73. Bölüm

Aslanın karısı da aslandır...

Aslıhan k.
ahan5354

MERYEMCE...

Diyarbakır'dan döndüğümüzde arabayı park ederken bir anda belime saplanan ağrıyla saniyelik nefesimi tuttum. Kısa kısa nefes alırken açılan kapıma baktığımda Eren yüzüme bakıyordu. Göz kırparak arabadan indim. Ağır ağır konak kapısına yürürken Mustafa ile göz göze geldik. Belimden kasıklarıma doğru yayılan ağrıyla zorda olsa güldüm. Beraber konağa girdiğimizde Hazar abim ile Leyla ağır ağır buradaki odalarına giderken, Ömür elindeki telefona bakarak merdivenleri çıkıyordu. Mustafa ile odamıza girdiğimizde üzerindeki ceketini çıkarıp gömleğinin düğmelerini açarken;

"İyi misin karım, sanki git gide rengin beyazlıyor"

"Bir ağrım var. Nedenini bulmaya uğraşıyorum ama sancım ve ağrım izin vermiyor"

"Hastaneye gidelim hemen"

"Yok geçmezse gideriz. Ben mutfağa gidip bir ağrı kesici bakayım"

"Sen en iyisini bilirsin. Doktor sensin"

Mustafa'nın yanına yürüdükçe içim ağrıyla çekilir gibi olmuştu. Elimi kocamın yanağına koyup kısa bir an sevdikten sonra usulca elmacık kemiğini öptüm. Ona banyoya girmesini söyleyerek odadan çıktım. Yürüdükçe ağrı artıyor arttıkça nefesimi kesiyordu. Mutfağa girdiğimde büyük ecza dolabını karıştırırken ilaç buldum. Kuvvetli ağrı kesici olan ilacı içip ayağa kalktığımda kapının yanında Leyla garip bir şekilde bana bakarak;

"Ablam neyin var"

"Sancım var Leyla. "

"Hastaneye gidelim."

"İlaç içtim geçmezse gideceğim"

"Ten rengin çok beyazlamış"

"Garip şekilde soğuk ter döküyorum"

Leyla elini alnıma koyduğunda yüzüne baktım. Yüzündeki ifadelerin tatlılıyla yanağını öpüp; 'iyiyim ablam, hadi iyi geceler' diyerek yanından ayrıldım. Odama ağır adımlarla yürürken kapının önünde Sare teyzemle karşılaştım. Kucağındaki oğullarım mızmızlanıyorlardı. İkisini aynı anda kucağıma aldığımda belimden bir anda vuran ağrı sırtıma yayıldı. Teyzeme zoraki gülerek; "Neyleri var minik adamlarımın" dediğimde odamın kapısını açarken;

"Ateşleri var biraz da huzursuzlar. Meryemcem galiba diş çıkaracaklar."

"Olabilir teyzem."

Odadaki koltuğuma oturduğumda Sare teyzem yüzüme bakıyordu. Ağızımı açmıştım ki Ömer ve Mirza aynı anda ağlamaya başladılar. Teyzem bana yardım etmek için Ömer'e uzanmıştı ki banyodan çıkan Mustafa ;

"Ne oluyor, neden ağlıyorlar"

"Huysuzlar teyzem, diş çıkaracaklar galiba"

Mustafa saçlarını kuruladığı havluyu boynuna asarak kucağımdaki Ömer'i alırken;

"Teyzem sen yorulmuşsun. Sen git dinlen"

"Bir şeye ihtiyacınız olursa"

"Haber veririz teyzem sen merak etme"

Teyzem bize kısa bir an baktıktan sonra odadan çıktı. Ömer'in başı Mustafa'nın omzunda yumruk yaptığı eli ağızında salyalı sinirli sesler çıkarırken, Mirza bildiğin huysuzca ağlıyordu. Mirza ile ayağa kalktığımda sancım ve ağrımı yok saymaya çalıştım. Odada Mirza sakinleşsin diye yürümeye başladığımda Mirza iyice ağlamaya başladı. Mirza'nın ağlamasına Ömer'de katılınca Mustafa'da yürümeye başladı. Biraz sakinleşir gibi olduklarında Mustafa bir elini Ömer'in alnına koyup;

"Sanki ateşi çıkıyor Meryemce"

"Mirza'nın da, sen bunlara az bak ecza dolabında ilaç vardı alıp geleyim hızlıca"

"Tamam ver Mirza'yı bana"

Mirza'yı da Mustafa'ya bırakıp hızla odadan çıkıp mutfağa girdim. Dolaptan ilaçları alıp arkamı dönmüştüm ki karnıma giren keskin ağrıyla alt dudağımı ısırdım. Elimi karnıma koyarak birazcık olduğum yerde kaldım. Nefesimi toplayarak mutfaktan çıkıp odama hızlı yürüdüm. Odaya girdiğimde ikisi de aynı anda baya sesli ağlıyorlardı. İlaçları aynanın önüne bırakıp Mirza'yı kucağıma aldım. Mustafa'nın yanına yan şekilde oturup göğsümü açıp Mirza'yı doyururken Mustafa, Ömer'i bana yaklaştırdı. Ömer kokumu aldıkça sakinleşiyor gibiydi. Mirza karnını doyurduğunda yatağa bıraktığımda sinirle mırıldanırken, Ömer'i kucağıma aldım. Ömer karnını doyururken Mustafa yanımdan kalkıp yanımda uzanan Mirza'yı kucağına aldı. Kucağında Mirza ile odada volta atan Mustafa hem sırtını okşuyor hem de kulağına bir şeyler okuyordu. Mustafa'nın her üflemesinde Mirza biraz daha gözlerini yumuyordu sanki.
Ben onları izlerken Ömer bir anda ağlamaya başladığında irkilmiştim. Ömer'i göğsüme yatırırken içini çekerek ağlamaya devam ediyordu. Ağlamasının içinde gazını çıkardığında bende ayağa kalktım. Mirza'yı kucağında uyutan kocama baktığımda yorgun olduğu göz altlarından belli oluyordu. Yanına yaklaşıp;

"Mirza'yı beşiğe yatır sende yat kocam. Ömer daha çok huysuz"

"Senin halin hiç hoşuma gitmiyor "

"İyiyim merak etme, ağrım hafifledi sanki"

Mustafa bir şey demeden şakağımı öpüp Mirza ile beşiğe yöneldi. Oğlumuzu yavaşça beşiğe yatırıp üzerini örtüp yatağımıza geçti. O abajuru yaktığında bende odanın ışıklarını söndürdüm. Ömer hafif sesli huysuz sesler çıkarmaya başladığında kütüphaneye geçtim. Berjerime oturup oğlumu kucağıma yatırdım. Güzel yüzüne bakarken sancımda bir taraftan zorluyordu. Ömer'in ateşi çıkmaya başladığında ayağa kalkıp önce banyoya götürdüm. İlk doğduğu zaman annemin bir tane aldırdığı bebek küvetini banyonun ortasına koyup zor da olsa küvet filesini tek elimle taktım. Ömer'in üzerini çıkardığımda iyice sesli ağlamaya başladı. Fileye yatırıp üzerine ayarladığım suyu tutmaya başladığımda iyice sesi banyoda yankılanmaya başladı. Ömer'i kucağıma alacakken banyonun kapısı sertçe açıldı. Mustafa kaşları çatık yanımıza gelip Ömer'i hemen kenardaki havluyla kucağına aldı. Sıkıca kucağında oğlumuzu tutarken;

"Neden bu kadar ağlıyor Ömer"

"Ateşi var Mustafa ilaç vereceğim şimdi"

Mustafa başını sallayarak odaya geçtiğinde yerdeki küveti duşun giderine dökmek için kaldırdım. Suyu dökerken belimdeki ağrıya sancımda eşlik edince kendimi zor toparladım. Odaya girdiğimde Mustafa oğlumuzu giydirmişti bile. Ağlayan Ömer'i kucağıma alıp sakinleştirmeye uğraştım. Biraz sakinleşince Mustafa'ya uzatıp aynanın önünden ateş düşürücü şurubu aldım. Mustafa, Ömer'i hafif kucağına doğru yatırınca ufak ölçeği dudaklarına yaklaştırdığımda bir elimle yanaklarından bastırıp dudaklarını açtım. İlacı öyle içirdiğimde Mustafa kaşları çatık;

"Anne misin hain mi ne zorla açıyorsun ağızını, belki ağızını açardı"

Ayağa kalkıp hafif sakinleşmiş oğlumla odada volta atmaya başladı. Onun haline hafif gülüp ıslak yerdeki havluyu toplayıp banyoya bıraktım. Geriye geldiğimde Mustafa hala Ömer'le odada yürüyordu. Ömer yanağı babasının omzunda etrafa sakince bakarken koltuğa oturdum. Elimi karnıma koyup hafif ovarken Mirza ağlamaya başladı. Yerimden hızla kalkıp Mirza'nın yanına gittiğimde kıpkırmızıydı sanki. Hemen kucağıma aldığımda onunda ateşinin yükselmeye başladığını anladım. Bu sefer kucağımda onunla banyoya girdim. Onu da Ömer gibi ılık suyla yıkayıp tekrar odaya döndüm. Mirza, Ömer gibi su vücuduna değdiğinde fazla ağlamamıştı. Üzerini giydirip karnını doyurdum. Mirza'ya ateş düşürücü verecekken Mustafa'nın bakışları benim üzerimdeydi. Mirzayı onun yastığına yatırıp ilacı ölçeğe döküp dudaklarına yaklaştırdım. Mirza ağızını açmayınca yine yanaklarından bastırıp ilacı içirip kucağıma aldığımda Mustafa;

"Hainsin hatun hain"

"Gördün bekledim ama, ağızını kendi rızasıyla açmadı "

Mustafa kucağında uyuyan Ömer'i beşiğe yatırıp üzerini örttü. Yatağa gitmeden yanıma gelip kucağımdan Mirza'yı alıp;

"Hadi saat kaç oldu sen yat"

"Tamam, banyodaki küveti dökeyim yatarım"

"Tamam "

Mirza'yı kucağımdan alıp odada volta atmaya başladığında banyoya girdim. Yerdeki dolu küveti tekrar kaldırıp suyunu boşaltırken sancılarım dayanılmaz hale gelmişti. Zorda olsa o sancıyla banyoyu toplayarak odaya girdim. Mustafa, Mirza'yı Ömer'in yanına yatırıp üzerini örtüyordu. Yatağa zorda olsa uzanırken gözlerim duvardaki saate takıldı. Sabaha karşı beşe geliyordu. Başımı yastığa koyduğumda Mustafa'm da arkamdan belime sarıldı. Yüzüm beşiğe dönük elimi beşiğin parmaklıklarından içeriye oğullarımın yüzüne yakın koydum. Gözlerimi kapatıyordum ki Mustafa sol elini karnımın biraz aşağısına koyarak boynumu öptüğünde derin nefes aldım. Mustafa yavaş yavaş karnımı ovalarken midem bulanmaya başladı. Midemin sakinleşmesini beklerken Mustafa karnımdaki elini çekip alnıma koymuştu. Konuşmak için nefes almıştı ki daha fazla kendimi tutamadan hızla yerimden kalktım. Mustafa'ya elimle kalk dediğimde vakit kaybetmeden yerinden kalktığında hızla koşarak banyoya girdim. İstifra etmeye başladığımda Mustafa yanıma geldi. Bir elini belime koyarak diğer elini alnıma koydu. Midem boşalsa da boş öğürürken anlık tansiyonum düştüğü için Mustafa'ya tutundum. Mustafa sıkıca beni tutup tek eliyle yüzümü yıkarken; "Rengin çok beyazladı. Hastaneye gidiyoruz" dediğinde sadece başımı salladım. Mustafa ile banyodan çıktığımızda dolaba doğru bir adım atmıştım ki belimden sırtıma, kasıklarıma yayılan ağrıyla iki büklüm oldum. Mustafa önüme diz çöküp;

"Karım, sevgilim ne oluyor sana"

Ağrıların arasından zorda olsa konuşarak;

"Mustafa Leyla'yı ara gelsin. Kimseye bir şey demesin"

Mustafa hızlı olarak yatağın yanındaki telefonumu eline alıp biraz bekledikten sonra; "Leyla hemen bizim odamıza gel" diyerek hemen telefonu kapadı. Telefonumu yatağa atıp aynanın önünden telefonunu eşofman cebine koyup çekmeceden tülbent alıp başıma koydu. Beni kucağına almak için eğiliyordu ki sesi titreyerek;

"Meryemce eşofmanında kan, Meryemce"

....................................

MUSTAFA HAMZA...

Diyarbakır'dan konağa geldiğimizden beri Meryemce'nin hali ve ten rengi hiç hoşuma gitmiyordu. Sancım var dediğinde göz ucuyla onu takip ediyordum. Oğullarımızın diş çıkarma huysuzluklarıyla beraber ilgilenirken Meryemce bana belli etmemeye uğraşıyordu fakat farkındaydım canı çok yanıyordu. Ömer'le birlikte kütüphaneye geçtiklerinde kulağım ondaydı. Sessizce banyoya geçtiklerinde Ömer'in daha şiddetli ağlamasıyla daha fazla dayanamadan banyoya girdim.
Oğullarımıza ilaç verdikten sonra yatağa uzanmıştı ki Meryemce'nin mide bulantısıyla banyoya girdik. Meryemce'nin rengi bembeyaz olduğunda korkmaya başladım. Dudaklarının rengi bile kaçmıştı. Onunla banyodan odaya girdiğimizde bir anda iki büklüm olduğunda hemen önüne diz çöktüm. Leyla'yı aramamı söylediğinde vakit kaybetmeden aradım. Leyla; 'hemen geliyorum' dediğinde telefonu yatağa attım. Cebime telefonu koyup Meryemcenin başına tülbent atmıştım ki pijamasında gördüğüm kanla şok oldum. İçimden bir şeyler koparken Meryemce'ye söyleyecekken karım kollarıma yığıldı. Meryemceyi kucağıma almıştım ki odamızın kapısı sertçe açıldı. Leyla önüme koştuğunda;

"Leyla çocukların yanında kal kimseye bir şey deme"

"Ablam"

"Tamam Leyla bir şey yok"

Meryemce kucağımda hızlı adımlarla kapıya giderken Leyla da peşimizden geliyordu. Konağın kapısını açtığında Eren hızla önümüze geliyordu ki bir anda koşarak arkaya gitti. Kısa zaman sonra minibüs önümüzde durdu. Leyla koşarak kapıyı açtığında kucağımda Meryemce ile koltuğa oturduğumda Eren vakit kaybetmeden yola çıktı. Eren ne kırmızı ışık, ne sokak arası demeden hızlı hastaneye gidiyordu. Minibüsü hastanenin önünde keskin bir frenle durdurup kapısını bile kapamadan kapımı açtı. Eren bağırarak sedye dediğinde, hemen önümüze sedye geldi. Meryemceyi yatırıp acil kısmına geçtiğimizde pratisyen doktor yanımıza geldiğinde neyi var diye sormuştu ki Medine hanım yanımıza gelip;

"Mustafa Hamza bey"

"Medine hanım geceden beri ağrısı ve sancısı vardı. Ağrı kesici içecekti içti mi bilmiyorum. Bir de şey kan "

"Tamam Mustafa Hamza bey"

Medine hanım yanındaki hemşireye bir sürü şey söylemişti ama hiç birini anlamadım belki kulağımdaki uğultuyla duymadım bile. Meryemce baygın yatarken nefesim beni boğuyordu. Meryemceyi kısa sürede bir odaya aldıklarında yanında oturuyordum. Yüzünü severken Meryemce'nin iki gözünden birer damla göz yaşı şakaklarına yol çizdiğinde Medine hanım odaya girdi. Medine hanım yüzünde üzgün ifade ile yatağın yanına gelip Meryemcenin yanağını hafif elinin tersiyle sevip bana baktı. Derin nefes almıştım ki Medine hanım;

"Mustafa Hamza bey, Meryemce düşük yaptı."

"Düşük yani bebeğini, bebeğimizi mi kaybetti Meryemce"

"Evet Mustafa bey"

"Neden olmuştur, rahmi tam iyileşmediği için olabilir mi"

"En son kontrole geldiğinde rahminin tam iyileştiğini biliyordu. Vücudu çabuk toparlamıştı."

"O zaman ilaç içtiği için mi oldu"

"Hayır yani düşük sancısını çekerken ilacı içtiği için çabuklaştırdı sadece düşüğü"

"O ilk ağrısında gelseydi bebeğimiz yaşar mıydı? İlacı içmeseydi "

Medine hanım ağızını açmıştı ki elimin içindeki el parmaklarımı sıkınca bakışlarımı yatağa çevirdim. Meryemce dolu gözlerle gözlerime kısa bir an baktıktan sonra Medine hanıma bakıp;

"Serumda ne var Medine"

"İçtiğin ağrı kesici yani seni rahatlatacak bir serum. Günün kaç gün gecikmişti"

"Yirmi gün galiba, her şey o kadar üst üste geldi ki bir şey anlamadım. "

"Tamam Meryemce. Bu ara biraz seni üzen geren olaylardan, kişilerden uzak dur ve en yakın zamanda yanıma gel ben izine ayrılmadan"

"Tamam bacım sağ ol"

"Serum bittiğinde çıkabilirsiniz"

Medine hanım odadan çıktığında Meryemce'nin yanına oturup yanağını severken;

"Karım"

"Kocam"

"Allah beni cezalandırdı dimi karım. Ben hep istemem dedim, hep benim yüzümden dimi. "

"Hayır kocam bir dur kurban olayım. Rabbimin vardır bildiği"

"Meryemce sen "

"Mustafa bizi kim getirdi. "

"Eren getirdi "

"Tamam konağa gidip Leyla dan kıyafet alsın. Bir de Mustafa konakta kimse duymayacak tamam mı? hele Mina kesinlikle "

Başımı salladığımda elimi yanağına yaklaştırdı. Sağ tarafına dönerek elimin içine yanağını yaslayarak gözlerini kapadı. Gözleri kapalı; "Sevgilim senin bir suçun yok" dediğinde gözümden düşen yaşı ona belli etmeden sildim.

........................................................

SİNAN...

Gözlerimi açtığımda içimdeki tarifsiz mutlulukla heyecanla yataktan kalktım. Bir, iki saat sonra Mina'dan sonra hayatıma, gönlüme giren ikinci prensesim Ezel'im konağımıza gelecekti. Dün akşam okul çıkışı hep birlikte hastaneye gitmiştik. Peş peşe neredeyse koşarak annemin odasına girdiğimizde babaannem koltukta otururken, anneannem annemin yanındaydı. Kızlar sevgi nidalarıyla beşiğin yanına giderken adımlarımı annemin yanına attım. Anneannem bana yerini verince uykunun en tatlı yerinde olan annemin alnına dudaklarımı bastırıp burnumdan derin nefes aldım. Annemin cenneti andıran kokusu ciğerlerime dolarken gözlerimi kapamıştım ki annemin elini yanağımda hissettim. Biraz geriye çekilerek annemin gözlerine bakarak;

"Annem, gözümün ışığı, ilk göz ağrım"

"Gözün aydın sultanım çok çirkin bir kızın olmuş"

Annem tebessümle kendine çeki düzen vererek oturur vaziyete geldiğinde Yılmaz da annemin sağına oturup yanağını öpüp;

"Bizim gibi yakışıklı, güzel oğulları olan, böyle güzel kadının böyle çirkin bir kızı olsun. Anne aklım almıyor karışmış olabilir mi"

"Bence de Yılmaz'ım"

Herkes bize gülerken annem Yılmaz'ın babam benim enseme vurunca odada daha çok kahkaha yankılanmıştı. Biz ensemizi ovarken babaannemin 'Kadir' diye uyarıcı sesiyle ona baktığımda gözüyle yanını işaret ediyordu. Babaannemin yanına gidip oturdum. Anneannem beşikten Ezel'i alıp kucağıma bıraktığında nutkum tutulmuştu. Bembeyaz kar topu gibi güzeldi benim minik bacım. Ben gözümü kırpmadan Ezel'i izlerken, Yılmaz başını seviyordu.
Ben kilitlenmiş kız kardeşimi izlemeye devam ederken odanın kapısının açıldığını duymuştum. Kucağımdaki Ezel'i hafif kucağımda kaldırıp boynundan cennet kokusunu içime çekerken gözlerimi kapadım. Mis gibi kokusuyla sarhoş olurken birinin koluma vurmasıyla kendime geldim. Gözlerimi açtığımda bana vuran babaanneme baktım. Bana gözleriyle arkamı gösteriyordu. Hafif arkamı döndüğümde Mina'm ile göz göze geldim. Mina'm benim, konağa ilk geldiği gün bir su damlası gibi yüreğime düşüp çok güzel kız kardeş filizini yeşertmişti. Her geçen gün gönlüme çok geniş yere taht kurmuştu. Benim için belki de Gülru ile aynı sevgiye sahipti. Her şeyden, herkesten önce geliyordu, geliyorlardı. Bazen ona olan sevgim bir babanın kızına olduğu gibi. Bazen bir abinin kız kardeşine olan sevgisinin kat be kat üstü oluyordu. Mina ve Gülru benim için bir ailenin en temel iki taşı gibiydi. Derin bir nefes aldığımda içimde hata yapmış hissi bir anda peydahlanınca bir anda silkelenip;

"Neredesin Mina'm sen ya. Sen bu gün beni neden sensiz bıraktın. Bak sensiz buraya gelmek zorunda kaldım"

Mina, Devran amcamın yanından nazlı nazlı yürüyerek yanıma geldi. Kucağımdaki Ezel'in battaniyesini hafif çekerek yüzüne bakıyordu ki anneannem bir adım bize doğru atmıştı. Annem hafif öksürüp onu durdurduğunda Mina da yengem gibi parmağının tersini Ezel'in yanağına sürdükten sonra elinin birini omzuma koyarak;

"Biz börek yemeğe gitmiştik abi. Ben buraya geleceğinizi bilseydim ben sizinle gelirdim ki. Özür dilerim aşkım abim"

"Özür dileme prensesim. Mina şuna bak ne kadar çirkin "

"Ay olur mu şuna bak ne kadar güzel. Melek ki o. Cennetten düşmüş melek gibi dimi Kader yenge"

Mina tatlı tatlı yatakta oturan anneme bakarken, annem gülerek ;

"Evet prensesim onlar kızımı anlamıyorlar"

"Kader yenge"

"Efendim Mina kuşum"

"Şey ben senin yanına gelip otursam, Ezel'i kucağıma alabilir miyim"

"Tabi ki alabilirsin. Hadi gel yanıma "

Mina hızlı annemin yanına gittiğinde babam da kucağına alıp annemin yanına oturttu. Yerimden kucağımda Ezel'le ayağa kalktım. Annemin yanına dikkatle gidip Mina'nın kucağına Ezel'i bırakırken anneannem yine bize doğru gelecek gibi olunca babam; 'valide sen otur dinlen yoruldun sabahtan beri' dedi. Anneannem sandalyeye oturduğunda Mina dikkatle Ezel'e bakıyordu. Annem dikkatle Mina'nın saçını severken;

"En güzel sen seversin kız kardeşini Mina'm"

"Nasıl yani"

"En güzel sen seversin, en güzel sen bakarsın ona. Ezel en çok senin kız kardeşin. Seninle beraber büyüteceğiz bu tatlı kuşu"

Mina gözlerini kırpmadan Ezel'i izlerken birden;

"Ezel sen uslu bir kız ol ki yengem çok yorulmasın. Biliyor musun biz, en çokta Kader yengem seni çok bekledi. Güzel büyüğü olur mu"

Annem Mina'nın başına sayısız öpücükler kondurduktan sonra;

"Benim ilk meleğim sensin. Benim ilk meleğim, ikinci meleğimi hep öpüp koklarsa, onun elini tutarsa minik Ezel'imiz güzel huzurlu büyür minik ablası. Siz ikiniz benim en güzel prenseslerim olarak büyüyeceksiniz"

Mina'm annemin dediklerini gözlerine dikkatli bakarak dinlerken babam Mina'nın yanına oturup başının üzerini öpüp;

"Mina'm, amcasının bülbülü Ezel doğduğu için ne benim ne Kader yengenin nede abilerinin sana olan sevgisi azalmayacak sakın aklına bunu getirme tamam mı? Sen bizim için en çokta benim için paha biçilmez bir pırlantasın"

"Ben biliyorum ki Kadir amcam. Siz beni sevmeyi bırakmazsınız çünkü siz babamın yarısısınız"

Mina'nın babama dediğiyle herkes ona bakarken, ben kızımı gönlümün prensesini kucağıma alıp odadan çıkmıştım. Konağa geldiğimizde bile bir saniye yalnız bırakmamıştım.

Kapımın çalınmasıyla daldığım yerden irkilerek ayrıldım. Sesimi zorda olsa bularak gel dediğimde Mihriban ve Gül içeriye girdi. Yüz ifadeleri o kadar farklıydı ki. Kolumu kaldırıp onları beklerken Mihriban;

"Hafta sonu için Yekta gelecekmiş haberin var mı "

"Yok senden duydum şimdi, fakat sizin başka bir karın ağrınız var"

"Yok yani var Meryemce yengem ile amcam sabaha karşı hastaneye gitmişler ama neden gittiklerini kimse bilmiyor. Hazar amcam burnundan soluyor aşağıda"

"Tamam siz aşağıya inin bende üzerimi değiştirip geliyorum"

Kızlar yanımdan sessizce ayrıldıklarında vakit kaybetmeden elimi yüzümü yıkayıp üzerimi değiştirdim. Okul formalarımı giyinip avluya indiğimde herkes çok sessizdi. Yılmazların yanına geçtiğimde konağın kapısı açıldı. Annem, babam ve babaannem hastaneden gelmişlerdi. Anneannem annemi odasına çıkarırken babamda kucağında Ezel ile onları takip ediyordu. Kızlar babamın peşine takıldığında biz sessizce kahvaltı masasının kurulmasını bekledik.
Bir zaman sonra kahvaltı masası kurulmuş yavaş yavaş yerimize geçerken konağın kapısı açıldı. Ağa amcam ile Meryemce yengem avluya girdi. Yengemin halinden çok yorgun ve bitkin olduğu belli oluyordu. Amcam başıyla selam verip yengem ile odalarına geçtiler. Hazar amcam, ağa amcamın yerine oturacaktı ki amcam odasından ağır adımlarla yanımıza geldi. Yerine oturup afiyet olsun dedi. Hepimizin bir gözü amcamın üzerindeydi. Kaşları neredeyse birbirine değecek gibi duruyordu. Kimse ağızını açıp bir şey sormaya cesaret edemiyordu.
Kahvaltının sonuna doğru dedem; "Ağam" dediğinde amcam sadece başını efendim der gibi sallamıştı. Dedem hafif öksürüp;

"Hastaneye gitmişsiniz."

"Meryemce hanımın Diyarbakır'dan döndükten sonra beline bir ağrı saplandı. Onun için gittik"

Babaannem gidip bakayım kızıma diyerek ayağa kalktığında amcam gür sesiyle;

"Kimse rahatsız etmesin Meryemce hanımı. Doktor dinlensin geçer dedi. Serum da zaten sakinleştirici uyutacak ilaç vardı."

Hazar amcam ağızını açıyordu ki amcam eliyle onu fark edip susturdu. Hazar amcam başını sallayarak sinirle önündeki yarım bardak çayı bir yudumda içtiğinde yanımdaki kardeşlerime başımla hadi dedim. Sessizce çantalarımızı alıp konaktan çıktığımızda Eren abi başını sallayarak minibüse koştu. Kısa zaman sonra önümüzde durduğunda hemen minibüse bindik. Okula giderken kimse de konuşma isteği yoktu.

..........................................................

HAZAR...

Sabah gözlerimi telefon sesiyle açtım. Leyla birine 'hemen geliyorum' dedikten sonra üzerine hırkasını giyinip odadan çıktı. Yavaşça yataktan kalkıp banyoya geçtim. Gece geldikten sonra inanılmaz bir baş ağrısı çekmiştim. Kendime gelmeye uğraşırken banyodan odaya geçtim. Üzerime siyah hırkamı giyip odadan üst avluya çıktığımda dışarıdan gelen acı lastik sesiyle bir anda kendime geldim. Hızla merdivenlerden inmiştim ki Leyla dışarıdan içeriye girdi. Avlunun ortasında karşı karşıya geldiğimizde Leyla'm dolu gözlerle;

"Ablama bir şey oldu Hazar "

"Hangi ablana"

"Kaç tane ablam var, tabi ki öz ablama Meryemceye bir şey oldu"

"Nasıl yani"

"Ben odalarına girdiğimde Mustafa abim kucağına alıp hastaneye götürdü"

"Ne diyorsun sen"

Kapıya doğru yürüyordum ki Leyla'nın hıçkırığını duyduğum da ona baktım. Hırkasına sarılmış ağır ağır Mustafaların odasına yürüyordu. Hemen arkasından sarılıp;

"Ağlama nefesim ağlama "

"Ya ona bir şey olursa, hep onların yüzünden. Dün o kadar ağır şeyler söylediler ki"

"Bir dakika otur şuraya ne oluyor anlat bana "

Mustafaların odasının kapısını yarım açık bırakıp kenardaki sedire oturduk. Leyla içini çekerek dün olan biteni bana anlatmıştı. Mert'in yaptıkları, Gülcan'ın söyledikleri sinirim katlandıkça katlanıyordu. Derin bir kaç nefes aldıktan sonra karıma sıkıca sarılıp göğsüme yasladım. Leyla beş yaşında çocuk gibi içini çekerek ağlarken tek elimi cebime sokup telefonumu aldım. Mustafa'yı bir kaç defa arasam da açmamıştı. İyice sinirlendiğim de odadan bebek ağlama sesi gelince;

"Minik aslanları al da odamıza gidelim. Oda sahipleri konakta yokken odaya girmem ben"

"Tamam Hazar"

Leyla odaya girdiğinde ayağa kalktım. Kısa zaman sonra Leyla kucağında beyaz battaniyesine sarılı aslan parçasını getirdiğinde omzuna baktım. Yaka iğneleri olmadığı için;

"Hangisi bu "

"Damadın"

"Mirzam, aslan parçası"

Mirza'yı göğsüme yatırıp Leyla'yı beklerken, kucağında Ömer ile yanımıza geldiğinde gülme isteğimi bastıramadım. Ömer gerçekten babasının kopyasıydı. Kaşları çatık sanki burnundan soluyordu. Leyla ile odamıza giderken Ömer mızmızlanıyordu. Odaya girdiğimizde Leyla Mirza ile Ömer'i yatağa bırakıp onları güldürürken aklım Meryemce ve Mustafa'daydı. Leyla'nın yanına oturup minik karımın kokusunu içime çekerek şakağını öptüğümde Mirza ile göz göze geldik sanki. Öyle içten gülmüştü ki içime sanki serin bir esinti kapladı. Onları orada bırakıp Mustafa'yı tekrar aradığımda kısa çaldıktan sonra;

"Efendim Hazar"

"Meryemce'nin neyi var"

"Hazar az sonra Eren konağa gelir, bacım leyla ablasına kıyafet göndersin"

"Mustafa, Meryemcenin neyi var"

"Hazar bir şeyi yok"

"Var"

"Yok ulan yok"

"Ben hastaneye geliyorum"

"Gelme. Serumu bitsin geleceğiz zaten. Meryemce şimdi uyuyor"

"Neden uyuyor, Mustafa ben geliyorum"

"Ulan otur oturduğun yere, kimseye bir şey söylemeyeceksin"

Ağızımı açmıştım ki Mustafa telefonu yüzüme kapadı. Derin nefes alıp Leyla'ya kıyafet hazırlamasını söyleyerek yatağa yaklaştığımda Leyla başını sallayarak odadan çıktı. Aslan parçalarıyla uğraşırken zaman su gibi akmıştı. Avluya indiğimde sinir beni iyice yemeğe başladığında Leyla ve çocuklarla yanımıza geldi. Sare teyzem, Leyla'ya yardım ederken herkes öğrenmişti Mustafaların hastanede olduğunu.

Kahvaltı masası hazır olduğunda yerimize geçmek için ayağa kalktığımızda Mustafa ve Meryemce konağa girdi. İkisi bize başıyla selam verip odalarına gittiklerinde yerlerimize geçip kısa bir an beklemiştik. Mustafa bizi bekletmeden odadan çıkıp yerine geçip afiyet olsun demişti. O sadece kahvesini içerken Meryemce'nin kahvaltıya gelmemiş olması canımı sıktı. Gençler okula gitmek için konaktan ayrıldığında Mina da hepimizi sırayla öpüp annesinin odasına doğru koşmuştu. Biraz zaman sonra üzgün şekilde onu bekleyen Serdar ve Kadir'le okula gitmek için konaktan çıktı. Kahvelerimiz geldiğinde Meryemce yanımıza geldi. Her zaman ki gibi benim ve Mustafa'nın arasındaki yerine oturduğunda göz ucuyla ona baktım. Yorgun ve bitkin olduğu her halinden belliydi. Ten renginin bembeyaz olması canımı sıktığı için ağızımı açıyordum ki konağa Bedirhan ve Başak girdi. Bedirhan masaya yaklaştıkça yüz ifadesi değişmeye başladı. Tam masanın yanına geldiğinde;

"Meryemce senin neyin var abim"

"Bir şeyim yok abi biraz rahatsızım"

"Nasıl rahatsızsın kızım. Doğru söyle neyin var"

Meryemce başını sallarken, Mustafa birden gür sesiyle;

"Üstüne gitme bedo bir şeyi yok Meryemce hanımın"

Baran ile göz göze geldiğimizde bir şey vardı. Mustafa haddinden fazla gergin ve sıkıntılıydı. Baran ile birbirimize başımızı anladığımızı belli etmek için sallamıştık. Sultan abla Meryemcenin önüne çok güzel hazırladığı kahvaltı tepsisini bıraktığında Meryemce bizim için olduğu belli olan bir tebessümle;

"Başak, inan konağına verdin mi müjdeyi"

"Verdim abla"

"Eeee buradaki aileye vermeyecek misiniz"

"Abla şey ımmm abla"

"Bedirhan abi"

"Tamam Meryemce tamam bacım. Hazar "

"Ne var"

"Sende baya yaşlandın yani"

"Neden ki"

"Baba olmadan amcalığını kidemliyorsun"

"Nasıl, hadi lan"

Herkes Başak ve Bedirhan'a tebrik etmek için sarılırken Mustafa dikkatimi çekti. Yanında oturan karısının yüzünün her yerini inceliyordu. Meryemce tebessümle karşısındaki manzarayı izlerken, Mustafa da çok dikkatli onu izliyordu. Mustafa ile kısa bir an göz göze geldiğimizde kaşlarımı çatarak başımı salladım. Mustafa'nın gözlerinde gördüğüm azrail ile bakışlarımı karşımdaki Bedirhan'a çevirmiştim ki Devran yerinden kalkıp Meryemceye sıkıca sarıldığında içim gitti. Bende sarılmak istedim, Bende göğüs kafesimin içine sokmak istedim. Derin bir nefes ile göğsümü şişirdiğimde avluda telefon sesi yankılanmaya başladı. Meryemce hırkasının cebinden telefonunu çıkarıp kısa bir an ekrana baktıktan sonra Leyla'ya uzatıp;

"Kurban olayım hiç konuşamayacağım, sen konuşur musun"

"Ben onunla uzun bir süre konuşmak istemiyorum"

"Ne olur Leyla gerilmek istemiyorum, çok yorgunum ne olur"

"Hayır"

"Tamam Leyla"

Meryemce telefonu sessize alıp masaya bıraktığında bir, iki, üç, dört derken Meryemce açıp kulağına koydu.

"Efendim"

"...."

"Kahvaltı ediyorum"

"..."

"Mert Almanya da diye biliyorum. Onu da Nisa'dan duydum. Sen benden daha çok ilgileniyorsun çocuk olan kaynınla Gülcan arayıp sorabilirsin. "

"..."

"Gülcan inan sabrımın son sınırındayım. İnan şuan hiç üşenmem Almanya'ya gider Mert'ini parça parça eder önüne bırakırım. "

"..."

"Benimle düzgün konuş, ben sizden deli damarımı sakladıkça siz baya baya basıyorsunuz. Benim gizli yüzümü çıkarma"

Meryemce, Gülcan'ın konuşmasına fırsat vermeden telefonu yüzüne kapadı. Kenarda duran Sultan ablaya kahve dediğinde Gülendam hemen tepsiyi alıp mutfağa gitti. Biz kendi aramızda sohbet ederken Songül Devran'ın oturması için ona sandalye getirmişti. Devran hala sıkıca Meryemceye sarılmış öyle dururken, Meryemce de başını arkaya doğru yaslamış şakağı Devran'ın çenesinde öylece duruyordu. Biz akşam yola çıkacağımızı konuşurken Meryemcenin kahvesiyle eş zamanlı telefonu çalmaya başladı. Meryemce telefonunun ekranına kısa bir an baktıktan sonra Devran'a; 'Devrenin karısından sonra ne kadar değiştiğini görmeye hazır mısın Devran'ım' dedikten sonra telefonu hoperlörde açtı. Meryemce efendim diyecekken Dağhan'ın gür sesi avluda yankılandı.

"Sen çocuk musun Meryemce, Sen bilmiyor musun benim karım hamile. Hormonları onu alt üst ediyor zaten. Neden suyuna gitmiyorsun. Senden çok bir şey istemiyorum ki suyuna git karımın"

"Dağhan"

"Kes sesini. İyice kendini aştın. Gülcan üzülsün istemiyorum. Dün gece Mert'i görmüş rüyasında sabah aradık ulaşamadık. Ben burada oyun mu oynuyorum. Sen eskiden bana hiç bir şey yansıtmazdın. Neyse Mert'e ulaş haber ver bize"

"Bitti mi söyleyeceklerin"

"Bitti"

Meryemce telefonu Dağhan'ın yüzüne kapattığında hepimiz ona bakarken o önündeki kahvesini içmeye başladı. Avluda sessizlik hakimken Leyla'nın nazlı sesi avluda duyuldu. Kucağında zor taşıdığı iki aslan parçasıyla bize doğru gelirken Baran ayağa kalkıp;

"Dur Leyla gelinim dur. O iki tosun yavrusunun birini ben alayım"

Meryemce hastaneden geldiğinden beri ilk defa içten güldükten sonra;

"Baran abim inşallah bana demiyorsun tosun diye"

"Yok be güzel bacım. Senin yavrun olsa melek yavrusu derim. Bunlar babaları gibi huysuz, aksi, sinirli olunca ancak tosun yavrusu olur amcam gelini"

"Amcam gelini mi? çok sevdim yeni adımı "

"Sen böyle hep içten gül, hasta gibi durma. Ben sana daha çok isim bulurum Hamza ağanın gözbebeği"

"Şey mm Baran şey"

"Utanma azrail ağanın azrail karısı sen anca koca Hamza ağanın göz bebeği olursun"

Hepimiz gülerken Meryemcenin rengi iyice kaçmaya başlamıştı. Yavaşça yerinden kalkıp masaya hafif yaslanıp;

"Bana müsaade azcık dinleneceğim. Ağam kaçta çıkacağız konaktan"

"Sen gelmeyeceksin, dinleneceksin"

"Yok akşama bir şeyim kalmaz. Kaçta çıkacağız onu söyle bana"

"Mina'm ve çocuklarım konağa girsin öyle çıkacağız"

"Tamam bana müsaade. "

Devran'ın koluna girip odaya doğru giderken Mustafa kısa bir an onların arkasından baktıktan sonra Leyla'ya dönerek;

"Dün Gülcan ona ne dedi Leyla"

"Ağa yani"

"Leyla dün Gülcan ne dedi de onu kay yani ne dedi Meryemce hanıma"

Leyla gözleri dolu cebindeki telefonu çıkarıp ses kaydını dinlettiğinde Mustafa hızla sandalyesinden kalktı. Mustafa'nın sırtı avluya dönüp boş duvara bakıp sakinleşmeye uğraşırken kendini toparlayamayacağını bildiğim için herkesi başımla masadan gönderdim. Avluda sadece dördümüz kaldık. Mustafa yerine oturduğunda Ekrem abi dört tane kahve ile yanımıza gelip geri gitmişti. Kahvelerimizi sessizlikte içiyorduk ki Mustafa;

"Bedirhan, Tunç nerede"

"Onlar konaktalar"

"Dünkü olayı bana tamamen anlat"

Bedirhan anlatıyor, Mustafa her duyduğuyla boyun damarları şiştikçe şişiyordu. Hızla yerinden kalkıp kapıya doğru giderken Baran, Bedirhan'a "Keşke bu gün değil deseydin. Tunç'u biçecek" dediğinde Bedirhan başını sallamıştı. Mustafa yanına koruma bile almadan basıp önümüzden geçip gitmişti. Boran minibüsü önümüzde durdurduğunda vakit kaybetmeden bindik. Boran İnan konağına arka yoldan gittiğinde Mustafa ile kapıda karşılaştık. Peş peşe konağa girdiğimizde Ünal ağa yani Ünal baba bile ayağa kalktı. Mustafa gür sesiyle 'Tunç 'diye bağırdığında filmin koptuğunu anlamıştık. Tunç korkarak merdivenlerin başında yalvarmaya başladığında Mustafa resmen uçarak merdivenleri çıktı. Tunç'u Allah yarattı demeden öyle böyle dövmemişti. Merdivenin başından sürükleyerek aşağıya yanımıza indirmişti. Tunç zor da olsa başını kaldırıp affet ağa dediğinde;

"Lan it ben sana ne dedim. O kızın, Başak'ın ağası değil eniştesiyim, abisiyim demedim mi? Tırnağına zarar gelirse o öksüzün, nefesini keserim demedim mi? Sen kimsin it, yetmemiş aşiretinizin başına gelecek olan ağana, abine saygısızlık yapıyorsun. Tunç sana son şans ya kendini topla yada ben seni toplayayım. Karar senin. Şimdi pılını pırtını topluyorsun ve tek başına dedenin eski konağına gidiyorsun. Sen çok seversin o konağı"

"Ağam ayağının altını öpeyim beni oraya gönderme"

Mustafa hiç bir şey demeden arkasını dönerek Bedirhan'ın yakasını sol eliyle tutup sağlam yumruğunu yüzüne geçirdi. Bedirhan yerinden zerre kıpırdamadan Mustafa'ya bakarken;

"Sende Başak'ı korumadığın için kızın ve karın bir ay benim konağımda kalacak. "

Hiç birimizin konuşmasına fırsat vermeden geldiği gibi konaktan çıktı. Konağın kapısına çıktığımızda Bedirhan'ın dediğine Baran ile hak vermiştik.

"Azrail tamamen çıktı. Bana bile yirmi yıl sonra yumruk attıysa Allah sonumuzu hayır etsin"

................................................

MUSTAFA HAMZA...

Bedirhanları arkamda bırakıp şirkete geldiğimde aklım karımdaydı. Sabah hastane odasında serumdaki ilaç sayesinde uyurken Medine hanım tekrar odaya girmişti. Kapının yanında durup bana biraz konuşabilir miyiz dediğinde başımı salladım. Medine hanım odadan çıktığında karımın sıkıca tuttuğum elini yavaşça karnının üzerine bırakıp odadan çıktım. Medine hanım kapının karşısındaki banklar da oturuyordu. Yavaşça araya mesafe bırakıp yanına oturduğumda Medine hanım bana hafif dönerek;

"Mustafa bey sizin onu ne kadar sevdiğinizi çok iyi biliyorum. Bu hafta onu yoracak, strese sokacak durumlardan kaçının. Meryemce ailesine hele de size yansıtmaz ama onun morali çok bozuk. Meryemce nedenini bilmiyorum ama bebekler konusunda çok hassas. Beraber çalışırken gece nöbetteyken 'Bir gün çocuğun olduğunda nasıl anne olacaksın çok merak ediyorum' dediğimde gözleri uzaklarda 'Benim hiç çocuğum olmayacak ki' demişti. Meryemce yani nasıl desem"

"Ben sizi anladım Medine hanım. Bir hafta değil ömrüm oldukça gözüm zaten karımın üzerinde olacak. "

Medine hanım yanımdan ayrıldığında başımı arkamdaki duvara yaslayarak gözlerimi kapadım. Biraz gözlerim kapalı durduktan sonra yerimden kalktım. Yüzümü sıvazlayarak tekrar odaya girdiğimde Meryemcenin gözlerinden şakaklarına inci taneleri dökülüyordu. Hemen yatağa oturup gözlerinden akan yaşlarını silerken karım mırıldanmaya başladı. Bir şeyler söylüyordu ama anlamadım. Hafif eğilip dudaklarına kulağımı yaklaştırdığımda dediklerini anlamaya başladım.

"Abi, Kerem neredesiniz. Abi, Kerem tutun elimi. Ben Mustafa'yı kocamı bulamıyorum, nefes alamıyorum."

Meryemcenin alnına dudaklarımı bastırıp sağ elini şah damarımın üzerine koyup kulağına seslendim. 'Buradayım, yanındayım korkma. Abine, Dağhan'a sorma beni' dedim. Meryemcenin parmakları boynumda gezerken yavaşça başımı göğsüne yasladım. Sağ eli saçlarıma çıktığında gözlerimdeki yaşları sinesine akıttım.

Eren'in getirdiği kıyafetleri giyip hastaneden çıkarken, Meryemce çok yorgun, bitkindi. Konağa geldiğimizde peş peşe odamıza girdik. Yavaşça yatağa uzandığında yanına oturup yanağını kısa bir an sevdikten sonra gözlerini kapadı. Kahvaltıdan sonra her şey hızlı gelişmişti. Şirkete geldiğimde kimseye bakmadan odama hızla girmiştim. Ceketimi çıkarıp masamın başına geçtiğimde dirseklerimi masaya yaslayarak yüzümü avuç içlerime gizledim. Her an gözlerimin önünde Meryemcenin kucağımda o cansız gibi yatışı geliyordu. Ona bir şey olacak düşüncesi kalbimi derinden sarsıyordu. Yüzümü ellerimle ovuşturup başımı kaldırdığımda kapım çalındı. İçeriye girmesi için gel dediğimde Ekin hanım ufak elinde tepsiyle bana yaklaştı. Kahvemi önüme bırakıp günlük planı söyleyecekken elimi kaldırıp onu susturdum. Ekin hanım yüzüme çok dikkatli bakarken;

"Bu gün hiç bir işle ilgilenmek istemiyorum Ekin, Musab burada mı"

"Evet Musab Talha bey aşağıdaki adamlarla ilgileniyordu. "

"Tamam bana onu çağırır mısın"

"Tabi Mustafa Hamza bey"

"Ekin bu gün hiç kimseyi odama istemiyorum "

"Baş üstüne Mustafa Hamza bey"

Ekin hanım geri geri odadan çıktığında arkama yaslandım. Musab geldikten sonra dört tane hain korumalardan çıkarıp önüme atmıştı. Ekin hanım asistanım olmasına rağmen diğer katlarda sekiz tane çürük eleman bulmuştu. İşlerini iyi yapan insanları çok seviyordum.

Kısa zaman sonra odamın kapısı çalınıp gel dememe gerek duymadan Musab içeriye girdi. Ceketinin önünü ilikleyip;

"Beni çağırmışsınız Mustafa Hamza bey"

"Ben pazartesi sabaha kadar Mardin de olmayacağım. Burasını çok iyi şekilde ayarlayarak konağın yanındaki evde kalırsınız. Boran ve Eren senin geleceğini biliyor. Sana geldiğin dakikadan beri inanılmaz güveniyorum. Bu his nasıl oldu bilmiyorum ama akşamları Ekrem beye destek olursun"

"Emriniz başımın üzerine Mustafa Hamza bey"

"Akasya'yı ne yaptınız Musab"

"Abim on beş günlüğüne alıp götürdü. Amcasına ve yengesine çok düşkün Akasya. Bir hafta sonra geldiğinde Mina hanımın yanına ana okuluna başlayacak öyle demişsiniz"

"Tamam Musab, çıkabilirsin"

Musab başını sallayarak odadan çıktığında başımı koltuğa yasladım. Gözlerim kapalı öylece düşünürken kapım bir anda açılınca sinirlendim. Başımı kaldırıp karşımda duran Kadir'e;

"Ahıra mı giriyorsun Kadir"

"Ab yani ağam ben burada değilsin diye ben"

"Neyse niye geldin"

"Şu kırmızı dosyayı alacaktım. Az önce Ekin hanım sizin için kendisi yok dedi Bilge beye ben onun için birde Yusuf ağa seni aramış ama açmamışsın. Diyarbakır ağaları yola çıkmışlar onu haber vermemi istedi."

"Tamam al dosyayı"

Dosyayı ona uzattığımda odadan çıkıyordu ki bir anda durup bana baktı. Göz kırpıp hayırdır der gibi başımı salladığımda;

"Sen iyi misin abi"

"İyiyim oğlum"

Kadir ağızını açıyordu ki duvardaki saat dikkatimi çekti. Musab odadan çıkarken saat öğleden önce onu gösteriyordu. Saat şuan öğlenden sonra üç buçuğu gösteriyordu. O kadar mı dalmıştım düşüncelere. Yerimden hızla kalktığımda Kadir yüzüme bakarken yanına adımladım. Elimi omzuna koyup hafif sıktıktan sonra;

"Ben çıkıyorum, daha kızını görmedim. Gaziantep'e gitmeden bir göreyim Ezel hanımı. Onu öpüp koklamam lazım."

"Tamam abi"

Odamdan çıktığımda Ekin hanımın yanında duran Musab ayağa kalktı. Elimle otur dediğimde diğer adamlarım gibi oturmak yerine, Ekin hanıma göz kırpıp yanımızdan ayrıldığında Ekin hanıma pazartesi öğleden sonra geleceğimi söyleyerek yanından ayrıldım. Şirket binasından çıktığımda Boran arabayı kapıya getirmiş beni bekliyordu. Arka kapıyı açan Musab'a başımla selam verip arabaya bindim. Boran yola çıktığında halindeki durgunlukla nedenini sorduğumda ilkten söylemek istemese de biraz sıkıştırınca ;

"Hanım ağam bu gün odasından hiç çıkmamış, çok mu hasta ağam"

"Hasta değil Boran sadece yorgun. Dinleniyordur."

"Ayşegül hamilelikten her şeyi takıyor da ağam. Meryemce ab yani hanım ağam Talha da olduğu gibi odasına kapandı sanmış sabahtan beri ağlıyor da. Bir iki defa odasına girmiş hep uyuyormuş da"

Bir şey demeden dışarıya baktım. Boran ben cevap vermeyince başka bir şey söylemeden yoluna devam etti. Talha da olduğu gibi yani nefesim ciğerimi yakarken konağın önüne gelmişti. Eren kapımı açtığında arabadan inerken Ekrem beyde konağın kapısını açtı. Konağa girdiğimde avluda babam ve amcamla kahve içen dayım ayağa kalktığında bende onlara doğru yürüdüm. Dayımla el sıkıştığımızda, elini bırakmadan Kadir'in kızını görüp geliyorum diyerek yanlarından ayrıldım. Merdivenleri çıktığımda ağır ağır Kadir'in minik dairelerinin önüne gittim. Kapıyı iki defa çaldım. Biraz bekledikten sonra cevap gelmeyince bir daha çalıyordum ki kapı açıldı. Nisa elini karnına koymuş tebessümle;

"Mustafa ağa abim hoş geldin"

"Hoş bulduk güzel gelinim, Kader müsait mi Nisa"

Nisa başını gülerek evet manasında salladığında odaya bir adım attıktan sonra tekrar Kader'e seslenip içeriye girdim. Odanın ortasına geldiğimde Kader başındaki yazmasını biraz daha düzeltip yerinden kalkıyordu. Elimle oturmasını söylesem de yanıma gelmişti. Elime uzanacakken elimi geriye çektim. Beşiğe yaklaşıp içine baktığımda gerçekten minyatür Kader uyuyordu. Yavaşça kucağıma alıp burnumu boynuna yaklaştırdım. Cennet kokusunu içime çekerken gözlerimi kapadım. Kokusunu içime derin çektikten sonra başımı kaldırıp beni saygı ve sevgiyle izleyen Kader'e;

"Kader, yarın sabah babama söyleyin de kızımızın kulağına adını okusun"

"Neden ağam, bütün yeğenlerin adını sen okudun kulaklarına neden benim kızım ezanını senin sesinden duymasın"

"Beni beklemesin diye dedim Kader"

"Ya ama abi, tamam ya tamam sende haklısın. Benim kızımda dedesinin sesini duysun ne yapalım. Benim güzel kızım ahh ahh"

"Oooo hoş geldin çenebaz Kader. Uzun zaman oldu seni görmeyeli, sahi kaç yıldır yoktun buralarda"

"Şey ımmm ağam yani benn"

"Banyon müsait mi? abdest tazeleyeyim. Bu arada Kader içindeki çenebaza söyle arada yine gelsin, özlemişim susmaz çenesini"

Kader utanarak banyosuna giderken kucağımda uyuyan prensesi izlemeye devam ettim. Başımı kaldırmıştım ki odaya Sare teyzem ve annem girdi. Annem yanıma geldiğinde Kader de banyodan çıktı. Bana buyur ağam dediğinde kucağımdaki minik Kader'i anneme teslim ederek banyoya girdim. Abdestimi tazeleyip tekrar odaya girdiğimde dört hanımda ben içeriye girdiğimde konuştukları mevzuyu kapamışlardı. Annemin kucağından bebeğimizi alıp yüzümü kıbleye dönmüştüm ki Kader birden;

"Ağam adı sadece Ezel değil "

"Nasıl yani "

"Zeynep Ezel adı, Meryemce yengem iki isimi olsun demiş"

Başımı tebessümle salladıktan sonra ezanını kulağına okuyup isimi de okudum. Arkamı döndüğümde Kader'e Zeynep Ezel hanımı verirken teyzem;

"Mustafa Hamza, oğlum Meryemcenin neyi var. Bir, iki saat önce uyandı. O kadar sakin ve sessiz ki kavga mı ettiniz"

"Hayır teyze. Meryemce hanım iyi yani iyi olacak. Biraz rahatsız işte"

Kimseye konuşma hakkı tanımadan odadan çıkarken Nisa yüzüme bakınca;

"Ne oldu Nisa, neden ağlıyorsun"

"Abi benim oğlumun adını da sen okur musun kulağına"

"Okurum tabi, halasının yamacında eniştesinin dizinin dibinde büyüyecek aslan parçası. Babasını akıllandıracak eniştesi o zaman babası da adam akıllı adam olacak sen merak etme"

"Abi"

"Nisa abim sana bir şey soracağım"

"Sor Mustafa abi"

"Mert, ablasının canını sıkacak bir şey yaptı mı dün"

Nisa önce başını önüne eğdi biraz durduktan sonra dün Meryemceye ne anlattıysa bana da noktasına kadar anlattı. Başımı sallayarak odadan çıktığımda üst avlunun kenarında telefonla konuşan arkası dönük Devran dikkatimi çekti. El hareketleri aşırı sinirli olduğunu gösteriyordu. Yanına gidip gitmemek arasında bir süre kaldıktan sonra ağır ağır yanına yürüdüm. Sedire oturduğumda Devran'ın bir anda 'Ben sana bir şey demiyorum devrem, bu sana son uyarım haberin olsun' dedi. Devran daha fazla uzatmadan telefonu kapatıp yanıma oturduğunda telefonu masaya bıraktı. Ağızını açıyordu ki masanın üzerindeki telefon tekrar çaldı. Ekranda yazan isime tebessüm ederek açıp kulağına koydu.

"Buyur başkomiserim "

"..."

"Bingöl de ne işin var ki"

"..."

"Tamam ben araştırıp sana bir tanıdık illa bulurum. "

"..."

"Operasyon gizli mi ? "

"...."

"Meslek olarak ne olacaksın ona göre "

"..."

"Tamam o daha kolay, öğretmen bir tanıdık var ama diğer iş ne olacak hemen ifşalanırsın."

"..."

"Tamam Bozkurt baş komiserim. Bana bak bu operasyondan sonra kesin terfi alırsın"

"..."

"Tamam selam söyle Haşim'e"

"..."

Devran telefonu kapatıp bana dönmüştü ki birden ayağa kalktı. Ona bakarken;

"Seninle sabah ki durum hakkında konuşmamız lazım ağam ama acele karakola gitmem lazım"

"Hangi durum"

"Dağhan'ın durumu"

"Sen işine git ben yapacağımı biliyorum"

"Tamam"

Devran yanımdan ayrıldığında cebimden telefonumu çıkarıp önce Mert'i aradım. Bir iki üç dedikten sonra telefon açıldı. Mert sesi titreyerek efendim dediğinde;

"Mert neredesin sen"

"Ben mi Almanya'dayım ağam"

"Ne işin var orada "

"İş için yani kendi işim için. Yeni ortaklarla ve iş verecek firmalarla toplantı yapacağım. "

"Mert uzatmayacağım şimdi beni kulağını aç iyi dinl-"

"Şimdi konuşmasak olmaz mı yeni bir toplantıya gireceğim. İnan şuan çok ama çok kafam karışık"

"Tamam Mert. Şunu bil bundan sonra olacaklardan ben mesul değilim. "

Mert'in konuşmasına fırsat vermeden telefonu kapadım. Rehberden Dağhan'ın adını bulup aradığımda hemen açmıştı. Derin nefes alıp;

"Selamın Aleyküm Dağhan Selim"

"Ve aleyküm selam Mustafa Hamza"

"Müsait misin "

"Evet müsaidim, söyle dinliyorum "

"Lafı uzatmayacağım. Az önce o salak kardeşini yine büyüğü olarak aradım ama umursamadı. Seninle bu tür konuşmayı hiç bir zaman yapmak istemezdim ama siz kendiniz kendinizi belli ettiniz. Mert her geçen gün karımın canını sıkarken, salakça kendini düşünmesi üstüne karıma olan saygısız tavırlarıyla ve davranışlarıyla bende ki limitini doldurdu. Sana gelirsek kendini ve karını düşünürken karımı hırpalayamazsın. Şimdi aç o kulaklarını beni iyi dinle , karının ve Mert'in üzebileceği, yorup kıracağı bir karım yok benim. Zamanında kendimle savaşırken belki de en büyük acıları ruhuna ben vermiş olsam da bir daha karıma değil kes sesini demek sesini biraz bile yükseltirsen aramızda değil sevgi, saygı bile kalmaz Dağhan. Ben size karşı sessiz duruyorsam bil ki karıma saygımdan. Mert boşan dedi sustum. Sen üzerine yürümek gibi bir gaflete düştün sustum. Size göre karımı bu konağa hapis ettim, size göre ben karıma mesleğini yaptırmıyorum. Bir daha karım sizin yüzünüzden hastalanırsa değil karımın yüzünü görmek, sesini bile duyamazsınız ölene kadar. Mert de sende ayağınızı denk alın. Yeterince açık ve net konuşuyorum. Bana kopartmayın bütün aile bağlarımızı. Mert'e de söyle ona olan sabrım az önceki telefonundaki tavrından sonra bitti. En küçük, ufacık hatasında kafasını gövdesinden ayırırım. Karım benim zaafım, karım benim nefesim. Ona gelecek en ufak zararda hepinizin kanını içerim."

"Beni, binbaşı Dağhan Selim Ateş'i tehdit mi ediyorsun Mustafa Hamza Alibeyoğlu"

"Ben karımın abisi ve kardeşini sadece uyarıyorum. Fakat sen tehdit gibi algılıyorsan öyle algıla. Senin düşünce özgürlüğün ben sadece seni uyardım. Karımın gözünden sizin yüzünüzden ufacık bir göz yaşı dökülürse o bir damla göz yaşında sizi boğarım artık"

Dağhan susmaya devam ederken telefonu yüzüne kapadım. Yavaşça yerimden kalkıp merdivenlerden ana avluya indiğimde Kadir ve Serdar da babamların yanında sohbete dahil olmuş derin konuşurken odamıza yürüdüm. Odaya yavaşça girdiğimde Meryemce üzerinde eşofmanları üzüntüden dolayı hala halsiz ve keyifsiz Sultan ablaya bir şeyler tembihliyordu. Sultan abla elinde iki tane ufak valizle odadan çıktığında Meryemce kendini koltuğa yavaşça bıraktığında ağır adımlarla yanına yürüdüm. Tam önünde durduğumda başını karnıma yasladı. Saçlarını severken;

"Nasılsın birtanem"

"İyiyim Mustafa, biraz yani iyiyim"

"İçindekileri gizleme benden "

Meryemce sessiz kalırken yanına oturdum. Yüzüme baktığında kendime çekip başını göğsüme yasladım. Elini sol göğsüme koyduğunda sıkıca sarıldım. Güzel karım öyle dururken;

"Neden susuyorsun"

"İyiyim Mustafa'm. Sana yansıtıyorum, çünkü çocuk ne demek sen benim için daha iyi biliyorsun artık diye. Merak etme ben yarın çok daha iyi olacağım. Biraz halsizim ve çok üzgünüm. İçim boş, garibim Mustafa'm"

"Seni evlendiğimiz hatta ilk tanıdığım günden bu güne kadar ne zaman üzdüysem, kırdıysam özür dilerim. Ben sana kuma dedim, sen sustun. Ben çoğu zaman saçmaladım ama sen. Bak benim yüzümden üç evladımızı kaybettin, birini kaybetmenin eşiğine geldik. Ben seni hep parça parça ettim ama sen beni hiç sensiz bırakmadın. Rabbim seni iyi ki bana verdi. Ben seninle değişiyorum ve hep yolumu buluyorum. Sen benim her şeyimsin"

"Senin yüzünden kaybetmedim ama bir dakika biz hangi çocuğumuzu senin yüzünden kaybetme eşiğine geldik."

"Mina'mız tamamen benim olmadan evvel kaybediyorduk, benim ve Kamil yüzünden"

Meryemce benden biraz uzaklaşıp kaşlarını çatarak;

"Nasıl yani"

"Hani herkese göre ben Berfin'le evlenecektim ya o adam gelmeseydi."

"Evet "

"Trabzon'dan döndüğümüz gece buraya gelmişlerdi hatırlarsın. Benim dikkatimi o gece bir durum çekti. Berfin çok farklı davranıyordu. Kamil'e değil Boran'a araştır dedim. Boran araştırdığında Berfin'in zaten o itle birlikte olduğunu ve iki defa çocuk aldırdığını öğrendi. Kamil'in benden sakladığını anladım. O zamandan sonra Boran'ı Kamil'in önüne koydum. Boran ile bir plan kurduk ve o it düğün salonuna gelecek ben her şeyi orada öğreniyor gibi yapacaktım. O it her şeyi söylediğinde ben düğünü bozacaktım ama o it bir anda silahını çıkardığında her şey saçma sapan bir hal aldı ve kızımız benim yüzümden ölecekti neredeyse"

"Nasıl yani, şimdi o zaman planın işe yarasaydı biz"

"Biz seninle daha düzgün evlenebilirdik."

Meryemce gülerek başını salladıktan sonra başını göğsüme koyarak;

"Böylesi daha delice oldu kocam merak etme. Biz zaten normal evlenemezdik"

"Nasıl yani"

"Çünkü o olay olmasaydı ben beş dakika sonra salondan ayrılıp havaalanına gidecektim. Mina'nın kulağına düğünden sonra Çınar'ın yanına gideceğimizi söylemiştim. Biz ne yaparsak yapalım zaten evlenecekmişiz."

"Hadi kalk da bir duşa gireyim. "

Ayağa kalktığımda sinir bütün damarlarımda geziyordu. Banyoya yürürken bir anda durdum. Meryemceye döndüğümde garip bir ifadeyle bana bakıyordu. Dokunsalar ağlayacak gibiydi. Yavaşça ayağa kalktığında bana doğru bir kaç adım attığında;

"Karım"

"Mustafa, ya biz son olacak bebeğimizi, Afra'yı kaybetmişsek"

Meryemceyi hızla kollarımın arasına aldığımda bir çocuk gibi hıçkırarak ağlıyordu. Hiç bir şey diyemiyordum. Ağızımı açmıştım ki odamızın kapısı çalındı. Meryemce göz yaşlarını silerek arkasını dönmüştü ki ben kimsin dedim. Kapının dışından annem, benim ağam dediğinde gel dedim. Annem içeriye girdiğinde ben yüzüne bakmadan banyoya yöneldim. Banyoya girdiğimde zaman kaybetmeden duşakabine girdiğimde neredeyse kaynar denecek kadar bir suyla duş alıp çıktığımda kenarda temiz kıyafetlerimi gördüm. Üzerimi giyinip odaya girdiğimde annem koltukta otururken Meryemce Mirza'yı emziriyordu. Aynanın önüne geçtiğimde annem birden biraz yüksek sesle;

"Sizin neyiniz var? siz ikiniz bir şey saklıyorsunuz. Odaya girdiğimden beri benim güzel gelinim bir kere ağızını açmadı. Gözlerinde gördüğüm hüzün içimi yakarken, senin hal ve hareketlerin beni yordu Mustafa'm"

"Anne bir şey yok"

Meryemce Mirza'yı beşiğe bırakıp yataktan kalktı. Annem ayağa kalkıp neredeyse bağırarak;

"Yalan konuşuyorsun, siz bir şeyi derinlere saklıyorsunuz, söyleyin sizin neyiniz var"

Meryemce neredeyse yalvarırcasına çıkan sesiyle; 'Bir şey saklamıyoruz anne' dediğinde benim içim bile acımıştı. O anne olmayı çok seviyordu. Yıllarca anne olamayacağım düşüncesi onu yorarken şimdi kaybetmesi onu daha çok üzüyordu. Arkamı dönmüştüm ki annem Meryemcenin önüne gitti. Yüzünü iki elinin arasına alıp gözlerine bakarak;

"Söyle Meryemcem, söyle annen sarsın yaranı, söyle nedir seni böyle hüzünlü, üzgün, sessiz yapan ne annem"

"Anne"

"Annem, nazlı gelinim, neşeli kızım. Oğullarımın, kızlarımın gelinlerimin bir tane yengeleri, ablaları. Meryemcem söyle içinde tutma ağla, içine atma seni üzen şeyi"

"Anne ben bebeğimi kaybettim. Benim bebeğim varmış ve benim yüzümden sabaha karşı bana, bize veda etti anne. Anne ya benim bir daha çocuğum olmazsa"

Meryemce tekrar ağlamaya başladığında kendimi dışarıya attım. Yumruk yaptığım ellerimle dayımların yanına yürüdüğümde konağın kapısından Diyarbakır ağaları içeriye girdi. Kızlar çay ikram ederken ağalar sohbet ederken bir gözüm odamızdaydı. Biraz zaman sonra Mirşah ağa ve Ünal amcam konağa girdiğinde Mirşah ağanın yanındaki hanımı Rengin hanımla Avşin ilgilenmişti. Dayım, Ünal amcaya Çiçek anneyi sorduğunda sert bir dille getirmedim dedi. Başımı salladığımda içimden keşke getirseydin dedim. Sohbet ve saat ilerlerken konağın kapısından içeriye gençler girdi. Gençler merdivenlere doğru giderken konağın kapısından içeriye cennetten düşen meleğim avluya girdi. Sırtındaki çantasının sapları kollarına düşmüş bize doğru geliyordu. Kaşlarını o kadar çatmış ki neredeyse birbirine değecek gibiydi. Bütün ağalar kızımı izlerken tam önümde çantasını yere atıp iki bacağımın arasına girip sıkıca belime sarılmaya çalışırken bende kızımı sardım. Başının üzerine dudaklarımı bastırıp; "Kızım" dediğimde sadece omzunu çekti. Kucağıma oturttuğumda başını çeneme yaslayarak;

"Mina Dila ne oldu kızım"

"Bir şey yok babacığım"

"Bence olmuş "

"Olmadı ki seninle annem gidecekmişsiniz ya ben biraz sana sarılmak istedim"

"Anladım kızım. Hadi sen git üzerini değiştir hemen yanıma gel. Ben senin konağa girmeni bekledim."

Mina başını sallayarak kucağımdan hızla inip merdivenleri çıkarken 'Beni öpmeden gitmeyin' diye bağırmıştı. Onun arkasından hepimiz gülerken konağa Baran ve Hazar girdi. Hazar bana hiç pas vermeden diğer ağalara baş selamı vererek buradaki odasına geçti.
Ağalar adamlarına araçlar hazırlansın dediğinde avluya inen Sinan'ı fark ettim. Ayağa kalkıp, Sinan'ın yanına yürüdüm. Sinan beni fark edince hemen kendine çeki düzen verip;

"Buyur ağa amca"

"Sinan'ım aslanım, kardeşlerin en önemlisi Mina en çok sana emanet. Yekta abin bir iki saate burada olacak. Konaktan fazla hatta hiç ayrılmayın. Baran amcana söylemiştim ama yine sen hatırlatırsın. Üst avlu sizin, istediğiniz gibi eğlenebilirsiniz"

"Tamam ağa amca"

Baran yanımıza geldiğinde Sinan'ı kolunun altına almış bu gün olanlarla ilgili sohbet ederken Hazar yanımıza geldi. Hazar kaşları çatık gür sesiyle;

"Konaktan hiç ayrılmıyorsunuz Sinan ortalık sıcak ve karışık"

"Tamam Hazar amca"

Hazar'a baktığımda Sinan birden 'Bu ne güzellik be 'dediğinde hepimiz onun baktığı yere baktık. Meryemce üzerinde yeşil tunik, beyaz pantolon çok şık şekilde avluya yürürken karımı izledim. Sinan yanımdan uzaklaşırken bir anda durup kulağıma doğru ;

"Ağa amca bu kız neymiş"

"Felaket oğlum felaket"

Sinan gülerek yanımdan uzaklaşırken Hazar koluma vurup; 'Bir daha sormayacağım, neyi var bu kızın. Ağlamış gözlerinin altı kızarık' dediğinde Hazar ve Baran'a baktığımda derin bir nefes alıp ağızımı açıyordum ki Mina koşarak yanımıza geldi. Kızımı kucağıma alıp yanağını öperek;

"Mina'm yaramazlık yok tamam mı?"

"Tamam babacığım. Amcamları en çokta Baran amcamı dinleyeceğim. "

"Aferin kızıma"

"Seni seviyorum babacığım. "

"Bende seni seviyorum prensesim"

Mina elmacık kemiklerimi bastırarak öperken boynumu sıkıca sarıyordu. Ben kucağımda Mina ile Meryemcenin yanına yürürken Melihşah yanımıza geldi. Ben, Meryemce ve Melihşah karşılıklı dururken Mina birden; 'AAA ben seni gördüm, sen geçen gün Ömür ablama seni seviyorum dedin telefonda dimi' dediğinde Melihşah birden kıpkırmızı olmuştu. Kaşlarımı çatarak Melihşah'a baktım. Meryemce Mina'nın yanağını dudaklarını kapatarak öptüğünde Melihşah geldiği gibi geriye yürüdü. Mina'ya döndüğümde Meryemce kızımızı kucağımdan alıp sıkıca sarıldığında Mina bana dönerek;

"Senin haberin yok muydu baba"

"Artık var kızım sağ ol "

"Anne bak babam kızmadı."

Meryemce kızımıza gülerek tekrar sarılıp;

"Babaanneni, Sare babaanneyi yani kısaca kimseyi üzmüyor ve yormuyorsun tamam mı kızım"

"Tamam anneciğim. Sizde fazla kalmayın tamam mı"

"Tamam anneciğim"

Meryemce kızımızı babamın yanına bırakırken, annem kucağında Ömer'le yanımıza geldi. Bütün ağalar kapıya çıkarken bende Hazar'la dışarıya çıktım. Savaş ve Ekrem de konağın önündeki ağaların konvoyuna katıldığında Baran'a konağı emanet edip minibüse bindiğimde ağalar da araçlarına biniyordu. Kısa zaman sonra Boran elinde istediğim yastık ve battaniyeyi koltuğun arkasına koydu. Meryemce peşinden elindeki çantasıyla yanıma oturdu. Yola çıktığımızda Meryemce başını cama yasladığında biraz yanına yaklaşıp kendime çekip başını göğsüme yasladım. Elini karnıma koyup ayağındaki ayakkabılarını çıkardıktan sonra bacaklarını yanına topladı. Biz öylece dururken Hazar birden;

"Boran aradaki camı kapat"

"Emrin olur ağam"

Boran aradaki camı kapattığında Hazar'ın sinirlendiğini anlamıştım. Başımı hayır der gibi sallarken Hazar ;

"Ne oluyor lan size. Sizin ikiniz bir şeyi bir sıkıntıyı sırtlandınız. Ulan kimseye demiyorsunuz bana söyleyin bana. Mustafa bu kız neden hasta gibi, neden gözleri ağlamaktan kanlanmaya başladı. Konuşun inan vallahi gebertirim sizi"

Meryemce sessizce söyle istersen dediğinde derin nefes alıp;

"Hazar kardeşim, bizim bir bebeğimiz ol-"

"Amcamı oluyor lan bir dakika"

"Bu saba-

Hazar elini kaldırıp beni susturduğunda Meryemceye dönerek;

"Dilam bu Şanlıurfa'da bir ciğerci var dönüşte oraya uğrayalım sana bir ciğer ısmarlatayım"

Meryemce Hazar'ın ne yapmak istediğini benim gibi anladığı için yerinde doğrulup;

"Mis gibi olurda sen teklif ediyorsun ben mi ısmarlayacağım"

"Tabi kızım sen ısmarlayacaksın"

"O zaman ben seni bir yere götüreyim Şanlıurfa da sınırda Resul dayı var. Oranın ciğerini tek geçerim"

"Kız sen Resul dayıyı nereden biliyorsun. Bende orayı diyordum."

"Abi ya benim Türkiye de gitmediğim sayılı şehir vardı. Hatta bir Adana birde Nevşehir kaldı galiba. "

Meryemce ve Hazar sohbet ederken ben karımı izliyordum. Rengi yerine biraz gelmiş gibi olsa da hala halsizdi aslında. Bir buçuk saat konuştuktan sonra Meryemce başını göğsüme yaslayarak gözlerini kapadığında Hazar kenarda duran battaniyeyi Meryemcenin üzerine örttü. Biraz zaman sonra Hazar sessizce uyudu dediğinde yerimden kalkıp rahat yatması için başına yastık koyup üzerini tamamen örttüm. Hazar'ın yanına geçtiğimde kardeşim bana doğru dönerek omzumu sıkıp;

"Özür dilerim çok sıkıştırdım seni"

"Önemli değil kardeşim. Hepiniz ayrı seviyorsunuz benim deli hatunumu. Bu benim çok hoşuma gidiyor"

"Peki neden gitmiş yani neden düşmüş. Doğumu zor olduğu için mi"

"Hayır dün ki gerginlikmiş, anladığım kadarıyla içine attığı için "

"En sonunda sana bırakmayacağım hepsini tek tek geberteceğim"

"Ben bu gün Dağhan ve Mert'in kulağına su kaçırdım. Hiç birine daha şans tanımayacağım. En ufak şeyde hepsine cevabımı çok güzel vereceğim"

Hazar başını sallayarak cebinden sigara çıkardığında o uzatmadan paketten aldım. Sigarayı yaktığımızda daha konuşmamıştık.

......................................

Şanlıurfa'ya girdiğimizde ağaların toplanacağı Bulut ağanın konağına gittik. Önünde durduğumuzda Bulut ağanın adamı bizi içeriye davet ettiğinde araçtan yavaşça inerken, kapının önündeki Eren'e aracı sarmalarını söyleyerek konağa girdim. Bulut ağa bizi ayakta karşıladığında, Urfa'daki diğer ağalar oturdukları yerden ayağa kalkmıştı. Hepsini elimle oturtup sedirlerin başına geçip oturdum. Önümüze hızla kahveler geldiğinde çaprazımda oturan Hazar telefonunu çıkarmış bir şeylere bakıyordu.
Kahveler içilmiş ağaların hanımları araçlara geçerken dayım kulağıma yaklaşıp sessizce;

"Sizin araca geleceğim"

"Neden"

"Nedeni yok, gelmek istiyorum"

"Hazar'la senin minibüse geliriz"

"Mustafa, Meryemce'nin neyi var. "

"Biraz rahatsız dayı, şuan minibüste uyuyor"

"O zaman neden sürüklüyorsun peşinde"

"Ben gelme dedim ama kendi gelmek istedi."

Dayım sinirle kendi minibüsüne yürürken Hazar'la dayımı takip ettik. Dayımın minibüsüne bindiğimizde Yusuf Ali ağa da yanımıza geldi. Hazar'la yan yana oturduğumuzda, dayım ile Yusuf ağa karşımızda oturdu. Yola çıktığımızda bir saat geçmişti ki araçlar durdu. Dayımın adamı minibüsün kapısını açıp; "Ağam iki tır kaza yapmış, yol kapalı on dakika önce olmuş. Tırların yanında jandarmalar var" dediğinde hepimiz araçtan inerken dayım bana bakıp;

"Sen inme ne biliyoruz jandarma olduklarını, ara Boranları Meryemceyi korusunlar"

Dayımı dinlemeden araçtan indiğimde dayım sinirlense de bir şey demedi. Bizim minibüs hemen önümüzde olduğu için Eren ile göz göze geldik. Eren ne demek istediğimi anladığı için başını salladı. Bütün ağalarla adamlarla jandarmaların yanına gittiğimizde askerler etrafı incelerken rütbeli bir asker önümüze gelip;

"Araçlarınıza geçebilirsiniz beyler"

"Nedir durum "

"İki şoför sarhoş kafa kafaya çarpmışlar. İki şoförün de hiç bir şey yok. Tırların yoldan kaldırılmasını bekliyoruz"

Hepimiz başımızı salladığımızda yanımıza gelen üst rütbeli asker, askerlerinin yanına giderken ayak üzeri ağalar konuşmaya başladı. Hazar'a göz ucuyla baktığımda, Bulut ağanın konağında olduğu gibi hala telefonunda bir şeyler bakıyordu. Başımı arkamıza minibüsün olduğu tarafa çevirdiğimde sürgülü kapı açıldı. Eren minibüsten inen gül güzelime ne olduğunu söylerken tam önümüzde duran mercedesin ön kapısı açıldı. Hemen arka kapıyı açtığında içinden orta yaşlı bir adam indi. Kapısını açan adam sigara uzattığın da bir dal alıp cebinden çakmağını çıkarıp yaktı. Adam biraz ileriye doğru yürürken arkasından giden adamını elini havaya kaldırıp durdurdu. Adam yanımızdaki arsaya doğru yürürken bakışlarımı geriye tekrar karıma çevirdim. Meryemce bize doğru gelirken Hazar kulağıma yaklaşıp;

"Söyle şuna araca gitsin. Hava iyice serin"

"Bırak gelsin. O benim yanımda, bizim yanımızda özgür. "

Hazar başını sallarken Meryemce tamamen yanımıza geldi. Dayım gözü Meryemcenin üzerinde yanındaki Yusuf ağa ile sohbet ederken az önce yanımızdan uzaklaşan iki adamdan kapıyı açan adam, arabanın kapısını açıyordu ki bir anda durdu. Bize doğru gelerek yanımda duran Meryemcenin sağında durup karımı izlemeye başladığında bütün ağalarında dikkatini çekmişti. Meryemce bizim nereye baktığımızı merak edip sağına döndüğünde adam;

"Siz hanımefendi, nasılsınız"

"Okan senin burada ne işin var"

"Şanlıurfa'daki şantiye de dün sabah bir olay çıkmıştı. Tahir bey dün uçakla geldi. Bizde bu gün Tahir beyi almaya geldik. "

"Kendi nerede, araçta kitap mı okuyor"

Adam parmağıyla simsiyah arsayı gösterdiğinde sigaranın ateşini görmüştük. Meryemce yanındaki adama;

"Neyi var, o çok nadir sigara içer"

"Şey Meryemce hanım o, onun canını sıkıyorlar bir durumdan olayı"

"Nasıl bir durum"

"Zühre hanım yani Tahir beyin karısı"

"Neyi"

"Karısı"

"Nasıl ama ben duymadım evlendiğini"

"Bir anda aile arasında oldu. Bir kaç gün sonra büyük yemekli bir şey yapacak duyurmak için ama nasıl olacak bilmem"

"Neden"

"Dört gün sonra Amerika da büyük toplantılar var"

Meryemce başını anladım der gibi salladığında arsada sigara içen adam yanımıza geldi. Adam Meryemcenin tam karşısına geçip;

"Meryemce Alibeyoğlu"

"Tahir Mert "

"Nasılsınız "

"İyiyim Tahir bey siz"

"Yoğun, düşünceli ve sıkıntılı"

"Yapabileceğim bir şey varsa"

"Aslında, bir dakika senin bu saatte bu yol kenarında ne işin var"

Meryemce bize doğru dönüp; "Gaziantep'te bir toplantısı var Mustafa Hamza beyin" dediğinde adam yüzüme bakarak yanıma geldi. Elini bana uzatarak;

"Tahir Mert"

"Mustafa Hamza Alibeyoğlu"

"Memnun oldum tanıştığıma, geniş bir zaman diliminde sırf sizinle sohbet etmek için Mardin'e geleceğim Mustafa bey"

"Her zaman beklerim Tahir bey"

Tahir bey elini çekip Hazar'a döndüğünde Meryemce yanımıza biraz daha yaklaşıp;

"Avukatım Leyla'nın kocası Ahmet Hazar "

Tahir bey temiz bir tebessümle elini uzatarak Hazar ile tokalaşırken;

"Gerçekten tanıştığıma memnun oldum. Birbirinize çok benziyorsunuz Hazar bey "

"Kiminle"

"Mustafa Hamza beyle"

"Kan kardeşim, çocukluk arkadaşım. "

"Böyle bir dostluğa sahip olmak güzel."

Biz başımızı sallarken Meryemce Tahir beye;

"Bu beyefendi de ortakların Demir ve Emir beyin babaları Yusuf Ali ağa"

"Demir ve Emir'in sert mizaçlarını kimden aldığı belli oluyor. Memnun oldum "

Yusuf Ali ağa ile tokalaşırken Tahir bey dayıma çok dikkatli baktı. Meryemce'nin de dikkatini çekmiş olacaktı ki;

"Tahir bey "

"Bu beyefendi kim biliyor musun Meryemce hanım"

"Mustafa Hamza beyin dayısı"

"Öyle mi? fakat kimin babası biliyor musun? Hani bir gün benim Ankara'daki şirkete bir olaydan dolayı akşam üzeri geldiğinde ofiste kahve içtiğim şakakları bembeyaz bir adam vardı, hatırladın mı? Sen kapıyı çalma zahmetine girmeden odama girdiğinde; "Senin erkek versiyonun Mardin'e ağa' demişti de sen ona ters bakmıştın. Biraz zaman sonra oturduğu yerden cebinden ateş kehribar tesbihini çıkarıp; 'Hediyem olsun sana delikanlı Ateş hanımefendi ' demişti. "

"Hatırladım, hatırladım. Kaya bey, kaya abi miydi yani, espirili ve mert adamdı. Allah rahmet eylesin"

"Ölmeden bir hafta önce sana iş teklif etmişti "

"Evet Mardin'e gelip büyük bir şirket binası düzeltecektik"

Tahir bey başını sallarken, hepimiz işkadını Meryemcenin kaşları çatık konuşmasını izliyorduk. Yanımızdaki ağalar pür dikkat karımı izlerken Tahir bey tamamen Meryemceye dönerek;

"Kocan izin verirse azcık konuşmamız mümkün mü? açıkçası seni gökte ararken yerde buldum."

Meryemce bana bakınca karıma başımı salladım. Meryemce elini önüne doğru uzatırken Tahir beyle yürümeye başladılar. Biraz uzaklaşmışlardı ki yanımdaki ağalardan birinin; 'Hanım ağamızın yürüyüşü bile kocasının Mustafa Hamza ağa olduğunu gösteriyor. Hanım ağamız gerçekten hanım ağa olmak için dünyaya gelmiş" dediğinde göz ucuyla karıma baktım. Adamın arabasının yanında kaşları çatık ayakta konuşuyorlardı. Onu biraz izledikten sonra ağalara döndüğümde Savaş ve Ekrem'in de geldiğini fark ettim. Derin nefes alıp gür sesimle;

"Size ilk ve son kez bir şey söyleyeceğim. Herkes ama herkes karıma karşı ayağını denk alsın. Ona karşı yapılacak en ufak bile saygısızlığa tahammülüm yok bilin."

Ağalar başını sallarken tırlar yoldan çekilmeye başladı. Biz o tarafa bakarken Eren'in bir anda koşarak Meryemcenin yanına gitmesiyle hepimiz o tarafa baktık. Meryemce adama çantasından bir şey çıkarıp verdiğinde, Tahir bey eliyle selam verip arabasına bindi. Bizlerde araçlara geçtik. Meryemce yine tek başına bizim minibüse bindiğinde ben yine dayımın minibüsüne geçtim. Behçet ağanın konağına geç kaldığımız için sol şerit de peş peşe hızla yol aldığımızda Hazar telefonuyla kaldığı işine devam etmeye başlamıştı.

Behçet ağanın konağının önüne geldiğimizde saat gece biri gösteriyordu. Bütün ağalar konağa girerken Hazar ile bizim minibüsün park etmesini bekliyorduk. Boran Ali yavaşça kenarda durduğunda Meriç minibüsün kapısını açtı. Meryemce elinde tatlı kutusuyla aşağıya indiğinde çocuk gibi şen görünse de hala halsizdi. Hazar gülerek;

"Ne zaman aldı o tatlıyı"

"Urfa da aldırdım. "

"Rengi yerine geliyor gibi"

"Yok hala soluk ve halsiz Hazar"

Hazar başını tasdiklemek için sallarken, Meryemce yanımıza gülerek geldi. Elindeki kutuyu Eren'e uzatırken;

"Bir kilo fıstıklı baklava yedim"

"Beni de yeseydim Dilam"

"Sen bayatsın mideme oturursun."

Hazar kaşlarını çatarak Meryemceye bakarken, karım bana biraz daha yaklaşıp kulağıma;

"Ben bundan korkuyorum bazen var ya"

"Bence de korkmalısın"

Üçümüz gülerek Behçet ağanın konağından içeriye girerken resmi yüz ifademizi takındık. Önümüze gelen Behçet ağa ve oğullarıyla Meryemce yarım adım geride durdu. Biz tokalaşırken karıma başlarıyla selam veriyorlardı. Bütün ağalar sedirlere geçtiklerinde Meryemce'ye göz ucuyla baktım. Konağı izlerken yanımıza Karaca geldi. Yılışık bir bakışla;

"Azrail ağam hoş geldiniz, hanım ağamız dinlensin ağam isterseniz"

Karaca'nın hiç bir şekilde yüzüne bakmadan karıma döndüm. Meryemce kaşlarının birini hafif kaldırdığında;

"Gitmek istemiyorsan "

"Yok ağam geçeyim."

Meryemce yanımızdan ayrılırken Hazar ile sedirlere oturduk. Saat geç olsa da ağalar hemen bir sohbete girmişlerdi. İki saate yakın sohbet ettikten sonra ağalar dinlenmek için odalarına çekilmek istediler. Beraber sedirden kalktığımızda Behçet ağanın karısı yanımıza gelip yüzünde garip bir ifade ile;

"Mustafa ağam rahatsız ediyorum ama size konağın iki odalı minik bölümü ayırmıştık fakat hanım ağamız Hazar ağanın da diğer odada kalmasını istedi. "

"Tamam "

Hazar ile odamıza kadar eşlik etmişti kadın. Kapıdan içeriye girdiğimizde karşımıza ufak minik bir salon çıkmıştı. Salon da karşılıklı iki tane kapı vardı. Sağ tarafımızdaki kapı sonuna kadar açıkken sol tarafımızda ki kapı kapalıydı. Hazar açık olan kapıya giderken;

"Sen akşamdan beri ne bakıyorsun telefona. Şimdi diyeceğim ki Leyla ile konuşuyor hiç bir şekilde telefon klavyesini kullanmıyorsun"

"Şey Mustafa, ben o şeyden sonra ne zaman eski hale yani moralleri nasıl düzeliyor. Eskiye ne zaman dönüyorlar. Hemen hepsi kişiden kişiye değişir yazıyor. "

"Hazar normal değilsin sen"

"Kız kardeşim üzülsün istemiyorum. Baksana çok mahzun duruyor oğlum ya"

"Üzülüyor Hazar. O yıllarca çocuğum olmayacak psikolojisine kafa tutmuş. Şimdi olanı kaybetmesi onu üzüyor ve yıpratıyor"

"O zaman ne yapalım"

"Akışına bırakacağız. Benim göz hapsimde zaten. Hem sen merak etme, senin Dila'n Karaca ve annesine sinirli. Akılları varsa bir hata yapmadan karımı Mardin'e gönderirler, yoksa emin ol senin deli dilanın yüzüne kan gelir sinirle"

Hazar kahkaha atmamak için kendiyle savaşarak odasına girdiğinde kapısını kapadı. Ağır adımlarla odama girdiğimde Meryemce sağ tarafına yatmış başında kahve rengi bonesiyle uyuyordu. Odadaki banyoda elimi yüzümü yıkayarak tekrar odaya girdiğimde Meryemce eşofmanlarımı bana ait yastığın üzerine bırakmıştı. Sessizce üzerimi değiştirip yanına uzanarak arkasından sarıldım. Elim istemsizce karına gitti. Yüzümü boynuna yaklaştırıp kokusunu içime çektiğimde gözlerimi kapamıştım ki;

"İyiyim kocam iyiyim. Sana yansıtmak o kadar rahatlatıyor ki beni. Biriyle aynı acıyı, aynı üzüntüyü yaşamak, Rabbim bir daha yaşatmasın bize böyle bir üzüntü kocam"

"Amin karım. Minik bir şeydi ama bizimdi karım."

"Ona da isim koysana ama turnaya yakışsın."

"Sen, sen turnayı nereden biliyorsun Meryemce"

"Rüyam da gördüm. Talham elinden tutmuş kardeşim anne dedi. Mustafa o kadar güzel bir çocuktu ki"

"Andaç olsun, evlat demek ya da Arın, temiz saf demek"

"Arın olsun o zaman kocam"

"Olsun karım. Hadi uyuyalım. Öğlen buradaki ailelerin derdini dinleyeceğim."

Meryemce bana dönerek yüzünü göğsüme yaslayarak belime sarıldığında şakağına dudaklarımı bastırıp derince kokusunu içime çektim. Uyku beni içine çekerken duyduğum son şey Meryemcenin sessizce kalbimin üzerini öpüp; "İyi ki sen" demesiydi.

....................................................................

MERYEMCE...

Gözlerimi açtığımda karşılaştığım yabancı tavanla bir an kaşlarımı çatsam da göğsümün üzerindeki ağırlıkla hafif başımı kaldırdım. Mustafa başını göğsümün üzerine koyup sıkıca belime sarılmış uyuyordu. Şakağında her geçen gün bir iki çoğalan beyazlarını severken gözlerimi kapadım. Dün sabahtan beri her adımda benimle birlikte üzülen, pişman olan bir adamdı. Kendini suçlamasına o kadar üzülmüştüm ki. Her seferinde istemiyorum dediği için çektiği vicdan azabı hepten yormuştu onu.
Gözlerimi açtığımda derin uykudaki kocamın ellerini zorda olsa açarak kollarının arasından çıktım. Odadaki banyoda elimi yüzümü yıkayarak tekrar odaya dönüp sessizce üzerimi giyindim. Yavaşça odadan çıkıp minik salona geçtim. Minik balkonun kapısını açıp ellerimi balkon korkuluklarına koyup sabah serinini, ayazını içime çektim. Konağa, etrafa bakarken mutfak tarafındaki kiler gibi ufak kapısı olan bir odadan güzel bir genç kız çıktı. Resmen parmak ucunda büyük mutfağa girdiğinde onu dikkatle izlerken arkamda hissettiğim adım sesleriyle arkamı döndüm. Hazar abim eşofmanlarıyla bana doğru gelirken her adımda yüzündeki tebessüm büyüdü. Tam önümde durarak;

"Günaydın "

"Günaydın kumam, senin ki dün gece neden benim yanıma geldi"

"Bilmem ki hemen beni odama postaladı."

"Yanı şimdi müsait gidebilirsin. "

"Sen ne yapacaksın "

"Şurada uslu uslu otururum."

"Seni, seni. Sana güvenmiyorum."

"Ne yapabilirim ki"

"Meriç, Boran ve Eren'i alıp sabah sabah her yer sakinken elinde sıcak simitle mini bir gezintiye çıkabilirsin"

"Sen ciddi misin abi? ya Mustafa kızarsa. Diyarbakır'ı unutma bak"

"Artık seni alacak adamın alnını karışlarım. Hadi git gez sabah sabah, hatta bak git, sabah sade kahveni kaleoğlu mağarasın da iç"

"Abi yok ya ortalık karışık zaten "

"Sen merak etme git, ben onu ikna ederim. Sen normale dön ve benim eski neşeli deli kumam ol hemen"

"Abi ben "

"Kesme sözümü, sen çok güzel annesin. Sen çok güzel ablasın. Sen yeniden anne olacaksın. Benim kızımın bile teyzeannesi olacaksın. Meryemce, güzel dilam o gözündeki hüzün gitsin artık"

"Abi"

"Bak hala burada duruyor. Çabuk gider misin benim kokusuna doymam gereken bir ilk aşkım var."

Hazar abimin yanından hızla yattığımız odaya girip hırkamı aldım. Odadan çıkarken kuş kadar hafiftim. Konağın arka kapısından çıkmak istediğim için mutfak tarafına yürüdüm. Arka kapıyı açacaktım ki mutfaktaki kız yine dikkatimi çekti. Yavaşça mutfağa girdiğimde yirmilerinde olan kız mırıl mırıl bir şeyler söylerken dün bu kızı ne mutfakta nede bize hizmet edenlerin arasında görmüştüm. Bir iki adım daha atıp tamamen mutfağa girdiğimde kız beni fark etti. Bal rengi gözleriyle gözlerime bakarak;

"Günaydın buyur abla"

"Günaydın ben bir bardak su alacaktım. "

"Sen şuraya otur abla hemen vereyim"

Mutfaktaki gösterdiği yere giderken Meriç ve Hazar abime dışarıya çıkmayacağımı mesajla haber verdim. Hazar abime ikinci mesaj olarak konaktayım söz uslu duracağım yazmıştım. Kız suyu bana uzattığında cebimdeki minik ilacımı çıkarıp bir iki yudum suyla yuttum. Kıza bardağı uzatırken kız birden yüzüme bakıp;

"Abla sana bir şey sorabilir miyim"

"Tabi"

"Senin kirpiklerin yapıştırma mı?"

"Hayır kendi kirpiklerim "

"Anaaamm ne güzel. Kız abla biliyor musun şu Karaca hanım var ya, o kirpiklerini yapıştırıyormuş"

"Neden kirpikleri yok mu?"

"Yok yani kısaymış kirpikleri. Hanım ağa varmış ya onun kirpikleri uzun ve çok güzelmiş yani öyle diyor buradaki çalışanlar. Karaca hanımda o kadını kıskanıyormuş"

"Sen hiç gördün mü hanım ağayı"

"Yok abla nasıl göreyim ki. Ben bu konağa üç sene önce geldim. Şu mutfak avlusunda küçük kapılı bir oda var. Ben bütün gün orada kalırım. Sabah erkenden kahvaltıyı hazırlarım sonra oraya giderim. Hanımımla, Karaca hanım beni görmek istemez. Benim üç senedir hayatım sabah bir iki saat mutfak sonra o minicik oda"

"Neden ama"

"Abla sana söylerim ama kimseye söyleme olur mu?"

"Olur"

"Benim annem ile Behçet ağa eskiden şey sevgiliymişler. Babam, annem ve dört abimi alıp giderken beni bırakmışlar. Amcam da beni döverken Behçet ağam ve Poyraz ağam alıp buraya getirdiler. Ben anneme benzediğim için beni görmek istemezler."

"Behçet ağa sana nasıl desem, seni merak etmez mi alıp getirmiş"

"Sabahları bazen görür bir şey demez "

"Anladım, sana yardım edeyim mi?"

"Yok abla etme, şimdi Şevval kadın görür, etlerimi burkar. Konakta bir sürü ağa varmış öyle demişti gece hatta dedi ki Karaca hanımın kıskandığı hanım ağada gelecekmiş."

Kızın saf temiz hali içimi ısıtırken, konağı bazılarının başına yıkmak istiyordum. Kız bir taraftan konuşuyor, bir taraftan kahvaltı hazırlıyordu. Liseyi zorda olsa bitirdikten sonra zorla amcası birine vermek istemiş, kız da diretince amcası döverken elinden almış Behçet ağa. Ufak ufak şeyler anlatırken önüme koyduğu çaya teşekkür ettiğimde kız birden; 'Sen ne güzel gülüyorsun abla' dediğinde elimi yanağına koyup sevmiştim. Kızın yanakları utandığı için al al olduğunda elimi çektim. Kız işinin başına döndüğünde bende ayağa kalkıp tezgahtaki domatesleri doğramaya başladım. Adının Nur olduğunu öğrendiğim kız teşekkür ettiğinde sırtını hafif sıvazladığımda;

"Abla sahi sen hangi ağanın kızısın"

"Ben ağa kızı değilim ki"

Nur kaşlarını hafif çatıp;

"Eeee neysin sen"

"Ben ağa karısıyım"

"Aaa hangi ağanın, hoş hiç birini bilmem bir tek o sinirli ağayı bilirim. On yaşındaydım sokakta oynarken yanımdan yürüyerek geçmişti. Arkasından mahalledeki ablalar konuşmuştu. Azrailmiş adı. Abla bir görsen nasıl kaşları böyle çatık, nasıl mert bir ağa. Bir keresinde de yeni liseye başlayacaktım. Okula gidecekken görmüştüm. "

"O ağa burada mı peki"

"Buradadır, hanım ağa onun karısı. O ağa işte şimdi ağalar ağası abla"

"Yakışıklı bir ağa mı"

"Ben yakışıklığına bakmadım ki hiç. Abla sen tanıyor musun yani gördün mü Azrail ağayı."

"Gördüm sinirli bir adam."

"Peki karısını, hanım ağayı gördün mü? ona yakışıyor mu abla"

"Bilmem herkes yakışıyor diyor"

"Sende güzel kadınsın. Rabbim seni özenerek yaratmış sanki"

"Sen benden daha güzelsin"

Kız yine utanıp yanakları al al olduğunda ağızını açmıştı ki mutfağa bir kaç kadın girdi. Ben kapının biraz arkasında kaldığım için mutfağa giren hiç bir kadın daha beni fark etmemişti. Orta yaşlı bir kadın;

"Sıçan hadi deliğine gidebilirsin. Ağalar kalkmaya başlamış, Karaca hanım gelecek şimdi. Azrail ağa ve Hazar ağa üst avluda oturuyor. Sen hemen kaybol."

Nur başını önüne eğip mutfaktan çıkarken bana bakamamıştı bile. Kadınların hepsi tezgaha yaklaşmış Nur'un yaptıklarını kendi yapmış gibi tepsiye dizerken orta yaşlı kadın;

"Sinem, Karaca hanıma haber ver. Hanım ağa hazır kalkmamış daha, asi ağaya kahve götürsün"

Kız resmen koşarak mutfaktan çıkarken, orta yaşlı çaprazında duran kıza; "Ebru sende kahveyi yap Karaca hanıma verelim" dedikten sonra arkasını döndüğünde beni fark etti. Ayağa kalktığımda adının Sinem olduğunu öğrendiğim kız koşarak içeriye girip;

"Şevval abla o kadın konakta gezmeye başlamış, asi ağa hanım ağanızı görürseniz söyleyin yanıma gelsin dedi. Ne kadar saygısızlık aslında. Sen neden geziyorsun ki konağı dimi Şevval abla"

Kadınların hepsi kaş göz yapsa da kız anlamadan;

"Hanım ağa olsan da senin olmayan bir yerde neden gezersin dimi, saygısız"

Derin bir nefes alıp yanına yürüdüm. Karşısına geçerek;

"Çünkü her yer benim, çünkü ben hanım ağayım. Şimdilik az işim var, sizin ikinizle Mardin'e dönmeden büyük bir zevkle ilgileneceğim."

Mutfaktan çıktığımda merdivenlere gitmek yerine o ufak kapıyı tıklattım. Biraz zaman sonra kapı açılmayınca tekrar çalıp biraz bekledikten sonra içeriye girdim. Odaya girerken eğilmek zorunda kalmıştım. Nur gerçekten ufacık bir odada, loş ışıkta oturuyordu. Beni fark edince oturduğu eski yataktan kalktı. Kaşlarımı çatarak;

"Sen karnını doyurmuş muydun"

"Hayır sabah bir şey yemem yasak, kahvaltı bitecek. O mutfağa giren çalışanlar yedikten sonra Sinem abla bana ekmek ve su getirir"

İyice sinirlenmeye başlamıştım. Derin derin nefesler alırken;

"Sana bir şey sorabilir miyim Nur"

"Tabi ki ablacığım"

"Sen illa Gaziantep de yaşamak zorunda mısın ya da burada"

"Abla benim kimim kimsem yok ki, bir kuru ekmek bir bardak su yetiyor bana. Abla biliyor musun? Şu Şevval abla diğer kızlara davrandığı gibi bana davransa hepsinden daha çok yardım ederim ona ama bana sıçan diyor. "

"Anladım canım. Benimle yaşamak ister misin? Sen istersen seni kendime kız yaparım. Sen istersen sana ana olacak, rahat olacağın bir düzen verebilirim. "

"Abla şey sana bir şey diyeyim mi"

"Tabi ki "

"Abla öyle güzel gülüyorsun ki, senin bu gülüşünü görmek için kapında yatarım. Öyle merhametli, öyle saf gülüyorsun ki"

"Kıymetini bil herkese bu şekilde gülmem, ne kararın benim konağımda yaşamak ister misin?. Benim konağımda iki aşiret var biliyor musun"

"Nasıl yani"

"Bir biz, birde bize yardımcı olan aşiret var. Bu aşiretin başını Sultan adın da bir taka reisi çekiyor."

"Yardımcı dediğin nasıl yani"

"Bak bizim konağımızda nasıl desem hani mutfakta çalışanlar varya"

"He sizin de hizmetçileriniz var"

"Bizim konağımızda hizmetçi yok. Onlar da aile, onlarda bizim ailemiz. Bizim konağımız da kendimiz gider mutfakta iş yaparız. "

"Abla ben şimdi seninle konağına gelsem, sabahtan akşama kadar dışarıda durabilecek miyim"

"Tabi ki. Bak bizimkiler sabah kahvaltıdan sonra mutfak tarafında mahalle kadınları gibi gün yapıyorlar. Bazen annem yani senin anlaman için kayınvalidem yani o bile orada oturuyor.

"Tamam abla ben geliyorum"

"Tamam sen çantanı hazırla"

Ayağa kalktığımda Nur elimi tutarak;

"Peki abla biz nereye gideceğiz ki?"

"Mardin'e, hatta sen birazdan benden önce gideceksin"

"Nasıl yani sen beni gönderecek misin"

"Evet bende yarın akşam geleceğim konağıma, yuvama"

Odadan çıkmak için kapıyı açıyordum ki kapı çalındı. Nur'a baktığımda ses çıkarmamıştı. Kapı bir kaç defa çalındığında yine sesini çıkarmamıştı. Onu izlerken kapı biraz daha sert çaldığında kapıyı açtım. Karşımda kocamı gördüğümde ağızımı açmıştım ki Nur arkama saklandı. Ellerini belime koyup sertçe sıkmaya başladığında ellerimi ellerinin üzerine koydum. Hafif geriye çekildiğimde Mustafa önde Hazar abim arkasında odaya girdi. Kapıyı kapadığımda Hazar abim;

"Burası rutubet kokuyor, sen nasıl durdun burada Meryemce"

Mustafa ve Hazar abimde benim gibi boynu eğik dururken;

"Oturun yoksa boynunuz tutulacak"

Mustafa konuşmadan otururken Hazar abim yüzüme tebessümle bakarak;

"Arkanda ürkek bir kuş var galiba"

Ağızımı açmıştım ki Nur sessizce; "Abla senin kocan bu ağa mı" dediğinde onun haline gülmek istesem de sustum. Hazar abim yüzüme şaşkınca bakarken Mustafa ;

"Meryemce hanım nedir seni buralara sokan durum"

"Burayı aşağı mı görüyorsunuz Mustafa Hamza bey, böyle yerlerde neler gizli "

Nur birden elimi sıkarak yine sessizce; "Abla bu ağa azrail ağa neden dikleniyorsun, karşı gelmesene " dedi. Derin nefes alıp; "Ya Mustafa" diye başladım sabahtan beri duyduklarımı gördüklerimi anlatmaya. Söyleyeceklerim bittiğinde Nur ile göz göze geldiğimizde ağlıyordu. Göz yaşlarını silmek için elimi yanaklarına götürüyordum ki kız bir kaç adım geriye gidip başını eğip;

"Özür dilerim, çok özür dilerim. Ben sana sabahtan beri abla diyorum. Hanım ağam çok özür dilerim saygısızlık yaptım"

Sinirden yerimde tepinmek isterken Nur'u kollarımın arasına alıp sıkıca sarıldım. Kız biraz tereddüt ettikten sonra kolları tekrar belimi bulduğunda Mustafa ile göz göze geldik. Başını sallayarak kapıya doğru giderken Hazar abim de onu takip ediyordu. Onlar odadan çıktığında Nur'dan biraz uzaklaşıp yanaklarından göz yaşlarını silerken;

"Hanım ağam beni o Sultan annenin yanına götürecek misin gerçekten "

"Eğer istersen sana güzel bir aile vereceğim. Bir sürü abla, bir sürü abi "

Nur başını salladığında;

"Senin yanına Boran diye bir adam gelecek onunla gideceksin, tamam mı kızım"

"Tamam abla"

Nur'un yanağını sevip minik odadan çıktım. Ağır ağır ana avluya girdim. İki upuzun masaya hazırlanan kahvaltı masasının kadınlara ait olanının başına oturdum. Mustafa bir anda Boran diye bağırdığında dakika olmadan Boran ceketini ilikleyerek Mustafa'nın karşısına geçti. Kaşları haddinden fazla çatık; 'Buyur ağam' dediğinde Mustafa'm gür sesiyle;

"Mutfak tarafında Nur adında bir kız var. Onu alıp konağa götürüyorsun. O güzel saygılı kız benim konağımda hayat sürecek. "

Boran başını sallayarak mutfak tarafına giderken, Behçet ağa hafif öksürüp;

"Ağam benim konağımdaki kızı neden alırsın"

"Sen ağalık mı yapıyorsun Behçet ağa. Kızı rutubet kokan bir yere hapis etmişsin. Bu mu senin adalet anlayışın, bu mu senin merhametin. "

"Ağam "

"Kes sesini Behçet ağa"

Avludaki sessizlikle Mustafa afiyet olsun dediğinde kimseden ses çıkmadan kahvaltısını ediyorlardı. Nur'a yapılanları düşünmeye başladığımda önümdeki hiç bir şeye dokunmadan öylece boş tabağıma bakıyordum. Biraz zaman sonra çayımdan bir yudum almıştım ki soğuduğunu fark ettim. Başımı tamamen kaldırıp masanın diğer başındaki annesinin yanında elinde telefonuyla uğraşan Karaca'yı fark ettiğimde çay bardağımı hafif kaldırıp;

"Karaca elindeki telefonu bırak bana çay ver"

Karaca kaşlarını çatarak yüzüme bakarken annesi;

"Benim kızım hizmetçi değil, kimseye çay veremez."

"Ben kimse değilim bu avludaki herkesin hanım ağasıyım ve sen şuan hanım ağa olan bana saygısızlık yapıyorsun. Şimdi kızın kalkmıyorsa sen çayımı tazele"

Kadının yüzü şekilden şekle girerken yanıma gelen çalışanlardan orta yaşlısı bardağımı alacakken bileğini tuttum. Kadın hemen bardağı bırakmıştı ki Mustafa öksürdüğünde inat etmekten vazgeçecekken Hazar abim;

"Hemen hanım ağanızın çayını tazeleyin"

Behçet ağanın karısı yerinden kalkarken kızının yerine oturttu. Önümdeki bardağı bir sinirle alıp mutfak tarafına giderken Behçet ağanın gelinleri dikkatimi çekti. Bıyık altından gülüyorlardı. Kısa zaman sonra önüme koyulan bardağa baktığımda iyice sinirlendim. Kadın yerine oturduğunda hafif sağ tarafıma dönerek Mustafa'ya baktım. Yüzünden onun da fark ettiğini anlamıştım. Önüme dönüp elimi bardağıma uzatmıştım ki Mustafa hızla yerinden kalkıp yanıma geldi. Bileğimi hafifçe tutarak yüzüme baktı. Gözlerinde gördüğüm azrail ağa ile başımı hafif salladım. Kocamın yüzüne bakarken Mustafa bardağı eline alıp Behçet ağanın karısının yanına gitti. Bardağı önüne bırakıp;

"İç bu çayı"

"Ağğğaaam, şeyyyyy"

"Ney "

"Bebebennn iççiççmesem"

"Ne o, çayda ne var ki içmiyorsun"

"Bibir şeyy yoyok ki"

"O zaman iç"

Kadın yüzüme bakarken Mustafa hafif doğrulup arkamıza bakarak gür sesiyle konağı inleterek;

"Bu saygısızlığı asla af etmeyeceğim Behçet ağa. Aşiretinizin ipini kendiniz kesiyorsunuz. Karıma yapılanın hesabını birazdan keseceğim. Senin ne otoriten kalmış nede ağalığın. Bu gün hiç bir köylünüzü dinlemeyeceğim."

Mustafa yanımdan hızla geçerken, öyle karşımda duran kadın ve kızına baktım. Alnındaki teri kimseye belli etmeden silmişti. Hanımların hiç biri kahvaltı etmezken içlerinden biri ayağa kalktı. Orta yaşlı güzel giyimli kadın mutfağa doğru giderken sandalyede geriye yaslanarak masaya baktım. Kadınların çoğu yüzüme çaktırmadan bakıyordu. Ayağa kalkıyordum ki mutfağa giden kadın önüme güzel bir kahvaltı tabağı ve dumanı üzerinde temiz çayı bıraktı. Yüzüne baktığımda;

"Hiç bir şey yemediniz hanım ağam. Dün sizin için keyifsiz dediler"

"Teşekkür ederim fakat yemeyeceğim"

"Ama hanım ağam"

"Adınız nedir"

"Afşar ağanın karısı, Belen adım hanım ağam"

"Tanıştığıma memnun oldum fakat gerçekten yemek istemiyorum"

Yerimden kalkıp sedirlere giderken çoğu hanım yerinden kalkıp yanıma oturmuştu. Hepsi bana bakarken içlerinden bir hanım yüzüme biraz baktıktan sonra;

"Hanım ağam"

"Buyurun "

"Adım Avbanu hanım ağam, Ağah ağanın karısıyım."

"Buyurun Avbanu hanım"

"Nasıl böyle sakin bir yapınız var, yani nasıl diyeyim"

"Aslında hiç de sakin bir yapıya sahip biri değilim. Sadece kocama, ağanıza saygım çok"

"Siz fark etmiş miydiniz çayınıza tükürdüğünü"

"Tabi ki "

Herkes susmuştu ki ağalar üst avluya çıkmaya başladı. Hanımlar kendine çeki düzen vermeye başlamalarıyla arkama baktım. Mustafa yanıma yürüyordu. Kocam için ayağa kalkıyordum ki eliyle oturmamı söyledi. Tam yanıma geldiğinde bütün hanımlar saygılarından ayağa kalktığında Mustafa onlara eliyle bile oturmalarını söylememesi garibime gitmişti. Kadınlar yanımızdan uzaklaşırken Mustafa direk gözlerime bakarak;

"İstediğini yapmakta özgürsün. Bu konak ve diğer bütün ağaların konakları senin"

"Nasıl yani"

"Meryemce ben seni durdurmasaydım."

"O çayı tabi ki içmeyecektim. Ben sevmiyorum böyle saygısızlıklarla uğraşmak. Sabahtan beri gördüğüm, duyduğum şeylerle yoksa çalışanlar dahil Behçet ağanın karısı Nazgül'ü, Karaca'yı parçalardım."

"Tamam dişi jaguarım. İstediğini parçala kocan arkanda"

"Sen nereye "

"Kararlar vereceğim"

"Bende geleyim mi senin ortamın daha eğlenceli"

"Nasıl yani"

"Sen kükrüyorsun, kararlar alıyorsun. Seni izlemesi o kadar güzel ki. "

Mustafa gözlerimin en derinine bakarak elini yanağıma koydu. Yanağımı usul usul severken;

"Karnın aç, Afşar ağanın karısına söyle sana kahvaltı hazırlasın"

"Mustafa ben bizimkilere böyle bir şey demiş miyim ki o kadına söyleyeyim"

Mustafa yanımdan uzaklaşırken;

"Belen hanım, hanım ağanıza hemen bir tabak hazırlayın. Avbanu hanım önce kahve içmesi lazım hanım ağanızın"

Gözlerimi kocaman açarak kocama baktığımda o azrail ağa olmuş yeri titrete titrete merdivenleri çıkıyordu. Hanımlar mutfağa giderken Karaca yanıma gelmişti. Önümdeki sedire oturup bana bakarken yanına doğru yürüdüm. Avlunun kenarındaki sedirde sadece ikimiz vardık. Tam arkasına geçip ensesinden boynunu sıkarken kulağına yaklaştım. Karaca yerinde canının acısıyla kıpırdanırken;

"Fazla kıpırdama şah damarını daha çok sıkarım beynine kan gitmez, ölürsün. Şimdi o kulaklarını aç beni dinle ve annene de söyle. Ben sakin duruyorum diye senin nefesini kesmem zannetme. Bedeninden kalbini alırım ruhun duymaz. Karaca Yalçınkaya ayağını denk al. Ben seni görmedikçe, sen önümde geziyorsun. Eceli gelen köpek cami duvarına işermiş ama ben cami değilim. Karaca, Mustafa Hamza benim vazgeçilmezim, kızım Mina benim nefesim. Bak yapma, benim ateşimle yanarsan daha iflah olmazsın. Rüzgarıma kapılırsan seni değil baban, seni doğuran annen tanımaz. Beni kendine düşman etme, eğer düşmanın olursam arkandan ışık vursa gölgenden korkarsın. Nefes bile alamazsın. Şimdi gerçekten uslu bir kız ol canımı sıkma "

Karaca'nın boynunu bıraktığımda hızla yerinden kalkıp yanımdan uzaklaştı. Sedire oturduğumda konuşmaya başladığımda arkama geldiklerini bildiğim iki hanım bembeyaz ten rengiyle ellerindekileri önüme bıraktılar. Yanıma oturan Belen hanım gülmeye çalışsa da, her halinden korktuğu belli oluyordu. Yüzüne baktığımda;

"Sizi Hazar ağanın düğününde daha net gördüm. Azrail ağam ile dans ederken arkanızdan dedim içimde kalmasın. Rabbim gerçekten sizi karı koca, eş yaratmış. Eskiler boşuna dememişler, ASLANIN KARISI DA ASLANDIR diye. Rabbim nazardan saklasın"

.....................................

YAZARDAN...

Rahman Ali ve kız kardeşi Gaziantep hava alanına indiğinde sabah ezanı okunuyordu. Yanındaki korumalar etraflarına etten duvar olmuş çıkışa doğru ilerlerken çoğu insanın dikkatini çekiyorlardı. Havaalanından çıktıklarında önlerinde duran siyah minibüsün kapısı açıldı. Önce prenses Sahra bindiğinde karşısında gördüğü adamla gülmüştü. Rahman Ali adamın yanına geçip oturduğunda korumalarda araçlarına bindiklerinde vakit kaybetmeden yola çıkmışlardı. Sahra bacak bacak üzerine atarak;

"Seni görmek ne kadar güzel Samuel"

"Sizi de Sahra hanım"

"Heyecanlı mısın? Ben çok heyecanlıyım. Kaç yıl oldu onu görmeyeli"

"Biz hemen her gün Rüzgar'la iletişim halindeydik, fakat onu canlı kanlı en son sizinle birlikte Tunus da gördüm."

"Tamam işte ne kadar oldu"

"Üç yıl, dört ay, yirmi dört gün efendim"

Sahra ağızını açmıştı ki Rahman Ali yanındaki adama dönerek;

"Rüzgar gelmiş mi Samuel"

"Tam bilmiyorum ama gelmiştir. Gabriel Gaziantep'i adamlarla sardığına göre."

"Onlar geldi mi peki"

"Diablo burada diğerleri gelmeyeceklerdi zaten. Oraya gidiyoruz işte. "

Rahman Ali başını sallarken Sahra çantasından telefonunu çıkarıp bir iki tuşa bastıktan sonra kulağına koydu. Biraz bekledikten sonra;

"Kalktın mı Baranalp"

"Kalktım sevgilim, siz ne yaptınız"

"Biz geliyoruz. Rahman Ali ve Samuel yanımda"

"Tamam sevgilim. Rahman Ali'yi daha fazla sinirlendirme. İstediğin börekleri Gabriel'e aldırıyorum. "

"Tamam "

Sahra telefonunu kapatıp karşısında duran abisi Rahman Ali'ye baktı. Her zaman ki gibi saniye de burnundan solumaya başladı. Rahman Ali, BaranAlp yani Diablonun hala kardeşinin kocası olmasını hazmedemiyordu. Babası ve Diablonun babası karar verip ikisini ölmeden evlendirmişlerdi. Sahra yıllarca kocasından uzak kalsa da hep çok sevmişti ama Rahman Ali hala dostunu sevse de kardeşinin kocası olduğunu hatırlayınca öldürme isteği damarlarında çağlıyordu resmen. Rahman Ali başını dışarıya çevirdiğinde Sahra ağızını açmıştı ki minibüsün içi telefon sesiyle yankılandı. Samuel ceket cebinden telefonu çıkarıp baktığında ekran da gördüğü isimle neredeyse hazır ola geçti. Derin bir kaç nefesten sonra açarak yutkunmuştu.

"Samuel"

"Rüzgar efendim"

"Neredesiniz"

"Buradaki evinize geçiyoruz. Dün gece dostunuz Diablo gelmiş, sizin evinizdeler"

"Dikkatli olun, zaten görüşeceğiz. Azrail ağa ile nerede buluşacaksınız"

"Behçet Yalçınkaya'nın torununun sünnetinde. Pazar akşamı büyük bir otelin daha doğrusu yüzde yetmiş ortağı olduğunuz otelin balo salonunu tutmuşlar. Rahman Ali bey oraya gidecek"

"Hayır Rahman Ali bu akşam o ağanın konağına gidecek. Pazar günü salona Sahra ile gidecek."

"Emredersiniz efendim"

Samuel telefonu kapadığında Rahman Ali'ye konuştuklarını söyledi. Rahman Ali onaylamak için başını salladığında Sahra gözleri dışarıda;

"Rüzgar poyraz olmuş esiyor. Kasırgaya dönmeden sakinleştirmek lazım"

Karşısındaki iki adam başını onaylamak için salladığında Sahra başını önüne eğdi. Özlemişti her şeyi olan gücü, kuvveti. Derin nefes alıp özlemle tekrar dışarıya baktı...

...............................

Rüzgar gözünün önündeki manzaraya bakarken kendini daha çok güçlü hissediyordu. İçindeki uyuyan, ladasa bıraktığı gücünü eline almak istemezken kararını vermişti. Tekrar Rüzgar olacaktı....

..........................................

ALLAHA EMANET OLUN...

Kelime ve yazım hatam varsa aff ola...

Sizi seven çatlak bir o kadar geç gelip sizi beklettiği için utanan yazar :(:(

Sizi çok seviyorum iyi ki benim güzel ailem oldunuz...

Bölüm : 01.08.2025 20:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Aslıhan k. / Deli ve Asi / Aslanın karısı da aslandır...
Aslıhan k.
Deli ve Asi

31.09k Okunma

3.32k Oy

0 Takip
79
Bölümlü Kitap
Bir deli bir asi...Yeni başlangıç Mardin...Yanlışlıklar...Deli doktor...Siyah inci gibi gözler...Çawreşamın...Bay asi...Sende gitme...Onun kalbinde sen varken...Biri var haram bana... Deli atmaca...Sensin benim alınyazım...Gül güzelim...Asi deli...Gönlümün ağası...Canın olayım...Ömrüme ömür olan adam...Seni özledim deli kadın...Yeryüzünde kanatsız melek...Bir eşi olmalı insanın...Oğlan bizim kız bizim...Hanım ağa...Mustafa'm albatros kuşu...Masum ağa, güçlü hanım ağa...Küçük asilerim...Ağalar ağası azrail ağa...Kış güneşim...Neredesin dilemin neredesin delalamın... Beni bırakma...Sen bana aitsin karım...Sana aşık, sana meftun...Ne mükemmel şey seni sevmek...Eşim değil kocam...Azrail ağanın karısı...Asi siyah jaguar'ım..Gönlümün ilk kıblesi...Fırtına ağa...Kocasının, Hamza ağanın ruhu...Ruhum kadın...Beni ihtiyar eyledin...Mahşerin dört atlısıÖzel bölüm " Lilyum prenses"...Bayan ateş...Baba bırakma beni...Özel bölüm "Dev ve Mina"Azrail ağanın azrail karısı...Düğün dernek...Elimi bırakma...Hoş geldiniz aslan parçalarım..Gitti canımın cananı...Sessiz gül güzelim...Fırtına olup esen Azrail ağaÖzel bölüm " kabul olan duam"...Kabul olmuş duamsın...Gizli hazinem...Sizin ağanız benim kocam...Bu can sana mecbur...Senden daha güzel...İyi ki kalbimde...Sen benim kızımsın...Kızım iyi ki...Bir dünya insan, bir insan dünyam...Özel bölüm " baba ne olur"...Huzurlu ilk kahramanım...Sen ateş ben azrail...O hüzünlü bir kız çocuğu...Kuyunun ışığı...Güneş olmadan...Onun beklediği Mustafa'sıyım...Ağa düğünü...Sen bizim kocaman çınar ağacımızsın...Sensiz hep eksikmişim...Aslanın karısı da aslandır...Karım bir aslan...Benim nadide çiçeğimsin...Tırnağın taşa değse...Benim en değerli hazinemMerhaba tekrardan....Beni dinler misiniz
Hikayeyi Paylaş
Loading...