77. Bölüm

Benim en değerli hazinem

Aslıhan k.
ahan5354

MUSTAFA HAMZA...

Babam Meryemce'yi kolunun altına alıp odamıza götürürken Dağhan hızlı adımlarla merdivenleri çıkıyordu. Gülcan kısa bir an Dağhan'ın arkasından baktıktan sonra hafif gür sesiyle Nisa'nın yanına geçip;

"Nisa hazırlan da Mert'in yanına gidelim"

"Neden gidelim Gülcan yenge, ne sebeple"

"Kızım kocanı karakola götürdüler farkında mısın?"

"Farkındayım ama Mihriban annem kırkın çıkana kadar kötü bir şey olmamış konaktan çıkma dedi. Onun için kusura bakma abisi olarak Dağhan abi gidip alır onu"

Nisa kucağında Deniz Alp ile yanımızdan ayrıldığında Gülcan sağ ayağını yere vurup yanımızdan ayrıldı. Sedirlere geçip oturduğumda paytak adımlarla önüme gelen Hattab'ı kucağıma alıp severken Meryemce yanıma gelip elini omzuma koyarak Hattab'ın yanağını sevdikten sonra yanağını yanağıma sürttü. Hafif göz ucuyla birbirimize baktıktan sonra başını kaldırıp anneme dönerek;

"Anne oğullarım ve kızım sana emanet ben hastaneye gidiyorum. "

"Tamam kızım, aklın kalmasın annem"

Meryemce elinde sadece cüzdanı ve telefonu yanımdan ayrıldığında yüzüme tekrar bakmadan konaktan çıktı. Arkasından kısa bir an kapıya baktıktan sonra yüzümü hattab'a çevirdim. Babası kılıklı gülerek yüzüme bakarken yanıma gelen Zümrüt;

"Ağam alayım mı "

"Al bakalım bu delikanlıyı"

"Ağam Meryemce yengem yani"

"Merak etme Zümrüt boşanmak yok. Yengeniz hep burada olacak"

"Tamam Ağam"

Zümrüt kucağında Hattab annemlerin yanına geçtiğinde yavaşça yerimden kalktım. Odama doğru dönmüştüm ki yanıma gelen Kadir;

"Abi biz şirkete geçiyoruz. "

"Kadir ben bu gün konaktayım. Aşiret işleriyle ilgileneceğim. Size kolay gelsin"

"Tamam ağam"

Kadir yanımdan ayrıldığında odama geçtim. Odamdaki koltuğa oturup başımı sırt kısmına yasladım. Gözlerimi kapatıp düşünüyordum ki odamın kapısı sertçe açıldığında hızla başımı kaldırdım. Karşımda neredeyse titreyen Gülendam;

"Ağam ben odanızda yani şey"

"Sen birazdan gel Gülendam"

"Emrin olur ağam"

Gülendam yanımdan ayrıldığında tekrar başımı yaslayarak gözlerimi kapadım. Düşünürken sinirlenmeye, sinirlendikçe Mert'i öldürme isteğiyle doldum. Derin nefes alarak gözlerimi açıp yerimden kalktım. Üzerime rahat kıyafetler giyinerek odamdan çıkıp ağır adımlarla avluya çıktığımda herkes susmuştu. Annemin yanındaki oğullarımın başını severek merdivenleri çıkarken kenarda bana bakan Boran'a başımla gel dedim. Odama girdiğimde yerime oturmadan Boran'a baktığımda başı önünde dururken ;

"Kaldır başını hemen "

"Ağam şey"

"Oğlum o it herif ailesini bırakıp gidecek demedim mi? "

"Ağam adam yani"

"Tamam Boran tamam. Ben kendim gidip konuşacağım it herifle. Adam kızlarına babalık yapmıyor olan benim kızıma oluyor. Neyse akşam Reşat ağa gelecek mi?"

"Gelecek ağam. Yusuf ağa ve Melihşah ağa da istediğin belgeleri bu gün sana ulaştıracaklar"

"Tamam "

"Başka bir arzun var mı ağam"

"Savaş'ın durum nasıl"

"Ağam bütün malları elinde patlamış, Rüzgar dedikleri adam ilginç bir şekilde senin işlerini kolaylaştırıyor. Ufak ağaların bütün işleri bozulduğu gibi Savaş ağanın da üç gizli deposunu yaktı. Ağam üstelik yanan depolarda kaçak malları vardı. Bu gün, yarın Savaş ağa sana gelir"

"Peki ailesi gerçekten yaşıyor mu? Karaca öldü demişti"

"Yok ağam kadın meğer Kanada da bir iş adamıyla iki gün önce evlenmiş üstelik Savaş'ın çocukları bile adamın çocukları görünüyor. Bir de ağam şey"

"Ney Boran "

"Ağam Behçet ağanın Poyraz sana karşı gizli iş yapıyor "

"Ne yapıyor"

"Ağam hani Gaziantep'deki tarlaların var ya onların ekip işlettiği, onun hasadını geri plana bırakıyor"

"O çok ayrı kaşınıyor"

"Sen ne dersen doğrudur ağam"

"Ben bu gün konaktayım, Hazar çıktı mı?"

"Çıktı ağam"

"Bizimkiler "

"Mihriban anamlar salona geçecekti, Mirza babam Ömer komutan amcayı alıp Ahmet ağamla çiftliğe gittiler. Ünal ağam da orada katılacakmış."

"Anladım, diğerleri"

"Dağhan ve Gülcan hanım karakola gittiler. Devran abi Avşin hanımımla damda kahve içiyorlar ama Devran abim sinirliydi. Konağımızın diğerleri hepsi aynı şekilde ağam"

"Tamam Boran, Ayşegül'e söyle bana sade kahvemi getirsin"

"Şey ağam Ayşegül, Behçet ağanın konağından getirdiniz Nur bacımla önce doktora gidecekler bebeği görmek için sonra da Nur bacıma alış veriş yapacaklar "

"Tamam Songül'e söyle kahvemi getirsin. Sende git karının peşine Allah bilir daha hiç görmedin bebeğini"

"Ağam zaten doğunca göreceğim"

"Doğunca mı göreceksin? Boran delirtme beni. Kalk git karının yanına "

"Emrin olur ağam. "

Boran koşarak odadan çıktığında masamın başına doğru bir adım atmıştım ki kapım açıldı. Bakışlarımı kapıya çevirdiğimde Devran içeriye girdi. Elimle yan yana olan berjerleri gösterdiğimde kaşları çatık Devran birine oturduğunda diğerine de ben oturdum. İkimizde aynı anda derin nefes aldığımızda aynı anda güldük. Devran elini bacağına vurup;

"Sen biliyor muydun o sahte belgeyi"

"Gaziantep dönüşü Meryemce Hazar ile bana söylemişti. Biz ikimiz hazırlıklıydık."

"Oyun oynadınız"

"Gerçek yüzlerini gördüm, kendi ailemin bile"

"Sizinkilerden hiç şüphem yoktu ama Gülcan baya yüzünü gösterdi. Mert zaten zıvanadan çıktı"

"Az kaldı sağlam silkeleyeceğim onu. "

"Arkandayım merak etme"

"Sen niye geldin bunu konuşmak için mi?"

"Hem bu konuyu konuşacaktım hem de Mustafa ben görevimi tamamen artık gizliye alacağım sanki emekli olmuş gibi. Gaffar amirim de aynısını dedi. Bir kaç defa Ankara'ya gitme sebebim de buydu. Bana artık temelli paravan bir iş lazım"

"Anladım bizim çiftliğe bir bahçıvan lazımdı, şöyle kot bahçıvan pantolonlu"

"Seni lahana diye gömerim o bahçeye"

"Takılıyorum sana. Hem ne uğraşıyorsun Devran, yine bizim Serdar'a takıl. Sen zaten bilgisayardan anlıyorsun"

"Olur Mustafa Hamza"

"Sen neden gizliye geçiyorsun ki"

"Hem buradaki hainler yüzünden hem de ve de en önemlisi Avşin ve evladım için. Talha'ma yaptığım gibi evladımın hiç bir ilkini kaçırmak istemiyorum. İlk adımı, ilk dişini, ilk baba deyişini hiç bir şeyini kaçırmak istemiyorum Mustafa. Avşin tek kalsın istemiyorum. Onunla her anı yaşamak istiyorum. "

"Anladım Devran'ım. Akşam Serdar gelsin konuşalım"

"Tamam Mustafa sağ ol. Ben kaçıyorum"

"Ne demek Devran. "

Devran ayağa kalkmıştı ki odamın kapısından minik bir tıklatma sesi geldi. Birbirimize baktığımızda Devran'ın gözlerinde gördüğüm sevgiyi biraz kıskansam da bende ayağa kalktım. Beraber kapıyı açtığımızda Mina alçılı kolunu sağ eliyle tutarken Devran yavaşça kucağına aldı. Mina Devran'ın yanağını öpüp;

"Devran dayıcığım nasılsın"

"İyiyim prensesim, sen nasılsın ağrın var mı?"

"Yok ilacımı içtim dayı ağrım yok. Babamı özledim yanına geldim."

"Aferin sana kızlar babalarının yanından ayrılmamalı. Hadi dayıyı bir kere daha öp ben gideyim"

Mina minik bir buse daha kondurmuştu ki hemen kızımı kucağıma aldım. Devran bana gülerken Mina başını omzuma yasladı. Devran yanımızdan ayrıldığında odamın içine doğru bir adım geriye attığımda Songül elinde tepsiyle geldi. Kahvemi masanın üzerine bırakıp odadan çıkarken Sultan abla elinde büyük bardak sütle kapının önünde göründü. Mina için sütü masaya bırakıp Songül'le çalışma odamdan çıktıklarında kızımı uzun kanepeye bırakıp kahvemi ve Mina'nın sütünü alıp orta sehpaya bıraktım. Kızımın yanına oturduğumda Mina başını göğsüme yasladığında saçını sevip başını öptüm. Kokusunu içime çekerken minik çawreşamın başını kaldırıp yüzüme üzgün bakarak;

"Babacığım sen annemle boşanacak mısın"

"Mina sen, sen nereden? nasıl duydun"

"Kahvaltı ederken buraya kağıt gelmiş, sende anneme kızmışsın"

"Sen kimden duydun gözümün nuru"

"Ben, ben Dağhan dayımdan duydum. "

"Mert dayın annene şaka yapmak istemiş babacığım"

"Ama o anneme şaka yapmaz ki, o seni istemiyor ki baba. Bir kere duydum ben senin anneme sarılmanı bile istemiyor ki"

"Mina'm sen bunları düşünme. Annenle ben seni hiç bırakmayacağız ve hiç ayrılmayacağız"

"Evet annemde seni bırakacak göz yok yaa"

"Öyle mi akıllı bıdık"

"Evet. Baba!"

"Efendim nuruaynım"

"Sen benim kahramanım, sen benim güçlü aslan babamsın ya"

"Evet"

"Peki annemin neyisin, annem sana ne diyor"

"Ben annenin, ben annenin sığındığı limanıyım "

"Ne güzel annem seni görünce çok mutlu oluyor biliyor musun baba"

"Sen diyorsan doğrudur bir tanem."

"Peki baba beni mi annemi mi daha çok seviyorsun"

"Seni sevgimle seviyorum, anneni kalbimle seviyorum ve babanın sevgisi kalbinden büyük yani kimi çok seviyor muşum?"

"Sen beni dünyalar kadar seviyorsun"

"Nereden anladın"

"Çünkü senin kalbin kocaman, büsbüyük herkesi kalbinle seviyorsun beni ve asicikleri sevginle seviyorsun dimi babacığım"

"Evet güzelim, minik akıllı çawreşamın"

"Baba neden her baba senin gibi kocaman kalpli değil"

"Nasıl yani"

"Bizim sınıfta bir kız var "

"Seni düşüren mi?"

"Yok başka bir kız. Onun babası sadece başını seviyormuş sonra koltuğuna oturup televizyon izliyormuş. Başka bir çocuk onunda annesi babası çok kavga ediyormuş hatta babası annesine bir, iki defa vurmuş biliyor musun"

"Mina'm"

Mina sağ elini sakallı yanağıma koyup ;

"Onlar kötü babalar dimi asi ağa"

"Evet asi ağanın asi kızı"

"Peki baba sen ne baba sınıfına giriyorsun"

"Nasıl yani"

"Bir sürü baba sınıfı varmış, bizim öğretmenimiz dedi hatta ödevdi ama ben gidemedim okula bu gün"

"Hadi gel bakalım ne demek istedi öğretmenin"

Mina'yı kucağıma alıp beraber çalışma masamın başına geçtim. Mina'nın dediklerini araştırırken kızım kucağımdan indiğinde ona baktım. Yavaşça orta sehpadaki sütünü tek eliyle tuttuğunda ayağa kalkmıştım ki alçılı elinin parmaklarıyla bardağa alttan destek verince yavaşça yerime oturdum. Dikkatli yanıma gelirken onu izledim. Annesi gibi güçlü olmak için, tek başına her şeyi başarmak istediği için bekledim. Beklerken de rabbime şükrettim. Rabbimin bana bağışladığı meleğim, şükür sebebim için.

Mina yanıma geldiğinde elindeki bardağı almıştım ki kızım arkasını döndüğünde;

"Babacığım nereye"

"Kahveni de getirecektim"

"Soğumuştur o, sen gel benim kucağıma"

"Ama sen kahveni içemedin"

"Senin sütünden içerim bende"

Mina gülerek arkasını bana döndüğünde kucağıma alıp ekrandaki yazıya bakarken Mina'm da sessizce ekrana bakıyordu.
Ben ekrandaki yazılara o kadar dalmıştım ki Mina'm yüzünü göğsüme sürüp alçılı sol elini göğsüme yasladığında;

"Prensesim uykun mu geldi"

"Evet babacığım ama orada ne yazıyordu"

"Bak şimdi güzelim diyor ki; babaların davranışlarını bir çok sınıfa ayırmışlar"

"Nasıl ayırmışlar"

"Prens babalar, patron babalar, dost babalar ve hayalet babalar varmış yani öğretmeniniz onu demek istemiş sınıf olarak "

"Mmmm, peki prens baba nasıl oluyor"

" Prens babalar kızlarının isteklerini olabildiğince yerine getirmek için gayret sarf eder ve kızlarıyla bol bol zaman geçirirler. Kızlarıyla çok ilgilenen ve ona zaman ayıran kişilerdir."

"Peki, peki patron babalar nasıl oluyor? çok mu çalışıyorlar"

"Patron babalar otoriteyi çok sever. Otoriter olmayı hayatın merkezine koyan bu babalar disiplin sağlamak ve kural koymakla katı ve sert olmayı karıştırırlar. Bir kural koyarlar ve kızlarının bu kurala kayıtsız şartsız uymalarını beklerler. Kızlarına bir yol çizerler ve o yolda kendi çizdiği çizginin dışına sapmamasını sağlamak isterler."

"Iyyyy sevmedim patron baba ben, başka"

"Dost babalar kızlarıyla zaman geçirmekten çok hoşlanırlar. Onlar için kızlarıyla harcadıkları zaman onlar için en keyifli dakikalardır. Bu babalar kızlarının yeni deneyimlere açık olmalarını desteklerler. Kızlarının her durumda yanında olurlar. Bu babaların kızları her zaman babalarının desteğini arkasında hisseden bireyler olurlar. Bu bireyler zor durumda kalabilirler ancak içinde bulundukları durumla ilgili çıkış kapıları babalarıdır."

"Immmm başka yok baba nasıl oluyor"

"Nasıl yani yok baba"

"Sen dedin ya "

"Anladım ne demek istediğini Hayalet babalar adlarından da anlaşılacağı gibi ortada görünmeyen babalardır. Kızlarının yanında yer almazlar. Bu babaları iki şekilde görebiliriz. Bazı hayalet babalar eve uğramayacak şekilde çok sık seyahat eden kişilerdir. Bazıları ise iş dışında hep evde kızı ile beraberdir ancak aynı evde iki yabancı gibi yaşarlar. Evdeki hayalet baba kızıyla oyun oynamaz, vakit geçirmez veya onunla birkaç dakika konuşmaya zaman ayırmaz. Ya gazete okur ya televizyonda yarışma programını izler ya da eve gelip yatar uyur. Bu babalar kızlarının gözünde adeta bir yabancıdırlar. Kızlarının sorunlarını dinleyip çözüm konusunda onlara yardımcı olmazlar."

"Sen benim prens babamsın hem de dost babasın ama galiba azcık da patron babasın gibi dimi baba"

Kızıma sıkıca sarılıp şakağına dudaklarımı bastırmadan; "Ben senin her zaman dost baban olmaya devam edeceğim güzelim benim" dediğimde sadece başını sallamıştı. Mina başını biraz daha aşağıya indirip göğsüme yasladığında uyuyacağını anlamıştım. Kızım burnunu göğsüme sürüp burnundan aldığı düzenli nefesiyle tebessüm edip yanağımı başına yaslayarak düşünmeye başladım. Kızımın gül kokusuyla gözü kapalı ne kadar öyle durdum bilmem. Gözlerimi açtığımda kapıdan bizi izleyen üçlüyle tebessüm ettim. Hazar kaşları çatık yanıma yaklaşırken Bedirhan ve Baran masamın önündeki koltuklara oturdu. Hazar eğilip kızımı kucağımdan alacakken azcık geriye çekildiğimde ;

"Boynu ağrıyacak Dila'mın "

"Uyuyor bırak"

"Görüyorum ulan kör değilim. Bırak, rahat yatsın diye şu koltuğa koyacağım"

Mina'yı Hazar'a teslim ettiğimde Baran tebessümle;

"Aşiret işlerini halledebildin mi?, yapamadın mı yoksa"

"Yapamadım değil, yapmadım. İlgilenmedim hiç bir işle. Kızımla ilgilendim, onunla sohbet ettim. Bu günlerimiz geri gelmeyecek Baran. Beni bırakın Bedo ne yaptınız?"

Baran başını salladıktan sonra Bedirhan'a baktığında Hazar karşımdaki koltuğun ortasına oturup;

"Anlat Bedo, anlat"

"Tunç'u hastaneye yatırdık, en kısa zamanda da İstanbul'a sevk edecekler"

"Bana ne zaman söyleyecektin bu durumun böyle olduğunu"

"Bizde yeni öğrendik Mustafa. Kardeşimi resmen bitirmiş"

"Ünal amca ve Çiçek teyze nasıl?"

"Babam annemi Diyarbakır'daki teyzesinin kızına gönderdi. Anneme geldiğinde söyleyeceğiz olan biteni. Babam da iyi olacak. Mustafa hiç anlamıyorum bir insan göz göre göre kendi evlatlarını öldürür mü"

"Kesin mi yani"

"Kesin kesin. Her hamile kalmasında ilaçla veya otlarla bebeklerini düşürmüş. Tunç'un çocukluğundan beri olan çocuk sevgisini de böyle kullanmış. Babam bazen ayağı aksıyor diye ona hep tolerans tanıdığı için o şekilde hareket etmiş. "

"Peki Tunç eskiden bu kadar sinirli adam değildi"

"Onu da ilaçlarla yapmış, tabi biraz da hoca muska işleri varmış. Kendini çocuğu yok diye acındırmış, yemeklerle verdiği ilaçlar muskalar iyice takıntılı sinirli bir adama çevirmiş. Bu gün doktor dedi ki sinirleri çok harap olmuş, tedavisi çok zor olacak dedi"

"Ailesine ne yaptın"

"Bir ailesi kalmadı ki. Anasından aldığı akıllarla kalkmış bu işlere. Babası zaten bırakıp gitmişti biliyorsun. Kadının hoca işlerinden bıkmış onu da yeni öğrendim. Abisi; "Ağam vallahi böyle bir şey yaptığını bilseydim kendi ellerimle öldürürdüm" dedi"

Başımı sallarken Hazar hafif eğilip dirseklerini dizine yaslayarak;

"Siz nasıl anladınız bu durumu"

"Bizim tatilde, saf karım bir anda döküldü. "

"Nasıl"

"Ya kahvaltıda adamın biri böreğine pudra şekeri döküyordu. Bizim ki de dik dik bakarken; "Neden bakıyorsun canın mı çekti" dedim hamile ya. Başak da başını hayır manasında salladıktan sonra ellerini kucağında birleştirip sıkarak; "Bedom biliyor musun Selda yenge de bazen Tunç abinin yemeğine öyle bir şeyler döküyor " dedi. Ben bundan biraz huylanınca Başak birde üzerine; "Bir de şey var Bedo garip garip ilaçlar içiyor Selda yenge, geçen gece gördüm. Hatta sabah yola çıkmadan ilacın boş kutusunu Filiz'e verdim ne ilacı baksın diye o dedi ki ertesi gün hapıymış." dedi. Zaten sonrası bizim çocuklarla gelinler ben dönene kadar yemeğinden tut her şeyi takip ettiler gerisi de çorap söküğü gibi geldi"

Baran'ın gözleri kocaman açıkken Hazar'ın kaşları çatık;

"Kadına bak ya"

"Sorma Hazar sorma resmen Tunç'u kaybetmişiz ne yazık ki abisi olarak fark etmedim."

Ağızımı açmıştım ki odamın kapısı hafif tıklatıp açıldı. Behçet ağandan getirdiğimiz Nur hepimizin kahvelerini yüzümüze bakmadan ikram edip çıkıyordu ki seslendim. Bir an irkilip titreyerek arkasını dönüp başı önünde;

"Buyurun ağam"

"Nasılsın kızım? bir eksiğin var mı?"

"Ağam şey, şey ben çok iyiyim. Bir eksiğim yok herkes benimle çok ilgileniyor. Ben çok rahatım Allah sizden razı olsun. "

"Cümlemizden kızım cümlemizden."

"Emrin yoksa ağam"

"Çıkabilirsin. "

Kız odadan çıktığında kahvelerimizden bir yudum almıştım ki odamın kapısı çalındı. İçeriye buyur ettiğimde Dağhan içeriye girdi. Kapıyı kapatıp Hazar'ın yanına oturup;

"Mustafa ben Mert adına özür dilemeye geldim. Bizim Mert ablasına çok düşkün olduğu için salak saçma iş yapmış. Bir daha böyle bir şey yapmayacağına söz verdi. Sende büyüklük yapıp affetsen olur mu"

"Dağhan bak ben ona ailem olarak kal dedim. Benimle derdin varsa gel benimle konuş dedim. Dağhan farkındaysan karşımızdaki adam, çocuk değildi ki gülüp geçeyim. Yuvamı yıkmak istedi. Senin kardeşin ateşle oynuyor. Sana o zamanda dedim eğer ben o ateşi alırsam onun elinden, nefes bile alamaz. Ona kimseye ama kimseye hatta kardeşlerime bile tanımadığım toleransı tanıdım ve hala tanıyorum. Sessiz, sakin ayağını denk alsın. Sen kocaman binbaşısın ne demek istediğimi anladın umarım"

Dağhan başını sallayarak yerinden kalktı. Önümde durup;

"Haklısın Mustafa. Ben zaten Mert'i yanıma almak istiyorum. Nisa bizim yanımızda düzenini kursun. Mert de gelip gider"

"Nisa hiç bir yere düzen kurmayacak. O eşek kardeşin adam olsun öyle ayrı ev açsın. Meryemce'nin neden hep yanında istediğini anladım. Adam beş yaşında çocuk gibi bir aile bakacak kabiliyet yok onda"

"Tamam ben Meryemce ile konuşurum"

Dağhan odadan çıktığında duvardaki saate bakıyordum ki bacağıma konulan elle sağ tarafıma baktım. Mina sağ elini bana uzatınca hemen kucağıma aldım. Başını göğsüme yaslayıp;

"Ben ne güzel uyumuşum"

"Evet prensesim. "

"Dağhan dayım, Mert dayım için senden özür mü diledi baba"

"Evet kızım "

"Affetmeseydin baba. Onlar annemi düşünmüyor ki"

Kızıma bir şey demeden sıkıca sarıldım.
Ah kızım, güzel meleğim küçücük yaşına rağmen annesini anlayan emanetim.

.............................................................

MERYEMCE...

Konaktan çıktığımızda arabaya bindiğimde Eren arabayı çalıştırdı. Yola çıktığımızda Eren'in ters istikamete gitmesiyle;

"Nereye gidiyoruz Eren"

"Hanımefendi bu gün ki randevularınız iki gün sonraya çoktan ertelendi. Yasin bey sizi karavanın orada bekliyor"

"Ne demek bekliyor"

"Hanımefendi şey"

Başımı salladığımda nefesim sıklaşmaya başladı.

Kısa zaman sonra karavanın oraya dönen ıssız yola girdiğinde Eren'in sinirlendiği ellerinden belli oluyordu. Arabayı karavanın yanına park edince kapımı açan Yasin'e baktığımda başını önüne eğdi. Yan yana karavanın yanına gelip içeriye girdiğimizde dev ekranda Kerem'in yüzünü gördüm. Ekranın önündeki koltuğa oturup Kerem'e baktığımda kaşları çatık elindeki kahve fincanını masasının üzerine bırakıp;

"Sana olan sinirimi, kırgınlığımı sonraya bırakıyorum. O iki it yüzünden bebek düşürdüğünü ve o acıyı tek başına yaşama salaklığını yaptığını kısa bir anlığına unutacağım ama bunun rövanşını bizim evin bahçesine bırakacağım"

"Tamam"

Yasin karavanın kapısını kapatıp yanıma gelerek kenardaki dosyaları önüme bıraktığında Kerem sıkıntılı bir nefes alıp;

"Bu gün çıkmasın Mert içeriden, bırak bu gece nezarethanede kalsın"

"O kadar mı batırdı"

Yasin başını sallarken önümdeki dosyayı açtım. Her sayfada kan beynime sıçradı. Kaç saat orada öyle durup dosyaları okudum bilmiyorum. Her sayfada Kerem'in sakin ol demeleri bile beni yatıştırmıyordu. Dosyalar bittiğinde yerimden hızla kalkıp karavanda volta atarken Kerem sigarası elinde;

"Sakin olacaksın. O itler Mardin'e inmişler. "

"Ne olacağım, ne olacağım. Adamın kumar borcuna bak altı milyon"

"Meryem"

"Ne Meryem Kerem, ne Meryem"

"Meryem hiç üşenmem gece gelip kardeşini öldürürüm. "

"Sen hiç zahmet etme, ben yapacağım o işi"

Hızla karavandan çıkarken Kerem'in bağırması kulağıma gelmişti.
" Meryemceee, Yasin peşine git"

Arabanın şoför koltuğuna oturduğumda Eren hemen yanıma oturdu. Hızla konağa giderken ne Yasin'in aramasına nede Kerem'in aramasına cevap verdim. Konağın önüne geldiğimde bütün korumalar esas duruşa geçmişti. Kapıyı açıyordum ki Eren kulağıma kendi telefonunu yasladı.

"Meryem'im sakinleş "

"Kerem"

"Tamam dinle beni şimdi"

"Tamam konuş"

....................................................

MUSTAFA HAMZA...

Çalışma odasından çıktığımızda dayımın geldiğini gördüm. Mina kucağımda avluya indiğimde dayım yerinden hızla kalkıp önüme geldi. Bir anda kaşları çatık kızımı kucağımdan alırken;

"Mihriban Mina'nın koluna ne oldu"

"Şey abi okulda arkadaşı itmiş düşmüş ama iyi Allaha şükür"

Dayım sinirle sedire oturduğunda Mina sağ elini dayımın yanağına koyup;

"Koca dayı dede, ben iyiyim ki. Hiç bir yerim ağrımıyor ki"

"Seni bize götüreyim mi? herkes etrafında pervane olsun"

"Olmaz ben babamsız bir yere gitmem. Kızların yeri babasının yanıdır"

Herkes kızıma tebessümle bakarken Boran avluya girdi. Elini karnına koyup;

"Ağam Minik hanım ağamızın arkadaşları onu görmeye gelmiş"

"Kim gelenler Boran"

"Sınıf arkadaşı Samet ve Umay yanında öğretmenleriyle"

Başımı salladığımda Mina dayımın kucağından yavaşça inip önüme gelip; "Babacığım üzerim düzgün mü? yaa niye öğretmenim haber vermedi ki" dediğinde kızımın üzerindeki hırkasını düzeltirken öğlen okuduklarım ve Meryemcenin sakinleştirici sesi kulağımda yankılandı. Hazar kaşının birini kaldırıp gelenlere bakarken Mina, küçük beye doğru çoktan yürümeye başlamıştı. Hazar ve Bedirhan aynı anda koluma vurup, aynı anda da;

"Kim bu yerden bitme"

"Kim bu bacaksız, benim düğünümde de dans ediyordu Dila'mla"

Onlara ters bakıp ;

"Mina'nın arkadaşı"

"Erkek arkadaş mı? kırarım Dila'nın bacaklarını."

Annemler öğretmen hanımla ilgilenirken Mina Samet ve Umay adındaki minik hanımla kenarda sohbet ediyordu. Baran, Bedirhan ve Hazar ara ara Minaların yanına gidip bir şey getirsinler mi diye sorarken Mina her seferinde kaşlarını çatıyordu. Onların haline gülerken yanıma oturan bedenle yanıma döndüm. Ömer komutanım, yeni dayım elini omzuma koyup;

"Bu gün yanına yaklaşmak istemedim. Normal belgelerle karşılaşmadın. Ben artık senin komutanın değilim Mustafa, beni dayı bilebilirsin."

"Sağ ol kommm dayı. Mert ve Dağhan yoldan çıkmışlardı. Bu gün ki belgeler tuz biber oldu"

"Bak Mustafa, Kemal her zaman isteklerini elde etmeyi seven biriydi ve hep elde ederdi bir şekilde. Ondaki hastalık görüyorum ki Mert de daha çok. Bu gün olan olayın bence hiç affı yok "

"Benim nazarımda zaten hükmü ölüm. Onlar karıma dua etsinler. Meryemce deki merhamet o kadar büyük ki suçlu olduklarını bile bile onları korumaya geçecek biliyorum. Onun için sabırla bekliyorum karımın yapacaklarını ama dua etsinler karıma en ufak bir şey olmasın o zaman hiç kimseyi, karımı bile görmez gözüm"

"Anladım."

Ömer dayımla beraber arkadaşlarını annemle birlikte yolcu eden kızımın arkasından bakıyorduk ki avluya gençlerim girmişti. Dikkatimi aklım dağılsın diye onlara çevirdiğimde Sinan, Yılmaz ve Gül'ün katıla katıla güldüğünü fark ettim. Sinan'a başımla gel dediğimde kendini zorda olsa toplayarak yanıma gelmişti ki avluda Emrah'ın sesi yankılandı. Ceketini parmağına takmış gömleği pantolonun dışında efkarlı bağırarak;

"Ne söyledim ne söyledim sana ne söyledim ki
Vurdun kapıyı gittin,
Be vicdansız be insafsızın kızı be nankör kedi
İnsan bir şey söyler
Sevmek dedin sevmedik mi
Aşka boyun eğmedik mi
Bütün kötü huyları hatta güzel dostları
Senin için terk etmedik mi
Bugün yine bana bana ayrılmak düşer
Deli gibi döne döne savrulmak düşer
Bugün yine bana bana of çekmek düşer of of of of
Bugün yine bana bana ağlamak düşer
Çıra gibi yana yana kül olmak düşer
Bugün yine bana bana ah çekmek düşer ah ah ah ah
Ne söyledim ne söyledim sana ne söyledim ki
Vurdun kapıyı gittin
Be vicdansız be insafsızın kızı be nankör kedi
İnsan bir şey söyler"

Avluda herkes onun haline gülerken Sinan'a kaşlarımı çatarak;

"Ne oldu buna"

"Şey ağa amca"

"Ne oldu dedim"

"Okul bahçesinde Hilal'i biriyle görmüş yani bir erkekle. Bizim ki biraz ağır konuşunca okulun bahçesinde Hilalden tekme yedi."

Sağ elimle yüzümü sıvazlayarak gülsem mi sinirlensem mi bilemez halde Emrah'a baktığımda, o da gür sesiyle;

"Bu da mı gol değil be amca"

"Emrah"

"Sevene can feda sevmeyene elveda be amcam"

Ağızımı açmıştım ki Hazar hemen Emrah'a cevap verdi;

"Sen batan güneş ben yollarda çilekeş"

"Hazar amcamın bahtı kara bu garip Emrah'ın gönlü yara"

"Gaz, fren, şanzıman halim duman"

Emrah çiçek abbas repliğini düşünürken Baran atladı hemen lafa;

"Sev beni, seveyim seni"

"Aşk bir otobüstür, binmesini bilmemi"

Leyla hızla Hazar'ın dediğini cevapladı.

"Son durağa gelmeden inmesini bilmeli Hazar ağa"

"Bana hava atma"

"Havan kime yabancı"

"Kapılma rüzgarıma, sende aldanırsın"

Avluda herkes kahkahalarla gülerken tam avlunun ortasında Leyla ve Hazar neredeyse burun buruna gelmişti. Hazar'ın iki eli ceplerindeyken Leyla bir elini beline koyup sağ eli havada;

"Sollama beni sollarım seni"

"Geçme beni, ezerim seni"

"Dünya dikenli bir hayat sevenler de mi kabahat"

"Yaklaşma, toz olursun. Geçme, pişman olursun"

"Çilemse çekerim, kaderimse gülerim.
İstedim vermediler sen şoförsün dediler.
Emeğimiz bilek zoru, Allahım sen bizi koru.
Aşk bir sudur iç iç kudur"

"Bir dakika merinos"

"Aşkı çekene, derdi bilene sor"

"Ulan Leyla bir dur"

"Aşk çekenin, yol gidenin"

"Kızım bir dursana cevap vereceğim"

"Kabahat sende değil seni sevende"

"Leylaa"

Leyla iki elini birden beline koyup ciğerden aynı çicek abbas gibi "Naber" dediğinde ben bile şaşırmıştım. Herkes gülerken Hazar kaşları çatık;

"Siz, siz olun avukat hatun almayın. Seninle konakta görüşeceğiz merinos hanım"

Emrahlar yukarı çıkarken Leyla yanına gelen Mina'nın sağ elinden tutup annemlerin yanına yürüdü. Herkes kendi muhabbetine dönerken, kolumdaki saate baktım. Meryemcenin gelmiş olması gerekiyordu. Boran'ı yanıma çağırdığımda akşam yemeği için yemek masası kurulmaya başlamıştı. Boran elini karnına koyup; "Buyur ağam" dediğinde;

"Hanım ağanız nerede kaldı"

"Ağam Eren biraz işi uzayacak dedi. Yemeğe gelemeyecekmiş"

"Tamam Boran. Hanım ağanızın yanında koruma var mı?"

"Bir tek Eren'i almış yanına. "

"Tamam biraz durun sonra eğer işi biraz daha uzayacaksa sizde gidin Eren'in yanına"

"Emrin olur ağam. Ağam birde şey halalarınız bizim cezamız bitmedi mi? eski konak bizi yakıyor artık dediler"

"Tamam haftaya gelsinler, zaten boşanması gerçekleşecek gelsin hanım efendi"

"Emredersiniz ağam"

..................................................

Yemekler yenmiş çay içmek için sedirlere oturduğumuzda Mina kucağımda ilaçları yüzünden uyukluyordu. Kızımın saçını severken Dağhan ve Mert'in kızıma bakışları biraz garip olsa da umursamadım. Gülcan annemlerin yanında sessizce otururken Ömer komutanım yani dayım hafif öksürüp Dağhan'a görev yerine ne zaman döneceğini sorduğunda yarın akşam demişti. Hazar hafif ters ona baktıktan sonra kucağında uyuyan Kadir'in prensesini Leyla'ya işaret edip almasını söyledi. Leyla, minik Ezelimizi kucağına alıp Kader'e teslim ettiğinde Kader merdivenleri çıkarken Leyla yanıma yaklaşıp;

"Abi Mihriban annem dedi ki Meryemce geç gelecek galiba Mina'yı benim odama yatır dedi"

"Al Leyla ama koluna dikkat ederek yatır olur mu kızım"

"Olur abi merak etme"

Leyla kızımı alıp merdivenleri çıkarken Boran hızlı adımlarla yanıma gelip;

"Ağam kapıda iki adam var Mert beyle görüşmek istiyorlar"

"Kimlermiş"

"Ağam Sedat kök ve Tevfik candar, alayım mı içeriye"

Bakışlarımı herkes gibi bende Mert'e çevirmiştim ki küçük beyimiz bir anda ayağa kalkıp;

"Ben dışarıda görüşeyim, kimse rahatsız olmasın"

Ten renginden bir halt karıştırdığı belli olduğu için Boran'a içeriye almasını söyledim. Boran hızlı adımlarla kapıya giderken Mert'e dönerek;

"Mert hayırdır neden bembeyazsın"

"Şey Mustafa abi yani ağam enişte"

"OOOO Mert sen baya sıkışmışsın. Hadi söyle, ne istiyorlar senden "

"Ben bilmiyorum ki benden ne istiyorlar"

Ağızımı açmıştım ki avluya giren iki adamdan kısa boylu şişman göbekli olan;

"Lan it herif neden geldiğimi bilmiyor musun? benden aldığın paraları ödeyeceksin. Senin yüzünden alemde ne adımız kaldı, nede itibarımız. Zararımı karşılayacaksın. Hemen şimdi borcunun ilk taksitini burada ödeyeceksin"

Mert bir adım geriye gitmişti ki Dağhan olduğu yerden kalkıp;

"Mert ne parası, ne borcu. Sen bu gün karakoldan çıkarken vallahi başka bir şey yok abi demedin mi? ulan koskoca adam bu yaştan sonra çocuk gibi, serseri gibi peşinde mi dolaşacağız"

"Abi ben, ben Sedat ve Tevfik abiden borç almıştım işlerim için ama şey oldu olmadı. Ben yani uydurmadım. Hem işleri için yardım"

"Mert ne saçmalıyorsun. Bu adamlar ne işle uğraşıyor ki"

Mert iyice beyazlarken lafı evirip çeviriyordu. Derin derin yutkunurken avluda sert çarpan kapı sesinden sonra Meryemcenin kükremesi duyuldu.

"Hadi Mert ateş abine söyle ne iş yapıyor bu abilerin"

"Abla"

"Sen dur ben söyleyeyim. Sedat namı Sincanlı kunduz. Kumarhaneleri var. Merdiven altı kafes dövüşü mekanları var. Bak nasıl unuttum en önemlisi dört tane evde karı kız pazarlar. Yanındaki uzun boylu değnek yutmuş gibi duran Tevfik Candar, sincanlının tek ortağı. Tevfik yani köstebek Tevfik, fare gibi hep yer altında boklarla uğraşır. Uyuşturucu satar. Birde Mert gibi mesleklerinde ilerlemiş adamları ağına düşürür ve hem para olarak hem de olanak olarak güzel inek gibi sağarlar "

Meryemce gözlerini kırpmadan Mert'e bakarken, o kendini boş çuval gibi sedire bıraktı. Dağhan bağırarak; "Doğru mu lan" dediğinde Mert başını eğmişti ki Meryemce bağırarak;

"Bana mı inanmıyorsun Dağhan"

"Sen "

"Ah doğru senin kardeşin cahil, senin kardeşin daha çocuk neyse dur azcıkta kardeşinizin götünü toplayayım yine. Mert kaç para borcun"

"Abla"

"Kaç para dedim"

"Altı milyon, ilk taksiti iki milyon"

Meryemce iki eliyle yüzünü sıvazladıktan sonra gelen adamlara dönerek;

"Sincanlı ne istiyorsun."

"Paramı istiyorum, itibarımı ve gücümü istiyorum"

"Kaç para senin itibarın"

"Sen buralarda olduğuna göre ah sen her geçen gün daha da güçlendin. Mert'in borcunu bu gece tamamen kapatacaksın. Tıpkı babanın zamanındaki gibi. "

"Sincanlı paranızı alın ve gidin"

"Hayır vazgeçtim. Sabaha karşı benim için üç kişiyle kafes dövüşü yapacaksın ve ben aynı babanın zamanındaki gibi bütün borçları kapatacağım"

"Kaç para dedim"

"Söylüyorum işte eskisi gibi bir kere gireceksin o kafese benim eski itibarımı, zararımı ödeyeceksin. Bir, iki saat içinde demir lady kafeste diye duyurmama bakar. Hadi sen babanın öldüğü zaman ki gibi gir o kafese şu it yüzünden bende bütün defterleri kapatayım"

"Ben o zaman ki mecbur kız değilim sincanlı canın çok yanar"

"Farkındayım ve daha eğlenceli olacak. Koskoca demir ladydi yıllar sonra yine kafeste. Düşünsene köstebek, ne kadar para kaldırırım. "

"Tamam siz otelinize gidin. Her şeyi ayarlayın ben sizi gelip alacağım"

Adam ellerini ovuşturup;

"Her zaman ki şu it yüzünden kendinden ödün veriyorsun. Her zaman zayıf karnın Mert değil mi ateş hanım"

"Benim hiç bir zaman zayıf karnım Mert olmadı. Benim hala zayıf karnım yok ama sizin çok var. Eren beylere eşlik edin "

Adamlar avludan Eren'le çıktıklarında Dağhan Mert'i oturduğu yerden kaldırıp yumruğunu kaldırmıştı ki Meryemce;

"Ne yapıyorsun Dağhan indir o yumruğunu. O daha çocuk, cahil."

"Sen bu salak yüzünden kendinden ödün veriyorsun. Saçma salak adamlara boyun eğiyorsun"

Meryemce ağızını açıyordu ki elini hırkasının cebine atıp telefonunu çıkardı. Saniyelik ekrana bakıp kulağına koyup;

"Eren götürdü, Yasinler alacaktı. Ben yarın çok yorgun olurum. Ortalığı temiz temizlesin"

"...."

"Tamam Kerem. Konağım kalabalık sonra konuşuruz"

"...."

"Sakin olacağım söz. "

Meryemce telefonu kapatıp cebine koyacak diye beklerken karşı duvara sertçe fırlattı. Hanımların hepsinden saniyelik bir çığlık çıksa da Meryemce onlara bakmadan bana dönerek; "Sekmiyormuş ağam" dedi. Göz göze geldiğimizde tansiyonunun çıktığını fark etmiştim. Meryemceye odaya gitmesini söyleyecekken Mert ayağa kalkıp; "Abla " demişti ki Meryemce bir kaç adım atarak;

"Söyle yine ne diyeceksin"

"Beni dinlesen neden yaptığımı anlayacaksın"

"Neden yaptın Mert açıkla"

"Abla ben"

"Sen ne Mert. Sen ne, dur ben söyleyeyim. Abla ben kendime engel olamadım yine kumara başladım. Borcum katlandıkça katlandı. Amcam yardım edecekken o da bana kazık attı ve şuan Almanya da gününü gün ediyor abla. Abla ben yine yanlış yaptım. Ne olur beni toparla abla"

"Abla beni affet yani abla"

"Yeter anlıyor musun yeter. Mert bir dur artık, uslan artık"

Mert Meryemceye doğru bir iki adım atmıştı ki Meryemce gür sesiyle;

"Yerinde kal. Bir adım daha atarsan kemiklerini un ufak ederim"

"Abla beni bir dinlesen af edeceksin. "

"Kes artık sesini. Sana her zaman ne diyorum. Benim güvenimi yıkma. Benim gururum, adım ve itibarım önemli dedim dimi. "

"Sen de beni aldattın, güvenimi yıktın"

"Ne yaptım? nasıl yıktım senin güvenini. Ben seni senelerdir korumaya çalıştıkça, her hatanı senin arkandan topladıkça, sen zarar görme yaralanma diye uğraştıkça sen hiç geri durmadın her seferinde o burnunu boka sokmaktan. Ben tırnaklarımla, ne çabalarla o duruma getirdim o şirketi ve senin batırmana izin vermem"

Mert iğrenç bir gülüşle Meryemce'ye bakarak; "Ne tırnak ama" dediğinde Meryemce yerinde biraz sendeledi. Bir adım atarak;

"Ne demek istiyorsun açık konuş"

"Bizim yani abim ve benim hisselerimi babam öldükten sonra hemen üzerine geçirmişsin. Bizi bildiğin dolandırmışsın"

"Ne yapmışım, ne yapmışım"

"Hırsız gibi üzerine geçirmişsin işte"

Meryemce sağ elini kalbinin üzerine koyduğunda üzerindeki gömleğine burnundan damlayan kanla Leyla hızla ayağa kalktı. Meryemce'ye doğru bir adım attığında karım elini kalbinin üzerinden çekip sağ tarafından yaklaşan Leyla'ya bakmadan havaya kaldırıp;

"Leyla yerinde kal. Başka söyle, dök içini Mert ne yapmışım"

"Hisseleri üzerine geçirip gününü gün etmişsin. Babamın kırkının çıktığı gün her şey üzerindeymiş. Babamın bütün mal varlığı her şey senin üzerine gözüküyor. Bizi dolandırmışsın işte. Amcam bana her şeyi anlattı."

Meryemcenin burnundan akan kan su gibi akmaya başladığında bir kaç adım da Mert'in yakasına yapıştı. Burnundan akan kanı umursamadan Mert'in gömleğinin yakalarını sol eliyle tutup sağ eliyle iki tane yumruğu yüzüne geçirdikten sonra hızla Dağhan'a doğru iterek;

"Lan pezevenk o gururlanarak söylediğin Ateş avukatlık bürosu kirlenmişti. Oranın adını, senin soyadını bu ellerimle temizledim ben. O az önce beni sattığın itin pis yerlerinde kafes dövüşüne giderek temizledim. Babanın senetlerini bu ellerimle o adamdan aldım. Kaşınma Mert pişman olursun. Al Dağhan kardeşinin hayrını gör ve duy bak ben üzerime mal geçirmişim"

"Meryemce Mert o gün gelmemişti, bilmiyor işte "

"Kesin sesinizi yeter, beni tanımayan adamlara artık hiç ama hiç bir şey açıklamayacağım. Bir gün yaptıklarınızdan pişman olduğunuzda çok geç olacak"

Meryemce bir iki adım geriye sarhoş gibi attığında hızla yanına gittim. Beline sarıldığımda yakamı tutarak sessizce;

"Beni odamıza götür. Ayaklarım hissizleşmeye başladı. Başım ağrıyor"

Hızla Meryemceyi kucağıma alıp odamıza doğru bir kaç adım atmıştım ki Mert'in abla dediğini duyduğumda kucağımda karımla arkama dönerek;

"Uzun bir süre karıma sakın ama sakın yaklaşmayacaksınız, ikiniz de "

"Ama"

"Mert kırarım kemiklerini. Oyuncak mı bu kadın. Kırdım ama hala benim elimde olsun. Uzak durun"

Hızlı adımlarla odamıza girdiğimde kapıyı bana açan annem arkamızdan kapadı. Meryemce gözleri kapalı olduğu için yanımızda annemin olduğunu fark etmiyordu. Başını biraz daha boynuma yaslayarak; "Beni buz gibi suyun içine sok, tansiyonum çok yüksek" dediğinde annem hemen pantolonumun cebindekileri çıkardı. Karım kucağımda duşakabine girdim. Annem musluk avizesini başımıza tuttuğunda buz gibi su ikimizin üzerine akıyordu. Sol elim Meryemcenin sırtındayken sağ elimle zorda olsa başındaki şalı çıkardım. Saçlarını açtığımda annem buz gibi suyu Meryemcenin başına tuttuğunda resmen buhar çıkıyordu.
Annem suyu artık tamamen kafasına tutmaya başladığında yüzünü severken gül güzelim titremeye başladı. Sağ eliyle gömleğimin yakasını tutarak sessizce;

"Annem çıksın Mustafa"

"Sen aç gözlerini, çıkar annemiz ama önce sen aç gözlerini"

"Ben gözlerimi şimdi açarsam annem üzülecek sen iyice sinirleneceksin."

"Aç gözlerini hemen "

Meryemce'nin gözlerinden elimle suyu sildiğimde karım gözlerini yavaşça açtığında gözlerinin yerine kıpkırmızı iki ateş vardı sanki. Gözleri biraz daha açık kalsa kanayacak gibi durduğu için kendime engel olamadan sertçe kapat diye bağırdım. Annemin sessizce ağlama sesini duyduğumda ona da sertçe çıkmasını söyledim. Annem başını sallayarak banyodan çıktı. Meryemcenin yüzünü severken annemin odadan da çıktığını kapı sesiyle anladım. Dudaklarımı alnına bastırdım. Elimle yanağını severek;

"Hadi karım, seni hastaneye götüreyim"

"Yok iyiyim ben merak etme. Biraz daha suyun altında tut beni"

Suyu tekrar açtığımda Meryemce sanki kaskatı kesiliyordu. Biraz daha zaman sonra karımı kucağıma sağlam alarak duşakabinden çıktım. Mermer oturma yerine oturttuğumda;

"Sen ılık duş al hasta olacaksın. Ben şimdi kalkıp giyinirim"

"Sen o gözlerini kapalı tut bekle"

Hızla karımı orada bırakıp odaya girdim. Dolabımızın içinden elime ne geldiyse alarak tekrar banyoya girdim. Meryemce sürekli yutkunuyordu. Yavaşça üzerinden ıslak çamaşırları çıkarıp kuruları giydirirken Meryemce derin derin nefesler alıp yutkunmaya devam ediyordu. Onu yavaşça elinden tutup odaya soktum. Yatağa oturduğunda tansiyonuna baktığımızda büyük yirmi, küçük on sekizdi. Meryemce kaç demeden yatağa uzandığında battaniyeyi üzerine örterken;

"Oğullarımızı Sare teyzeme ver, Minayı zaten annem alacaktır"

"Tansiyonun çok yüksek "

"Tamam bir şey olmaz"

"Beyin kanaması geçireceksin kalk gidiyoruz"

"Bir şey olmaz, sen git duşa gir"

Hızla banyoya girdim. Buz gibi su üzerimden akarken sakinleşmeye uğraşıyordum. Biraz sakinleşip suyun altından çıktıktan sonra havluyu belime sarıp odaya girdim. Meryemce sırtını banyo kapısına dönmüş uyuyordu. Onu rahatsız etmeden sessizce dolabın önüne geçtim. Üzerime bir şeyler giyinip sessizce odadan çıkacakken karımın sessiz sesi kulağıma doldu.

"Sana güvenmek benim kararımdı. Beni haklı çıkarmak ise senin seçimindi. O yüzden en güvenli limanım sensin Mustafa"

Hızlı adımlarla yatağa gidip yanına uzandım. Sıkıca sarılıp boynunu öptüğümde sessizce ağladığını fark ettim.

..................................................

HAZAR...

Mihriban annem odadan çıktığında hanımlar ona bakarken o gözündeki yaşı silip Leyla'mın yanına oturdu. Leyla'nın elini tutarken Reşat dayım ayağa kalktı. Başıyla bana yukarıyı gösterdiğinde başımı salladım. Beraber yukarıya çıkarken aklım Meryemcedeydi. İkimiz damın kenarındaki mermer korkulukların yanında Mardin'e bakarken Reşat dayı bir anda enseme vurup elini çekmeden ensemi sıkarak;

"Senin de haberin var mıydı Melihşah ile Ömür'ün arasındaki durumdan"

"Hangi durum Reşat ağa"

"Melihşah, Ömür'üme göz koymuş"

Hızla boynumu Reşat dayının elinden çekip, elimi sertçe mermere vurup;

"Ne göz koyması Reşat ağa. Seviyeli, edepli görüşmenin adı ne zamandır göz koymak oluyor"

"Hazar ağa"

"Ne Hazar ağası Reşat ağa. Melihşah gayet edebiyle saygısıyla Ömür'le görüşüyor. Zamanı geldiğinde önce ağasına sonra sana açılır konu. O zaman geldiğinde döver misiniz ? söver misiniz ? size kalmış ama ben teyzemin oğlunun arkasında dağ gibi duracağım. Vermemek gibi bir gaflete düşerseniz kaçırmaktan da hiç şüpheye düşmem"

Reşat ağa bir adım atarak elini omzuma koyup sıkarak;

"Sizin gibi adamların dayısı olmak bana her zaman gurur veriyor. Aferin sana gurur duydum seninle. Hadi avluya inelim"

Başımı salladığımda Reşat ağa önümden bir iki adım atmıştı ki adıyla seslendim. Tamamen bana döndüğünde;

"Sen çok sert bir ağasın Reşat ağa ama bende Mihriban'ın dayısıyım. Yekta buraya tamamen istemeye geldiğinde kemiklerini kırmamış kızımızı vermeyeceğim"

"O kadar kolay değil bence. Onun dedesi koskoca Reşat kahramanoğlu"

"Onun dedesi ağa, ben kendim koskoca Hancıoğlu aşiretinin ağasıyım. Alibeyoğlu aşiretinin ve senin de ağan olan Mustafa Hamza Alibeyoğlun kan kardeşiyim"

"O kadar şey saymana gerek yoktu Hazar. Senin arkanda aslan gibi hanım ağa var. Aynı tabaktan yemek yediğin dişi aslan"

"Bacıların hası Meryemce"

"Mustafa, Mert'i çiğ çiğ yer bence durdurun onu"

"Keşke nerede o günler"

Reşat ağa ile aşağıya indiğimizde kasırgaya dönmüş Mustafa odasından çıktı. Mirza babam başıyla Mihriban anneme kalkın dediğinde Mustafa çoktan Mert'in önüne gitti. Mert biraz dik bakınca Mustafa kayışından çoktan kopmuştu. Sağ eliyle okkalı bir tokat atıp;

"Karımdan uzak duracaksın. Mümkün oldukça adını bile söylemeyeceksin"

"Ablamı bizden ayırmana izin vermeyeceğim"

Mustafa sert yumruğunu Mert'in yüzüne geçirdiğinde Dağhan bağırarak; "Mustafa " dedi. Mustafa başını ona çevirdiğinde gözlerindeki azrail ufak bir kelime etmesini beklerken Dağhan onu bekletmemişti;

"Cahil işte okudu ama cahil. Biz büyüğü olarak ona "

"Ulan ben bile bu kadar kör değildim bacılarıma. Siz ikiniz onu yavaş yavaş öldürüyorsunuz ama ben izin vermem. Ben karımın sizin yüzünüzden erimesine müsaade etmeyeceğim. Adam bir, iki saat evvel karımı pezevenklere mecbur bıraktı farkında mısın? Senin bu it kardeşinin yaptığının benim nazarımda hükmü ölüm, ölüm. Dua edin içerideki kadına. "

Dağhan ağızını açmıştı ki Mert düştüğü yerden kalkıp;

"Sen bana hiç bir şey yapamazsın. Senin hükmün kardeşine geçer."

Mustafa kısa bir an gözlerini kapatıp açtıktan sonra Mert'i yakasından tutup avlunun köşesine çektiğinde filmi kopmuştu. Meryemce'nin yaptığı gibi sol eliyle yakasından tutup sağ eliyle üç yumruğu peş peşe çenesine geçirdi. Mert'in dudağından akan kanı gördüğümde bir adım atmıştım ki Mustafa Mert'in sağ elini tutup geriye doğru kıvırarak; "Bunun bir kere daha Meryemceye kalktığına şahit olursam bu elini yerinden koparırım" dedikten sonra kafa atmıştı. Mert yere düştüğünde burnunu tutarken yakasından tutup tekrar bir yumruk attığına Mert yere sert düştü. Dağhan bağırarak bir adım atmıştı ki Devran göğsünden tutarak;

"Ne bağırıyorsun. Meryemcenin kocası, senin yapmadığını yapıyor. Sen ayrı nazlıyorsun, Gülcan ayrı nazlıyor. Meryemcenin dermanı kalmadı. Az önce belki ölecek duruma geldi farkında mısın sen? Yeter, yok artık. Benim sizin üzeceğiniz bir bacım yok. Şimdi yerinde dur ve kardeşinin büyümesini izle Kemal Ateş'in oğlu"

Dağhan, Devran'ı itiyordu ki Ömer komutan gür sesiyle;

"Asker demem seni döverim. Mert iyice babasına benzemiş. İşte bu hep el bebek gül bebek büyümenin zararı. Hoş sen dağda büyüdün de ne olmuş "

Dağhan başını önüne eğmişti ki Mustafa bağırarak Boran'ı çağırdı. Boran soluksuz içeriye girdiğinde yerde dayaktan bayılan Mert'i göstererek;

"Bunu alın hastaneye götürün tedavi etsinler."

Boran yanına gelen Baran'ın adamıyla Mert'i sırtlayıp avludan çıkarken Gülcan hızla yerinden kalkıp;

"Mustafa hali kalmadı Mert'in. Birde öldürseydin. O ablasını kıskandı sadece"

Mustafa elinin üzerindeki kanı umursamadan sedire oturmuştu ki Nisa merdivenlerden inerek;

"Ablamın da hali kalmadı. Sizinle kocası arasında kalmaktan yoruldu. Sen ne kadar körsün Gülcan yenge, görmüyorsun dostum kız kardeşim dediğin kadının halini. Ablamın her geçen gün zayıfladığını ama sende haklısın sen hiç bir zaman gerçekten değer verip bakmamışsın ki onu da anlayasın. Sen kocanla mutlu mesut yaşarken, aşk, sevgi, mutluluk ama ablam yaşarken değiştin oldu. Asıl değişen yok gerçek yüzünü gösterenler var. "

Nisa geldiği gibi sessizce merdivenleri çıkıp gözden kaybolduğunda Mustafa Dağhan'a bakıp;

"Sana karımın abisisin diye hep saygı duydum ama bu son, gerçekten son. Dağhan abi ol gerçekten kardeşini düzelt yoksa ben gerçekten size enişte olup Meryemcenin nefesine bile hasret bırakırım."

"Meryemce bizsiz hayatta yapamaz."

Hepimiz Dağhan'daki öz güvene bakarken avluya ne ara girdiğini fark etmediğim Eren yanımıza kadar gelip;

"Dağhan bey unutmayın ki bu hayatı tek başına öğrenmiş birini kimse yokluğuyla korkutamaz, bu ailesi bile olsa. Söz konusu hanım efendiyse ama neyse bana düşmez. Mustafa ağam benim bir iki saatlik işim var müsaadenizle haber vermek için gelmiştim"

"Tamam Eren gidebilirsin"

Eren çıkarken merdivenlerden ağlayarak inen Mina ile şok olduk. Mustafa ellerini nasıl saklayacağını kısa bir şaşırsa da Leyla çoktan Mina'yı kucağına aldı. Mina yüzünü Leyla'nın saçlarına gizleyerek;

"Ben sizinle gelebilir miyim Leyloş"

"Tabi gelebilirsin "

"Beni bırakma ama "

Sultan ablanın getirdiği havluya elini silen Mustafa kızını Leyla'nın kucağından alıp sedire oturduğunda Mina kaşları çatık;

"Beni neden Leyloşumdan aldın baba"

"Sen ağlıyorsun diye"

"Ben ağlarım tabi "

"Ama neden "

"Annem Leyloşa sarıl dedi rüyamda. "

"Neden sarıl dedi peki"

"Bilmem annemin kaşları çatık, sen Leyloşa sarılacaksın dedi. Annem nerede baba"

"Odada kızım yorgundu uyumak istedi"

"O zaman ben gidip anneme bakayım mı?"

Mustafa başını salladığında Mina yavaşça kucağından inip annesinin yanına gitti. Mustafa gür sesiyle;

"Hazar kızım ve oğullarımı bu gece cici babaanneleri Sare ile yuvanda konuk eder misin"

"Konuk ne demek. Ben ailemin en güzel fertlerini alıp gidiyorum hemen"

Sare teyzem başını tebessümle sallarken Baran'a ve Bedirhan'a dönerek;

"Hadi sizde gelin hep birlikte gidelim"

Onlarda başını salladığında Mihriban annem Mina'nın ilaçlarını Leyla'ya verdi. Meriç Leyla'dan ilaçları alıp kapıya giderken benimle gelecek olanlar hazırlanmıştı. Mustafa herkes rahatlasın diye gönderiyordu ve bende kardeşime destek olacaktım. Mina yanımıza geldiğinde biraz yüzü asıktı. Hepimizin göz bebeğini kucağıma aldığımda başını hemen omzuma koydu. Mustafa kızının saçlarını severken Mina sessizce benim ve babasının duyacağı bir ses tonuyla;

"Ben dayımı dövdüğünü gördüm baba ama annemi yalnız bırakma baba olur mu? ben sen onunla rahat ilgilen diye gidiyorum "

"Mina"

"Sen bizim çınar ağacımızsın unuttun mu yoksa babacığım"

Mustafa ile göz göze geldiğimizde gözlerinde gördüğüm gururla benim bile gözlerim dolmuştu. Leyla yanımda beraber konaktan çıktığımızda Meriç minibüsün kapısını bizim için açtı. Beraber bindiğimizde Sare teyzem kucağında Mirza Asaf ile karşımıza oturdu. Başımı çevirdiğimde Boran kucağındaki Ömer Hamza'yı bana uzattı. Hafif kalkarak minik Mustafa'yı alıp kucağıma yatırdım. Hep birlikte yola çıktığımızda Meriç konakla görüşüyordu. Yavaş yavaş konağa giderken Mina yanağımı öpüp;

"Siz iyi ki varsınız aşkım amcam"

"Sizde, annen de sende iyi ki varsın prensesim"

............................................

MİRZA....

Hazarlar konaktan ayrıldıktan sonra sanki herkes hızla odalarına çekilmişti. Mihriban'ım avluyu gören camın önüne oturup Mustafaların odasına bakıyordu. Başındaki beyaz yazmasını çıkarıp beyazlamış saçlarının üzerine dudaklarımı bastırıp saçlarının güzel kokusunu içime çekerek biraz öyle durdum. Elini omzunda duran elimin üzerine koyup;

"Fark ettin mi Mirza, gelinimiz nasıl sarsıldı"

"Fark ettim Mihrim fark ettim."

"Mert ve Gülcan ne kadar da bencillermiş değil mi?"

"Evet karım. "

"Mirza neden kesik kesik konuşuyorsun "

"Çünkü Meryemcenin gözlerinde ben başka bir şey daha gördüm. Ben o bakışı onda beş yaşındayken de gördüm. Yalnızlık. O gözlerindeki yalnızlık canımı çok yaktı karım. Hadi yatalım karım kalk"

Mihrim başını hayır manasında salladığında onu yalnız bırakmak için yanından ayrıldım. Banyoya geçip güzel bir abdest alıp odaya tekrar döndüm. Mihrim sessizce gelinimize ağlarken dokunmadım bile. Yatağa uzandığımda sağ tarafıma dönerek dualarımı sıralarken odamızın ışığı söndü. Kulağıma önce banyonun açılan kapısının sesi peşine de gelen su sesiyle abdest aldığın anlamıştım. Dualarımı ederken banyonun kapısı kapandı. Gözlerimi kapatmıştım ki belime dolanan elle arkamı döndüm. Mihriban'ımı kollarımın arasına aldığımda hıçkırıkları sıklaşmıştı. Sırtını sıvazlarken rahat rahat ağlamasına izin verdim.
Biraz zaman geçmişti ki Mihriban'ım uyuduğunda beni de uyku bekletmedi.

...............................

Bir an gözlerimi ağızımdaki tatsızlıkla açtığımda garip bir sıkıntı vardı içimde. İstiğfar çekerek yatakta oturduğumda baş ucumdaki saate baktım. Sabaha karşı dördü gösteriyordu. Yavaşça yataktan kalktım. Odamızda bu gece su olmadığını gördüğüm için biraz sıkılsam da üzerime hırkamı giyinerek odadan çıktım. Merdivenlere doğru yürürken saniyelik başımı kaldırdığımda konağın en tepesinde kimsenin çıkmadığı minik avluda oturan Meryemceyi gördüm. Aşağıya inmek yerine kızımın yanına çıkmaya karar verdim. Merdivenleri çıkıp yavaşça kızımın yanına oturdum. Meryemce'm başını omzuma yasladığında sağ kolumla sardım onu. Meryemce derin nefes alarak;

"Biliyor musun baba ilk defa bu kocaman konağa sığamadım. Ben Talha'mdan sonra sığınağım saydığım bu konağa sığamadım. Kemal ateş beni hiç ama hiç sevmedi. Ben onun yüzünden nelerle uğraştım. Bana o adam bıraktı o kadar malı ve bir dünya borcu baba. Mert yüzünden kaç defa o kafes dövüşlerini katıldım. Kemal bey beni oraya ilk götürdüğünde on altı yaşındaydım. On altı yaşındaki kızın yapacağı işler değildi baba ama ben orada on altı yaşımda ilk dövüşümü yaptım. Öldüğünde iki vasiyeti vardı. İlk vasiyette oğullarına mal varlığını bana bıraktığını yazarken ikinci vasiyette sadece bana yazılmıştı. Dağ gibi borçlarını öderken, en saçma şartlarla öderken kimseye bir şey yansıtmadım. Mert biraz daha rahat etsin diye uğraşırken kaç gece kırık, çatlak kaburgayla geldim eve. O askerdeyken söz olmasın diye Trabzon da kalıyordum sanıyordu ama ben orada babamın borçlarını ödemek için nelerle uğraşıyordum. Kimsenin ruhu duymuyordu baba. Bana her zaman demir lady, ateş hanım, ruhsuz, taş kalpli dediler ama kimse bana sormadı ki sen nasıl böyle oldun. Dağhan benim işlerim var, Mert abla sen halledersin, Gülcan aslansın Meryemce ama ben. Şimdi de gelmiş bana sen hırsızsın diyor. Ben bunları zerre hak etmedim. "

Meryemceyi sıkıca iyice sarıp göğsüme bastırırken devasa kızım kucağımda sanki ufacık kalmıştı. Yaprak gibi titrerken elimi başına koyup;

"Seni ailen çok seviyor. Sen ailenin ablası, meleği, yengesi hepimiz için çok ama çok kıymetlisin. Bu ailede seni herkes çıkarsız seviyor. Hele Hazar, Baran ve Bedirhan senin için neler yapacak adamlar. Seni tanımayan insanlar için üzülmeye değer mi benim güzel dostum. Seni kimse sevmesin annem ve ben seni nefes gibi seviyor ve sana güveniyoruz."

Meryemce'nin başına dudaklarımı bastırıp öylece gözlerimi kapadım. Biraz zaman sonra Meryemcenin uyuduğunu anladığımda gözlerimi açıp başımı kaldırdım. Karşımda zifiri karanlığı izleyen Mustafa ile bir an irkildim. Mustafa başını bana çevirdiğinde gözlerinden korkmuştum. Eliyle burnunu sıktıktan sonra derin nefes alıp;

"Uyudu mu?"

"Uyudu"

"Uyur tabi ki ben geldim, kokumu aldı. "

"Nasıl yani"

"Ben de Keremden duydum. Benim kokumu alınca derin uyuyormuş. Ben siz odalarınıza dağıldığınızda sinirimi atmak için kendimi spor odasına attım. İki saate yakın orada kalmışım. Odaya geri döndüğüm de odada yoktu. Deli gibi kaç saattir sessizce koca konakta onu arıyorum. Senin buraya çıktığını görünce peşine geldim. Onun başını omzunda görünce gönül rahatlığıyla odama geçtim. Sizi yalnız bırakmak istedim."

"Mustafa karın çok zorlanıyor, üzerine gitme sakın. İki it bir gece de belini büktüler"

"Ben onların belini bir bükeceğim hiç doğrulamayacaklar"

"Sakın Meryemceye bırak. Ondaki yürek öyle büyük ki. Şimdi sen bir şey yaparsan bir anda korumaya geçmek isteyecek. "

"Ah baba ah"

Mustafa başını tekrar karanlığa çevirdiğinde Civan ağamı gördüm bir an sanki. Bir çocuk bu kadar dayısına, dedesine benzeyemez. Burnumdan derin nefes almıştım ki ezan okunmaya başladığında;

"Oğlum al karını odanıza gidin. Yeni gün bize güzellikler getirsin diye dua edelim"

"Amin baba amin"

Mustafa zorlanmadan karısını kucağına aldığında kenara çekildim. Mustafa kucağında Meryemce ile merdivenleri inerken bende peşinden iniyordum. Orta kattaki avluya gelmiştik ki odasından çıkan Devran bizi fark edince koşarak yanımıza geldi. Meryemce'nin yüzüne kısa bir an baktıktan sonra;

"Damda mı uyumuş Mirza baba"

"Yok oğlum biz sohbet ederken uyudu."

"Anladım"

Mustafa yanımızdan ayrıldığında Devran ile beraber mutfağa gidip su alıp tekrar odalara dönmüştük.

.................................................................

MUSTAFA HAMZA...

Odamıza girdiğimizde Meryemceyi yatağa bırakmıştım ki bir anda gözlerini açtı. Göz göze bakarken Meryemce elini yanağıma koyarak;

"Ezan mı okundu"

"Evet karım"

"Beni nereye götürecektin ki"

"Nasıl yani"

"Kucağına alacak gibisin"

"Meryemce seni damdan alıp buraya getirdim. Babamla sohbet ediyordun öylece uyumuşsun"

Meryemce birden kaşlarını çatarak yüzüme bakarak;

"Babamla mı konuştum. Ne zaman Mustafa"

"Meryemce yarım saat evvel babamla damdaydın"

"Hayır değildim. Ben en son konakta seni arıyordum. Ben bu odaya ne zaman geldim"

Meryemce'nin yüzünü avuçlarımın içine alıp gözlerine sakince bakarak;

"Ben spor odasındaydım. Sen, Meryemce gece olanları hatırlıyor musun"

Meryemce kısa bir an gözlerini kapatıp açtığında gözlerine oturan sinir ve hüzün canımı sıkıp sinirlendirirken Meryemce başını hafif yan yatırıp;

"Hatırlıyorum sadece kısa bir an gitmiş galiba"

"Meryemce'm iyisin dimi"

"İyiyim normal bir anda kafamın boşalması. Babamla neler konuştuğumu bile hatırlıyorum inan bana. O uyku olmasaydı şuan gerçekten her şeyi yine unutmuş olabilirdim. Ben sen odaya gelmeyince çıktım odadan. Bütün konağı gezdim. Spor odasından sesin gelince rahatsız etmek istemedim. Dama çıktığımda biraz öyle oturuyordum ki babam geldi. Ona içimi döktüm. Senin merdivenleri çıktığını hissettiğimde yavaşça burnuma dolan kokunla kendimi uykuya bıraktım. Sen o dama gelerek karına ne büyük iyilik yaptın yine"

"Hadi kalk namaz kılalım"

"Tamam"

Meryemce banyoya girdiğinde yatakta oturdum. Düşünürken Meryemce'm banyodan çıktı. Islak elleriyle yanağımı sevdiğinde bileklerini tuttum. Gözlerime bakınca ayağa kalkıp, alnına dudaklarımı bastırıp koklayarak öptüm. Kokusuyla sakinleşirken derin aldığı nefesle ondan ayrıldım. Banyoya girip abdest alarak odaya geri döndüğümde güzelim beni bekliyordu. Beraber namazımızı kılıp dua etmiştik.

Yerden kalktığımızda Meryemce üzerindekileri çıkarıp kendini yatağa bıraktığında yalnız bırakmadım. Yanına uzanıp bedenini göğsüme çektim. Gül güzelimin yanağını, saçlarını severken elini sağ göğsüme koyup sesi titreyerek;

"Yapma sevme beni. Bu sefer bana iyi davranma. Bana sinirlen, sen suçlusun, senin yüzünden böyle pişkin olmuş bu it de ama ne olur sevme beni. Hatalarımı yüzüme vur. Dağhan senin yüzünden böyle rahat hiç yüzünü göstermemişsin de ama ne olur kırılacak eşyaymışım gibi davranma bana "

"Meryemce uyu"

"Mustafa"

"Uyu dedim Meryemce"

"Ben suçluyum, ben yaptım. Bu böyle olmaya-"

"Sesini kes ve uyu hemen. Hala saçmalamaya devam edersen ağlamana birde iki cenaze eklenecek"

Meryemce başını salladığında sıkıca sardım. Kısa zaman sonra Meryemce uyumuştu. Derin derin kokusunu içime çekerken uyumamak için direniyordum.

........................................................

Gözlerimi açtığımda yatakta tektim. Hızla yataktan kalktığımda banyonun kapısı açıktı. Hemen adımlarımı kütüphaneye attığımda karım orada berjerine yan oturmuş dirseği koltuğun kolunda avluyu izliyordu. Ağır adımlarla yanına gidip başının üzerine dudaklarımı bastırdığımda;

"Günaydın kocam"

"Günaydın karım beni yatakta neden tek bıraktın"

"Güzel uyuyordun"

Berjerime otururken karım yüzümü izliyordu. Ona doğru dönüp bacak bacak üzerine attığımda;

"Nasılsın karım"

"İyiyim çok iyiyim. Hatta bir kaç saat sonra daha iyi olacağım"

"Tansiyonuna baktın mı?"

"Bakmadım hala yüksek farkındayım onun için bakmadım. "

"Hastaneye gidelim"

"Yok, gerek yok. Yavaş yavaş iniyor emin ol o kadar yüksek değil. Bu arada Mert'i iyi benzetmişsin"

"Hafif okşadım. Senin dün ki halinden sonra yaşadığına dua etsin"

"İyi yaptın canım"

"Sen gerçekten iyisin dimi? sürekli neden yutkunuyorsun "

"İyiyim bir şeyim yok. O kadar yüksek tansiyon yine beni zorluyor. Bir de ilk defa böyle bir duygu hissettim. Canım acıdı, kalbimde kocaman bir boşluk açtılar. Zoruma gidiyor Mustafa, kardeşim bana hırsız dedi"

"Meryemce"

"Ben neler, neler yaptım oysa "

" Babandan sonra gerçekten kafes dövüşü yaptın mı?"

"Yaptım. Kemal bey zamanında o Sedat denen ite büyük borçlanmıştı. Bu itte paranın karşılanmasını ya kızın dövüşle yada evlerimde neyse kocam hadi acıktım ben"

"O zifiri karanlık kuyudaki suyu çok pis, iğrenç değil mi?. Katran karası zehir hem de"

"Hem de ne zehir kocam, içten yavaş yavaş beni zehirleyen yiyip bitiren zehir"

"Hadi kalk üzerimizi giyinip çıkalım."

Meryemce ile üzerimizi giyinip avluya çıktığımızda Sultan abla; " Hemen size kahve yapıp geliyorum" diyerek gitmişti. Meryemce ile yan yana sedire oturduğumuzda boş boş etrafa bakarken bakışlarından korkuyordum. Sultan abla önümüze kahvelerimizi koyduğunda Meryemce ilk defa içmeyeceğini söyledi. Ağızımı açmıştım ki konağın kapısı açıldı. Mina koşarak avluya girdiğinde Meryemce içten gülerek;

"Günaydın yaralı kuş"

"Günaydın anneşim"

"Anneşim mi"

"Evet seni çok seviyorum annem. Papatya gülüşlüm, gül kokulu annem"

Meryemce kızımızı kucağına aldığında Mina kendine engel olamayarak bir anda sol kolunu Meryemcenin boynuna sert koyunca Meryemce belli etmese de canı yanmıştı. Mina annesine sarılırken Meryemce kızımızın saçını seviyordu. Bakışlarımı kapıya tekrar çevirdiğimde Sare Teyzem kucağında Ömer'le, Leyla da kucağında Mirza ile avluya girdi. Leyla yanımıza oturduğunda Meryemce Mirza Asaf'ın yanağını parmağıyla severken teyzem Ömer Hamza'yı kucağıma bıraktı. Ömer'in başını göğsüme yatırdığımda bir an herkesin sustuğunu fark etmiştim. Kimseye bakmadan oğlumun başına dudaklarımı bastırdım. Aslan parçamın huzurlu nefesiyle kendime gelirken herkes yavaş yavaş avluya iniyordu. Masaya geçecekken avluya inen Dağhan ile Meryemcenin hafif yüz şekli değişse de belli etmemişti. Biraz zaman sonra peşine avluya inen Mert'le karım iyice gerilmişti. Masaya geçmek için ayağa kalkmıştık ki Eren'in hızla avluya girmesiyle hepimiz ona baktık. Eren'in ten rengi bembeyaz; "Şahin yani Çınar bey" demesiyle Meryemce Mina'yı sedire bırakıp;

"Ne oldu ona, Eren tırnağına zarar geldiyse gebertirim sizi"

"O, o gel-"

Eren'in cümlesi avluya giren dev adamla kesildi. Meryemce'nin bir anda yüz şekli farklı oldu. Meryemce adama doğru yürürken omuzları hafif düşerken, adamın yüzü Meryemcenin her adımında sertleşiyordu. Tam karşı karşıya geldiklerinde adam bir anda Meryemcenin bileğini sağ eliyle tuttu. Meryemce adamın yüzüne bakarken adam sol kolunu kaldırıp bileğindeki saate bakarak biraz durduktan sonra;

"Nabzın çok yüksek"

"İyiyim, Eren bir anda bembeyaz ten rengiyle Çınar bey deyince korktum"

"Meryemce"

"İyiyim gerçekten gel oturalım"

Meryemce adamla yanımıza doğru yürürken adamın eli hala karımın bileğindeydi. Masanın yanına geldiklerinde;

"Nabzımı saymayı bırak iyiyim. Sen otur ben sana kahveni getireyim"

"Filtre istiyorum var mı?"

"Var ama önce bileğimi bırak"

"Tamam"

Meryemce yanımızdan ayrıldığında ayağa kalkarak Çınar beye elimi uzattım. El sıkışırken gözlerime bakarak ;

"Nasılsınız Mustafa Hamza bey"

"Elhamdülillah Çınar bey. Hoş geldiniz, siz nasılsınız"

"Hoş buldum, iyiyim."

"Buyurun oturalım"

Çınar bey sol tarafıma oturduğunda herkes ona bakarken, merdivenleri inen gençlerin dördünden çıkan "Yok artık" sesiyle onlara dönmüştük. Emrah biraz hızlı gelerek Çınar beyin omzuna elini koyup;

"Çınar dayı hoş geldin"

"Hoş bulduk kanlı deli Emrah"

Gül ve Yılmaz da aynı saygıyla selamlaşarak yerine geçerken Sinan önce başıyla bana günaydın dedikten sonra Çınar beye dönerek;

"Çınar abi hoş geldin"

Çınar bey oturduğu yerde biraz daha Sinan'a dönerek;

"Hoş bulduk dostum"

"Seni iyi gördüm abi "

"İyiyim, bende seni, sizi iyi gördüm. Diğer meleklerin yok mu?"

"Onlar bizimle kalmıyor ama bu akşam geleceklerine emin olabilirsin"

Çınar bey başını sallarken Meryemce önüne büyük kahve bardağını bırakmıştı. Meryemce bir adım atmıştı ki Çınar bey hafif öksürdüğünde Mina gülerek; "Ben bakarım annesi sen otur" dedi. Meryemce tebessümle yanıma oturduğunda Mina önümüzdeki çay kaşığını eline alıp;

"Babacığım hadi afiyet olsun de"

Mina'nın başını öptükten sonra afiyet olsun dediğimde elindeki kaşıkla Çınar beyin kahvesinden bir kaşık alıp içmişti. Çınar bey Mina'nın yanağını severek kahvesinden bir yudum aldığında Meryemceye dönerek;

"Bana masadakileri tanıt"

"Tabi ki. Babam Mirza ve amcamız Ahmet dayımız Reşat ve dayım Ömer, zaten sen dayımı tanıyorsun. Annem Mihriban, yengemiz Ayşe, teyzemiz Sare "

"Şu iki hanımefendi kim sana farklı bakıyor"

"Onlar sağ taraftaki Selvi Emrah ve Gül'ün annesi, sol taraftaki Sinan ve Yılmaz'ın annesi Kader, yanlarında oturan Kader'in kocası Kadir ve Selvi'nin kocası Serdar."

"Bedirhan beyin yanındaki senin teyzenin kızı Başak, Baran beyin yanındaki Zümrüt hanım efendi"

"Evet"

"Leyla'yı sormuyorum bile"

"Sen zaten tanıyorsun neden bana tanıt diyorsun"

"Çünkü aileni nasıl sevdiğine bakmak istedim. Peki şu minik adam kim düşüp kalkıp gezen"

"O Baran abimin oğlu Hattab"

"Kara yağız bir çocuk, adını senin koyduğuna bahse girerim"

"Ben koydum tabi ki"

"Tek isimle kalmadın yine dimi"

"Evet ilk ismi Esved"

Biz konuşan ikiliyi izlerken herkes yavaş yavaş kahvaltısını ediyordu.
Biraz zaman sonra hiç bir şey yemeden Mina'nın karnını doyuran karıma biraz eğilip;

"Neden bir şey yemiyorsun. Sürekli yutkunuyorsun ama yemiyorsun"

"Midem yani sen ye ben doyuyorum. Zaten inan kimse huzursuz olmasın diye odadan çıktım"

"Hani acıkmıştın"

Meryemce başını yan yatırıp bana bakınca elimi bacağına koyup sıktım. Başımı kaldırmıştım ki Çınar bey;

"Sen neden kahvaltı etmiyorsun"

"İyiyim"

"Meryem"

"Gerçekten iyiyim"

"Ne zamandan beri yemek yemiyorsun"

"Dün sabah kahvaltı ettim daha yemedim. Hoş onu da yedim mi şüpheli"

Çınar bey hızla ayağa kalktığında ne olduğunu anlamadık. Meryemcenin yanına geldiğinde karımın bileğinden tutup ayağa kaldırdı. Hepimiz ona bakarken elini Meryemcenin midesine koyduğunda gıcık tutmuş gibi öksürürken Çınar bey gür sesiyle Eren'i çağırdı. Eren içeriye soluksuz girdiğinde;

"Hemen bana kova getir"

Eren bir şey demeden mutfağa koşarken Çınar bey Meryemceye bakarak kaşlarını çatmıştı. Gözleri Meryemce de; "Mina sen doğru mutfağa gidiyorsun hemen" dedi. Mina kucağımdan yavaşça inerek biraz hızlı mutfağa giderken Eren elinde kocaman kovayla geldi. Çınar bey Meryemcenin bileğinden çekerek kovanın başına getirdiğinde Meryemce sessizce; "Sakın yapma" dediğinde Çınar bey Meryemce'nin ensesini sol eliyle tutup sağ eliyle midesine baskı uyguladığında Meryemce gözümüzün önünde kovaya doğru iki büklüm eğildi. Hazar ile aynı anda ayağa kalkmıştım. Karımı adamın elinden alacakken Meryemce pelte şekilde kan kusuyordu. Gördüğüm manzarayla başımı masanın kenarında oturan üçlüye çevirdiğimde Dağhan hızla ayağa kalkıp Meryemcelere doğru bir iki adım atıp; "Ona ne yapıyorsun sen " dediğinde biz daha ne olduğunu anlayamadan Çınar bey Dağhan'ın çenesine sağ yumruğunu indirdi. Dağhan bir kaç adım geriye gittiğinde;

"Ona mı? ulan daha gelmiş kardeşime diyemiyorsun, birde bana hesap mı soruyorsun. Sen de haklısın ne zaman arkasında durdun ki kardeşim diyesin. Uzak dur Meryem, Meryemce den Dağhan Selim Ateş. "

Dağhan hırsla bir adım atıyordu ki ayağa kalktım. Benim kalkmamla Dağhan yerinde kalırken ona bakmadan karımın yanına geçtim. Çınar'ın sol elini ensesinden çekip onu eğildiği yerden kaldırdığımda yüzündeki tek renk dudaklarındaki kandı. Elimle dudağını silip bembeyaz teniyle bana bakarken; "Şu kovayı kaldırın, hemen " dediğimde Gülendam kovayı alıp uzaklaştı. Meryemceyi sandalyesine oturttuğumda başını karnıma yasladığında elimi yanağına koydum. Meryemce kusmanın verdiği halsizlikle öylece dururken Çınar'a dönerek;

"Meryemce hanıma ne oldu da kan kustu"

"Dün gece burnundan akacak olan kan geniz akıntısı gibi içine aktı. Midesinde biriken kan onu zehirleyecekti."

Meryemce yavaşça başını kaldırdığında başımı ona çevirdiğimde ıslak gözlerle bana bakıyordu. Ağızımı açıyordum ki Meryemce yerinden hızla kalktı. Bizim odamıza doğru giderken Leyla da peşinden gitti. Arkasından gidecekken Çınar sessizce;

"Kusmaya devam edecek bir şey yok. Rahatlayarak gelecek merak etme Alibeyoğlu"

.............................

Kahvaltı masası kalktığında masa da çaylarımızı içerken Leyla yanımıza gelip; "Meryemce biraz uzanmak istedi ama iyi merak etmeyin" dediğinde Çınar bey başını salladı. Ağızımı açıyordum ki Mina mutfak ve avluyu ayıran kemerin oradan;

"Devim artık gelebilir miyim ben"

"Tabi ki gelebilirsin"

Mina yavaşça yanımıza geldiğinde kucağıma çıkmak istedi. Kucağıma oturduğunda ayaklarındaki spor ayakkabısını çıkarıp beyaz çoraplı ayaklarını Çınar'ın bacağının üzerine uzattığında indirmek için elimi uzatıyordum ki Çınar bey ayaklarının altına parmaklarıyla masaj yapmaya başladı. Mina iyice göğsüme yaslanarak;

"Devim biliyor musun? benim bir sürü baba yarım var"

"Nasıl yani"

"Hani diyorlar ya amca baba yarısı diye işte öyle"

"Senin adına çok sevindim, peki ben sana bir şey sorabilir miyim"

"Tabi ki canımcım"

Çınar bey ağızını açmıştı ki Meryemce yavaşça yanıma oturdu. Elini bacağıma koyarak;

"Çınar sen ne zaman döneceksin. Bir saat sonra Ersin Kalkan ile Adil Aral burada olacak."

"Dönmeyeceğim buradayım. Sıkıntı değil gelsin Ersin"

Meryemce başını salladıktan sonra bakışlarını yan yana oturan Dağhan ve Mert'e çevirip;

"Şu vasiyeti yeniden dinlesin Mert. Bir saat sonra babamızın avukatı burada olacak"

"Neden şimdi Meryemce"

"Neden mi Dağhan? Gerçekten dün geceden sonra bunu bana sorabiliyor musun"

"Allah'ını seversen saçmalama. Mert saçmaladı, Mustafa da eniştesi olarak dersini verdi. Şimdi eski kağıtları nasıl bulacak o adam "

Meryemcenin bacağımdaki eli yumruk olunca elini sıkıca tuttum. Bakışlarımı Meryemceye çevirdiğimde derin nefesler aldığını anladım. Gözlerine baktığımda inanılmaz şekilde soğuk bakıyordu. Bir şey diyecekken annemin kucağında ağlayan Ömer'le yerinden kalktı. Çınar beyin arkasından geçerek annemin kucağından oğlumuzu alıp göğsüne yatırdı. Bir adımla Sare teyzemin yanına gitti. Mirza'nın başını sevdikten sonra;

"Sultan abla çocukların biberonlarını hazırlar mısın"

"Hemen karadenizim"

Sultan abla avludan ayrıldığında Çınar bey ayağa kalktı. Mina'nın başını sevdikten sonra Meryemce'nin kucağındaki Ömer'i alırken;

"Sen mamaya neden döndün. Neden minik adamlara süt vermiyorsun"

Meryemce teyzemin kucağından Mirza Asaf'ı alırken saniyelik duraksadıktan sonra Mirza'yı kucağına yatırıp Çınar beye dönerek;

"Şey Çınar ben süt veremiyorum artık"

"Neden? düşük yüzünden mi"

Avluda bir anda hanımlardan "Ne" diye uğultu olunca Meryemce gözlerini kocaman açarak;

"Çınar neden yapıyorsun"

"Kimse neden bilmiyor senin bebeğini düşürdüğünü."

Mina birden başını göğsümden kaldırıp;

"Annem hangi kardeşimi düşürdü ki devim, hepsine Sare babaanneteyzem bakıyor. "

Avludakiler gülerken Çınar kucağında Ömer'le sandalyesine oturduğunda Meryemce kaşları çatık yanıma oturdu. Dik şekilde Çınar beye bakarken Avşin elini karnına koyarak;

"Sen o sabah onun için hastaneye gittin dimi? neden bize, bana söylemedin. Biz kardeş değil miydik"

"Avşin üzülün istemedim ki"

"Meryemce beraber üzüleceğiz, beraber sevineceğiz. Biz aileyiz, böyle şeyleri içinde tutamazsın"

Meryemce başını önüne eğmişti ki Kader ve Selvi aynı anda ayağa kalkıp gözleriyle benden izin istediklerinde başımı salladım. Meryemcenin yanına geldiler. Kader kucağındaki bebeğini Hazar'a bırakıp ikisi birden karımın boynuna sarıldılar. Meryemce önce Kader'in sonra Selvi'nin yanağını öptükten sonra gerçek tebessümle; "İyiyim merak etmeyin" dediğinde Kader yanağını öpüp kulağına bir şey derken Gülcan'ın sessizce; "Allaha şükür, isabet olmuş düşmesi" demesiyle bana fırsat kalmadan Dağhan gür ve sinirli ses tonuyla; "Ne saçmalıyorsun Gülcan. Meryemce bebek düşürmüş, evladını düşürmüş" dediğinde Gülcan başını eğmişti ki Çınar bey alay eder gibi yan bir gülüşle;

"Dağhan Selim karının yüzünü yeni mi fark ediyorsun. İşte bazıları neyse Meryemce Mina'da olduğu gibi beş tane iğne getirttireyim mi süt için "

"Yok Çınar. Teşekkür ederim bütün sakladıklarımı ortaya rahatlıkla döktüğün için"

Çınar başını salladığında Boran hafif öksürüp;

"Ağam kapıda iki tane beyefendi var. Hanım ağamız çağırmış"

"Al içeriye Boran"

Boran başını sallayarak avludan çıkarken Mert elini çenesine koyarak;

"Abla bir şey sorabilir miyim"

"Sor"

"Mina da olduğu gibi derken"

"Mina'ya süt verdim ben. Mina benim süt kızım yani benim öz kızım."

"Ama sen"

"İşte şu gözündeki geçen şüphe yüzünden belli başlı kişiler biliyor bu gerçeği"

"Peki Mustafa ağa biliyor mu"

"Evet ilk evlendiğimiz zaman söyledim. Annem ve babamda biliyor"

Mert başını salladığında avluya giren iki adamla hepimiz sedire geçmek için ayağa kalktık. Biz sedire geçerken Meryemce benim yerime oturmadan kucağındaki Mirza'yı tekrar teyzeme verdi. Teyzem oğlumla kenara çekilirken Meryemce arkasını dönerek gelen adamlara eliyle yer gösterdi. Yaşlı olan tam Dağhan'ın karşısına oturduğunda orta yaşlı adam az önce Meryemce'nin oturduğu yere oturdu. Meryemce ellerini masanın üzerinde birleştirip;

"Dağhan ve Mert bu gün artık her şeyi bitiriyorum. Omzumdaki yüklerimden kurtuluyorum"

İkisi başını sallarken Kemal beyin avukatı eskimiş bir dosyayı masaya bırakıp Meryemceye baktığında;

" O zaman olduğu gibi keyifle okuyabilirsin o vasiyeti Ersin Kalkan"

"Peki Demir Ateş"

Adam resmen keyifle eski dosyadan dörde katlı sararmış kağıdı çıkarıp açtı. Boğazını temizledikten sonra ;

"Canım oğullarım Dağhan'ım ve Mert'im. Siz bu vasiyeti Ersin'in ağızından dinliyorsanız ben sizin yanınızda değilim demek ki.

Öncelikle sizi çok sevdiğimi bilmenizi istiyorum.

Bu vasiyet sadece sizin ikiniz için. Sizin hiç bir sıkıntıyla uğraşmanızı istemediğim için.

Güzel evlatlarım; mal varlığımın tamamı, gizli kurduğum lojistik ve mimarlık şirketlerim bütün borçları ile Meryemce Ateş'e bırakıyorum.

Sizin güzel bir hayat yaşamanız için İstanbul'daki üç katlı evimi aslan parçam Dağhan Selim'ime, Ankara'daki geniş dairemi göz bebeğim Mert'ime bırakıyorum.

Meryemce Ateş, sana ayrı yazdığım dört sayfalık vasiyeti zaten dinleyeceksin.

Sana bıraktığım hiç bir şeyi ama hiç bir şey oğullarıma devretmeyeceksin. Hani olmaz ya evlenirsen kocan olacak adama bile bırakmayacaksın.

Ömrün oldukça onların maddi olarak her şeyini kayıtsız şartsız kabul edecek ve karşılayacaksın.

Batmakta olan şirketlerin borçlarını diğer vasiyette yazıldığı şekilde ödeyeceksin. Aksi taktirde sana özel yazılan vasiyettekiler geçerli olacak. Sadece Sedat kök'e olan borcum o nasıl isterse, çalıştırdığı mekanlarda çalışarak ödeyeceksin.

Canım oğullarım, sizi her zaman seven ve düşünen babanız Kemal ateş...""

Hepimiz şok olmuş şekilde vasiyeti dinlerken Mert gözlerini Meryemceye dikmiş bakıyordu. Adam vasiyeti dosyaya koyarken Meryemce elini sertçe masaya vurup;

"Mert ben mi geçirdim şirketleri üzerime"

"Abla ben bilmiyordum"

"Çünkü zahmet edip gelmedin o gün vasiyeti dinlemeye "

"Abla"

"Kes artık sesini"

"Kes sesini mi? Ersin abi, ablama bırakılan özel vasiyetleri de dinlemek istiyorum. "

"Mert sakın"

"Ne sakın abla. Babam sana özel ne söylemiş olabilir ki. Ben o dört sayfalık vasiyeti de dinleyeceğim"

"Mert dedim"

Mert masaya sertçe vurup dinleyeceğim diye bağırdığında babalarının avukatı çantasını eline alıp ayağa kalkarak;

"Mert bey bu kadar ısrar etmeniz size hiç bir şey kazandırmaz. O merak ettiğiniz dört sayfalık vasiyet bir kez daha zarfından çıkarsa hiç bir şey eskisi gibi olmaz. "

"Ablam ne yaşadı, ne yaşıyor. Konuşun anlatın Ersin bey"

Meryemce bıkkın bir şekilde Mert'te olan bakışlarını avukata çevirerek gür sesiyle;

"Eren, Ersin beye havaalanına kadar eşlik etsinler"

Eren başını sallarken avukat yavşak gibi güldükten sonra;

"Meryemce Ateş hala sağlıklıyım farkında mısın?"

"Farkındayım, öldüğün günü iple çekiyorum. Unutma ki hiç kimse kalıcı değil bu dünya da"

"Olsun ben kendi ecelimle ölene kadar sen rahat değilsin ama"

"Yanılıyorsun Ersin, ben her zaman rahatım. Senin takip ettiğini biliyorum ve adımlarımı bir mayın tarlasında gezer gibi dikkatli atıyorum. Biliyor musun onu da tecrübe ettim. Gerçek mayın tarlasında da yürüdüm. Beni korkutamazsın"

"Elbet bir yerde bana yakalanacaksın"

Meryemce sandalyesinde arkasına yaslanırken Çınar bey;

"Sen araştır, yakalamaya çalış. Sakın durma tamam mı Ersin? Biz de seni takip ediyoruz, senden gelecek en ufacık fire de bizde işimizi yürüteceğiz. Kerem'in topladığı belgeler de bize yeter ama işte"

Adam kimseye belli etmeden zor da olsa yutkunduktan sonra Eren'in peşine takılarak konaktan çıktı. Başımı Çınar beye çevirdiğimde Ömer'in saçını severken;

"Meryemceyi tehdit etti"

"Evet ama adamın dokunulmazlığı var. "

"Nasıl var"

"Meryemce sana en yakın zamanda anlatacaktır emin olabilirsin"

Başımı salladığımda Meryemce yanındaki adama dönerek;

"Aral bey hazır mı dosyalar"

"Hazır Meryemce hanım"

"Tamam verin"

Adam çantasından Meryemcenin önüne üç tane dosya bıraktığında Meryemce kısa bir an göz geçirdikten sonra üçüne peş peşe imzaları atıp geriye adama uzattı. Adam kağıtları çantasına koyduğunda Meryemce arkasına yaslanarak;

"Dağhan, Mert az önce ne yaptım biliyor musun? Ateş şirketler grubunu sattım. Artık benim böyle bir derdim yok. Aral bey Mert için ne düşünüyorsunuz"

"Mert bey Ankara'daki yan şirketimizde asistanlara yardımcı olacak. Bora bey çalışmasına göre yardımcılığına çıkaracaktır"

Mert hızla yerinden kalkıp;

"Ben birinin altında çalışmam abla"

"Çalışacaksın, çalışmak zorundasın. Evladın var. Ben artık baş edemiyordum. Mesleğimi, anneliğimi en önemlisi kocama olan hanımlık görevimi yapacağım. "

"Bu bana çok büyük ceza, bu beni, abla ben hep emir verdim. Ben "

"Ben sana ceza vermiyorum. Emir altında çalışmak istemiyorsan kur bir şirket. Çünkü vasiyette yazan maddi ihtiyacını oğlunun hesabına yatırdım. Onu da ben izin vermemiş kimse alamayacak. On sekiz yaşına geldiğinde nasıl isterse öyle kullanacak. Mert, annesinin paşa oğlu artık büyüme ve evladına bakma zamanı. Ben artık senin arkanda yokum."

Mert başını tamam manasında salladığında Dağhan yerinden kalkıp;

"Ateş hanım gerçekten acımasızmış Meryemce. Biz, ben"

Meryemce oturduğu yerde elini havaya kaldırıp Dağhan'ı susturdu. Dağhan ona bakarken;

"Senin direk hesabına yatırdım paranı. Rahmetli şehit kayınpederinin bendeki duran ve benim yönettiğim parayı da kıymetli karının hesabına yatırdım. Leyla bundan sonra onun hiç bir hukuki işlerini yürütmeyecek. Siz beni yeterince yordunuz. Biraz uzak kalmak inanın bana çok iyi gelecek. Aramızdaki kan bizi bağlayan tek nokta olmuş ben geç anladım. "

"Biz sana geç kaldık değil mi Meryemce, özür dilerim"

Meryemce bir şey demeden boş gözlerle Dağhan'a bakarken Mert gür sesiyle Nisa'ya "Hadi " dediğinde Nisa kucağındaki oğlunun sırtını severek;

"Ben hiç bir yere gelmiyorum Mert. Ne zaman benim tanıdığım efendi, merhametli, saygılı Mert olursun o zaman yerim senin yanın. Ne zaman gerçekten baba olduğuna inanırım o zaman ölene kadar yanındayım. Sana her zaman dedim ki; yapma Mert, ablamızı, anne gördüğümüzü yorma, yıpratma dedim. Senin ona attığın her tokatta ben yaralandım. Ben üzüldüm, kahroldum. Ben ne ablamı ne de baba bildiğim adamın ocağından ayrılmayacağım. Bu sana kesin olarak ilk ve son şans. Bu evliliği kurtarmak istiyorsan kendini eski haline çevir ama o zamana kadar ben yokum. Bu evliliği de, ablamın güvenini tekrar kazanmakta senin elinde."

Mert başı önünde öylece durmaya devam ederken Nisa kucağında oğluyla yanımızdan ayrıldı. Bizim odaya girdiğinde Kader, Selvi, Avşin onu takip edip odaya girdiler. Mert ablasına doğru bir adım atarak kaşları çatık;

"Sen beni her şeyden uzak tuttun. Sen kendi başına bir şeyler yaparken bana söylemedin bile. Her zaman ki burnunun dikine gitmelerinle babamızın bilmediğim vasiyetiyle beni cezalandırıyorsun. Ben, abim hariç herkes hayatınla ilgili her şeyi bilirken biz. Kendine gel senin her şeyin benim. Senin bana karşı her zaman sorumlulukların var. Beni karımdan evladımdan ayırıyorsun. Bana ceza kesemezsin. "

Mert elini Meryemce'nin sol koluna koyup sıkarken Meryemce önce kolundaki ele baktı. Derin nefes alıp gözleri kapalı başını Mert'e çevirip gözlerini açtı. Gözlerindeki yanan ateşle ;

"Hala beni suçlu gösteriyorsun. Hala benim seni korumam gerektiğini söylüyorsun. Bana bu kadar yabancı olan birine kendimi artık anlatmayacağım demiştim. Şimdi bana yabancı olan birinin bana dokunması doğru değil. Ellerini çek. Sende bilirsin ki bana yabancı birinin izinsiz dokunmasındaki tepkilerimi. "

Mert elini aşağıya indirmişti ki Meryemce bana dönerek;

"Ben Adil Aral beyi havaalanına bırakıp geleceğim, müsaade edersen"

Başımı salladığımda Meryemce, Mert'i gerisinde bırakıp gelen adamla beraber avludan çıktı. Mert bize ters baktıktan sonra merdivenleri hızlı çıkarken Dağhan ve Gülcan da onu takip ettiler. Çınar bey annemin ve teyzemin kucağındaki oğullarıma göz ucuyla bakarken;

"Gözleriniz neden hep oğullarımın üzerinde"

"Mina ile ne kadar benziyor bebeklikleri ona bakıyorum."

Hazar birden ;

"Mina'nın bebekliğini biliyor musunuz"

"Ben Mina yüzünden tam üç ay sırf onu görmek için her gece Türkiye'ye geldim. "

Kucağımdaki kızım elini yanağıma koyup keyfine devam ederken Çınar bey;

"Mina "

"Efendim devim"

"İlaçlarını içtin mi"

"İçtim. Sultan anneanne içirdi"

Devran ve Hazar adama dik dik bakarken ağızımı açmıştım ki Eren yanımıza geldi. Etrafa baktıktan sonra cebinden yeni bir telefon çıkarıp Çınar'a uzatırken;

"Hanımefendinin yeni telefonu. Eski telefonun içindeki bütün bilgiler, her şey eksiksiz tamamlandı. Reis dedi ki Mustafa beyin parmak izi kalmış."

"Bana neden uzatıyorsun. Meryemce'nin kocasına vereceksin"

"Emredersiniz beyefendi"

"Çık dışarıya"

Eren telefonu bana uzattığında elinden alırken Çınar beye dönerek;

"Benim adamlarıma emir vermezseniz iyiliğiniz için memnun olurum, Eren çıkabilirsin"

Eren başını sallayarak kapıya yürürken Mina başını kaldırıp yüzüme bakıyordu. Burnunun ucunu öperek;

"Ne oldu babacığım"

"Baba ben şey"

"Sen ne "

"Koluma dikkat ederek mahalleye çıkabilir miyim"

"Çıkabilirsin ama ön kapıdan çık "

"Tamam"

Mina'yı yavaşça yere bıraktığımda üzerini düzelttim. Mina yavaşça kapıya giderken Hazar cebinden telefonunu çıkarıp bir tuşa bastıktan sonra;

"Meriç ben konaktayım. Mina'yı uzaktan izle"

"..."

"Tamam dikkat edin"

Hazar telefonu kapadığında Baran ayağa kalkıp;

"Biz Bedirhan ile şirkete geçiyoruz. Kadir ve Serdar sessizce gittiler.

"Tamam Baran"

Baranlar giderken Başak da ayağa kalktı. Başak yanıma yavaşça gelip;

"Ağam ben iznin olursa bir kaç gün burada kalabilir miyim"

"Soruyor musun Başak"

"Sormazdım ama şey"

"Başak, Mert'in yaptığı hatalardan sebep ablanızı kimseden ayırmayacağım. Dağhan veya Gülcan'ın saçma sapan tavırları yüzünden kimseden sakınmayacağım. Rahat ol, hem sen artık İnan aşiretinin gelinisin. "

Başak başını sallayarak yanımızdan uzaklaşırken Devran'a baktım. Devran ayağa kalkıyordu ki merdivenlerden inen üçlü yüzünden geri yerine oturdu. Dağhan ve Gülcan herkesle vedalaşıp benim önümde durdular. Gülcan kaşları çatık öylece dururken Dağhan elini bana uzatarak;

"Her şey için sağ ol Mustafa Hamza ağa"

"Ben karıma olan saygımdan, sevgimden yaptım Dağhan. Dün ve bu gün fark ettim ki siz aileme dahil olamamışsınız. Yine de her zaman konakta bir odanız var ama artık bitti karımı üzmenize izin vermeyeceğim. Ben sizin yüzünüzden onu kaybetmenin eşiğine geldim dün. Uzak durun karımdan"

"Ben onu kaybetmişim zaten Mustafa Hamza ağa. Bu sabah gözlerinde gördüğüm soğukluk canımı yaktı. Bana veya bize ilk defa öyle bakıyordu. O bizi ne zaman aff eder o zaman geleceğim. Allaha emanet olun"

Dağhan ve Gülcan yan yana kapıya doğru giderken bizim odadan çıkan Nisa yanımıza geldi. Kucağındaki bebeği Hazar'ın kucağına bırakırken;

"Mert evladını görmeyi hak etmiyor ama yine de görsün. Beni görmese de olur Hazar abi"

Nisa mutfak tarafına giderken Mert'in gür sesiyle durdu.

"Ben gidiyorum ve sen sadece oğlumu mu görmeme izin veriyorsun Nisa"

"Mert ben sana söyleyeceklerimi söyledim. Sen düşünüp taşınacaksın artık."

Nisa gözden kaybolduktan sonra Mert, Hazar'ın kucağından bebeği alıp öpüp kokladıktan sonra tekrar Hazar'a teslim etti. Devran'a başıyla selam verdikten sonra önüme geldi. Başımı kaldırmadan masaya vuran gölgesine bakarken;

"Yüzüme bile bakmıyorsun. Ablamı sen yaptın böyle. Bizden uzaklaştırdın. Rahatla artık ablam yüklerinden kurtuldu."

Hızla başımı kaldırıp gözlerine bakarak;

"Ben sana gözümde ailem olarak kal dedim. Sen inatla ileri gittin. Ben kocası olarak yanında durdum ama sen kardeş olarak saygı duyup efendi adam olmadın. Şimdi gelip beni suçlayamazsın. Bir kere ablanı gerçek dinlememiş, gerçekten tanımamışsın gelmiş sen yaptın diyorsun. Evet iyi ki karımın içindeki özgür Meryemceyi çıkardım"

Mert ağızını açıyordu ki yanımdan hızla kalkan Çınar bey Mert'in yanına gelerek elini omzuna koyup hafif sıkarak Devran, Hazar ve benim duyabileceğim bir ses tonuyla;

"Mert Kemal Ateş, artık rahatlıkla ikinci adını kullan çünkü ablan artık umursamayacak. Mert, Mustafa Hamza sana dün hiç bir şey yapmamış görüyorum. Bütün gerçekler o pis, balçıklı su berraklaştığında bu kurduğun cümlelerden ve yaptığın bütün hareketlerden pişman olacaksın. Şimdi sessizce çek git ama sakın akıllanmadan dönme geriye"

Mert korkarak başını salladıktan sonra yere bıraktığı ufak çantayı alıp konaktan çıktı. Hepimiz Çınar beye bakarken o bir iki adım attıktan sonra;

"Konağınızı gezmem de bir mahsur var mı?"

"Yok gezebilirsiniz, hatta yardımcılarımız size bir oda hazırlasın dinlenin isterseniz"

"İyi olur, teşekkürler"

Çınar bey merdivenleri çıkarken konak halkı eski düzenine girmişti sanki. Annemler hepsi salona geçtiklerinde avluda Hazar, Devran ile kalmıştım. Sessizliği dinlerken Devran ayağa kalkıp; "Bende dün Serdar ile konuşamadım. Şirkete gidip masasına el koyayım " dediğinde Hazar ile gülmüştük. Devran konaktan çıkarken Hazar ile birbirimize baktık. Hazar rahatlamış yüz ifadesiyle;

"Sana bir tane böyle delikanlı kayınbirader yeter"

"Bir tane değil bende ki kayınbirader, iki"

"Reha Ali benim kaynın Mustafa"

"O ve Cansel benim evladım gibi. Ben Kerem'den bahsediyorum. "

"Mert'i dövdüğünü keşke görseydi, ne kadar mutlu olurdu"

"Dün gece konuştuk. "

"Kumamı aldatıyor musun Asi ağa"

"Yok seni aldatmayı düşünüyorum. Bir dinle beni. Meryemce ve Kerem'in arası açıkmış "

"Ne sebeple"

"Düşük yüzünden, Kerem dedi ki Mert'in kellesini alsam artık rahat etmem dedi. "

"Meryemcenin bebek mevzusu aklıma geldiğinde ben bile aynı kıvama geliyorum ki. Bir dinlenemedi ki farkında mısın"

"Farkındayım ama artık sakinleşir."

"Evet işe de başladı ya"

Ağızımı açmıştım ki yanımıza gelen Nur'a;

"Misafirimize bir oda hazırlasın Sultan abla"

"Em,emredersiniz ağam"

"Korkma benden. Hata yapmadığın sürece içerideki Ayşegül ve Songül gibi rahat olabilirsin"

"Yapmam ağam zaten Ayşegül ablam da öyle dedi. "

"Aferin sana. Şimdi Hazar ağam ve o misafir için kahve yap"

Nur başını sallayarak yanımızdan ayrıldığında Çınar merdivenlerden aşağıya indi. Ağır adımlarla yanımıza gelip oturduğunda ;

"Konağın sağ tarafı neden kapalı"

"O konak bu konağa dahil oluyor, onun için kapalı"

"O zaman neden o tarafta çalışan yok?"

"Nasıl düzenlenecek bir karar verirse kardeşlerim, ustalar tekrar gelecek"

"Anladım."

Çınar bey izlerken Hazar hafif öksürüp;

"Leyla'yı nereden tanıyorsunuz"

Çınar ağızını açmıştı ki yanımıza elinde kahvelerle gelen Leyla tepsiyi masaya bırakıp kahveleri ikram ederken;

"Kerem abinin izlettiği bir video vardı ya Hazar."

"Meryemcenin fenalaştığı "

"Evet o zaman bizimle birlikte Çınar beyde orada kalıyordu. O zaman tanıştık Çınar beyle"

Hazar ile başımızı sallarken Çınar bey;

"Yabancı yok Zeynep hanım Çınar abi demeye devam edebilirsin ve tanımıyormuş gibi yapma artık"

Hazar ile ikimiz "Zeynep mi?" dediğimizde Leyla gözleri dolarak;

"Çınar abi annemle sohbet etmişler zamanında aynı senin annenle benim sohbet etmem gibi. Annemin öldüğünü çok sonra duymuş. Benimde onun kızı olduğumu Meryemce söyleyince bana Zeynep diyor Çınar abi"

Hazar ile başımızı sallarken Çınar bey kahvesini içip ayağa kalktı. Bakışlarını Leyla'ya çevirip;

"Bana bir oda ayarlayacaklardı Zeynep"

"Dur abi göstereyim"

Leyla onunla yanımızdan ayrıldığında Hazar da ayağa kalktı. Kısa bir an arkalarından baktıktan sonra;

"Ben bu adamı döverim"

"Bende"

"Bu ne be"

Başımı sallarken Leylaların peşinden gitti. Hazar'ın kıskançlığına gülerek yerimden kalktım. Ağır adımlarla odama yürürken Meryemcenin üzgün hali gözümden gitmiyordu. Ne yapsam diye düşünürken Serdar babamın sesi kulağımda yankılanınca ne yapacağımı buldum. Odama hızla girip üzerime takımımı giyip silahımı belime koyup konaktan ayrıldım. Kapıya çıktığımda korumalar esas duruşa geçmişlerdi. Adamlardan biri kapımı açtığında arkaya geçtim. Boran direksiyona geçtiğinde diğer korumalarda diğer araçlara geçti. Yola çıktığımızda Boran ile dikiz aynasından göz göze geldiğimizde ;

"Seninle çok güzel bir şey yapacağız"

"Buyur ağam"

"Dinle beni"

.................................................

Hava karardığında konağa dönmüştük. Kafamdakileri yaptığım için çok keyifliydim. Konağa girdiğimde akşam yemeği için havanın serin olmasından dolayı büyük salondan uğultu geliyordu. Odama girdiğimde Meryemce'nin gül kokusu odayı sarmıştı. Yatağımızın yanına gittiğimde temiz kıyafetlerinin pufun üzerinde olduğunu gördüm. Yatağa oturduğumda kısa zaman sonra Meryemcem üzerinde havlusuyla içeriye girdi. Göz göze geldiğimizde;

"Korkmadın bu sefer"

"Alıştım kocam sana ve ani çıkmalarına"

"Nasılsın peki sevgilim"

"İyiyim kocam. Sen neredeydin bu saate kadar, Hazar abim bile bir anda çıkmış dedi"

"İşim vardı sevgilim. Bana müsaade et de bende bir duş alayım"

"Mustafa"

Ayağa kalkıp karıma sıkıca sarıldım. Kokusunu içime çekerken Meryemce derin nefes alıp boynumu öptü. Ben de karşılık olarak yanağına ve peşinden şakağına birer öpücük kondurup kendimi banyoya attım.
Kısa duşun ardından tekrar odaya girdiğimde kıyafetlerim yine her zaman ki gibi yatağın üzerindeydi. Üzerimi giyinirken aynaya yapıştırılmış notu okuduğumda gülmüştüm.
"Varlığına şükür ediyorum asi ağa ama bu benden bir şey gizlediğini fark etmediğim anlamına gelmesin. "

...............................................

Odamdan çıktığımda ağır adımlarla merdivenleri çıkarken her adımda kulağıma dolan tatlı uğultuyla mutlu olmuştum. Salonun kapısını açıp içeriye girdiğimde herkes bir anda sustu. Herkes ayağa kalktığında başımla selam verip kenarda koltuğun üzerinde kardeşlerine bakan Mina'nın yanına yürüdüm. Kızımın başını öptüğümde gülerek yüzüme bakmasıyla içim daha da rahatladı. Başımı kaldırıp salonun ters tarafında gençlerin arasında oturan Çınar beye başımla selam verip kızımın yanına oturmadan oğullarımın başını sevip babamların yanına geçtim. Babam ve amcam, Ömer dayıyla sohbet ederken bizimkilerde sessizce dinliyordu. Berjerime oturduğumda babam;

"Reşat dayın sabah ki olaydan sonra sessizce gitti ama çok sinirli gitti. "

"Farkındayım baba. Yarın arayarak konuşacağım neye sinirlendiğinin farkındayım. "

Babam başını salladığında kızlar son tabakları koymuşlardı ki Meryemce salona girdi. Elindeki tencereyi masanın kenarına bıraktığında;

"Sultan abla siz geçin mutfağa gerisi bizde"

"Ama Karadeniz"

"Abla hadi"

Sultan ablalar salondan çıktığında Meryemce tebessümle;

"Hadi buyurun masaya "

Hepimiz yerimize geçtiğimizde Meryemce çorbaları kaselere koyuyor, Leyla ve Ömür önümüze bırakıyordu. Leyla ve Ömür son tabakları koyduktan sonra yerine oturduğunda Meryemce de kendi çorbasını eline alıp yanıma gelip oturdu. Afiyet olsun demeden sandalyesini kendime doğru çektim. Burnumdan derin nefes alarak afiyet olsun dediğimde herkes çorbasından bir kaşık almıştı ki Hazar'ın kucağında duran Mina'm sol tarafımda kaşları çatık çorbasını kaşığıyla karıştıran Çınar'a kopardığı ekmeğini uzatarak; "Al devim " dediğinde Çınar elinden ekmeği alıp yemişti. Adam kaşları çatık yemeğe devam ederken Meryemce;

"Çınar rahat olabilirsin."

"Yemekleri "

"Masadaki bütün yemeklere elim değdi. Çorbayı ben yaptım"

"Sultan"

"Temiz kadın emin ol hatta sen onun yaptığı yemeği yedin hatırlarsan"

"Bu kadın o kadın dimi"

"Evet"

Adamın kaşları düzelirken Meryemce elini bacağıma bırakıp;

"Çınar'ın yemek konusunda bazı takıntıları ve sıkıntıları olduğu için ufak bir sorun. "

Annem tebessümle başını sallayarak;

"Çınar beyin de rahmetli abim gibi temizlik takıntısı mı var annem"

"Evet anne"

Herkes anlayışla başını sallarken Aslı gülerek;

"Çınar dayı onun için mi sen o gece bizi o lokantadan kaldırdın"

"Evet pis bir yerdi, birde siz bana emanettiniz. Meryemce'nin emaneti benim için her zaman kıymetlidir"

Herkes karıma bakarken Meryemce;"

"Çınar sana dayı diyorlar"

"Senin yeğenin oldukları için"

"Anladım teşekkür ederim"

"Bir şey değil. Meryemce ev ve araba istiyorum."

"Ev mi bulayım? hangisini istiyorsan geç"

"Konağın karşısındaki evin"

"Tamam yarın temizlesinler. Mobilyaları yenilemek istersen"

"Tamam sen temizlerken bakarsın"

"Tamam ben temizlerim"

"Araba"

"Hangi arabanı istiyorsun"

"Yeni istiyorum"

"Tamam söyle ne istiyorsun"

"Volkswagen amarok yada cadillac escalade"

"Tamam cadillac escalade getirsinler ama yarın ararım olur mu diyeceğim ama benim telefonum yok ki"

Hafif eğilip Meryemcenin kulağına;

"Sabah Eren yeni telefonunu getirdi. Benim ceketin cebinde unuttum sana söylemeyi"

"Bu telefonumda senin de parmak izin olsun"

"Gerek yok karım ama istiyorsan yaparım. "

"Olsun telefonun bazı yerleri için gerekli o parmak izi. Normal olarak zaten ekranda her hangi bir kilit yok"

Başımı salladığımda Meryemce tekrar güzel tebessümünü bana sunduğunda Mina birden;

"Devim sen artık burada mı yaşayacaksın"

"Evet peri kızı ve sende artık benimle yaşayacaksın. Ben tek başıma yaşayamam"

"Olmaz benim babam izin vermez. Devran dayımda dedi kızlar babalarının yanından ayrılmamalı. Beni sevmek görmek istersen buraya gelebilirsin, arada beni okuluma bırakabilirsin ama seninle yaşayamam"

"Demek öyle mia hanım"

"Iyyy mia yok artık şaşkın devim. Tanışalım seninle. Ben Mina Dila Alibeyoğlu. Asi ağanın asi kızı, Hazar ağanın dilası, Baran ağa ve Bedirhan ağanın diloşu, dedelerinin minik hanımağası. Babaannelerinin çiçeği, herkesin gülü"

"Annenin neyisin peki"

"Nefesiyim, her şeyi"

"Kardeşlerin için "

"Onlar içinde çok ama çok kıymetlisiyim biliyorum"

"Aferin sana peri kızım"

Mina başını Hazar'ın omzuna yasladığında sanki aklına bir şey gelmiş gibi başını kaldırıp;

"Baba"

"Efendim "

"Ben bu akşam halamlara gidebilir miyim"

"Hangi halana"

"Melek halamlara"

"Neden o halan benden izin istemeden seni çağırıyor"

Melek başını önüne değdikçe eğiyordu ki Meryemce bacağımı sıkarken elimi elinin üzerine koyarak Melek'e seslendiğimde bacım başını kaldırıp;

"Ağam şey ben yani"

"Melek"

"Abi ben Mina'nın düştüğünü duymuştum bir fırsat bulup gelemedim. İçim içimi yiyordu. Bir hafta okula gitmeyecekmiş, Peri de bende kalacak bir kaç gün enişte Adana'ya gitmiş ya onun için. Mina ile azcık vakit geçirmek istiyorum. Abi bak bizim için bıraktığın korumalarının yanına istersen kızın için ordu koy kapı önüne ama ben"

"Melek yine bir şey mi var bacım"

"Yok Mina evimi şenlendirsin. Bir dediğini iki olmadan bir kaç gün bakayım, bakalım diyoruz"

"Tamam ama sadece yarın akşama kadar gelebilir kızım "

Mina yaşasın diye bağırırken Meryemce kızımı izlerken Çınar bey de karımı izliyordu. Damarımda çağlayan kıskançlıkla hafif öksürmüştüm ki herkes bana baktı. Meryemce de gül cemalini bana dönünce;

"Çay yok mu Meryemce hanım"

"Var yani vardır mutlaka. Sofrayı kaldıralım hemen irmik helvan ve kekle getiriyoruz."

...............................................

Yemekler yenmiş, çaylar da içilmişti. Hazar kendi konağına giderken Baranlar odasına çekilmişti. Kızım son anda gitmekten vazgeçince Meryemce bacımın yanağını sevip; "Bu gece burada kalın seninle yatsın Mina "dediğinde bacımın gülmesine bende gülmüştüm. Kardeşlerimin her geçen gün Mina'ya olan düşkünlükleri beni haddinden fazla mutlu ediyordu.

Konak halkı odalarına çekilirken Meryemce de odamıza girmişti. Hızlı adımlarla annemin odasına çıktım. Kapıyı çaldığımda babam fazla bekletmeden açmıştı. Babam kaşları çatık bana bakarken yanına gelen annem;

"Annem"

"Anne biliyorum oğullarıma karımdan daha çok bakıyorsunuz, hakkınızı helal edin ama bu gece Meryemce'yi bir yere götüreceğim. Onun eski deli, neşeli, başı dik karım olması lazım."

"Tamam anneciğim sen nereye gideceksen git ben birazdan babanla ile gelip oğullarımı alırım"

"Allah razı olsun annem"

Annemin alnını öpüp koşarak aşağıya indim. Odamıza girdiğimde Meryemce oğullarımızın üzerini örtüyordu. Başını kaldırdığında gece karası saçlarının arasından bana bakarken;

"Hadi hazırlan gidiyoruz"

"Nereye gidiyoruz "

"Sorma hadi gidiyoruz"

"Bebeklerim"

"Onlar başlarının çaresine bakacak yaşa geldiler, hadi gidelim"

Meryemce ilk defa içten gülerek;

"Şaşırma kocam, hadi gel yatalım"

"Ya hadi karım hazırlan gidelim"

"Mustafa"

"Meryemce az daha hazırlanmazsan seni yatağın örtüsüne sarıp götüreceğim"

Meryemce kocaman açtığı gözlerle;

"Tamam sakin ol hazırlanacağım. Nereye gideceğiz ki ne giyineyim"

Konuşmadan Meryemceyi baştan sona inceledim. Bir tek saçları açıktı. Hızla yanına gidip hafif eğilip bacaklarından tutup omzuma attığımda Meryemce şaşkınlıktan hafif çığlık attığında onu duymamazlıktan gelerek yatağın üzerinden örtüyü çekip karımın üzerine attım. Meryemce kıkırdarken;

"Saçların örtüden çıkmasın dikkat et. Gece gece sonra bana adamlarımın gözlerini oydurma"

Meryemce gülerek tamam dediğinde tek elimle şallarının olduğu çekmeceyi çektim. Gözüme ilk geleni aldım. Elimde şalla odadan çıktığımda babam ve annemle karşılaştım. Parmağımla susun dedikten sonra elimle görüşürüz diyerek konağın kapısından çıktım. Boran beni görünce hemen minibüsün kapısını açtı. Meryemceye dikkat ederek minibüse geçip oturduğumda karımda kucağımda oturuyordu. Yatak örtüsünü açmadan Boran'a ara camı kapatmasını söyledim. Cam tamamen kapandığında karımın yüzünü açtığımda;

"Sen gerçekten delisin kocam"

"Sus yoksa ben seni susturacağım. Sen önceden bu kadar konuşmuyordun ya"

"Bak sen"

"Meryemce, Meryemce'm, nefesim karım. Sen hep deli ol, hep ele avuca sığma. Bu sabahtan beri bakışlarınla öldürdün beni be kadın. Sen ağlamazdın, bu ara ne kadar çok ağlar oldun be kadın. Sen çatlayan dudağımda bir damla su, içimdeki yaşama tutkusu, avuçlarıma düşen kar tanesi. Sen! Biricik karım, sevdiğim, her şeyimsin."

Meryemce elini yanağıma koyarak sakalımı severken gözlerime bakıyordu. Sol elini de yanağıma yerleştirdi. Yüzüm avuçlarının içindeyken;

"Benim en güvenli limanın sensin, her fırtınada, her alabora da en güvenli yerimsin. İnsanın bir eşi olmalı yolda yürürken gururla yürüdüğü, bir eşi olmalı insanın gözlerine bakarken yüreğinin yerinde duramadığı bir eşi olmalı insanın uğruda her şeyi göze alıp ondan vazgeçemediği. Ben senin huzurun için kuyumun tek tek taşlarını söküyorum yeter ki sen"

Meryemcenin konuşmasına izin vermeden dudaklarını öpmeye başladım. Biraz zaman sonra geriye çekilerek yüzüme baktıktan sonra kollarını boynuma sardığında bende belinden sıkıca sardım. Araba durduğunda Meryemce yüzünü boynuma sakladı. Yatak örtüsünü yine üzerine atarak görünmesini engelledim. Minibüsten indiğimde Boran çiftliğin kapısını açtı. Bütün korumalarım bahçeye dağılırken kucağımda Meryemce ile çiftlik evinin çatısına çıkan gizli merdivenlerden çıktım. Boran'a başımla git dediğimde başını sallayarak koşarcasına çatının kapısını kapatıp gitti. Dikkatli bir şekilde karımı kurduğum hamağın içine bıraktığımda Meryemce bir anda kaskatı kesildi sanki. Örtüyü yüzünden açtığında şaşkın bir ifadeyle;

"Hamak mı?"

"Evet, bekle geliyorum "

Elimdeki tokasını ve şalı verdiğimde o başını kapatırken, kenara koyduğum pamuk şekeri ve lokum tabağını alarak yanına döndüm. Meryemce elimdekileri görünce çocuk gibi sevinirken yanına oturdum. Hamakta oturur vaziyette pamuk şekeri ve lokumları yedikten sonra şekerli dudaklarla yanaklarımı öpüp;

"Sen benim başıma gelebilecek en güzel şeysin kocam"

Bir şey demeden hafif dudaklarını öperek yanından kalktım. Meryemce şaşkınca bana bakarken etrafımızdaki led ışıkları kapatarak Meryemcenin yanına gittim. Sabahtan bu çatının dört tarafını kapadığım için Meryemce hiç bir şekilde görünmüyordu. Karanlıkta karımın yanına yürüdüm. Hamağa yanına uzandığımda o da beni bekletmeden başını göğsüme koydu. Yanağını severek;

"Hebunamın( varlığım) Behna dilemin ( nefesim) Hezkirî (sevdiğim) Jîyana min (hayatım) jinamın ( karım) Seni seviyorum kadın. Senin sayende ben buyum. Sen benim kurduğum her neden, her umut ve her hayalsin... Gelecekte başımıza ne gelirse gelsin birlikte olduğumuz her gün hayatımın en güzel günü. Her zaman seninle olacağım. Senin gözlerinden, gülüşünden daha parlak bir yıldız yok ki Yüreğinin o göz kamaştıran ışıltısı apaydınlık ediyor içimi."

"Mustafa bazen kelimelerimi tüketiyorsun. Korkuyorum bu kadar fazla sevme beni"

"Benim yolum yada senin yolun iyi ki bana düşmüş, iyi ki seninle kesişmiş yollarımız."

"Kelimeler seni ne kadar sevdiğimi ifade etmekte yetersiz kalabilir ama yaptıklarım sana olan aşkımı asla gösteremez. Hem aşk kelimelerle ifade edebilecek bir şey değildir. Aşk, eylemle ifade edilen ve kalple hissedilen bir şeydir. İnan bana kocam sen hayatımdaki en değerli şeysin. Senin yanında hiç bir şeyi düşünmeye ihtiyacım yok sevgilim"

"Sen benim en değerli hazinemsin...."

....................................................................

.........................................................

Kelime harf hatam olursa aff ola...

Allaha emanet olun...

Sizi seven çatlak yazar.... :) :)

Umarım beğenirsiniz...

Bölüm : 01.08.2025 23:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Aslıhan k. / Deli ve Asi / Benim en değerli hazinem
Aslıhan k.
Deli ve Asi

31.09k Okunma

3.32k Oy

0 Takip
79
Bölümlü Kitap
Bir deli bir asi...Yeni başlangıç Mardin...Yanlışlıklar...Deli doktor...Siyah inci gibi gözler...Çawreşamın...Bay asi...Sende gitme...Onun kalbinde sen varken...Biri var haram bana... Deli atmaca...Sensin benim alınyazım...Gül güzelim...Asi deli...Gönlümün ağası...Canın olayım...Ömrüme ömür olan adam...Seni özledim deli kadın...Yeryüzünde kanatsız melek...Bir eşi olmalı insanın...Oğlan bizim kız bizim...Hanım ağa...Mustafa'm albatros kuşu...Masum ağa, güçlü hanım ağa...Küçük asilerim...Ağalar ağası azrail ağa...Kış güneşim...Neredesin dilemin neredesin delalamın... Beni bırakma...Sen bana aitsin karım...Sana aşık, sana meftun...Ne mükemmel şey seni sevmek...Eşim değil kocam...Azrail ağanın karısı...Asi siyah jaguar'ım..Gönlümün ilk kıblesi...Fırtına ağa...Kocasının, Hamza ağanın ruhu...Ruhum kadın...Beni ihtiyar eyledin...Mahşerin dört atlısıÖzel bölüm " Lilyum prenses"...Bayan ateş...Baba bırakma beni...Özel bölüm "Dev ve Mina"Azrail ağanın azrail karısı...Düğün dernek...Elimi bırakma...Hoş geldiniz aslan parçalarım..Gitti canımın cananı...Sessiz gül güzelim...Fırtına olup esen Azrail ağaÖzel bölüm " kabul olan duam"...Kabul olmuş duamsın...Gizli hazinem...Sizin ağanız benim kocam...Bu can sana mecbur...Senden daha güzel...İyi ki kalbimde...Sen benim kızımsın...Kızım iyi ki...Bir dünya insan, bir insan dünyam...Özel bölüm " baba ne olur"...Huzurlu ilk kahramanım...Sen ateş ben azrail...O hüzünlü bir kız çocuğu...Kuyunun ışığı...Güneş olmadan...Onun beklediği Mustafa'sıyım...Ağa düğünü...Sen bizim kocaman çınar ağacımızsın...Sensiz hep eksikmişim...Aslanın karısı da aslandır...Karım bir aslan...Benim nadide çiçeğimsin...Tırnağın taşa değse...Benim en değerli hazinemMerhaba tekrardan....Beni dinler misiniz
Hikayeyi Paylaş
Loading...