?" dediğinde Cesur derin bir nefes almıştı. "Ha yok. Zaten doktor dedi kafan karışabilir. Ondandır." Baba sının söylediği cümlenin aynısıydı. Fakat Alp hala tedirgindi. Çünkü Savaş'ın hafızası kaybolsa da huyu değişmezdi. Ve inadı hala inattı. Eğer aklına bir kurt düştüyse onu çürütmeden vazgeçmezdi.

 

"Durduk yere mi geldi aklına? Yani nasıl hatırladın?" Emin olmak için tuzak soru sordu. Savaş fazla detay vermek istemedi. Onların da ona yalan söylediğini tahmin ediyordu. Çünkü surat ifadeleri gerçeği söylüyordu. Defne'ni tanıyorlar.

 

"Evet," dedi çok rahat tavırla. "Aniden aklıma geldi. Neyse boşverin" dediğinde Alp daha çok tedirgin olmuştu. Savaş eğer boşver diyorsa demek ki boşvermeyecekti.

 

Cesur hızla konuyu değiştirdi. "Nişan için heyecanlı mısın?"

 

"Evet" dedi Savaş yapmacık gülümseyerek. "Nihayet sevdiğim kadınla evleniyorum. Hatta şu an Ahenk'e gideceğiz. Bakalım ne yapıyor?" Bülöf yapıyordu. Sırf onların mimiklerini belirlemek için.

 

Cesur'la Alp birbirine kısa bir bakış attılar. Tehlikenin kokusunu almışlardı. Ve galiba yine başa döneceklerdi. Savaş'ın vazgeçmeye niyeti yoktu. Ortamdaki sessizliğin rahatsızlığı ikisini de tedirgin etmişti. Alp tekrar telefonuyla ilgilenmeye devam ettiğinde Cesur saatine baktı. Gecikmişti, ama şansından oraya yakındı.

 

"Abi, ben şuralarda ineceğim. Bir işim var da." Ortamdaki sessizliği ilk bozan Cesur'du. Savaş kaşlarını çattı. "Nereye gidiyorsun?"

 

"Hiç, özel bir mesele." Savaş başını hafifçe salladığında Cesur şoföre durması için işaret etti. Şoför sağa çekip durunca Cesur arabadan indi. Sahil kenarında bir parkın önündeydiler. "İşini çabuk bitir. Daha ofise geçeceğiz."

 

"Tamam abi. Merak etmeyin. Hemen gelirim." Savaş başını sallayıp kapıyı kapattırdı.

 

Araba uzaklaşınca Cesur sahile doğru yürümeye başladı. Hava buz gibiydi. Soğuk rüzgar bile insanı hasta etmeye yeterdi. Hızlı adımlarla ilerledi ve tam karşıda bankta oturduğunu görünce adımlarını oraya yönlendirdi. "Çok beklettim mi?" Aniden başını çevirip Cesur'a baktı. "Hayır, şimdi geldim ben de." Hira ayağa kalkarak Cesur'a doğru adım atıp ona sarıldı. "Nasılsın?"

 

"İyiyim, sen nasılsın?"

 

"Eh işte" Hira biraz önceki yerine geçtiğinde Cesur da yanında yerini aldı. "Niye durgunsun?" dedi mavi gözlerini Hira'nın gözlerine sabitleyerek. "Açıkçası bir haberim var. Bilmiyorum sevinsem mi üzülsem mi?"

 

"Söyle."

 

"Defne dönüyor."

 

"Ne?!" Cesur'un alnında derin bir çukur oluştu. "Şaka mı yapıyorsun? Hani on aylık gitmişti?"

 

"Evet, ama okulu gönderiyor bu kez. Türkiye'nin bazı hastanelerinde çalışıp tecrübesini geliştirecekmiş. Nebilim öyle dedi Hayal. Her sene düzenleniyormuş. Çekiliş gibi bir şey. Herkes farklı ülkeye giderken bizimkiler Türkiye'ye düşmüş."

 

"Hay şansımızı s*keyim!" Öfkeyle dizine vurup ayaklandı. "Ne yapacağız peki? Onların birbirini görmemesi lazım." Hira omuz silkti. "Bilmiyorum, altı aylık geliyorlar. Ama nasıl yapacağız, hiç bilmiyorum. Önce Eskişehir'e gideceklermiş, sonra İstanbul'a dönecekler." Bu hiç iyi olmamıştı. Çünkü plan yine bozuldu. Defne gelmeden önce Savaş'ın Ahenk'le evlenmesi gerekiyordu.

 

"Savaş da bir şeylerden şüphelenmeye başladı zaten. Bu hiç iyi olmadı."

 

"Neden şüphelendi ki?"

 

"Bugün bize Defne'ni sordu. Bu ismi hatırladım dedi ama nereden aklıma geldi bilmiyorum dedi."

 

"Cesur, bence biz bunların önünde duramayız. Kimse duramaz. Defne Savaş'tan zaten kaçacak. Ama Savaş onu bir kere bile görürse peşini asla bırakmaz. Defne için eski defterler çoktan kapandı. O gece her şey yaşandı ve bitti. Ama Savaş öyle değil."

 

Cesur gittikçe tedirgin olmuştu. "Biliyorum. Savaş ailesinin ve bizim onun arkasından iş çevirdiğimizi anlarsa bizi asla affetmez."

 

"Ne yapacağız peki?"

 

"Plan yapmamız gerek. Ama yalnız değil." Cebinden telefonu çıkarıp Cihangir'i aradı. Çünkü bu iş artık onu aşıyordu. Birkaç dakika sonra Cihangir telefonu açtı. "Hemen konuşmamız gerek" dedi ciddi tonda.

 

Cihangir kaşlarını çattı. "Hangi konuda?" Tam karşısında bir hanımefendiyle şık bir restoranda yemek yiyordu. "Defne geri dönüyor." Cihangir duyduğu cümleyle bir hışımla ayaklandı ve cebinden parasını çıkarıp masaya bırakarak telefonu kapattı. "Çok özür dilerim, dünyanı kurtarmak için seni yalnız bırakmam gerek. Bye Bye." Ve hızla restoranı terk etti.

 

"Erken bitti" dedi Miran şaşkınlıkla. "Ateş geliyor. Evlerimiz yanacak." Miran önce hiçbir şey anlamadı. Ardından Cihangir arabaya binerek başını camdan çıkardı "intikam meleği!" diye bağırdığında Miran "Defne mi?" dedi şok içinde arabaya binerek. Ve araba hareketlendi.

Tekrar Cesur'u aradı.

 

Cesur : Evet

 

Ne zaman dönüyor?

 

Cesur: Üç gün sonra. Önce Eskişehir'e sonra buraya gelecekler.

 

Cihangir öfkeyle yumruğunu sıktı. "Zaman çok kısıtlı Cesur. Hemen herkesi topla bizim eve. Plan yapalım."

 

Evet, ateş dönüyordu. Ateş giderken bile herkesi yakmıştı, dönmesi büyük krize neden olacaktı. Defne'nin inadı, Savaş'ın şüphelenmesi ve Cengiz'in öfkesi birleşince büyük bir patlamaya neden olan bomba etkisi yaratırdı.

 

Birkaç saat sonra herkes artık Cihangir'in evinde toplanmıştı. Çünkü bu acil durum çağrısıydı.

 

Cihangir telaşla salonda volta atarken Seren alnına masaj uyguluyordu. Stres içindeydi. "Arkadaşlar, bu kadar büyütmemizin anlamı yok biliyorsunuz değil mi?"

 

"Pardon?" dedi Cihangir imayla. "Sen herhalde gelirken beynini yolda bir yerde bıraktın?" Seren öfkeyle Cihangir'e döndü. "Benimle doğru konuş!"

 

"Ben kiminle nasıl konuşacağımı çok iyi biliyorum kırmızı kafa. Defne'yle Savaş'ın bir araya gelmemesi lazım. Gelirse her şey mahvolur. Cengiz Taranın başına geçti. Hepimizi yok eder."

 

Seren öfkeyle ayağa kalktı. "Biliyoruz herhalde neler olduğunu. Ama Savaş her şeyi hatırlarsa geri dönecek. O zaman Cengiz nasıl duracak onun karşısında?"

 

"Ama Cengiz buna asla izin vermez!"

 

"İşte sırf bu yüzden Savaş'ın yanında olmamız gerekiyor. Ona yalan söyleyerek Cengiz'in tarafında olduğunuzu gösteriyorsunuz. Savaş uyandığında etrafında kimseyi göremeyecek. Hepsi satın alınmış çünkü!"

 

Alp sinirle ayağa kalktı. "Orada dur bakalım. Biz onu satmadık!"

 

Seren sinirle kahkaha attı. "Evet, sattınız! Savaş hafızasını kaybetti, siz de Cengiz'in adamı oldunuz. Cengiz'in söylediği her yalanı siz de söylemeye devam ediyorsunuz. Yalnız Defne konusunda değil, her konuda yalan söylüyorsunuz. O hatırladığında neler olacak, bir düşünün bakalım? "

 

Cesur araya girdi. "Biz onun iyiliği için yaptık. İkisi de ne kadar acı çekti görmedin mi? Savaş'ın Defne'ni unutması gerekiyordu."

 

"Sizce bu mümkün mü?" dedi Hira ayağa kalkarak. "Savaş kendini unutur ama Defne'ni unutmaz. Hatırlaması da uzun sürmez. Bu yüzden siz kendi tarafınızı hemen seçin. Yoksa çok geç olacak."

 

"İşte bu yüzden Savaş'ı Ahenk'le evlendiriyoruz." Cesur bunalarak ayaklandı. "Ahenk Defne'ni unutturamaz" dedi Feride sakin tavırla. "Savaş'la Defne'nin arasında başka bir ilişki vardı. Normal bildiğimiz aşk değildi. Savaş Defne için kendi canında geçmeye hazırdı. Halil Defne'ni vuracakken Savaş önüne atladı."

 

"Evet ama Halil'e Defne'ni satan da kendisiydi" dedi Seren imayla. Ahu başını iki yana salladı. "Hayır, babam abimi tuzağa düşürdü. Savaş Halil'i indirecekti. Babam Defne'nin canıyla onu tehdit edince abim başka plan kurmak zorunda kaldı."

 

Hira bunalarak elleriyle kafasını tuttu. "Yeter! Susun hepiniz! Şunu bilin ki Defne geliyor. Ve sizin artık karar vermeniz gerekiyor. Çünkü Defne Savaş'a her şeyi hatırlatacak."

 

"Engelleyeceğiz" dedi Cihangir kendinden emin tavırla. "Engelleyemezsiniz!" dedi Seren kızgın gözlerle ona bakarak. "Savaş Defne'ni bulacak. Defne ne kadar kaçarsa kaçsın, Savaş onun peşini asla bırakmaz. O kadar anıları var, yaptıkları bir sürü şey... Hepsini silseniz, küçük bir şarkı parçası, yaptıkları her hangi hobi, ya da başka bir şey ona Defneyi hatırlatacak. Unutmayın ki Savaş'tan önce Sarp vardı. Ve Sarp Defne'ni kesinlikle hatırlayacak."

 

"O zaman ne yapmamızı önerirsin bayan kırmızı kafa?" dedi Çok bilmiş şekilde Cihangir Seren'in tam karşında durarak. Gözlerinin içine öfkeyle bakan kadının gözleri ateşle doluydu. "Bırakın karşılaşsınlar. O korktuğunuz Cengiz'in üstesinden biz geliriz."

 

Alp imayla güldü. "Tabii canım kesinlikle."

 

Hira gülümsemesine karşılık verdi. "Gözünüzün önünde ofisinize dinleme cihazı yerleştirdik 9-u buldunuz, biri hala yerinde. Gerçekten bizi hafife alıyor musunuz?" Bakışları Cesur'a kaydı. Cesur ise şok içinde Alp'e dönmüştü. Çünkü dinleme cihazının hala orada olduğunu bilmiyorlardı.

 

 

***

 

Defne'nin anlatımıyla.

 

İki gün sonra.

 

Koskocaman iki günü geçirdikten sonra kendimi tebrik etmek için uyumam gerekiyordu. Ama mecbur yoldayız yine. Uçak inince Hayal'le baktım. O oldukça mutluydu. Çünkü Alp'le buluşacaktı. Ancak ben üzgündüm. Çünkü Savaş'la aynı ülkedeydim...

 

Herkes inmeye başlayınca biz de indik. Merdivenleri inerken etrafa bakındım. "İki ay sonra yine geri döndüm. Ne yaparsam yapayım kaçtıkça daha çok yaklaşıyorum." O kadar şey yaşandı, o kadar olay yaşadık, nelerden vazgeçtik, nelerle savaştık. Şimdi yine dönmüştüm. Ve çok kısa süre içinde dönmüştüm.

 

"Sevinmedin mi?" dedi fransızca arkamdan gelerek gizlice ensemden yaklaşan Marcos. Başımı çevirip yeşil gözlerine baktım. Şimdi oturup da hikayemi anlatacak değildim. Bu yüzden konuyu dağıtmak en iyisiydi. "Larissa nerede?"

 

"Ve Türkiye!" diye bağırdı fransızca uçaktan koşar adımlarla inen Larissa. "Hayatımda ilk kez geliyorum, bakalım neler olacak?" Hayal'le Larissa uçaktan mutlulukla indiğinde Marcos ve ben eminsiz adımlarla ilerliyorduk.

 

"İyi değilsin, sorun ne?" Bakışları üstümde gezindi.

 

"Sorun yok!"

 

"Bu yüzden mi üzgünsün?! Sorun olmadığı için mi?" Oturup şimdi başıma gelenleri mi anlatayım?

 

"Marcos, çok konuşuyorsun. Hadi araba bizi bekliyor." Valizimi sürüklemeye çalıştığımda elimden kaparak kendisi arabaya doğru götürdü. En azından centilmen birisi.

 

Yol boyunca sadece müzik dinleyerek gerçek dünyadan bir an olsun ayrılmak istemiştim. Tam o sırada Murat Boz'un Özledim şarkısı çalmaya başladı.

 

Dışardan gördüğün gibi değil

Bir kez olsun buradan bakmadın

 

Hatırlarımız tek tek gözümün önünde canlanmaya başlamıştı.

 

'Bunu beğendim

 

Beğendiysen alıyoruz o zaman.'

 

Üzüldüm zannediyorsan şunu bil

Canım yandı, geçti çok yakmadın

 

'Sarp, bana bir kere güzelim desene.

 

Hayır, demeyeceğim. Sonra da bana aşıksın diyeceksin.'

 

Yaz gelir içimi sarar aynı telaşlar

Kim bilir belki de bir aşk başlar

 

Dalgalanır deniz ne çıkar durulur yavaşlar

 

Kim bilir belki de bir aşk başlar

 

'Neden geldin? Bir sorun mu oldu?

 

Hayır, nişanlımı göremez miyim?

 

Beni özledin demek?'

 

Ben özledim galiba seni

Bu yüzden bu kadar sitemlerim

 

"Sana gerçekten ilgim olduğunu sana inandırdım. Gerçekten birisi tarafından değer gördüğünü sana inandırdım."

 

Sen üzülme acıdan bu sözlerim

Karşımda görsem dolar gözlerim

 

"Beni öperek kendine aşık edeceğini mi sanıyorsun?! Ne kadar da ucuz hareketler?"

 

Ben özledim galiba seni

Bu yüzden bu kadar sitemlerim

Sen üzülme acıdan bu sözlerim

Karşımda görsem dolar gözlerim

 

Dolmuş gözlerimi silip burnumu çektim. Geçti, bitti. Yaşamanız gerekiyordu, yaşadınız ve bitti. Güzel anılarımız da oldu tabii. En azından kısa da olsa bir birlikteliğimiz olmuştu. Kimse kolay kolay mutlu olmuyor. İlla ki ödenilen bedeller oluyor...

 

***

 

Eskişehir'e geldiğimizde bizi böyle güzel bir manzaranın karşılayacağını bilmiyorduk. Hayatımda ilk kez buraya geliyordum ve galiba bu şehre aşık oldum.

 

"Türkiye muhteşem!" diye bağırdı Larissa. "Vuav! Çok güzel! Buranın ismi neydi?" Heyecanla bize döndü.

 

Türkçe "Eskişehir" dediğimde Larissa "Eskişihir!" dedi türkçe konuşmaya çalıştığı kadar.

 

Okul bizi bir otele yerleştirmişti. Larissa ve Marcos ayrı odada, biz Hayal'le aynı odada kalacaktık. Valizlerimizi alıp odaya doğru yöneldik.

 

"Of, çok yoruldum. Bugün akşam daha hastaneye gideceğiz. Allahım!" İçeri girir girmez kendimi yatağa fırlattım. Yorgunluğu her zerremde hissediyordum. "Altı üstü diş doktoru olacağım. Niye her şeyi zorlaştırıyorlar ki?"

 

"Eğitim bu. Tabii ki zorlaştırıp bizim psikolojimizi bozacaklar. Eğitim psikolojimizi bozmak için var." Hayal bavulunu açıp eşyalarını yerleştirirken göz ucuyla ona baktım. "Zaten psikolojim bozuk şimdi daha da bozuldu. Uf!"

 

Arada bir sessizlik oluştu. Ben tavanla bakışırken Hayal aniden "Savaş'ı özledin mi?" diye sorduğunda şaşırarak başımı kaldırdım. "Ne?!"

 

"Savaş'ı diyorum, özledin mi?" Artık hissizleşmiştim, özleyip özlemediğimi bile anlamıyordum. Garip olan şu ki hiçbir şey hissetmiyordum.

 

"Hayır. Artık ne hissettiğimi bilmiyorum Hayal. Böyle kocaman bir boşluğun içinde kayboldum. Ama biliyor musun burası daha huzurlu."

 

Hayal uzun uzun baktı bana. İç çekerek derin bir nefes aldı. "Savaş evleniyor." Dudaklarım büzüldü.

 

"Haberim var. Annem gelirken söylemişti." En azından ikimizden biri mutluydu. Ya da olacaktı. "Savaş hafızasını kaybedince Cengiz onun arkasından iş çevirdiği için evlendiriyor. Yani senden tamamen uzaklaştırmak için."

 

"Biliyorum. Savaş yoksa asla peşimi bırakmazdı." Cengiz Savaş'ın yerine geçmek istiyordu. Bu yüzden de onu kullanması için önce beni hayatından çıkarması gerekiyordu. Savaş benim için Taranı bile karşısına alabilirdi. Cengiz bir çuval inciri heba etmek istemiyordu. Benim onlardan uzak durmam, Cengiz'in işlerinin yolunda gitmesi anlamına geliyordu. Ayrıca benimle birlikte olması yine üzülmesi demekti. Ve son olanlardan sonra Cengiz Savaş konusunda hassaslık gösteriyordu.

 

Hayal kaşlarını hayretle havaya kaldırdı. Ardından elindeki işleri bırakıp yanıma geldi. Doğrulup oturur pozisyonu aldım. "O zaman onun hafızasının yerine geleceğini de biliyorsun, öyle değil mi?"

Omuz silkerek başımı hafifçe eğdim. Ancak o zamana kadar iş işten geçecekti. "Biliyorum."

 

"Ve hafızası yerine gelince tekrar peşine düşeceğini de." Muzip bir şekilde güldüm. Başımı iki yana salladım. "İşte o biraz zor. Savaş evlenince illa ki çocuğu olacak. Ve Savaş'ın en büyük hayali baba olmak. Çocuğundan vazgeçmez. Benim için asla." Arada yine bir sessizlik hakim oldu. Savaş çocuk sahibi olmak istiyordu, Ahenk'i biraz tanıyorsam Savaş'tan çocuk yapmadan ondan vazgeçmez. Çünkü o da bunu biliyor. Ve Savaş beni çocuğuna tercih etmez.

 

"Ya evlenmeden önce hatırlarsa?" İşte o an boğazım kurumuştu. Böyle bir şeyin olma ihtimali var mıydı gerçekten? Yine başa dönmek, yine aynı şeyleri yaşamak. İşte buna hazır değildim. "Saçma sapan konuşma, nereden hatırlayacak? Öyle bir şeyin olma ihtimali yok. Ben doktorla konuştum. En az üç dört ay çekiyor."

 

"Öyle mi?" dedi imayla. Gözlerim kısıldı. "Ama senin ismini hatırlamış" dediğinde şok yaşadım. Nasıl? Ne demek hatırlamış? Hatırlayamaz ki? Kalbim tekledi.

 

"Ne diyorsun sen ya?"

 

"Hira söyledi. Savaş ismini hatırlamış ama nereden tanıdığını hala bilmiyor."

 

"O zaman beni de hatırlaması an meselesi." İşte bu hiç iyi olmamıştı. Savaş beni hatırlarsa peşime düşecekti ve ben yine arafta kalacaktım.

 

"Evet!" dedi Hayal. Kafamı ellerimin arasına alıp eğildim. Kalbim acıyla atmaya başlamıştı. Biz bir olamadık, birleşmeyi beceremedik. Ayrı yaşamamız gerekiyordu. Ancak Savaş bunu anlamıyordu. İşi yokuşa sürüyordu.

 

"Nerede hata yaptım ben?" Hayal'e döndüm. Belki de üçüncü kişi bir fikir verirdi. "İkiniz de birbirinize yalan söylediniz, aşkınız intikamınızdan daha büyüktü. İkiniz de bu işe intikam almak için girdiniz. Fakat aşık oldunuz, güvendiniz, birbirinizle nefes aldınız. Ancak yetmedi. Oysa intikam ateşinizi söndürmeniz gerekiyordu. Sizi yakan o oldu. Aşkınızı ezip intikamınızı almaya çalıştınız. Ama aşkla intikam bir çuvala asla sığmaz. Bir yerde asla olmaz."

 

Ama geçmiş ikimizin de canını acıtmıştı. O abisinin yarasını taşırken ben omuzlarımda daha ağır yük taşıyordum.

 

"Peki şimdi ne yapmam gerekiyor?" Yeşil gözleri gülümsedi.

 

"Defne, aşktan kaçamazsın. Aşık olduğun için, sevdiğin için pişman olma. Savaş zaten itiraf etti her şeyi. Savaş seni çok seviyor. Hatta senden daha fazla seviyor. Ama aşkını kontrol etmeyi bilmiyordu. Nasıl davranacağını bilmiyordu. Kendini onun yerine koy. Gençliği insan öldürmekle geçmiş, sevgi nedir öğrenememiş. Hayatında ilk defa aşık oldu ve kaybetmemek için savaştı. Ancak hayat onu çalışmadığı yerden vurdu. O senin ışığında büyüdü, senin ışığınla aydınlandı. Yine sana ihtiyacı var. Yine karanlıkta mahkum oldu. Etrafındaki herkes ona yalan söylüyor ve o bunu öğrendiğinde yine sana gelecek. Yine sen de huzuru bulacak. Çünkü ruhlarınız artık birbiriyle tanıştı. Kalp ait olduğu yerde çiçek açar.".

 

"Biliyorum, ama benim canım yanıyor." dedim basa basa. "Kalbimin ortasında bir ateş yakıyor canımı." Ellerim boğazıma gitti.

 

"Senin canını yakan Savaş değildi. Geçmişindi. Ve sen Savaş'a geçmiş yaralarından bahsetmedin. Onun sarması için izin vermedin. Tekbaşına bir yük taşıdın ve o yükün altında ezildin. Savaş sana elini uzattıkça sen geri çekildin. Yapma bunu kendine."

 

İnkar edercesine başımı iki yana salladım. "Boşluğun içindeyim. Bilmiyorum, ne yapacağımı, nasıl davranacağımı, nereden başlayacağımı" ağlamaklı cılız çıkan sesim beni ele veriyordu. Ellerimi tutup güven veren gözlerini gözlerime sabitledi.

 

"Sen her şeyi akışına bırak. Kontrolü bırak, ipler canını acıtıyor. İsterse yüz tane çocuğu olsun. O gelip yine seni bulur. O seni çok seviyor."

 

Gözyaşlarımın arasında gülümsedim. "Ama şimdi başka bir kadınla birlikte. Başka birisinin elini tutuyor, başka gözlere bakıyor, kokluyor hatta öpüyor."

 

"Ruhu seni tanıyor. Hafızası kaybolsa bile o ruh sana aitti. Seni gördüğü anda yakınlık hissedecek. Bakışların, gülüşün, tenin ona yabancı gelmeyecek."

 

"Her şey bitti."

 

"Bunu bilemezsin. Daha düğünleri olmadı ve senin ismini hatırladı. Ve düğünlerine daha var. Bilemezsin. Belki de seni hatırlayacak ve o düğün gerçekleşmeyecek." Gözyaşlarımı silip başımı çevirdim. Yorulmuştum, daha fazlasını istemiyordum. Tek istediğim şey huzurdu. Savaş olsun ya da olmasın. Sadece huzur.

 

"Bilmiyorum, Hayal. Ne yapacağımı bilmiyorum. Ama artık hiçbir şey için savaşmayacağım. Yoruldum tükendim. Sürekli bir imkansızlık peşimizde gölge olmuş." Konuşmam karşısında başını itiraz edercesine iki yana salladı.

 

"Ben sana savaş demiyorum zaten. Ama inatçı da olma. Kendini birazcık rahat bırak. Savaş elini uzatırsa o eli tut Defne. Uzatmazsa kendine yeni bir hayat kur. Bu kadar basit. Oturup onu bekle de demiyorum. Ama hayatını yaşa. Savaş'la birlikte olmak mı istiyorsun? Ya da o mu istiyor? Birbirinize şans verin, ama hayır, ayrı yaşamak mı istiyorsunuz? O zaman kendine başka bir hayat kur. Yani takılıp kalma."

 

"Haklısın belki de."

 

"Tabii ki de haklıyım. Sen artık Defne değilsin. Kendinden haberin var mı acaba? Eski neşen nerede senin? Neşeni kaybetmişsin. Savaş olsun ya da olmasın hayatını yaşamak zorundasın. Aşık olduğun için pişman olmana gerek yok. Tecrübe kazandım der geçersin. Hayatta bazı kötü şeyler yaşamalıyız ki iyi şeyleri hakedelim. Ama aşkınıza sahip çıkmak istiyorsanız birbirinizle değil etrafınızdakilerle savaşmanız gerekiyor. Öncelikle ailelerinizle mesela." Gerçekten bizi imkansız kılan neydi? Ailelerimiz mi yoksa hayatlarımız? Ya da seçimlerimiz?

 

"Düşünmek bile yoruyor beni. Ben ne yapacağımı bilmiyorum."

 

"Hiçbir şey yapma. Plan yok, intikam yok, yalan yok. Sakin bırak kendini. Her şey yoluna girecek zaten."

 

Şuna emindim ki her acının sonunda kahkaha dolu günler vardır. Ama şu an ben neredeydim? Sonda mıydım, yoksa yeniden mi başlıyorduk?

 

***

 

Yazarın anlatımıyla.

 

"Aşkım, sence düğünde hangi dansı yapalım?" Ahenk tabletinde sayfayı aşağı kaydırarak dansları Savaş'a gösterirken Savaş bakışlarını duvara sabitlemişti. Aklında hala o küre vardı. "Tango yapalım mı?" Ahenk'in sorusu cevapsız kaldığında başını kaldırıp Savaş'a baktı. "Savaş?" dedi daha yüksek sesle. "İyi misin?" Savaş irkilmişti. "Ha?"

 

"İyi misin? Ben kendi kendime konuşuyorum da o yüzden." Düşünceleri onu buradan alıp uzaklara götürmüştü. Göğsüne başını yasayan Ahenk'e baktı.

 

"Pardon dalmışım. Ne sordun?"

 

Ahenk bıkkınlıkla burnunda soludu. Savaş'ta garip davranması onun canını sıkmaya başlamıştı. "Dans diyordum" dedi somurtarak. "Hangi dansı yapalım?"

 

"Ben dansı sevmiyorum." Savaş dans etmeyi hiçbir zaman sevmemişti. Asla da etmezdi. Ama Ahenk tam tersini düşünüyordu.

 

"Ya Savaş, bir kere evleniyoruz. Lütfen kırma beni. Kısa bir dans olacak zaten." Israrlara rağmen Savaş başını iki yana salladı.

 

"Ahenk istemiyorum dedim ya." dedi ciddi ses tonuyla. "Ama ben istiyorum" dedi Ahenk kendinden emin tavırla. Kendini Defne'ye benzetmeye çalışıyordu. Çünkü Savaş'ın her cümlesine karşı çıkardı. Savaş bıkkınlıkla gözlerini kapattı. "Şu an çok iticisin. Sana istemiyorum, dediğim halde zorluyorsun beni."

 

"Ben bilmem" dedi ayağa kalkarak. "Yarın provamız var. Seni orada bekliyor olacağım."

 

"Hiç bekleme, çünkü yarın Nil geliyor ve ben onu almaya otogara gideceğim." Ahenk sinirle gözlerini kapatıp öfkeli adımlarla odasına doğru ilerledi. "Bir dakika," dedi Ahenk'i durdurarak. "Sana bir şey soracağım." Ahenk kollarını göğsünde birleştirdi ve Savaş'a döndü. Somurtarak suratına bakmaya devam ederken Savaş derin bir nefes aldı. Nasıl soracağını bilmiyordu ama sorması gerekiyordu. Çünkü kafayı yemeye ramak kalmıştı. "Defne kim?"

 

Ahenk'in kaşları anında çatıldı. "Ne?!"

 

"Defne'ni tanıyor muyum ben? İsmini hatırladım, ama nerede tanıyorum bilmiyorum." İşte şimdi Ahenk heyecanlandı.

 

Paniğe kapılmıştı. Defne'yi hatırlaması onun sonu olacaktı. Çünkü o da herkes gibi yalan söylüyordu. "Ne Defne'si Savaş? Saçmalama." Kekeleyerek kurduğu cümle onu daha çok ele verirken yalan söylediğine dair beden dili Savaş'a Ahenk'in koca bir yalancı olduğunun ispatıydı. Çünkü Savaş başkomiserdi. Ve beden dilini çok iyi bilirdi.

 

"Eee? O zaman ben nereden hatırlıyorum bu ismi?" Tek kaşını havaya kaldırıp imayla ona baktı.

 

"Bilmiyorum, belki de isim karışıklığı olabilir ya da bir yerde duydun oradan aklında kalmış olabilir. Yani takılma." Savaş Ahenk'in de yalan söylediğini anlamıştı. Ve bu onu daha çok yıkmıştı. Çünkü evlendiği kadın bir yalancıydı. Gözlerine iyice baktı. "Bana yalan söylemiyorsun değil mi?"

 

Ahenk kollarını çözerek Savaş'ın boynuna doladı. "Tabii ki de hayır hayatım." Dudağından öptü. "Ben sana asla yalan söylemem." Ama söylüyordu. Gözünün içine baka baka söylüyordu. Savaş hayal kırıklığına uğradı. Her ne yaşadıysa etrafındaki herkes yalan söyleyerek onu kandırmaya çalışıyordu. Defne'ni bulması gerekiyordu. Çünkü tek anahtar oydu.

 

***

 

Ertesi gün Savaş Nil'i almak için otogara gelmişti. Yaklaşık on dakikadır Nil'in otobüsünü bekliyordu. Saatine bakıp dudaklarını büzdü. Beklemekten nefret ederdi. "Beni bul Savaş. Savaş, gitme! Savaş beni hatırladın mı?"

 

Son günlerde gördüğü rüyalar onun kafasını iyice karıştırmış ve artık herkesten şüphelenmeye başlamıştı. Ya da beyni dedikleri gibi oyun oynuyordu. Ama küre onun ihtimallerini resetliyor aslında ortada tamamen farklı bir şey olduğunu söylüyordu.

 

Başını kaldırdığında nihayet otobüsün geldiğini görünce sevindi. "Oh şükür be kızım ya." Otobüsten herkes teker teker inerken, Nil nihayet inip etrafına bakınmaya başladı. "Kuzucuk," dedi Savaş ona doğru ilerlerken. Sesi duyan Nil Savaş'a döndü. Savaş'ı gördüğü anda koşarak kucağına atladı. Uzun süredir birbirlerini görmüyorlardı. Ve birlikte büyüyen bu ikili nihayet kavuşmuşlardı. Savaş Nil'dem dört yaş büyüktü. Ama ona hep kuzucuk derdi.

 

"Savaş'ım!" diye bağırdı. Savaş Nil'e sarıldığında kaldırarak etrafında döndürdü. "Özledim be kuzucuk."

 

"Ben de be başkomiser."

 

Nil söylediği cümleyle Savaş bir anda duraksadı.

Bu kelime ona fazlasıyla tanıdık geliyordu. Genelde Nil'den başka kimse söylemezdi. Nil'i de uzun süredir görmüyordu. Ama kulaklarında başka bir ses çınlıyordu sanki. Ama kimin sesi?

 

"Başkomiserim."

 

Savaş'ın rengi atmıştı aniden. "Ne oldu? İyi misin?" Nil telaşla Savaş'a döndü. "İyiyim," iyi değildi. Sanki saniyelik bir sahneni hatırladı ama hemen gitti. "Hadi gidelim." Ama onun ne olduğuna dair hiçbir fikri yoktu. Yüzünü sertçe ovuşturarak gözlerine parmaklarıyla masaj uyguladı. Yorgun olduğu için miydi? Yoksa başka bir şey mi?

 

 

Yol boyunca ailevi konuları konuştuktan sonra arada bir sessizlik oluşmuştu. "Sen şimdi nasıl hissediyorsun kendini?" diye Nil Savaş'a baktı. "Nil, şu an garip hissediyorum. Hafızamı kaybettikten sonra sanki kör olmuş gibiydim. Tabii her şeyi yavaş yavaş hatırlamaya başladım. Ama hala eksik bir şeyler var."

 

"Ne gibi mesela?"

 

Nil onlardan değildi. Asla da olmazdı. Savaş'ın ikizi gibiydi, bu yüzden de Savaş güvenerek ona her şeyi anlata biliyordu. Hatta bazen Ahu'dan bile daha fazla güveniyordu.

 

"Bilmiyorum, dün odamda bir küre buldum. Savaş'ın Yıldız'ı yazıyordu. Ben yazmıştım. Kendi yazım olduğunu anladım. Ama Defne ismi vardı. Anladığım kadarıyla o küreyi bana veren kişinin ismi. Ama onu tanımıyorum. Kimse de ondan bahsetmiyor. Ben sorduğumda geçiştiriyorlar."

 

Nil düşünceli gözlerini kıstı. "İşte bu çok ilginç. Neden birisini senden saklasınlar ki?"

 

"Bilmiyorum." Omuz silkerek arabayı kullanmaya devam ediyordu.

 

"Ya bir iş çeviriyorlar ve o kız bunu biliyor. Ya da senin o kızı unutmanı istiyorlar." Tüm seçenekler birbirinden kötüydü. Çünkü hepsinin sonucunda ailesi yalan söylüyordu. Ve Savaş'ın canı sıkılmıştı.

 

"Ama hangisi? Delirmeme şu kadar kaldı biliyor musun?"

 

"O zaman şöyle yapalım. Sen kendi hayatına devam et. Hiçbir şey olmamış gibi, hiçbir şeyden şüphelenmemiş gibi. Ben bir şey bulurum kesin. Bu Karakurt'lar bakalım neyin peşindeler?"

 

Nil'in gelişi Savaş için mucizeydi. Çünkü güvenebileceği tek kişi şu anlık oydu.

 

Nişan günü.

 

Yazarın anlatımıyla.

 

Ahenk kızlarla piste oynarken Savaş oturmuş bir an önce nişanın bitmesini bekliyordu. Çünkü artık sonlara doğru nişan sıkıcı gelmişti. Ahenk dans ritmine uygun oynarken Savaş sırıtıyordu. Çünkü ilk kez Ahenk'i böyle neşeli ve mutlu görüyordu. "Sırıtyorsun, hayırdır? Aşık mı oluyoruz yoksa?" Cihangir aniden Savaş'ın başının üzerinde belirdi.

 

"Ne kadar da mutlu görünüyor."

 

"Evet, çünkü senin evleniyor kuzenim." Ahenk'in yerine geçti. "İşleri hallede bildin mi?" Savaş tek kaşını havaya kaldırdı. "Tüm işleri babama devrettim. Hafızam yerine gelene kadar o ilgilenecek." Cihangir'in morali bozuldu. Çünkü Cengiz'in elinin altında çalışmak istemiyordu. Savaş'la ortak olmak istiyordu. Cengiz'le değil. "Sence bu doğru karar mı?"

 

"Hata yapabilirim, ama Tara hatayı affetmez. Bu riski göze alamam."

 

Cihangir şu an karar vermesi gerekiyordu. Ya Savaş'a tüm gerçekleri anlatıp onun tarafına geçecekti ya da Cengiz'in elinin altında çalışacaktı. Ve tabii ki de seçimi belliydi. "Savaş, sana bir şey söylemem gerek-"

 

"Cihangir, acil buraya gel. Asya seni arıyor." Cengiz'in sesiyle ikisi de arkasını döndü. Cengiz elinde telefon tutmuş Cihangir'i çağırıyordu. Savaş başını çevirdiğinde Cihangir kaşlarını çattı. Çünkü bu durum hiç normal değildi. Asya onu neden arasın ki? Onu korumalarıyla beraber bırakıp gitmişti.

 

Tereddüt içinde ayağa kalkıp Cengiz'e doğru gittiğinde Cengiz Cihangir'in kolundan tutup onu içeriye doğru yönlendirdi. "Ne oluyor?" Cihangir kolunu sertçe ondan kurtardı. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" Cengiz yeteri kadar uzaklaştığında sinsice gülüp başını dikleştirdi. "Eğer Savaş'a bir şey söylersen, Asya'cık çok üzülür be Cihangir" Cihangir'in gözleri korkuyla büyümüştü. Elindeki telefonunu açıp küçük yeğeni Asya'nı ona gösterdi. Cengiz'in bu kadar ileri gideceğine asla inanmazdı.

 

Yeğeninin çocuğuna zarar verecek kadar ileri gidemezdi. "Ne?"

 

"Şimdi kararını ver bakalım. Asya mı, Savaş mı?"

 

Evettttt, sizce bundan sonra neler olacak? Diğer bölüm bundan da heyecanlı vallahi. İnşallah bu haftasonu yayımlayacağım.

 

Bölümü nasıl buldunuz? Böyle bir sezon bekliyor muydunuz peki? Halil olayı havada kalmadı hiç merak etmeyin her şeyi ince detaylarına kadar öğreneceğiz. Ama yavaş yavaş sindire sindire. Önemli olan şu ki Savaş Ahenk'in yalan söylediğini ve Defne'nin ona verdiği küreyi gördü.

 

Artık bir şeyler olacak gibi. Ama en eğlencelisi herkesin Defne'den tırsması sldpxlsıısspkxksls

 

Bakalım diğer bölümlerde bizi neler bekliyor. Hepinizi çok seviyorum ve öpüyoree. Lütfen beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayalım. Bol bol yorumlar yapalım ki daha çok kişiye ulaşsın. Ailemiz büyüsün.

 

İg (Adelinashwriterrr)

TikTok(Adelinashwriterr) hesaplarını takip ediniz lütfen...

 

 

Bölüm : 15.01.2025 19:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Adelina / Savaş'ın Yıldız'ı / (İkinci Kitap) 31.Bölüm: 'Dönüyoruz'
Adelina
Savaş'ın Yıldız'ı

7.04k Okunma

500 Oy

0 Takip
49
Bölümlü Kitap
Giriş1.Bölüm: "İçimizdeki Kötülük"2.Bölüm: "Savaş'ın Peşinde"3.Bölüm: "Tesadüf Değil Plan"4.Bölüm: "Kırılmış Kabulleniş"5.Bölüm: "Arkadaş Olalım mı?"6.Bölüm: "Geri Dönüş"7.Bölüm: "Bilinmeyen Hata"8.Bölüm: "Kaçırılma Krizi"9.Bölüm: "Dağ evinde dağ ayısıyla"10.Bölüm: "İlk Mühür"11.Bölüm: "Kıskançlık Savaşı"12.Bölüm: "Şeytanın Tohumu"13.Bölüm: "İhanet Hançerinin Ateşi"14.Bölüm: "Gerçeklerden Uzak Hayallere Yakın"15.Bölüm: "Korkusuz Yürek"16. Bölüm: "Rüya Gibi Kabus"17.Bölüm: "Aile Olmaya Hazır mısın?"18.Bölüm: "Bir Yıldız İntikamı Düşünün"19.Bölüm: "Topuklu Belalar"20.Bölüm: "Acı Gerçeklerin Rüzgarı"21.Bölüm: "Karanlığı ışığımdan daha güçlü."22.Bölüm: "Kraliçe Geri Dönüyor"23.Bölüm: "Büyük Buluşma"24.Bölüm: "Yıldız Kayması"25.Bölüm: "Yüzleşme"26.Bölüm: "Anne sana ihtiyacım var."27.Bölüm: "Şimdi Sıra Bende"28.Bölüm: "Ben Defne Yıldız Karakurt"29.Bölüm: "Herkesin Kendi Acısı Kendine Yeter"30.Bölüm: "Mahşerin Karanlık Perdesi (Sezon Finali)24.Bölüm: "Özel Bölüm"Özel Bölüm: "Akşam Yemeği(Savaş ve Defne)"(İkinci Kitap) 31.Bölüm: "Dönüyoruz"(2.Sezon)32.bölüm: "İki Ateşin Aşkı"33.Bölüm "Karanlığında Işığımı Kaybettim"34.Bölüm: "İçimizdeki çocuk"35.Bölüm: "Cehenneme Bir Adım Kala"36.bölüm: "1.Gün-Şeytanın Pençesinde"37.Bölüm: "2.gün Kayboluş ya da yok oluş"38.Bölüm: "Savaşın Ortasında Sen ve Ben"39.Bölüm: "Oyunun Gerçek Piyonları"40.Bölüm: "Tutsak Zihinlerin Zincirli Kalpleri"41.Bölüm: "Siyahın Beyaz Lekesi"42.Bölüm: "Karanlığın Sonu"43.Bölüm: "Sahte Sevgi Çemberi"44.Bölüm: "Çizginin Ucunda"45.Bölüm: "Son Seçim"46.Bölüm: "Bozulmuş Düzen"
Hikayeyi Paylaş
Loading...