
MERYEMCE...
Sabah gözlerimi göğsümde ki ağırlık ve telefonumun sesiyle açtım. Zorda olsa komedinin üzerindeki telefonuma uzanırken başı göğsümde olan kocamın başını tuttum. Elime aldığımda çalması sonlanmıştı. Telefonumun ekranına baktığımda İnci sultanım olduğunu gördüm. Bir şey isteyebilecek olmasından dolayı hemen geri aradım. Bir defa çalmıştı ki;
"Meryem annem günaydın. İmsak gireli beş dakika oluyor. Şimdi kalk namazını kıl ve mutfakta buluşalım"
"Yaa"
"Mızmızlanma kalk çabuk"
" Peki sultanım "
"Hadi"
İnci sultanım telefonu gülerek kapatırken, geriye yaslanarak elimdeki telefonu yanıma koydum. Başı göğsümde olan kocamın saçlarını sevmeye başladığımda çenemin ağrımasına anlam veremedim. Parmaklarım, ellerim de acıyordu. Telefonu elime alıp dün gece yanlış mı gördüm acaba diye bu günün tarihine baktığımda dişlerimi sıktım. Derin bir nefes alıp biraz başımı kaldırıp kocamın başına dudaklarımı bastırdım. Başımı tekrar yatak başlığına dayadığımda gözüm oğullarımın beşine takıldı. Oğullarım neredeydi? acaba annemin yanında mı yoksa Sare teyzemin yanında mı? Derin bir nefes alıp kocamın saçlarını severken;
"Ahh Mustafa Hamza'm ah kocam ah derdime derman olan adam. Ben nasıl anne olmaya başladım. Sorumsuz, ilgisiz. Evlatlarımın biri mezar da, üçü nerede Allah bilir. Ben yapamıyorum, beceremiyorum galiba anneliği. İyi bir anne olsaydım Talha'm yanımda olurdu. İyi bir abla olsaydım Mert sözümü dinlerdi. Ben, ben-"
Devam edememiştim. Mustafa'nın belimdeki eli sıkılaştığında susmak zorunda kaldım. Onu uyandırmak için seslenecekken başını kaldırdı. Kaşları çatık boynuma yüzünü koyarak derin bir nefes aldıktan sonra boynumu öptü. Gözlerimi kapadığımda başını kaldırdı. Derin nefes alarak gözlerimi açtığımda bir elini yanağıma koyarak;
"Kendini suçlamaktan vazgeç artık. Sen çok iyi bir annesin. Sen sadece bizim evlatlarımızın değil bizim koca kazıklarında annesisin. Rabbim Talha'mızı daha çok sevmiş ki, daha çok günaha batmadan yanına aldı. Kalbi günahla kirlensin istememiş demek ki. Mert'e gelince onun karakteri öyleymiş. Sen çok iyi bir abla olduğun için ona güzel sahip çıktın ama o kaldıramadı. "
"Ben, sen nasıl duydun"
"Sen bir cümleye Mustafa diye başlarsan ben seni nerede olsam duyarım ama kulaklarımla ama kalben duyarım karım ve sana bir şekilde cevap veririm"
"Sen uyanık mıydın"
"Hayır sen ah Mustafa Hamza'm dedin ve benim için gün aydınlandı"
"Kocam "
Mustafa'nın gözlerine bakarken, elimi yanağına koyduğumda bir şey demeden dudağımın kenarını öperek geriye çekildiğinde;
"Senin neyin var, uykusuz gibisin. "
"Hadi kalk namazımızı kılalım. Bu arada Mirza ve Ömer annemin yanında "
Başımı salladığımda Mustafa bir şey demeden yanımdan kalktı. Ağır adımlarla banyoya girdiğinde arkasından kapanan kapıya baktım. Yataktan yavaşça kalkarken Mustafa banyodan çıktı. Elindeki havluyu sert şekilde yatağın üzerine attığında şaşırmıştım. Banyoya giriyordum ki Mustafa bir anda bileğimi tuttuğunda ona baktım. Kaşları çatık dudağımı hafif açıp iç kısmına baktığında;
"Ne oldu"
"Dudaklarının iç kısmını ısırmışsın"
"Ben farkında değilim. Kocam senin neyin var. Dün gece en son göğsünde uyuduğumu hatırlıyorum. Bir şey mi oldu gece"
"Bütün gece kabus gördün. Uykunda ağladın"
"Kabus, kabus görmedim"
"Gördün"
"Ben, ben hatırlamıyorum"
"Hadi git abdest al yürü"
Başımı sallayarak banyoya girdiğimde yavaşça kapıyı kapamıştım. Aynanın önüne geçerek yanaklarımın iç kısmına baktığımda gerçekten ısırmaktan morardıklarını gördüm. Aynada Mustafa'nın az önce öptüğü yerde kurumuş kan olduğunu fark ettim. Ben gece ne gördüm de dudağımı kanattım acaba. Başımı sallayarak aklıma gelen bu günün tarihiyle sağ elimi yumruk yaparak lavabonun kenarına vurdum. Buraya geldiğimde bu tarihte babamın ameliyatındaydım diye fark etmemiştim. Geçen sene de koşturmaca içinde olduğum için fark etmemiştim. Derin bir nefes alıp abdest alıp odaya girdiğimde Mustafa beni beklemeden sabah namazını kılmış dua ediyordu. Beni beklemeden namazını kıldığı için üzülsem de bir şey demedim. Feracemi giyerken seccadede hafif kayıp kendi seccadesini bana bıraktığında başımı bağlayarak kıyama durdum. Tekbir getirdiğimde her şey geçmişti. Mevlana nasıl tarif etmişti namazı aynı öyle Allah'u ekber dedim ve bütün üzüntülerim bitti.
Namazım bittiğinde ellerimi Rahman'a açıp dua ederken gözümden akan göz yaşlarımı kırılmış olan çocukluğuma akıtıyordum. Arkamda sırtını yatağa yaslamış kocama belli etmeden göz yaşlarımı silecekken bir anda sırtımı huzur bulduğum güvendiğim göğüste buldum. Hıçkırarak ağlamaya başladığımda Mustafa hafif beni kendine çevirerek yüzümü sol göğsüne yasladı. Yanağımı severken;
"ŞŞŞttt tamam sakin ol geçti gönlüm"
"Ben, ben hiç güzel bir çocukluk geçirmedim. Kemal ateş hep beni hırpaladı. Hep, hep bana vurmak için fırsat kolladı. Beni pavyonlara götürdü. O, orada kadınlarla gözümün önünde birlikte olurken ben o iğrenç yerde eve gitmeyi bekledim. O pavyonların saçma sapan odalarında yapılan saçma sapan toplantılarında yanında asistan gibi oturttu. Başımı okşamak şöyle dursun beni gözüyle bile sevmedi. Anne, baba arasında yatmak, nasıl bir duygu İnci annem ve Serdar abimden, babam gibi olan adamdan öğrendim. Kemal ateşin her şeyi Dağhan ve Mert'ti. Kemal ateş oğlunu özel bir üniversiteye göndereceksin dedi diye onu özel okuttum. Babalarından miras bir bencillik var onlarda. Dağhan'a ve Mert ben, ben Kemal ateş için fareydim kocam."
"Karım tamam "
"Kesme dur. Mimarlık ve Lojistik Mert ve Dağhan için kuruldu biliyorsun ve ben on altı yaşımda o akılla, mmmm kocam ben bu yaşıma gerçekten hiç ama hiç kolay gelmedim. Kimse beni duymadı ki. Ben Dağhan'ı hiç bir zaman abi gözüyle görmedim biliyor musun? Aslında o da, Mert'te babası gibi kendi istekleri olsun isterler. Dağhan'ı Kemal ateş ölünce baba gözüyle görmek istedim fakat olmuyordu kocam. Benim kuyu o kadar çok pis bulanık ki. Mustafa'm ben buraya geldiğimde babamın Peri ve Meleğe olan bakışlarını kıskandım. Senin Peri ve Meleği sevmelerini kıskandım. Devran ve Kerem onlar bana abilik yapmak istediler ama yapamadılar, onlar bana çok sağlam dost oldular. Ben hiç bir zaman Devran ile Dağhan'ı aynı kefeye koymadım. Devran kıskançlığını içinde yaşar ama Mustafa-"
"Tamam sus ağlama"
Hıçkırıklarım beni boğarken, Mustafa bir anda beni kucağına aldığında yüzümü göğsüne saklayarak;
"Beni sevmediler hepsi çıkarları için sevdi hep "
Sırtım yatağa değdiğinde Mustafa benden uzaklaşmadan yanıma uzandı. Yüzümü boynuna koyduğumda şakağımda kocamın dudaklarını hissettim. Gözlerimi kapadığımda Mustafa burnundan derin bir nefes aldıktan sonra dudaklarını şakağımdan çekerek;
"Hadi uyu benim gül güzelim. Bana kuyunu bu yakın zamanda artık anlatmanı istemiyorum. Kendine gel. Silkelen ve benim deli karım ol. Karım, huzur kokan nefesim kadın, ölsem gitsem ruhum gelir yine sarıp sarmalar seni. Her zaman bu iki kolun arasında olacaksın. Sen yalnız değilsin hatunum. Hadi kapat gözlerini sakinleş"
Mustafa'nın sesi derinlerden gelmeye başladığında başımı salladım.....
.....................................................
MUSTAFA HAMZA...
Gece Hazar ve Leyla'nın yanından kucağımda sevgilimle ayrılıp odamıza girdiğimde ilk defa üzerimdeki gömleğimi öyle sıkıca tutuyordu ki, hafif eğilip yanağını öptüğümde ağladığını anlamıştım. Yatağa yatırıp başındaki tülbenti ve bonesini çıkarıp saçlarını tokasından kurtardım. Alnını öpüp doğrulurken Meryemcenin yüzündeki acı çekiyormuş gibi bir ifade dikkatimi çekti. Gömleğimin düğmelerini açarak banyoya girdim. Gömleğimi üzerimden çıkarmıştım ki, odadan Meryemcenin ağlama sesleri gelmeye başladı. Hızla yanına gittiğimde elleri yanında yumruk olmuş uykusunda ağlıyordu. Yanağını, yüzünü sevmeye başladığımda birden hıçkırması, ağlaması kesildi. Meryemceye ne olduğunu çözemiyordum. Yanından ayrılarak banyoya tekrar girip elimi yüzümü yıkadım. Odaya girip gözüm Meryemce de dolaptan alt eşofman alıp hemen üzerime giyinip karımın yanına uzandım. Meryemceyi göğsüme çektiğimde derin nefes aldığında burnunun ucunu öptüm. Uykusunda tebessüm ettiğinde bende mutlu olmuştum.
Uyku beni içine çekmeye başladığında Meryemce göğsümdeki eliyle atletimi sıkıca tuttuğunda gözlerimi açtım. Eli göğsümün üzerinde yumruk olduğunda çenesini de sıktığını anladım. Elimi yanağına koymuştum ki Meryemce uykusunda ağlayarak;
"Mustafa kurtar beni. Bu zifiri karanlık boğuyor beni. Burası çok karanlık çıkar beni. Burada nefes alamıyorum artık. Ne olur gel al beni."
Hızla yatakta oturup kucağımdaki karımı uyandırmak için yanağını hafif vurup;
"Aç gözlerini sevgilim aç, ben buradayım tut elimi gel bana. Kuyunun ışığı ben olacağım gel hadi"
Meryemce uyanmıyor yumruk olan elleriyle;
"Baba bırak beni bırak. Gelme üzerime ne olur gelme"
Aklıma gelenle Meryemcenin zorda olsa sağ elini açarak şah damarıma koyduğumda Meryemcenin ağlaması kesildi. Burnunu boynuma yasladığımda Meryemce rahatlamış sakinleşmişti. Karımı üzerime çekerek yatağa uzandığımda sıkıca beline sarıldım. Gözlerimi kapadığımda İnci anne ve Serdar babanın sesleri ve anlattıkları kulağıma doldu.
Ah benim nefesim kadın neler var ki o kuyunda boğuluyorsun.
..................................
Adımı duymamla gözlerimi açtığımda saçlarımda sevdiğim ince parmaklar gezerken ona hissettirmeden derin nefes almıştım. Başımı kaldırıyordum ki gece gördü kabuslardan sonra birde kendini kötülemesine çok sinirlenmiştim. Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda dudağının kenarındaki ufak kan ile kan beynime sıçramıştı. Ona belli etmeden ona cevap verirken her geçen saniye Kemal ateşi, Mert'i ve Dağhan'ı öldürmek için bileniyordum. Derin bir nefes alıp bir şey demeden dudaklarımı kanın üzerine bastırıp yataktan kalkıp banyoya geçtiğimde sakinleşmek için yüzümü ne kadar yıkadım hiç bir fikrim yoktu. Abdest alıp banyodan çıktığımda Meryemce ile karşılaştığımızda gözlerinin altındaki hafif morlukla elimdeki havlu yatağa doğru fırlatmıştım. Yanımdan geçiyordu ki bileğini tutarak dudağının içine baktığımda kan toplamış gibiydi. Derin nefes alarak seccademi serip namaza niyet ettiğimde sakinleşmeye başlamıştım. Bana kırılmıştı namazı onunla kılmadım diye ama eğer biraz daha bekleseydim soluğu avluda alıp Mert'i getirmeleri için adamları gönderebilirdim. Namazımı kılıp kenara geçtiğimde Meryemce namazını kılmaya niyetlendi. Sırtımı yatağımıza yasladığımda tesbih çekiyordum. Rabbimden sabır dilerken Meryemce son selamı da verince onu izlemeye başladım. Ellerini bacaklarının üzerinde birleştirip öylece duruyordu. Biraz zaman sonra çenesinden düşen göz yaşını fark ettiğimde hızla arkadan yaklaşıp sıkıca sardım huzur kokulumu. Benim sarılmamla kendini tamamen özgür bırakmıştı.
Onu sakinleştirmek için tamam geçti dediğimde azda olsa babasını anlattığında ona belli etmesem de sinirlenmiştim. Beş yaşındaki çocuk gibi kalbindeki büyük yarasının minicik kenarını kopardığı için canı çok yanıyordu. Tamamen sinirleri boşaldığında hızla kucağıma alarak yatağa götürdüm. Beraber uzandığımızda sakinleşiyordu. İçimden geçenleri söylediğimde onun nefesi düzene giriyordu. Biraz zaman sonra tamamen uykunun içine düşmüştü. Kokusunu içime doya doya çektikten sonra yanından kalktım. Banyoya girerken kapıyı hafif aralık bırakmıştım. Kısa bir duşun ardından banyodan çıktığımda yatakta gördüğüm manzara çok hoşuma gitmişti. Meryemce yastığıma sarılmış uyuyordu. Dolaptan eşyalarımı alarak bir gözümle karımı izlerken üzerimi giyindim. Gül güzelimin uykusundaki mimikleri tebessüm etmeme sebepolmuştu. Aynanın önüne geçerek saçlarıma elimle şekil vererek odadan çıktım. Ağır adımlarla avludaki sedire oturduğumda Boran ali avluya girdi. Elindeki gazeteleri masaya bıraktığında;
"Günaydın ağam"
"Günaydın Boran"
"Ağam içeriye söylüyorum kahveni yapsınlar"
Başımı salladığımda Boran yanımdan ayrılıp mutfak tarafına yürüdü. Elime aldığım gazeteye bakarken yanıma oturan bedenle soluma baktım. Serdar baba hafif tebessümle başını sallayarak;
"Günaydın Mustafa"
"Günaydın Serdar baba"
"Meryem uyuyor mu hala"
"Namazdan sonra biraz rahatsızlandı. Bende uyusun dedim"
"Neyi var, önemli bir şey mi"
"Bir şey yok, sadece biraz başı ağrıyordu"
"Anladım"
Serdar baba ile gazetelere bakarken önümüze konulan iki fincan ile başımı kaldırdım. Gördüğüm yüzle;
"Günaydın İnci anne, ne zahmet ettiniz kızlar getirirdi"
"Günaydın Mustafa oğlum, zahmet olmadı afiyet olsun. Meryem yanıma gelecekti gelmedi, bir şey mi oldu"
"Biraz başı ağrıyordu, bende uyu dedim"
İnci anne başını sallayarak yanımıza oturdu. Biraz zaman geçmişti ki yavaş yavaş avluya konak ahalisi gelmeye başladı. Herkes tebessümle günaydın diyerek salona geçerken, bizde yerimizden kalktık. Büyük salona geçerken üst avludan bize doğru gelen Mina ile güldüm. Üst basamaktan Serdar babanın kucağına atladığında kaşlarımı çatmıştım ki Serdar baba gür ve sert bir sesle;
"Bir daha sakın böyle bir şey yapmıyorsun Mina Dila "
"Ama "
"Aması yok, ya ben seni tutamasaydım"
"Dede"
"Mina"
"Özür dilerim Serdar dede bir daha yapmayacağım"
Mina, Serdar babanın kucağında başını önüne eğmişti. Salona girdiğimizde annem ve teyzem oğullarıma biberonda süt içiriyordu. Yavaşça annemin yanına giderek kucağındaki Ömer'in yanağını sol elimin işaret parmağımın tersiyle severken, sağ elimle teyzemin kucağında karnını doyuran Mirza'nın başını sevdiğimde içimdeki sevginin çoğaldığını hissediyordum. Arkamı dönerek masanın başına geçmiştim ki Mina hala Serdar babanın kucağında sessizce oturduğunu gördüm. Onun haline dayanamadığım için hafif öksürüp; " Mina" dediğimde hızla başını kaldırıp gülerek;
"Baba"
"Bana günaydın demedin, beni öpmedin"
Mina yavaşça Serdar babanın kucağından inerek yanıma geldi. Kucağıma aldığımda başını göğsüme yaslayarak;
"Günaydın babacığım"
"Günaydın ilk göz ağrım, ilk sevdiğim güzel kız"
"Baba sende bana kızdın mı"
"Neden"
"Öyle atladım ya, geçenlerde Sinan abimin peşinden koşarken öyle olmuştu. Dedem de bana kızmıştı ama Serdar dedoşum gibi kızmamıştı. Dedem tebessümle kızmıştı bana"
"Sen, Serdar dedene küstün mü"
"Evet küstüm"
"Neden"
"Bana bağırdı"
"Haklıydı ama"
Mina başını sallayarak bacağıma tamamen yerleştiğinde Serdar baba;
"Mina "
"Efendim"
"Gelsene"
"Yok babam yedirir beni"
"Sen bana küstün mü "
"Evet"
"Barışmak için ne yapabilirim "
"Annemin yaramazlıklarını anlatabilirsin"
"Hangisini "
"Kerem dayım kovalamış ya"
Salona baktığımda konak ahalisi Meryemce hariç hepsi buradaydı. Sultan abla çayları koyarken Serdar baba tebessümle;
"Meryemce lisede çok ama çok yaramaz uslanmaz bir kızdı. Bazı nedenlerden dolayı lisede onun velisi ben, Kerem'in velisi İnci hanımdı. Dönemin son sınavları, geçmiş gün hatırlamıyorum, sayısal bir dersin bir sınavıydı galiba. Meryemce inat etmiş girmeyeceğim diye neyse o gün ders bitiminde veli toplantısı vardı. İnci hanımla okulun bahçesindeki kiraz ağacının altında oturuyoruz. Kerem yanıma geldi. Meryemcenin sınava girmediğini ve okulda bulamadığını söyledi. Kerem'i sınıfına gönderdim. Biz ağacın altında oturmaya devam ederken, Meryemcenin sınava neden girmediğini konuşuyorduk. Biraz zaman sonra İnci hanımın ve benim üzerim kırmızı nokta nokta leke olmaya başladı. İkimiz başımızı yukarıya kaldırdığımızda Meryemceyi kiraz ağacının tepesinde gördük. Bizim deli bize gülerek bakıyordu. İnci çabuk aşağıya in sınava gireceksin dediğinde omuz silkerken Kerem'in Meryemce diye bağırması okulun bahçesinde duyuldu. Bizim deli, Kerem'in dolma kalemini ucu açık ceketinin cebine koymuş tabi Kerem elini cebine bir atıyor gömleği, eli, ceketi mürekkep oluyor."
Emrah birden gülerek;
"Neden o kadar kızmış ki Kerem amca"
"Çünkü Kerem hala tükenmez kalemin mürekkebi elinde olsa rahatsız olur. O zaman mürekkep elinden ve göğsünden bir hafta, on gün çıkmadı. Tabi o gün Meryemce önde Kerem arkada koca okul bahçesini dört döndüler. Meryemce yakalandığında Kerem elini havaya kaldırmıştı. Ben vuracak sandığımda bir adım atmıştım ki Kerem bir anda Meryemceyi sırtına attığı gibi okulun içine sınava götürdü. Son on dakikada bütün soruları yaparak yine birinciliği yani kız birinciliğini elinde tuttu."
Biz gülmeye devam ederken İnci anne tebessümle;
"Meryemce daha on dokuz yaşında bizde kalırken bir gece, çocukların hepsi terasta sabahlayacağız dediler."
Devran hafif öksürüp;
"Kemal amcalar neredelerdi"
"Onlar tatildeydi, Meryemce bizdeydi. Serdar bey kayınbabamla salonda kahve içtikten sonra odalara çekildik. Gece saat bir gibi çocukların sesi kesildi. Serdar tebessümle; 'Meryemce ve Kerem bir şeyin peşinde' dedikten on dakika sonra Meryemcenin ve Kerem'in 'Dede tamam dur vurma' sesine odadan çıktık. Ağızımı açmıştım ki Meryemce ve Kerem koşarak merdivenleri çıkıyorlardı. Kayınbabam önde biz arkada terasa çıktık. Benim kızlar yerdeki yastıklarda kahkaha atarken, Meryemce ve Kerem terasın korkuluklarına çıktılar. Bir ayaklarını boşluğa vererek ikisi aynı anda; ' Dede gelme atlarız' dediler. Benim yüreğime indi tabi ki teras katı dahil dördüncü kattaydık. Gelelim ne yaptıklarına, ikisi beyaz çarşafın altına girmişler, şöyle ama Meryem Kerem'in omuzlarında, ikisi öyle çarşafın altında kayınbabamın odasına giriyorlar. Meryem eline ufak bir fener alıp yüzüne tut karanlık odada düşünün görüntüyü. Birde üzerine Kerem sesini kalınlaştırıp ; 'Kalk Erdem hünkar son duanı et canını almaya geldim' demiş. İlkten kayınbabam ufak çaplı bir kalp krizi geçirmiş tabi, fakat bunların bizim deliler olduğunu fark edince eline almış demir bastonu bunlar önde kayınbabam arkada terasa kadar çıkmışlar. "
Dayanamayıp;
"E nasıl indiler korkuluklardan "
"İnmediler çünkü sabaha kadar kayın babam elinde baston onları orada tuttu. Sabah namazında yukarıya çıktığımızda iki deli korkulukların orada sohbet ediyorlardı. Fakat size komik bir şey söyleyeyim, o kadar sohbet etmeye dalmışlar ki kayın babam sandalyede uyumuş bunlar onu bile fark etmemişler. Tabi iki gün hiç bir şey tutamadılar ellerine hep kramp girdi. Meryemce böyle ele avuca gelmez, yaramaz bir o kadar tatlı bir kızdı."
Biz gülmeye devam ederken salonun kapısı açıldı. Meryemce tebessümle içeriye girdiğinde Hazar;
"Hele hele ağamdan sonra masaya mı gelinir hanımağa vallahi halalar duymasın"
Meryemce omuzunu silkerek yanıma oturduğunda Mina annesinin kucağına geçti. Annesinin yanağını öperek;
"Günaydın annem"
"Günaydın Mina'm"
"Dedem senin yaramazlıklarını anlattı. "
"Hangisini anlattı "
"Hayalet olmuştunuz ya onu birde bahçede kovaladı ya seni Kerem dayım onu anlattılar"
Meryemce gülerken İnci hanım tebessümle;
"Meryem Kerem ile çocukluk arkadaşı olduğunuzu biliyorlar dimi "
Meryemce tabağına bütün kahvaltılıklardan koyarken, Hazar da önündeki böreklerden tabağına koydu. Meryemce gülerek Hazar'a başını salladıktan sonra İnci anneye dönerek;
"Buraya ilk geldiğinde yirmi yaşında tanıştık demiş, geçen geldiğinde Mustafa Hamza beye çocukluk arkadaşı olduğumuzu söylemiş. Erdem hünkarın etkisi hala üzerimizde kimseye ilk bir anda güvenmiyoruz her zaman ki gibi"
"Her zaman öyleydiniz Meryem"
"Hala öyleyiz İnci sultanım hiç değişmeyecek"
Meryemce kahvaltının sonuna doğru geldiği için o kahvaltısına devam ederken biz kahve içmeye başlamıştık. Serdar baba sessizce Meryemceyi izlerken, İnci anne birden 'Serdar' dedikten sonra telefonunu Serdar babaya gösterdi. Serdar baba sessizce 'sabahtan beri biliyorum' dediğini duymuştum. İnci anne ağızını açmıştı ki salonun kapısı çalınıp kapı açıldı. Boran elinde kocaman beyaz karanfil buketiyle yanımıza geldi. Ağızını açmıştı ki Eren hızla içeriye girip ;
"Ağam özür dilerim, Boran o çiçekleri getir kardeşim "
"Yok hanımağama gelmiş"
"Boran Ali kardeşim getir işte "
Meryemce elini kaldırıp Eren'e sus dedikten sonra Boran Ali'ye dönerek;
"Boran içindeki kartı okur musun"
Boran şaşkınca üzerindeki kartı alıp açtıktan sonra derin bir nefes alarak; 'Bizim acı günümüzün senesinde yanında olamadığımız için özür dileriz güzelim. Kardeşin Mert ve abin Dağhan " dediğinde Meryemce öyle soğuk bir gülüşle;
"Boran o çiçekleri konağın dışında bir çöpe at, yaprağını bile görmek istemiyorum"
"Emredersin hanımağam"
Boran şaşkın bir şekilde Eren'le salondan çıkarken Meryemce çayından son yudumu alarak;
"Bu gün ayın yirmi sekizi yani Kemal bey ve Selma hanımın ölüm senesi ve benim bu dünyada en nefret ettiğim çiçeklerle yanımda olduklarını belli ediyorlar"
Nisa başını eğdiğinde Meryemce başını hafif eğerek ağızını açmıştı ki salonun kapısı tekrar çalınıp açıldı. Bu sefer Eren kocaman kucağında zor tuttuğu beyaz çiçeklerden oluşan bir buketle yanımıza gelip;
"Hanımağam bunlar size "
Meryemce hiç bakmadan tebessümle;
"Eren elinde Beyaz lilyumlar, beyaz güller, beyaz laleler, beyaz şakayıklar ve beyaz glayöller var dimi"
"Evet hanımağam"
"Eren onun üzerindeki kartı da sen okur musun? salondakiler ne demek istediğimi anlayacaklar"
Eren başını sallayarak hafif öksürüp; "On dokuz sene evvel bu gün solan gülüşlerinin artık yüzünde olması bizi mutlu ediyor. Sevdiğin ve bizim gözümüzde seni temsil eden çiçeklerle yanında olduğumuzu bilmen için Meryemce Alibeyoğlu. Senin için her daim hazır olan dostların Kerem, Bernardo, güvercinci, küçümenin Ali Reha ve Çınar"
Eren kartı önümüze bırakıp çiçekle yanımızda durmaya devam ederken;
"Eren bu ve gelecek bütün çiçekleri çünkü biliyorum bu gün durmayacaklar. Konaktaki bütün hanımların odasına koysunlar"
Eren başını sallayarak kucağında salondan çıktığında Meryemce Gülendam'dan kahve istemişti. Derin bir nefes alarak;
"Siz benim ailemsiniz her birinizin bende değeri çok ama çok büyük. Bir kız evlat için itiraf etmesi zor ama madem yavaş yavaş kuyunun taşları sökülüyor bende bir yükümden kurtulayım sizin önünüzde. Ben babası ve annesi tarafından sevilmeyen ve değer görülmeyen bir kızdım. Bana nedenini sebebini sormayın. Dağhan ve Mert'in her sene acı ve üzüntüyle andığı günü ben anmıyorum ve anmak bile istemiyorum. On dokuz sene evvel bu gün benim için çok çok ağır yükün altına girdiğim gündür. Onlar biri acısını yaşarken, biri askeriyeye gitti. Ben, ben neyse, beni tanıdığını sanan abim ve kardeşim, aslında benim karanfilden nefret ettiğimi bilmeyecek kadar bencil insanlar oldukları için onların çiçeklerini attım. Onlara göre ben babasına annesine asi bir genç kızdım. Babaları ve annesi öldüğü gün ben demir lady oldum. Gelen diğer çiçekler ise Kerem ve diğerlerinden geldi. Onlar çünkü benim nasıl bir şeyin içinde olduğumu bildikleri için. Onlar size minnettar, çünkü ben buraya gelene kadar Devran veya Leyla'ya sorabilirsiniz hiç içten gülmedim. Ben Alibeyoğlu olana kadar kendimi hiç ama hiç özgür hissetmedim neyse"
Herkes karımı tebessümle, hüzünle dinlerken dikkatimi Meryemcenin eli çekti. O konuşurken ufacık Mina'sından güç almak için sıkıca kızımın elini tutuyordu. Mina da annesini tamamlamak ister gibi ufacık elini birleştirdikleri elinin üstüne koymuş başı annesinin çenesinde öylece masaya bakıyordu. Elleri masanın altına doğru kaldığı için elimi uzatıp buraya kadar, gönlüme girene kadar sahipsiz kalan meleklerimin ellerini tuttum. Meryemce göz ucuyla bana bakıp tebessüm ettiğinde Mina'nın bir anda 'Kahraman babam, Allah seni iyi ki bize vermiş' demesiyle hüzünlü ortamı bizim gülüşlerimiz dağıtmıştı.
..........................
Gençler okula gitmek için salondan çıkarken salona dayımın adamlarından Veysel müsaade isteyerek girdi. Ellerini karnının üzerinde birleştirerek;
"Ağam Yekta beyim ve Ruken hanımımı konağa götürmek için geldim. Müsaaden varsa "
"Tamam Veysel, Reşat ağaya teşekkür ettiğimi söyle"
"Baş üstüne ağam"
Yekta ve Ruken herkesle görüşüp salondan çıktıklarında, gözüm Sinan'ı gönderip tekrar yanımıza gelen Gülru'ya takıldı. Meryemcenin yanına oturup sessizce o Ömer'imi severken bende gözlerimle gelinimi sevdim. Derin bir nefes alarak ona seslendiğimde Gülru yerinde doğrulup;
"Buyur ağa amca"
"Senin nikahını da kıyayım artık. Babanın evine gitme"
"Şey ağam mmm yani, ben yok ama, ağa amca ben nasıl "
Herkes karşımda bocalayan Gülru'ya bıyık altından gülerken Meryemce tek kaşını kaldırıp;
"Ağam sen iyi alıştın bakıyorum. İstemeden kızı nişanladın, Şimdi de düğünsüz konağa alacak, yok canım öyle. Adam akıllı çeyiziyle, elinde kınasıyla, düğünüyle gelecek bu kız bu konağa"
Salondaki hanımlar Meryemceden destek alarak evet derken, Hazar yanıma oturarak;
"Konuştu Hanımağa. Kızım sen önce Cengaver abinin düğününü yap"
"Haftaya yapıyoruz ya"
Serdar baba ve İnci anne Meryemcenin gülüşünü izlerken salonun kapısı çalındı. Kısa zaman sonra içeriye giren Demir'le Gülru ayağa kalktı. Gözleriyle benden izin alarak abisinin yanına gittiğinde Demir hemen kolunun altına aldı. Kız kardeşinin başının üzerine dudaklarını bastırdığında sabah söylediği şeyden dolayı Meryemceye baktığımda gerçekten nasıl saf bir duyguyla abi kardeşe bakıyordu. Bacağımın üzerindeki elimi yumruk yaparak Demir'e hafif sert buyur otur dediğimde hafif irkilse de kendini hemen toplayarak;
"Ağam Gülru'yu alıp gideyim. Oturmuş, kahveni içmiş say müsaade edersen. Hemen Diyarbakır'a döneyim."
"Bir şey mi var Demir"
"Ağam babamla konuşursunuz"
"Anladım tamam adam vereyim mi yanına"
"Yok ağam Allah razı olsun"
Demir salondan çıkarken Gülru herkesi sırayla öptükten sonra karşıma gelerek hafif eğilip;
"Beni beyaz gelinlikle çıkaracağını bildiğim için her zaman gönlüm rahat ama yok ben çabuk kayınbaba olmak istiyorum dersen Hazar amcamın düğünüyle ocağına, konağına gelirim amcam"
"Gülru rabbim hiç bir zaman güler yüzünü soldurmasın. Her şeyin bir zamanı var. Sende benim yeğenim olduğun için şakalaşmak istedim güzel kızım"
"Rabbim seni de başımızdan eksik etmesin amcam"
Gülru tebessümle salondan Kader ve Kadir çıkarken, Serdar babam ayağa kalkıp;
"Meryem kızım vaktin var mı azcık seninle konuşalım. Birazdan bizim Kerem'in adamı gelir"
Meryemce başını sallayarak ikizlerimizin içinde olduğu ana kucaklarını alarak salondan çıkıyordu ki ;
"Leyla Mina'yı hazırlar mısın ? Okula gitmesi gerekiyor"
"Hemen ablacığım"
Meryemce ve Serdar baba salondan çıkarken, İnci annede peşlerine gitmişti. Mina yanıma gelerek yanağımı öpüp;
"Sende benimle geleceksin dimi okula giderken baba"
"Tabi ki babacığım annen ve ben götüreceğiz seni"
"Tamam babacığım"
Leyla ve Mina da salondan çıktığında Devran hafif öksürüp;
"Mustafa Hamza"
"Efendim Devran"
"Sen bir şey anladın mı"
"Neyden"
"Meryemce'yi aslında çok severdi babası ve annesi, nasıl beni sevmediler diyor "
"Meryemceye mi inanmıyorsun "
"Yok kendimden şüphe ederim ondan şüphe etmem. Kendime inanmam ona inanırım ama bu kız nasıl bir şeyin içindeydi de ben fark et- ama hayır ya"
"Ne oldu"
"Babam ölmeden bir sene evvel bir gece yanına konağa çağırdı. İşlerimi ayarladım yanına gittim. Ben havaalanına indiğimde Meryemce ile karşılaştık. Bana babamın onu da çağırdığını söylemişti. O İstanbul'a dönerken ben konağa gittim. Akşama kadar sohbet muhabbet ettik. Odasına çıkarken; ' odama gel seninle konuşacaklarım var 'diyerek yanımızdan ayrıldı. Yanına gittiğimde sıkıntılı kaşları çatık odasındaki koltukta oturuyordu. Yanına oturduğumda 'Devran'ım ne olursa olsun bacına sahip çık. O kız çok büyük bir yük altında. Sen ne Dağhan abisi gibi vurdum duymaz ol nede Mert kardeşi gibi söz dinlemez, sıkıntı çıkarma. Sen her daim ona sırtını yasla ama yaşamak için değil birbirinize destek olmak için. Benim büyük diğer konağı ona verdim. Vasiyetimde orası görünmeyecek bunu bil. O kıza ne yapsak az ama sen yine de bacına sahip çık fazla kırılmasın" dediğinde ne olduğunu sorduğumda kaşlarını iyice çatarak 'Boş ver bilme sadece Meryemceyi sahipsiz, güçsüz bırakma ' dedi. İlerleyen zamanlarda da sormak aklıma gelmedi. Öldüğünde vasiyeti açıklandığında gerçekten dedesinden ona miras kalan en büyük ve geniş konak ve yirmi beş metre kare olan fıstık bahçesi yoktu. Amcamlar sorduğunda avukat ölmeden bir sene önce sattığını açıkladı. Gerçekten araştırdık Meryemcenin üzerinde görünmüyordu tapular"
"Kimin üzerine görünüyor"
"Bir şirket üzerine görünüyor. Meryemce'ye sorduğumda ben babanla konuşmuştum. Satıp parasını aldım dedi. O zaman hatta kızdım paraya mı ihtiyacın vardı da sattın dedim."
Ağızımı açıp soracakken Hazar birden;
"Peki hiç takip ettiniz mi? konak veya bahçe nasıl"
"Konak fena derecede korunuyor yani tertemiz bakılıyor. Bahçe desen neredeyse bütün Urfa'daki bütün bahçelerden daha çok verimli ve sağlıklı fıstık veriyor. İşinin ehli ziraatçılar geliyormuş ve bir sürü adamın ekmek kapısı oldu o bahçe."
"Helal olsun kim aldıysa"
Herkes başını sallarken hafif öksürüp;
"Şirketin adını biliyor musun Devran"
"Yok Mustafa Hamza, zaten kimse artık orasıyla ilgilenmiyor."
Başımı sallayarak çalışma odasına gitmek için ayağa kalktığımda herkeste ayağa kalkmıştı. Elimle oturun diyerek büyük salondan çıktığımda Eren'in mutfak avlusunda uzun boylu bir adamla sohbet ettiğini fark ettim. Çalışma odama gitmek yerine Eren'in yanına inmeye başladım. Eren beni fark ettiğinde ayağa kalkarken elimle oturttum. Yanlarına yaklaştığımda Eren oturmadan;
"Mustafa Hamza ağam, bu Kerem Hünkar'ın sağ kolu Kadir tanımışsınızdır"
Başımı sallayarak elimi uzattığımda Kadir bey elimi sıkarak;
"Kerem Hünkar'ın size çok selamı var Mustafa bey. "
"Ve aleyküm selam Serdar baba ile İnci anneyi almaya geldin değil mi"
"Evet Mustafa bey, hanımefendiyle konuşuyorlarmış"
Başımı sallayarak ana avluya geçtiğimde Mina yanıma geldi. Saçlarını Leyla o kadar güzel örmüştü ki. Kucağıma oturttuğumda yanağımı bastırarak öperek;
"Sen de okula bırakmaya geleceksin dimi baba"
"Evet dedim ya Mina'm. Bir sorun mu var? yoksa istemiyor musun gelmemi"
"Yok olur mu çok istiyorum. Babam yanımda olursa daha güçlü hissederim."
Dudaklarımı kızımın şakağına bastırdığımda Mina'nın bir taraftan korktuğunu, bir taraftan da heyecanlandığını anlamıştım. Sıkıca sarılıp gözlerim kapalı öyle dururken kulağıma Meryemcenin sesi gelmeye başlamıştı. Ne anlattığını anlamasam da sesindeki gürlükten bir şey olduğu belliydi...
...............................................................
MERYEMCE...
Serdar abimle salondan çıktığımızda Mirza'yı o taşımaya başlamıştı. Merdivenleri inmeyi bitirmiştik ki İnci annemin de merdivenlerden indiğini gördüm. Üçümüz beraber odama girdiğimizde oğullarımı beşiğe koydum. İkisi kütüphaneye geçtiğinde ağır adımlarla yanlarına gittim. İkisinin karşısına orta sehpaya oturup;
"Dinliyorum sayın savcım"
"Güzel kızım kimse bilmese de benim ilk göz ağrım sensin. Ben kız babalığını ilk sende tattım biliyorsun."
"Biliyorum Serdar babam"
"Kızım"
"Efendim canımın içi"
"Meryem kocanı çok mu seviyorsun"
"Evet Serdar abi çok seviyorum. Onunla huzurluyum. Onunla mutluyum. Onunla, onunla benim abi. O bu değil, benim meryemceyim özgürüm. O benim sırtımı yasladığım koca dağım"
"Peki ya Çınar ve Kerem seni isterse ne yapacaksın"
"Kerem kocama bayıldı ama Çınar hala sevmiyor "
"Meryem Çınar canının yandığını duyarsa"
"Dağhan'ı ve Mert'i Çınar'ın ayağına veririm ama Devran'ı vermem"
"Ya mahşerin dört atlısı, Baran, Bedirhan, Hazar"
"Asla onlar benim gözümü kapatıp güvendiğim kayınlarım, abilerim. Hele Hazar benim için çok farklı.. Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak"
"Nasıl yani"
"Boş ver abi "
"Ne demek boş ver Meryem. Sen Mert'in yaptıklarına alıştım sanıyorsun ama her seferinde daha büyük yaralar alıyorsun, daha fazla canın acıyor"
"Artık acıtmıyor Serdar abim, babam. Ben onu öyle bir büyüteceğim ki"
"Meryem emin misin? "
Ağızımı açmıştım ki telefonum çalmaya başladı. Çınar'ın görüntülü aradığını gördüğümde açarak hafif arkama Serdar abi ve İnci anneyi aldığımda ekranda üçümüzde gözüktük. Çınar her zaman ki ciddi yüz ifadesiyle;
"Dayı "
"Selam Çınar "
"Hala nasılsın"
"İyiyim oğlum sen nasılsın"
"İyiyim Meryemceye bir şey soracaktım ama sizde ortam gergin galiba öğrenmem gereken bir şey var mı Dayı, Hala"
İkisi susunca hafif derin nefes alarak;
"Önemli senden saklanan bir şey yok Çınar merak etme. Sen ne soracaktın."
"Sonra konuşuruz. Dayı Meryemceyi haklı ve geçerli sebeplerin olsa da bunaltma o ne yapacağını bilir. Siz merak etmeyin ben zamanı geldiğinde bana ihtiyaç olduğunda olaylar büyümeden el atarım değil mi Meryemce"
"Çınar "
"Meryemce değil mi dedim"
"Evet Çınar"
"Tamam şimdilik görüşmek üzere, dayı uçak sizi bekliyordur"
"Tamam Çınar"
Telefonu kapadığımda İnci annem bileğimden tutarak beni kendine çekti. Yere bacaklarının önüne oturduğumda başımı dizine yasladım. Serdar abim tebessümle bana bakarken İnci annem;
"Meryem'im kendine dikkat et. Biz yanına gelemiyoruz ama sen, sen kendine çok dikkat et. Sert, güçlüsün ama narinsin de konuşamıyorum bile annem"
"Tamam sakin ben sizi buraya ailemi görün nasıl mutlu olduğumu anlayın diye. Sizden anladığım kadarıyla herkesi sevdiniz beğendiniz. Aklınız bende kalmasın ben gerçekten çok iyiyim. Mert ve Dağhan durumlarına gelirsek, Dağhan ve Gülcan gittikleri yerde kalsınlar diye dayımla konuşacağım zaten. Mert kendi ayağına sıkıyor umurumda değil sadece Nisa'yı ona yedirmeyeceğim. Böyle giderse onu öyle kötü bir duruma getireceğim ki"
"Ne yapacaksın Meryem"
"Ne yapacağım, o çok güvendiği Mimarlık bölümünü elinden alacağım"
"Nasıl"
Başımdaki annemin elini öperek ayağa kalktığımda kütüphanenin camından avluda oturan kocamı gördüm. Kucağında kızımızla yanında ayakta duran Leyla ile bir şey konuşuyordu. Onlara gülerek baktıktan sonra;
"Benim söz konusu ailem olduğunda neler yapacağımı sizden iyi kimse bilemez. Mustafa Hamza'nın huzuru için yapamayacağım şey yok"
İkisi tebessümle bana bakarken 'Ne oldu' dediğimde ikisi aynı anda; '' Aşık bir atmaca çok hoşumuza gitti" dediklerinde utanarak başımı eğdim. Serdar babam ayağa kalkıp elini çeneme koyarak başımı kaldırdı. Gözlerime bakarak;
"Her zaman buradayım unutma. Seninle o kadar çok gurur duyuyorum ki. Oğullarımın yanındasın, kızlarımın ablasısın. Her zaman başın dik dursun, sen savcı Serdar Emin Hünkar'ın göz bebeği gurur kaynağısın. İnci Hünkar'ın kalbinin üzerindeki gururla taşıdığı yaka iğnesisin. Kerem'in her şeyisin, Çınar'ın -"
Serdar abimin sözünü kapının açılması kesti. Odaya kapıyı çalmadan tek bir kişi girerdi, o da kocam. Arkamı döndüğümde kocam kapının kenarında duruyordu. Göz göze geldiğimizde saniyede boynundaki damarlar şişerken, kaşları çatıldı. Ağızımı açıyordum ki;
"Meryemce hanım neden ağladın"
"Serdar baban ağlattı ağam"
"Ne demeliyim bilemedim"
"Bir şey deme "
Kocam belli etmese de ağladığım için sinirlense de tebessümle;
"Serdar baba, Kerem'in adamı Kadir uçağa yetişmemiz gerekiyor dedi"
"Tamam oğlum"
Peş peşe odadan çıktığımızda herkes avludaydı. İnci annem kaldıkları odaya giderken Serdar abim ve babam vedalaşıyorlardı. İnci annem avluya elinde ufak valizle geldiğinde Kadir mutfak tarafından geldi. Kaşları çatık yanımıza gelerek İnci sultanın elinden valizi alıp dışarıya çıktı. İnci sultanım yanıma gelerek;
"Meryem gel seni de götüreyim"
"Söz ben geleceğim"
"Söz mü"
"Söz anne söz"
Annemle sarılıp ayrıldığımızda Serdar babam başımın üzerine elini koyarak gözüme bakıp;
"Kendine dikkat et prensesim"
"Sende sağlığına dikkat et Erdem Hünkar'ın gözünün ışığı savcı Serdar "
Kapıya kadar eşlik ettiğimizde gülerek annemleri yolcu etmiştik. Konağa tekrar girdiğimizde Mustafa Hamza hafif gür bir sesle;
"Hanımağa bu kız okula gidecek saat dokuza geliyor hadi hazırlan"
Koşarak odaya giderken Mina gülüyordu. Beşikte uyuyan oğullarıma bakıp, hızlı şekilde üzerimi giyinerek avluya çıktığımda Kader ve Selvi aynı anda; ' Biz olsak aynada kırk defa bakardık başımıza, üstümüze. Doktor olmak böyle oluyor galiba 'dediğinde herkes gülmeye başladı. Elimdeki cüzdan ve telefonumu üzerime aldığım su yeşili hırkamın cebine koyarken;
"Anne, hemen geleceğim. Minik asiler uyuyorlar."
"Hadi git ağamla, Mina'm çıktı"
Hızla konağın kapısına çıktığımda çalışır vaziyette bekleyen arabanın, direksiyonunda Eren yanında ise Boran oturuyordu. Bana kapıyı açan adamın yanına yürüdüğümde Mina gülerek;
"Anneye bak anneye"
"Ne oldu üzerimde bir şey mi var Mina"
"Yok çok güzelsin ondan "
Mina'nın yanına oturduğumda kapım kapanmıştı. Yola çıktığımızda Mina'ya doğru biraz dönerek;
"Annem sakin ol tamam mı?"
"Sakinim anne"
"Heyecan yok mu?"
"Var çok heyecanlıyım anne"
"Onun için sakin ol demiştim Mina Dila"
"HIIII anladım. Anne sende geleceksin dimi"
"Nereye anneciğim"
"İçeriye "
"Gelmeyeceğim anneciğim. Seni binanın kapısından bırakıp kaçacağım"
"Sen kaç, anneye bak ya. Eren abi kenarda dur annemi bırakalım. Babam götürsün beni"
Biz gülmeye başladığımızda Mina sırtını bana dönerek Mustafa'ya bakıyordu. Mustafa kızımızı kucağına aldığında onları izlemeye başladım. Mina şakağını babasının dudaklarına yaslamış gözleri kapalı heyecanını yenmeye uğraşıyordu. Dikiz aynasından fark ettiğim şeyle kaşlarımı çattım. Derin bir nefes alıp;
"Neden bu kadar koruma var"
Mustafa gözlerini açarak bana baktığında korkmuştum. Benim şuan gördüğüm gözler benim kocamın merhametli olan gözleri değildi. Kaşları çatık sesini normal tutmaya çalışarak;
"Bu aralar öyle olmak zorunda Meryemce hanım"
"Tamam "
Mina gözlerini açtığında ağladığını fark ettim. Kocama bakmaktan ona dikkat etmedim. Elimi kızımın yanağına koyarak;
"Anneciğim ne oldu"
"Anne ben hani"
"Mina bana bak, gözlerimin en içine bak. Şunu unutma seni kimse zorla öpmek istemeyecek. Kimse seni kucağına izinsiz almayacak. "
Mina yanağında duran elimi tutarak;
"Sana her gün her şeyi anlatacağım anne"
"Tabi bana anlatacaksın her şeyi. Bak Mina unutma biz artık sen ve ben değiliz. Bak kucağında oturduğun baban var artık senin. Sana bir şey olmasına izin vermeyecek. Ben hiç bir zaman cellat anne olmayacağım. O senin kahramanın değil mi"
Mina başını babasının çenesine yaslayarak;
"O benim kocaman, güçlü babam"
"Bak ne güzel işte. Korkma annem sakın korkma"
Mina başını salladığında derin nefes alıp tebessüm ettim. Eren arabayı uygun bir yere park ettiğinde Boran ile hızla arabadan indiler. Kapılarımız açıldığında Mina ile arabadan inen Mustafa'nın peşinden bende indim. Mina arabanın önünde babasıyla beni beklerken yanlarına yürüdüm. Mina'nın arabada unuttuğu çantasını sırtına taktığımda gülmüştüm. Mina'nın sırtındaki çanta, Leyla'nın zamanında bir geziden aldığı kırkyamadan baykuş çantasıydı. Mina bir adım önümüzden yürümeye başladığında Mustafa elimi sıkıca tutup kulağıma sessizce;
"Seni de yeniden liseye yazdırayım mı?"
"Bana uyar yazdır"
"Fakat ben Serdar baba gibi yaramazlıklarına göz yummam"
"Kocam yaa olmadı ama bu"
Mustafa gülerek şakağımı öptüğünde bu günü güzelleştirdiği için, içimden ne kadar teşekkür ettim hiç bir fikrim yoktu. Mina bir anda durunca Mustafa'nın elinden elimi çekerek kızımın elini tuttum. Mina'nın rahatladığını anlamıştım. Mustafa kızının elini tutacakken çevremizden biri ağam dediğinde bize dönerek, önünde durduğumuz binaya girmemizi söylemişti. Mina ile sınıfların olduğu kata çıkarken, Mina her basamakta heyecandan elimi sıkıyordu. Sınıfların olduğu kata geldiğimizde minyon tipli kapalı mavi gözlü şirin bir kız Mina'nın adını söylediğinde ona baktık. Mina'nın elini bıraktığımda, hemen hırkamın ucunu tuttu. Elimi karşımda duran minik, güzel hanımefendiye uzatarak;"
"Ben Mina'nın annesi, Meryemce "
"Merhaba Meryemce hanım, bende Mina'nın öğretmeni Gülşah. Hoş geldiniz"
"Hoş buldum. Tanıştığımıza memnun oldum. "
"Bende, Mina sınıfa gidelim mi dersimiz başlayacak arkadaşların sınıfta bile"
Mina bacağıma yasladığı başını evet manasında sallarken, Gülşah hanım tebessümle elini uzattı. Mina öğretmeninin elini tutarken göz ucuyla merdivenlere bakmaya başladı. Kızımın babasını beklediğini anlamıştım. Kızımın göz hizasına inmek için yere çömelerek, elimi yine yanağına koyduğumda ağızımı açmama fırsat vermeden; "Babam, babam öpmeyecek mi beni" dediğinde benden daha çok babasından destek almak istediğini anlamıştım. Aramak için ayağa kalkıyordum ki Mustafa merdivenleri hızlı çıkarak yanımıza geldi. Başıyla öğretmen hanıma selam vererek Mina'yı kucağına aldı. Mina sıkıca babasının boynuna sarılıp;
"Canım babam benim."
"Güzel kızım, iyi dersler bir tanem"
"Teşekkür ederim babacığım"
"Bir şey olursa müdürde bütün amcalarının, Devran dayının, benim ve annenin numarası var prensesim. Sen rica edersin ararlar güzelim tamam mı"
"Tamam babacığım"
Mustafa kızımızın yanağını öpüp kucağından indirdiğinde, Mina gülerek ikimize el sallayarak Gülşah hanımla gözden kayboldu. Kocam ile merdivenleri inerken merdivenlere bakarak güldüğümde Mustafa elimi tutarak yanına çekip kulağıma;
"Okulda merdiven korkuluklarından kayıyordum deme"
"Öküz Kerem, Genco ve Cüneyt izin vermezdi. Bizim zamanımızda kızlar sadece etek giyiyordu. Birde o zaman okul etek boylarına bile karışıyordu. Tam diz üzerinde ne uzun ne kısa. Onun içinde o üç öküz izin vermezdi. Düşün kocam beden dersinde bile. "
"Neden"
"Bu seferde belim açılırmış"
Mustafa gülmemek için başını sallıyordu. Binadan çıktığımızda Eren ve Boran tam karşımızda durduğunda Mustafa elimi bırakıp etrafa baktı. Yan yana beraber arabanın olduğu yere beş tane korumayla geldiğimizde Mustafa arka kapıyı açarak binmemi bekledi. Koltuğa oturduğumda elini yanağıma koyarak;
"Ben şirkete geçiyorum gül güzeli. Kendine dikkat et"
Başımı hafif geriye çekip, yanağımdaki elinin bileğinden tutarak içini öperek;
"Kolay gelsin kocam, sende kendine dikkat et. İyi ki bu canın yanındasın"
"Hadi deli doktor hadi"
"Mustafa bir dahaki ay işe başlamak istiyorum"
"Konakta konuşalım bu konuyu olur mu"
"Olur"
"Ama neden olmasın, bence artık dönmelisin ama bir dahaki ay"
Gözlerimi kocaman açtığımda yanağımı tekrar severek kapıyı kapattı. Eren direksiyona geçtiğinde Mustafa arkamızdaki minibüse bindi. Eren arabayı çalıştırıp yola bakıp hızla u dönüşü yaptığında Mustafalarda yola çıkmıştı. Arabayı normal hızda sürerken;
"Eren seni gebertirim"
"Ne yaptım hanımefendi"
"Sen nasıl beni anlatırsın adamlara"
"Hanımefendi sadece ona anlatmak zorunda kaldım"
"Ne demek zorunda kaldım"
"Mustafa ağam istediğinde hiç oralı olmadım. Gece direk Çınar beyi aradım. Onunla konuştuğumda sadece ona anlatmama karar verdi"
"Neden"
"Hanımefendi öyle olması gerekiyor, bizden biri gelirse dikkat çekecekti. Yeni birine ağamın güvenmeyeceğini herkes bilir"
"Neden dedim"
"Hanımefendi ağam çok fazla tehdit almaya başladı. Bir kaç tane ufak ağa boylarına bakmadan saçma sapan işlere girdiği için biraz ortalık karışık hanımefendi"
"Anladım"
"Bana kızmadınız, kırılmadınız dimi hanımefendi. Biliyorsunuz ki ben sizin adamınızım. Sizi kanımın son damlasına kadar korumak için görevliyim"
"Tamam kırılmadım. Eren Mustafa'yı sıkıştırıyorlar mı"
"Ağamı sıkıştırmak o kadar kolay değil. Onun zekası çok keskin. O salaklara biraz prim veriyor. Sadece sıkıntı yaratmasın diye güvenlik üst seviyede. "
"Anladım. Sende gözünü dört aç o zaman ve beni o adamdan başkasına sakın anlatma "
"Anlatmam. Size bir şey söyleyeyim hanımefendi"
"Söyle"
"Mustafa ağam ile gerçekten birbiriniz için yaratılmışsınız"
Ağızımı açıyordum ki Eren ani frenle durunca başımı yola çevirdim. Önümüzde duran iki siyah arabayla;
"Eren ne oluyor"
"Bilmiyorum hanımefendi"
"Arkamızda koruma var mı "
"Yok hanımefendi"
"Neden yok"
"Ağam size güveniyor "
"Eren bu durumda da güldürdün beni. Hadi geç soldan gidelim. Bizlik değil durum galiba"
Eren direksiyonu sola çevirip sürmeye başladığında biraz gitmiştik ki kırmızı ufak bir arabanın önünde Karaca'yı sıkıştırmış bir sürü takım elbiseli adam gördüm. Eren'e arabayı kenara çekmesini söylediğimde dikiz aynasından emin misiniz der gibi bakınca kaşlarımı çattım. Eren arabayı sağ çekerek geriye gitmeye başladı. Araba durduğunda Eren'in kapımı açmasını beklemeden arabadan indim. Karaca'ya doğru yürürken;
"Hayırdır beyler, ufacık ağlayan kızı mı sıkıştırıyorsunuz"
Sekiz adamın yedisi bellerindeki silahları çekerek bana doğru tutunca önlerindeki adam gülerek;
"Canına susamak bu oluyor her halde"
"Ne istiyorsunuz o kız çocuğundan "
Karaca'nın yanına gittiğimde hemen arkama saklandığında kahkaha atmak istemiştim. Adamlarla Karaca'nın arasında dururken adamların başı olan adam yanındakilere silahlarını indirmesini söylemişti. Adam gülmeye devam ederek;
"Bu kız çocuğu yaşına başına bakmadan büyüklerinin işine karıştı. Şimdi yanındaki adamla bas git buradan kadın"
Karaca'nın önünden çekiliyordum ki Karaca iki elimi tutarak;
"Hanımağam beni burada bırakmayın. "
Karaca'yı tekrar arkama alarak ;
"İşinizi abileriyle, babasıyla halledin. "
"Sana bir soru deli kadın, sen bir yılansın veya aslansın. Bir insanda gelip seni uyurken sopayla uyandırmaya çalışıyor. Uyanınca sinirlendiğinde o insanı mı sokarsın yoksa ailesinden birini mi?. Neyse karaca hanım bu günlük sana izin veriyorum, en ufak hatanda seni diri diri karnındaki bebekle yakmasını bilirim. Bu arada biraz daha bizim ayağımıza dolanmaya devam edersen Gabriel bizzat yüzünü sana gösterecek bunu bil. Sen önünde mertçe duran bu deli kadına dua et"
Karaca ağlayarak başını tamam manasında salladığında, hızla arkamdan çıktı. Arabasına binerek gaza bastığında Eren sağa çekilmese onu da ezecekti. Arabaya doğru bir adım atmıştım ki az önce konuştuğum adam ;
"Az bakar mısınız"
Arkamı döndüğümde adam arabasına yaslanmış kollarını göğsünde bağlayarak;
"Kimsin sen"
"Meryemce Alibeyoğlu, Mustafa Hamza Alibeyoğlu'nun karısı, bu gördüğün Mardin'in hanımağasıyım. Sen kimsin "
"Benim sahibim ateş, onun sahibi şeytan açıklayıcı oldu mu"
"Beni ilgilendirmiyor sahiplerin "
Adama bir şey demeden arabama yürümeye başladığımda Eren arka kapıyı açtı. Arabaya bindiğimde Eren kapımı kapatarak hemen direksiyona geçtiğinde iki araba yanımızdan son sürat geçtiler. Eren tek kaşını kaldırıp;
"Hanımefendi kolonya vereyim mi?"
"Neden "
"Öyle bir kadın ellerinize dokundu. Konağa gidiyoruz bebekler ve hamile hanımlar var. Allah göstermesin dışarıdan konağa mikrop, virüs taşımayalım"
Eren bıyık altından gülerken, başımı salladım. Kolonyayı uzatarak bolca elime döktükten sonra tekrar önüne dönerek arabayı çalıştırdı. Biraz gitmiştik ki bizi son sürat geçen adamların yanından geçerken bakışlarımı dışarıdan dikiz aynasına çevirip;
"Eren"
"Buyurun hanımefendi"
"Ağana haber verdin mi?"
"Hayır vermedim"
"Neden vermedin"
"Hanımefendi siz varken bu sekiz adamı çerez niyetine hemen yiyeceğimizi biliyordum. Hem sizin tırnağınıza zarar gelse taş üstünde taş kalmaz ki"
"Eren hayırdır ayrı bir keyiflisin"
"Mutluyum hanımefendi"
"Tamam neyse Gülendam'ı fazla üzme kırdırma kafanı bana. Kız hem yetim hem öksüz"
Eren bir anda frene bastığında;
"Devam et Eren. Bir daha inan ki senin sürdüğün arabaya binmeyeceğim"
"Neden şaşırıyorsam benim ki de iş"
Eren'e gülerek telefonuma gelen maille baktım. Gördüğüm resimlerle ve bir kaç tane belgenin altındaki tanıdık imzalarla kan beynime sıçradı.
..................................................
MİNA DİLA...
Annem ve babamdan ayrılıp içeriye sınıfa doğru yürürken öğretmenim elimi sıkıca tutuyordu. Sınıfa girdiğimizde mavi yuvarlak büyük bir masa ve etrafında ufak beyaz sandalyeler vardı. Çocuklar sessizce bize bakarken, öğretmenim elimi bırakıp bir çocuğun yanına gitti. Etrafa bakarken sınıfın ne kadar büyük, bizim avlumuz kadar olduğunu düşünüyordum. Göz ucuyla bakmaya devam ederken uzun duvar tarafında renkli renkli ufak dolaplar ve önünde yine yerde renkli renkli minderler olduğunu gördüm. İçimdeki korku ve heyecan daha da çoğalınca Leyloşumun ördüğü saçımla oynamaya başladım. Derin nefes alıp hafif arkamı dönüp öğretmenimin kapadığı kapıya baktıktan sonra ağlamak istedim. Başımı tekrar sınıfa çevirdiğimde bütün çocuklar sessizce bana bakıyordu. Gülşah öğretmenim yanıma gelerek beni dolapların önüne götürdü. Ufak dolabı açarak ; ' Çantanı buraya koyabilirsin' dediğinde yavaşça çantamı çıkarıp koymuştum. Öğretmenim yorulmasın diye dolabımı kapağını kapadım. Ona dönüp ellerimi önümde birleştirip yüzüne baktım. Masmavi gözleriyle tebessümle bana bakıyordu. Beni yavaşça çevirip ellerini omuzlarıma koyarak masanın yanına kadar yavaşça yürüttü. Çocuklar bana bakarken öğretmenim hafif tatlı bir sesle kulağıma;
"Arkadaşlarına kendini şimdi mi tanıtmak istersin yoksa sonra mı?"
"İsterim"
Öğretmenim hafif öksürüp benim onlara kendimi tanıtacağımı söylediğinde bütün gözler bana bakmıştı. Bir adım geriye giderek aynı annemin konuşmalarında yaptığı gibi üzerimi düzeltip hafif öksürdükten sonra;
"Merhaba benim adım Mina Dila Alibeyoğlu. Altı yaşıma yeni girdim. İki erkek kardeşim bir sürü ablam ve abim var."
Çocukların hepsi aynı anda hoş geldin demesiyle gülmüştüm.
Öğretmenim beni masada boş olan sandalyeye oturtup kendi yerine geçtiğinde ellerimi masanın üzerine koyarak ona baktım. Öğretmenim tekrar masadan kalkıp dolabının yanına giderken sol koluma yanımdaki çocuk hafif dokununca ona döndüm. Bembeyaz çok güzel yüzü olan ve çok böyle sıcacık gülen bir çocuktu. Yanağındaki çukura gamze diyorlardı dimi. Kirpikleri benim kirpiklerim gibi kaşına değiyordu sanki. Başımı sallayarak ona gülünce, o da gözlerini hafif kısarak;
"Hoş geldin Dila, ben Samet"
"Hoş bulduk Samet"
"Senin adın çok güzel biliyor musun"
"Senin de yüzün çok güzel yani çok güzel gülüyorsun"
"Annemde beni güzel yüzlüm diye seviyor. "
"Hım annemde beni nefesim diye seviyor. Ben onun kara kızıymışım "
"Saçların çok güzelmiş annen mi ördü"
"Yok aslında teyzem ama aşkım amcamla evlenecek ya yenge olacak. Leyloşum ördü yani"
"Sana çok yakışmış"
Başımı gülerek eğdiğimde Samet başını masaya yaslayarak yüzüme bakarken arkamda kalan çocuk saçımı çekince arkamı döndüm. Siyah saçlı kaşları çatık bir kız bana sinirli sinirli bakarken;
"Neden saçımı çektin ki "
"Çok çirkinsin ve saçlarında hiç güzel değil, Samet sende bunla konuşma"
Kıza bakarken hızla başını çevirdiğinde yüzüme değen saçları yüzümü yakmıştı. Elimle yüzümü ovuştururken Samet yanımdaki kıza kötü bakıyordu. Onun yüzüne baktığımda;
"O seni kıskandı. Sen üzülme senin çok güzel saçların var"
"Neden kıskanıyor ki onun saçları benim saçlarımdan daha güzel"
"Seni kıskandı, saçlarını değil"
"Beni neden kıskansın ki"
"Çünkü senin baban ağa ya hem de büsbüyük ağa. Senin her şeyin var ya"
"Benim babam ağa olsa da fark etmez ki benim babam aynı sizin babalarınız gibi. "
"Senin babanda bizim babalarımız gibi sana kızıp, bağırıyor mu? "
"Ohooo benim yasaklarım bile var. Benim babam daha sert bir kere, sizin babanız size bağrınca bir kaç saat sonra sizi seviyordur. Benim babam bir kızıyor çok gün hep sinirli benim babam"
"Baban sana vurdu mu hiç"
"Yok babam bana vurmaz ama çok kızıyor ve çok sinirli işte"
"Anladım. Peki sen ne yap-"
Samet'in sözü yanımdaki kızın tekrar koluma vurmasıyla kesilmişti. Ona baktığımda kaşları yine çatık;
"Sen ne kadar havalısın, bir sus çok konuşuyorsun. Samet'i de rahat bırak"
"Ben havalı nasıl olunuyor bilmiyorum ki"
"Böyle senin gibi. Senin baban Azrail ağa diye sınıfın en akıllı, uslu çocuğuyla arkadaş olmak istiyorsun"
"Benim babamın adı azrail değil. Adı Mustafa Hamza. Herkes, herkesle arkadaş olabilir. Sen arkadaş mı ayırıyorsun"
Kız ağızını açmıştı ki öğretmenimiz dolaptan boyalarımızı almamızı ve boya yapmaya başlayacağımızı söyledi. Samet sandalyesinden kalktığında bende kalktım. Beraber dolabın oraya giderken Esma ağlayarak öğretmenimize benim ona vurduğumu hatta saçını çektiğimi söylediğinde durup ona baktım. Öğretmenim bana bakınca;
"Öğretmenim ama ben ona vurmadım ki sadece yanından kalktım."
"Hayır öğretmenim yalan söylüyor. Kendisi ağa kızı ya"
Başımı önüme eğmiştim ki yanıma benimle aynı boylarda altın rengi gibi sapsarı saçlı, masmavi gözleri olan bir kız geldi. Elini koluma koyarak;
"Öğretmenim ben gördüm. Samet'le beraber masadan kalktı Mina. Üstüne Esma bir kere saçını çekti, bir kerede koluna vurdu. Mina hep Samet'le konuşuyordu"
"Tamam Delfin, Esma ile siz yer değiştirin"
Dolaptan boyalarımızı alarak yerimize oturduğumuzda Samet bir tarafımda, Delfin bir tarafımda oturuyordu. Delfin koluma hafif dokunup;
"Merhaba Mina"
"Merhaba Delfin"
"Aslında Arina Delfin adım. Benim annem rus biliyor musun"
"Aaa ben Rusya'ya gittim galiba. Annemin eğitimi vardı"
"Anneannem orada benim"
Konuşmamızı öğretmenimizin boyamamız için verdiği hayvan resimleri böldü. Bize nasıl boyayacağımızı söylerken karşımızda oturan Esma dikkatimi çekti. Onun önünde boya yoktu. Öğretmenim önüne boya koyduğunda başını hayır manasında salladı. Güzel öğretmenim fazla ısrar etmeden başını salladıktan sonra yerine geçtiğinde yanımda oturan Delfin'in koluna dokunup;
"Delfin"
"Efendim arkadaşım"
"Esma niye boyamıyor"
"Hım onun boyası yok, öğretmenimizin ona aldığı boyayı da kabul etmiyor."
"Annesi veya babası almamış mı"
"Babası kızlar okumaz, okusa ne olacak dediği için annesi de almamış."
"Hiç boyası yok mu"
"Yok ilk geldiğinde vardı aslında ama o hep kırdı kalemlerini. Benim annem çocuk psikolojisinden anlıyor onun okuluna gitmiş. Bir gün mutfakta babamla annem ben odamdayım zannederek Esma'yı konuşuyordu. Annem dedi ki onun bir takım sorunları var sana gelmesi lazım bence dediğinde, babamda belli ki şiddet eğilimi var dedi."
"Senin annen ve baban pişiikolok mu"
"Evet annem çalışmıyor ama babamın büyük binası var"
"Ne güzel benim annemde kardeşlerim olduğu için şuan çalışmıyor"
"Bebek mi kardeşlerin "
"Evet, iki erkek Ömer Hamza ve Mirza Asaf "
"Benimde bir tane erkek kardeşim var. Samet'in bir abisi birde ablası var"
Başımı Samet'e çevirdiğimde gözlerime bakarak başını salladı. Başımı Mine ve Zenan'dan sonra bana daha sıcak davranan Delfin'e çevirdim. Önündeki aslan resmini boyarken başımı kaldırıp yine Esma'ya baktım. Arkadaşlarına bakıyordu. Biraz düşündükten sonra ayağa kalktım. Delfin elimi tutarak;
"Nereye Mina"
"Geleceğim az sonra"
"Tamam arkadaşım"
Öğretmenimin yanına gittiğimde göz ucuyla Esma'ya baktım. Önündeki kağıda bakıyordu. Öğretmenim elini yanağıma koyarak;
"Mina ne oldu canım"
"Öğretmenim Esma boya neden yapmıyor"
"Yapmak istemiyordur"
"Ama olmaz ki ben boyalarımı vermek istiyorum"
"Almıyor ki Minacım. Bende verdim almadı."
"Anladım. Şey öğretmenim ben tuvalete gidebilir miyim"
"Tamam bekle sınıf ablamızı çağıralım seni götürsün"
Başımı salladığımda öğretmenim sınıf ablamızı çağırmıştı. Abla ile dışarıya çıktığımızda tuvalete girecekken elini tutarak;
"Abla müdürün odası nerede"
Ablanın gözleri büyümüştü. Elinin hafif kendime çekerek;
"Neresi abla"
"Ne yapacaksın ki orada Mina"
"Beni oraya götürür müsün"
"Tamam peki gel bakalım"
Abla ile sınıfın olduğu kattan bir üst kata çıkarak daha önce geldiğim müdürün odasının önüne geldik. Abla kapıyı çalarak içeriye benimle girdi. Müdür ikimize bakarak tek kaşını devim gibi kaldırıp;
"Adile hanım nedir sorun"
"Mina gelmek istedi müdür bey"
Müdür yerinden kalkıp yanımıza geldi. Önümde tek dizini yere koyarak;
"Buyur küçük hanım, nedir sorun"
"Ben Mina Dila, amcamı arayabilir misiniz. Siz de amcamın numarası varmış babam dedi"
"Hangi amcanın numarası"
"Hazar ağa amcam"
Müdür başını evet manasında sallayarak ayağa kalktı. Eliyle bana koltuğa oturmamı söyleyerek kendi koltuğuna oturdu. Eline aldığı telefonda bir şeyler yaptıktan sonra kulağına tuttu. Biraz bekledikten sonra ;
"İyi günler Hazar ağam, yeğeniniz Mina Dila sizinle konuşmak istiyor"
Müdür telefonunu bana uzatınca hemen aldım. Kulağıma tutarken müdür önümdeki koltuğa oturdu. Derin nefes alarak;
"Aşkım amca"
"Prensesim, bir şey mi oldu? Yanına geleyim mi?"
"Yok bir şey olmadı aşkım amcam. Ben senden bir şey isteyebilir miyim"
"Tabi ki prensesim. "
"Bizim sınıfta Esma diye bir kız var. O boya yapmıyor, boyası da yok babası almamış, başkası boya verdiğinde de almıyormuş. Sen şimdi bana aldığınız boyalardan, her şeyden babası almış gibi alıp okula getirip kıza verir misin? "
"Allah'ım verdiğin emanetine şükür. Tabi ki alırım prensesim. Hadi sen sınıfına git, telefonu müdür beye açık olarak ver biz onunla konuşalım olur mu"
"Olur amcam. Amca aramızda sır bu tamam mı? çünkü yapılan iyiliği Allah bilse yetermiş annem öyle demişti."
"Tamam benim akıllı kızım tamam. Senin ananın değil eli, ayağının altı öpülür. Hadi git bakalım"
Elimdeki telefonu müdüre uzatıp koltuktan kalktım. Müdür şaşkınca bana bakarken kapının yanında duran Adile abla ile odadan çıktık. Sınıfa doğru yürürken abla bir anda yere çömelerek başımın üzerini öpünce ona baktım. Elini yanağıma koyarak;
"Maşallah sana Mina Dila"
"Abla sende söyleme tamam mı?"
Abla dudağını fermuar çeker gibi yapınca gülmüştüm. Beraber sınıfa girdiğimizde Delfin yüzüme bakıyordu. Yanına oturduğumda Samet başını eğip yüzüme bakarak;
"Neden geç geldin bir şey mi oldu Dila"
"Yok ne olabilir ki"
"Bilmem "
Samet gülerek boyama yapmaya dönerken Delfin;
"Mina Dila"
"Efendim Delfin"
"Sana bir şey sorabilir miyim"
"Tabi ki"
"Sana neden evlatlık diyorlar"
"Çünkü beni dünyaya getiren kadın başkasıymış"
Delfin ve Samet aynı anda ' evlatlık demek ne demek ki ' dediklerinde ikisine bakarak gülmüştüm. Önümdeki kanatlı atın kanatlarını boyarken;
"Annenin karnında değil de kalbinde büyümektir evlatlık. Allah bana doğduktan sonra önce annemi sonra babamı verdi. "
"Ne güzel Mina. Biliyor musun Ezo teyzeyle annem konuşurken duydum. Senin annenle baban birbirine çok yakışıyormuş"
Başımı salladıktan sonra;
"Ezo teyze kim"
"Samet'in annesi. Biz Samet'le kocaman aileyiz"
"Hım öyle mi"
"Evet"
"Delfin senin annenin adı ne"
"Benim annemin adı Eva ama annem müslüman olduktan sonra babam ona Evin diyor."
Ağızımı açmıştım ki öğretmenimiz yanımıza geldi. Resimlerimize bakarken aklıma annem gelmişti. Beni çok seven bir tanecik güçlü annem.
.....................................................
MUSTAFA HAMZA...
Şirkete girdiğimde aklımda hala Mina vardı. Asansöre yürürken yanından geçtiğim bütün personel inanılmaz şekilde arı gibi çalışıyordu. Asansöre bindiğimde uzun zaman sonra ilk defa böyle görmüştüm çalışanları. Odamın olduğu kata geldiğimde asansörden inmiştim ki derin bir of çekmiştim. Bu gün yeni asistanlarla uğraşacaktım. Odama girdiğimde ceketimi dilsiz uşağa asarken kapım çalındı. Masama otururken gel dediğimde uzun boylu siması bir yerden tanıdık gelen gayet hoş giyinmiş bir hanım masamın önünde ayakta durdu. Elindeki dosyayı masaya bırakıp;
" Ben Ekin Eylül. İstanbul'da yönetici asistanlığı okudum. Cv'de nerede görev aldığımı ve okuduğum okulları görebilirsiniz. Bu gün ve bundan sonra burada sizin ve Baran beyin asistanlığını yapmak için bulunuyorum"
"Sizi işe aldığımı hatırlamıyorum Ekin hanım"
"Zaten siz almadınız Mustafa Hamza bey. Ben tam dokuz sene karınız Meryemce hanıma asistanlık yaptım. Hafta sonu asistanlarınızın işine son verdiğinizden dolayı Meryemce hanım tasını tarağını toplayarak buraya geliyorsun dediği için dün Mardin'e geldim. Bu gün karşınızdayım Mustafa Hamza bey"
"Şimdi anladım. O zaman Ekin hanım aramıza hoş geldiniz ve hayırlı olsun"
"Teşekkür ederim Mustafa Hamza bey. Meryemce hanımı utandırmam ve sizi hayal kırıklığına uğratmam inşallah "
"Sanmam. Bu günlük program nedir o zaman Ekin hanım"
"Bir saat sonra şirket içi büyük toplantınız var. Günün geri kalanında sizin bir işiniz yok Mustafa Hamza bey. Ben bütün gün hiç bir iş yapmayan giden asistanınızın saçmalamalarını toplayacağım. Bütün gün kardeşlerinizle ve Baran beyle işim olacak. Yalnız bilgisayarımın yani asistanın kullandığı masa üzerindeki bilgisayar fena derece virüs saldırısı içinde temizlenmesi gerek. Kendi şahsi bilgisayarımı kullanmak durumda kaldım. En son iki ay önceki büyük arsa ihalesini kasıtlı kaybetmişsiniz Mustafa Hamza bey. Kısaca ortalığa çeki düzen vermem için yoğun çalışacağım."
"Anladım Ekin hanım"
"Ben çıktıktan beş dakika sonra kahveniz gelecektir Mustafa Hamza bey. Benden bir isteğiniz yoksa "
"Teşekkürler Ekin hanım, size kolay gelsin. Kahvem-"
"Sade, köpüklü"
Başımı salladığımda Ekin hanım bana arkasını dönmeden kapıya doğru beş adım geri geri gittikten sonra arkasını bana dönerek odadan çıkacakken adını seslendiğimde, başını çevirmek yerine tüm bedeniyle dönerek;
"Buyurun Mustafa Hamza bey"
"Siz buradaysanız, sizin yerinizde kim var"
"Adil Aral beyin ikinci asistanı görevi benden alalı iki ay oluyor. Ben iki aydır çalışmıyordum."
"Neden iki ay önce den"
"Benim kendi kişisel sorunlarım yüzünden Meryemce hanım inzivaya çekilmem istemişti. "
"Meryemce seni yani kovmuş muydu"
"Hayır şöyle Meryemce hanım benim dinlenmemi istemişti"
"Anladım çıkabilirsiniz"
Ekin hanım odadan çıktığında gülmüştüm. Ah Meryemce, kadınım benim.
Meryemceyi aramadan Leyla'yı odama çağırdım. Telefonu kapatmıştım ki odamın kapısı çalındı. Gel dediğimde şirketin çaycısı Cemşit kahvemi önüme bırakırken;
"Ağam Allah aşkına bu yeni aldığın asistanı çok aradın mı"
"Neden Cemşit"
"Ağam sabah altıda geldi iflahımızı söktü. Güvenlikten, temizliğe kadar her şeye baktı. Sen kov bunu "
"İşine bak Cemşit. "
Adam odadan çıkarken Leyla gülerek içeriye girdi. Önümdeki koltuğa oturup tebessümle; "Ağam" dediğinde aynı oyunbaz şekilde abisine nazlanan kıza; "Avukat " dedim. Leyla yüzüne çok yakışan gülmesiyle azcık güldükten sonra;
"Ağam nasılsın"
"İyi Merinos hanım, bakıyorum yönetimi elinize almışsınız"
"Yok estağfurullah. Biz mi aaa çok ayıp"
"Leyla"
"Tamam abi ya, Ekin hiç bir asistana benzemez. Arı gibi çalışır. Çok disiplinli, cıvıklıktan hoşlanmaz. Öyle serttir ki kaya gibi senin asistanlığını yapar. İnan bana bir sene gitme şirkete nasıl bıraktıysan öyle bulursun. "
"Baran'ın asistanlığını da yapacakmış. Baran'ın onu kovduğunu hatırlamıyorum"
"Yok onu siz kovmadınız. Sabah Ekin bundan sonra danışmaya bakacaksın demiş ona. "
"Nasıl yani"
"Şöyle, yüzde doksan; ' iş yerlerinde terfi gibi görevden alma, değiştirme gibi olanaklar olduğu için seninle bu kattaki ilişimize danışmadan devam edeceğiz' demiştir"
"Leyla bu ne"
"Emin ol cuma günü bütün şirketin izin mesai çalışma performansına kadar elinde olur. Sen arkana yaslan ve asistanın seni yormadan neler yaptığını izle"
"Hayırlısı olsun Leyla ne diyeyim"
"Sana afiyet olsun abi. Benim haftaya düğünüm var ya sana mail atayım da onayla"
"İzin için mi"
"Evet Ağam. Baş belası bir dini nikahlı kocam var ya"
"Hım anladım. Kendisi ilk aşkım olur"
"He ta kendisi. Bu hafta koşturmaca içinde olacağımız için izin be abi"
"Leyla emin misin ? bak köprüden önce son çıkış"
"Abi adamı Allah katında kabul ettik. Son çıkış mezar artık"
"Ooo, O değil de Leyla gerçekten mutlusun dimi"
"Evet abi gerçekten mutluyum. Bu soruyu sorduğun için daha çok mutluyum"
"Neden"
"Çünkü bir abim var gibi hissettim. Şuan mutsuzum desem her şeyi silip alacak gibisin"
"Emin ol öyle olur bacım"
"Sağ ol abi. Ben odama geçiyorum, birazdan gelir sana mail"
"Tamam kolay gelsin"
Leyla odadan çıktığında, masadaki telefonu elime alarak Ekin hanımı içeriye çağırdım. Bir dakika bile olmadan kapı çaldığında gel demiştim. Ekin hanım içeriye girdiğinde kaşları çatık gayet ciddi;
"Buyurun Mustafa Hamza bey"
"Ben toplantıya girmeyeceğim. Konuşmaları bana mail olarak atar mısınız"
"Tabi ki Mustafa Hamza bey"
Ağızımı açıyordum ki Ekin hanımın telefonu çalmaya başladı. Kadın hiç istifini bozmadan bana bakarken;
"Açın telefonunuzu"
"Gerek yok Mustafa Hamza bey"
"Açın "
Ekin hanım cebinde çalan telefonu eline alıp ekrana baktığında gözleri gülmüştü resmen. Telefonu açarak;
"Efendim kızım"
"...."
"Anneciğim yarın akşam geleceğim"
"..."
"Akasya'm anneciğim şuan patronumun yanındayım. Ben seni birazdan arayayım mı"
"...."
"Hayır Meryemce teyzen değil. Benim artık başka bir patronum var "
"....."
"Bilmiş kızım evet Meryemce teyzenin kocası. Şimdi izin verecek misin"
"....."
"Akasya anneciğim sinirleniyorum ama. Ben yarın geleceğim ve seni alacağım. Az daha katlan yetimhaneye"
"....."
"Akasya sende biliyorsun ki sen telefonu kapatmadan kapatmayacağım hadi anneciğim ağlama ama"
"....."
"Tamam Akasya, İclal teyzeni arıyorum ve senin yanına gelsin. Gece almaya geleceğim"
"....."
"Aferin kuzuma. Seni seviyorum anneciğim"
Ekin hanım telefonu kapatıp cebine koyuyordu ki;
"İclal hanımı arayın"
"Mustafa Hamza bey"
"Arayın"
Ekin hanım numarayı bularak kulağına koydu. Biraz bekledikten sonra ;
"İclal neredesin"
"..."
"Tamam anladım. Akasya'yı al yetimhaneden. Bütün eşyalar dün gece geldi. Ben biliyorsun evi yerleştirip alacaktım ama durmuyor Akasya. Az önce müdüre hanımdan aradı. Sende kalsın gece geleceğim"
"...."
"Ne yapayım İclal, benim kızımdan başka kimim var. Akasya yanımda olduktan sonra o şehir de durmamın ne gereği var"
"..."
"Tamam İclal sen al ben gelip alacağım kızımı"
Ekin hanım telefonu kapattığında;"
"Özür dilerim Mustafa Hamza bey önünüzde böyle"
"Hiç özür dilemeyin. Siz galiba bir hafta sonra kızınızı her şey düzene girince alacaktınız "
"Evet ama kızım durmuyor duyduğunuz gibi"
"Peki siz gidin şimdi hatta ben size hemen bilet alayım. Akasya hanımı alıp gelin. Akşam da biz de ağırlayalım küçük hanımla sizi. Ertesi gün Meryemce teyzesi Akasya hanıma bakarken, siz ve üç yardımcı kızımız ve bir kaç adamım size yardım etsin. Hemen düzeninizi oturtun. "
"Fakat Mustafa Hamza bey işler"
"İşler sizi kızınızdan bir hafta ayıracaksa boş verin işi. Eminim iki gün sonra iş başı yaptığınızda daha da verimli, aklınız her yerde olmayacak. Siz o zaman daha çok rahat edeceksiniz. Siz hazırlanın ben arkadaşımı arayarak yer ayırtıyorum"
Ekin hanım sadece başını sallayarak;
"Meryemce hanım gibisiniz."
"Hadi Ekin hanım hazırlanın"
Ekin hanım odadan çıktığında havaalanındaki arkadaşımı arayarak masa üzerindeki cvden adını soyadını, kimlik numarasına kadar söyledim. Ayağa kalkıp dilsiz uşaktan ceketimi elime aldım. Masanın üzerinden telefonumu, tesbihimi alarak odadan çıktım. Ekin hanım ile karşılaştığımızda ciddi yüz ifadesiyle bana bakarken yanıma gelen Eren'e Ekin hanımı havaalanına bırakmasını söyledim. Ekin hanım yanımdan geçerken teşekkür ettiğinde sadece akşam beklediğimi söyledim. Onların peşinden Baran'ın odasına yürüdüm. Şirket içi genel toplantıyı iki gün sonraya atmasını söyledim. Kadir'in asistanına da Ekin hanımın yerine de bakmasını söyleyerek şirket binasından çıktım. Boran'ım minibüsün kapısını açmış beni beklerken, biniyordum ki Hazar'ın aracı yanımda durdu. Hazar arabadan gülerek indiğinde ;
"Ne o oğlum cennette yerini mi gördün. Ne güzel gülüyorsun"
"Keyifliyim, mutluyum, gururluyum daha ne olsun Azrail asi ağa. "
"Rabbim daim etsin ne diyeyim"
"Bir şey deme. Nereye gidiyorsun"
"Çarşıya çıkıyorum. Hal hatır, sıkıntı dert dinleyeyim"
"Anladım. Birazdan gönderirim Meriç'i arkandan "
"Tamam görüşürüz akşam konakta"
"Olur ağam"
Minibüse bindiğimde Boran kapıyı kapatıp öne geçti. Yola çıktığımızda önümüzden ve arkamızdan korumalar da gelmeye başladı. Biraz ilerlemiştik ki Boran hafif öksürüp;
"Ağam hanım ağamız var ya"
"Ne olmuş"
"Behçet ağanın kızı Karaca hanıma doğum günü hediyesi göndermiş"
"Ne saçmalıyorsun Boran"
"O gün, o ağalık toplantısında doğum günüm yarın demişti hatırlarsan"
"Evet hatırlıyorum"
"Tamam işte, erkek barbi bebek almış içine de bir not yazdırmış"
"Ne yazdırmış"
"Bana kafa tutmadan önce büyümelisin küçük kız. Her seferinde seni başımdan savıyorum. Bir gün sana hocalık yapıp ders verdiğimde yanarsın. Al bu bebekle oyna " yazdırmış. "
Meryemcenin yaptığına gülmemek için kendimi tutarken Boran durdu. Kapımı açtığında Mina'nın okulunun çaprazında kalan büyük kahvehanenin önünde durduğumuzu fark ettim. Bütün herkes ayağa kalktığında kahvehaneye doğru yürüdüm. Kahvehanenin önündeki okulu gören kısımdaki bir masaya oturduğumda herkes saygıyla karşıma oturdu.
..........................................
Zaman su misali akarken herkesin derdini dinlemeye devam ediyordum. Boran eksikleri, sıkıntıları yazarken, göz ucuyla okula bakmayı da ihmal etmiyordum. Kahvehanenin duvarındaki saate baktığımda öğlen ikiyi gösteriyordu. Öğle namazını kılmak için ayağa kalktığımda bütün herkes saygıyla eğilirken, bir taraftan dua ediyordu. Arabaya binmek yerine camiye yürüdüm.
Öğle namazını kılıp çıktığımda yürüyerek başka bir kahvehaneye girdim. Kahvehanedekiler ayağa kalktığında elimle oturmalarını söyleyerek bir masaya oturup telefonumu çıkardım. Meryemceyi aradığımda uzun uzun çaldırdığım halde açmadı. Kaşımı kaldırıp tekrar aradığımda çalma sesini saymaya başladım. Bir, iki, üç, dört derken " efendim " diyen naif ses kulaklarımı doldurdu.
"Meryemcem, sevgilim nasılsın"
"İyiyim sevgilim, sen nasılsın"
"Allaha şükür sevgilim. Neden geç açtın"
"Ömer'i emziriyordum kocam"
"Ah Mirza'm her zaman ki gibi aç hala, hep ilk Ömer'i emziriyorsun ya"
"Mustafa sinirlendirme beni ilk onu doyurdum"
"Meryemcem"
"Canım"
"Sevgilim"
"Ömrüm"
"Garım"
"Adamım, Mustafa'm, koca bebeğim söyle bana ne karın ağrın var"
"Meryemce, Mina okuldan nasıl gelecek"
"Ben gidip alacağım"
"Neden sen gidiyorsun"
"Hani ilk günü ya onun için"
"O zaman ben şirkete geçeyim tekrar"
"Nasıl yani sen şirkette değil misin "
"Yok ben onu okula bıraktıktan sonra sen gittin ya"
"Eeee"
"Bende şirkette gittim. Baktım olmadı, duramadım. Okulun yakınlarında milletin derdini dinledim"
"Neden"
"Ya korkarsa, okuldan arayarak gelin derlerse, bende daha çok zaman kaybetmeden hemen yetişmek için şey, yani yakın olmak için"
"Korkmaz kızımız kocam, korkmaz. Sen hadi git şirketine"
"Gidiyorum bak"
"Git"
"Emin misin? sonra neden yetişmedin deme"
"Demem, sen nasıl bir baba oldun be adam."
"Seni seviyorum hatun"
"Bende seni kocam bende seni seviyorum"
"Meryemce bu arada teşekkür ederim."
"Neden"
"Ekin hanım için"
"Ah Ekin, çok disiplinli, çalışkan kızdır"
"Fark ettim. Bu arada şuan İstanbul'a inmektedir senin eski asistan"
"Neden ki"
"Akasya hanım annesini özlemiş ve yetimhanede duruyormuş bende gidip kızını alıp gelmesini ve akşamda bizim ağırlayacağımızı söyledim. Yarında kızlarla evini düzenler ve düzenini oturtur dedim"
"Bunları Ekin'e söyledin mi?"
"Evet biletini bile ben ayırttım, Ne oldu ki"
"Sen ne yaptın bilsen "
"Ne yaptım kötü bir şey mi?"
"Ona kimse böyle emri vaki yapamaz, hele bir erkek asla"
"Neden ki"
"Mustafa o kızı on beş yaşında babası ayyaşın birine satmış, üstüne satın alan it de başka yaşça büyük birine satmış. Kızın hayatı erkeklerin elinde hibe olarak geçiyormuş ki canına tak etmiş on sekizinde sığınma evine gitmiş. Orada hem çalışmış hem de okumuş. Seneler sonra benim iş yerimde işe başladığında çok toy bir kızdı. Şirket müdürlerinden biriyle evlendi. O it de kızı yedi aylık hamileyken aldatmış, üstüne Ekin bu aldatma olayını yüzüne vurunca döverek hastanelik etmiş. Tabi karında onu hastanelik etti o ayrı. Hamileliğinin son iki ayını hastanede geçirdi. Doğum yapıp çıktığında kocasından boşanmıştı. Şuan dört yaşını bitirmiş bir cadısı var. O erkeklerin emrivakilerine sinir olur ve dediklerini yapmaz. Dik başlıdır, o kadar sıkıntıdan çileden sonra"
"Anladım zamanında benim karım yine yaralı birine kollarını açmış"
"Her zaman o da benim değer verdiklerimden biridir. Onun için senin yanına getirdim. "
"Seninle gurur duyuyorum karım benim. "
"Şey sen şimdi Akasya gelecek dedin ya "
"Evet karım"
"Ona kağıt helva alır mısın"
"Neden"
"İnanılmaz yiyor"
"Tamam karım alırım. "
"Teşekkür ederim bu arada Ekin gibi bir emrivaki yapsam kızar mısın yine"
"Mardin senin karım"
"Şey tamam"
"Tamam utangaç sevgilim hadi kendine dikkat et seviyorum seni gül güzeli"
Meryemce gülerek telefonu kapadığında kahvehanenin sahibi önüme kahvemi koydu. Hal hatır sorarken karşımdaki adam gördüklerini, olayları anlatıyordu. Adam konuşurken Erkan'dan bahsedince, uzun zamandır ziyarete gitmediğim Erkan'ın ziyarete gitmeye karar verdim.
Yanıma gelen Boran'la birlikte kahvehaneden çıkarak bir kaç koruma etrafımda büyük taş binaya doğru yürümeye başladık. Binanın önüne geldiğimizde adamlara dışarıda durmalarını söyleyerek içeriye girdim. Altı katlı binanın merdivenlerini çıkarken buraya en son Meryemce ile dini nikahımı kıydıktan sonra gelmiştim. Aşiretime bağlı bir ailenin Kadir'le yaşıt oğullarından en büyüğü Erkan'ın psikiyatrist kliniğiydi. Erkan'ın Kadir gibi severdim. Saygılı, disiplinli adam gibi adamdı.
Odasının olduğu kata geldiğimde asistanı beni görünce ayağa kalkarak;
"Ağam hoş geldiniz"
"Hoş bulduk Erkan'ın çok hastası var mı?"
"İçeride bir hastasının yakını var ağam. Yarım saat sonra hiç bir randevusu kalmıyor Erkan hocamızın"
"Tamam ben şurada oturayım"
Kadın başını sallarken dinlenme kısmına geçtiğimde bekleme koltuklarındaki kız ve benim yaşlarımdaki adam dikkatimi çekti. Berjere oturduğumda Mina yaşlarındaki kızla resmen yan yana oturmuş olduk. Bacak bacak üstüne atarak oturduğumda kızın göz ucuyla bana baktığını fark etmiştim. Ona bakmak yerine koltuğun diğer ucundaki adama göz ucuyla baktım. Adamın gözlerinin altındaki morluklar uzun zamandır uyumadığının kanıtıydı. Kısa zaman sonra asistan kız elinde kahve ile geldiğinde önümdeki sehpaya bırakırken ufak kız biraz daha geriye gitmişti. Fincanımın yanındaki minik lokumları gördüğümde Meryemce geldi aklıma. Kahvemden bir yudum alırken kız iyice dikkatimi çekti. Ben ne yaparsam beni takip ediyordu. Hafif ona dönerek; "Merhaba küçük hanım" dediğimde başını önüne eğerek ellerini bacaklarına koydu. Üzerindeki eteğiyle bacaklarını kapatmaya uğraşırken koltuğun yanındaki şalı ona verdim. Ben üşüdüğünü zannederek verdiğim şalı eline aldığında zorda olsa etrafına kapatmaya uğraşıyordu. Tebessümle bu sefer "üşüdün mü " dediğimde kanımı donduracak cümle dudaklarından çıktı.
"Bana dokunma diye üstümü kapatıyorum "
Ona uzattığım elimi geriye çektiğimde nefesimi zor topladım. Ne demek bana dokunma. Kaşlarımı istemsiz çattığımda kız bu sefer; " Sende bana kızdın dimi, sen çok büyüksün. Sakın sende benim canımı yakma " dediğinde oturduğum yerden hızla kalktım. Yerden tavana kadar olan cama yaklaştığımda ellerimi pantolonumun cebime koydum. Bu ufak kız neler yaşamıştı ki. Nefesim göğsümü zorlarken dinlenme odasına kumral açık bir hanım girdi. Yönümü ona çevirdiğimde kadın adamın önüne giderek;
"Mehmet bey yine mi buradasınız? Hastaneden nasıl çıktınız"
"Cansu hanım, İzel ne zaman gelecek"
"Mehmet bey İzel gelmeyecek. İzel bir sene önce öldü biliyorsunuz. "
"Ölmedi. O benim kucağımda uyumuştu. Siz onu benim kucağımdan aldınız. O gün ne güzel beyaz elbisesiyle gülüyordu. Çağırın bana İzel'i, yeter sakladığınız "
"Mehmet bey İzel doğum gününde size kin güden bir kaç kişi tarafından öldü biliyorsunuz. Her gün yorulmadınız mı hastaneden kaçmaktan"
"Cansu hanım, İzel'i çağırın bana. Biliyorum terapi de hastası var ama çağırın. Kocanız geldi de yalvarırım gelsin"
Cansu hanımın kendini sıktığı belli oluyordu. Derin nefesler aldıktan sonra arkasını dönerek olduğumuz yerden çıktı. Kısa zaman sonra elinde bir bardak su ve ilaçla geldi. Adamın önüne giderek ;
"İzel bu ilacı içsin, terapi bitince yanına geleceğim dedi"
"Tamam fazla yormasın kendini. İzel'im hamile ya"
"Tamam Mehmet bey siz için ilacınızı ben söylemeye gidiyorum"
Cansu hanım giderken adam ilacını içerek yerine oturdu. Yüzündeki yorgun gülüşe baktığımda içim kötü olmuştu. Bu gün neden buraya gelmiştim ki. Yerime oturmaya gittiğimde kız iyice koltuğa sindiğinde arkamı ona dönmüştüm. Karşımdaki aynadan ona bakarken, gözlerini sildiğini gördüğümde ağlamasına sinirlenmiştim. Hızla yerimden kalktığımda Erkan yanında bir hanımla bulunduğumuz bölüme geldi. Erkan kaşları çatık başıyla hoş geldin dedikten sonra koltuktan yavaşça kalkan kıza hafif eğilerek elini uzattığında kız yanına gitti. Erkan gözlerine bakmaya çalışırken kız başını önüne eğmişti. Erkan sesini düzeltmek için boğazını temizledikten sonra;
"Dilşah haftaya geldiğinde bana resim çizer misin yine"
"Çizerim Erkan amca"
"Tamam güzel kızım"
"Güzel deme bana"
"Peki Dilşah"
Erkan yanındaki kadına baktığında kadın elini Dilşah'a uzattı. Kız elini tuttuğunda beraberce odadan ayrıldılar. Erkan yanıma gelecekken koltukta uyuyan adamı görünce kaşları iyice çatılarak cebinden telefonunu çıkardı. Bir iki tuşa bastıktan sonra kulağına tuttu. Derin nefesler alarak gözleri adamda;
"Ecem hastaneyi ara Mehmet beyi buradan alsınlar ve ilaçların dozunu artırsınlar"
"...."
"Tamam başka randevum yok değil mi?"
"...."
"Tamam Mustafa Hamza ağamla odamdayım."
Telefonu kapatarak eliyle buyur yaparak benimle odasına yürürken düşünceliydi. Odasına girdiğimizde üç kişilik koltuğa yan yana oturup birbirimize döndük. Erkan derin bir nefes aldıktan sonra;
"Ağam hoş geldin. Kendimi toplamam zor oldu biraz "
"Önemli değil Erkan. Ben uzun zaman oldu yanına uğrayamadım. Hem konuşalım hem de sana bir şey sormaya geldim"
"Buyur ağam"
"İnsan gece gördüğü kabusu sabah hatırlamaz mı? hatırlamazsa neden hatırlamaz"
"Stres, kaygıları varsa kabus görür fakat hatırlamaması mümkün değil. Yorgun kalkar, bilemedin sinirli kalkar. Mina hanım mı kabus gören"
"Yok Meryemce hanım, sabah konuştuk da kabus görmediğini söylüyor ama kabus gördü."
"Ağam hatırlamadıysa bile gün içinde hatırlamıştır mutlaka"
"Anladım. Meryemce hanım hatırlasa da bana söylemez"
"Neden ki ağam "
"Meryemce hanım kendi sıkıntılarını içinde yaşamayı seviyor ve bu durum beni çok sinirlendiriyor"
"Meryemce hanımefendi demek ki çok güçlü bir karaktere sahip. Kadınların yüzde doksan dokuzluk kısmı dertlerini paylaşır, çenesi düşüktür yani. Hakaret olarak demiyorum. Dertlerini ama dostuna ama ablasına veya kardeşine anlatır. Kocasına anlatan kısım biraz şanslı oluyor ağam. Kadınlara göre bizler birer öküz olduğumuz için bize pek anlatmazlar. Meryemce hanımefendi anladığım kadarıyla tek başına çözebilen bir insan demek ki. Sen çok şanslısın ağam kendin gibi birini bulmuşsun. Sende anlatmazsın yaşadıklarını."
"Ben de anlatmıyorum ama Meryemce her geçen gün ufak ufak bir şeyler anlatıyor."
"O zaman bırak ağam sakın üstüne düşme demek ki sana tamamen içini bir anda açarsa o çok kötü olacaktır. Bir anda anlattığında içindeki kirli sularda boğulursa daha kötü. Serbest bırak ağam"
Başımı salladığımda Erkan'ın asistanı kahve ile içeriye girdi. Bize doğru gelirken ağladığını fark ettik. Erkan bir anda kaşlarını çatarak;
"Ne oldu Ece"
"Erkan hocam siz duymadınız ama az önce Mehmet beyi götürdüler. İzel'im beni bırakma diye ağlıyordu uykusunda "
"Anladım Ece. Sen çıkabilirsin ama bir dakika Dilşah'ın haftaya hastaneye yatışını yapacağız. Onunla ilgili belgeleri hazırla getir"
Kadın başını sallayarak odadan çıktığında Erkan alnını ovuşturduktan sonra ;
"Ağam hatırlar mısın İzel vardı, benim diğer pedagog arkadaşım. "
"Evet tatlı bir hanımefendiydi. O adam kocası mıydı?"
"O adam o adam mıydı."
"Ağam öyle bir durumdaki İzel'in mezarlığını açmaya kalktı. Aşktan delirmek bu olsa gerek. Öldüğünde kocasının doğum günüydü. O gün hediye olarak hamile olduğunu söyleyecekti. Dört sene aşk yaşadılar. Her akşam gelip alırdı. Mehmet'in ailesi karşıydı İzel'e ama direndiler sonunda kavuşmuşlardı. Dört aylık evliydiler rabbimin biçtiği ömür işte. "
"Allah rahmet eylesin."
"Amin ağam. Rabbim bizlere doğru dua etmeyi nasip etsin. Bu Erkan ve İzel ben sana kavuşayım da varsın ölüm gelsin dermiş"
"Ne diyeyim Erkan "
"Bazen keşke bu mesleği seçmeseydim diyorum ağam. Bazen karımı sıkıyorum bazen minik sarı kuşumu sıkıyorum. Evin zaten bakıyor yemek yerken ben çok bunalmışım hemen Delfin hanımı odasına gönderiyor."
"Neden ki"
"Ağam bak hasta doktor gizliliği var ama kısaca bir şey diyeyim. Geçen hafta o gördüğün Dilşah bana öyle resimler çizerek geldi ki kanım dondu. Dilşah yetimhanede yaşayan bir kız. Kısa net, nasıl desem onu geçen sene bir koruyucu aile alıyor ve alan ailenin dayısı pedofili. Bundan sonrasını boş ver ağam. Ben bunları duyduktan sonra Delfin'i neredeyse okula bile göndermeyecektim. Kardeşlerimi kucaklarına bile alamaz duruma getirdim. En sonunda geçenlerde yanıma gelerek; 'babacığım amcamlar kötü bir şey mi yaptılar ' dediğinde kızımı yanlış etkilediğimi fark ettim. "
"Terzi kendi söküğünü dikemiyor mu Erkan"
"Öyle ağam öyle"
"Evin nasıl"
"Allaha şükür iyi ağam. Başlarda bize kök söktüren babam ve annem bir gün Evin'i görmesinler hemen arıyorlar. Dün akşam oradan aldım onu. Evin annemden kuran öğrenmeye başladı da"
"Allah daim etsin Erkan"
"Amin ağam. Sen olmasaydın şuan ne kızım, nede Evin'im olurdu"
"Ben ne yaptım oğlum"
"Ne mi yaptın dur bir bakayım. Babama kesin emir verdin. Anneme aba altından sopa gösterdin. Benimle birlikte gelip kızı istedik, ufak bir düğün gibi bir şey yaptık orada hımm başka başka heh buraya geldik çok güzel bir düğün yaptın. Allahtan bir şey yapmadın ağam ya. Kadir'e yaptığın abiliği bana da yaptın. Kadir, adam daha çok genç yaşta evlenmişti o ayrı. Boyu kadar oğlu var adamın"
"Gelinleri bile var"
"Nasıl ağam"
"Sinan'ı Diyarbakırlı Yusuf Ali ağanın kızıyla nişanladım. Yılmaz bizim Serdar'ın kızına yanık olunca azcık pürüz çıkmıştı ama hallettik"
"Allah aşiretin başından eksik etmesin ağam seni"
Başımı sallarken duvardaki saat gözüme takıldı. Yavaşça ayağa kalktığımda koltukta oturan Erkan ayağa kalkarken;
"Ağam ne oldu"
"Benim seans da bitti"
"İlahi ağam"
Erkan ile el sıkışıp odadan peş peşe çıkarken, bize doğru gelen sarı saçlı kızı görünce durdum. Erkan'ın kucağına resmen atlamıştı. Yanaklarını öperek;
"Babacığım nasılsın? Ece abla hastan yok demişti, baba özür dilerim."
"Özür dileme sarı papatyam. Bu amca hastam değil abim"
Kız masmavi gözleriyle bana tatlı bir şekilde güldükten sonra tekrar Erkan'a dönerek;
"Baba biliyor musun benim çok güzel tatlı akıllı bir arkadaşım oldu"
"Öyle mi "
"Evet, evet Minoş ay yok Mina Dila adı. O kadar akıllı ki bu gün Esma saçını çekti, koluna vurdu ama yine sinirlenmedi. Annesi kalbimizin doktoruymuş, babası da hani geçen anneme anlatıyordun ya bümbüyük ağa var ya adı neydi"
Erkan bana gülerek baktıktan sonra;
"Mustafa Hamza ağam mı"
"Hee o. Onun kızı. Samet ve ben aramıza aldık onu. Annesini de gördüm, böyle peri gibi melek gibiydi. Mina onu görünce böyle gözleri parladı"
"Sen anneni görünce mutlu oluyorsun ya o da annesini gördüğü için mutlu olmuştur ondan"
"Biliyor musun ben ona evlatlık ne demek diye sordum. "
"Neden böyle kırıcı bir soru sordun"
"İzin istedim ondan o da sorabilirsin dedi. Minacım üzülmüş müdür baba"
"Sana cevap verdi mi peki"
"Verdi, hem de sen gibi tane tane konuşarak verdi. "
"Ne dedi sana "
"Evlatlık demek annenin karnında değil kalbinde büyümekmiş. Onu çok seven bir annesi ve babası varmış. Babası onun ilk aşkıymış tıpkı benim gibi yakışıklı babam benim"
Delfin babasının boynuna sarıldığında elimi saçına yaklaştırdığımda bir kaç saat önce o ufak kızın dedikleri kulağımda çınlayınca elimi geri çektim. Erkan fark etmiş olacak ki tebessümle ;
"Delfin, sen Mina'yı çok sevdin ya "
"Evet babacığım"
"Ona bir şey söylemek ister misin"
Kız başını babasının omzundan kaldırıp kocaman açtığı gözleriyle;
"Nasıl söyleyeceğiz ki, ben ona senin buradaki şekerlerinden götürmek için geldim aslında yarına kadar bozulur mu şimdi alsam"
"Hemen şimdi, senden ona gönderebiliriz "
"Nasıl"
Erkan kucağından kızını indirip; " Koş masadan al gel hemen gönderelim" Delfin koşarak asistanın yanına giderken Erkan;
"Kızınız ışığını kızıma kadar yansıtmış ağam"
"Ah Erkan öyle bir kız ki. Evlatlık için verdiği cevabı duydun mu"
"Duydum ağam ama dikkat et ağam ışığı bu kadar parlaksa. Zaman çok kötü ağam. Kadın cinayetleri, çocuk cinayetleri ahir zaman ne garip zamanmış ağam "
"Öyle Erkan öyle, seni beklerken kızın dedikleri beni etkilediği için, sarı papatyanın saçını sevemedim. Nasıl bir durum"
Erkan ağızını açmıştı ki Delfin elinde yuvarlak büyük iki şekerle geldi. Babasına uzatırken, Erkan elini bana doğru çevirip;
"Delfin şimdi o şekerleri bu amcana ver "
"Ama Mina'ya gönderecektik neden bu amcaya veriyorum. Küstüm sana"
Delfin giderken daha fazla dayanamadan;
"Küsme sarı papatya, izin verir misin seni kucağıma alayım"
Delfin bana bir an baksa da dediklerimden sonra yine heyecanla babasının dönerek;
"AAA baba biliyor musun ? Mina'nın babası da, abileri de hatta Yekta eniştesi de onu kucağına alırken izin alıyormuş ve ona kıymetli emanetim diyorlarmış"
Delfin'in boyuna eğilmek için önünde diz çökerek;
"Çünkü onun rahatsız olmasını istemiyoruz. Sen nasıl baban için kıymetli, nazlı ve güzel bir kızsan, Mina'mda benim için kıymetli ve nazlı. Onun rahatsız olması bizi üzer"
"AAA sen bümbüyük ağa mısın? Biliyor musun bu gün Esma senin için azrail dedi Mina ona dedi ki benim babamın adı azrail değil Mustafa Hamza dedi. Mina seni çok seviyor"
"Bende onu çok seviyorum"
"Ne güzel dimi baba"
Erkan'ın hafif gülüşü kulağıma geldiğinde ona baktım. Delfin'in saçını sevdiğimde elindeki şekerleri bana uzatıp Mina'ya götürmemi istedi. Bir şekeri alıp diğerini ona bıraktığımda babasına bakmıştı. Babasından izin aldığında eşofmanının cebine koyarak güldü. Ayağa kalktığımda Erkan'ın karısı Evin yanımıza geldiğinde saygıyla başını eğmişti. Ayak üstü hal hatır sorduktan sonra vedalaşıp bir kaç adım uzaklaşmıştım ki Evin daha çok geliştirdiği türkçesiyle;
"Sizin gibi sert, asi bir ağaya öyle naif, güzel bir o kadar da sert bakışlı bir hanım yakışırdı ağam"
Onlara başımı sallayarak asansörün önüne geçtim. Asansörün kapıları yavaşça açıldığında içine doğru bir adım atmıştım ki minik Delfin arkamdan; "Mina'ya benim yerime sarılır mısın " dediğinde ona başımı sallayarak asansörün içine geçtim.
Binadan çıktığımda kapıda duran adamlarıma başımla hadi dediğimde Boran kapımı açtı. Arabaya bindiğimde düşünüyordum. Nasıl dopdolu bir o kadarda garip bir gün geçirmiştim.
......................................
Konağa geldiğimde kapımı açan Eren'e başımla teşekkür ederek konağa girdim. Avluya girmiştim ki havalar iyice soğuduğu için akşam yemeği büyük salona kuruluyordu. Ağır adımlarla odama yürümeye başladığımda boynumdaki kravatı çıkarıyordum. Kapıyı açıp içeriye girdiğimde odanın içini Mina'nın heyecanlı sesi dolduruyordu.
"Yaa böyle güzel bir yüzü vardı. Gamzeleri aynı Leyloşun gamzesi gibi. Annesi de çok güzel bir anneydi. Adı Ezoymuş. Bu gün Samet'in doğum günü olduğu için annesi böyle kek ve poğaça getirmişti anne. Onun annesi yapmış. Her pazartesi anneler bir şey yapıyormuş, sende yapsana anne. Ben Delfin'e dedim ki benim annem çok güzel pankek yapıyor dedim. Sende yaparsın dimi anne"
"Yaparım anneciğim"
"Anne biliyor musun Delfin'in annesi müslüman değilmiş babası onu müslüman yapmış. Allah onu çok sevmiştir dimi"
"Evet anneciğim"
Mina başını annesinin bacağına yaslamış önündeki Ömer'in elleriyle oynarken Meryemce başını kaldırdı. Göz göze geldiğimizde öyle bir gülmüştü ki ne dert, ne tasa kalmıştı. Sessizce yatağa yaklaşırken Meryemceye sus yaptım. Gözleriyle tamam dedikten sonra sessizce lavaboya girdim. Ellerimi yıkarken Mina annesine bir şeyler anlatmaya devam ediyordu. Arada esnemesinden bu gün çok yorulduğunu anlamıştım. Gömleğimi de çıkarıp atletle içeriye girdiğimde Meryemce göz kırptı. Uzaktan karıma öpücük attıktan sonra yatağa oturup bir anda Mina'yı kucağıma alıp sıkıca sarıldım. Yanağına, şakağına öpücükler kondururken güzel kızım, benim en güzel emanetim ruhuma şifa niyetine kahkahalarını saçıyordu. Meryemce başımı öpüp kucağındaki Mirza'yı beşiğe koyarak yataktan kalktı. Mina'yı bacaklarıma oturttuğumda;
"Babam beni özlemiş mi acaba"
"Hem de o kadar çok özlemiş ki "
"Bende seni özledim asi babişkom"
Mina'ya sıkıca sarılıp kokusunu içime çektiğimde aklımdakini nasıl sorsam diye düşünürken Mina birden annesine seslendi. Başımı kızımın omzundan kaldırıp baktığımda karım yanıma oturdu. Elini sırtıma koyarak 'efendim kızım' dediğinde ;
"Biliyor musun bu gün öğretmenimiz gitmeden bütün okuldaki sınıfları bizim sınıfa getirdi. Bize senin bana anlattığın iyi ve kötü dokunmak var ya onu anlattı."
"Ne güzel "
"Bende derse katıldım. Öğretmenimize dedim ki; 'Biraz daha büyüdüğümüzde babalarımızdan, abilerimizden, dayılarımızdan ve amcalarımızdan utanmalı ve çekinmeliymişiz dedim.' O da bana aferin dedi"
"Başka ne dedi babacığım öğretmenin"
"Güvenliğimizi korumak için gerekirse bize zarar veren kişiden kaçmak, yüksek sesle bağırmak ve onu tekmelemek gibi bazı kural dışı davranışlarda bulunabileceğimizi söyledi. Birde hımm İnşaatlardan, boş, terk edilmiş evlerden, bodrumlardan, ailemizin bilgisi olmadan oynamamamız gerektiğini, ayrıca ailemizden izinsiz arkadaş ve komşu evlerine gitmememizin gerektiğini söyledi. Birde çevrede kötü insanlar olabileceği ve kandırmak için bize çeşitli hikâyeler anlatabileceklerini ama buna inanmamamız gerektiğini söyledi. Mesela "Annen kaza geçirdi; ben doktorum, seni yanına götüreceğim" gibi şeyler söyleyebilirmiş"
"Evet kuzum sende inanmayacaksın değil mi"
"Evet babacığım."
" Başka ne öğrendin bu konuyla ilgili"
"Özel gizli olan yerlerimize bizim izin vermediğimiz kimsenin dokunmaması gerektiğini anlattı. Tek başımıza tuvalete gitmeliymişiz ve tek başımıza giyinip soyunmalıymışız. Güvenmediğimiz kimseden yardım almamalıymışız. Babalar, abiler, amcalar, dayılar dedeler dudaktan öpemezler dedi, sonra biz izin vermeden kucaklarına bile alamazlar dedi. Hani babamlar diyor ya izin verirsen diye geçen gün Yekta eniştemde izin istemişti benden bu doğru bir şeymiş yaaa. Birde öğretmenimiz dedi ki bizim odamıza girerken, anne senin dediğin gibi izin alarak girmeniz lazımmış yaaaa."
Mina öyle güzel anlatırken, Meryemce öyle güzel gururla kızını izliyordu ki. Mina'nın konuyla ilgili daha ne kadar şey öğrendiğini merak ettiğim için"
"Başka var mı kızım"
"Var babişko bekle düşüneyim. Heh dedi ki benim sizinle yatmamam lazımmış ve ben banyo ederken üzerimde atletim ve, ve şey hımm heh çamaşırımın olması lazımmış. Çıplak yıkanılmazmış. Ne güzel beni herkes öyle yıkıyor akıllı annelerim var dimi baba."
"Evet kızım"
"İyi dokunma ve kötü dokunmayla ilgili bir sürü soru sordular ben hepsine doğru cevap verdim"
"Bende sana sorabilir miyim prensesim"
"Evet, evet sor baba"
Mina heyecanla beni beklerken sıkılmasın diye başımı Meryemce'ye çevirerek;
"Önce sana sorayım bakayım sen biliyor musun annesi"
"Sor "
"Parkta oynarken istemediğin halde birinin sana dokunması iyi dokunma mı kötü dokunma mıdır?"
"Kötü dokunma"
"Aferin sıra Mina'da; Tanıdığın bir kişinin sana dokunması kendini rahatsız hissetmene neden oluyorsa iyi dokunma mı kötü dokunma mıdır?"
"Kötü"
"Aferin prensesim sıra yine sende"
"Peki babacığım"
" Anneannen ve deden ziyarete geldiklerinde herkesin birbirini kucaklaması ve öpmesi iyi dokunma mı kötü dokunma mıdır?"
"İyi "
"Aferin kızıma "
"Başka baba"
"Dur düşüneyim prensesim. Tanımadığın bir kişinin dokunması seni korkutuyor ve sinirlendiriyorsa iyi dokunma mı kötü dokunma mıdır? "
"Tabi ki kötü babacığım"
"Sana dokunan kişi bunu başkasına söylersen sana zarar vereceğini söylüyorsa iyi dokunma mı kötü dokunma mıdır?"
"Kötü. Her şeyi anne ve babaya korkmadan söylemeliyiz. Bizim annemiz ve babamızda bizim iyiliğimizi ister"
"Evet kuzum. "
"Peki, Uyandığında annenin sana sarılması ve öpmesi iyi dokunma mı kötü dokunma mıdır"
"Ay çok iyi dokunma"
"Peki, Babanın iyi günler dilemek için sana sarılması ve iyi dersler diyerek öpmesi iyi dokunma mı kötü dokunma mıdır?"
"Aaa o daha iyi dokunma. Bayılıyorum o dokunmaya"
Mina'nın dediğine ben kahkaha attığımda Meryemce Mina'nın hafif saçını çekti. Kızım kaşlarını çatarken Meryemceyi kolumun altına alarak;
"Sakin olun "
Meryemce ağızını açıyordu ki Mina kaşları çatık;
"Ben sakinim babacığım bu senin deli karın beni sinirlendiriyor"
"Bak sen demek bana deli karın görüşürüz Mina hanım"
"Görüşelim canım annem. Nerede istersen orada"
Meryemce başını salladıktan sonra gülerek;
"Bir tanede ben sorabilir miyim Mina"
"Sor babamın karısı"
"Mina Dila"
"Tamam anne ya şaka yaptım."
"Soruyorum"
"Sor "
"Sevdiğin kişilerin sana sarılması ve seni öpmesi iyi dokunma mı kötü dokunma mıdır?"
"İyi"
"Öğretmeninin başını "aferin" deyip, okşaması iyi dokunma mı kötü dokunma mıdır?"
"İyi"
"Son soru"
"Tamam anneciğim"
"Size dokunan kişi sana bunu hiç kimseye söyleme diyorsa iyi dokunma mı kötü dokunma mıdır?"
"Kötü dokunmak "
Mina'nın yanağını öptüğümde kızım gülerek, burnundan derin nefes alıp gülerek;
"Bu işte en güzel iyi dokunma canım babam"
Meryemce kaşlarını çattığında Mina kucağımdan ayağıma doğru geri geri kaymaya başladı. Saçlarını biraz geriye atarak annesine gülüyordu. Yataktan aşağıya inerken;
"Tamam sakin ol, sakin ol"
Mina geri geri kapıya giderken Meryemce ile onu izliyorduk. Mina kapıyı açıp önce bir dışarıya baktı. Bakışları tekrar bizi bulduktan sonra gülerek;
"Ne kadar kıskanırsan kıskan babam beni daha çok seviyor deli doktor"
Meryemce hızla yerinden kalkarken bileğinden tuttum. Karım gözlerime bakınca ;
"Ah be hatun seninle gelen her şey başımla gözümle"
"Anlatmak ister misin bu konuyla neden bu kadar ilgilendin"
"Bu gün bir kız gördüm. Bana dedikleri o kadar kötü etti ki, Mina'm benim yani"
"Tamam anladım. Hadi kalk sen duşa gir bende oğullarımızı salona çıkarayım"
"Beni bekle beraber çıkalım"
"Hadi duşa gir o zaman"
"Yatarken girerim. Bana dolaptan bir gömlek verir misin"
Meryemce yanımdan kalktığında, bende yavaşça yerimden kalktım. Güzel karım dolaptan bana gömlek çıkarırken sıkıca beline sarıldım. Boynunu öptüğümde Meryemce gülerek;
"Boyundan öpmek diye bir şey var... Sen benimsin der gibi... Çok anlamlı değil mi kocam... Hayata bağlayan damar orada ve sen her gün ona hükmediyorsun"
"Dün senindim... Bu günde seninim... Yarın ölmezsem söz yarında seninim..."
"Beni sakın sensiz bırakma adam, sen benim her şeyimsin"
"Senin kimseye ihtiyacın olmasın ben tek sana her şey olurum hatun"
"İyi ki varsın adam"
Meryemceyi iyice sıktığımda ağızımı açmıştım ki dışarıdan gelen Mina'nın; "Aaa Akasya " demesiyle karımın alnını öperek ondan ayrıldım. Üzerime gömleğimi giyerken, Meryemce beşiğin yanına gitti. Beşikteki uyuyan oğullarıma baktıktan sonra telsizini eline alarak yanıma geldi. Telsizi kısa bir an aynanın önüne koyarak lacivert hırkasını giydikten sonra başına bordo ufak çiçekli tülbentini takarak çenesinin altından iğneledi. Telsizi cebine koyarak kapıya doğru yürürken peşinden yürüdüm. Odadan çıkarken Meryemce ışıkları kapattığında abajurlar yanıyordu. Beraber merdivenlere yürürken ellerini tutarak kendime çektim. İlk merdiven basamağında durarak göz göze geldiğimizde;
"Ne oldu kocam"
"Hiç gönlün şifam elini tutmak istedim."
"Misafirimiz var kocam hadi salona gidelim. Yalnız fark etmedim sanma canını sıkan başka şeyler var"
"Sıkın değil sadece bir garip oldum. "
"Emin ol sol göğsüm başını, ellerim saçlarını bekliyor"
Meryemce tebessüm edince, yanağını sevmiştim. Başını önüne eğince yanından geçerek hala tuttuğum elimle peşimden çektim. Salonun önüne geldiğimizde elini dudaklarıma yaklaştırıp içini öptükten sonra bıraktım. Salona girdiğimde herkes ayağa kalkmıştı. Elimle kalkanları oturtup kendi berjerime yürürken Ekin hanımla Leyla'nın kaşları çatık bir şey konuşmaları dikkatimi çekti. Ağızımı açmıştım ki Meryemce salona girdiğinde Mina'nın yanında oturan ufak kızın Meryemceyi görüp resmen çığlık atarcasına "Meroş teyzemm" diye bağırmasına istemsiz hepimiz tebessüm etmiştik. Meryemce kendine doğru koşan kıza kollarını açtığında kız onu fazla bekletmemişti. Meryemce yanaklarını öperken kendi etrafında dönmüştü. Minik kız boynuna sıkıca sarılırken gülüyordu. Gözlerim Mina'yı aradığında bir abla edasıyla annesi ve kızı izliyordu. Ona baktığımı fark etmiş olacak ki başını bana çevirip güldü. Elimle gel dediğimde nazlı nazlı yanıma geldi. Bacağıma oturttuğumda başını çeneme yasladı. Sessizce kulağına eğilerek;
"Kıskandın mı? kıskanmadın mı ?"
"Sence baba"
"Bence benim kızım kıskanmadı"
"Tabi ki kıskanmadım. Akasya teyzesini özlemiş baba"
Mina'ya sıkıca sarıldım. Meryemce bize doğru gelmeye başladığında Leyla'nın yanındaki Ekin hanım ayağa kalktı. Meryemce sol koluyla boynuna koala gibi sarılmış kızı sıkıca tutarken sağ kolunu kaldırdı. Ekin hanım kolunun altına girdikten sonra Meryemce ona da sıkıca sarılıp diğer üçlü koltuğa oturdu. Ekin hanım gözlerini kapattığında Meryemce karşısındaki Leyla'ya;
"Kapadı mı gözlerini"
"Evet"
Meryemce başını salladıktan sonra koltuğa oturduklarında bacağına oturan minik Akasya başını yasladığı çenesinden kaldırıp elini Meryemcenin yanağına koyarak;
"Annem bu gün çok ağladı uçakta teyzoş"
"Neden Akasya"
"Hani sen kızmıştın ya Sedef için"
"Evet papatyam"
"O, o adamın sevgilisiymiş ve İclal var ya, teyze o da onların arası bozulsun diye senin yanına gelmemizi istemedi"
"Hımm peki Akasya, annenle sen uçakta konuşmadın mı hiç"
"Hayır konuşmadım"
"Neden akasya ağacı gibi çevresi sivri dikenli kızım"
"Ben, ben kahramanımızı istiyorum o bana kızıyor"
"Çok mu istiyorsun onu"
"Evet onu bana, anneme versene teyzem. Sen istersen, sen kaşlarını çatarsan annem bir şey demez"
"Peki önce şu anneni ayıltalım. Senin yüzünden ve bu gün olanlar yüzünden beni görünce senin emin ellerde olduğunu anladığı için kendini bıraktı."
"Ben bir şey yapmadım ona anne yarım"
"Akasya Efide"
"Hım tamam sustum teyze"
"Mina sana buradakileri tanıttı mı"
Minik Akasya kollarını göğsünde bağlayarak başını başka tarafa çevirdiğinde Meryemce sesini biraz kısarak;
"Efide "
"Hımm"
"Efide "
"Efendim"
"Efideee sana bir sır vereyim mi"
"Ver"
"Senin adını kim koydu biliyor musun"
"Akasya'yı annem koymuş, diğerini bilmiyorum"
"Ben biliyorum hatta Leyla teyzen de biliyor"
"Kim koydu, kim koydu söyle"
"Biraz beklemelisin önce annen, yeter bu kadar sinirlerinin boşaldığı."
Meryemce başını kaldırıp bana bakınca gülmüştüm. Karım tebessüm ederek;
"Akasya, sende git o amcanın kucağına otur"
"Kim o adam ki"
"O da Mina'nın kahramanı"
Akasya yüzüme baktığında başımı sallamıştım. Ufak kız Meryemcenin kucağından inerek bana doğru gelmeye başladı. Yavaşça sol bacağıma oturttuğumda Mina gülerek;
"Musab'a sende kahramanım diyordun dimi"
"Evet o çok güçlü ya"
"Benim babamda çok güçlü"
Mina başını omzuma yasladığında Akasya yüzümü inceliyordu. Ona göz kırptığımda tebessüm etmişti. Yavaşça oda başını omzuma yasladığında içimden karıma baktım. Ekin hanımı ayıltmaya uğraşıyordu. Nasılda anlamıştı, Ekin hanımın kendini sıktığını. Kolunu kaldırmasıyla Ekin hanımda yuvasına sinen serçe misali hemen yerini bulmuştu.
Kısa zaman sonra Ekin hanım gözlerini açtığında Meryemcenin gülen yüzü sertleşti. Ekin hanım oturduğu yerde dikleşerek başını eğdi. Meryemce derin bir kaç nefes aldıktan sonra;
"Sana o Sedef'ten bir halt olmaz demiştim. İclal seni kullanıyor demiştim. Beni bu konuda neden dinlemedin"
"Ama abla"
"Ablana da sana da Ekin. Ben evlendikten sonra seni alayım dedim yok dedin."
"Geldim işte yanındayım yamacındayım"
"Tamam sus"
Meryemce ayağa kalktığında Sultan abla masaya buyur etmişti. Hepimiz yerimize geçtiğimizde Meryemce Akasya'yı kucağına aldığında Mina gülmüştü. Akasya boynuna sıkıca sarılmış öyle duruyordu. Afiyet olsun dediğimde herkes sessizce yemeğine başlamıştı. Mina annem ve babamın arasında sessizce yemek yerken, Meryemce kucağındaki Akasya'nın karnını doyuruyordu. Meryemce'ye neden böyle yaptığını soracakken Leyla;
"Ekin hala yemek yemiyor mu"
"Hayır, Meryemce hanı ay ablam yedirdiğinde birde şey o yedirdiğinde yiyor"
Meryemce kaşları çatık Ekin hanıma baktığında, kadın başını eğmişti.
Yemeğin sonuna gelmiştik ki Meryemcenin cebindeki telefon çalmaya başladı. Meryemce kucağındaki güzellikle açamayacağı için cebinden çıkardım. Ekranda yazan Mert'im yazısını görünce açmak istemesem de açmıştım. Meryemce hoperlöre alarak masaya bıraktı. Mert ağlayarak;
"Abla bize yardım et"
Nisa'nın rengi attığında, diğerleri meraklanırken Meryemce gayet sakin;
"Ne oldu Mert "
"Abla ben sana yalan söyledim"
"Ne yalanı Mert"
"Abla ben Almanya'dayım. Ben, ben amcamla gelmek zorunda kaldım. Bize yardım etmelisin"
"Ne oldu"
"Amcamı dövdüler şimdi bir hastanede yoğun bakımda. Burada biriyle işleri varmış. Amcama iftira atmışlar."
"EEE Mert"
"Abla benim kredi kartlarım nasıl olduysa bloke olmuş, bizi Türkiye'ye getir yalvarırım"
"Hangi hastanedesiniz"
"Hamburg'dayız. Hani senin bir aylık görev aldığın hastane var ya oraya getirdim"
"Tamam şimdi ağlamayı kes ve git baş hekimi bul."
"Tamam abla sağ ol"
"Kes Mert"
"Özür dil-"
"Mert çabuk yoksa sende amcanda orada kalacaksınız"
Mert susmuş ayak sesleri geliyordu. Almanca biriyle bir şeyler konuşurken Meryemce gayet sakindi. Başını kaldırıp Nisa'ya baktığında, minik gelinimiz elini karnına koymuş Meryemceye bakıyordu. Meryemce ona göz kırpıp güldükten sonra; "Merak etme her şey çok güzel olacak, güven bana " dediğinde Nisa başını tamam manasında salladı. Telefonda bir iki hışırtı olduğunda Mert; 'Abla baş hekim burada ' dediğinde Meryemce derin nefes alarak sabır diledikten sonra;
"Telefonu o adama ver"
"Peki"
Saniye geçmemişti ki;
"Buyurun"
"Meryemce Alibeyoğlu, Çka başkan yardımcısı profesör kalp ve damar cerrahı Meryemce. Şimdi karşındaki adamdan uzaklaş"
"Tatataamam"
Meryemce önüne konulan çayından bir yudum almıştı ki;
"Dinliyorum hocam"
"O yoğun bakımdaki adama dediklerimi yaptıktan sonra yanındaki o adamla Türkiye'ye sevk ediyorsunuz. Elindeki imkanları eksiksiz kullanın. Hastane çıkışında maddi olarak hiç bir sıkıntı çıkarmayın. "
"Peki hocam"
"Telefonu Mert'e ver"
"Peki hocam"
Kısacık zaman sonra Mert'in heyecanlı sesi salonu doldurdu.
"Çok teşekkür ederim abla. Bu kara günde amcamızı da kaybetmek istemezdim"
"Senin amcan Mert Ateş benim değil. Ona da yardımı sen benim kardeşim olduğun için yaptım. Bir daha asla bana yalan söyleme. Yüzde doksan o adamı Ankara'ya sevk edecekler sende belli bir süre Mardin'e sakın ayak basma"
"Abla"
"Ne abla"
"Benim karım doğuracak"
"Kes sesini yeni mi aklına geliyor bir karın olduğu Mert. Sen en az bir ay Mardin'e gelmeyeceksin"
"Abla"
"Bu konuşma bitti Mert Ateş"
"Tamam abla"
Meryemce telefonu kapadığında kapının kenarındaki Sultan ablaya dönerek;
"Sultan abla"
"Buyur Karadeniz"
"Abla Dağhan ve Gülcan'ın ufak dairesi boşaltılsın. O daire yeniden boyatılıp Devran ve Avşin için hazırlanacak. Avşin ve Devran'ın dairesi de Nisa için hazırlanacak. Annem ve ben doğumdan sonra çabuk ulaşabilelim değil mi anne"
"Evet kızım haklısın"
Herkes gibi bende keskin kararlar veren Meryemce'ye bakarken o boşalan bardağını Gülendam'a uzattı. Telefonunu eline almadan tekrar birini aradı. Çalma sesi duyulurken birden kalın gür bir ses;
"Hanımefendi, hayırlı akşamlar"
"Adil Aral Aslantürk, hayırlı akşamlar, şirkette misin"
"Hayır hanımefendi şuan ailemle birlikteyim. "
"Dışarıdaysan sonra arayayım"
"Hayır hanımefendi evdeyim. "
"Tamam bana bir beş dakika zaman ayırır mısın"
"Emredin"
"Şimdi bir kağıt kalem al söylediklerimi yaz "
"Bir dakika çalışma odama geçeyim. Minik Meryemce'm göğsümde uyuyor. Onu odasına koyayım"
Meryemce tebessüm ettiğinde bir şey dikkatimi çekti. Aşırı sevdiklerine, merhamet duyduklarına çok farklı tebessüm ediyordu. Telefondan ayak sesleri gelmeye başladığında;
"Sen üst kata çıkarken bir şey sorayım"
"Buyurun"
"Ateş holdingin güvenlik işini aldınız mı"
"Yasin bey üç gün önce sabah halletti. Orası da artık Şar şirketi güvenliğiyle korunacak"
"Çok sevindim. Musab Talha ne oldu"
"Dediğiniz gibi oldu"
"Tamam, koltuğuna oturduğuna göre yaz. Dağhan'ın sattığı binayı yıkıyorsunuz. Çift daire üzerine dört katlı bina yapıyorsunuz. Daireler Mina için yaptırdığımız gibi geniş olacak. Her dairenin sahibi üzerine tapusu çıkacak"
"Tamam hanımefendi. İsimler "
"Sinan, Yılmaz, Emrah, Gül, Ezel Alibeyoğlu. Mihriban ve Aslı Köseoğlu ve Seyhan Turan "
"Bu kadar mı hanımefendi. "
"Evet bu kadar, prens ve prensesine benim yerime sıkıca sarıl"
"Zevkle hanımefendi. En kısa zamanda yanınıza geleceğim"
"Beklerim"
"Hayırlı geceler hanımefendi"
Meryemce telefonu kapadığında babam birden;
"Meryemce ne yaptın"
"Yengelik ve Mustafa ağamın sabah dediğine göre yarı annelik görevimi yaptım babacığım"
Masanın altından elimi Meryemcenin bacağına koyacakken Akasya hanımın o bacağında oturduğunu fark ettim. Elini Meryemcenin yanağına koymuş başı çenesine yaslı annesine bakıyordu. Bu kız çok üzgündü. Kucağıma almak istediğimde Hazar benden önce davranarak elini uzattığında omzunu çektiğinde Meryemce telefonu tekrar eline aldı. Bir şeyler yaptıktan sonra;
"Ekin yüzüme bak"
"Efendim abla"
"Kaldır başını"
Ekin hanım başını kaldırdığında Meryemce kaşları çatık;
"Alibeyoğlu şirketini toplayacaksın ya"
"Evet abla"
"Hiç eksik buldun mu"
"En büyük eksik bir sürü koruma var ama hepsi garip şekilde kapıda. Yangın merdivenleri boş mesela"
"Ney ve kim eksik"
"Musab eksik abla"
"Hayatında"
"ABLA"
"Bak beni iyi dinle. Bu kız onu baba diye seçmiş. Mina da babasını seçti ve şuan kocaman bir ailesi bir sürü abisi, ablası ve kardeşleri var. Nereye kadar yalnız kalacaksın. Emin ol senin en büyük eksiğin adam gibi adam. Musab seni severken evlenmene göz yumdu, yummak zorunda bıraktın. O adam karnında bu bir parça kızın varken dövdüğünde onu aradın. Şimdi kendine ve bu kıza babasını borçlusun. Kimlikte soyadı ne Akasya'nın"
"Yapma abla"
"Söylesene baba yerinde kim yazıyor. "
"Musab Talha yazıyor"
"Neden yazıyor? Niçin yazıyor? Kızım sen doğum yaptığın gün o adamı görmedin. Gerçekten baba olacakmış gibi delirmişti. Nereye koştuğunu bilmiyordu. Boşandıktan sonra altı ay bekledi. Kızını o itin üzerine yazdırmayalım diye bu minik cadıyı ölü göster abla dedin ve yaptım. Şimdi bu kıza babasını, kahramanını, Musab'a merhamet tarafını vermek zorundasın. Sen diyorsan ki yok, geçmiş olsun Musab yine tam gözünün önünde olacak. Mustafa Hamza ağam belki kızacak ama şirketinin güvenliğinin başına yarından itibaren Musab geliyor. Sende artık kızlık soyadını kullanmaktan vazgeçiyorsun. Dört buçuk senedir sen aşkından kaçtın. O da seni rahatsız etmemek için kaçtı. Yalnız o çocuk senin gözlerine baktı. Düşün taşın bu arada sana aldığım ev var ya, o ev sen ve Musab'ın üzerine "
Hepimiz Meryemceye bakarken, Akasya sıkıca Meryemcenin boynuna sarılmıştı. Hafif eğilerek saçını sevdiğimde başını benim tarafıma çevirip güldü. Göz kırpmıştım ki salonun kapısı çalındı. Kısa zaman sonra kapı açıldığında Eren içeriye girdi. Kapının yanında durarak;
"Ağam, hanımağamın beklediği misafir geldi"
"Al içeriye"
Eren eliyle buyur yapınca, iri yapılı bir adam içeriye girdi. Meryemce başı omzunda olan kızın kulağına bir şey dedikten sonra kız başını kaldırdı. Gelen adama bakarken gözlerinin parladığını görmüştüm. Kız hızla Meryemcenin yanağını öperek;
"Artık söyleyeyim mi teyze"
"Söyle Teyzem"
Meryemce, Akasya'yı yere bıraktığında salonda Akasya'nın sesi yankılandı. Kocaman harflerle söylemişti sanki..." BABAM"
Bir an gözüme Trabzon'da Mina'nın ilk defa kulağıma baba demesi geldi. Hızla başımı sallayarak kızıma baktığımda nazlı kızım bana göz kırpmaya çalışıyordu. Onun haline güldüğümde Meryemce;
"Musab, kızını ve karını al ve git. Konağın yanındaki evi gördün. Bir kaç gün orada kalın. Evinize yeni eşyalar alın yeni düzen kurun. Bu cuma da sizin dini nikahınızı tazeleteceğim. Sil baştan başlayın bu hayatınıza. Sen, karın ve kızın. Hem kardeşini de daha çok görürsün. Buraya daha çok gelecek adam. "
Adam hiç konuşmadan sadece başını sallıyordu. Ekin hanım ayağa kalktığında hepimiz ona bakarken bir atarak elini uzatıp;
"Musab yoruldum artık. Herkese şer olan bakışların, Akasya'ya merhametle, sevgiyle sararken beni de sarar mı?"
"Her zaman sarar şifa gülüşlüm, hadi gidelim."
Adam sol kolunu kaldırdığında Ekin hanım hemen kolunun altına girmişti. Biz önümüzde gerçekleşen şeyleri dizi izler gibi izlerken adam Meryemceye minnetle bakıyordu. Meryemce yavaşça ayağa kalkıp;
"Hadi gidin bıktım sizden dimi Akasya"
"Evet teyze kov bizi. Bu akşam mutlu uyuyayım"
"Evet kovdum sizi gidin evimden "
Adam başını salladıktan sonra ;
"Hanımefendi Allah razı olsun sizden. Her zaman yanımızda, hep iyiliğimiz için uğraştınız. Ben yarın iş başında tanışırım Mustafa Hamza bey ile, burada kendimi yansıtamam. Şimdi müsaadenizle."
"Müsaade sizin Musab"
Minik aile salondan çıkıyordu ki Meryemce ;
"Efide adını sana baban koydu Akasya"
"Gerçekten mi teyze"
"Evet kızım"
Akasya gülerken salondan çıktılar. Meryemce yerine oturduğunda Mina gülerek;
"Annem benim. Sen nasıl güzel bir meleksin. Herkesi mutlu ediyorsun. Sen çok, sen çok "
"Ben çok ne Mina Dila"
"Sen çok güçlüsün. Sen herkesi seviyorsun. Anne sen iyi ki benim annemsin"
Masada herkes Mina'yı gözüyle severken Meryemce ellerini kızına açtı. Mina annemin yanından kalkarak annesinin kucağına koştuğunda Meryemce kucağına alarak bacaklarına oturttu. Güzel kızım annesinin çenesini öpüp başını boğazına yaslayarak; "Bende senin gibi olacağım. Bende senin gibi dimdik ayakta olacağım. Sen gibi herkese yetişeceğim" dediğinde Meryemce kızımızın başını öpüp çenesini başına yaslayarak saçlarını severken;
"Sen benim gibi olma, sen nazlı ol. Babasının nazlısı, ailesinin yaramazı ol. Sen dimdik dur ama benim gibi kimseye yetişme. Sen abla ol ama arkadaş abla ol. Seni seven abilerinin söz dinleyen yardım isteyen kardeşi ol. Babanın yanında göğsünü kabaran kızı ol. Babanın yanında gezerken mutlu huzurlu kızı ol ama benim gibi olma. Sen babasının aşkı, babasının gözbebeği kızı ol"
Herkes Meryemcenin dediklerini dinlerken, annesinin kucağında uyuyan kızımın eli yanlarına düşmüştü. Meryemce kızımızın başını öptüğünde kısa bir gözlerini kapatınca elimi bacağına koydum. Meryemce yavaşça gözünü açtığında o sevdiğim gece karası gözlerine sanki yağmur yağmış gibi bakıyordu. Burnunu kızımızın saçlarına dayayarak derin nefes alarak gözleri gözlerimde;
"Senin zifiri karanlık kuyun olmayacak Mina'm. Baban sana yemyeşil içinde çeşit çeşit çiçekleri olan bir vadi, hayat verecek"
..................................................................
ALLAHA EMANET OLUN...
Kelime ve yazım hatam varsa aff ola...
Sizi seven çatlak bir o kadar geç gelip sizi beklettiği için utanan yazar :/(:(
Sizi çok seviyorum iyi ki benim güzel ailem oldunuz...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 31.09k Okunma |
3.32k Oy |
0 Takip |
79 Bölümlü Kitap |