
MERYEMCE...
Çocuklarım, aslan parçalarım dünyaya geleli kırk gün olmuştu. Mina'dan alışkın olduğum rutinim yerine gelmişti. Mustafa'mla kırk gündür sadece geceleri görüşüyorduk. Her zaman olduğu gibi geceleri çok yardımcı oluyordu. Annem ve yengem bu kırk günde sütüm olsun diye yedirmedikleri, içirmedikleri kalmamıştı. Başak ve Zümrüt bebeklerime sağdıkları sütleri içirirken seyretmelere doyamıyordum. Bebekler doğduktan sonra çocuklar için Mustafa, ağalar ağası olduğu için bütün şehirlerde ihtiyaç sahiplerine erzak, giyecek yardımı yaptırmıştı. Her halde Mardin'de bir günde yüze yakın hayvan kestirmişlerdi, Mahşerin diğer atlıları Baran, Bedirhan ve Hazar abimler babamlarla birlikte. Mert İstanbul'da yaparken, Dağhan ve Devran şehit yakınları için bir şeyler yapmışlardı.
Mina'm, canım kızım ben kıskanır diye beklerken, belki de en büyük destekçim olmuştu. Sabah gözlerimi açtığımda Mina'm mutlaka beşiğin yanında oluyordu. Doğumdan sonra Mustafa Mina ve Talha'ya kapıyı çalmadan girebilirsiniz dediği için Mina ve Talha her gözümüzü açtığımızda odamızda oluyorlardı. Mina yere oturuyor diye Mustafa gece beşiğin yanına yere büyük yer yastıkları koyuyordu. Talha'm doğumdan sonra eve geldiğim ilk gece ağlayarak benimle yatmak istediğinde nedenini anlamasam da tamam demiştim. Kırk gün boyunca da yanımdan kucağımdan hiç eksik olmuyordu. Gün içinde oyunda oynasa da neredeyse on dakikada bir öpüyor, seviyordu. Çok büyük değişim sağlıyordu. Avşin'e fazla yaklaşmıyor, Devran ile de kısa kısa konuşuyordu. Elinden gelse bütün zamanını Mustafa ve benimle geçirecek gibiydi. Mustafa ile bana aşırı derece düşmesini herkes kıskanmak derken, biz çözemiyorduk. Mustafa gece bana sarılıp yattığında aramıza girip ikimize birden sarılıyordu. Geceleri uykusunda sıçrar olmuştu. Gündüz sessizce Mina ile benim odamdan başka yerde oynamıyorlardı. Bir seferinde ise gecenin bir yarısı Mustafa avluda ağlama sesine uyanmış ve avluya çıktığında Talha'yı odamızın kapısının önünde bulmuş. Yanımıza alıp geldiğinde hızla gelip sarılmıştı. Mustafa yanımıza geldiğinde onunda elini tutup gözlerini kapamıştı. Ne zaman ne olduğunu sormak için konuşmak istesek susuyordu. Benim en büyük sırdaşım olan kızıma sorduğumda; uykusun da ağlıyor anne demişti. Talha'yı sıkıştırmamak için fazla bir şey sormuyordum.
Bir gün Avşin hem Talha'yı hem de içindeki durumu konuşmak için yanıma gelmişti. Talha'ya ne olduysa benim doğum yaptığım gün olduğunu söylediğinde, çözeceğimi söyledim Bir iki dakika sonra da içindeki diğer kurdu söylemişti. Devran balayındayken Melek benim pişmanlığım, ben gerçekten sana aşık oldum, seni sevdiğim dediği için, ya bende onun bir gün pişmanlığı olursam dediğinde, ona da kendi durumunu uygun dille anlattım. Biraz düşündükten sonra Devran'a hak vermişti.
Konak eski rutinine dönmeye başladığında, Sultan ablanın yeğenleri konağa bomba gibi düşmüşlerdi. Onlar konağa geldikleri gün Mustafa'm ve Hazar abim bir iş için iki günlüğüne Diyarbakır'a gitmişlerdi. Kızlar onları hiç görmedikleri için tanımıyorlardı. İki gün sonra Mustafa'm ve Hazar abim bize sürpriz yapmak için mutfak tarafından spor kıyafetlerle konağa girdiklerinde kızlar bunları yabancı sanmışlardı. Sebzeleri yıkadıkları suyu Mustafaların üzerine döktüklerinde avluda kocamın bağırması duyuldu. Mutfak tarafına koşarak geçtiğimizde bizimkiler gülerken, kocam ve ölüm Hazar'ın karşısında yaprak gibi titreyen kızların yanına geçerek onları mutfaktan uzaklaştırmıştım . Durum anlaşılınca kızlar Mustafa ve Hazar abimden özür dilerken Mustafa'nın gülerek '' benim ordu gibi korumaya ihtiyacım yok böyle dört tane adamım olsun, kimse bana bir şey yapamaz ''dediğinde herkes gülmüştü. Kızları konakta herkes severken, bir tek halalar ve helin hiç sevmemişti. Kızlara bir şey diyecek olduklarında kızlar alta kalmayıp Helin ve Halalara laf sokmasına herkes bıyık altından gülüyordu.
Bu kırk günün içinde şüphesiz en tatlı olay Mert ve Dağhan'ın doktor kontrolünden geldiklerinde sevinçle çocukların cinsiyetini söylemeleri olmuştu. Dağhan'ın kızı, Mert'in oğlu olacaktı.
..................................
Bu gün konakta büyük mevlüt olacağı için baya erken kalkmıştık. Avlu bu saatte çok soğuk olacağı için büyük salonda kahvaltı ediyorduk. Baran abimle, Hazar abimin bir anda kavga etmesine anlam verememiştik. Mustafa gür bir sesle onları susturduktan sonra ne olduğunu sorduğunda Hazar abim çocuk gibi kollarını göğsünde bağlayarak; "Ben bu adamla Mirza'mın süt babası diye dünür olmam." dediğinde hepimiz gülmeye başladığımızda Hazar abim birden aklına geleni hemen diline dökmüştü. Baran abimin gözlerine bakıp; "Sen biliyor musun babası Gülşah ve Hattab dolaylı yoldan süt kardeşi oldukları için, alamazsın onu Gülşah'ımı gelin. Oh be amca olmak gibisi yok" dediğinde Baran abim bir anda Mustafa'ya bakınca annem cevap vermişti. Eğer ben bebeklere süt verirsem dolaylı değil benim süt çocuklarım olduğu için nikah düşmüyordu. Baran abim birden Mustafa gibi 'yaktın beni Ömer Hamza' dediğinde artık gülmekten karnımız ağrımaya başlamıştı.
Kahvaltıdan sonra Medine hastaneye çağırmıştı. Tahlilleri yaptığında süt vermemde bir mahsur olmadığını söylediğinde çok mutlu olmuştum. Konağa geriye geldiğimde annem ve yengeme süt verebileceğimi söylediğimde benden çok sevinmişlerdi. Odama girdiğimde annem benim peşimden odaya girerek çocukları bu günkü mevlüt için giydirmiştik. Annemle göz göze geldiğimizde nasıl güzel bir anne olduğunu düşünüyordum.
Annem benim üzerime diktirdiği elbiseyi bana kendi elleriyle giydirmişti. Çocuklarımla odamda otururken, yavaş yavaş bütün ağalar ve aileleri konağa gelmeye başladılar. Konağa gelen hoca kuran okumaya başladığında annem ve yengem yanıma gelerek bebeklerimi almışlardı. Onlar avluya çıktığında bende peşlerinden çıktım. Sedire oturduğumda kadınlar oğullarımı seviyorlardı. Minam yanıma gelip kaşları hafif çatık;
"Anne kardeşlerimi almayacaklar dimi"
"Hayır tabi ki prensesim. Sence babamda sizi verecek göz var mı"
"Yok tabisi "
Mina gülerek mutfağa koştuğunda arkasından baktım. Gelen çocuklarla oynarken, gözüm çocukların içinde Talha'yı aradığında yoktu. Avşin'e soracakken avlunun içini Mustafa'nın gür, bir o kadar da güzel sesi doldurdu. Yasin süresini okuyordu. Anneme baktığımda gözlerinde ne güzel bir gurur vardı.
Mevlütün sonuna doğru Mirza ve Ömer babaları gibi gür sesleriyle ortalığı yıkarken, ikisini aynı anda kucağıma almıştım. Kapımı açan Selvi'ye öpücük atarak odaya girdim. Odaya girdiğimde sanki az önce ortalığı yıkan onlar değilmiş gibi yataklarına koymadan uyumuşlardı. Beşiğe nasıl koyacağım diye düşünürken, Hazar gibi oğullarıma aşık olan Leyla odaya hızla girdi. Yüzüne baktığımda;
"Ay ne yapayım dünde işlerden fırsat bulamadım. Ellerimi yıkayarak geldim sevmek için"
"Tamam da uyuyorlar"
"Hıh amcaları kılıklı gıcıklar"
Leyla gülerek Mirza'yı kucağımdan alıp beşiğe koyduğunda bende Ömer'i beşiğe koydum. Leyla saçını sözde topuz yapacakken, başının üzerine kuş yuvası kurmuştu. Ben ona gülmeye başladığımda;
"Ben gideyim de aç karnımı doyurayım sabahtan beri işteyim"
"Doğru sen erken gittin"
"Şükür patron, ortağın olacak kocan burnumdan getiriyor bir haftadır"
"Hadi git yemeğini ye sonra konuşuruz. Bu arada mutfakta ye, şimdi genç bir ağa görür mörür"
"Ne olacak görsün"
"Leyla yürü git"
Leyla gülerek odadan çıktığında yatağa uzanmıştım. Çocuklarımı izlerken gözlerim kapanmaya başlamıştı..
...........................
Gözlerimi alnıma değen dudaklarla açarken, Mustafa'mın kokusuyla mest olmuştum. Mustafa ile göz göze geldiğimizde odada ki mızıldanma sesiyle gülmüştüm. Yatakta oturur vaziyete geldiğimde Mustafa gözlerime bakarak;
"Çocukları artık doyurmalısın. Bir saattir seviyorum ikisini de biraz uyu diye"
"Tamam sevgilim"
Önce banyoya giderek elimi yüzümü yıkadım. Odaya tekrar girerken, bir taraftan başımdaki eşarbı açarak, saçlarımı lastikten kurtardım. Açık saçlarla üzerime rahat kıyafetlerimi giyerek yatağa oturdum. Mustafa'ya baktığımda;
"Başına tülbent taksan"
Başımı tamam manasında salladığımda çekmeceden tülbent aldım. Yatağın ortasına bağdaş kurarak oturdum. Mustafa gülerek Mirza'yı kucağıma bıraktığında hemen önüme oturdu. Utandım, ben o buradayken göğsümü nasıl açacağım diye düşünürken, o anlamış olacak ki ayağa kalkıp çekmecemden beyaz biraz büyük olan tülbentimi getirerek omzumdan Mirzanın üzerine doğru örtmüştü. Başımın üzerine bir öpücük kondurup, tekrar kalktığı yere oturdu. Mirza emmeye başladığında gözümden düşen göz yaşıma izin vermiştim. Mustafa yanağımı severek;
"Sen kalpten Mina'ma ve Talha'ma anne olan kadındın. Sevginle doyurduğun kızından, oğlundan sonra şimdi hem karnını hem de kalbini doyuracağın iki evlat daha verdi rabbim. Her şeyiyle benim olan kadınım, deli kadınım iyi ki varsın. Seni çok seviyorum"
"Bende seviyorum koca yürekli kocam, bazen bana kızsan da, bazen çok sevsen de ben hep iyi ki Mustafa diyeceğim"
"İyi ki huzurum iyi ki nefesim"
Karşımdaki adama bayılıyordum. Mirzanın emmesi durunca başımı eğerek ona baktım. Yüzüne baktığımda gözlerime bakıyordu. Göğsümü kapatıp Tülbenti açtığımda Mustafa Mirza'm dediğinde sanki arar gibi olmuştu. Yataktan kalktığında Mirza'yı vermeden sıkıca sarılıp koklamıştım. Mustafa'ya baktığımda telefonuyla bir şeyler yaptıktan sonra telefonu şifonyerin üzerine koymuştu. Mirzayı kucağına aldığında, göğsüne yatırdı. Ayakta oğluyla resmen aşk yaşarken, aklıma bir sabah ne kadar söylendiği gelmişti. Güldüğümde anlamış olacak ki;
"Geçinmeye uğraşıyorum Mirza'mla"
Kahkaha attığımda, Mustafa'da gülmeye başladı. Mirza'yı beşiğe koyduğunda, ellerini ağızına sokan Ömer'i almak için eğildiğinde, bir anda almadan doğruldu. Yüzüne baktığımda;
"Bu Ömer bey beni tanıyor var ya, beni görünce dik dik bakıyor"
Gülümsediğimde tekrar eğilerek kucağına almıştı. Yanıma gelerek kucağıma bıraktığında, gerçekten sanki Mustafa'ya dik bakıyordu. Ben Ömer dediğimde gözleri bana dönünce, Mustafa birden;
"Al bak bu oğlun beni sevmiyor "
"Ya ya uğraşma Hamza'mla"
"Hamza'm derken?"
"Tamam tamam çatma kaşlarını. Tek ve biricik Hamza'm sensin. Bu Ömer sadece"
Mustafa eğilerek dudaklarıma yaklaşmıştı ki Ömer yüksek desibelde ağlamaya başladığında, Mustafa doğrularak;
"Al bak adam şimdiden yaklaştırmıyor bile, ben gidiyorum ya"
Mustafa doğrulduğunda Ömer az önce ağlayan o değilmiş gibi tülbentin altında emmeye başlamıştı. Mustafa kaşlarını çatarak bakarken;
"Sen nereye gidiyorsun kocam "
"Kızımla oğlu mu almaya"
"Aa Mina'm ve Talha'm geldi mi?"
"Yok onlar hala çiftlikteler, at biniyorlar"
"Kızım ve oğlum dedin"
"Gülşah ve Hattab"
"A evet onları da emzirmem lazım dimi"
"Ah hatun şuan ki bakışın var ya, tam aşık olunası"
"Ol o zaman Azrail ağa"
"Ben senin tüm bakışlarını içinde barındıran bakışına aşık oldum"
"Hangisi"
"Deli bakışların"
"Mustafa'm"
"Söyle hayatım"
"Farkında mısın bu gidişle kaygısızlar ailesine döneceğiz"
"Evet ama tek anneyle"
Mustafa gülerek odadan çıktığımda, bakışlarımı oğluma çevirdim. Parmağımla burnuna hafif dokunup;
"Ömer bey biz seninle ne yapacağız."
Ömer yumruk yaptığı elini göğsüme koyunca, yumruk yaptığı elini tutarak;
"Oh paşama, tamam bir şey demedim."
Ben onun haline gülerken, odamın kapısı çalmıştı. Tek elimle başımı düzeltip gel dediğimde, Zümrüt ve Başak kucaklarında miniklerimle içeriye girdiler. Zümrüt kapıyı kapatıyordu ki Mustafa gülerek içeriye girdiğinde üçümüzde ona bakıyorduk. Şifonyerin çekmecesinden bir şey alırken;
"Mustafa ağam, Ömer'i beşiğe koyar mısın"
Mustafa çekmeceden aldığı silahı yatağın üzerine koyarak, kucağımdan Ömer'i alıp yavaşça beşiğe yatırdı. Mustafa silahı yatağın üzerinden alıp odadan çıktığında Zümrüt Hattabı kucağıma bırakmıştı. Hattab sanki beni bekliyormuş gibi hemen emmeye başlamıştı. Siyah saçlarını severken, Zümrüt yanıma oturarak;
"Abla ben, yani biz"
"Söyle Zümrüt"
"Abla sen Gülşah'ı emzirirken biz azcık Başak, Bedirhan abim, Baran birazcık, yani azcık şey"
"Hadi gidin ama durun bakalım Gülşah hanım ne yapacak. Öyle gidersiniz"
Zümrüt yanağımı öperken, Hattab halinden memnun karnını doyuruyordu. Başımı kaldırıp bana bakan Başağa göz kırptığımda, Başak;
"Abla biz hiç yalnız kalamıyoruz diye, yanlış anlama "
"Tamam Başağım bir şey mi dedim"
Hattab uyuduğunda, emmeyi de bırakmıştı. Gülşah'ı kucağıma aldığımda, hanım ilkten gözlerini kapatınca Zümrüt ;
"Aha anam kıza bak, kız em vallahi seni gelin diye alamam. Ananla bacı olacağım ben dünür değil"
Biz gülerken, Gülşah elini göğsüme koyduğunda, tamam almayacak derken, hanımefendi uyuşuk bir şekilde emmeye başladığında üçümüzde gülmüştük. Zümrüt kucağındaki oğlunu yatağın ayak ucuna koyarak, üzerini örtmüştü. Onlar çıktığında Gülşah hala karnını doyuruyordu. Güzel kızımın saçlarını severken, odamın kapısı çaldı. Gel dediğimde Mustafa gülerek içeriye girdi. Kapıyı kapatırken;
"Allahım, Meryemce biz daha çocuk yapmayalım bak iki kız, dört oğlan "
"Olmaz ben bir kız daha yapacağım"
"Yok canım sana daha hamilelik yok. Bir daha doğum yapmanı istemiyorum. He sen diyorsan ben çiğ dalak yerim buyur bir tanem"
"Aman sus yaa bir daha bana onu yediremezsin haberin olsun"
"Emin ol kan yapsın diye öyle bir şey bende sana yedirmek istemiyorum"
"Sağ ol ağam, Allah razı olsun"
"Hayatım herkes bir yere dağılmışken bir duşa gireyim"
"Tamam canım. Mustafa'm gelip kese atayım mı"
"Yok atma. Fakat ben sana 92 gün sonra soracağım"
"Allah'ım sen sayıyor musun hala"
"Evet"
Mustafa gülerek banyonun kapısını açmıştı ki, arkasında;
"Kocam"
"Söyle yavrum"
"92 gün kaç saat"
"Meryemceeee!!!!"
"Tamam sustum."
Mustafa banyoya girdiğinde yatağa uzandım. Yüzümü beşiğe dönmüş gözlerimi kapattığımda içim geçer gibi olurken kapı çalmıştı. Yatakta doğrulurken, gel demiştim. Yılmaz ve Gül peş peşe içeriye girdiler. Gül sanki zoraki bir tebessümle yanıma gelip sarıldığında Yılmaz beşiğin yanına gitmişti. İkisinde bir hal vardı ama çözemedim. Gül ve Sinan birbirlerine bir garip bakıyorlardı. Gül, Yılmaz'ın yanına giderken, aralarında yoğun bir çekim var gibiydi. Onlar çocuklara bakmaya başladıklarında, banyonun kapısı açıldı. Mustafa çok az araladığı kapıdan görünmeden;
"İçeride biri mi var hatun"
"Yılmaz ve Gül var"
"Benim kıyafetlerimi getirir misin yavrum"
"Bekle gönlüm"
Yataktan kalkıp dolabından kıyafetlerini ayarlayarak, aralık kapıdan uzattım. Yatağa tekrar oturmak istemediğim için odada yürümeye başladığımda ara ara Yılmaz ve Gül'e bakıyordum. Mırıldanarak bir şey konuşuyorlardı. Gül bir anda gözlerime bakıp;
"Sizi, yani amcamla ikinizi ilk defa böyle birbirinize hitap ederken duyuyorum yenge"
"Bu odaya girdiğimizde her şey değişiyor bizde. Bu kapının dışına çıktığımızda o ağa ben onun hanımı veya sizin değişinizle hanım ağayım. Fakat odada siz değil de babaanneniz veya dedeniz olsaydı. O ağa ben meryemce hanım"
"Anladım yengem"
Odada volta atmaya devam ederken, banyo kapısı açıldı. Mustafa yanımdan geçerken alnımı öpmüştü. Üzerine giydiği eşofmanın fermuarını çekerken;
"Yılmaz hayırdır oğlum"
"Amcam, ağa amcam ben seninle iki şey konuşmaya geldim. "
"Bir de değil iki şey konuşacaksın"
"Amcam şey"
"Tamam Yılmaz söyle oğlum şaka yaptım"
Mustafa ile Yılmaz beraber uzun koltuğa oturmuşlardı. Mustafa, Yılmaz'a doğru dönerek bacak bacak üstüne atarak, elini bacağının üstüne koyarak canı yürekten dinlediği belliydi. Yılmaz derin bir nefes alıp;
"Amca şey Atabek işi baya ilerletmiş, neredeyse bizim okuldaki ana sınıfına bile verecek duruma geldi. Adamları oralarda geziyorlarmış. Birde bizim Tuna dedi. Arap oldukları belli iki kişi gelip gidiyormuş atabekin yanına."
"Kim bu Tuna "
"Atabek'in halasının torunu. Babası annesiyle konuşurken duymuş, Atabek çok az kaldı büyük para kaldıracağım diyormuş"
"Anladım oğlum. Sen artık karışma, bırak duyma. Devran amcan iki güne alacakmış torbacıları ve Atabek'i. Zaten Devran amcanın kendi mesleğiyle alakalı bir adamla görüştüğünün bilgisini almış. Sen bundan sonrasına karışma. Sana bir şey olsun istemiyorum"
"Tamam amcam"
"EE söyle bakalım diğer konuşacağın mevzu neydi"
Yılmaz, Gül'e baktığında, ben olayın başka yere gideceğini anlamıştım. Gül yavaş adımlarla, Mustafa'nın dizin dibine oturarak, elini Mustafa'nın bacağına koymuştu. Mustafa, Gül'ün saçını severken, bende yatağın ucuna oturdum. Yılmaz bana baktıktan sonra tekrar Mustafa'ya döndü. Derin bir nefesten sonra;
"Amcaa"
"Oğlum söyleyeceğin seni biraz zorluyor galiba"
"Amca, ağam amcam şey, dostumuz olan amcam şey"
"Ha gayret Yılmaz söyleyeceksin"
"Amca ben Selvi yengemin abisinin kızını seviyordum"
"O adamdan kız istetmeyeceksin inşallah"
"Yok amca, ben üç hafta önce aslında başkasının gülüşünü sevdiğimi, varlığına şükrettiğimi anladım. Ben o kızdan bana haber getiren, ben üzüldüğümde başımı omzuna koyduğum kızı seviyormuşum amca"
"EEEE"
"Amca ben, amca!!"
Yılmaz saniyelik Gül'e baktığında Mustafa olayı çözmüş olacak ki kısa sürede boynundaki damarlar çıktı. Gözlerini kapatarak, gür sesle;
"Sen ne Ahmet Yılmaz Alibeyoğlu, sen ne"
"Amca ben Gül'ü seviyorum, kardeşsiniz diye büyüttüğünüz kızı seviyorum"
Mustafa gözlerini açtığında, Azrail ağaya içimden hoş geldin demiştim. Yılmaz'a biraz yaklaşıp;
"Efendim oğlum duymadım"
"Amca ben gönlüme söz geçiremedim. Amca ben"
Mustafa, Yılmaz'a bakmadan yerde ayak ucunda başını yere eğmiş, Gül'e baktı. Elini saçlarından çekerek, çenesinin altına koyarak başını kaldırıp, gözlerine bakınca Gül ağlamaya başlamıştı. Mustafa ağlıyor diye gözlerini sıkıca kapatıp biraz bekledikten sonra açtı. Anlını öptükten sonra derin bir nefes alıp;
"Gül'üm amcam şaka dimi"
"Ağam, amcam ben zaten iki senedir gizli şey"
Mustafa başını iki tarafa sallayarak, sakinleşmeye uğraştığı belliydi. Yüzünü iki eliyle sıvazlayarak tekrar Gül'e döndü. Gül'ün yüzünü iki elinin arasına alarak;
"Sana sadece bir soru soracağım. O zaman o yüzden ağladın, isteme olayında"
Gül başını aşağı yukarı salladığında, Mustafa dişlerini sıkarak;
"Gül çık dışarı ve doğru odana"
Gül ağlayarak odadan çıktığında, Yılmaz peşinden ayağa kalktı. Mustafa da yavaşça ayağa kalktığında Yılmaz amcasına döndü. Mustafa Yılmaz'a peş peşe üç tokat attığında, hemen hızla aralarına girdim. Sırtımı Mustafa'ya dönerek Yılmaz'a sıkıca sarıldım. Elleri yanlarında, yüzü boynumda ağlayarak sessizce;
"Özür dilerim yengem sana söylemedim"
"Sus"
Yılmaz'ı koltuğa tekrar oturttuğumda, Mustafa da banyoya girmişti. Yılmaz'ın dudağına baktığımda iki taraftan patlamıştı. Ayağa kalktığımda banyonun kapısı açıldı. Mustafa elinde ilk yardım çantasıyla yanımıza geldi. Benim kalktığım yere oturarak, Yılmaz'ın dudaklarını silerken;
"Bu duygularınızdan Sinan ve Emrah'ın veya kızların haberi var mı"
"Kızların yok amca, Sinan abim ve Emrah'a iki hafta önce söyledik."
"Sinan ne dedi"
"Hani sen bir akşam sordun ya burnuna ne oldu diye, işte o gün abim iki yumruk ve hızını alamayıp kafa atmıştı. Sen ne halt yiyorsun lan sen dedi, o bizim bacımız değil mi diye"
"Peki Emrah"
"Amca onu söylemesem"
"Söyle Yılmaz"
"Elini omzuma koyarak; oh sevindim kardeşim, iki abi bana fazlaydı. Eniştem ol. Oh be kız yabancıya gitmedi dedi"
"Tamam Yılmaz tamam, Bu akşam herkesin içinde babanlara söyleyeceksin"
"Amca, babam ve Serdar amcam beni öldürür"
"Oğlum aşık olurken korkmadın. Bana söyleyecek kadar da cesursun. Hadi buyur akşam göreyim senin cesaretini. Fakat şuan sakin konuşuyorum diye sanma sana destek çıkarım emin ol hiç birini tutmayacağım. Şimdi çık odadan"
Yılmaz tamam manasında başını sallayarak, odadan çıkarken, Mustafa da ayağa kalktı. Kaşları çatık elimi tuttuğunda ona bakmıştım. Yatağın yanına geldiğimizde gözlerime bakıp derin bir nefes aldıktan sonra;
"Adama bak kız yabancıya gitmemişmiş"
"Sen kızdın mı kızmadın mı?"
"Azcık, beş dakikacık beni göğsünde uyutsana"
"Gel kocam, gel ağa olmuş bebeğim"
Yatağa uzandığımda, Mustafa yanıma yatıyordu ki kapı çaldı. Mustafa sakinleşmediği için gür bir sesle gel dediğinde kapı yavaşça açıldı. Mina ve Talha kapının arasından başlarını uzatıp;
"Gelebilir miyiz"
Mustafa gülerek evet der gibi başını salladığında, Mina koşarak beşiğin başına gittiğinde yatağın ucunda yatan Gülşah ve Hattabı görünce gülmüştü. Talha kapıyı kapatıp yürüyerek yanımıza gelmişti. Yatağa çıkarak başını göğsüme koydu. Saçlarını severek;
"Annem nasılsın"
"Çok özledim seni annem"
"Nasıl geçti gününüz"
Talha sıkıca sarıldığında Mina'ya baktım. Gözleri Mirza ve Ömer'de bize bakmadan;
"Uyuyor musunuz babamın aslan parçaları. Beni özlediniz mi? Biliyor musunuz? biz bu gün at binmeye gittik. Mihriban ablam dedi ki sizde büyünce binecekmişsiniz. Bende dedim ki babam onlara midini alır dedim. Alırsın dimi baba"
Mustafa kızımızın yanına giderek yere oturdu. Bacağının üzerine kızımı oturtturup sıkıca sarıldığında;
"Baba soru sordum"
"Alırım kızım siz isteyin her şeyi alırım. Talha büyüsün araba alacağım, sen büyüdüğünde hım"
"Ev al baba"
"Olur kızım"
Talha başını göğsümden kaldırıp;
"Baba alır mısın gerçekten, ama annemin arabasından istiyorum. Hani bana uzaktan kumandalı aldın ya kırmızı istiyorum"
"Alırım oğlum sen iste, hatta sen beni işe götürürsün"
"Yok götürmem"
"Niye oğlum"
"Ben işte olurum"
"Ne olacaksın ki"
"Pilot olacağım"
"İnşallah oğlum inşallah"
Talha tekrar başını göğsüme koyduğunda, saçlarını severken kulağına sessizce;
"Biraz konuşalım mı annem artık"
"Olur annem"
Talha yataktan indiğinde bende yavaşça kalktım. Kütüphaneye el ele yürüyerek, girdik. Ben kendi berjerime otururken Talha kucağıma çıkmak isteyince, daha düzgün oturup kucağıma aldım. Elimi çenesine koyarak gözlerime bakmasını sağladım. Dolmuş gözlerle;
"Anne beni hiç bırakıp gitme olur mu"
"Nasıl, Talha kıskanıyor musun "
"Yok annem kıskanmıyorum kimseyi. Ben seni görüyorum hep rüyamda, gözlerinden ve elinden kan akıyor, sonra karanlıkta kayboluyorsun anne. Ağlıyorum sen yoktun sonra birden seni ateş içinde gördüm. Ölme sen anne, gitme anne olur mu"
"Annem ben seni bırakmam ki. Hem rüyaların tersi çıkar bebeğim. Biz içerideki kardeşlerini büyüteceğiz"
Talha sıkıca boynuma sarıldığında, bende sıkıca sarılmıştım. Yüzümü boynuna koyarak;
"Korkma Allah bana gel dememiş ben gitmem."
Talha ağlayarak;
"Anne bırakma tamam mı, sen gidersen ben çok üşürüm, uyuyamam"
Talha'ya iyice sarıldığımda Mustafa yanımıza geldi. Kendi berjerine otururken, Talha'yı kucağımdan almıştı. Talha Mustafa'ya sarıldığında iyice ağlamaya başlamıştı. Talha'nın yanağını severken, Talha sessizce göz yaşlarını dökerek;
"Baba, beni çok sev tamam mı"
"Seviyorum oğlum daha çokta severim seni"
"Baba ben rüya gördüm"
"Ne zaman oğlum "
"Hep görüyorum baba annemin elinden ve gözlerinden kan akıyor, sonra da gidiyor baba. Annemi koru baba ne olur ona bir şey olmasın"
"Anneni hep korurum oğlum. Zaten annen evden çıkmıyor ki"
"Baba bu avluda kanıyor gözleri baba"
"Tamam korkma ben annenin arkasında olacağım, ona kimse bir şey yapmayacak seni annesiz bırakmayacağım"
"Baba ben annemsiz üşürüm, o olmadan uyuyamam ki "
"Tamam ama Talha'm. Hadi anneni daha fazla ağlatmayalım. Hem seninle çalışma odasına gidelim sana güzel bir uzaktan kumandalı kırmızı bir araba alalım şimdi oynaman için"
Talha tamam manasında başını salladığında ikisi ayağa kalkmıştı. İkisi kütüphaneden çıktıklarında bende peşlerine çıktım. Onlar odadan çıktıklarında, beşiğin yanındaki kızım yanıma geldi. Beni koltuğa oturtup, yanıma oturduktan sonra bacaklarıma yattı. Saçlarını sevmeye başladığımda;
"Sırdaşım annem"
"Söyle meleğim"
"Biliyor musun Talha artık Avşin halamla, Devran dayımı sevmiyormuş"
"Niye annem"
"Çünkü eskisi gibi yan yana yatmıyorlarmış, Avşin halamla, Devran dayım onu gece öperek yatırmıyormuş"
"Ama kızım olmaz ki, bende şey affet ama seni bazı geceler öpmüyorum ki"
"Anne ben gece senin kucağına gelip yatabiliyorum. Hem beni yani bizi her gece Kadir amcam, Serdar amcam gelip öpüyor. Babaannem var herkes bizi seviyor. Hem Kader anne, karnındaki kızı olduğunda beni çok öpmüştü. Çünkü ben bir gece yatarken, ona da kız ver demiştim. Oda başımı öpmüştü, sonra bak kızı oldu. Ben onun Gül ablamdan sonra kızıymışım yaa"
"Ah benim kendi minik kalbi büyük kızım"
"Ben senin kızınım annem"
"Anasının kuzusu. Talha işini ne yapacağız o zaman sırdaşım cadı"
"Anne sen bu akşam Avşin halama söyle yatsın onunla"
"Tamam bebeğim, Talha'ya ve Avşin'e söyleriz"
"Anne biliyor musun Talha bazı geceler anne diye uyanıyor bende odamdan gidip elini tutuyorum"
"Aferin sana prenses"
"Anne acıktım"
"Hadi kardeşlerin uyurken bende sizinle yemek yiyeyim"
"Tamam da anne başında kırmızı örtü var, sonra babam kızıyor yaaa"
"Babası kılıklı tamam sen çık ben geliyorum"
Mina yanağımı öperek koşarak odadan çıktı. Üzerimi değiştirerek çocuklara baktıktan sonra odadan bebek telsizini alıp çıktım. Avluya yürümeye başladığımda kızlar masaya son bir şeyler koyuyorlardı. Sedire oturduğumda konağın kapısından içeriye Baran abim ve Bedirhan abim kızlarla girdiler. Kızlar benim odama doğru yürüyorlardı ki cebimden telsizi çıkarıp gösterdim. Onlarda sedirlere oturduğunda Sultan abla babam ve anneme bakarak masanın hazır olduğunu söyleyince herkes yerine geçiyordu. Ben yerime oturuyordum ki Mert'in bana ters bir şekilde baktığını görünce gözlerine bakarak;
"Ne oldu Mert, niye öyle bakıyorsun"
"Abla yine unuttun dimi"
"Neyi oğlum"
"Tabi ya, hatırlasan şaşırırdım"
"Mert "
"Bu gün babamla annemin evlilik yıl dönümü ve babamızın doğum günü"
"Aklımdan çıkmış Mert"
"Hangi sene aklında tuttun ki"
"Mert sesinin ayarını düşür istersen, gerilmeyelim akşam akşam"
"Abla"
"Mert sus uzatma. Her sene aynı tavır her sene aynı mevzu ve her sene aynı Mert ateş"
"Abla ben "
"Ne sen Mert, yine babanı özledin, yine anneni özledin. Ben onların yani annen ve babanın yani babamızın evlilik yıldönümü ve ne bileyim doğum günlerini hatırlamak zorunda mıyım. "
"Özür dilerim"
Mert yerine oturduğunda, bende yerime geçmiştim. Herkesin bana baktığını hissediyordum. Kızların masaya getirdiği sarmaları gören Mina, koşarak yanıma geldi. Mustafa'ya baktığında konağın kapısının orada telefonla konuştuğunu görünce, hemen yanımdaki sandalyeye çıktı. Ellerini beline koyarak;
"Babacım, canım babacım. O telefonu kapatsana, Hadi babişko gel otur ben çok acıktım."
Hepimiz gülmeye başladığımızda, Hazar abim, sandalyenin üzerinden ayakta duran Mina'yı alıp yerine oturdu. Mina kaşlarını çatarak elini Hazar abimin yanağına koyarak;
"Baba!! bu sakallı cici anneme de bir şey der misin"
Mustafa, Hazar abimin arkasından geçerken Mina'yı kucağından almıştı. Mina babasına sıkıca sarılıp;
"Hadi yerine otur canım babacım, açım ben"
Avluda kahkaha tufanı olurken, Mustafa yerine oturmuştu. Mustafa afiyet olsun dediğinde, Mina hemen eğilerek bir tane sarmayı eline almıştı. Yerken gözlerini kapattığında Mustafa ile onu izliyorduk. Biraz zaman geçmişti ki Sultan abla masaya doğru elinde derin büyük kaseyle geliyordu. Yanımıza geldiğinde önüme koyduğuyla gözlerime inanamadım. Isırgan yemeğiydi. Mısır ekmeğini tabağının yanına koyduğunda, elini tutup öptüm. Masaya dönerek ;
"Yemek ister misiniz ısırgan yemeğinden"
Herkes hayır der gibi başını sallayınca, kaseden bir kaşık aldım. Sultan abla giderken, bir kaşık daha alıyordum ki kaseye bir kaşık daha girdiğini görünce, başımı kaldırdım. Mustafa kaşığı ağızına götürdüğünde, ona bakıyordum. Mustafa ikinci kaşığı da alınca, herkes şaşkınca bakarken, Kezban hanım;
"Mustafa sen yemezsin ki öyle otları falan"
Mustafa ona bakmadan üçüncü kaşığı da ağızına götürürken annemin 'Allah'ım sen nelere kadirsin' dediğinde ben gözlerimi kocamdan ayıramıyordum. Kasemi kocamın önüne koyduğumda, sarmadan yemeğe başlamıştım. Yemek sessizce devam ederken, arada kocamın daha doğrusu benim olan ısırgan yemeğinden bir kaç kaşık alabilmiştim. Annem bıyık altından gülerken, babam Sultan ablaya seslenmişti. Sultan abla koşarak avluya geldiğinde;
"Sultan bacım, ısırgan yemeğinden var mı"
"Bir tencere Mirza abi"
"Bir tabakta bana getirir misin"
"Olur abim, Karadeniz sen bitirdin mi"
"Ben yedim ablam"
Sultan abla mutfağa giderken masada Avşin'in sert bir şekilde Talha'ya bağırmasına eğilip baktığımda gözlerinde gördüğüm çaresizlik canımı acıtsa da bağırdığı için sinirlenmiştim. Derin bir nefes alıp;
"Ne oluyor Avşin, yemek istemiyorsa sen zorlamazsın"
"Hiç bir şey yemiyor Meryemce"
"Tamam bırak sen yedirme "
Avluya gelen Sultan abla beni görünce, gülen yüzü ciddileşmişti. Babamın yemeğini önüne koyarken;
"Mina ve Talha mutfakta yiyecek"
"Sen nasıl istersen "
Çocuklar Sultan ablanın peşinden civciv gibi giderken, ister istemez gülmüştüm. Çocuklar tamamen avludan çıktıklarında Mustafa kaşları çatık;
"Niye bağırıyorsun Talha'ya Avşin"
"Vallahi iki gündür bir şey yemiyor, ulaşamıyorum ona"
"Böyle olmaz konuşun çocukla"
"Tamam Ağam"
Ağızımı açmama fırsat kalmadan cebimdeki telsizden ağlama sesi gelmişti. Başak ve Zümrüt yemeklerinden başlarını kaldırdıklarında, ayağa kalkmaya niyetlendiklerinde elimle oturtmuştum. Mustafa ile göz göze geldiğimizde başıyla izin vermişti. Odama doğru yürürken, aklımda bir sürü düşünce vardı. Odama girdiğimde Hattab ve Gülşah uyanmış, elleriyle oynuyorlardı. İkisini kucağıma alıp avluya çıktığımda Baran ve Bedirhan abim önüme geldiler. Bedirhan abim Hattabı almak için uzanınca, Baran abimde Gülşah'ı almak için uzandı. Onlara bebekleri verip, mutfağa geçtim. Sultan abla Talha'nın gönlünü yapmış, oğlum köfte yerken, benim anası kılıklı kızım sarma tenceresinin yanına yere oturmuş, yanına Boran'ı da almış sarma yiyorlardı. Onlara gülerek, oğlumun yanına sandalyeye oturdum. Talha başını koluma doğru yasladığında;
"Annem bak bu akşam Avşin annen ve babanla kal olur mu "
"Ama annem"
"Talha'm bak çok yoruluyor Avşin annen. Sen yemek yemiyorsun diye çok üzülüyor"
"Tamam anne anladım."
"Bu akşam onlarla yat. Yarın akşam ben seni alacağım koynuma, hem babanı da yere atacağım"
"Olur annem"
Talha mutfaktaki herkesle gülmeye başladığında, mutfağa annem girdi. Annem yanımıza gelerek;
"Sultan bacım masayı toplasınlar, çayı da semavere demleyin "
"Olur Mihriban abla, kızlar kalkın"
Ben ayağa kalktığımda Talha sandalyeden kalkıp Mina'nın yanına oturdu. Annem elimi tutarak mutfağın avlusuna çıktığımızda, annem ellerini yanağıma koyarak;
"Baban, senin için yapılan gül bahçesinde bizi bekliyor"
"Tamam annem"
Annemle beraber bahçenin kapısının önüne geldiğimizde, annem kapıyı açtı. Ben bir adım atmıştım ki annem arkamdan kapıyı kapatıp gitti. Babam kollarını bana açınca, hemen kollarının arasına girdim. Babam başını biraz eğerek şakağımı öptüğünde ağlamamak için alt dudağımı dişlerimle ezdim. Babam sıkıca sarılıp kulağıma doğru;
"Nasıl benim küçük kızım"
"Baba ben"
"Kızım dök o kalbindeki zehir'i "
"Nasıl yani babam"
"İnsan bir derde mübtela olunca, kalbe gizli bir zehir yayılır. Bu zehir ancak göz yaşıyla atılır yavrum"
"Benim kalbimdeki zehir o kadar ağır ki, o kadar çok ki, hangi birini dökeyim baba"
"Şuan ki derdin öyle büyük ki umarım, bunun bahanesiyle hepsinden kurtulursun meleğim"
"Biliyorum sen benim o toplantıda huzuruyla beni sarıp sarmalayan babamsın. Şuan belki kalbimdeki bütün zehiri akıtmaya cesaretim yok. O gün geldiğinde sana sözüm olsun sadece senin göğsünde ağlayacağım baba"
"Tamam o zaman hadi gidelim. Sen ağanı, ben gönül suyum olan hatunumu bu kadar aldattığımız yeter"
"Evet o ağa bizim aşkımıza karşı baba"
Babam gülerek elimi, ufak kızının elini tutan baba gibi sıkıca, güçlü tutmuştu. Bir kaç adım atarak kapıyı açtığımızda Mustafa ile burun buruna gelmişti babam. Hemen arkasına saklanmıştım. Babam hafif gülerek;
"Ağam bağışla"
"Mirza ağam bana bak senin bu yaptın, bedel gerektirir. Ben gidiyorum anamı alacağım yanıma "
"Yapma ağam kızım yok ki vereyim. "
"Arkanda ki güzeli verebilirsin"
"O kıymetli ağam veremem"
"Ben alışkınım kıymetlileri almaya"
"Al o zaman "
Babamın yanından başım önümde Mustafa'nın yanına geçmiştim. Babam gülerek yanımızdan uzaklaştığında eğilip yanağımı öpmüştü. Ben olduğum yerde kalırken o gülerek avluya gidiyordu. Peşinden bende avluya geçtiğimde herkes sedirde oturuyordu. Ben annem ve yengemin ortasına oturduğumda Başak ve Zümrüt'te odalarından inmişlerdi. Çaylar geldiğinde Hazar abim, abime dönerek;
"Dağhan abi, şey kızın ismi belli mi"
"Belli Allah nasip ederse Asmin"
"Çok güzelmiş, Peki Kadir sizin isim belli mi"
"Evet isim annesi yine Meryemce yengem "
"Ne koydu kumam"
"Ezel dedi, bizi de uydu"
"Meryemce kızım bak benim kızım içinde güzel isim ayarla "
Ağızımı açmama fırsat kalmadan, Leyla biraz gür bir sesle;
"Kızın mı"
"Evet kızım. Ne oldu beğenemedin mi merinos avukat"
"Seni bu gıcıklıkla kim alır ki"
"Bulurum bir kıvırcık"
"Kıvırcık mı, niye kıvırcık"
"Şöyle kıvırcık saçları, yeşil gözleriyle gönlüme taht kursun kızım"
"Vay seni alacak kıza Allah sabır versin. Bana bak düz saçlı bul, söz karının her zaman perma parası benden"
"Leyla "
"Ne var "
"Ben senin parana kıyamam şimdi"
"Yani"
"Yanisi şu evlensen ya benle"
"Ney"
"Benimle evlen diyorum, bak sırf senin paranı düşünüyorum"
"Ay çok düşüncelisin, Ben seninle evlenmem"
"Bak hayır demeden bir düşün, benden iyi cacık olur "
"Yok ben cacık sevmiyorum"
Kedi köpek gibi atışırlarken, babam öksürünce sustular. Kızlar boşalan bardakları tazelerken, genç tayfa akşam yemeğinde sessiz oldukları için odaya çıktıklarını fark etmemiştim. Dördü peş peşe merdivenleri inerken, Mustafa ile göz göze geldik. Avluya indiklerinde Sinan, az önce yanımdan kalkan yengemin yerine oturdu. Elini koluma koyduktan sonra başını da omzuma yasladı. Emrah arkama gelip elini omzuma koyunca geriye yaslanıp ona baktığımda başını önüne eğmişti. Gül gözleri kıpkırmızı yanıma geldiğinde, Sinan yanımdan kalkıp, Gül'e otur demişti. Gül oturduktan sonra Sinan yanımıza bir sandalye çekip oturmuştu. Yılmaz iki sedirin arasına gelip, Mustafalara doğru döndü. Derin bir nefes aldığın da hepimiz ona bakıyorduk. Boğazını temizledikten sonra;
"Bütün sevdiklerim, ağamın dediği gibi bütün ailemiz buradayken benim size söylemem gereken bir şey var. Ben 17 yaşındayım biliyorsunuz. Ben, yani ben var ya. Allah'ım, Baba, amca, dede biz var ya Gül'le biz. Afff Gül'e birbirimizi seviyoruz"
Kadir ve Serdar hızla ayağa kalktığında, Kader ve Selvi kocalarına seslenmişlerdi. Ben Gül'e sarıldığımda, Kadir Yılmaz'ın önüne geçti. Biraz gözlerine baktıktan sonra elini kaldırdığında sıkıca gözlerimi kapadım. Biraz beklediğimde, duymaktan kaçındığım ses gelmeyince gözlerimi açtım. Gördüğüm manzarayla şaşırmıştım. Mustafa'm Kadir'in bileğini havada tutmuştu. Kadir sert ve gür sesiyle;
"Abi bırak. Bu it nasıl beraber büyüdüğü kıza nasıl aşık olabilir, nasıl sevebilir"
"Kadir almayayım ayağımın altına"
"Hayır abi kabul etmem. Ben onları kardeş gözüyle görürken nasıl abi nasıl yaa"
"Sen öyle görmüşsün, sen öyle düşünmüşsün. Belli ki Yılmaz da başta öyle sanmış ama öyle değilmiş demek ki. Tek taraflı değil bak, Gül, Yılmaz'a nasıl bakıyor, bak o kızın gözlerine"
Kadir bileğini sinirle Mustafa'nın elinden kurtararak, avludan çıktı. Ben onun arkasından bakarken, Serdar bize doğru geliyordu ki Sinan ayağa kalkıp;
"Amca sen çık babamın yanına hadi amcam"
"Sinan sus"
Sinan ağızını açıyordu ki Mustafa hala ayakta olduğu yerden;
"Serdar çık dışarıya."
Serdar da Kadir'in yanına sinirle giderken, avlu derin bir sessizliğe gömülmüştü. Kader ve Selvi gül ve Yılmaz'a bakarken, Yılmaz yavaş adımla abisinin yanına gelmişti. Sinan ayağa kalkıp sıkıca sarıldı kardeşine.
Biraz zaman geçmişti ki konağın kapısı kırılırcasına kapandığında Mustafa yerine oturdu. Avluya giren Serdar ve Kadir az önce kalktıkları yere yan yana oturduklarında, babam derin bir nefes aldı. Konuşmak için ağızını açıyordu ki Ünal amcam bize doğru baktıktan sonra;
"Kadir, oğlum Çiçek teyzen benim amcamın kızı biliyorsun dimi"
"Biliyorum Ünal amca ama siz"
"Bizi babalarımız evlendirdi ama biz içimizde yaşadık birbirimize olan aşkımızı. Ben Yılmaz gibi cesaretle çıkıp söyleyemedim. Ben sabırla bekledim ve Rabbim şükür Çiçeği bana verdi. Çok erken davranıyorsunuz"
"Yok Ünal amca olmaz bu iş olmaz"
Babam tekrar derin bir nefes alıp;
"Ne demek bu iş olmaz, ne demek "
"Baba olmaz, bende kızımı vermem"
"Oğullarım haklı olarak kızdınız. Fakat niye iyi tarafından bakmıyorsunuz."
Kadir ve Serdar aynı anda Yılmaz ve Gül'e baktıklarında, Mustafa ayağa kalktı. Kaşlarını çatarak Yılmaz ve Gül'ü yanına çağırdı. Çocuklar Mustafa'nın yanına gittiğinde, Mustafa'm ikisini kollarının altına alarak, Serdar ve Kadir'e dönerek;
"Az önce sizinle sakince, abiniz olarak konuşacaktım. Ben çocukların ağaları olmadan önce amcalarıyım, hem de en büyük amcalarıyım. Ben oğlum ve kızımın arkasındayım. Siz hala yok diyorsanız ben sizi ağanız olarak duymuyorum. Bu adam sizi bilmem ama benim böyle işlere karşı olduğumu bildiği halde gelip karşıma çıkarak ben seviyorum diyorsa ben bu çocukların arkasındayım. Bir kaç gün sonra ben bu çocuklara ince bir yüzük takarım. Üniversiteyi okurlar mesleklerini ellerine alıp, Yılmaz'da askerliğini yapar. Bende düğünlerini yaparım. Yalnız ben bunlara yüzük taktıktan sonra hiç bir şekilde eskisi gibi yalnız kalamazlar. hata şu dakikadan sonra."
Kadir ve Serdar Mustafa'ya bakarken, çocuklar başlarını eğmiş amcalarını dinliyorlardı. Mustafa tatlı bir gülüşle;
"Kızını vermez miş? oğlum kız yabancıya mı gitseydi. Bak bir de şöyle düşün, şimdi yabancı bir damadın olsa kızınca bir şey yapamazsın ama bu kereste oldu mu alırsın ayağının altına soran olursa yeğenimi dövüyorum dersin"
Serdar gülecek gibi olsa da çabuk toplamıştı. Kadir başını kaldırıp yanında oturan Serdar'ın ensesine vurarak;
"Ben bu adama dünür demem abi"
"Oğlum bunlar evlendiğinde siz kardeş olmaktan çıkmıyorsunuz. Mesela bak bizim hanımların ailesine biz bir şey yapamıyoruz. Fakat siz öyle olmazsınız. Baktın Serdar oğlunun canını sıkıyor, baktın ayağın altına almış eziyor. Az önce yaptığın gibi vurursun ensesine konuşma dersin"
"Tamam biz bir düşünelim"
"Üç gün sonra oğlanın dedesini, amcalarını alıp geldiğinde bende düşünürüm Kadir, Serdar"
Yılmazların işi tatlıya bağlandığında, herkes rahat bir nefes almıştı. Mustafa ile göz göze gelmiştik ki cebimdeki telsizden ağlama sesi geldi. Odaya giderken, arkamdan Selvi ve Kader'de gelmişti. Beşikte ağlayan Ömer'i kucağıma aldığımda susmuş bana bakıyordu. Karnımda olduğu gibi azcık Mustafa'ya aşkla baksam ağlıyordu. Kucağımda keyfi yerinde olan Ömer'i battaniyesine sardığımda Kader yanında olan Selvi'ye sarılıp;
"Kız bacıydık daha bir bacı olduk"
"He kader ablam "
"Neyse fazla dillendirmeyelim. Gece heriflerin gazını alalım sabah Melek ve Peri'ye söyleriz"
İkisine gülmeye başladığımda odaya Gül girdi. Kader bir kaç adımda onun yanına giderek sıkıca sarılmıştı. Saçlarını öptükten sonra;
"Kızımdın, şimdi has kızım oldun. Ah benim Gül'üm. Yengen sevsin seni"
Gül, iki anasıyla seviştikten sonra odadan çıktık. Avluya bir adım atmıştım ki, Mustafa'nın kopyası Sinan hemen kucağımdan Ömer'i almıştı. Sedirlere oturmadan Gülcan'ın yanına giderek, ihmal ettiğim bacımı sevdim. Yanağını öpmek için eğildiğimde Dağhan'da aynı anda benim yanağımdan öpmüştü. Gülcan'ın yanında oturan Nisa, Gülcan'ın omzuna koyduğum elimi öptüğünde hemen onunda başından öpmüştüm. Az önce oturduğum sedire tekrar oturduğumda Bedirhan abim Mert'e gülerek baktıktan sonra;
"Küçük erkek kardeş, Hazar yüzünden soramadık. Senin oğlunun ismi var mı yani ne düşünüyorsunuz"
Mert tatlı bir tebessümle Nisa'ya baktıktan sonra;
"Nisa Rüzgar koyalım diyor ama ben Kemal koyacağım"
Masanın üzerindeki elimi sertçe vurduktan sonra herkes bana bakmıştı. Derin bir nefes alıp ayağa kalkıp;
"Mert sakın!!! bebeğin isimi Kemal olmayacak"
"Niye abla, babamın adı olsun. "
"Ben yeğenimin ismi Kemal olsun istemiyorum."
Dağhan ayağa kalktığında, Gülcan kolundan tutarak oturttu. Mert önüme gelirken, Leyla biraz sesli ' ahh Mert öfkesini kusturmadan bırakmayacaksın " dediğinde kaşlarımı çatarak ona baktığımda susmuştu. Mert önümde durduğun da, işaret parmağını omzuma vura vura;
"Yeter abla yeter anlıyor musun? Hep şımarıktın, bir dediğin iki edilmedi. Ben gideceğim dediğinde babam hep tamam kızım, ne istersen kızım demekten başka bir şey yapmadı o adam. Ama sen hep o adamı zorladın. Ben bildim bileli o adamın hiç bir doğum gününde yoktun. Kendi doğum günlerinde bile evde olmazdın. Biliyor musun senin doğum günlerinde babam hep içerdi. Sadece senede bir gün o gün içerdi. Ben on altı yaşımda akşamları evden dışarı çıkamazdım. Sen ama sen Amerika, Fransa İngiltere ülke ülke geziyordun. Bilmediğin dil var mı?. Hatırlıyorum da gecenin bir saatinde elinde ufak valiz babam hava alanına bırakacak ablamı. Nereye hanımın canı sıkılmış Amerika ya gitmiş. Bir kaç gün sonra titreyerek gece eve girdi. Yirmi yaşında kaybettin onları ama bir tane göz yaşı dökmedin. Yan komşumuz seher bile kendini parçaladı. Sen, sen insan mısın abla, konuşsana kızım "
"Kızım? Mert karşında ablan var bu bir, ikincisi o sesini düşür ve hitaplarına dikkat et"
"Etmezsem ne yapacaksın abla, söylesene çekip gidecek misin? gecenin bir yarısı gelip başını öptüğün Mert değilim"
"Mert zorlama beni"
"Zorlama mı hadi abla bak kapı orda. Hadi yine küs git, hadi yine sus. Sen o adamın hakkını hiç bir zaman ödeyemeyeceksin"
"Bitti mi Mert"
"Bitmedi söyle, söyle acımazsız Ateş hanım hiç sevmedin mi annemi, hiç mi sevemedin babamı"
"Sevmedim be-"
Cümlem yarım kalmıştı, çünkü benim küçük kardeşim büyümüştü. Dağhan 'MERT!' diye bağırdığında elimi yanağıma koydum. Kısa bir an Mert'in gözlerine baktım. Çok pişmandı fazlasıyla. Mustafa'nın yanımıza geldiğini hissettiğimde ona döndüm. Durması için elimi göğsüne koydum. Gözlerine baktığımda iyice sinirlenmişti. Tekrar Mert'e döndüğümde;
"Ablam, annem özür dilerim"
"Üzülme Mert hiç üzülme"
"Abla ben"
"Tamam dedim. Ben müsaadenizle odama çekileyim. Bu arada hiç kimse Mert'ime bir şey demeyecek ve yapmayacak Dağhan duydun mu beni"
Mert'in tokat attığı elinin içini öpüp gözlerine baktım. Mert başını eğdiğinde sırtımı ona dönerek, sedirde kucağında Ömer'le oturan Sinan'dan bebeğimi alıp odaya girdim. Ömer'i yatağın üzerine koyduktan sonra beşikte elini ağızına koymuş olan Mirza'mı kucağıma aldım. Onu da Ömer'in yanına yatırdığımda sanki Ömer yanına Mirza'yı koyduğumu hissetmiş gibi elini ona doğru atmaya çalışıyordu. Onları biraz izledikten sonra onların kıyafetlerini hazırladığım. Kendim için dolaptan bir kaç parça alarak yatağı yanına geldim. Üzerime ince askılı bir elbise giydikten sonra önce Ömer'i soydum. Ömer'i kucağıma almadan Mirza'yı banyodan görebileceğim şekilde yatağa yatırdım. Ömer'i kucağıma almıştım ki, odanın kapısı açıldı. Gelenin kocam olduğunu bildiğim için rahattım. Mustafa bize bakarken;
"Hadi orada durma yardım et, oğullarını yıkayalım. Gece rahat uyusunlar"
"Meryemce'm nefesim"
"Mustafa'm yardım etmeyeceksen, Mirza'nın yanında dur"
"Geliyorum, Ömer bey gidiyor galiba"
Başımı salladığımda Mustafa üzerindeki eşofmanı çıkarıp, yanımıza gelerek kucağımdan Ömer'i aldı. Banyoya girdiğimizde, Mustafa'ya döndüğümde Ömer'e sıkıca sarılmış öylece duruyordu. Kabinin içine girdiğimde yavaşça bana vermişti. Dizime yatırdığımda, Mustafa yavaşça su döküyordu. Ömer'in suyu çok seveceği belli oluyordu. Ömer'i yıkadıktan sonra ona uzattığımda, hemen havlusuna sarmıştı. Kabinden çıkacakken, Mustafa bana dönerek;
"Çıkma kayarsın şimdi. Hemen Mirza'yı getiriyorum"
Başımı sallamakla yetindim. O odaya girdiğinde banyodan onu izliyordum. Gözlerim bana ihanet etme yolunda gidecekken hemen kendimi toplamıştım. Mustafa kucağında sadece beziyle duran Mirza'yı bana uzatınca, hemen almıştım. Mirza nasıl denk gelip yakaladıysa yumruk yaptığı elinin içinde kalmıştı saçım. Mirzayı dizime yatıracakken, canım azcık acıyınca, Mustafa hemen yanıma geldi. Mirza'nın elinden saçlarımı kurtardıktan sonra yumruk olan elini hafif ısırıp;
"Yerim bu elleri ama anneye zarar vermek yok"
Mirza sanki güler gibi yapınca ikimizde şaşırmıştık. Mustafa yanağımı öpüp banyodan çıktığında, Mirza'yı yıkamaya başladım. Mustafa yanımıza geldiğinde, Mirza'yı da vermiştim. Çocuklarımı giydirmek için ayağa kalkıyordum ki odanın kapısının çaldığını duydum. Mustafa kucağında Mirzayla bekle dedikten sonra, banyonun kapısını hafif kapadı. Biraz zaman geçmişti ki banyonun kapısı açıldı. Mina gülerek yanıma geldiğinde;
"Anne, bebeklerimi yıkadın"
"Evet annem, gel senide yıkayayım"
Mina'm başını salladığında, ayağa kalktım. Saçındaki tokaları çıkarıp gür uzun saçlarını severken, Mustafa banyonun kapısından baktıktan sonra kapıyı yarım kapatmıştı. Mina bana bakınca;
"O baba kızım, sende kızsın ya."
"Biliyorum babalar kızlarını banyo ettirmezler ama yüzebilirler dimi"
"Evet kızım, zaten bir ara babana söyleyelim yüzmeye gidelim sen ben Talha"
"Talha beni yenerde seni yenemez dimi anne"
"Evet kuzum, hadi gel bakalım"
Mina ile güzel bir banyodan sonra onu havluya sarmıştım. Üzerime bornozumu alarak Mina kucağımda odaya girdiğimizde Mustafa yoktu. Mirza ve Ömer yatakta elleri ayakları ayrı oynar vaziyette duruyorlardı. Mina'yı koltuğa koyduğumda, odanın kapısı açıldı. Mina'nın kıyafetleri elinde yanımıza geldi. Pijamaları ve çamaşırlarını bana uzatırken;
"Siz giyinin bende mutfağa gideyim kızıma ılık bir süt getireyim"
"Bence de babacım git. "
"Bak sen babayı mı kovuyorsun"
"Hayır aşkım babam sen git biz kız kıza giyinelim"
"Olur bebeğim"
Mustafa çıktığında bizde üzerimizi giyinmiştik. Havlu başımda Mina'yı kucağıma oturtmuştum ki Mustafa odaya girdi. Elimdeki tarağa baktıktan sonra;
"Sen oğullarını doyur ben kızımın saçını tararım"
"Tamam canım"
Mina mutlu olmuş oynarken, başını öpmüştüm. Yatağa oturmadan bebeklerimi yatağın üzerine koydum. Önce Mirzayı kucağıma aldığımda, tülbenti omzuma koymuştum. Mirza karnını doyururken, Mina'm hem sütünü içiyor hem de bizi izliyordu. Tülbenti biraz kaldırıp baktığımda Mirza'nın gözler kapanmaya başlamıştı. Gözlerimin önüne Mina'mın bebeği gelmişti. Mina'yı da hep kucağımda yedirirdim. Kendini güvende hissetsin diye. Karnı doyduktan sonra zorda kalmadıkça ayağımda sallamazdım. Karınları doyduklarında kendi başlarına uyumasını isterdim. Ah benim kara gözlü zeytin kızım. Ne çabuk büyüdüğünüz. Talha ve Mina'm emanetti bana. Derin bir nefes alıp kucağımda uyuyan Mirza'yı zorda olsa beşiğe koydum. Yatağa tekrar oturduğumda, Ömer'le bakışıyorduk. Onu kucağıma aldığımda, tülbenti tek elimle ararken, Minam hemen ayağa kalkıp yere düşmüş olan Tülbenti çırptıktan sonra yatağa çıkıp omzuma yarım yamalak örtmüştü. Azcık düzelterek Ömer'in karnını doyurmaya başladım. Mustafa yarım kalan örme işini yanıma oturarak tamamladı. Mina sıkıca Mustafa'ya sarıldıktan sonra göğsüne sindi. Mustafa kucağında sıkıca sarıldığı kızını öpe koklayarak uyutmaya başlamıştı. Biraz zaman geçtiğinde Mina ve Ömer'in uyuduğunu anlamıştık. Mustafa'm Minayı ortamıza yatırırken, bende Ömer'i beşiğe koyarak üzerini örttüm. Onları baba kız yatakta bırakıp yatsı namazını eda ettim. Dua ederek ayağa kalktığımda yatağa baktım. Mustafa beni izlerken, uyuyan Mina'ya gülmüştüm. Burnu babasının göğsündeydi. Yatağın yanına geldiğimde kocamın gözlerine baktım. İçim rahatlatan huzurla yatağa oturdum. Kolumu biraz geriye uzatarak yatağın yanındaki düğmeyle odanın bütün ışıklarını söndürdüm. Benim tarafımdaki abajuru yaktığımda, Mustafa derin nefes almıştı. Ona doğru tekrar dönerek, elimi sakallı yanağına koydum. Ağızımı açtığımda o benden önce davranmıştı;
"Acıyor değil mi"
"Kalbim kadar değil emin olabilirsin"
"Meryemcem"
Cevap vermeden yatağa uzandım. Mina'nın şakağına dudaklarımı bastırdıktan sonra Mustafa'ya uzandım. Gözlerini tek tek öptüm. Derin nefes aldıktan sonra biraz geri çekildim. Loş ışıkta gözlerine bakarak;
"Uyu kocam, uyu en kıymetlim, uyu. Şimdi değil lütfen"
Geriye yaslanarak başımı yastığa koydum. Gözlerimi kapadığımda Mustafa yanağımı sevmeye başlamıştı. Uyku beni içine çekerken kulağıma gelen mısralarla içimi çekmiştim.
"Bir pınarsın içilen ama hiç kanılmayan
Seveni yanıltmayan, sevince yanılmayan
Özlenen sen, özleyen sen, özleten sen
Varken doyulmayansın, yokken dayanılmayan"
........................................
Ne kadar uyudum bilmiyorum ama odamızın kapısının kırılırcasına çalınmasıyla uyandım. Mustafa koşarak kapıya gittiğinde yatakta oturmuştum ki, odanın içini Talha'nın çığlığı doldurdu. Yataktan atlayarak aynanın önünden hızla hırkam ve tülbentimi alarak kendimi avluya attım. Merdiveni koşarak çıktığımda herkes bana bakıyordu. Selviyle göz göze geldiğimizde;
"Bebekler ve Mina odada "
"Tamam yenge"
Selvi aşağıya inerken hızla Devran'ın odasına daldım. Talha duvarın dibine sinmiş yere çökmüş bağırarak ağlıyordu. Ağızından sadece annemi istiyorum çıkıyordu. Talha'yı hemen kucağıma aldığımda yüzüme baktığında hemen ellerini gözlerime sürerek;
"Ağlama anne sen ağlama, sen yanma ne olur sen yanma. Yakmasınlar seni"
"Yok annem kimse beni yakmadı ki, bak buradayım"
Talha boynuma iyice sarıldığında, odadan çıktım. Devran ve Avşin yan yana bana bakarken;
"Sakin olun, bir şey yok "
Herkes kucağımda içini çeken Talha'nın başını severken, konakta bir bağırma daha koptu. Yılmaz'ın odasından bir kaç bir şey kırılmıştı. Kadir o tarafa giderken, Odanın kapısı açıldı. Yılmaz beni görünce, hiç kimseye bakmadan koşarak gelip belime sarılarak;
"Sana bir şey olmasın yenge, sen hep gül ne olur"
Yukarıdaki sedirlere oturduğumuzda, Talha göğsümde, Yılmaz omzumda hıçkırarak ağlıyorlardı. Herkes gibi bende şaşkınca onlara bakıyordum. Mustafa, Yılmaz'ın yanına gelerek saçlarını severken;
"Amcam ne oldu "
"Yengemi rüyamda gördüm, çok kötüydü ağa amcam"
"Nasıl gördün Yılmaz'ım"
"Dede, böyle büyük bir ateşin içinde, kalbinden ve gözlerinden kan akıyordu. Yandım diyordu. Ateş birden büyüdü ve yengemi içine aldı."
"Kabus görmüşsün sen oğlum. Bak yengeniz yanınızda "
"Ağa amcam, çok kötüydü yengem."
Ayağa kalkıyordum ki konak bir kez daha çığlıkla inledi. Nereden geldi diye bakarken, Gül'ün odasının kapısı açıldı. Gül yayından fırlamış ok gibi bize doğru koşuyordu. Mustafa birden sarıldığında, çırpınarak;
"Bırak beni bırak amca"
Mustafa Gül'ü bıraktığında, hemen yüzümü öpmeye başladı. Mustafa bir daha arkasından sarıldığında göz göze geldik. Sadece gözlerimin içine bakıyordu. Hazar abim Gül'ün yanına gidip;
"Söyle amcam sen ne gördün"
"Hazar amca, yengemin gözlerinde kanlı yaşlar vardı. Şule etrafında büyük bir ateş yaktı. Çember daraldıkça yengemin hıçkırıkları yükseldi. Herkes yengeme el uzattı o sadece yandım ben diye ağlıyordu. Mustafa amcam seslendi. Yengem yaktılar beni, öldüm ben diyordu. Amcam o ateşin içine girdi. Yengeme sıkıca sarıldı. Sonra o ateş büyüdü. Yengeme bir şey olmasın amca, dede yengemi koruyun ona bir şey olmasın "
"Sakin ol amcam bakın yengeniz burada sıkıca sarılıyorsunuz. Hadi Meryemce hanım sen bu çocukları al bizim odaya gidin"
Gül, Yılmaz ve kucağımda Talha ile aşağıya indiğimde Mustafa da yanımdaydı. Odaya girdiğimizde Selvi Gül'ü görünce sıkıca sarıldı. Mustafa uyuyan kızımızı kucağına aldığında, Mina gözlerini açtı. Uykulu kalabalığı gördüğünde;
"Ne oldu anne"
"Bir şey yok prenses baban ve sakallı cici annenle yatacaksın bu akşam"
"Olur annem"
Mustafa kucağında Mina ile çıkarken, Selvi de yanağımı öperek odadan çıktı. Yılmaz odamdaki koltuğa uzandığında Gül de benim yatağıma uzanmıştı. Kucağımda uyuyan Talha'yı yatağın ortasına koydum. Gül ve onun üzerini örttüğümde, Yılmaz seslendi. Yanına gittiğimde ;
"Sen ölme tamam mı yenge amcamı ve bizi sensiz bırakma. Sen bilmiyorsun ama sen biz çocuklar için güven limanısın. Sen olmasaydın, bu akşam ağam amcam beni gerçekten öldürürdü. Biz sana sığınıyoruz hanımağam"
"Hadi uyu Yılmaz"
Yılmaz gözlerini kapadığında, bende üzerini örttüm. Yatağa ayak ucundan emekleyerek çıktım. Başımı yastığa koymuştum ki Mirza mızıldanmaya başladı. Mirza'yı kucağıma aldığımda sırtım Yılmaz'a gelecek şekilde oturarak, Mirza'nın karnını doyurmaya başladım. Oğlumun yüzünü parmağımın tersiyle severken, Ömer mızıldanmaya başladı. Oda loş olduğu için başımdaki tülbenti Ömer'in önüne koyduğumda susmuştu. Hafif gülerek; 'babası kılıklı' dediğimde sanki anlamış gibi ses çıkarınca ister istemez biraz daha sesli gülmüştüm. Mirza doyunca, onu beşiğe koyduğumda, Ömer'i kucağıma aldım. Derin derin kokladıktan sonra, onu da doyurmaya başladım. Gözlerin kapanmaya başladığında, Ömer de doymuştu. Ömer'i beşiğe koyarak yatağa uzandığımda gözlerim hemen kapanmıştı.
Gözlerim ne kadar kapalı kaldı, uyudum mu bilmiyorum ama gözlerimi yanağımın sevilmesiyle tekrar açtım. Mustafa gözlerime bakarken, yatakta oturdum. Yüzümü ovuşturduktan sonra sessizce;
"Ne oldu hayatım"
"Ezan okundu, hadi beraber namaz kılalım, kırk gün sonra."
Başımı salladığımda, elimi tutarak kalkmama yardımcı oldu. Banyoya doğru bir kaç adım atmıştım ki ona baktığımda sessizce ben abdest aldım demişti. Banyoya girerek abdest alıp çıkmıştım. Kütüphaneye geçerek, sabah namazına niyet ettik. Huzurla namazımızı kıldığımızda, Mustafa elini açıp dua ederken, hemen arkasına oturdum. Yüzümü sırtına dayadığımda kollarının arasından kollarımı uzatarak ellerinin içine ellerimi koymaya uğraştığımda güldüğünü hissetmiştim. Bende ellerimi çekerek beline sarıldım. Mustafa'm amin dediğinde kapalı olan gözlerimi açtığımda, beşikten ağlama sesi geldi. Ayağa kalktığımda Mustafa arkamdan ''Ömer kesin'' dediğinde gülerek odaya girdim. Ağlayan gerçekten Ömer olduğu için gayri ihtiyari biraz sesli gülmüştüm. Beşiğin yanına geçerek, Ömer'i kucağıma aldım. Aç karnını doyurmaya başladığımda, Talha birden sıçrayarak anne dediğinde Mustafa kucağına almıştı. Sırtını okşayarak bir şeyler derken, Talha tekrar uyumuştu. Ömer'i beşiğe koyarak, Mirza'yı kucağıma almıştım. Onu da doyurduğumda Mustafa gözlerime baktı. Elimi yanağına koyarak;
"Ne oldu hayatım"
"Hiç uyumadım"
"Aynen ama ben alışkınım"
"Meryemce'm"
"Ömrüm"
"Ya rüyalar çıkarsa ya sana bir şey olursa"
"Allah'ın izniyle bir şey olmaz."
"Öyle hayatım öyle. Çocuklar uyurken gidip kahve içelim mi"
Başımı sallayarak Mirza'yı beşiğe koyarken, Mustafa da Talha'yı yatağa koydu. Beraber odadan çıktığımızda hava karanlıktı hala. Mutfağa girdiğimizde ada tezgahın altından cezveyi elime aldığımda Mustafa elimi tuttu. Yüzüne baktığımda;
"Ben yapacağım kahveyi "
"Tamam ben dışarıdaki sedirdeyim"
Mustafa başını salladığında onu mutfakta bırakıp, sultan ablanın yaptığı rahat sedirine oturdum. Ayağımdaki terlikleri çıkarıp bacaklarımı yanıma kıvırdım. Başımı duvara yaslayarak gözlerimi kapadım. Biraz zaman geçmişti ki ayak seslerini duyunca başımı kaldırıp kocama baktım. Fincanları masaya koyarak yanıma oturdu. Fincanıma uzanmak için eğilirken, birden kocama baktım. Öylece gözleri fincanda duruyordu. Fazla dayanamadan boynuna sarıldım. Dudaklarımı şah damarına bastırıp derin bir nefes aldım. Kokusunu içime doldururken gözlerimi kapamıştım. Dudaklarımı boynundan çekiyordum ki kolunu belime sararak, geriye yaslandı. Mina gibi yüzümü boynuna yaslayarak gözlerimi kapadım.
Gözlerimi kulağıma gelen seslerle açtım. Mustafa ile kahvelerimizi içmeden olduğumuz yerde uyuduğumuzu anladım. Biraz daha kıpırdanınca Mustafa'da uyanmıştı. Mustafa gülerek ağızını açıyordu ki Sultan abla elinde iki kahve ile geldi. Fincanları masaya koyduğunda üzerimizden dizlerimize düşen battaniyeyi almıştı. Yanımızdan giderken, Mustafa kahvesinden bir yudum almıştı ki ;
"Saat kaç hayatım"
"Sekize geliyor gülüm"
"Ben bunu içmeden gideyim. Asicikler acıkmıştır."
"Tamam çawreşamın"
Odaya girdiğimde çocuklar uyurken, bebeklerim gözleri açık ellerini kemiriyorlardı. Ağlamadıkları için odanın dağınıklığını topluyordum. İşim bitmişti ki Mustafa odaya girdi. Lacivert takımını, eline alıp kütüphaneye girdi. Üzerini giyinerek kütüphaneden çıktı. Yanına gittiğimde gömleğini düzeltirken Talha birden anne diye sıçradı. Beni ve Mustafa'yı görünce, gülerek günaydın demişti. Onun sesine Gül ve Yılmaz uyanarak yataktan kalktılar. Yılmaz, Talha'yı kucağına almış odadan çıkarken, üçü de yanağımı öpmüştü. Kapıyı kapattıklarında Mustafa arkamdan sarılıp, yanağımı öptüğünde ona dönüyordum ki Ömer ve Mirza aynı anda ağlamaya başladılar. Mustafa kaşları çatık beşiğe dönerek;
"Mirza sen Ömer'e uymayacaksın babacım. Bırakın bir öpeyim karımı"
"Sana inanamıyorum Mustafa"
"Ne yapayım, bak kesin Ömer hissetti, Mirza'yı dürttü."
"Yapma ağam yürü git yaa"
Mustafa gülerek beşikten Mirzayı battaniyesiyle kucağına aldığında bende Ömer'i kucağıma almıştım. Beraber avluya çıktığımızda annem yanımıza gelip, Mirza'yı Mustafa'nın kucağından aldı. Mustafa masaya yürürken, Selvi de kucağımdan Ömer'i almıştı. Masaya oturduğumuzda babam Mirza'yı seviyordu. Selvi'ye baktığımda Serdar ile Ömer'i seviyorlardı. Mustafa afiyet olsun dediğinde Mina koşarak yanıma geldi. Kucağıma çıkmak istediğinde, hemen kucağıma almıştım. Yanağımı öpüp;
"Günaydın annem"
"Günaydın cadım"
"Annem"
"Efendim bebeğim"
"Üzerime ölü toprağı serilmek ne demek"
"Kim dedi ona göre cevap vereyim"
"Sultan dedi"
"Ah bebeğim gece uyuyamamıştır, üzerinde ağırlık var demek istemiş"
"Nasıl ağırlık"
"Mina'm sana sonra anlatayım mı"
"Olur annem zaten bende şimdi anlamam"
"Niye "
"Gece hiç uyuyamadım, sakallı cici annem bir horluyor ki"
Masadakiler gülmeye başladığında, Talha yanımıza geldi. Başını koluma koyunca, hemen kolumun altına aldım. Mina eğilerek başını öpmüştü Talha'nın. Başımı ona doğru eğerek;
"Kahvaltı etmeye doğru eşkıyam"
"Anne hiç yemek istemiyorum"
"Aç mı duracaksın, hadi ben yedireyim "
"Yok aşkım annem yedirsin o zaman üzülmesin "
Talha yanağımı öpmek istediğinde eğilmiştim. Yanağımı öpüp Avşin'in yanına gitti. Mina'm kahvaltı ederken, arada Talha'ya bakıyordu. Göz kırptığımda;
"Bir şey yok annem, sadece Talha'ya baktım."
"Anladım kızım"
Mina başını göğsüme koyarken, avluya Şule girdi. Karnı biraz çıkmış yanımıza gelirken, Gül'ün homurdandığını duymuştum. Masaya oturduğunda Mustafa'nın telefonu çalmaya başladı. Yüzünü ekşittikten sonra açmıştı.
"Efendim Süreyya hanım"
"..."
"Yanımda"
"...."
"Bir dakika "
Telefonu bana uzatınca, hemen almıştım. Derin bir nefes çekip;
"Efendim Süreyya hocam"
"Seni aradım ulaşamadım. Meryemce , Gökhan bey rahatsızlandığı için, çok acil bir ameliyatımız var. Sevk etmek istemiyorum. Biliyorum doğum iznindesin ama"
"Tamam geliyorum. Bir saate her şey hazır olsun. Birde hocam bol kahve"
"Tamam Meryemce, çok sağ ol"
Telefonu kapadığımda herkesten ayrı ses çıkıyordu. Mustafa buna ihtiyacım olduğunu anlamış olacak ki başıyla tamam demişti. Bebeklerimi alıp odaya girdim. İkisini yatağa koyduğumda Avşin odaya girmişti. Yatağın ucuna oturduğunda, ne oldu der gibi göz kırpınca;
"Ne oldu gülüm"
"Meryemce Talha"
"Üzülme şuan bilmiyorum ama benimle savaş halinde. Özüne döner bir kaç güne"
"Döner dimi"
"Döner tabi benim oğlum o"
"Evet senin oğlun sana çok düşkün"
"Belki de seni sevmeye başladığı için kendini ihanet ediyor gibi hissediyordur"
"Yok Meryemce, dün gece Devran'a yatmadan '' Anneme bir şey olmaz dimi baba" dedi"
"Merak etme özüne dönecek"
Avşin yanağımı öperek odadan çıktı. Mirza ve Ömer'in karnını doyurduğumda, ikisini de beşiğe koymuştum. Onlar etrafa bakarken, bende üzerimi giyinmiştim. Elime telsizi alıp avluya çıktığımda annem yanıma geldi. Yanağını öperek;
"Annem dolapta sütleri var, ben gidiyorum en fazla altı saat sonra gelirim"
"Tamam annem Allaha emanet ol"
"Sağ ol annem"
Annemi bir daha öperek, bir kaç adım attım. Mutfak tarafından yanıma gelen kızım ve oğlumla durdum. Yere diz çöktüğümde ikisi de boynuma sarıldı. Mina yanağımı öpünce;
"Cadım babanın oğullarına bak olur mu"
"Olur anne bakarım"
"Aferin kızıma"
Mina koşarak mutfağa giderken, Talha peş peşe yanağımı öpüyordu. Yüzünü iki elimin arasına alıp, bana yaptığını ona yapmaya başladım. Yüzünün her yerini peş peşe öperken, Talha'nın kahkahası avluyu dolduruyordu. Bir daha sıkıca sarıldığımda, kulağıma;
"Seni seviyorum annem, kucağına doğduğum annem. Benim annem sensin. Kendine dikkat et olur mu"
Ondan biraz uzaklaşıp, gözlerine baktım. Yanımıza gelen Mustafa benim gibi yanıma çöküp;
"Merak etme oğlum, annen gidip gelecek"
Talha başını sallamıştı. Yanağını öperek ayağa kalktığımda, Mustafa Talha'yı kucağına almıştı. Yanağımı bir kere daha öpmüştü. Arkamı döndüğümde avluda Talha'nın titreyen sesi duyuldu. Arkamı döndüğümde;
"Anne gitme sana bir şey olacak"
"Olmayacak akşam beraber yatacağız unuttun mu"
"Yok unutmadım"
"Seni seviyorum ilk evladım. ilk göz ağrım merak etme ameliyatı yapıp geleceğim"
"Tamam annem"
Konaktan çıktığımda Boran beni bekliyordu. Arabam çalışır vaziyette dururken, Mustafa'nın adamlarından Eren yanıma oturmuştu. Arabayı hareket ettirdiğimde yanımdaki Eren hafif öksürükle;
"Meryemce hanım, beni tanımazsınız ama ben Reisin adamlarından Eren. Ben siz ilk Mardin'e ayak bastığınız andan beri buradayım. Şahin ve Yasin bey gönderdi beni. Buraya yerleşmiştim. Kamil çay bahçesinde ağa adam alacak dediğinde, sizin evde burada olunca hemen bende adamı oldum. "
"Bak sen neden şaşırmadım acaba. Peki hocan kimdi"
"Ertuğrul abi ve Pars abinin eğitiminden geçtim"
"Eren bildiğim iyi oldu"
"Bu sabah Boran abi artık evde olacağım dediği için ağamda beni size yakın koruma yaptı."
"Hayırlı olsun. Ben ameliyata girdiğimde haber ver abilerine"
"Haberleri var atmaca hanım"
Hastanenin bahçesine girdiğimde, arabayı Eren'e bırakıp hastaneye girdim. Süreyya'nın odasına girdiğimde hemen ayağa kalkıp dosyaları elime verdi. Sandalyeye otururken, bir taraftan anlatıyordu. Ayağa kalkıp;
"Hasta hazırsa, girelim ameliyata"
"Meryemce özür dilerim"
"Yok hocam önemli değil, bir an önce bitireyim. Beni konakta bekleyen bir adet eşkıya var"
Süreyya gülerek odadan çıktığında, bende biraz daha oturmuştum. Odama geçerek, üzerimi değiştirip ameliyathaneye girdim.
...............................
MUSTAFA HAMZA...
Talha ile sedire oturduğumuzda, Sultan abla kahvaltıdan sonra keyif kahvelerimizi getirmişti. Hoş sohbetle birlikte kahveleri içerken, Yılmaz ve Gül at binmeye gidelim diye tutturdular. Sinan ve Emrah çarşıda işleri olduğunu söyleyince, Mina Sinan'ın kucağına çıktı. Sinan ne diyeceğini anladığı için bana dönerek gözleriyle izin istemişti. Ben tamam dediğimde Mina sevinçle çığlık atmıştı. Avşin, Mina'yı hazırlayıp çocuklarla gönderdiğinde, Gül ve Yılmaz gözüme bakınca, Talha;
"Baba annem gelene kadar bende Yılmaz abimlerle at binmeye gidebilir miyim"
"Tabi ki oğlum eğer istiyorsan"
"İstiyorum"
Onlar hazırlanırken, biz hazırlanıp konaktan çıktık. Minibüse geçtiğimizde, Baran direksiyona geçmişti. Şirkete geçtiğimizde hemen toplantı odasına geçmiştik. Sabah erkenden gelen Mert, bütün dosyaları hazırlamış bizi bekliyordu. Uzun toplantı masasında Devran, Dağhan abim, Bedirhan, Baran, Hazar oturduk. Mert projeleri, projeksiyonla duvara yansıtmış bize anlatırken birden toplantı odasının kapısı sertçe açıldı. Hazar hızla yerinden kalkıp ışığı açtığında, Meriç kan ter içinde;
"Ağam, Mustafa ağam"
"Ne var Meriç bu nasıl girmek ahıra mı giriyorsun"
"Ağam şey, ağam şeyler"
"Ney ulan ney"
"Ağam, Yılmaz, Gül ve Talha'nın içinde olduğu arabaya tuzak kurmuşlar. Üç taraftan kurşunlanmı-"
Cümlesini bitirmesine izin vermeden hepimiz şirketten çıktık. Arabayı kullanan Boran hızlandıkça hızlanıyor fakat yol bitmiyordu. Hastanenin önüne geldiğimizde Dağhan abimle ikimiz aynı anda acile girdik. Acilde bir koşuşturma vardı. Gülcan hazır vaziyette acilde volta atarken göz göze geldik. Gülcan ağlayarak Dağhan abime sarıldığında, içimden bir şeyler koptu. Devran ve Kadir acilin ortasına geldiğinde abim benim cesaret edemediğimi sordu. Gülcan'ın elini tutarak;
"Neredeler bahar gözlüm"
"Üç ambulans geliyor peş peşe. Dağhan "
"Söyle gülüm söyle"
"Dağhan şoför ve Talha, Talha olay yerinde "
Gülcan hıçkırarak ağlamaya başladığında Devran Gülcan'ın önüne gelerek;
"Şaka de yenge ne olur şaka de. Benim yeşil gözlüm ölmedi. Benim kanatlarım ölmedi de seni bırakmadı abi de. Devrem benim oğlum ölmez. Daha okula gidecek o. Pilot olacaktı o"
Devran olduğu yere diz çöktüğünde, Dağhan sarılmıştı. Devran ufacık çocuk gibi yerde hıçkırarak ağlıyordu. Bir adım geriye giderek sırtımı duvara yasladım. Yanımıza gelen Naci hoca Gül'ün kolundan yaralandığını, Yılmaz'ın da sırtında kalbe yakın iki kurşun olduğunu söylemişti. Sözü Talha'ya geldiğinde susmuştu. Devran'a sakinleştirici verip bir odaya yatırmışlardı. Acilden hastane bahçesine çıkmıştık. Bizim arabalar gelmeye başladığında, yanımda duran Hazar'a yaslandım. Hazar anlamış olacak ki kimseye belli etmeden elini sırtıma koydu. Annem ve Kader yanımıza geldiğinde Bedirhan onları acile götürdü. Diğer arabadan inen Selvi ve Avşin bize doğru koşuyordu. Baran Selvi'nin koluna girerek acile götürürken, Avşin bana sarıldı. Derin bir nefes alıp kendimden uzaklaştırdım. Gözlerime bakarken, elimi yanağına koyarak;
"Avşin'im, dik dur tamam mı? Devran'ın sana çok ihtiyacı var. "
"Mustafa "
"Avşin'im Talhayı kaybettik."
"Yok yok. Mustafa Talha'm oğlum bizi bırakmaz. "
"Avşin "
"Mustafa o herkesi bırakır ama annesini bırakmaz. Meryemceyi ağlatmaz. Mustafa "
Avşin kollarıma yığılınca acile taşıdım. Acile girdiğimde gelinlerim ve annem Talhayı duymuş olacaklar ki koltuklarda ağlıyorlardı. Avşin'i sedyeye yatırdığımda kulağıma siren sesi gelmeye başladı. Hemşireler Avşin'e bakarlarken, bahçeye çıktım. İlk ambulanstan inen Yılmaz'ımdı. Cesur oğlumdu. Hemen içeriye aldıklarında diğer ambulanstan Gül indi. Etrafa bakıyordu birini arar gibi gözleri beni bulunca;
"Amca, bunlar yalan söylüyor dimi Talha ölmedi dimi"
Kızıma cevap verememiştim. Onu da acile götürdüler. Boş gözlerle kapıya bakıyordum. Gelen diğer ambulansa bakmak istemiyordum. Ambulans geri geri hastanenin kapısına yaklaştığında başımı önüme eğdim. Kapıları açılınca iki fermuarlı sedyeyi indirmişlerdi. Naci bey yanımıza gelerek ''Morga" dedi. Sedyeler seri şekilde morga giderken, derin bir nefes alıp acile girdim. Bir kaç adım attığımda Gülcan yanıma geldi. Yüzüne baktığımda;
"Mustafa ağam, Yılmaz'ı ameliyata alıyoruz."
Sadece başımı sallamıştım. Onlar giderken, ben sedyede koluna dikiş atılan kızımın yanına gittim. Anlını öptüğümde canı acıdığı için değil kalbi acıdığı için ağlıyordu kızım. Göz göze geldiğimizde;
"Öne oturacağım dedi amca. Rasim abi çiftliğe fazla kalmadığı için gel bakalım dedi yoksa ortamız da oturuyordu. Birden önümüzdeki araba yan durunca, biz daha ne olduğunu anlayamadan üzerimize kurşun yağmaya başladı. Amca Yılmaz çok uğraştı almak için, alamadı, alamadım amca. Çok korkmuştu amca, ağlayarak ''Melek anne neredesin'' dedi en son. Bir daha sesini duymadım amca."
"Tamam gülüm sakin ol."
Selvi kızının yanında ağlayarak onu sakinleştirmeye uğraşırken, ben ameliyathanenin önüne geldim. Herkes buradaydı. Sırtımı duvara dayadığımda ameliyathanenin kapısı açıldı. Gülcan yanımıza gelirken kaşlarımızı çattık. Ağızımı açıyordum ki;
"Meryemcenin ameliyatı yeni bitmişti. Kurşunlar kalbe yakın olduğu için oraya geçti. Süreyya hoca şimdi söylersen ameliyatı yapamaz dedi. Mustafa abi Talha'yı sen söyleyeceksin.
Gülcan tekrar ameliyathaneye girdiğinde bizimkilere Avşin ve Devran'ı sorduğumda, ikisini aynı odaya alıp sakinleştirici yaptıklarını söylediler.
............................
Yılmaz ameliyata gireli üç saat olmuştu. Ameliyatın ilk saatinde kan ihtiyacı olunca Meryemceye kan verdiğimiz için biz oğluma kan verememiştik. Kanlar bulunduğunda ameliyatın güzel gittiğini söylemişti hemşire. Yarım saat önce Devran'a, Avşin'e ve Gül'e ağlama krizi gelince ben uyku ilacı verilmesini söylemiştim.
Ameliyathanenin önünde beklerken birden kapı açıldı. Gülcan yanımıza gelip;
"İki kurşun çıkarıldı. Yılmaz'ın hayati tehlikesi yok ama 24 saat uyutulacak. Mustafa abi Meryemce temizleniyor beş dakikaya çıkar"
Gülcan kenara geçtiğinde ayağa kalktım. Üzerimdeki gömleğin bir düğmesini daha açarak, kollarımı kıvırdım. Ameliyathanenin kapısı açıldığında Sedyeyle Yılmaz çıkmıştı. Sedye giderken, Kader oğluna sadece bakmıştı. Süreyya hanım ve hasta bakıcılarla Yılmaz'ı götürürlerken, biz bekliyorduk. Çok kısa zaman geçmişti ki maskesi elinde, ameliyathane kıyafetleriyle Meryemce çıktı. Yanına gittiğimde hepimize baktıktan sonra gözleri gözlerimi buldu. Bir şey anlamak için baktıktan sonra;
"Kim yaptığını biliyor musunuz"
"Arıyoruz Meryemce'm "
"Gül ve Talha nasıl? onların yarası hafif mi"
"Gül'ün kolunu kurşun sıyırmış, dikiş attılar. Şimdi uyuyor. "
"Talha'mın bir şeyi yok dimi, iyi dimi benim oğlum"
"Meryemce güzelim hadi gel biz seninle dışarı çıkalım"
"Mustafa Hamza Alibeyoğlu, Talham nerede "
"Meryemce "
"Oğlum nerede, ilk göz ağrım kuzum nerede Mustafa nerede"
"Meryemce Talha'yı kaybettik."
Meryemce birden çığlık attı. Öyle bir çığlık ki koca Mardin inledi sanki, öyle bir çığlıktı herkesi yaktı geçti. Kuş gibi kucağımda çırpınırken;
"Oy yandım ben, yaktın beni mucizem annem yaktın beniii!! Mustafaa yaktılar benii koruyamadım ben oğlumu doyamadım ona Mustafaa"
"Meryemcem karım kendine gel ne olur"
"Oğlumu istiyorum ben Mustafa. Öksüzümü getir. Hani benim için yakardın her yeri yak getir oğlumu yetir. Ben yeşil gözlümü istiyorum. "
"Meryemce'm "
"Beni oğluma götür Mustafa, "
Meryemceyi ayağa kaldırdığımda, sıkıca tutuyordum. Hem ağlıyor hem de yürüyordu. Asansöre binerken, Hazar yanımıza gelmişti. Asansör aşağıya inmeye başladığında Meryemce iyice ağlamaya başladı. Kapı açıldığında Meryemce yüzüme bakıp;
"Oğlum burada üşür Mustafa, o benim koynumda ısınır. Oğlum üşür Mustafaaa"
Meryemce hem yürüyor hem üşür diyordu. Morg görevlisi kapıyı açtığında Hazar koridorda beklerken, biz içeriye girdik. Kenarda durduğumuzda adam dolabın birini açıp, çekmeceyi çekti. Fermuarlı torbanın fermuarını açarak, kenara çekildi adam. Meryemce elimden kurtulup, Talha'nın kanlı yüzünü severek;
"Annem kalk, kalk ben seni göğsümde sakladım. Ben seni pamuklara sardım. Mina sensiz ne yapacak. Hani sen kardeşini bırakmazdın. Talha annem kalk, aç gözlerini sabah ki gibi günaydın de. Şaka yaptım anne de, Talha sen babanı, Mustafa'yı nasıl oğulsuz bıraktın. Sen daha iki hafta önce boynuna sarılmadın mı, her şekilde onun oğlu oldun diye. Sen Mustafa Talha Alibeyoğlu olmuştun ya annem ne çabuk gittin. Bu yüzden miydi beni sevmelerin, Talha annem kalk gel gir koynuma. Bak unutma dedim unuttun, hani bu gece koynumda yatacaktın."
Meryemce iki büklüm olduğunda hemen arkasından sarıldım. Beraber yere çöktüğümüzde elini geriye uzatarak yanağıma koydu. Sessizce;
"Yalvarıyorum sana gel bana seslen. Çocukların rüyaları yüzünden kabus görüyorsun karım de. Ne olur de Mustafa ne olur de. Burada yatan oğlumuz değil de. Bu soğuk odada uyuyan senin eşkıyan değil de. Ne olur Mustafa uyandır beni "
"Meryemce'm "
"Mustafa uyandır beni ne olur uyandı-"
Meryemce kollarımda bayıldığında hemen kucağıma aldım. Morgdan çıktığımızda Hazar önden asansöre gitmişti. Kapıyı açtığında peş peşe bindik. Hazar düğmeye basarak yanımıza yaklaştı. Elini Meryemcenin başına koyarak, hafif kulağına eğildi. Gözünden düşen yaşları silip;
" Dilam, yıkıl kızım, parçalan. Ölüm Hazar abin burada ben tek başıma kanatlarından tutacağım. Cengaver abin burada. Sen öl de ölsün abin"
Asansör acil katında durduğunda oraya doğru yürüyordum. Sedyeye yatırdığımda Gülcan iğne hazırlamıştı ki acile giren babam;
"Hiç bir şey vurmayacaksınız ona. Benim kızım acısını doya doya yaşasın. Kalbine bir zehir daha doldurmanıza izin vermem. Hemen bir odaya yatırın, kendi büyük içi küçük kızımı. Annesi yanında olacak zaten"
........
Meryemceyi Devran'ın odasının yanındaki odaya yatırdılar. Annem, selvi ve Kader başında duruyorlardı. Kader ile göz göze geldiğimizde, 'Benim oğlum yaşıyor ama meryemce ablamın yarası büyük' demişti. Odadan çıktığımda Baran yanıma gelerek;
"Ağaların hepsi geliyor"
"Onlar sende Baran, hastanenin bir yerini açsınlar. Bedirhan oğlumun cenazesi yarın öğlene kaldıralım. Her şeyi ben yapacağım. Benim oğlum çünkü"
Bedirhan gözleri dolu dolu başını sallamıştı. Baran elini koluma koyduğunda;
"Güvenlik en üst düzeye çıksın. Bu kalleşliği kim yaptıysa bana bulun"
Dağhan abim ve Mert'e baktığımda bir adımda yanıma gelmişlerdi. Dağhan abime dönerek;
"Abi konak sen ve Mert'te kimsenin dağılmasına izin vermeyin"
"Anladım ağam"
Dağhan ve Mert , Devran'ın odasına girerken, Serdar kızının yanına geçmişti. Babam ile göz göze gelmekten kaçınıyordum. Baran, Bedirhan ve Hazar'la peş peşe bahçeye doğru yürürken, tek başına hastanenin koridorundan bize doğru gelen kızımı görünce boğazıma kocaman bir yumru takılmıştı. Mina koşarak bana gelince, hemen kucağıma almıştım. Sıkıca sarıldığında bende sarılmıştım. Mina'nın kokusunu çekerken, geriye çekildi. Elini yanağıma koyarak;
"Babacım sen yalan söylemezsin. Benim kahraman babamsın. Eşkıyam, Talham öldü mü artık yok mu"
"Mina'm koca deden yalnızdı ya"
"Hayır baba ölmesin o ben onu istiyorum. Biz beraber okula gidecektik. "
Mina ağlamaya başladığında, Gülcan, yanımıza geldi Kaşları çatık baktığında;
"Ne oldu"
"Mina'yı helin ve Şule getirmiş"
"Tamam kızımı al annesinin yanına götür Gülcan. "
Minayı kucağımdan indirdiğimde kızım ağlayarak annesinin yanına gidiyordu. Onların arkasından biraz baktıktan sonra önüme döndüm. Dördümüz hastane bahçesine çıkarken, bizimkilere siz gidin ben geliyorum diyerek geriye hastaneye girdim. Asansörün önüne gelerek bindim. Eksi ikiye bastığımda artık ağır gelmeye başlamıştı.
Asansörden indiğimde ayaklarım geriye gitse de morgun önüne geldim. Görevli kapıyı açtığında;
"Kapıyı arkamdan kilitle ben içeriden vurmadan açma"
Adam sadece başını sallamıştı. İçeriye bir adım attığımda adam kapıyı kapatıp kilitledi. Oğlumun olduğu dolabı açarak, çekmeceyi çektim. Yüzünü açtığımda gözümden peş peşe düşen göz yaşlarım yüzüne düşüyordu. Saçını severek;
"Talha'm oğlum yakışıklım. Önce badim oldun, sonra ağa baban oldum. Oğlum ilk oğlum, büyük oğlum. Ne çabuk babanı bıraktın be oğlum. Hani en çok beni seviyordun, hani beraber at binecektik. Dün bana beni hep sev baba dedin bu yüzden miydi oğlum. Ben seni hep sevdim, hep seveceğim. Talha'm hani annesiz üşürdün hani uyuyamazdın. Ah güzel oğlum, anneni korudum da seni koruyamadım ben"
Omzumda hissettiğim elle yanıma baktım. Hazar kollarını açtığında hemen sarılmıştım. Derin bir nefes çekip;
"Hazar'ım gitti canımın cananı. Oğlum artık yok..."
................................................
Ağlattım hakkınızı helal edin...
Allaha emanet olun...
Sizi seviyorum çatlak yazarınız...
Kelime ve yazım yanlışım varsa aff ola...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 31.1k Okunma |
3.32k Oy |
0 Takip |
79 Bölümlü Kitap |