
MERYEMCE...
Sapsarı bir burçak tarlasının ortasındaydım. Tarlanın sonundan doğan güneşin ışıkları burçaklara vururken iyice gözlerimi almıştı. Elimi gözüme siper ettiğimde tarlanın ortasında kocaman bir çınar ağacı gördüm. Ağaca doğru yürürken belime kadar gelen burçaklara elimi sürüyor, burçakların aralarındaki gelincikleri seviyordum. Ağaca yaklaştıkça kulaklarıma tanıdık gür bir ses gelmeye başladı. Sese doğru yürüdükçe Talha'mın kahkahasını duymaya başladım. Biraz daha hızlı yürümeye başladığımda ağacın altındaki kocaman masayı görmüştüm. Masanın başında Hamza dedem oturuyordu. Sağ tarafında fotoğraflardan tanıdığım kadarıyla oturan Mizgin babaanneydi. Masanın diğer başında bir adam vardı yanında oturan kadın, hatırladığım kadarıyla Hazar abimin annesi Belkıs anneydi. Gülerek onlara bakarken, arkamdan bacaklarıma biri sarıldı. Arkama baktığımda, esmer bir kadın vardı. Gülerek bana bakıyordu. Biraz bakışlarımı aşağıya indirdiğimde Talha'm minik eşkıyam gülerek bana bakıyordu. Kucağıma aldığımda sıkıca boynuma sarıldı. Ağlayarak yere oturdum onunla. Bağdaş kurduğum bacaklarıma Talha'yı oturttum. Saçlarını, yüzünün her yerini öpüyordum. Talha yüzümü iki elinin arasına alıp;
"Annem, dur dur. Bak bu burçak tarlası var ya benim. Hamza dedem aldı bana. Hatırlıyor musun seninle kocaman burçak tarlasında piknik yapacağız kimse bizi bulamayacak demiştik. Anne ben buradayım ama sen kalma anne git. Mina sen yoksun diye yalnız, herkes seni istiyor senin güçlü duruşunu gülmeni. Anne sen biliyor musun ben kendime burada aşk anne yaptım. Bak bu kız dila, Hazar amcamın kız kardeşiymiş biliyor musun? Bana çok güzel bakıyor beni kucağında yatırıyor hep. Annem biz sizi buradan hissediyoruz. Anne beni herkes azat etti ama herkes azat etti. Sıra sende hadi annem"
Kucağımda Talha ile ayağa kalktığımda dedem yüzüme bakmıyordu, yanına gittiğim de;
"Hiç yüzüme bakma hanım ağam. Sen bana verdiğin sözü böyle mi tutuyorsun. Mustafa'ma böyle mi destek oluyorsun. Hadi artık kalk ayağa, sırtını sıvazla oğlumun. Benim, Mustafam, benim Civan'ım yoruldu. Özüne dön Meryemce Alibeyoğlu özüne dön"
"Dede ben"
"Dede ben yok Meryemce ilk göz ağrımı, Hamza'mın emanetine sahip çık "
"Mizgin hanım ben"
"Meryemce hadi kızım, Hazar'ım seni bekliyor mutlu etmeyecek misin kimsesizi mi"
"Belkıs anne"
Kucağımda Talha ile yürümeye başladığımda, Talha yanağımı bastırarak öptü. Gözlerine baktığımda ağlayarak;
"Annem, benim güçlü annem. Hadi eski annem ol. "
"Söz bebeğim olacağım. "
"Ol anne ama gel artık sev beni. "
Talha'yı yere koyduğumda, yere dizlerimin üzerine çöktüm. Talha dudaklarını kalbimin üzerine bastırdıktan sonra koklayarak öptü. Saçını ağlayarak sevdiğimde;
"Ağlama annem, ben hep buradayım, sen güldüğünde güleceğim. Ağladığında, ağladığında kahrolurum annem. "
"Tamam annem"
"Anne sana son bir şey diyeyim. Ben sen ve babamın yani ağa olan badimin oğluydum. Hep de öyle kalacak. Sizi çok seviyorum annem. Unutma anne dün babam azat etti sıra sende"
Talha bir anda kaybolmuştu. Etrafıma baktığımda ağaçta, masada yoktu. Birden biri kolumu tuttu. Yanıma baktığımda Dila gülerek bana bakıyordu. Elimin içini öpüp, sağ eliyle tarlanın sonunu gösterdi. Kocaman ailem bana bakıyordu. Tekrar Dilaya döndüğümde ağlayarak;
"Onlara dön yengem, ablam. Eskisi gibi ol. Kimse için yapmayacaksan benim ikisi için canımı verdiğim adamlar için abimler için yap. Onlar sen iyileşmeden iyileşmeyecekler Meryemce. Onlar senin için, senin gülmen için yanıyorlar. Hadi iki abimin kıymetlisi uyan artık, sen uyan ki koca konak uyansın. Uyan ki abimde cengaverim de ben uyanayım, uyan.....
"Dila"
Sıçrayarak yatakta oturup etrafıma baktığımda odamdaydım. Kulağıma gelen ezan sesiyle tebessümle salavat çektim. Soluma baktığımda Mustafa'm elinde beyaz tülbentim uyuyordu. Dün akşam Pars, Ertuğrul'u gördükten sonra bakmadan berjerden kalkmıştım. Yatağıma uzandığımda avludan markonun sesi geliyordu. Biraz zaman geçmişti ki silah seslerini duydum. Sımsıkı kapadığım gözlerimi bir daha açmamıştım. Dün gece Atabek'i öldürmüştü. O cesete de kimse ulaşamazdı.
Yanımda uyuyan kocama biraz eğilip yanağına öptüğümde sağ eliyle belimi sardı. Beni kendine çektiğinde, yüzümü boynuna koyarak öptüm. Derin nefes aldıktan sonra;
"Namazını kılar mısın"
"Günaydın nefesim"
"Günaydın gönlüm, hadi kalk"
Mustafa bir anda sıkıca sarılıp;
"Seni çok özledim huzurum, nefesim"
"Bende seni çok özledim kocam ama üzgünüm "
"Bak sen hanımağamıza"
"Kalk namazını kıl yaa"
Mustafa benimle birlikte dönerek sırtımı yatağa değdirmişti. Bana yavaş yavaş yaklaşırken, başımı sağa çevirdiğimde hafif güldükten sonra, boynumu öpmüştü. Derin nefes alarak peş peşe öpmeye devam ederken;
"Ha..ddii.. kalkk saaanaa yaaa. Naaaamazzz kaççıyorr"
"Sen heyecanlandın demek ki gerçekten özledin"
"Hamza çabuk kalk namazını kıl"
Mustafa gülerek anlımı öptükten sonra yataktan kalktı. O banyoya girdiğinde yatakta kıpır kıpır olan Mirza Asaf gözlerini açtı. Biraz onu seyrettikten sonra Ömer'i uyandırmasın diye kucağıma aldım. Yatakta bağdaş kurup Mirza'yı bacağıma yatırdığımda, elleriyle oynuyordu. Göğsümü açmadan yatağın kenarında duran beyaz büyük tülbentimi alarak göğsümü örtmüştüm. Mirza karnını doyurmaya başladığında, göğsümü cimcikleyince, hafif acıyla gülmüştüm. Beni banyonun kapısından izleyen Mustafa;
"Neye güldün tek gerçeğim "
"Oğlun göğsümü cimcikledi."
"Bak sen Asaf beye "
"Namaz kaçıyor asi ağa"
Mustafa gülerek, dolaptaki seccadeyi aldı. Kütüphaneye geçtiğinde, bende karnı doyan Mirzayı iki bacağımın arasına koyarak, sevmeye başlamıştım. Gözlerine bakarak;
"Mirza'm annem ne yapacağız seninle. Sessiz sakinsin ama maşallah Ömer'i aratmıyorsun."
Mirza hafif gülünce, yanağını sevmiştim. Elimi karnına koyduğumda parmağımı tutmuştu. O kadar kuvvetli tutuyordu ki, bende ona gülmüştüm. Ben onunla oynarken, Ömer gözlerini açmış etrafa bakıyordu. Biraz hafif öne eğilerek Ömer'i kucağıma almıştım. Oğlumu yüzüme yaklaştırdığımda, ağızını açmıştı. Çenemi ağızına yaklaştırdığımda ise, emmeye çalışmasına gülerek;
"Oy Ömer yiyecesun beni"
Ömer'i kucağıma yatırdığımda, Mustafa gülerek yanımıza geldi. Yatağa oturduğunda;
"Sen nasıl"
"Ben nasıl gülüyorum değil mi?"
"Evet sen dün"
"Meryemce Ömer'imizi doyur yavrum"
Göğsümü açıyordum ki, Mustafa omzumda duran tülbenti göğsüme tekrar kapamıştı. Ömer emmeye başladığında, Mustafa başını bacağıma koyarak, bacağımın arasında oynayan Mirza'yı sevmeye başladı. Elimi kocamın başına koyarak saçlarını severken;
"Ne Hazar ölüm lakabını nede ben Azrail lakabını kolay almadı. Hoş belki de almak bile istemezdik bize kalsa. Senin karanlık tarafın var ya hatun zamanı gelince anlatacağın hani. Ben aşırı sinirlendiğimde ortaya çıkan karanlık tarafım zifiri karanlık, orada ben bile hükümsüzüm. "
Başını bacağımın üzerinde çevirip, yüzüme baktı. Gözlerindeki soğukluk, gri renk hiç hoşuma gitmemişti. Başında duran elimi sakalına getirdiğimde, bileğimden tutarak, dudaklarına getirdi. Bir kaç defa peş peşe öperken, kucağımdaki Ömer ağlamaya başladı. Mustafa gülerek;
"He Ömer'im anladım anan senin, dokunmuyorum anana"
"Anana ne demek Allah'ını seversen"
"Tamam validene dokunmuyorum evlat. Ben şimdi daha iyi babamı anladım. Bende beş yaşıma kadar böyleymişim. Anneme herkes yaklaşsın ama babam yaklaşmasın. Hatırlıyorum ondan sonra da yapmadım, çünkü babamdan fena dayak yemiştim. Tabi bonusluydu o dayak"
"Neyden sonra, ne yaptın ki"
"Babam annemi mutfak tarafında dudağının kenarından öpmüştü, bende bastım feryadı. Vay sen benim annemi nasıl öpersin diye"
"Allahım ee"
"Eesi hatun avluda bir dayak yedim babamdan, üstüne dedem ve babaannemden"
"Kaç yaşındaydın"
"Beş yaşındaydım işte. Galiba meleğe hamileydi annem hatırlamıyorum ama dayağı güzel hatırlıyorum"
"Başka "
"Bir keresinde o zaman bilerek yapmadım ama kıskançlıkta değildi vallahi bak"
"Ne yaptın."
"Orta okula gidiyorum, konağa geldim. Babama sormam gereken bir şey var. Fakat adam yok, biliyorum evde de olması lazım. Neyse benim odam hep burasıydı. Zaman geçtikte dedem ben ne dediysem büyüttü. Hata giyinme odası yaptırmayı düşünüyorum"
"Konuyu dağıtma ya"
"O hatun kocanın dayak yemesine bayıldın bakıyorum"
"Ben çok yedim sende ye ne olacak, neyse anlat"
"Neyse odama girdim işlerimi halettim avluya çıktım babama nasıl bağırıyorum. Boğazım acıyınca annemin odasına öyle bir girdim amaç anneme babamı soracağım. Girmemle çıkmam bir oldu. Neyse kıpkırmızı avluya indim. Dedem ne bağırıyorsun kuyruğuna basılmış it gibi dediğinde, birden ben dedemi dedem gibi görme, ağızıma ne geldiyse söyledim. Sonrası malum önce dedem aldı ele, sonra babam. Tabi serde delikanlılık var ya, bir hafta konuşmadım onlarla. Ya sen hanımefendi"
"Ne ben"
"Annenizden babanızdan hiç dayak yemediniz mi?"
"Ben mi aman boş ver. Bende isterdim senin gibi yakalamak ama bende hikaye biraz değişik"
"Nasıl huzurum"
"Ben babamı benim odamda asistanıyla görmüştüm."
"Sen ciddi misin"
"Mert'in biricik babası işte neyse kocam boş ver, bende hikayeler uzun ve karışık"
"Meryemce o kadar uykum var ki, ama seninle böyle konuşmayı o kadar özledim ki saatlerce günlerce konuşmak istiyorum seninle"
"Uyu kocam, uyu gönlümün suyu. Ben artık susmam."
"Bak uyuyorum"
"Uyu sevgilim"
Kısa zaman geçmişti ki, Mustafa uyudu. Mirzaya baktığımda onunda gözleri kapanıyordu. Ömer'le bakışıyorduk. Onu bacağımın arasına koyduğumda, Mirzayı alıp beşiğe koydum. Ömer'i battaniyeye saracakken, kapı çaldı. Ağızımı açıyordum ki, Mina kapıyı açarak içeriye girdi. Kapıyı yavaşça kapatıp, yanımıza geliyordu ki her adımda kaşları çatıldı. Yatağın yanına geldiğinde;
"Anne"
"Annem"
"Yazık ya, hani kar yağardı."
"Neye annem"
Mina sinirle koltuğun üzerindeki ince battaniyeyi alıp yanımıza geldi. Mustafa'nın üzerini zor bela örttükten sonra;
"Hasta mı olsun babam, aa Mirza'nın üzeri de açık anne hasta olurlar"
"Şey oda biraz sıcaktı diye Mina"
"Bana cevap verme babamın karısı."
"Tamam beni affetmen için ne yapabilirim"
"Şey eskisi gibi güzel bir kahvaltı hazırlaya bilirsin mesela"
"Bak sen tamam annem, Ömer'i leyloşa bırakalım. "
Mina yaşasın dediğinde, gülmüştüm. Ömer'le ayağa kalkamayacağım için, onu ayak ucuma yatırdım. Yatakta ayağa kalktığımda, Mina gülmek için elini ağızına kapamıştı. Yataktan atladığımda, Mina sesli gülmeye başlamıştı. Ömer'i kucağıma aldığımda, Mina'ya başımla koltuğu göstermiştim. Mina koşarak koltuğa oturduğunda, Ömer'i bacaklarına koyunca sıkıca tutmuştu. Mustafa'nın yanına geçtiğimde, ona doğru eğilmiştim ki Mina gülerek;
"Anne babamı da mı kucağına alacaksın"
"Alamam ama çekerim. Ben devi yerde çektim, babanı mı çekemeyeceğim"
"Kahraman, güçlü annem yaa"
Mustafa'yı düzeltip, üzerini daha düzgün örtmüştüm. Dolabın önüne geçtiğimde, hemen kıyafetlerimi giyinmiştim. Ayaklarıma Mina'nın bez babetlerinin aynısını giydim. Ömer'i kucağıma aldığımda Mina kapıyı açmıştı. Odadan çıktığımızda, Mina mutfağa koşarken;
"Annem sen mutfağa geç geliyorum, Ömer'i leyloşa vereyim"
"Tamam annem"
Mina mutfağa koşarken, merdivenleri çıktım. Bir iki adım atmıştım ki, Hazar abim odasından çıkıyordu. Beni görünce, gülerek yanıma geldi. Bir anda Dila'yı hatırlayarak;
"Dila benden güzelmiş bence"
"Nasıl yani abim"
"Boşver abim. Nereye gidiyorsun"
"Söylersem kızarsın bence"
"Sen söyle ben belki kızmam"
"Kız kumam gerçekten versene şu kızı artık bana"
"Abi ben dünden verdim de, Leyla'nın istemesi lazım. Fakat atalarımız ne demiş"
"Yine ne demişler onlar"
"Kaçan kovalanır, kumam kovalanır"
"Vay, Allah'ım sana şükür, sen hep iyi ol be kızım. Kafamı bıraktın abinde kaç zamandır"
"İyiyim iyi merak etme"
"Battaniye içindeki hangisi, damat mı"
"Yok, Ömer'im"
Abim battaniyeyi açtığında, Ömer kaşlarını çatmış Hazar abime bakıyordu.;
"Şuna bak tipsiz aslan parçası. Babası kılıklı ne olacak. O kaşların düzgün dursun bir gün"
Abime uzattığımda hemen almıştı. Abim, minik asimi severken, ben hırkasının kolundan tutarak yürütmeye başladım. Abim, Ömer'e bakmaktan nereye gittiğini anlamamıştı bile. Leyla'nın kapısını çaldığımda kısa süre içinde açıldı. Leyla gözünü ovuşturup;
"Bu saate ne istediniz sevgili müvekkilim"
"Ömer'im ve amcasını olacak kumamı sana emanet ediyorum"
"Sadece Ömer'imi alamıyor muyum"
"Hayır alamıyorsun, o Hazar'ımın promosyonu"
"Belki ben promosyon seviyorum canım"
"Tamam işte, sen hiç aslını almadan promosyonunu aldın mı"
"Yok"
"Eee o zaman"
"Tamam ya geçin içeriye"
Ben Leyla'ya gülerken, kapıyı yüzüme kapamıştı. Ben gülmeye devam ederek mutfak tarafına inen merdivenlerden inerken Sultan ablayla karşılaştık. Geçen gün kurdurduğu kuzine sobasından ekmeklerini çıkarıyordu. Masanın üzerine koyduğunda ufak bir parça koparmıştım. Ağızıma atıyordum ki;
"Karadeniz"
"Canım"
"Hayırdır bu saatte"
"Hayır, hayır. Kahvaltı hazırlayacağım"
"Anam kız sen iyileştin mi "
"İyiyim sultanım"
Mutfağa girdiğimde Sultan ablam çoktan büyük semaverlere çay suyunu koymuş olduğunu gördüm. Kilere gidip, mısır ununu alıp mutfağa girdiğimde Mina yüzüme bakıyordu. Üç tava kuymağı yapmaya başladığımda, Mina sandalyeyi ada tezgahın yanına çekip, üzerine çıktı. Tezgaha oturup;
"Annem"
"Cansuyum"
"Sen artık böyle türkü söylemeden sessizce mi yapacaksın annem"
"Kim demiş annem daha uykum açılmadı ki"
"Baksana. Hadi bir şeyler söylesene, azcık oynasana. Ben biliyorum Talha öldüğü için susuyorsun dimi anne"
Mina'm başını eğince, yanağını öpüp, aklıma gelen türküyü söylemeye başladım. Mina'm başını kaldırdığında azcık oynamaya başladım. Mina hemen tezgahtan inip, benim gibi oynamaya başladı. O oynarken, ben de mutlu olmuştum. Evet hayat devam ediyordu. Biraz daha söylemeye başladığımda mutfağa sultan ablanın yeğenleri girdiler. Asiye, Mina'nın bir tarafına, Gülendam bir tarafına geçmiş horon ediyorlardı. Aklıma gelen ikinci türküyle, Sultan ablamda kızlara katılmıştı. Pankek hamurunu yapmaya başladığımda, üçü bana eşlik etmeye başladılar. Kısa zaman geçmişti ki mutfağa Songül'üm ve Ayşegül'üm girdi. İkisi aynı anda bana sarılınca, bende onlara sarıldım. İkisinin ağladığını gördüğümde kaşlarımı çattım. Başımı kaldırdığımda, Baran abimlerin konağından gelen ve tek kalan kız kenardan bana bakıyordu. Elimle gel dediğimde hemen yanıma geldi. Kızın omzuna elimi koyarak;
"Adın neydi canım"
"Yasemin hanımağam"
"Seni hiç bir zaman o kızla bir tutmadım. Sende benim canımsın hadi işine bak"
"Allah razı olsun hanımağam. Rabbim seni başımızdan eksik etmesin"
Kızlar hepsi bir elden işlerine döndüklerinde, bende pankeke dönmüştüm. Sultan ablanın 'hadi karadeniz bir tane daha' dediğinde aklıma ilk geleni söylemeye devam ettim.
..............................
MUSTAFA HAMZA...
Gözlerimi açtığımda odada bir mırıldanma vardı. Etrafa baktığımda kimse yoktu. Yatakta oturduğumda beşikte ki Mirzayı gördüm. Banyoya geçip, elimi yüzümü yıkayarak odaya girdiğimde Mirza kendini aşmış mırıltısını yükseltmişti. Beşiğinden alıp, battaniyesine sararak kucağıma aldım. Oğlumla avluya çıktığımda babam, annem, amcam ve yengem içten gülüyorlardı. Annem ayağa kalkıyordu ki elimle otur dedim. Mirza'yı anneme verdiğimde mutfak tarafından alkış ve türkü sesleri geliyordu. Kaşlarımı çatarak bir adım atmıştım ki, babam bileğimi tutarak;
"Düzelt kaşlarını"
"Meryemceye saygısızlık değil mi baba. O daha yeni yeni düzeliyorken"
"Az bekle ve gör "
Başımı kaldırıp üst avluya baktığımda, hepsi mutfak tarafına bakarak gülüyordu. Sağa tarafımda olan merdivenlerden inen Hazar'ın kucağındaki Ömer'le merakım daha da artmıştı. Hazar, Ömer'i yengemin kucağına bırakıp koluma girdi. Yüzüne baktığımda, gülerek mutfak avlusuna doğru yürümeye başladı. Mutfak avlusuna girdiğimde herkes eksiksiz mutfağın içini izliyordu. Mutfak kapısından içeriye baktığımda herkes susmuştu, sadece ocağın başındaki sevgilim, huzurum sessizce söylüyordu. Başımı yanımdaki Sultan ablaya çevirdiğimde, beni anlamış olacak ki herkesi yavaşça mutfaktan çıkardı. Mutfaktan çıkmadan, ufak camın perdesini kapatmayı unutmamıştı. Sultan abla kapıyı kapatıp çıktığında, Meryemceye yanaşmaya başladım. Arkasından sıkıca sarıldığımda bir irkilse de, kısa süre sonra kendini bana bırakmıştı. Burnumu tülbentinin üzerinden boynuna yasladığımda, ellerini ellerimin üzerine koydu. Burnumdan derin bir nefes alıp;
"Ben sana sadece ilk görüşte aşık olmadım, her görüşte aşık oluyorum. İyi ki varsın hatunum, iyi ki varsın kalbim, kadınım"
"Sende iyi ki varsın adam sende"
"Meryemce bundan sonra en azından doğum izninde bizi, ailemizi, evlatlarımızı düşün. Başka bir şey istemiyorum. Senin hayalini gerçekleştirelim. Sen beni sabah işe yolla, ben gelirken bir şey istiyor musun diyeyim mesela. "
"Tamam kocam, tamam asi ağam sen nasıl istersen evcilik oynayalım azcık"
Meryemce bana dönüp dudaklarımı kısa bir an öptükten sonra sıkıca sarılmıştım. Yüzünü boynuma sakladığında;
"Seni seviyorum deli doktor"
Meryemce başını kaldırdığında, mutfağın kapısının açılmasıyla, bizi bir el ayırdı. Hazar ikimizin arasına girerek elini beline koydu. Biraz gür sesle;
"Bana bak bana, bu adam benim sevgilim. Çocukluk aşkım o benim. Sen eksik etek ne olacak. Onu alacaksan önce beni çiğnemelisin, öldürmelisin"
Meryemce, Hazar konuştukça ada tezgaha yaklaştı. Ben karımı takip ederken, tezgahın üzerindeki büyük kasap bıçağını arkasına gizledi. Bir iki adımla Hazar'ın önüne gelerek, Hazar'ı dinliyor gibi görünüyordu. Arkama baktığımda bizimkilerin hepsi kapıdaydı. Önüme döndüğümde Hazar derin bir nefes alıp;
"Ne o sustun mu meryemce hanım cesaretin mi yok."
Hazar bana dönerek;
"Görüyor musun nasıl korktu benden"
Hazar arkasına döndüğünde, Meryemce kasap bıçağını Hazar'ın boğazına hafif yaslayarak;
"Ne diyordun kumam, seni mi çiğnemeliyim, öldürmeliyim öyle mi? bana uyar zevkle yaparım canım. "
"Şey canım hanım ağam, aaa ne kadar ayıp hani ortak kullanıyorduk. Hiç yakışmadı. Hem ben öyle demedim, seninle beraber herkesi çiğneyelim dedim"
Meryemce bıçağı tezgaha koyduğunda, herkes gülüyordu. Hazar sanki terlemiş gibi, alnından terini silip mutfaktan çıkarken, Baran, Kadir ve Serdar kahkaha atarak, avluya gidiyorlardı. Meryemce mutfaktan çıkarken;
"Hadi ağam çıkalım da kızlar masayı hazırlasınlar"
Meryemce ile yan yana ana avluya girdiğimiz de Devran kollarının arasına aldı Meryemceyi. Meryemce de ona sarıldığında, Dağhan ve Mert'e katıldı. Biraz öyle durduklarında, Meryemce eskisi gibi;
"Aaaayy yeter bırakın be, görende hiç bacılarını ablasını görmedi sanacak"
Herkes gülerken, Dağhanlar kenara çekilmişlerdi. Meryemce babamlara yaklaşıyordu ki, Ömer uykusu geldiği için ağlamaya başladı. Meryemce yengemin kucağında olan, Ömer'i kucağına aldığında saniye geçmeden sustu. Meryemce Ömer'le odaya yürürlerken, benim gözüm Mirza'ya takıldı. Yengemin el hareketlerini takip etmeye uğraşıyordu sanki. Ben ona bakarken, bacağımda bir el hissettim. Yanıma baktığımda Mina gülerek;
"Babacım"
"Söyle gülüm"
"Hiç ben seni çok seviyorum"
"Bende babam bende seni çok seviyorum ilkim, ilk göz ağrım"
Mina'yı kucağıma aldığımda, boynuma sarılmıştı. Yüzünü boynuma koyduğunda bir şey olduğu belliydi. Bacağıma oturttuğumda gözlerime bakıyordu. Elimi yanağına koyarak;
"Neyin var babam"
"Baba ben çok mutluyum bak annemde iyileşti ama"
"Aması ne gülüm"
"Baba ben yalnız kaldım"
"Nasıl yalnız bebeğim"
"Baba bir kardeşim daha olsun, lütfen"
"Mina niye bir tane daha kardeş istiyorsun"
"Ben tek kalmak istemiyorum baba. Beni seven çok kardeşim olsun"
"Sen tek değilsin ki bebeğim, abinler var, ablanlar var bak şimdi bir sürü kardeşin var, daha da çok olur"
"Baba ben sizin gerçek kızınız değilim ya, eşkıyamda gitti ya"
"Mina biz bu konuyu seninle konuşmuştuk sen benim ilk göz ağrımsın bana ilk baba diyen meleğimsin. Herkes sahte sen gerçeksin bebeğim"
Mina'm sessizce ağlamayı başaran tek insandır her halde. Gözünden düşen göz yaşları tane tane üzerimize düşerken, göz yaşını ellerimle silip;
"Mina ben senin babanın biliyorsun dimi, sende yalnız değilsin. Annen bu halini görse eyvah eyvah"
Mina'm azda olsa gülünce, kucağımda onunla ayağa kalktım. Bir iki adım attıktan sonra;
"Biz birazdan geliriz, kahvaltı için afiyet olsun şimdiden."
Mina kucağımda konağın kapısından çıktığımda, adamlar hazır ola geçmişlerdi. Tek elimle durun diyerek, yürümeye başladım. Mina elini enseme koymuş, yola bakıyordu. Meryemcenin buraya geldiğinde kullandığı evin önüne geldiğimde kısa bir an baktım. Derin bir nefesle aşağıya doğru yürümeye başladığımda, kadınlar, erkekler selam veriyorlardı. Mina ana caddeyi görünce, sıkıca boynuma sarıldı. Arkama bakıp;
"Baba, Boran abi ve üç yok dört bir dakika sayayım. bir iki üç evet evet dört adam daha arkamızdan geliyor"
"Gelsinler kızım"
Ana caddeye çıktığımda, Mina bütün kuvvetiyle boynuma sarılıyordu. Yüzünü boynuma gizlemiş sadece sessizce duyduğum kadarıyla ''Allah'ım lütfen'' diyordu. Elimi sırtına koyup severken;
"Babam ya senide vururlarsa, hadi evimize gidelim"
"Beni kimse vuramaz kızım. Bak arkamızdan Boran abinler geliyor"
"Ama senin belinde silah yok ki"
"Mina ben senin neyinim"
"Babamsın, canımsın"
"Peki babalar kızlarının neyidir"
"Kahramanıdır"
Mina'nın sırtını severek istediğim yere gelmiştim. Kapısından içeriye girdiğimde, Mina'yı yere koydum. Mina kısa bir an baktıktan sonra, üzerindeki eşofmanının kapüşonuyla başını kapatıp, saçlarını içine koydu. Ben onun yaptıklarına şaşırırken, o benim elimi tuttu. Beraber mezarlıkta yürümeye başladık. Mina yürüdükçe onda annesini gördüm. Ben durduğumda, Mina yüzüme baktıktan sonra karşısına baktı. Eliyle yeni kazılmış mezarı gösterdiğinde başımı evet manasında sallamıştım. Koşarak mezarın yanına oturduğunda, kaşlarımı çatarak yanına bir adım atmıştım ki;
"Kızma babam, ben beş dakika oturacağım ama o çok kalacak hiç gelmeyecek baba beş dakikacık. "
Başımı tamam manasında salladığımda, Mina elini mezarlığa koyarak;
"Eşkiyam, beni bırakmayacaktın hani. Okula beraber gidecektik hani, olsun ben seni yine severim Talha abim. Biliyor musun annem çok üzülüyor abi sen yoksun diye. Bu gün şarkı söylemeye başladı. Abi annem iyileşti merak etme üzülme tamam mı?. Talha dedemiz dedi ki sen burada üşümezmişsin. Üşüme tamam mı sen üşürsen bende annemde üşür. Talha annem senin bütün eşyalarını çocuklara verdirdi ama ben senin kırmızı arabanı sakladım. Odamda duruyor. Hadi ben gidiyorum. Seni seviyoruz kalbimizde kalacaksın tamam mı? Babamızda seni çok seviyor, senin için ağlamadı sanma, annem derdi ya her göz yaşı dışarı akmaz diye babamızın ki akmadı. O çünkü bizim kahraman babamız"
Mina ellerini üzerine silerek yanıma geldiğin de yere eğildim. O benim boynuma sıkıca sarıldığında bende sarıldım. Üşüdüğünü anladığımda üzerimden eşofmanımı çıkarıp, kızıma giydirdim. Mina üzerimdeki gri yarım kolu badimi görünce kaşlarını çatarak;
"Baba sen hasta olursun sonra"
"Ben hasta olmam Mina'm. Sen hasta olursan ben çok üzülürüm ve kalbim çok acır bebeğim"
Minayı kucağıma aldığımda, sıkıca boynuma sarılmıştı. Mezarlıktan çıkarken, başını omzuma koymuştu. Geldiğimiz yolu bu sefer etrafımda adamlarımla yürümeye başladım. Konağın önüne geldiğimde Boran kapıyı açmıştı. Avluya girdiğimde Meryemce benim yerimde oturuyordu. Masaya yaklaşmaya başladığımda, Meryemce yerimden kalkıp yanımıza geldi. Bana tebessüm ettikten sonra, başını boynuma yaklaştırdı. Derin nefes çekerek kokusunu içme çekiyordum ki, gülerek ;
"EEe bu karnı aç uyumuş"
"Uyuyor mu? Uyandıralım çok açsa "
"Ben uyanınca yediririm."
"Üzerini değişmesi lazım ama"
"Niye ki"
"Üzeri biraz toprak olmuş olabilir"
"Mezarlığa mı götürdün onu"
"Kızdın mı "
"Yok kızmadım"
"Nereden anladın peki"
"Başına kapüşonunu kapamış"
"Talha'nın mezarlığına götürdüm"
"İyi yapmışsın. Konuşmuştur"
Meryemceye baktığımda, kızını ne kadar iyi tanıdığını anladım. Meryemcenin kucağına almasına yardım etmiştim. Meryemce mina ile masadan uzaklaşırken, Ayşegül'den kıyafet istemişti. Meryemce odasına gittiğinde, bende yerime oturdum. Az önce ısırdığı salatalığı ağızıma atmıştım. Yarım kalan çayını içip, yanımda ayakta duran Gülendam'a bardağımı uzatıp;
"Biraz daha demli olsun Gülendam"
"Hemen Fırtına beyim"
Gülendam yanımdan uzaklaşırken, kahvaltıma devam ediyordum. Kısa zaman sonra bardağımı önüme koyduğunda bizim odanın kapısının kapanma sesini duydum. Hafif dönerek arkama bakıyordum ki, Kezban halam;
"Sen niye onun bardağını, çatalını kullanıyorsun. Temiz servis isteseydin ya"
"Zaten temiz servisti, senin veya kızının çatalını, bardağını kullanmadım ya. Şimdi sus sakince kahvaltı etmek istiyorum"
Kezban halam susunca, omzumda bir el hissettim. Sağıma baktığımda Meryemce tebessümle elinde kalın hırkamla yanımda duruyordu. Elinden almak için elimi uzattığım da başıyla hayır demişti. Kolumu uzattığımda giyinmeme yardım etti. Yanıma oturduğunda, sandalyesini hafif eğilip kendime doğru çekmiştim. Göz göze geldiğimizde, Hazar'ın öksürmesiyle güldüm. Çayımdan bir yudum almıştım ki, Kevser halam ağlamaklı, masaya oturduğunda, Kezban halam;
"Ne oldu Kevser, bacım"
"Şule'nin bebeği ölmüş. Biliyorsun on gündür hastanede yatıyordu ya bacım, bu sabah ölmüş"
Meryemce içtiği çayı zor yuttuktan sonra;
"Şule niye on gündür hastanede"
"Çok mu merak ettin, senin ölen oğlun yüzünden, kızımın bebeği öldü"
"Nasıl yani? Mustafa Hamza ağam"
"Ağama ne soruyorsun, ben söyleyeyim. Senin o kızın kızlarımıza iftira attı, Helin ve Şule'ye. On gün önce ağam burada kızımı öldüresiye dövdü. Buradan çıktı ve gidip nazlı yeğenime hesap sormuş. Hatta"
"Hatta ne söyle Kezban hanım, masada yürekte yok ama"
"Sen gidip, kızımıza onları söylemeseydin, kaynanası onu öyle dövmeyecekti Mustafa"
Meryemce hızla yerinden kalkıp, gür bir sesle;
"Ben ne olduğunu tam anlamadım ama Mina Dila hiç bir zaman yalan konuşmaz. Susar, ağlar ama o ağızından bir tane yalan çıkmaz. Birazdan uyandığında soracağım ve ben gözlerinden annesi olarak anlarım zaten."
"Yengem"
"Sinan'ım"
"O gün Şule halam telefonda birine demiş çıktılar diye. Birde Mina, Helin halam piçlerin biri öldü demiş, ağa amcam da "
"Tamam sus Sinan, yeter. Gülendam"
"Buyur ablam"
"Acı bir kahve yap, büyük bardakta olsun"
"Hemen ben yaparım karadeniz bunlar anlamazlar"
Kızlar çekilirken, keyifle başlamış olan kahvaltımız halamların yüzünden tatsız keyifsiz olmuştu. Meryemcenin kahvesiyle bizim kahvelerimizde gelmişti. Kızlar masayı toplarken, hiç birimiz masadan kalkmamıştık. Kahvemden son yudumu almıştım ki, Boran içeriye girdi. Elini karnında birleştirip;
"Ağam, Yasin, Ertuğrul ve Pars bey geldiler"
"Gelsinler"
Herkes bakarken, Meryemcenin kaşları çatılmış, kahvesine bakıyordu. Yasin ve diğerleri yanımıza gelirken, Meryemceyi izliyorlardı. Üçü de Meryemceyi gördükleri için yüzlerinde tatlı bir tebessüm vardı. Tam meryemcenin arkasında durarak afiyet olsun dedikten sonra içeriye elinde lilyum buketi olan bir çocuk girdi. Elindekileri Yasin'e verip geri çıktı. Yasin elindekileri Meryemceye uzatarak;
"Meryemce hanım, Şahin yani başkan black lion bunları Nedret beyden özel istedi. Öncelikle hayırlı olsun dedi, hediyesini en yakın zaman yani on gün sonra kendi taktim edecekmiş. Son olarak da baş sağlığı dilememi istedi."
Meryemce sandalyesinden kalkıp, buketi elinden aldı. Buketin şık kağıdını düzgün bir şekilde açtıktan sonra ikiye böldü. Yavaş adımlarla önce annemin yanına giderek böldüğünün birini anneme verdi. Yanağını öptükten sonra iki sandalye ötesinde oturan yengeme de kalan yarısını verdi. Onu da öpmeyi ihmal etmeden yanımıza geldi. Yasin'in önüne geçtiğinde başını kaldırıp sırayla üçüne baktı. Ertuğrul ve Pars'ın bir kaç adım geriye gitmesine anlam verememiştim. Meryemce Yasin'e bir adım daha yaklaşıp;
"Yasin, reis benim de ona iletmemi istediğim bir şey var"
"Nedir"
"Bekle"
Meryemce gözlerini kapadıktan sonra ellerini birbirine geçirip öyle bir ses çıkardı ki, Pars;
"Yasin, sen gel gel, ben haberi anladım"
Yasin bir adım geriye gidiyordu ki, Meryemce adamın yakasını tuttu. Yasin başını hafif hayır der gibi sallarken;
"Atmaca köpeğin olayım, tamam anlad-"
Adamın sözünü meryemcenin kafa atması kesti. Hepimiz şaşkınca ona bakarken, Meryemce tek elini bırakıp, tek eliyle çekerek masaya yaklaştırdı. Masadaki peçetesini burnuna bastırdı. Pars elini yanımıza gelerek Yasin'in omzuna koyduktan sonra;
"Öğrendin mi Yasin yürüü, hayırlı günler hanımefendi."
Yasin burnunu tutarak, çıkarken Pars ve Ertuğrul neredeyse kahkaha atıyorlardı. Meryemce arkalarından başını sallamıştı. Meryemce yerine yavaşça oturduğunda hepimiz ona bakıyorduk. Ağızımı açıyordum ki, Mert;
"Abla bir şey sorabilir miyim"
"Sor"
"Ben iki gün önce bir şey fark ettim. Ş.A.R holding kimin? sahibine baktım gizlilik anlaşmasında diye yazıyor"
"Yani"
"Yanisi şu birincisi merak ettim sen böyle bir şey yapmazsın. İkincisi çok büyük bir holding ama "
"Çünkü sahibi gizli kalmasını istiyor ki ben çok yakınen tanırım sahibini. "
"Her şeyleriyle yanımızdalar, ama kendi mimarları var. "
"Mert yine çünkü biz onların elleri ve ayaklarıyız. "
"Anladım ablam"
"Neyse müsaadenizle biraz başım ağrıdı. "
Meryemceye tamam manasında başımı sallamıştım. Yanımdan yavaşça kalkıp odasına doğru yürümeye başladığında annem ve yengem halamları öldürecek gibi bakıyordu. Odamızın kapısının kapandığını duyduğumda hızla yerimden kalktım. Babamın arkasından geçiyordum ki, babam bileğimden tuttu. Babamla göz göze geldiğimizde ağızımı açıyordum ki, Kader karnını tutarak ayağa kalktı. Hepimiz ona baktığımızda onun gözleri, Halamlardaydı. Yavaş adımlarla halamların yanında durarak;
"Çok mu lazımdı Kevser, Kezban hala. Sizin kızlarınızdan daha önemli ablamız, yengemiz. Siz sevgi ne demek bilmiyorsunuz. Huzursuzluk, sevgisizlik yılanlık ruhunuza işlemiş. Biz sabah ne kadar mutlu olmuştuk, ablamız, yengemiz kendine geldiği için ama sizin ezelden beri bir Mustafa ağamı yıkma, parçalama politikanız var. Bu benden size son söz dilerim Allahtan ne helin nede Şule annelik nedir tatmasınlar. Siz ki yengemin oğlunun ölmesinden zevk aldınız, diyorum ve hamile halimle istiyorum ya rabbim, ikinizde torun yüzü, onlarda evlat yüzü görmesin"
Kader elini karnına koyarak, mutfak tarafına giderken, Selvi de peşine gitmişti. Ben onların arkasından gururla bakarken, annemlerde hırsla yerlerinden kalkmışlardı. Avluda ve masada halamlar ve Helinden başka hanım yoktu. Ayakta halamlara baktığımda, Mert boğazını temizleyerek;
"Hiç bir zaman ablam ve Mustafa ağamın işine karışmak istemedim. Talha ve Mina'ya yaptıklarınıza da, söylediklerinize de ağzımı açmadım. Birinin dayısı birinin amcasıydım ama sustum. Şimdi size söyleyeceklerimi tehdit olarak algılamayın. Ben sizi insan olarak uyaracağım. Bakın ben bir buçuk ay evvel ablama attığım tokadın pişmanlığına yanarken, bir taraftan nasıl bir tepki verecek kestiremiyorum, çözemiyorum. Ablamın bu günkü suskunluğu karakteridir, sabır onun en büyük özelliğidir. Ablam fil hafızalıdır. Az önce bir kaç defa piç dediğinizi duydu. Talha'nın ölümünde parmağınızın olduğunu öğrendi. Bakın bir gün, bayan ateş ve deli atmaca aynı bedende ortaya çıkarsa az önceki kafa atmayla kalmaz. Ben o halini görmedim ama azcığını Leyla hanım görmüş ve bende ondan duydum. O görmüş az delirmiş halini. Bende size tekrar söylüyorum bence artık o yılan dillerinizi kendiniz koparın ama ablama uzanmasın o dil. Neyse Devran abi, Dağhan abi hadi çıkalım."
Devran, Dağhan ve Mert ceketlerini alarak konaktan çıktılar. Kadir ve Serdar Baran'ı alıp mutfak tarafına yürümeye başladıklarında Hazar ile göz göze geldik. Halamların arkasına geçerek, ikisinin arasına girdim Sağ elimi Kevser Halamın, Sol elimi Kezban halamın omuzuna koyarak, sıkmaya başladım. İkisi omuzlarını aşağıya doğru indirirken, hafif eğilerek;
"Son kez ama gerçekten son kez uyarıyorum. Sabrım kalmadı yeter. Kezban hala fazla zamanımı almaz, kocanın ölümünü sana izletmem. Unutma ki her şeyinizle benimsiniz. Ne demek istediğimi sen çok iyi anladın."
"Mustafa ağam"
"Efendim Kevser hala"
"Ben torunumu kaybettim"
"O az önce canını yaktığınız kadının oğlu sizin kızlarınız yüzünden öldü"
Halamların üzerinden ellerimi çekerek;
"Hazar milleti topla on dakikaya burada olurum"
"Tamam ağam"
Odama yürürken, sinirimi düşürmeye uğraşıyordum. Odama girdiğimde Mina gözlerini ovuşturuyordu. Mina'nın yanına uzandığımda, hemen üzerime çıkmıştı. Başını göğsüme koyarak;
"Baba bu gün işe gitme, at binmeye gidelim"
"Babam bu gün çok önemli bir toplantım var sonra, az işlerim var ama erken halledip geleceğim inşallah"
"Bende gelebilir miyim işyerine"
"Çok mu istiyorsun"
"Evet geleyim mi baba"
"Hadi git Selvi yengenden rica et hazırlasın seni"
"Canım babam"
Mina hızlı olmaya çalışarak, üzerimden kalktı. Yataktan hızla inip koşarak odadan çıkarken kapıyı kapatmayı unutmamıştı. Başımı sağa tarafa çevirdiğimde bebeklerimin ikisi de uyuyordu. Yataktan kalkıyordum ki banyonun kapısı açıldı. Meryemce havluya sarılı beni görünce;
"Senin ne işin var burada, Mina nerede"
"Oda ikimizin ortak alanı hatırlatırım ama unuttuysan çocuklar uyurken hatırlatabilirim. "
"Mustafa ağa, uzak dur benden. Kızım nerede"
"Hazırlanmaya gitti"
"Nereye gidiyor bebeğim"
"Şirkete gelmek istedi. Bende tamam dedim"
"Teşekkür ederim, anasının korkusu onu sıçradı"
"Fark ettim."
Yattığım yerden kalktım. Meryemceyi kollarımın arasına aldığımda yüzünü boynuma gizledi. Islak saçlarını öperek;
"Sen ne güzel oluyorsun hanım böyle"
"Nasıl "
"Nazlı"
"Mustafa Hamza iyi ki varsın biliyor musun? "
"Sende iyi ki Mardin'e ayak bastın"
"Hadi hazırlan da git"
"Doğru canım benim"
Dolaptan eşyalarımı alarak üzerimi giyinirken, Meryemce kıyafetleriyle banyoya girdi. Ben saçlarımı tararken banyodan çıktı. Yanıma geldiğinde alnından öptüm. Gözlerimi bir süre kapalı öyle dururken, dudaklarımda karımın dudaklarını hissettiğimde gözlerimi açtım. Hemen bir adım benden uzaklaştığında, ben bir adım atmıştım ki avludan Hazar;
"Bırak şu adamı hanımağacığım, işimiz var bu gün"
Ben Hazar'ın dediğine gülerken, Meryemce yanağımı öptükten sonra başını omzuma koyarak;
"Bıçak yaradı bu kumama"
"Bence de"
"Hadi hayatım ben çıkıyorum akşam gelirken bir şey istiyor musun"
"İstiyorum"
"Ney istiyorsun"
"Seni, sağlam gel. Allaha emanetsin kocam "
"Size kadınım sizde"
Odadan çıktığımda, Leyla ve Mina yan yana beni bekliyorlardı. Hazar yanlarında, göz ucuyla onlara bakarak;
"Bu iki hanımı ben getiririm şirkete"
"Minibüsle gidiyoruz, geç çıkacak olursak arabaları isteriz"
"Banane ağam yaa"
"Meryemce kuman bıçağının yerini soruyor"
"Yürüyün Leyla, Mina tutturdunuz ayrı araba diye, Kumacığım görüşürüz"
Arkama baktığımda, Meryemce kapının orada başında mavi tülbenti bize gülerek bakıyordu. Mina'yı kucağıma alıp, konağın önüne çıktık. Baran, Hazar, Leyla minibüse binerken;
"Benim gardaşları mı ne yaptınız"
"Onlar çıktı beş, on dakika oluyor"
"Anladım"
Minibüse bindiğimde, Meriç arabayı çalıştırıp yola çıkmıştı. Meriç biraz gittikten sonra kısa bir an bir yerde durduğunda Mina yanıma gelip sıkıca sarıldı. Bende kucağıma oturtarak, sıkıca sarılıp kulağına yaklaşarak;
"Babana bir şey olmaz bence, sence"
"Bence de olmaz ama tetbil"
"Tetbil ne kızım"
"Ya annem hep der ya biz tetbilimizi alalım"
"Kızım benim, kara kuzum o tetbil değil tedbir "
"Anladım babacım tedbir"
Mina başını omzuma koyarak dışarıya bakarken, Meriç bizim gazeteleri kapıyı açıp verdikten sonra elindeki çikolatayı cebine koydu. Mina'nın sırtı kapıya dönük olduğu için çikolatayı görmemişti. Kapıyı kapatıyordu ki sessizce;
"Meriç Mina'ya mı aldın"
"Aldım ağamda kahvaltı etmediği aklıma geldi. Meryemce ab- hanımağam aç karnına yemesini istemediği aklıma gelince"
Baranla göz göze geldiğimizde ne yapmak istediğimi anlamış olacak ki, biraz gür sesle;
"Meriç sen bizi şirkete bıraktıktan sonra, Mina'yı su böreği yemeğe mi götüreceksin. Bizi de götürsene "
"Yok ağam ben Mina ile gideceğim tabi ağam izin verirse"
Mina başını kaldırıp gözlerime baktı. Başını sağ omzuna yatırarak;
"Babacığım izin verir misin? su böreği yiyeyim yanında güzel azcık soğumuş çay "
"Meriç bir dakika bile gözünü ayırmıyorsun kızımdan ve ne kadar yemek istiyorsa, ne istiyorsa "
"Emrin olur ağam. "
Mina boynuma sıkıca sarılıp, yanaklarımı öptükten sonra;
"Babacığım para verebilir misin"
"Para mı niye ki"
"E onları senin paranla alacağım. Meriç abim bana şey olacak, şey"
"Göz kulak mı Dilam"
"Babam asiciğimse Hazar amca, Meriç abim babamdan korktuğu için, göz kulak burun kol el baya şey olması lazım"
"Mina"
"Efendim babacım"
"Kızım sen kaç yaşındasın"
"Altı yaşında oldum yaaa"
"Yok kızım sen benimle yaşıtsın ama çaktırmıyorsun"
Hepimiz gülmeye başladığımız da Meriç durmuştu. Dışarıdan adamlar kapıyı açtığında Mina, sırayla hepimizi öpüp benim kalktığım yere oturdu. Mina'nın yanına bir adam, Meriç'in yanına bir adam oturmuştu. Onlar devam ederken bizde şirkete girdik.
.........................................
MERYEMCE...
Mustafalar gittikten sonra odama tekrar girdim. Oğullarım uyurken kitap okumaya karar vermiştim. Avluya çıkmak istememiştim. Annem ve yengemin yanına daha sonra giderim diye düşünerek kütüphaneye girdim. Elime yeni başladığım Cansuyum adlı kitabı aldım. İki sayfa okumuştum ki, kapım çalındı. Ben ayağa kalktığımda kapıdan içeriye gülerek, Nisa ve Gülcan girdi. İkisi aynı anda yanağımı öptükten sonra ikisinin karnını sevdim. Gülcan karnının üzerindeki elimi tutarak;
"Nasılsın vayemin"
"İyiyim canım benim sen "
"İyiyiz biz."
"Nerede benim üçüncü gelinim"
"Odasında azcık işi varmış, Devran abi bir şey mi yapmış, bir şey demiş öyle bir şey diyordu bizim odadan çıkarken. "
"Anladım, Siz nereye böyle çantalar ellerde"
"Kader, Nisa ve ben bir medineyi görelim dedikte"
"Anneler kuzularına bakmaya gidiyorlar"
"Evet canım. Sen bir şey istiyor musun dışarıdan"
"Yok ben kocama söyledim"
Gülcan gülerek beşiğe doğru giderken, Nisa yanıma gelip sıkıca belime sarılmıştı. Bende sarılıp anlını öptüm. Başını göğsümden kaldırıp, gözlerime baktığında;
"Papatyam neyin var"
"Abla ben senden Mert adına özür dilemek istiyorum"
"Ne özürü Nisa"
"Hani sana"
"Bana vurduğu için özür dileme sakın. Mert'in yaptığı yanlışlar hatalar yüzünden sakın ama sakın kimseden özür dileme. O vurma işine gelirsek de o günkü sinirine yenildi."
"Abla aranızda sanki soğuk bir rüzgar var. Sen ona kısa bir an baktığında bile, gözündeki sıcaklıktan ben bile ısınırdım"
"Sana öyle gelmiş birtanem. O adam benim ilk bebeğim, ben onun annesiyim. Onun benim gözümde hala Talha'dan, Mirza'dan ve Ömer'den farkı yok. O benden tokat attığı için çekiniyor canım benim"
"Sen öyle diyorsan ablam"
"Öyle papatyam öyle"
"Tamam ablacığım"
"Hadi benden selam söyleyin doktor hanıma"
"Olur vayemin"
Kızları odanın kapısına kadar yolcu ettikten sonra tekrar odaya girdim. Kitabıma kaldığım yerden devam ettim. Kitap beni içine aldıkça okuyasım geliyordu. Biraz daha okumuştum ki içeriden iki paşamın ağlama sesi gelmeye başladı. Yatağa geçmeden bebeklerimi yatağa koydum. İkisi yan yana bana bakarken bende ayak uçlarına bağdaş kurup;
"Ne oldu sıkıldınız mı siz. Beni mi özlediniz hangisi beyler"
Çocuklarım susup bana bakıyorlardı. İlk Mirza'yı kucağıma aldığımda, Ömer'in yüzünün yakınına beyaz tülbentimi atmıştım. Benim kokumu alan beyefendi, kendi halinde elleriyle uğraşıyordu. Mirza karnını doyururken, kapım çalındı. 'Kim o' dediğimde, kapının dışında olan annem "kaynanalar" dediğinde gülerek gel annem demiştim. Annem ve yengem içeriye girdiğinde, badimi biraz olsun aşağıya indirmiştim. Annem yatağın kenarına otururken, yengem yatağın üzerinde elleriyle oynayan Ömer'i kucağına aldı. Mirza karnını doyurduğunda, yengem Ömer'i bana uzatmıştı. Yengem ve Annem ayağa kalktıklarında;
"Hanımlar Mirza Asaf efendiyi nereye götürüyorsunuz"
"Ömer'i de sen al gel çay içeceğiz avluda"
"Anne battaniyesini alın o zaman"
"Tamam annem"
Annem ve yengem kucağına Mirza'yı alıp odadan çıktıklarında, Ömer'le kalmıştık. Ömer karnını doyurduktan sonra ayağa kalktım. Oğlumu güzelce battaniyesine sarıp avluya çıktım. Annemler ve zümrüt sedirlerde otururken, Avşin kucağında Mirza avluyu turluyordu. Selvi yanıma gelerek;
"Abla oğlumu alayım"
"Al bakalım oğlunu, benim oğullarım nerede"
"Emrah, Sinan ve Yılmaz okula gittiler, Gül biraz hasta gibiydi odasında yatıyor"
"Neyi var baktınız mı"
"Gülcan abla baktı. Halsiz biraz "
"Anladım canımın içi"
Selvi, Avşin'in yanına gittiğinde bende annemin yanına oturdum. Ayşegüller çayları getirirken, Sultan abla yiyecek bir şeyler koyuyordu. Ağızımı açmıştım ki Ayşegül elini karnına koyarak;
"Mihriban anne, müsaade var mı? Meryemce Hanımağamla bir şey konuşmak istiyorum da "
Annem bana bakınca;
"Konuşalım Ayşegül "
"Ablam şey "
"Anladım, anne biz bir benim odaya gidelim de"
Annem başını tamam manasında salladığında, beraber odamıza yürümüştük. Odaya girdiğimizde elimle koltuğu göstermiştim. Ayşegül benim oturmamı bekleyerek, oturmuştu benimle. Ellerini kucağında ovuştururken, elini tutup;
"Seni dinliyorum güzelim"
"Abla ben şey "
"Ne oldu canımın içi"
"Abla ben ve Boran ali şey yaptık"
"Ne yaptınız."
"Yani bizim"
"Yani sizin "
"Abla ben bir buçuk aylık hamileyim"
"Ay çok güzel. Doktora gittiniz mi?"
"Dün ben gittim, o dedi"
"Peki Boran'ın tepkisi ne oldu"
"Bilmiyor ki kimse bilmiyor, ben ilk sana söylemek istedim haberi aldığımda"
"Ya ben içinize çıkmasaydım, doğumda mı belli olacaktı"
"Ben yine sana gelip söyleyecektim"
Ayşegül'e sarılıp, başını öptüğümde;
"Abla şey müsaade varsa, bir şeyin iznini alacağım senden"
"Söyle bebeğim"
"Oğlum olursa adını Mustafa Talha koyabilir miyim"
Ayşegül'den ayrılıp, yüzünü avuçlarımın içine alıp;
"Tabi ki koyabilirsin ama kızın olursa benim adımı koyma ama tamam mı"
"Olur mu abla? kızım olursa adı hazır ki"
"Ney adı"
"Meryem sultan"
"İlahi Ayşegül"
"Yok abla sultan abla bize çok güzel annelik ediyor"
"Tamam hadi git Boran'a söyle"
"Şey abla sen söyler misin "
"Çık geliyorum ben hadi çık"
Ayşegül çıktığında sandığımı açtım. Yirmi yaşımda can sıkıntısından ördüğüm beyaz bebek patiklerini elime aldım. Üzerimdeki yeleğimin cebine koyarak tekrar avluya çıktım. Bizimkiler çay içerken, babam ve amcam da kenarda çay içiyorlardı. Annemlere göz ucuyla baktıktan sonra babam ve amcamın yanına oturdum. Annem benim halime gülerken, ben gür sesle; "Boran Ali" " Ayşegül" dediğimde herkes bana bakarken tekrar bağırmıştım. Kısa zaman geçmişti ki avluya girdi soluksuz. Ayşegül ve diğerleri de avluya girdiğinde ayağa kalkıp, Mustafa'nın yaptığı gibi ellerimi arkamdan belimin üzerinde bağlayarak Boran alinin önüne geçtim. Kaşlarımı çatarak;
"Boran Ali hiç yakıştı mı oğlum"
"Ney Hanımağam"
"Bunu senden beklemezdim"
"Ağam ben ne yaptım"
"Ayşegül söyledi hiç inanmadım ama görüyorum ki haklı"
"Ağam Allah canımı alsın ki ben ona sabah midesini üşüttüğü için bağırdım"
"He bir de bağırdın öyle mi hiç olmadı Boran Ali"
"Ağam özür dilerim bir daha bağırmam"
"Bağırma ona bir daha artık daha fazla ilgi ister "
Boran başını önüne eğmiş, öylece başını sallarken, cebimdeki patikleri elime aldıktan sonra;
"Boran Ali yüzüme bak"
Boran başını kaldırıp, bana bakınca elimdekileri ona uzattım. Boran elimden aldığında;
"Ağam bunlar ne"
"O mu ben daha yirmi yaşındayken, yaptığım bebek patikleri."
"Çok güzellermiş ağam"
"Evet çok güzeldirler, onları iyi sakla tamam mı yedi buçuk ay sonra gelecek olan meleğe vereceğiz babası"
"Tamam ağam söylerim Ayşegül saklar bu, bu ağam, ablam ben. Meyremce abla ben şimdi. Allahım ben babamı oluyorum. Ağam vallahi de"
"Evet Boran ali sen baba ben anneanne oluyorum"
Avluda herkes gülmeye başladığında, Boran yanımıza gelen Eren'in kolunu tutarak;
"Eren kurban olayım bana bir yumruk atar mısın"
"Niye oğlum"
"Rüya da mıyım yoksa gerçekte miyim diye"
"Emin misin? bak sonra çene cerrahına gitmeyelim"
Avludaki gülüşmeler, kahkahaya dönüştüğünde yanımıza gelen Ayşegül çaktırmadan Boran'ın kolunu cimciklediğinde baya gülmüştüm. Boran kolunu sıvazlayarak, elime yaklaşıyordu ki bir iki adım geriye gittim. Herkes bize bakarken, Boran gözlerinde yaşlarla;
"Hanımağam dileğin benden, söyleyin önünüze paspas olsun"
"Boran Ali ne paspası, hepimize tatlı. Baba tatlı dimi"
"Hadi Boran Ali koş"
"Hemen Mirza ağam"
Boran yanında Eren'le avludan çıktığında, Ayşegül annemlerin elini öpüyordu. Onlar yanımızdan ayrılırken, gözlerim mutfak tarafında yere çökmüş, Sultan'a takıldı. Pembe yazmasına gözlerini silerek ayağa kaldıktı. Ayşegül'e sıkıca sarıldıktan sonra anne tavuk gibi hepsini önüne katmıştı ki;
"Ne oldu koca karı gözüne toz mu kaçtı"
"Afkurma Karadeniz. "
"Sen şimdi babaanne oldun. Hırka, yelek patiklere başla arada bizimkileri de unutma"
"Karadeniz sen baya afkurmaya başladın. Benim elimden anan da baban da alamaz"
"Tamam sustum efendim"
Sultan ablada içeriye girdiğinde, üzerimdeki bakışlarla anneme baktım. Dediğime alınmış gibi;
"Annem sen örme yelek mi istiyorsun"
"Yok annem, biliyorum istesem hepiniz iki güne yaparsınız. Benim sandığım örgü dolu. Ben Sultan ablaya takıldım. Rabbim ona çocuk vermedi ama şuan biz ve çocuklarımız onları mutlu ediyor."
"Ah annem sende nasıl bir yürek var"
Elimi yumruk yaparak havaya kaldırdım. Biraz gülerek;
"Bu kadar bir şey anne"
Annem ağızını açmıştı ki, benim uykusu gelen bebeklerim avluyu inletirken, Hattabı da ağlatmaya başarmışlardı. Ben üçüne gülerken, Avşin ve Selvi bebekleri benim odaya götürüyordu. Ayağa kalkarak;
"Anne ben şunları uyutayım, yanınıza gelirim olur mu"
"Olur annem"
Odaya girdiğimde kızlar kucaklarında bebeklerle beni bekliyorlardı. Ben yatağa oturduğumda önüme koydular. Kızlar çıkarken, Mirza'yı kucağıma almıştım. Mirza'm karnını doyururken, Ömer'in tavanı izlemelerine bakıyordum. Mirza göğsümde uyuduğunda, dikkatlice beşiğine koydum. Tekrar yatağa oturduğumda, Ömer'im mırıldanmaya başlamıştı. Ömer'i kucağıma aldığımda, telefonda çalmaya başladı. Ömer karnını doyurmaya başladığında, telefonumu açtım.
"Efendim kocam"
"Nasılsın karım"
"İyim canım sen nasılsın"
"İyiyim canım, şimdi bir toplantıya gireceğim. Mina bir saate kalmaz evde olur büyük ihtimalle. Meriç onunla birlikte Sinan'ları alarak eve geçecek."
"Tamam hayatım"
"Meryemcem"
"Efendim Mustafa'm"
"Seni seviyorum "
"Bende seni seviyorum"
Mustafa telefonu kapadığında, Ömer' de kucağımda uyumuştu. Alnına dudaklarımı bastırıp derin bir nefes aldım. Ömer'i beşiğe koyup telsizi cebime koydum. Tekrar avluya çıktığımda, Kader, Gülcan ve Nisa da avluya giriyordu. Nisa bana doğru yürürken, Gülcan ile Kader annemin yanına yürüdüler. Nisa'yı kolumun altına alarak sedirlere geçtik. Annem gülerek;
"İlk kader hanımla başlayalım. Söyle bakalım annem"
"Annem, 7 ay 21 günlük kızım. Boyu, 42 santim, kilosu da 1 kilo 700 gram. Çok sağlıklıymış"
"Oy maşallah benim kuzuma. Gülcan'ım"
"Anne 6 ay 2 günlük kızımız. Boyu 37 santim, kilosu da 800 gram annem"
"Boyu uzun kızımızın maşallah kuzuma, Nisa sessiz gelinim senin"
"Şey anne, 7 aylık bebeğimiz, 40 santim boyu, kilosu da 1 kilo 350 gram. Birde Medine hanım dedi ki Meryemce abla, doğum korkumu yenmeliymişim"
Ağızımı açıyordum ki annem gülerek;
"Yen tabi kızım. Sağlıkla kucağına alacaksın inşallah. Normal doğum yapamaz diyenler bile doğuruyor annem sen mi doğuramayacaksın. Değil mi hanım ağam"
"Evet anne evet"
Biz kendi aramızda gülerken, konağın kapısı açıldı. Mina koşarak bana gelirken, ayağa kalktım. Minayı kucağıma alarak sıkıca sarıldım. Kollarını boynuma dolayarak, sessizce;
"Beni banyo ettirir misin"
"Tabi annem hadi odana gidelim "
"Ben çıkıyorum sende gel annem"
Mina odasına çıkarken, bende peşinden çıktım. Mina'nın odasına girerken, gül yanıma geldi. Kolumun altına alarak, beraber Mina'nın odasına girdik. Mina üzerindekileri çıkarırken, Gül sessizce Mina'ya kıyafet çıkarıyordu. Ben ona baktıktan sonra banyoya koşan Mina'nın peşinden banyoya girdim. Mina'yı yıkadıktan sonra, odaya geriye döndüğümüzde Yılmaz ve Gül yüzüme bakıyorlardı. Yılmaz'a baktığımda hemen dışarıya çıkmıştı. Mina'yı giydirdiğimde, yatağa uzanmıştı. Yanına oturduğumda;
"Anne bu gün Meriç abim bir abi beni bir yordular ki sorma"
"Ne yaptılar ki kızım taş mı taşıttılar"
"Yok, lunaparka gittik, orada çok koştum Bir sürü eğlendim ama önce bir su böreği yedim mmm"
"Hadi uyu bakalım azcık"
Mina'nın üzerini örttüğümde gözlerini kapamıştı. Alnına bir öpücük kondurup odadan çıktık. Yılmaz kapının önünde bizi bekliyordu. Sedirlere oturduğumda hemen yanıma geldi. İkisi önümde ayakta elleri önlerinde başı eğik öyle suçlu gibi duruyordu. Derin bir nefes alıp;
"Beni kızdıracak bir şey söylemeyecek yada hata yapmadınız değil mi"
Yılmaz başını kaldırıp;
"Yok yengem, amcam önümüzde siper dururken yapmayız. "
"EE sıkıntı ne"
"Yengem biz birbirimize zaman ayıramıyoruz. Bir şey yapsan da amcam bizi bir araya getirse"
"Çocuklar yanınızda Sinan ve Emrah yanınızda dururken oturabilirsiniz"
"Yenge "
"Anladım, Kadir ve Serdar değil mi"
"Evet yenge, babamlar o şekilde oturmaya bile kızıyor"
"Tamam ben ayarlayacağım. Siz sıkıntı yapmayın hadi, Mina uyurken bende gideyim de uyuyayım. Mina uyanırsa sende Gül. Yanıma gelmek isterse bırak gelsin tamam mı"
"Tamam yengem"
Çocuklarla yan yana merdivenleri inerek avluya geldiğimizde annemlere uyuyacağım azcık dediğimde, yengem kaşlarını çatarak;
"Uyumayacaksın, odanda azcık kafanı dinle ama uyuma vücudun ödem yapar yengem"
"Tamam yenge "
Odama girdiğimde telefonumu elime aldım. Kütüphaneye geçerek oturdum. Aklıma gelenle, Çınar'ı görüntülü aradım. Kısa zaman sonra açıldı. Ağızımı açıyordum ki eliyle sus dedi. Kapıyı kapatıp, yatağa uzandı. O kaşlarını çattığına bende gülmüştüm ;
"Bu halin ne? hasta gibi görünüyorsun"
"İyiyim "
"Yemek yemiyor musun peki çok zayıf gözüküyorsun"
"Yemez olur muyum? Mustafa yemezsem keser beni her halde"
"Sana çok aşırı dikkat ediyor farkındayım"
"Reis nasıl?"
"Çatlak var, hafif kafa atmışsın"
"Beni niye uzaklaştırdınız"
"Biraz anne ol, biraz hanımağa ol, biraz yenge, abla ol istedim. Atmacayla yan yana çok oturdum. Sıra fırtına gibi esen Azrail ağayı tanıyalım"
"Yorulmuştum zaten biliyor musun Çınar"
"Farkındaydım lilyum Prenses"
"Süreyya gitti mi?"
"Süreyya'yı Marko alıp gitti. Baş hekim geçici Naci oldu. Senin doğum iznini dokuz aya çıkaracak. Talha'yı unut demem ama ben bu dokuz ayda atmaca pençelerini bileyle, daha sert daha acımazsız olmanı istiyorum "
"Olur Şahin olur"
"Meryemce "
"Buyur"
"Kocan"
"Ne olmuş kocama"
"Senin için herkesi her şeyi yakar onu anladım, daha doğrusu onu anladık"
"Nasıl anladın"
"Şuan buradalar seyrediyorum şuan. Kocan lakabının hakkını veriyor. "
"Çınar, artık sizi tanıştıracağım ve anlatacağım"
"Tanıştır ama anlatmayı hemen yapma. Benim yakından tanımam lazım ağayı"
"Tamam, senin uçak burada mı"
"Evet yarın veya ertesi akşam döneceğim. Ben bir iki ay sonra tekrar gelip toplantı yapacağım. Naci, Maria, Kürşat ve sen toplantı yapacağız. Doğal olarak mahşerin dört atlısı da"
"Toplantı kurban olayım hastanede olmasın"
"Ah doğru ben oraya girince kimlik geçişi yapıyorum. Başkan kara aslan, hoca çınar, Hata kabul etmeyen beyin cerrahi Çınar "
"Asistan Meryemce, öğrenci ateş"
"En iyisi otel senin şu neydi mmm neydi "
"Kumamın oteli mi"
"He evet onun oteli harika bir yer"
"Bence de otel, seni kocamın yanında öyle çekemem vallahi"
"Beni de düşün senin yanında seninle samimi bir erkek"
"Hadi, hadi kapatıyorum. O samimi erkeğe helva yapacağım"
"İrmik helvası mı"
"Evet, gönderiyim mi size"
"Yok gönderme, sonra yeriz elinden"
"Tamam görüşürüz o zaman "
"Görüşürüz, seni böyle de gördüm. İyi ki varsın Aa"
"Söyleme Çınar ne olur, biz bu durumu atlattık diye düşünüyorum"
"Tamam sustum, atmacam, karakutum"
Telefonu kapadığımda kütüphaneden, odama geçtim. Oğullarımın uyuduğunu görünce, yavaşça odadan çıktım. Herkes eksiksiz avludaydı. Onlara tebessüm ederek, mutfağa geçtim. Kızlar akşam yemeğine hazırlıyorlardı. Büyük tencereyi almak için, dolabın önüne geçmiştim ki, Sultan abla yanıma gelip;
"Helva mı yapacaksın"
"Evet abla"
"Burada yapmayacaksın kızım"
"Nerede yapayım abla"
"Konağı kokut kızım, yaparken dualarını et, ağla "
"Abla bana Talha'nın helvasını yap-"
"Sus annesi olarak yapacaksın, sonra dağıtacağız"
"Tamam abla ayarla avludayım ben"
"Tamam git sen"
Elimde kocaman büyük tencereyle avluya girdiğimde herkes bana bakıyordu. Sultan ablanın elinde ufak tüp, Ekrem abinin elinde yağlar ve irmik paketleri vardı. Songül ufak tabureyi getirdiğinde, oturdum. Sultan abla elini yanağıma koyarak;
"Ne yapacağını biliyorsun"
"Tamam ablam"
Helvayı yapmaya başladığımda, içimden geçenleri söylemeye başladım. Biraz ağladım, biraz güldüm. Çoğunlukla anılarda boğuldum. Helvayı karıştırdıkça içimdeki acım kavruldu, ben kavruldum.
Helva bittiğinde, Sultan abla koca tencereden eve ayırdıktan sonra dağıtmak için ufak tabaklara koyuyordu. Avluya tebessümle giren Eren'le önümdeki büyük köpük olan tabağa helva koyarak, ona yaklaştım. Yüzüme bakınca;
"Yedin mi sen"
"Yedim hanımefendim"
"Bunu Reislere götürür müsün"
"Baş üstüne hanımefendi"
Eren konaktan çıktığında, bende babamların yanına oturdum. Babam önündeki helvadan bir kaşık alıp, bana uzatınca ağızımı açmıştım. Merdivenlerden inen gençler ile yukarıya baktığımda Mina da koşarak peşlerinden geliyordu. Ayağı takılınca, son anda Sinan tutmuştu. Sinan kucağına aldığında, kaşlarımı çatmıştım. Yanımıza geldiklerinde babam;
"Mina dedem ya düşseydin, olmadı ama öyle"
"Özür dilerim dedeciğim Sinan abimi yakalamak istedim de "
"Çok mu seviyorsun Sinan abini"
"Evet çok seviyorum dede ama ben Sinan abimi, Emrah abimi, Yılmaz abimi, Gül ablamı, Mihriban ablamla Aslı ablamı da seviyorum. "
"Aferin sana hep sev kuzum onlarda seni çok seviyorlar"
Mina, Sinan'ın yanağını öperek , kucağından inmişti. Babamın yanına oturup, kaşığını eline aldı. Helva yemeğe başladığında ona gülüyorduk. Üzerim helva kokuyor diye odama geçtim. Odama girdiğimde hemen kıyafetlerimi hazırlamıştım. Kısa bir duş alarak tekrar odaya girdiğimde, koltukta oturan Mustafayla yerimde sıçradım. Mustafa yanıma gelerek;
"Korkuttum mu gönlüm"
"Korktum biraz. Hoş geldin kocam"
"Hoş bulduk karım"
"Günün nasıl geçti"
"Yorucu, o kadar yorgunum ki"
"Yatağa uzan bebeklerimiz birazdan mızıldanmaya başlar onlar uyanmadan bir masaj yapayım sana"
"Yok aman sakın, ılık bir duş kafi ömrüm"
"Aaaa niye kocam yaaa"
"Meryemce Alibeyoğlu aranma"
"Tamam sustum"
Mustafa gülerek, yanıma iyice yaklaşıp dudaklarını alnıma bastırdığında;
"Seesenn, giiirr ben kıııyafeetlerini hazırlaaayayyıımm"
"Olllluuur seeenn hazırlaaaa"
Mustafa kahkaha atarak banyoya yürürken, yerimde tepiniyordum. Banyonun kapısını kapatırken;
"Fazla tepinme havlun yere düşecek"
"Uyuz adam"
Mustafa'nın banyodan kahkahasının sesi geliyordu. Hazırladığım kıyafetlerimi giyinerek, Mustafa'ya kıyafet hazırladım. Onları yatağının üzerine koymuştum ki Mustafa banyodan bana seslenmişti. Banyonun kapısına yaklaşıp;
"Efendim canım"
"Az gelir misin "
Banyoya girdiğimde gömleğini çıkarmış, sadece pantolonla duruyordu. Yanına yaklaşıp elimi koluna koyduğumda, aynadan bir birimize bakıyorduk. Mustafa hafif bir tebessümle;
"Sevgilim sakallarımı hepten keseyim mi yoksa inceltip, düzelteyim mi?"
"Sen bilirsin Mustafa'm nasıl rahat edersen"
"Asıl sen bilirsin, onları sevende sensin. "
"O zaman düzelt ben seni böyle seviyorum"
"Bende seni deli seviyorum"
"Öyle mi kocam"
"Öyle karım öyle"
"Tamam o zaman ben yarın iş başı yapıyorum"
"Yavaş hatun yavaş, hadi git odaya"
Gülerek odaya girdiğimde, odanın kapısının açılmasıyla, Mirza'nın ağlaması aynı anda oldu. Ben beşiğe yaklaştığımda, Mina da yanıma geldi. Mirza'yı kucağıma aldığımda, Mina yatağa oturmuştu. Oğlum kucağımda yatağa oturduğumda Mina hemen beyaz tülbentimi bana vermişti. Omzumdan, Mirza'nın üzerine doğru kapamıştım. Mirza karnını doyururken, banyonun kapısı hafif aralandı. Mustafa'm;
"Meryemce odada biri mi var "
"Kızın burada babası"
"O zaman babasının prensesi babasının kıyafetlerini versin bana"
Mina'm gülerek yatağın üzerindeki kıyafetlerini aralık olan kapıdan Mustafa'ya uzatmıştı. Yere düşen tişörtü görmüştüm. Mina tekrar yanıma oturduğunda, Mustafa banyodan;
"Mina bana bir tişört verir misin babacım "
Mina yerdeki tişörtü, kendince sirkeledikten sonra kapının arasından uzatırken;
"Özür dilerim babacım, yere düşmüş"
"Önemli değil prenses"
Mina kapının önünde babasını beklerken, karnı doyan Mirzayı göğsüme yatırıp gazını çıkarmıştım. Mustafa banyodan çıktığında Mina'm babasına kollarını uzatmıştı. Mustafa kucağına alıp, öpüp kokladıktan sonra kucağından indirdi. Mina kaşlarını çatınca;
"Annesi kılıklı çatma kaşlarını çorap getirir misin bana"
"Tabi ki babacım"
Mina babasına çekmeceden çorap çıkarıp yanına geldiğinde;
"Hadi ayağıma giydir"
"Aaaa peri halamda dedeme giydiriyor gördüm ben, kızlar babalarının çoraplarını giydirirmiş öyle demişti halam"
"Evet hadi bakalım benim ilk göz ağrım, ilk babalığı tattıranım"
Mina sevinerek Mustafa'nın çoraplarını giydirmeye uğraşırken, onu izliyorduk. Mustafa kucağımdaki Mirza'ya bir defa bile bakmamıştı. Mirza'yı yanımıza koyarak, Mina'ya yardım etmek için yerimden kalkıyordum ki Ömer ağlamaya başladı. Ömer'i kucağıma aldığımda susmuştu. Mina ve Mustafa beraber Mirza'yı sevmeye başladıklarında bende Ömer'le ilgileniyordum. Ömer'in karnı doyduğunda onunda gazını çıkarmak için göğsüme yatırdım. Ömer de gazını çıkardığında Beşiğe koymuştum. Mirza'yı da Mustafaların önünden aldığımda yüzüme bakmıştı ikisi de. Mirzayı da beşiğe koyduktan sonra;
"Ağam bu iki hanımda sizinle keyif yapmak istiyordur belki"
"Öyle mi seve seve buyur hanım ağam"
Mustafa yatağa uzandığında yine ve her zaman olduğu gibi Mina soluna, bende sağına uzanmıştım. Minayla ikimiz başımızı göğsüne koyduğumuzda Mustafa bize sıkıca sarıldı. Mustafa önce Mina'nın başına, sonra benim başıma birer öpücük bırakmıştı ki Mina birden yatakta oturup;
"Babacımmm"
"Söyle nazlı gülüm"
"Biz bu gün yani bu akşam ailecek film izleyelim mi?"
Mustafa ile Mina'ya bakarken, Mina başını sağ omzuna yatırıp;
"Lütfen yakışıklı asi babacığım"
"Lütfen diyorsun benim canımı alıyorsun ama"
"Hadi babacığım filmi de seçtim ben"
"Mina'm"
"Lütfen canım babam, ömrüm babam ne olur"
"Tamam kızım tamam cansuyum kızım"
Mina peş peşe Mustafa'yı öperek, yataktan atladı. Biz onun arkasından bakarken, o odadan çıkıp kapıyı kapamıştı. Mustafa kızıma gülerken, ben yer değiştirip Mina'nın yerine geçtim. Başımı Mustafa'nın kalbine dayayarak, elimi de şah damarına koydum. Gözlerimi kapadığımda Mustafa'da sıkıca sarılmıştı. Başımın üzerini tekrar öperek;
"Karım"
"Hımmm"
"Huzurum"
"Hımmm"
"Gönlüm"
"Hımmm"
"Tahtımın sultanı"
"Hımmm"
"İçimi ısıtanım"
"HImmm"
"Gönül hikayem, son nefesim gül güzelim"
"Efendim kocam "
"Niye sessizsin"
"Huzurun sesini dinliyorum, gönlümü hissediyorum"
"Ah be hatun ne diyeyim sana"
"Bir şey deme. Her zaman böyle sar sarmala beni, kimse acıtmasın beni
"Dış kabuğu sert içi yumuşak minik yavrum"
"Hadi çıkalım çocukları alıp yemek yiyelim"
"Tamam canım hadi kalk"
Mustafa kucağına Ömer'i aldığında, bende Mirza'yı almıştım. Avluya çıktığımızda yine bizim kucağımızda kalmamıştı bebeklerim. Mustafa babamın yanına giderken, ben masaya yaklaşıyordum ki konağın kapısı açıldı. Melek ve Peri eşleriyle konağa girdiler. Meleğin kızları koşarak bana sarıldığında, bende onlara sıkıca sarılmıştım. Peri yanağımı öpüp;
"Yeter koca kazıklara sarıldığın, al bunu da yengeciğim"
Seyhan'ı kucağıma aldığımda etrafa gülücükler dağıtıyordu. Kızlar Sinanların yanına geçtiklerinde aklıma bir fikir gelmişti. Hanımlar bir yerde, Mustafalar bir tarafta sohbet ederken, bende kucağımda Seyhan avluda geziyordum. Biraz zaman geçmişti ki, konağın kapısı tekrar açıldı. Kevser hanımın kolunda Şule avluya girdi. Şule'nin önüne yürüdüm. Şule ile göz göze geldiğimizde;
"Geçmiş olsun Şule, nasılsın"
"İyiyim, bebeği ölen biri nasıl olursa Hanım ağam"
"Anlıyorum seni. Odana geçmeden, yemek ye öyle dinlen ağrın falan yoksa"
"Olur"
Şule'de annemlerin yanına oturduğunda, onlar konuşuyorlardı ki Mina hırsla önümde durdu. Elini beline koyarak;
"Anne"
"Efendim bebeğim"
"O kadın, o kadın şey"
"Mina birileri yanlış yapabilir, hata yapabilir ve en kötüsü canımızı yakabilirler ama biz onlara kötü davranacak değiliz. Ne demiştik "
"Bize taş atana gül atacağız"
"Evet prensesim. Duyduğum kadarıyla Helin ablana sana yakışmayacak bir şey yapmışsın gidip özür diler misin"
"Hayır dilemem, ben haklıydım."
"Tamam kızım. Şimdi senden bir şey rica edeceğim. Mutfağa gidip Sultan anneanneye der missin masaya turşu koysun"
Mina gülerek başını salladıktan sonra mutfağa koşmaya başladı. Yavaş adımlarla annemin yanına gidiyordum ki Mustafa gözleriyle beni yanına çağırmıştı. Yanına gittiğimde ellerini bana uzatmıştı. Seyhan dayısına çırpınmaya başladığında kollarına bırakmıştım. Mustafa, Seyhan'ı severken, ben annemin yanına oturdum. Başımı göğsüne yatırdığımda annem hemen kolunun altına almıştı beni. Gözlerimi kapadığımda annem yanağımı severken, yengem;
"Neyin var hanımağam"
Gözümü açıp hafif gülerek;
"Yaş 38 de olsa, anaya muhtacız yengem. Annem olmasaydı sana sığınırdım. "
Yengem elimi sıktığında tekrar gözlerimi kapamıştım. Derin bir nefes almıştım ki Sultan abla duyduğum kadarıyla Mustafa'ya masanın hazır olduğunu söylemişti. Hepimiz yavaş yavaş yerimize geçerken, Sultan abla, bütün bebekleri toplamışlardı. Ağız tadıyla yemek yiyin beyim demişti giderken. Mustafa afiyet olsun dediğinde, sessizce çorbalarımızı içerken, ben kaşığımı kenara koydum. Hafif boğazımı temizleyerek;
"Sinan bu hafta hiç sınavınız var mı, yani hepiniz aynı okula gidiyorsunuz ya . Sınav var mı okulda"
"Yok yenge, rutin tekrar haftası iki hafta sonra sınavlar başlayacak"
"Anladım."
Mustafa'ya dönerek;
"Ağam biz bu çocuklar için karar verebiliyor muyuz"
"Konaktakiler için serbeste, dışardakilere dayı olarak biraz zor ama ağa olarak kolay"
"O zaman ben çocukları tatile yolluyorum azcık bir hafta uzaklaşsınlar buradan"
"Nereye çiftliğe falan mı"
"Yok bana güveniyorsanız, ben yollayacağım yeri biliyorum"
Herkes başını salladıklarında, çocuklar sevinmişti. Cebimdeki telefonu elime alıp;
"Gülcan iki gün sonra çocukların hepsine bir rapor ayarlarsın dimi bir on günlük"
"Tabi "
Elimdeki telefondan rehbere girdikten sonra istediğim ismi aradım. Derin bir nefes alıp, telefonun açılmasını bekledim. Gür ses kulaklarıma geldiğinde;
"İyi akşamlar başkan bey"
"Anladım ailenin yanından arıyorsun"
"Evet, şimdi iki gün sonra Amerika'ya yedi kişi götür müsün."
"Kim bu yedi kişi"
"Emin ol baya sevineceksin. Yalnız pasaportlar yok"
"Yarına hallederim İsimleri alayım"
"Sinan Alibeyoğlu, Ahmet Yılmaz Alibeyoğlu, Emrah Alibeyoğlu, Gül Alibeyoğlu, Mihriban Köseoğlu, Aslı Köseoğlu. "
"Altı kişi etti"
"Birinin pasaportu var"
"Mina mı"
"Evet Mina da gelecek, siz yarın pasaportları hallettikten sonra sorumluluk kağıtlarını yolla"
"Peki kaç günlük misafirlerim"
"On günlük "
"Tamam ben götürürüm. Sorumluluk Yasin'de olur"
"Tamam teşekkür ederim"
"Rica ederim "
Telefonu kapadığımda herkes bana bakıyordu. Kader birden;
"Abla biz şehir dışına yollayacaksın sanmıştık"
"Yok tabi çocuklar azcık gezsinler, bu arada çocuklar oraya gittiğinizde bu korumalardan daha çok korumayla dolaşacaksınız. Orada tehlike falan yok ama o korumalar olması lazım "
"Niye yengem"
"Ben sizi sokakta bulmadım. Mina alışkın. "
Herkesin bana güvendiği belli oluyordu. Mustafa masanın altından bacağımı sıkınca ona baktım. Göz göze geldiğimizde, hafif ona eğilerek;
"Yasin, Ertuğrul ve Pars yanlarında olacak, gidecekleri ev benim."
"O zaman sıkıntı yok"
Yemeğe kaldığımız yerden devam ederken, keyiflenmiştik. Ana yemeğe geçtiğimizde Ayşegül, Songül ve Yasemin ellerindeki fıstıklı baklavaları masaya koyduğunda bilenlerin hepsi gülümsemişti. Tatlıdan bir tane ağızıma atmıştım ki, avluya Boran elinde kocaman bir buket güllerle girdi. Yanıma gelip elindeki gülleri bana uzatınca ayağa kalktım. Elinden aldığımda herkesin bize baktığını hissediyordum. Gözüm saniyelik Mustafa'ya kaydığında kaşları çatık olduğunu gördüm. Tekrar Boran'a baktığımda ceketinin iç cebinden kırmızı uzun bir kutu çıkardı. Gözlerime bakarak, gülmek ve ağlamak arası bir ses tonuyla;
"Hanım ağam, daha çok ablamız annemiz olan melek hanımefendi. Bu ufak hediyemi kabul et. Bize geldiğin günden beri destek verdin. Ağam gibi Alibeyoğlu ailesi gibi değerli saygılı davrandın. Köylü diye hor görmedin Allah razı olsun."
Kutuyu elinden alıp açmadan masaya koydum. Elimdeki gülleri yanımızda duran Ayşegül'e verdim. İçinden bir tane gözüme hoş geleni elime alarak, tekrar Boran'a döndüm. Hafif kaşlarımı yalandan çatarak;
"Boran her zaman arkanızdayım, haklı, doğru yalansız olduğunuz sürece. Bu ilk ve son hediyen olsun olur mu ben bir tek, neyse oğlum hoşlanmam ben "
"Sağ ol Ağam, Allah seni başımızdan eksik etmesin"
"Amin oğlum hadi gidin"
Boran yanımızdan ayrıldığında, Ayşegül ve diğerleri mutfak tarafına gidiyorlardı. Yerime oturduğumda babam 'açsana kızım' dediğinde kutuyu açtım. Gümüş minik renkli taşlarla süslenmiş, bir bileklikti. Kutunun kapak tarafına yazılmış not daha çok hoşuma gitmişti. 'Torunundan anneannesine ilk hediyesi' yazıyordu. Tebessümle başımı kaldırdığımda babam bana bakıyordu. Göz kırpıp yanımı gösterince, Mustafa'ya baktım. Kaşları çatık öyle bana bakıyordu. Kutudaki bilekliği bileğime takması için ona uzattığımda;
"Bu ne çiçeğiydi, ne hediyesi bu "
Elimde duran bilekliği ona uzatmaktan vazgeçip kaşlarımı onun gibi çatarak;
"Müjde hediyesi ağam. Boran baba oluyor da"
Mustafa'nın kaşları önce havalandıktan sonra gülmeye başlamıştı. Elimdeki bilekliği takmak için elini uzattığında, kaşlarımı çattım. Kendi çabalarımla bilekliği bileğime taktım. Kutunun içindeki kartı Mustafa'nın önüne koyduğumda, masanın altından elini dizime koydu. Hiç ona bakmadan yemeğime devam ederken, önce hafif sonra biraz daha sert sıktığında, hiç yüzüne bakmadım. Biraz daha sert sıktığında, gözlerimden ateş çıktığına emin olduğum bir bakışla baktım. Ağızımı açıyordum ki, beni konuşturmayan tam yanımda oturan Hazar abimin dedikleri oldu.
"Hadi be leyla, bak Boran bile baba oluyor. Hadi be bir he de basayım nikahı zalımın kızı hadi be"
"Hazar ağam"
"Efendim evet mi he"
"Na, nabe (hayır olmaz) bak kürtçe söyledim. Hayır evlenmem"
"Vay be tamam merinos sen görürsün."
Hepimiz gülmeye başladığında bende katılmıştım. Mustafa tekrar dizimi sıktığında ona bakmadan önümdeki tatlıdan yemeğe başladım. Mustafa burnundan soluyarak gür bir sesle;
"Bu akşam herkes istediğini aldığına göre, Bende alayım, bu akşam burada hep birlikte maaile film izleyelim"
Herkes gülerek tamam derken, halalar biz izlemeyiz odamıza geçelim dediklerinde Mustafa başıyla tamam demişti. Masa toplanmaya başladığında, Ekrem abiden bebeklerin içinde olduğu park beşiğini getirmesini istedim. Zümrüt ile bebekleri alarak bizim odaya yatırdığımızda, Peride Seyhan'ı getirmişti. Odadan gülerek çıktığımızda, avlu hazırlanıyordu. Sinan ve Yılmaz projeksiyonu kurarken, Sultan ablalar çay, patlamış mısır getiriyordu. Yere serilen hasırın üzerine bağdaş kurup oturmuştum. Yanıma oturan Mert'e baktığımda sıkıca bana sarılmıştı. Başımı omzuna yatırdığımda;
"Ablam, annem her şeyim çok özür dilerim"
"Önemli değil oğlum, hadi karının yanına geç"
"Abla oğlumun adı"
"Beni ilgilendirmiyor oğlum"
"Ama ablam"
"Evlat senin Mert ben onun halasıyım canım benim."
"Tamam abla tamam"
Mert, Nisa'nın yanına geçtiğinde, Sinan Mina'nın dediği filmi sorarken, Mina kaşlarını çatarak;
"Bak sinancığım ben açabilirim sen geç yerine"
"Gerçekten kullanabilecek misin"
"Abiciğim ben kullanırım niye inanmıyorsun"
Sinan ağızımı açtığında, Mert aynı yaşadığı olayı hatırlamış olacak ki;
"Sinan sen geç oğlum, o bilgisayarı bozar yeniden kurar neredeyse"
Herkes gülmeye başladığında Sinan gülerek Yılmaz ve Gül'ün ortasına oturdu. Mina biraz hızlı parmaklarla açarak hemen annem ve babamın ortasına oturdu. Ekrana baktığımızda, Orman çocuğu adlı filmdi. Hepimiz dikkatle izliyorduk ki, filmin ikinci dakikasında çıkan, siyah panteri gören Mina çığlık çığla 'babam çıktı babam çıktı' dediğinde hepimiz gülmüştük. Mustafa filmi değil kızımızı izliyordu. Mina bağira ismindeki panteri gördükçe babama çok benziyor demekten geri kalmıyordu. Bir sahnesinde aslanla kavga etmesine, üzülmüş olacak ki başını önüne eğmişti. Bende kızımı izlerken, cebimdeki telsizden Mirza'nın ağladığını anlamıştım. Yerimden yavaşça kalktığımda, Zümrüt'e sen otur demiştim. Odama girdiğimde Mirza ve Ömer mızmızdı belli. Yatağa oturmadan bebeklerimi yanıma aldım.
......................................................
MUSTAFA HAMZA...
Film bittiğinde, ışıklar yanmıştı. Herkesin hoşuna gitmiş olacak ki yine yapalım diyerek konuşuyorlardı. Mina'ya baktığımda babamın kucağında uyuyordu. Ayağa kalktığımda Kader tebessümle;
"Ağam hiç alma Gül ve Mina artık aynı odada kız kıza yatacaklar"
"Eee Gül'ün odası ufak"
"Devran abi dedi. Yarından sonra Talha'nın yatağının olduğu bölüme Gül geçecek. Oyun oynadıkları odayı iki kızın giyinme odası yapılacak öyle istedi iki kızımız. Mina zaten kendi odasında oynarmış bebekler büyüyene kadar"
"Hanım efendi kendi büyümüyor sanki. Tamam siz zaten ayarlamışsınız gelinim"
Sinan dedesinin kucağındaki Mina'yı kucağına alarak çocukları toplayarak gitmişti.
Yarım saat içinde bütün avlu boşalmış, sedirler bile eski haline gelmişti. Geniş sedire oturduğumda, kolumdaki saate baktım. Gece biri gösteriyordu. Konağın odalarına baktığımda herkes yatmıştı çoktan. Yerimden kalkıyordum ki bizim odanın kapısı açıldı. Üzerinde mor geniş hırkasına sarılarak Meryemcem, huzurum karım gülerek bana doğru geliyordu. Yanıma oturmuştu ki, Boran hızla avluya girdiğinde ona baktık. Boran birden kıpkırmızı olarak;
"Ağam şey özür dilerim, ben sizin burada olduğunuzu"
"Tamam sakin Boran söyle ne oldu"
"Şey hanım ağam ben gece apliklerini yakacaktım da"
"Tamam sen yak ben ağanla burada oturacağım azcık"
"Tamam hanım ağam"
Boran ışıkları halledip, avludan kapıya çıktı. Loş ışıkta yanımda oturan karıma dönerek, burnumdan derin bir nefes aldım. Biraz daha yanaşıp, tülbentini tutan çenesindeki iğneyi aldım. Tülbent açıldığında biraz daha açarak, burnumu boynuna dayadım. Derin nefesler aldıktan sonra bir kaç tane öpücük bırakmıştım boynuna. Meryemceden biraz uzaklaşıp, sıkıca sarıldığımda;
"Bana kırgın ve kızgınsın değil mi"
"Kırgın değilim çok kızgınım. Beni kıskanacağın adamlara dikkat et"
"Dedi beni kendi kızından kıskanan kadın"
"Pissin yaa"
"Seni nasıl seviyorum bir bilsen"
"Bende seni ama gerçekten kıskanmanı biraz azalt ne olur"
"Azalmaz git gide artar. Çok güzelsin, sende gördüğümü hissettiğimi biri görecek, hissedecek diye nefesim kesiliyor"
"Beni Mert, Dağhan, Devran yani konaktaki bütün erkeklerden kıskanıyor musun gerçekten"
"Ben erkeğim yavrum ben seni görmeyen Kadir İnanır'dan bile kıskanıyorum"
"Ne biliyorsun görmediğini"
Meryemceyi kendimden uzaklaştırıp, gözlerine baktım. O çocuksu bakışlarıyla bana bakarken, çenesinden tutarak dudaklarını peş peşe öptüm. Meryemce gülünce tekrar sıkıca sarılmıştım. Meryemce elini şah damarıma koyduğunda, şakağını öperek;
"Senin yavaş yavaş özüne dönmene çok seviniyorum ömrüm"
"Talha'yı rüyamda gördüm iyileş anne dedi bana"
"Ah oğlum ah"
"Mustafa, özür dilerim seni bensiz bıraktım."
"Olsun sevgilim bak yine benim arkamdasın"
"Mustafa'm yaa"
"Meryemce benden başka yakışıklığı bulduğun bir adam var mı?"
"Hopa hoş geldin kıskanç ağa"
"Söyle var mı gül güzeli"
"Var Mirza Alibeyoğlu ve Rahmetli Hamza Alibeyoğlu. Ne şanslıyım geleceğini görmek güzel bir şey"
"Kemal ateş"
"Hadi gidip yatalım"
"Anladım gül güzeli anladım. Hadi odamıza gidelim, biraz yakından ilgileneyim seninle"
"Mustafa Hamza"
Gülerek ayağa kalktığımda, elimi Meryemceye uzattım. Meryemce ayağa kalktığında, dudaklarına yaklaşıyordum ki, konağın kapısı hızla açıldı. Meryemcenin önüne doğru geçerek, gelen Boran 'a;
"Bu ne lan, ahıra mı giriyorsun"
"Şey ağam vallahi özür dilerim. Ben sizin burada şey yani aff yaa ağam "
"Ne var "
"Ağam kapıda Diyarbakır'dan Yusuf Ali Karaca'nın oğlu var. Gaziantep'ten Cavit Çırakoğlu'nun kızını kaçırmış sana sığınıyorlar ağam"
"Ne diyorsun Boran, al içeri al"
Boran koşarak avludan çıkarken, arkamı döndüm. Meryemce tülbentini iğnelemiş sedirde oturuyordu. Avluda bir atıp karımın gözlerine bakarak;
"İki ezeli düşman, işte şimdi kıyamet"
.........................................
İnşallah beğenirsiniz...
Kelime ve harf hatam varsa aff ola..
Allaha emanet olun...
Sizi seven çatlak yazar...:):)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 31.09k Okunma |
3.32k Oy |
0 Takip |
79 Bölümlü Kitap |