
MERYEMCE...
Adalet halayla salona girdiğimizde kadınlar bir tarafta otururken, kızlar ve gelinler upuzun kahvaltı masasının hazırlanmasına yardım ediyordu. Masaya yaklaşıyordum ki Adalet hala hafif öksürünce onun yanına yürüdüm. Salona göz gezdirirken Mustafa'mın kaşları çatık bütün erkeklerle sohbet ettiğini fark ettim. Onun değişimi canımı sıksa da bir şey diyemiyordum. Yavaşça Kader'in yanına oturdum. Kader'in göğsüne başını koymuş etrafa bakan Mirza'nın başını severken, Ömür kucağında Ömer'le yanıma oturunca kucağıma oğlumu alacakken salonun kapısı açıldı. Arkamı döndüğümde gördüğüm kişiyle ağlamak istedim. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istedim. Serdar babam ve İnci annem peş peşe salona girdiğinde ayağa kalkamadım. Herkes birbirine sarılırken salonun kapısı tekrar açıldı. İnci annemin sarı civcivleri, gözümün ışığı dediği prensesleri peş peşe içeriye girdi. Yanlarındaki yavrularıyla iyice sinirlerim bozulmuştu. Benim aslında kocaman ailem vardı ama Mert ve Dağhan yüzünden yirmi yaşımdan sonra uzak kalmak zorunda kaldığım ailem. Gözlerimi kapamıştım ki asıl sağlam desteğimin sesi kulağıma doldu. Gözlerimi açtığımda Kerem ile göz göze geldiğimizde öyle bir bakmıştı ki ayağa kalktım. Onlara doğru yürürken salonun kapısı tekrar açıldı. Nazlı'm yeşil gözlü uzun boylu güzel kadının kucağında içeriye girdi. Sadece resimlerden gördüğüm Kerem'in prensesini kucağıma alacakken kızlar bir anda öyle bir sarıldılar ki nefesimi tuttum. Şuan bozulan sinirlerimin ortaya çıkmaması lazımdı. Kızlar peş peşe konuşmaya başladıklarında elimle susturdum onları. Üçü de yüzüme baktığında;
"Yavaş, sessiz olun "
"Ama abla sen bizi özlemedin mi ya"
"Yok hiç özlemedim Selma"
"Ne demek özlemedim abla, abi uçağı durdur ben gidiyorum"
"Nereye gidiyorsun Emel "
"Umurunda mıyız biz"
"Her zaman umurumdasınız Yıldız "
"Hımm onun için sarılmadın bize biz sarıldık sana"
"O Selma'm ne oluyor"
Üç kız birden ağlamaya başladığında İnci annem arkadan belime sarılıp başını kürek kemiğime yaslayarak sessizce;
"Onlar seni çok özledi annem"
Kollarımı açarak annem ve üçüne zorda olsa sıkıca sarıldım. Herkes bizi izlerken Kerem ile göz göze geldik. Ona sarılmayı o kadar çok istiyordum ki, o beni anlamış gibi;
"Kızlar bırakın Meryemce hanımı"
"Hanım mı?"
"Selma, Emel, Yıldız bırakın"
"Peki Hünkar bey"
Kızlar benden uzaklaşırken salona kısa bir an göz gezdirdim. Kenarda duran kızların çocukları koşarak bana sarıldığında hepsinin başını öptüm. Onların cıvıl cıvıl sesi kulaklarıma dolarken içlerinden en ufağı olan Emre elimi sıkınca ona baktım. Yere diz çökerek sadece onu kollarımın arasına alarak;
"Emre, teyzem nasılsın"
Emre gözlerime derince bakarak ellerini yanağıma koyup;
"Sen bizi terk mi ettin teyze"
"Kim dedi sana bunu annen mi baban mı"
"Yok onlar demedi. Babaannem anneme dedi ki ablanda sizi terk etmiş dedi"
"Babaannen dedi demek tamam ben ona terk etmediğimi söylerim teyzem. Yıldız"
"Eff efeendim abla"
"Ne oluyor, bilmem gereken bir şey var mı? "
"Geçen akşam bize geldiler de"
"Tamam kızım, hadi masaya"
Herkes masaya geçerken Selma Hüma'nın kucağından Nazlı'yı alarak benim kucağıma verdi. Nazlı'nın saçlarını koklarken, Hüma yanıma geldiğinde Selma;
"Abla bu Hüma, abimin tatlı karısı "
"Hoş geldin canım, bende Mer-"
Hüma elimi tutarak salonun uğultusunu kesecek cümleyi sözümü keserek kurdu.
"Kerem'in çalışma odasındaki ve yatak odasındaki resimlerinizden daha, çok güzelsiniz Meryemce hanım"
"Hanım değil, abla veya Meryemce diyebilirsin"
"Abla diyeyim o zaman Meryemce abla"
"Tabi ki hadi masaya geçelim"
Masaya geçtiğimizde karışık şekilde otururken, büyükler hemen kaynaşmış sohbet ederken, hanımlar İnci anneme şaşkınca bakıyordu. Mustafa'nın yanına oturarak ona baktığımda kocam derin bir nefes alarak 'Afiyet olsun ' dedi. Herkes sohbet eşliğinde kahvaltısına başladığında kocamın keyifli olduğu yüzünden okunuyordu. Çayımdan bir yudum alacakken Kerem'in nazlısı başını göğsüme koyduğunda Kerem ile göz göze geldik. Kerem tebessüm ettiğinde;
"Kerem"
"Efendim"
"Bu aynı sen "
"Allaha şükür, ya ona benzeseydi. "
"O zamanda huyunu suyunu senden alırdı"
"Meryem"
"Efendim"
"Şimdi huyunu ondan mı alacak"
"Yok merak etme babası, onu yetiştirecek olandan alacak. Onun gibi yürüyecek, onun gibi oturup kalkacak. Onu yetiştiren kadın da, annesi de Hüma olacak. Anlayacağın annesi gibi olacak. Mina'nın aynı ben olması gibi"
Kerem göz ucuyla yanında oturan Hüma'ya baktıktan sonra sessizce amin dediğini dudağından okumuştum. Ona gülerken Kevser hala ve Kezban hanım mırıldanırken, sessizce kahvaltısını eden Mustafa başını kaldırmadan;
"Mırıldanmayın kesin"
Herkes bir anda susunca Mustafa başını kaldırıp, çatalını tabağının kenarına yaslayarak;
"Şule neden burada Kevser hala"
"Kocası, kocası"
"Hadi söyle"
"Kocası boşadı. "
"Boşadı"
Dördünden ses çıkmayınca Mustafa yanında duran Songül'e Meriç ve Boran'ı çağırmasını söyleyerek gönderdi. Songül salondan çıktığında yerinden yavaşça kalktı. Ben ona bakarken sandalyesini sol eliyle tutarak sağ eliyle yerine buyur ettiğinde onun yerine oturdum. Elini omzuma koyarak;
"Siz dördünüz doydunuz, çalışma odama geçin. Size afiyet olsun tekrardan "
Mustafa önde, halalar ve kızları arkasından salondan çıktığında herkes kahvaltısına dönmüştü. Hoş sohbetle herkes kahvaltı ederken Reşat dayım;
"Mustafa ağamın anlattığı kadar varmış ailen "
"Öyleler dayım"
"Ah sen bir dayım diyorsun ya, malımı mülkümü önüne seresim geliyor"
Başımı önüme eğmiştim ki çalışma odasından salona kadar Mustafa'nın kükremeleri gelmeye başlamıştı. Hünkar ailesinin bütün fertleri yüzüme bakarken Kerem tek kaşını kaldırıp;
"Meryemce Yusuf bey Demir karaca'nın babası dimi"
"Evet Kerem, bir şey mi oldu"
"Hayır bilakis güzel bir şey diyeceğim. Diyarbakır'daki yurdun yerini Yusuf bey vermiş, sen fark etmiş miydin"
Ağızımı açmıştım ki salonun kapısı açıldı. Mustafa üzerinde sadece gömleğiyle salona girdiğinde ayağa kalkıyordum ki eliyle omzuma bastırıp yerimde kalmamı sağladı. Az önce benim oturduğum yere oturarak;
"Yusuf ali ağa Mazhar ağanın ailesinin yönetimini sana verdim"
"Başımla ağam"
"Reşat ağa, Mazhar'ın bu sene ki hasadını sen alacaksın. "
"Başımla ağam"
"Baba kız kardeşlerin ve yeğenlerin bir kaç günlüğüne, sağlıkları ve ömürleri için babanın eski konağına gitti"
Babam başını salladığında Mustafa derin bir nefes alarak;
"Reşat ağa senin İsmail var ya"
"Bizim çoban İsmail mi"
"Evet, ona söyle ailesini toplasın. Bir hafta sonra gelip Şule'yi gelin alacak"
"İyi de Mustafa Hamza o adam için"
"Konu kapandı, duydun beni Reşat ağa."
"Duydum azrail, çok iyi anladım."
Masadaki herkes yanıma oturup kararlar verenin Azrail ağa olduğunu bildiği için kıpırdamadan dinliyordu. Mustafa'nın önündeki boş bardağı alarak masada tek gerilen ve kocamdan korkan Hünkarların en nazik kızına, Yıldız'a dönerek;
"Yıldız"
"Ef,ef,efendim abla"
"Kalk kızım eniştene çay getir. Kerem gibi demli içiyor"
"Tamam abla, mutfak nerede"
"Songül, Yıldız ablana mutfağı göster"
Songül sessizce başını sallarken göz kırpınca ne yapmak istediğimi anlamıştı. Onlar salondan çıkarken Kerem göz kırpmıştı. Yıldız hep kibar ve ürkek bir kızdı, Emel boşanma avukatıyken o iç mimar olmuştu. Selma öğretmen olmasının yanında babası gibi o da sertti. Yıldız son evlat olduğu için nazlanmıştı. Öyle olmasına rağmen Mert gibi şımarık kendini beğenmiş değil, sevimli edepli bir genç kızken, şimdilerin en iyi tatlı annesiydi. Elinde çayla içeriye girdiğinde yavaşça çayı Mustafa'nın önüne bırakıp sessizce 'afiyet olsun enişte ' dediğinde Mustafa bir an kalsa da başını sallayarak teşekkür etmişti. Yıldız yerine geçtiğinde İnci annem hafif öksürüp;
"Müsaadenizle bir şey sorabilir miyim"
Anneme gülerek başımı salladığımda;
"Reşat bey, Mustafa oğlumun dayısı değil mi"
"Evet İnci anne kendisi dayım"
"Peki neden ağa diyorsun. Yürekten dolu dolu dayı diyemiyor musun oğlum"
Mustafa gülerken Kerem gür bir o kadar da oyuncu bir sesle;
"Dedi toplantılarda kocasına Serdar bey diyen, Profesör İnci hanım"
Masada herkes bıyık altından gülerken Mert dikkatimi çekti. Telefonuyla bir şeyler yapıyor ve gayet mutlu oluyordu. Onun mimiklerini okumaya başladığımı anlayan Kerem bir iki defa öksürse de ondan bakışlarımı çekmedim. Mustafa'ya arada göz ucuyla bakmasıyla Mustafa'nın bana karşı olan değişimini, iç savaşının ondan kaynaklı olduğunu anladım. Derin bir nefes almıştım ki Sinan'ın kucağında kahvaltı eden Mina; 'Dayı' dediğinde masada dört farklı sesten efendim duyulunca Devran'a göz kıparak;
"Üzgünüm beyler Mina sadece dayı diyorsa size değil Kerem'e sesleniyordur. "
Kerem şaşkınca bana bakarken Devran gülmüştü fakat Mert ve Dağhan bu durumdan hoşlanmamışlardı. Kerem tekrar efendim dediğinde Mina elini ağızına koydu. Ağızına geleni söylememesi gerektiğini fark etmişti ama çok geçti. Kerem tekrar efendim dediğinde;
"Dayı bir şey yok ki"
"Mina Dila Alibeyoğlu, diline geleni bir şey yok diyerek geriye itemezsin. "
Mina yüzünü Sinan'ın boynuna saklayınca Kerem başını salladı. Kerem'in sinirlendiğini anlasam da bir şey demedim. Yanımda masayı seyreden kocama doğru eğilip sol bacağının üzerindeki elinin üzerine elimi koyarak sessizce;
"Kocam iyi misin"
"Şule ile o itin amcası birlikte olmuş, o kocası olacak adam onun için boşamış."
"Kocam sen iyi misin"
"Meryemce, Mert'le konuştun mu"
"Konuşmadım şu düğünü bir atlatalım konuşacağım. Ben şimdi onunla konuşursam hiç iyi şeyler olmaz"
"Tamam karım"
"Kocam iyi misin"
"Şuraya bak en sevdiğim ortam ama hiç keyfim yok"
"Mustafa neden bana iyiyim veya kötüyüm demiyorsun"
"Çünkü kafamın içinde seninle savaşırken ne iyiyim ne kötü. Berbat beynimin içi"
"Bana neden anlatmıyorsun ne olduğunu"
"Çözemiyorum. İçimde kapkara bir düşünce beni yiyip bitiriyor. Birileri uğraşıyor benimle ama çözemiyorum. Benim senin kuyunu beklediğim gibi bekler misin beni "
"Her zaman, son nefesime kadar"
Mustafa elimi sıkıca tuttuğunda başımı masaya çevirdim. Kerem hariç herkes kendi halinde sohbetteydi. Çocuklar, hünkar ailesinin çocuklarıyla sohbet ederken, İnci annem hanımların sohbetini pür dikkat dinliyordu. Kızlar kaderlerle sohbet ederken, büyükler Serdar babama bir şeyler soruyordu. Mirza, Selma'nın kucağında, Ömer, Emel'in kucağında etrafa bakarken tatlı sesler çıkarıyordu. Kucağımda uyuyan Nazlı'ya baktığımda gerçekten tıpa tıp babasının kopyasıydı. Hüma yerinden kalkıp yanıma geldiğinde;
"Ne oldu"
"Alayım abla yoruldun sen"
Nazlı'yı kucağımdan alırken boynundaki kolye dikkatimi çekti. Tek kaşımı kaldırıp kısa bir an onu izledikten sonra Kerem ile göz göze geldik. Başımı hafif ne oluyor der şekilde sallayınca;
"Aklım onda kalıyordu"
"El amor es una cosa hermosa (aşk güzel bir şey)"
"El amor es un problema (aşk bir sorun)"
"Yo amo amo (aşkı seviyorum)"
"Hablemos en turco, todos nos miran. (Türkçe konuşalım, herkes bize bakıyor.)"
"Onlar kürtçe konuşurken bende öyle bakıyorum"
Masada herkes bize gülmeye başladığında Kerem hüzün ve acıyla başını eğerek;
"Sende zamanında çok güzel konuşuyordun. "
"Kerem"
"Tamam, ben bir dışarıya çıkayım"
Kerem hızla odadan çıkarken, herkesin bana baktığını fark eden Serdar babam;
"Meryemce çok güzel sular gibi kürtçe konuşurdu. Kemal'in kürt arkadaşları çoktu. Onlarla anlaşabilmek için Kemal öğrene kadar kızına öğrenmesini rica etmişti. On sekiz yaşında bir anda unuttu."
Yusuf ağa bana baktıktan sonra babacan bir tavırla;
"Hanımağamız unutmak istemiştir ve unutmuştur. "
Gülerek başımı sallamıştım.
..........................................
Kahvaltının sonuna geldiğimizde Kerem salona girdi. Göz göze geldiğimizde göz kırparak iyi misin demiştim. O başını sallayarak Mustafa'nın yanına geçip oturduğunda bir tek masada kadınların olduğunu fark ettim. Songüller masayı toplamaya başladığında İnci annem, anneme ne dediyse annem başını salladı. İnci annem ayağa kalkıp;
"Meryem"
"Efendim"
"Bu kadar kalabalık aileye üç tane yardımcı güzel kızlar olmaz kalkın hadi. Selma, Emel, Yıldız hadi. Masa toplansın, Meryem kahve "
"Peki anne"
Kader ayağa kalkmıştı ki;
"Hamileler otursun, genç kızlarımız ve gelinlerimiz hadi"
Ayağa kalktığımızda Hatun hanım gülerek;
"Siz nasıl diyeyim çok dediğim dediksiniz"
"Hatun hanım"
"Buyurun hanımağam"
"O koskoca üniversitede hocalık yapıyor. Onun için öyle. Birde sizin gibi sert bir anne"
Kızlar masayı toplamaya başladığında elime bir tabak almıştım ki Kerem gür bir sesle;
"Seninle konuşabilir miyiz Meryemce"
Ona dönmüştüm ki Dağhan;
"Meryemce benimde seninle konuşmam gerekenler var"
"Dağhan önceliğim şuan Kerem. Seninle birazdan konuşsak olur mu"
"Olur olur"
Kerem ile salondan çıktığımızda;
"Sen Dağhan'ı neden susturdun"
"Çünkü benim önceliğim sensin."
"Güzel gözünden çıkarıyorsun onları"
"Yoruyorlar artık"
Görünüşte tedavi odası olan kamera odasına girdik. O odadaki uzun koltuğa oturduğunda kapıyı kapatarak yanına oturdum. Bacağımın birini altıma kıvırarak ona döndüğümde;
"Öncelikle dünden sonra nasılsın"
"İyiyim. Sen nasılsın"
"Dün beni öyle havaalanında bırakıp gittikten sonra aklım sende kaldı. İyisin dimi"
"Gerçekten iyiyim"
"Meryem, güzelim benim "
"Yusuf'um"
"Meryem Hakim Seymen ve bizimkiler akşam gelecek. Buraya mı gelecekler otele mi ona göre Kadir yapacak"
"Tabi ki buraya gelecekler. Genco ve Cüneyt karılarıyla geliyor dimi"
"Evet ama karıları yarın gelecek."
"Neden"
"Cankız gece dönecek İstanbul'a, annesindeydi. Hastaydı kadın"
"Aaa gün içinde arayayım onu. Cüneyt niye gitmedi kayınvalidesinin yanına"
"Kayınlarıyla fena kapıştı"
"Ne oldu ki"
"Cankız'a tokat atmış abisi, Cüneyt'e gitti daha doğrusu gittik kayınlarıyla kibarca konuştuk"
"Anladım. Kayınbabası tek damadını tuttu tabi"
"Adamı görmen lazımdı"
"Diana'yı nasıl bıraktı Genco."
"O da ayrı dünya"
"Yine mi kavga ettiler"
"Yok bir haftadır toplantılardan çıkamadı bizim yabancı yerli gelin"
"Neden"
"Bitmek bilmiyor ki kadının toplantıları"
"Genco karısını nasıl gönderdi "
"Vallahi Genco'nun hattı hep meşguldü"
"İnanırım"
"Meryem "
"Söyle, bir şey var sende"
"Mert"
"Yediği haltları biliyorum, biliyorsun"
"Onlar değil daha büyük bir halt karıştırıyor"
"Ne oldu"
"Adnan koç ile görüşmeye başladı. "
"Biliyorum, Kerem sende başka bir şey var"
"Murat abinin annesi Asuman teyze dün sabah vefat etmiş, biliyorsun yatalaktı en son"
"Cenazeye gittin mi"
"Buradaydım ben biliyorsun"
"Başka bir şey yoksa çıkalım mı"
"İyi misin? Bir şey söylemeyecek misin"
"Ne söyleyeyim Kerem, ne söyleyeyim. Ben o adamın kucağımda can çekişmesini izledim. Onun cansız bedeniyle üç gün o ıssız dağ başında, soğuk evde kaldım. Beni ne halde kucağına aldın hatırlıyor musun? Şimdi bana bir şey söyleyecek misin diyorsun. Ne söyleyeyim, beni koruyup kollayan adamın, on sekiz ol seninle evleneceğim diyen adamın annesi ölmüş. Kerem beni sizden sonra en içten seven adam oydu. Kalbime kocaman bir yara açtı o adam benim. O adam niye öldü söyle bana söyle, söyleyemezsin o adam bana aşık diye öldü. O adam beni mutlu ediyor güldürüyor diye öldü. Kim öldürdü yedi bıçak darbesiyle Kemal Ateş öldürdü. O it onu öldürüp Almanya'ya tatile gitti Kerem. "
"Meryem"
"Ne Meryem ne, ben on sekiz yaşıma girdiğim gün gözlerimin önünde can çekişti o. Kerem öyle bir acı ki anlatamam. O bana aşıktı ben ise ona aşık bile değildim. Otuz iki yaşındaki adamın kıymetli inci tanesiydim. Siz olmadan bir gün bir yere gittik ve Kerem o günden sonra neşem var mı sen söyle. Hatırlıyor musun Kemal ateş ölmeden bir hafta önce o otel lobisin de ne dedi bana; ' Seni soğuk, demir ladydi yaptım. Bundan sonra o gözlerin hiç bir zaman parlamayacak. Taş kalpli olacaksın ' dedi."
Kerem kollarımdan sıkıca tutup kendine çekti beni. Başımı omzuna yasladığımda dudaklarını şakağıma yaslayarak;
"Canıma can bacım, ben buradayım. Kızım, kız kardeşim. Sen herkese göre en samimi dostum olsan da aynı anneden süt emmiş deli kardeşleriz. "
"Kerem, bunu Mustafa duymayacak. Benim terk edilmiş bir bebek olduğumu, İnci annemin bana acıyarak süt verdiğini duymayacak. Benim öz babam ve annem beni hastanede terk etti ya. Beni terk ettiler on beş gün sonra geriye gelerek hastaneden aldılar. Duymayacaklar Kerem"
"Tamam Güzel, tamam. Annem sana acımadı şunu aklından çıkarma. O senin doğduğun gün iyi ki oradaydı. İyi ki Erdem Hünkar bana yaptığı gibi sana da yaptı."
"Neyse ne o bulanık suyu açma. "
"Güzel o değil de gel seninle şöyle bir resim çekelim"
"Hayır çekme, tamam bırak beni"
"Dur kızım ya özledim sana sarılmayı"
"Aslında bende özledim sana sarılmayı"
"O değil de sevgili danacığım, üç kadın doyuramamış seni fark ettin dimi. Devran'ın anası, benim anam ve Selma ateş"
"Vallahi bana iyi ki iki süt annemin sütü yaramış. Selma hanım annemin sütü bittiğinde birde mecburen geceleri doyurmak zorunda kalmış"
"Olsun benimsin ya sen ona bak"
"Hoş geldin Mert"
"Yürü git beni kime benzettin. Yalan mı bizim değil misin"
"Yusuf"
"Söyle Yusuf'un güzeli, söyle Yusuf'un annesi, ailesi her şeyi sen söyle"
"Hadi çıkalım."
Yusuf ayağa kalktığında odanın kapısı çalındı. Gel dediğimde Hüma içeriye girdi. Kerem ile bize baktıktan sonra;
"Kerem"
"Efendim Hüma"
"Şey hani demiştin ya"
"Ne demiştim Leyla kokulu, yeşil limanım söyle"
"Hani dedin ya gelirken kaleye çıkarırım seni, Nazlı'mız uyudu"
Kerem kolunu kaldırıp Hüma'yı kolunun altına alarak;
"Güzel gel seni de götüreyim kaleye"
"Yok sağ ol oraya kocamsız çıkmıyorum"
"Ay sevsinler, kocasız çıkmazmış"
Ağızımı açmıştım ki Mustafa'm içeriye girdiğinde yanıma oturarak;
"Benim karım öyle, delirmediği sürece bensiz çıkmaz adı aşk olan kaleye. Burada delikanlılar oraya bir kız çıkarıyorsa ya o kıza çok aşıktır, yada karısıdır. "
"Anladım ağam, sen gelme benimle"
"Olur gelmem, ben kocamın göğsünde rahatım"
"Bana bak Dağhan'ı veya Mert'i bilmem ama neyse"
"Ne lan neyse ne"
"Hoşt başka yerde hırla, ben karımla gidiyorum. Kızıma bakarsın arada halası"
"He bakarım ama göz ucuyla"
"Sen göz ucuyla bak, parmağının ucuyla dokun yeter ki"
Kerem ile göz göze geldiğimizde Hüma elini Kerem'in karnının üzerine koyarak;
"Gerçekten İnci annemin dediği kadar, anlattığı kadar varsınız. Edi ve büdü diyordu sizin için Kerem. Yan yana olmasanız da sizin bağınız hiç kopmaz. Rabbim de kötü insanları aranıza sokmasın"
"Amin leylak kokulum, hadi biz çıktık"
Başımı kocamın omzuna yasladığımda Kerem de güzel karısıyla odadan çıktı. Mustafa kolunu kaldırıp sıkıca sarıldığında kokusunu içime çekerken;
"Babam yaşıtı olan bütün erkekleri alıp çiftliğe gitti. Hazar konakta son bir kaç şeye bakmak için Leyla'yı alıp gitti. Annemler ve yaşıtları büyük salonda yanlarında torunları keyif sohbetteler. Gelinlerim ve gelen baldızlarım ufak salonda, Çocuklar, yeni gelen minikleri alıp bir ordu korumayla lunaparka gittiler. Ufaklardan sadece biri kaldı"
"Emre kaldı dimi"
"Evet, neden gitmedi"
"O annesiz gitmez. Oğullarım nerede gidip alayım onları"
"Ümidi kes karım onlardan artık. Ben seneye yapalım diyorum Afra'yı"
"Sen mi söylüyorsun bunu"
"Son beşiği yapalım ama odadan çıkarmayalım olur mu"
"Neden"
"Bize bırakmıyorlar ki, baksana sabah hoca Allahu ekber diyor Sare teyzem bizim odada"
Mustafa ile kahkaha atmaya başladığımızda, odamızın kapısı hızla açılıp kapandı. Biz gelene baktığımızda Mina gülerek ikimizin arasına girdi. Mustafa'm ile aynı anda yanağını öptüğümüzde;
"Annem ve babam bensiz gülüyor, olmuyor ama"
Mustafa bana göz kırpınca aynı anda sertçe bir daha yanağını öptüğümüzde;
"Ben çok mutluyum biliyor musunuz?"
"Hep mutlu ol kızım"
"Annem ve babam beni çok seviyor. Siz yanımda olmasanız da bu kalbim beni sevdiğinizi çok hissediyor. Allahım iyi ki sizi bana verdi"
"Yerim senin o kalbini nefesim"
Mina birden Mustafa'ya dönerek tamamen onun kucağına oturdu. Boynuna sarılıp;
"Al işte ben deli diyorum kızıyor bana. Canım anneciğim, insan hiç çocuğunun kalbini yer mi"
"Yer, pamuk prenseste kötü annesi yemişti"
"Anneciğim o masal masal"
Mustafa göz kırpıp kızımıza sıkıca sarılıp;
"Mina haklı annesi. "
Mina babasının elmacık kemiğini öperken, başını haklıyım der gibi sallıyordu. Mustafa gülmemek için kendini sıkarak;
"Sadece kalbini değil tamamını yer"
Mina kocaman açtığı gözlerle babasına baktığında onun bakışına ikimizde gülmeye başladığımızda Mina babasının kucağından kayarak yere indi. Elinin birini beline koyup;
"Sevgili asi kızın asi babası ve asi kızın deli annesi, siz kahvaltınızı düzgün etmediniz ben sizi anladım. Şimdi siz burada kıpırdamayın ben size iki tane reçelli ekmek sürüp getireceğim"
Mina odadan çıkarken kapımızı kapatınca, Mustafa'm dudağımın kenarını öptükten sonra ellerimi tuttu. İçlerini öperek;
"Beni, ben yaptığın için, bana verdiğin ve getirdiğin bütün kıymetli hazinelere çok şükür karım, huzurum. Rabbim huzurumuzu, ailemizi eksiltmeden çoğalmamızı nasip etsin. "
" Amin ağam amin. Mustafa'm iyi misin? bir anda benden kaçıyorsun. Şu anın bir anda bozulmasını istemiyorum. İç savaşına yardım etmek istiyorum ama "
Mustafa'nın yüzü ve bakışları değişerek yavaşça ayağa kalktı. Odada volta atmaya başladığında dilimi koparmak istedim. Anı bozan ben olmuştum. Mustafa gür bir of dediğinde ayağa kalkıp sıkıca beline sarılıp başımı sağ göğsüne koyup elimi kalbinin üzerine koyarak;
"Güvenli limanım. Güçlü adamım. Gönlümün ilk ve tek kıblesi. İçinde fırtına kopuyor biliyorum ama beni ortak etmediğin için bir şey yapamıyorum. İçindeki sıkıntı benden kaynaklı biliyorum. Anlat yardım edeyim. Anlatıyım sana ne söyledilerse. "
Mustafa sıkıca sarılıp başımın üzerine dudaklarını bastırıp sadece sustu. Ah kocam ah ne kadar zorlanıyorsun. Ben onun nefesini dinlerken odamızın kapısı açıldı. Mina elinde iki dilim reçelli ekmekle gelince birbirimizden ayrıldık. Mustafa koltuğa oturduğunda Mina bir dilim ekmeği ona uzatınca Mustafa diğer elindeki ekmeği de aldı. Mina ile ona bakarken o iki ekmeği üst üste koyarak yemeye başladığında Mina ile ikimizde ona baktık. Mina birden babasının kucağına çıkarken ben gördüğüm en güzel manzaramı izlemeye başladım. Mustafa'm kızımıza sıkıca sarılıp şakağını öptüğünde Mina elini babasının göğsüne koyarak;
"Babacığım"
"Efendim ilk göz ağrım"
"Beni hamburger yemeğe götürür müsün"
"Ne zaman"
"Şimdi"
"Hadi kalk gidelim. Mina burada söylüyorum, ben en az üç tane yerim. Paralar senden "
Mina başını önüne eğerek alnını babasının çenesine yasladı. Ben ona bakarken, Mina başını babasının çenesinden kaldırıp göğsüne koyarak elini hırkasının cebine soktu. Geriye çıkardığında tekrar babasının yüzüne bakarak;
"Benim param yok ki baba"
Mustafa kızımızı sol bacağında sıkıca tutarak elini çenesine koyarak;
"Mina'm, güzel kızım üzüldün mü"
"Üzüldüm tabi ki babişko annem bir şey demedi ama senin paran yokmuş"
"Mina sence benim param yok mudur"
"Paran vardır ama belki ona paran yoktur"
"Annesinin nefesi, babasının neşesi ben sana ne diyeyim bilemedim. Hadi koş üzerini değiştirelim"
"Sen dur babişko ben giderim"
Mina hızla babasını öpüp odadan çıktı. Mustafa'nın yanına oturarak elimi bacağına koydum. Elimin üstüne elini koyarak sıkınca;
"Bunu unutma seni çok seviyorum"
"Bende seni seviyorum karım, bende seni"
Başımı kocamın omzuna yasladığımda odanın kapısı çalındı. Gel dememize fırsat kalmadan kapı açıldı. Sare teyzem kucağında huzursuz Ömer ve Mirza ile içeriye girdi. Ömer sanki beni görmeyi bekler gibi eli ağızında ağlamaya başladı. Mirza da ona eşlik etmişti. İkisini kucağıma aldığımda ikisi de başı göğsümde şiddetli ağlıyorlardı. Bir anda kalktığım koltuğa kucağımda oğullarımla tekrar oturdum. Ömer'in ve Mirza'nın alnındaki hafif ateşle bir an tedirgin olsam da Mustafa'ya fark ettirmedim. Derin bir nefesle;
"Mustafa Hamza, sen çıksana"
"Neden ağlıyorlar ama"
"Ağam sen çık"
Mustafa odadan çıktığında Sare teyzem;
"Meryemce ikisini aynı anda doyuracaksın dimi"
"Ne yapayım teyzem. Mustafa fark etmedi ama ben dünden beri süt veremiyorum. "
"Nasıl, Meryemce tekrar süt sıtması geçirirsin"
Teyzem elini alnıma koyarak;
"Senin de sanki hafif ateşin tekrar çıkıyor kızım"
"Dur bakalım teyze sen önce Ömer'i bir al"
Teyzem Ömer'i kucağımdan aldığında Mirza'yı doyurmaya başladığımda canım acıyordu. Mirza yavaş yavaş sakinleşirken Ömer'in ağlaması iyice şiddetlenmeye başladı. Teyzeme elimi uzatmıştım ki Mustafa tekrar odaya girdi. Ben hafif ona teyzesi var diye yan döndüğümde;
"Neden susmadı Ömer"
Teyzem bana bakınca;
"Mustafa Hamza ben dünden beri çocukları doyuramıyorum"
"Nasıl yani, sütün mü bitti yani kesildi"
"Hayır ya, Mustafa bilmiyorum "
"Süt şeyi neydi sıtması yine dimi"
Başımı salladığımda kucağımdaki Mirza'nın güldüğünü fark ettim. Mirza'yı Mustafa'ya uzattığımda Mustafa hemen oğlumuzu alıp göğsüne yatırdı. Ömer'i kucağıma yatırdığımda hemen karnını doyurmak için emmeye başladı. O içini çekerken Mustafa kucağında Mirza ile odada volta atarken odaya önce annem sonra İnci annem girdi. Sırtımı tamamen onlara döndüğümde Mustafa'nın anda sert sesi kulaklarımı doldurdu.
"Bir daha bu durum yaşanırsa, üçüncü defa bu duruma gelirsen Meryemce inan seni strese sokan kim varsa ne durum varsa çok kötü şekilde çözerim. Duydun mu beni"
"Tamam"
"Tamam ne Meryemce"
"Duydum Mustafa Hamza"
Odanın kapısı sertçe kapandığında omzumdan arkaya baktım. Sare teyzem Mirza'mı göğsüne yatırmış sırtını sıvazlarken, Mihriban annem, İnci annem bana bakarken zorda olsa gülmeye çalışarak;
"Bu adam öldürebiliyor muyum anne"
Mihriban annem ve Sare teyzem başını hayır manasında gülerek sallarken, İnci annemin sinirlendiği belliydi. Kime, hangimize sinirlendi diye düşünürken;
"Meryem ne oluyor, sen süt sıtması mı geçirdin "
"Evet İnci sultan"
"Birde pişkin pişkin evet diyor. Şimdi de mi var"
"İyiyim bak karnını doyuruyor Ömer"
"Kes sesini. Mustafa Hamza haklı. Sen bebek doyuruyorsun. Bu ne vurdum duymazlık. "
"Anne ama bir dakika"
"Meryem ne bir dakikası, sen hatırlamıyor musun hastanedeki olayı"
"Onunla ne alakası var anne"
"Bak ya Meryem kendine gel"
"Tamam sustum"
İnci annem sinirle odadan çıktığında, annem yanıma gelip yavaşça arkama oturdu. Başını omzuma koyup sessizce;
"Meryemce dünkü ateşlenmen ondan mıydı annem"
"Anne üşüttüm galiba bilmiyorum. Oğlun bir şeye kafasını takmış. Anne tükenmiş gibi hissediyorum"
"Meryemce annem biz mi yorduk seni"
Hızla kucağımda Ömer'le anneme döndüm. Annemin gözlerine bakarak;
"Sizden yorulmak mı? asla. Annem ben sizinle dinleniyorum. Oğullarımı, kızımı bir kere bana bırakmadın. Beni yoran kendi ailem."
Annem şakağımı öperek;
"Ver bize torunlarımı, git yat dinlen annem her şeyi bırak "
"Anne olmaz, bir sürü misafir"
"Meryemce hadi annem"
Annem kucağımdan Ömer'i alarak Sare teyzemle odadan çıktılar. Arkalarından kapıya kısa bir an boş boş baktıktan sonra ayağa kalktım. Odadan çıktığımda odama gitmeden Dağhan'ın odasına doğru yürüdüm. Merdivenleri çıkıp oraya doğru yürürken Mert'i fark ettim. Telefonla gayet keyifli biriyle konuşuyordu. Arkası bana dönük olduğu için beni fark etmedi. Arkasından yaklaştığımda gülerek;
"Adnan abi, ne yaptın bilmiyorum ama dünden beri Mustafa ağa değil ablama yaklaşmak yüzüne bile bakmıyor. Yakında İstanbul'a tamamen döneceğiz."
"...."
"Yok abi unutmadım. Benim işlerim bitsin, senin gizli geçitli evleri çizeceğim. "
"..."
Boynumu sağa ve sol omzuma doğru yatırıp Mert'in omzuna dokundum. Mert arkasına dönüp beni görünce; 'abi ben seni birazdan arayacağım' diyerek telefonu kapadı. Ten rengi beyaza dönerek; 'abla 'dediğinde;
"Abinin odasına geç çabuk"
"Abla"
"Mert ağızını burnunu kırmamak için zor duruyorum. Hızla abinin odasına geç"
"Abla bir kere dinle"
"Mert geç odaya dedim"
Mert, Dağhan'ın odasına yürürken Nisa'yı fark ettim. Nisa yanıma gelerek;
"Abla Mert'i gördün mü"
"Dağhan'ın odasına gitti. Sen odana git, korkmanı ve üzülmeni istemiyorum"
"Abla, Mert sana söylemedi ama çok borçlanmış amcanıza"
"Merak etme ben biliyorum. Sana bir şey soracağım. Ne yaparsam yapayım. Bana güvenip, yanımda durur musun"
"Evet abla her zaman"
"Hadi geç odana"
"Yok Kader yengelerle diğer salonda Kerem abilerin kız kardeşleriyle sohbet ediyoruz. Oraya gideceğim"
"Git bakalım benim tini mini hanımım"
Nisa yanımdan uzaklaşınca hızla Dağhan'ın odasına girdim. Gülcan ve Dağhan Mert'e bir şeyler derken Mert'in önüne gittim. Gömleğinin yakalarından tutarak oturduğu yerden kaldırıp burnuna kafa attığımda Dağhan aramıza girdi. Elini koluma koyarak;
"Ne yapıyorsun"
"Sus Dağhan, bu itin dün ne yaptığını biliyor musun"
Mert yerde burnunu tutarken;
"Abla vallahi bilerek olmadı"
"Lan it bilmeyerek Mina'ya nasıl vurabiliyorsun"
"Abla, saygısızlık yaptı"
"Ne yaptı sana saygısızlık. Sen ne demek ablam kocasından boşanacak, yok Mina'yı babasına bırakır. Mert son kez Mustafa ile aranda duruyorum. İnan bana en ufak hatanda seni öldürse bile sesimi çıkarmam. Senin gibi şımarık, kendini beğenmiş babasının kopyası bir adamın çocuğuna senden daha iyi baba olurum. Asker bir amcaya gerek bile duymaz. "
"Abla şuan farkında mısın? senden olmayan bir kızın, senin hayatına sonradan dahil olmuş bir adamın hesabını bana soruyorsun. "
"Mert, Mina benim kızım. O adam benim kocam bir daha sakın ama sakın kızıma el kaldırma"
"Abla bizi neden siliyorsun"
"Silmiyorum fakat sen sileyim diye çok uğraşıyorsun. Mert kendine gel son kez uyarıyorum seni. Mina'nın bir babası var ve o babanın kızının canına bir zarar gelecek diye aklı çıkıyor"
"Ne baba ama"
Ağızımı açıyordum ki Gülcan Mert'i arkasına alarak;
"Meryemce yeter, Mert haklı ne zaman anlayacaksın. "
"Neyi haklı"
"Meryemce bir aynaya baksana. Bu sen misin? Alibeyoğlu ailesi dendiğinde çıldırıyorsun. Ne oldu bize, ne oldu bizim minik ailemize. Senin İstanbul'a dönmen lazım. Bu sen değilsin. Bende Bingöl'e gidince fark ettim. Sen kocanın hükmünün altında eziliyorsun. Sen deli doktor erkeğin ağızına bakıyorsun. Mina ile hastanede doktorluk yaparken beş aydır evdesin. Bu konağa seni hapis etti Azrail ağa. "
Ağızımı açtığımda ne ara koltuğa oturduğunu fark etmediğim Dağhan;
"Evet Meryemce düşünüldüğünde gülüm haklı. Sen babamız öldüğünün akşamı şirkete gidip toplantı yaptın. Sen güçlüydün. Sen iyice kendini bıraktın"
Arkamı dönmüştüm ki biri belime sarıldı. Kokusundaki acı nane kokusuyla Devran'ın kollarının arasında olduğumu fark ettim. Devran başımı öperek;
"Hadi odana gidelim meleğim"
Sadece başımı salladım. Devran ile bir adım atmıştım ki içim çekildi. Devran belimden tutunca yakasını tuttum. Odadan çıktığımızda Avşin ve Nisa ile karşılaştık. Devran onlara sessiz olun dedikten sonra kucağına aldı beni. Odama girdiğimizde yatağımın üzerine bırakıp yanıma yere oturdu. Sol omzumun üzerine doğru dönerek;
"Avşin ve Nisa'ya söyle bir şey demesinler kimseye, özellikle Mustafa'ya"
"Meryemce söylemezlerde, Dağhan ve Mert üzerine Gülcan da sana çok ağır konuştular"
"Devran"
"Efendim meleğim"
"Ben gerçekten değiştim mi? "
"Asla, sen hala aynısın. Sence sen aynı olmasan, o Kerem seni tanımaz anlamaz mı? "
"Anlar"
"EE o zaman "
"Dağhan ve Mert'in dediklerini duydun mu"
"Kafa attığında oradaydım. Senin odaya kaşları çatık girdiğini görünce hemen geldim. Sen kırıldın mı"
"Kırılmadım, benim içimdeki sevgiyi öldürdüler. Dağhan ve Gülcan'a Mert'i tanıtacağım. Mert asıl darbeyi yarın akşam yiyecek. Mina'ya tokat atmış dün"
"Kıracağım parmaklarını"
Ağızımı açıyordum ki kapımız çalındı. Yatakta oturduğumda Devran gel demişti. İçeriye giren Avşin ve Nisa ile güldüm. Yatağa tekrar uzandığımda gözlerimi kapadım.
.............................................
MUSTAFA HAMZA...
Mina ile arabaya bindiğimizde hala sinirliydim. Kafamdaki uzaklaşma planını fazla geciktirmeden yapmam lazımdı. Boran yola çıktığında Mina başını bel boşluğuma yasladığında kendime geldim. Kızımı bacaklarıma oturtup;
"Mina"
"Babam"
"Mina sana bir şey sorabilir miyim"
"Tabi babişkom"
"Mert dayın sana daha önce vurdu mu hiç"
"Mert dayım bana vuramazdı ki"
"Peki ben gelmeden önce daha çok kiminle zaman geçiriyordun"
"Dayımla yani Kerem dayımla ve devim ay yani Çınar'ım vardı"
"Anladım kızım. Dün Mert sana niye vurdu."
"Seninle annemin boşanacağını söyledi birine telefonda sonra annemin beni sana bırakacağını söyledi. Beni görünce size söylememem için uyardı, bende anneme söyleyeceğim dediğimde bana tokat attı."
"Tamam kızım. Ben anneni bırakmam, annende beni ve seni bırakmaz"
"Bırakmaz ki annem sana çok aşıkmış ya"
"Ya öyle mi"
"Evet"
"Mina"
"Babam"
"Seni çok seviyorum asi ağanın asi kızı"
"Bende seni seviyorum baba. Babaa"
"Kızım"
"Biz hamburger yemeyelim"
"Ne yiyelim kızım"
"Kebap yiyelim yanına da ayran"
"E hani hamburger yiyecektik"
"İstemedim. Samet kebabı çok seviyormuş, ciğer kebabı var mı baba"
"Var kızım var"
"Hım ondan da yiyelim."
"Boran bizim arabın yerine gidiyoruz. Samet beyin sevdiği kebaptan yiyelim"
"Peki ağam"
Boran hafif hızlandığında Mina başını sağ omzuma yaslarken, alnını da çeneme yasladı. Elini sol göğsüme vurmaya başladığında uyuyacağını anlamıştım. Hafif başımı eğerek alnına dudaklarımı bastırırken aynada Boran ile göz göze geldik. Boran başını eğiyordu ki;
"Boran Allah sana önce kız versin"
"Şey amin ağam"
"Heyecanlı mısın oğlum"
"Çok ağam ama derler ya sakınan göze çöp batar diye fazla sevinemiyorum"
"Allahın izniyle bir şey olmaz. Ben dikkat ediyorum Ayşegül'e ama söyle artık fazla iş yapmasın. Kimse ondan iş beklemiyor"
"Biliyoruz ağam Allah razı olsun. Kader abla kendine bebek alış verişi yaparken hep çift almış ağam. Rabbim ailenizi var etsin"
"Var mı başka eksiğiniz. Senin çocuğunun hiç bir farkı olmayacak bizim çocuklardan"
"Biliyorum ağam. Şuan bekliyoruz ağam bir şey yapmıyoruz dediğim gibi"
" Tamam oğlum"
"Ağam, sen dün öğleden beri sinirlisin. Bir durum mu var. Ben araştırdım şu anlık senin canını sıkacak bir olay yok"
"Boş ver Boran Ali boş ver"
Boran başını sallayarak yola dikkatini vermişti. Dudaklarımı yine kızımın alnına yaslayarak dışarıyı izlemeye başladım. Etrafı izlerken Mina bir anda sıçrayarak uyanırken anne dediğinde elimi yanağına koyarak;
"Babacım ne oldu"
"Rüya gördüm. Korktum."
"Anneni arayalım mı"
"Yok sen yanımdasın, ben en güvenli yerdeyim."
Mina boynuma sarıldığında Boran durmuştu. Arabadan kucağımda Mina ile indim. Boran arabayı park ederken arabın dükkanına girdik. Mina'yı kucağımdan indirdiğimde Mina'm etrafa bakıyordu. Biraz etrafa baktıktan sonra bir anda bir iki adım geriye gelerek bacaklarıma yaslandı. Mina nereye bakıyor diye bakarken, Savaş ve Karaca'nın oturduğu masaya baktığını anladım. Mina'nın elini tutarak onlardan uzak bir masaya oturduğumuzda;
"O adam ve o kadını gördüğünde korkmayacaksın. Dik duracaksın sen benim kızımsın. "
"Ben o adamla kadından korkmadım ki"
"Neden geriye doğru çekildin."
"Sana yaslandım babacım"
"Mina babam bunu sana çok soruyorum ama kaç yaşındasın "
"Senin kızınım baba"
"Mina'm benim"
Kızımla keyifle gülerken garson yanımıza gelip siparişleri alıp gitmişti. Mina ile konuşurken yanımızda duran gölgeyle başımı kaldırdım. Savaş ve Karaca yanımda durmuşlardı. Savaş, Mina'ya bakarken Karaca;
"Merhaba şeker şey"
Mina yüzünü acayip yaptıktan sonra;
"Şey öyle sevimli olmuyorsunuz. Köpek değilim ben şeker şey ne demek"
Karaca bir anda geriye çekildiğinde kahkaha atmamak için kendimi zor tutuyordum. Savaş, Mina'ya gözlerini kısarak baktıktan sonra;
"Sen çok cesur bir kızsın küçük hanım"
"Nereden anladın"
"Karaca'ya böyle cevap verebildiğine göre"
"Neden veremez miyim"
"Verirsin de bilemedim. Maşallah ne güzel mert cesur bir kızsın. "
"Öyleyim çünkü ben asi ağanın asi kızıyım. "
"Asi ağanın asi kızı. İsmin sana çok yakışmış"
"Biliyorum."
Mina'nın ters cevabıyla Savaş'ın sinirlendiğini yüzünden anlamıştım. Karaca elini bana doğru uzatınca Mina sandalye de ayağa kalkarak Karaca'nın elini hafif geri iterek;
"Sen elini babama uzatma. Kadınlar ağır olmalıdır ki saygı görsün der benim annem. "
Karaca'nın gözlerinden ateş çıkacak gibi olunca, Mina saçını geriye savurarak yerine oturdu. Karaca burnundan soluyarak Savaş'a arabadayım diyerek dükkandan çıktı. Savaş elini bana uzatmadan;
"Asi ağanın asi kızı, ben babana el uzatabilir miyim? annen bunun içinde bir şey dedi mi"
"Uzatabilirsin."
Savaş elini uzatınca karşılık verdim. El sıkışırken sessizce;
"Neden her şeyin en iyisi senin oluyor ? Senin kanından olmamasına rağmen sen gibi bakan, duran konuşan bir kızın var. Karında senin dişin. Şunu aklından çıkarma sadece karın diyordum ama kızını da alacağım"
Kısa bir an Mina'ya baktığımda Mina pür dikkat bize bakıyordu. Hafif arkamı kızıma dönerek elimin içinde duran Savaş'ın elini sıkarak;
"Elinden geleni ardına koyma ama şunu unutma ikisinin tırnağına zarar gelirse kanını içerim senin"
"Şimdi değil, zamanı geldiğinde alacağım. Şimdilik karın ve kızının sevgisini doya doya yaşa"
Ağızımı açıyordum ki garson geldi. O masayı hazırlarken, Savaş yalancı bir tebessümle selam verip zorda olsa elini çekerek yanımızdan gitti. Mina'nın yanına oturduğumda güzel kızım başını koluma yaslayınca;
"Prensesim ne oldu"
"Baba o adam ve kadın kötü insanlar dimi"
"Evet kızım. O veya o kadın seni bir yere götürelim derlerse"
"Babacığım iyi dokunma ve kötü dokunmada öğrendik. Ben sadece siz olmadan Boran abime, Meriç abime ve Eren abime güvenirim"
"Aferin sana kızım"
Kebapları yemeye başladığımızda Mina öyle iştahla yiyordu ki o yedikçe ben doyuyordum sanki. Mina tabağındakileri bitirince;
"Mina hanım tatlı"
"Olur baba ne yiyeceğiz"
"Künefe"
"Ay peynirli olan şey dimi"
"Evet, daha önce yedin mi"
"Kerem dayım yedirmişti"
Garson yanımıza geldiğinde sipariş verdim. Lavaboya gitmem gerektiği için yan masada yemek yiyen korumalara gözlerimle Mina'yı işaret ettim. Boran başını tamam manasında salladığında gönül rahatlığıyla masadan kalktım. Lavaboya girdiğimde telefonum çalmaya başladı. Cebimden çıkardığımda arayan numarayı tanımıyordum. Meşgule düşürecekken açtım.
"Efendim"
"Mustafa Hamza Alibeyoğlu"
"Evet"
"Ben Adnan koç, seni uyarmak için aradım. Karına güvenme. Dün sana gönderdiğimiz fotoğrafları gördün. Sen karının yara bandısın. On dokuz senelik yarasına merhemsin. Akşam sana göndereceklerimi onun gözünün önünde aç bak. Yüz ifadesinden bile ona olan aşkını anlayacaksın"
"Tamam gönder"
Telefonu kapatıp lavaboda ellerimi yıkıyordum ki dükkanın içinden gelen çığlıkla hemen lavabodan çıktım. Mina'nın yanına gittiğimde korumalar kızımın etrafını çevirmişti. Hızlı adımlarla onların yanına gittiğimde Mina ağlayarak baba diyordu. Kızımı kucağıma aldığımda boynuma sarıldı. Elimi beline koyarak;
"Ne oldu burada, Boran nerede"
Adamlardan biri ceketini ilikleyerek;
"Ağam, minik hanımağam tatlısını yerken arka masadaki adam birden kalkıp elindeki bıçakla Mina hanımın üzerine yürüdü. "
"Ne yaptı. Nerede o it"
"Boran abi döverek çıkardı "
"Siz ne halt yiyordunuz, size gösterdim dimi"
"Ağam saniyelik oldu"
Ağızımı açmıştım ki Boran üzerini düzelterek yanıma geldi. Kısa bir an Mina'ya bakıp bir şeyi var mı diye kontrol ettikten sonra bana döndü. Kaşları çatık ;
"Ekrem'in adamıymış, depoya aldık"
"Tamam, Mina'm"
Mina başını salladığında çok korktuğunu anlamıştım. Dükkandan çıkmak için yürümeye başladığımda Boran da hesabı ödemek için kasaya gitti. Dışarıya çıktığımda adamlarım etrafımda duruyordu. Mina başını yavaşça kaldırıp ıslak kirpiklerini ellerinin tersiyle sildikten sonra;
"Ben çok korktum. Bir daha beni bırakma"
"Bir daha bırakmam prensesim"
Koruma arabanın arka kapısını açtığında kızımla oturduk. Mina başını omzuma yasladığında, yanağını öptüm. Güzel kızım annesi gibi yüzünü yine boynuma gizlediği için uzun kirpikleri boynuma değiyordu. Kızımın sırtını severken kirpikleri hareketsiz durduğunda uyuduğunu anladım. Öğlen uykusuna alıştığı için evden çıktığımızda kısa an uyusa da doymamıştı demek ki öğlen uykusuna. Yerimde biraz kayarak kucağımda rahat ettirdiğimde Boran arabaya geldi. Arabayı çalıştırdığında;
"Neden geç geldin"
"Arap özür diledi. "
"Boran doğru konuş"
"Ağam, Ekrem'e o adamı göndermesini söyleyen"
"Savaş değildir"
"Değil zaten ağam ama Karacaymış"
"Tamam hanımağana söyleme sakın, sonra yarın düğünde onu salona gömer. Ben halledeceğim. Adamı güzel sevin"
"Emrin olur ağam"
Başımı koltuğa yaslayarak gözlerimi kapadım. Biraz gitmiştik ki;
" Boran, Mina'ya korktuğunu unutturmam lazım."
"Ne yapacaksın ağam"
"Sür arabayı Gaziantep'e, kızımı hayvanat bahçesine götüreceğim"
"Emrin olur ağam"
......................................................
"Baba zürafayı gördün mü?"
"Gördüm, ya sen aslanı gördün mü"
"Ayy gördüm, nasıl anneme benzedi dimi"
"Evet"
"Ama jaguar da sana benzedi. Bize doğru nasıl yaklaştı. "
"Korktun mu"
"Hayır korkmadım. Ben aslan sevdim baba biliyor musun"
"Nasıl kızım oyuncak mı"
"Yok annemin aslanlarını sevdim ben. Annem sevdirdi. Baba ceylan bana benzedi mi"
"Hayır sana hiç bir şey benzemez senin eşin benzerin yok babacım"
"Canımcım babam"
Beş dakikadır arabanın içinde konağın kapısının önde konuşuyorduk. Mina o kadar keyif almıştı ki. Bu gün yaşadığı hiç bir şey aklında yoktu. Mina ile konağa girdiğimizde hava biraz daha sıcak olduğu için avluya iki tane ayrı upuzun masa kurulmuştu. Herkes avlunun belli yerlerine dağılmış sohbet ederken, gençlerin sesleri üst avludan geliyordu. Mina elini omzuma koymuş gülerek etrafa bakarken, Meryemceyi görünce bir anda bu günü hatırlamış olacak ki birden ağlamaya başladı. Meryemce kucağında Ömer'le bize doğru geldiğinde yanımıza gelen Ömür, Ömer'i Meryemceden aldı. Güzel karım biraz yorgun bir halle, Mina'yı kucağına aldığında prensesim;
"Anne"
"Mina'm"
"Benim üzerime bir adam bıçakla koştu. "
"Ne yaptılar, Mustafa Hamza ağam bu ne demek"
Avluda herkes ayağa kalktığında Mina elini annesinin yanağına koyarak;
"Sakin ol bak boğazımda hiç bir şey yok. Adam boğazıma süremeden Boran abim adama yumruk attı"
Ağızımı açmıştım ki merdivenlerden inen Kerem ağır adımlarla bize doğru geldi. Kaşları çatık;
"Hayırdır ne oldu herkes bembeyaz"
"Mina'ya bir adam bıçak çekmiş"
"Gördüğümüz kadarıyla babası da sapa sağlam geri getirmiş. Bu kadar gerilmenin anlamı yok Meryemce, bu adam öğretmen değil, dostundan çok düşmanı var. Hadi sakin olun. Mina çok korktun mu ?"
"Korktum ama ne yaptık biz biliyor musun dayı"
"Ne yaptınız ilk evlat kokum"
"Babam beni hayvanat bahçesine götürdü. "
"Hadi gel Nazlıyla Hüma yengenin yanına gidelim. Orada anlat bize"
Kerem kucağında Mina ile yanımızdan ayrıldığında, herkes sedirlere oturmuş sohbet ediyordu bile. Kısa bir an şaşırsam da Meryemce'nin elinin üzerindeki damar yoluyla;
"Ne oldu sana"
"Senden sonra biraz ateşim çıktı. İnci sultan serum aldırttı"
"Meryemce'm, karım gel azcık odamıza geçelim"
Meryemce başını salladığında o önde ben arkasında odaya yürürken Kerem yanımıza geldi. Meryemce tek kaşını kaldırıp;
"Hadi kayınbirader hırla"
"Hoşt ben köpek miyim? saygılı saygılı tehdit edeceğim"
"Kimi kocamı mı"
"Hayır kocana saygım var seni zapt ediyor. Şimdi ben yeğenimin babasını tehdit edeceğim. Bana bak Mustafa bir daha yeğenim korkarsa "
"Korkarsa ne Kerem Hünkar"
"Karını dolduruşa getirir üzerine salarım. Deli ya onun için"
Kerem ile gülmeye başladığımızda Meryemce sinirlenip odaya girdiğinde Kerem birden ciddi bir şekilde;
"Kötü bir şey yok dimi"
"Yok kıskançlık yüzünden, Mina bıçağı doğru düzgün görmemiş bile. "
"Tamam dikkat et bir dahaki sefer"
"Kerem sen neden Devran gibisin"
"Çünkü biz saf çıkarsız seviyoruz Meryemceyi, onun için sizi de anlayışla karşılıyoruz. Üzülmeyin diye uğraşıyoruz. Bu arada Devran'ı sakinleştir. Bir şeye çok sinirli"
"Bir şey mi oldu ki"
"Hiç bilmiyorum. Ben Hüma ile geldiğimde karısı ona sakin ol diyordu."
"Tamam ben öğrenirim"
"Hadi içeriye git onu topla gel. Annemden baya azar işitmiş"
"Neden "
"Hem seni sinirlendirdiği için hem de kendine dikkat etmediği için"
"Kerem yanlış adamlar benim kayınbiraderim onu anladım"
"Hadi Mustafa, birazdan üç tane misafiriniz var, çabuk olun. "
"Tamam birader"
Kerem giderken odaya girdim. Kapıyı kapatıp koltukta oturan karımın yanına gittiğimde ayağa kalktı. Belime sarılınca bende sarıldım. Burnumu başına yaslayarak;
"Sevgilim çok mu hasta oldun"
"Yok iyiyim serumun ağırlığı var üzerimde"
"Nasıl göğüslerin ağrı olur muş"
"İyiyim kocam, çok iyiyim. Sen bana sarılıyorsun ya"
"Ah benim meleğim. Şu muazzam kokuna sevdamı verdim. Canımı veririm"
"Sevmek için sebep aramadım hiç. Sesi yetti kalbime demiş Ahmet arif . Senin sesini duyduğum an ben çok iyiyim. Çok huzurluyum"
"Ah karım ah"
"Mustafa'm senin neyin var. İçindeki savaşı çözdün mü"
"Meryemce'm senin ilk aşkın ben miyim"
"Hayır"
"Nasıl, kim"
"Düğün salonunda gördüğüm azrail ağa, sen benim kocamsın"
"Yüreğime indi"
"Senden başkası olmadı. Kalbim kimseye senin için çarptığı gibi çarpmadı. Mustafa'm bir tek sana aşık oldum. Seni seviyorum"
"Peki kim bu Murat"
Meryemcenin belimdeki elleri bir anda çözülüp yanıma düştüğünde, derin nefes aldım. Karımın her zaman ama her zaman haklı bir sebebi vardı. Ben ona gözüm kapalı güveniyorum. Şimdi benden kaçarsa çıldırırım. Bir tek kelime etse kafiydi. Ellerimi yanımda yumruk yapmıştım ki sakalımda gezen elle gözlerimi açtım. Dolu gözlerle dudağımın kenarını öpüp;
"Acım, neşemi toprağa gömdüğüm adam. Benim gülmem için, beni korumak için ölen bir adam. Aşk seninle geldi bana. Sen benim bütün geçmişime gelen güzel, en faydalı merhemimsin. Murat adamdı, Murat benim kuyumun en kirli, en acı, en berbat taşı. Bu akşam herkes odalarına çekildiğinde anlatayım sana olur mu kocam, her şeyim"
Meryemceye sıkıca sarılıp şakağını öptüğümde;
"Dünden beri içinde bunlarımı biriktirdin"
"Evet"
"Neden bana sormadın. Neden kendine eziyet ettin"
"Çünkü ben sana çok güveniyorum, fakat gördüğüm fotoğraflar"
Meryemce bir anda benden uzaklaşıp;
"Fotoğraflar mı? hangi fotoğraflar"
Cebimden telefonumu çıkarıp epostama girip resimleri ona gösterirken, Meryemce başını omzuma koyup;
"Bu akşam hepsini anlatacağım. Senin için bu adama ve yaptıklarına şahit olan üç adamı da yanımıza alacağız"
"Hayır sen ve ben. Ben seni tanıdım tanıyalı bana hiç yalan söylemedin. Belli şeyleri sakladın ama yalan konuşmadın. Ben sana gözüm kapalı bütün varlığımı açtım. Kimseye gerek yok ama sana bir şey soracağım"
"Sor kocam"
"Kim bizi ayırmak isteyen"
"Kim dedi bana boşan diye"
"Nasıl, Mert olamaz yani bu adam bu kadar ileri gidemez"
"Sana bunları gönderen kim"
"Bilmiyordum fakat biz Mina ile yemek yerken aradı bir adam. Adı"
"Adnan koç"
"Evet"
"Tamam kocam tamam. Gece konuşalım. "
"Olur, Meryemce'm"
"Efendim"
"Ben seni ilk tanıdığımla zanla yada kesin hükümler verirken sen beni değiştirdin. Dün ilk gördüğümde hızla çıktım çalışma odasından ama durdum. İçimden kalbimden gelen sesi dinledim"
Meryemce birden boynuma sarılarak;
"Allahım, Şeytan diyor ki evire çevire öpe koklaya ısıra ısıra tüm terbiyesizliğinle sev "
"Bizim baş başa o tatile çıkmamız garanti oldu"
Meryemce'nin beline sarılmıştım ki odamızın kapısı çalındı. Meryemce gel dediğinde içeriye giren kızımız bizi görünce;
"Şey baba, dedem dedi ki yemek masası hazırlanıyo yok hazır mış"
"Tamam kızım"
Mina bana doğru gelince Meryemce kollarımın arasından çıktı. Mina'yı kucağıma aldığımda;
"Neyin var prenses"
"Bir şey yok ki, sizi sarılırken görünce utandım. Baba"
"Efendim kızım"
"Bebek kız kardeş çok güzel, Afra'yı alacak mısınız"
"Alacağız kızım. "
"Söz mü"
"Söz kızım, baba sözü, azrail sözü"
Mina boynuma sarıldığında beraber odadan çıkıyorduk ki Meryemce elini belime koyunca, sağ elimle elini tuttum. Kendimi daha güçlü hissederek avluya girdiğimizde gençler önümüze geçti. Sinan tek kaşını kaldırıp;
"Ağa amca bizim ne suçumuz vardı"
"Ne oldu Sinan"
"Sen sadece kızını alıp Gaziantep'e hayvanat bahçesine gitmişsin"
"Haftaya Gaziantep'te sünnet düğünü var. Oraya hep birlikte, bir dakika ya düğünden sonra ki gün yanınıza Eren'i ve bir kaç koruma alın gidin"
"Vallahi mi"
"Evet, Yekta ve Gülru hepiniz gidin. Gezin dolaşın ama korumaların sözünden çıkmak yok"
"Allah amcam ya"
Gençler konuşa konuşa yanımızdan uzaklaştığında Mina kucağımdan inmek istedi. Mina'yı kucağımdan indirdiğimde Sinanların peşine giderken Meryemce yanımada sessizce;
"Ben mutfağa bir geçeceğim"
"Tamam karım"
Meryemce yanımdan uzaklaşırken arkadan onu izliyordum ki;
"Ayıp oluyor ama. Bacımızı mı kesiyorsun ağa"
Arkama döndüğümde Devran, Kerem, Hazar, Bedirhan ve Baran sigara içiyordu avlunun kenarında, onlara gülerek;
"Evet güzel bir hanım. Sahibi yoksa alacaktım "
Hazar tek kaşını kaldırıp;
"Önce başlık parası vereceksin"
"Bütün servetim onun olsun"
"Ah be ağama bak, adam ya "
Altımız gülmeye başladığımızda Kerem'in telefonu çaldı. Telefonu açmadan;
"Misafirlerimiz geldi, gidip alayım şunları"
Kerem yanımızdan uzaklaşırken bizde sedirlere yürürken Hazar koluma girdi. Ben ona bakarken, sağ koluma da Devran girdi. Beni başka tarafa götürlerken;
"Ne oluyor, bütün yükümü yatak odasında döktüm beni sinirlendirecek bir şey söylemeyin"
"Ağam biz dördümüz Devran'dan duyduk gerildik. Hak geçmesin sıra sende"
Hazar yanımızdan ayrıldığında Devran;
"Bu gün sen gittikten sonra odamda oturuyordum. Meryemce'nin hızla Dağhanların odasına gittiğini fark ettim. Hemen çıkıp takip ettim. Mert telefonla konuşuyordu. Meryemce sinirle onu da odaya gönderdi. Odaya girip Mert'e kafa attı ama Üçü Meryemceye çok farklı konuştu. Zaten ateşi vardı iyice ateşlendi. Serum onun için takıldı. "
"Ben anlamıyorum ne istiyorlar karımdan"
"Onların peşinde dolaşsın istiyorlar. Hep bizi düşünsün istiyorlar. Meryemceye çok değiştin dediler, kocan seni tutsak etti bu konağa dediler de dediler"
"Sen aldın onların yanından onu dimi"
"Evet, odadan çıktıktan sonra biraz gözü karardı. Odanıza taşıdım."
"Allah razı olsun. Bu olanlarda bir tek Nisa'ya içim gidiyor"
"Benimde ama onun safı belli"
"Mert mi"
"Hayır, Meryemcenin gözlerine bakıyor. Ağam senin karının gerçek yüzünü, gerçekten kalbini yaralı insanlar görüyor"
"Haklısın"
"Hadi gidelim"
Devran ile avluya yürüdüğümüzde babamlar saçları bembeyaz ama dinç bir adamla tokalaşıyorlardı. Yanındaki İnci annem gibi zarif bir hanım da annemlerle görüşüyordu. Tamamen avluya girdiğimde Meryemce de avluya girdi. Meryemce adama doğru yürüdükçe bende kenara yürüdüm. Adam Meryemcenin önünde durup;
"Seni her gördüğümde büyüleniyorum. Allah'ın emrine kurban olayım. Senin annen Filiz hanım, baban ben olmalıydım. Sen Erdem Hünkar'ın kucağında, Serdar Hünkar'ın evinde değil benim evimde büyümeliydin. Sen Kemal ateş'in kanını değil benim kanımı taşımalıydın. Sen Kemal'in bu dünyaya bıraktığı en güzel şeysin Meryem."
"Hoş geldin yaşlı kurt, Filiz hocam sizde hoş geldiniz"
"Hoş bulduk meleğim, nasılsın"
"İyiyim sizi burada evimde, yuvamda gördüm daha iyi ve mutlu oldum"
"Sen mutluluğu hak eden inci tanesisin"
"Hocam"
"Özür dilerim"
Adam avluda göz gezdirirken ben onlara doğru yürümeye başladım. Adamın gözleri bende tebessümle;
"Seni ehlileştiren adam, arkandan sana doğru gelen heybetli adam mı"
Meryemce omzunun üzerinden bana baktığında tebessüm ederek yanında durdum. Elimi adama uzatarak;
"Ben Mustafa Hamza Alibeyoğlu, hoş geldiniz"
"Hoş bulduk Mustafa Hamza oğlum, bende bu kızın abisi Hakim Seymen Üngör ve hanımım Filiz Üngör"
"Memnun oldum, buyurun şöyle geçelim"
Seymen beyle sedirlere geçerken, hanımı da Meryemce ile annemlerin yanına geçti. Ana kucaklarında ağlayan oğullarım avluyu inletirken, onlara Baran'ın git gide yakışıklı olan esmeri Hattab da katılınca ruhsuz kalan konağın içindeki tatlı uğultuyla karıma baktım. Onunla göz göze geldiğimizde gözlerimle sevdim karımı. Ömer'i sağ omzuna, Mirza'yı sol omzuna yatırıp ayağa kalktığında Avşin battaniyelerini üzerine örtünce oğullarımızla kenarda yavaş yavaş yürümeye başladı. Göz ucuyla onu izlerken, bir taraftan yanımdaki erkeklerin sohbetini dinliyordum. Biraz zaman geçmişti ki Meryemce bizim odamıza doğru giderken Ömür peşine gitti. Dikkatimi tekrar babamların muhabbetine verecekken Kerem avluya girdiğinde yanında iki adam vardı. Adamlar bize doğru yürürken avlunun kenarında oynayan Mina bebeğini elinden bırakıp onlara doğru gitti. Tam hepimizin ortasında şakakları kırlaşmış adam yere çömelerek kollarını açtığında Mina nazlı nazlı adamın kollarının arasına girdi. Adam başını öperek;"
"Mina'm"
"Efendim Genco dayı"
"Nasılsın prensesim. Özleştik mi"
"Evet çok özleştik ama bak yavaş yavaş hepiniz geliyorsunuz. "
"Evet kuzum"
Adam Mina ile ayağa kalktığında, diğer adam Mina'nın elinin üzerini öperek;
"Miniş"
"Cengo dayı"
"Anası kılıklı cengo değil Cüneyt, Cüneyt. Nasılsın"
"İyiyim sen nasılsın"
"Ben yorgunum, Cano beni kızdırdı"
"Neden"
"Onun abileri var ya hani"
"Hani senin gözüne yumruk attığın zayıf adam mı"
"He o kuzum, gittim bu sefer bir tane daha yumruk attım"
"Aferin sana dayı"
Mina ve iki adam tam yanımıza geldiklerinde ayağa kalktım. Kerem yanıma gelerek;
"Mustafa Hamza bu Genco Gökalp, şu adam da Cüneyt Maraşlı Meryemce ve benim liseden arkadaşlarımız"
Adam, Mina'yı yanındaki adama bırakıp sağ elini bana uzatırken;
"Kerem bu adam mı şimdi bizim kızın kocası"
"Genco beğenemedin mi?"
"Beğenmek mi? bayıldım ancak bizim deliyi bu bakışlar zapt ederdi"
Adamın eli elimde tebessüm etmeye çalışarak ;
"Hoş geldiniz Genco bey"
"Hoş bulduk Mustafa Hamza ağa "
Adamın yanındaki diğer adam kucağında Mina ile bir adım daha yaklaşıp sol koluna kızımı alarak;
"Bende Cüneyt Maraşlı, Azrail ağa diyorlar değil mi?"
Uzattığı elini sıkarken ağızımı açıyordum ki Mina ufak yumruğunu adamın omzuna vurarak;
"Babamın adı Mustafa Hamza, sen babama Azrail deme."
"Olur demem anası kılıklı. Kızım sen bu kadar ne zaman babacı oldun"
"Olurum çünkü ben babamı seviyorum"
"Tamam bir şey demedik"
Avluda herkes gülerek bize bakarken, yanımıza gelen Leyla;
"Hoş geldiniz Cüneyt abi, Genco abi"
"Ahan da taze feminist gelin geldi. Hayırlı olsun serçe hanım. Sen şimdi en büyük düşmanın bellediğin erkek milletinden birine gönlünü kaptırdın evleniyorsun yani"
"Galiba Cüneyt abi"
"Ne diyeyim serçe hanım, her şey gönlünce güzellikle olsun. Her zaman bu üç abin arkanda"
"Allah razı olsun abi ama sağ olun benim yıkılmaz kalem var sizden önce. Şimdi daha sağlam. Sırtını öyle bir dağa yasladı ki daha güçlü"
"Fark ettik dimi, Genco bir şey desene"
"Ne diyeyim Cüneyt, şuraya baksana büyükleri bile maşallah kaplan gibi, sert bakarken çok normal yuvadan uçup buraya konmaları"
Avludaki gülme sesleriyle yerimize otururken, Ömür'ün avluya geldiğini fark ettim. Meryemce'yi soracakken sultan abla masaya buyur edince hep birlikte ayağa kalktık. Dağhan, Mert ve Gülcan bir şey konuşarak masaya yaklaşırken göz ucuyla onları süzdüm. Herkes masaya oturduğunda eksik yoktu. Gençler gürültü yapmasın diye yukarıya masa kurulmuştu. Onların yukarıdan sesleri gelirken Mina yanıma gelerek;"
"Baba bende yukarıya çıkabilir miyim"
"Sen nasıl istersen prensesim"
"Tamam bende çıkıyorum o zaman"
"Çık o zaman"
"İstersen kalabilirim baba"
"Kal o zaman kızım"
"Neyse ben gideyim yukarıya"
"Senin canın ne istiyorsa onu yap güzelim"
"Seni seviyorum. Ben yukarıya çıkıyorum"
Mina koşarak merdivenlere giderken Genco bey;
"Az önce ben yanlış görmedim dimi. Mina annesinin bize nazlandığı gibi babasına nazlandı dimi"
"Genco o artık babalı bir kız"
"Fark ettim"
Ağızımı açıp afiyet olsun diyecekken konakta öyle bir kapı çarpma sesi duyuldu ki konak sallandı resmen. Herkes etrafa bakarken aldığım gül kokusuyla Meryemcenin bize yaklaştığını anlamıştım. Yanıma gelerek oturduğunda;
"Kusura bakmayın geciktim ağam"
"Önemli değil Hanımağam, buyurun afiyet olsun"
Herkes yemeğini yerken Meryemce elini bacağıma koyarak;
"Hoş geldiniz Genco, Cüneyt"
Cüneyt bey tebessümle göz kırptığında Genco;
"Hoş bulduk bizim kız, nasılsın"
"İyiyim, sizi gördüm daha iyi oldum"
"Meloş"
"Efendim Genco"
"Bizi hemen masaya buyur ettiler, bana tanıtsana buradakileri"
"Kafamın içini boşaltmak istiyorsun anladım ve oyununa icabet edeceğim. Bak masanın diğer başındaki babam Mirza Alibeyoğlu"
"Neyin"
"Babam"
"Hım devam et"
"Yanındaki amcam Ahmet, hemen yanındaki sakallı yakışıklı dayım Reşat Kahramanoğlu. Onun yanındaki taze gelinimizin babası Yusuf Ali Karaca. Yaşına rağmen bize dostça bakan Bedirhan abimin babası Ünal amca"
"Demir karaca'nın babası mı"
"Evet"
"Adamın daha doğrusu adamların yakışıklığının kimden geldiği belli"
"Ben bilmem körüm ben bilirsin"
"Bilmez miyim? neyse devam et"
"Kayınlarım Kadir ve Serdar. Damat yani eniştelerimiz Ali ve Kenan. Abimlerim Bedirhan İnan, Baran Alibeyoğlu ve Hazar Hancıoğlu. "
"Baran'ın soy adı aynı"
"Mustafa Hamza ağanın amcasının oğlu"
"Anladım. Dağhan ve Mert'i tanıyorsunuz Kemal ateşin oğulları. Devran'ı söylemiyorum zaten"
"Evet, dostum senin burada ne işin var. En son yurt dışındaydın oğlunla"
"Buraya geldim. Evlendim"
"Evlendin mi? eyvah eyvah"
"Neden ki Genco"
"Ya başkomiserim, Allahını seversen senin kahrın çekilir mi"
"Meryemce Genco'nun ağızını burnunu kırmak serbest mi"
"Hayır Devran, Genco saldırma adama"
"Peki şu sana göz ucuyla bakan güzel hanımefendi kim"
Meryemce hafif sırtını bana dönerek Genco beyin gösterdiği yere baktı. Annemle göz göze geldiklerinde karım anneme öyle içten gülmüştü ki içim gitti. Meryemce Genco beye dönerek;
"Annem Mihriban Alibeyoğlu"
"Vay annen"
"Annem"
"Annen"
"Annem, annem, annem"
Genco bey birden susunca, Cüneyt bey hafif öksürüp;
"Bu aile böyle hep birlikte her akşam yemek yiyor mu"
Meryemce ağızındaki lokmasını yutmaya çalışırken Cüneyt bey;
"Sana sormadım bizim kız, Mustafa Hamza ağaya sordum"
Meryemce tek kaşını kaldırdığında elimi masanın altından bacağına koyduğumda yüz ifadesi düzeldi. Elimin üstüne elini koyunca;
"Bu masa her akşam bu şekilde olur. Yusuf ağa Diyarbakır'ın büyük ağalarından, Reşat ağa üç şehrin büyük ağası. Her şehirde bir bölgesi var. Ünal ağa yakın zamanda oğlu Bedirhan'a tamamen yükünü teslim edecek olsa da Mardin'in değerli ağalarından. "
"Anladığım kadarıyla şuan bu masada olanlar hep aileniz "
"Evet, şuan masada olan herkes ailem"
Genco bey önündeki sudan bir yudum içtiğinde Meryemce ona bakıp güldü. Genco bey hafif göz ucuyla karıma bakıp;
"Meryemce "
"Efendim"
"Bana "
"Tamam anladım dur"
Meryemce masadan kalkarak mutfağa giderken arkama yaslandım. Upuzun masada öyle güzel sohbet vardı ki. Her konuya hafif kulak kesildiğimde Meryemce elinde büyük bardakla Genco beyin yanına yürüdü. Genco bey tebessümle ;
"Biraz yemek yeseydim o suyun üzerine rahatsız edecekti beni"
"Fark ettim, limonu fazla sıkmadım"
"İyi yaptın"
Meryemce yavaşça yanıma gelip oturduğunda elini vakit kaybetmeden elimin üzerine koydu. Masaya ana yemekler gelmişti ki Mert;
"Ben size bir şey sorabilir miyim Seymen bey"
"Tabi Mert"
"Neden babam için öyle dediniz. Neden ablam babamın kanını taşımamalıydı"
"Çünkü babanız Meryemce'ye layık bir baba değildi. Mesleğinde iyi olabilirdi ama Meryemce'ye iyi baba değildi. Meryemcenin baro binasının arşivinde sabahladığını biz biliyoruz. Kemal ateş için Meryemce evladı değildi. Sizin için canını verecekken, Meryemceyi hiç görmedi. Devamı beni aşar."
Meryemce elimi öyle sıkıyordu ki ona baktığımda kaşları çatık sağ elindeki telefonuna bakıyordu. Epostasına baktığını fark ettiğimde elini sıkıca dikkatini çektim. Göz göze geldiğimizde, gözlerinin beyazları kızarmıştı. Hafif ona doğru eğilip;
"Tansiyonun mu çıkıyor senin, bir şey mi var"
"Az bekle geçer, sana gelen resimlere birde böyle bak"
Meryemce önüme telefonunu bıraktığında elime aldım. Resimlere bakarken resimlerin bana gönderilirken kırpıldığını, fotoğraflarda Genco ve Cüneyt beyinde olduğunu anladım. Başımı sallayarak bakmaya devam ederken, Mert'in bir adamla karşılıklı oturmuş resimlerini görünce;
"Bunlar ne "
"Boş ver kocam"
Meryemce masaya dönerek;
"Kerem aklıma gelmişken sana bir şey diyeceğim"
"Buyur söyle"
"İstanbul'a döndüğünde Selma ve Yıldız'ı al benim eve git. Odamdaki her şeyi buraya gönder. "
"Ofisteki kasa"
"Orası da. Her şey eksiksiz. Selma, Yıldız eşyalarımın hepsini büyük valizlerime doldurun. Kerem eşyaları ihtiyacı olanlara dağıtırsınız. Odamda sadece duvarlar kalsın. Nisa'nın eşyalarıyla, Mert'in eşyaları buraya geçen geldi. Sultan sabahtan gitti akşam getirdi"
Kerem başını sallarken Mert birden gür sesiyle;
"Abla evimizi boşaltıyorsun"
"Beni oraya bağlayan bir şey kalmadı. Hünkar ailesi yuvamın yerini öğrendiğine göre, birde sende artık burada olduğuna göre"
"Abla şirketimiz"
"Orayı yıllardır uzaktan yönetiyorum. "
"Abla benim işlerim."
"Ah doğru oğlum. Sana hediye ettiğim İstanbul'daki eve, eşyalarını geçiririz. Hatta yeni mobilyalar alır koyarım. Ah bir dakika sen onu sattıydın dimi sende haklısın. Bir dakika Ankara'da ki evine yerleştirelim eşyalarını aa orayı da az önce sattın dimi oğlum"
"Abla"
"Mert "
Mert başını eğdiğinde Meryemce Dağhan'a baktı. Dağhan kaşları çatık Mert'e bakmaya devam ederken Meryemce derin nefes alıp ona seslenen anneme baktığında elimde kalan telefonu hırkasının cebine koyacakken Kerem ile göz göze geldik. Bana telefonu verme dediğini anladığımda pantolonumun cebine koydum.
.................................................
Yemek masasından kalktığımızda beyler olarak sedire geçtiğimizde hanımlar uzun masanın toplanmasına yardım ediyordu. Meryemce'nin bu akşamda yemek yememesine canım sıkılsa da gece ona menemen yapmayı aklıma koydum. Babamlar yaşları gereği başka sedirde otururken, bende bizimkilerin arasındaydım. Kerem, Genco bey ve Cüneyt bey avlunun köşesinde ayakta bir şey konuşuyorlardı. Yüz ifadelerinden bir şey olduğu belliydi. Hanımlar üst kattaki büyük salona geçerken Meryemce avluya girdi. Ağır adımlarla yanıma gelip oturdu. Elini açık net elimin içine bıraktığında;
"Neyin var senin"
"Senin yanında rahatlıyorum"
"Şuan seni alıp gitmek için neler vermezdim"
"Bende"
Ağızımı açmıştım ki avluya giren Boran'ın elindeki dikkatimi çekti. Siyah ahşap bir kutuydu. Meryemce arkasına dönüp baktığında ten renginin beyazladığını fark ettim. Elimin içindeki elinin bir anda soğumasıyla;
"Boran çalışma odama götür onu"
"Ağam şifreli "
Ağızımı açmıştım ki yanımıza gelen Kerem, Boran'ın elinden kutuyu alarak hafif sevdikten sonra;
"Şifreyi kırmakla uğraşmasın adam. Şifresi MGCK yani rakamla 6425"
Başımı salladığımda Boran'a başımla git dedim. Başımı Meryemceye çevirdiğimde gözlerini dikmiş Mert'e bakıyordu. Dağhan'ın gözü benim gibi ikilinin arasında gidip gelirken Meryemce hızla ayağa kalktı. O kadar soğuk bir gülüşle Mert'e gülerek;
"Biliyor musun Mert, artık hiç şüphem kalmadı senden, sen tıpa tıp babana benziyorsun. "
"Abla ben"
"En hassas yerimden, ağa ile vurmaya çalışıyorsun ya beni, en sağlam yerinden kırarım seni. Akıllı ol Mert"
"Abla ben bir şey "
Meryemce masaya doğru biraz eğilip Mert'e doğru;
"Kes sesini"
Meryemce yanımızdan uzaklaşarak merdivenleri çıkarken, hepimiz onlara bakıyorduk. Biraz zaman geçmişti ki üst salondan müzik sesi gelmeye başladığında Hazar gülerek;
"Hanımlar kendi arasında kınaya başladı."
"Kınadan sonra buraya gelecekler Hazar'ım "
"Biliyorum"
Biz sohbetimize dönerken, merdivenleri inen kızımı fark ettim. Bize doğru her adımında annesi gibi güzelliğine hayran bırakmıştı beni. Babamların yanına gidip babamı öptükten sonra ona bir şeyler dedi. Onlarında yanından ayrılıp yanıma geldi. Üzerindeki kırmızı bindallığı ve sarı parlak şalvarıyla çok güzel duruyordu. Alnına dudaklarımı bastırdığımda benim gibi herkesin ona baktığını fark ettim. Mina elini elimin üzerine koyarak;
"Babacığım"
"Kızım"
"Ben senden bir şey isteyebilir miyim"
"Tabi ki kızım, ne isteyeceksin. Hemen yapayım"
Mina'nın gözleri sevinçle parladığında gelen çaylarla Mina kısa bir an bekledi. Ben, Mina'ya masadan tatlı kurabiye uzattığımda elimden aldı. Ufak bir ısırık alıp;
"İsteyebilir miyim"
"Evet prensesim"
"Bende Leyloşum gibi gelin olmak istiyorum. Böyle bembeyaz gelinlik giymek istiyorum. Bana beyaz gelinlik alabilir misin"
Ağızımı açıyordum ki Bedirhan, Baran, Hazar ve Kerem gür sesle hayır dediğinde Mina korkarak iki bacağımın arasına girerek boynuma sarıldı. Kızıma sıkıca sarıldığımda Mina yüzünü göğsüme sakladı. Bir anda gözümün önüne gerçekten kızımın gelinlikle bu avluda yüzüme baktığı gelince ellerim kısa bir an yumruk olsa da kulağıma karımın dedikleri gelince, Mina'nın başını öperek kıskançlığımı kenara bırakıp kızımı kendimden uzaklaştırdım. Mina gözlerime bakarken alırım diyecekken Hazar;
"Dila'm güzel kızım sen boş ver gelinlik falan. Sen böyle daha güzelsin, hem gelinler güzel değildir ki"
"Ama Leyloş çok güzel olacak "
"Hayır o da güzel olmaz, saçları çalı süpürgesi gibi. Sen evliliği gelinliği unut güzelim. Erkeklerden uzak dur amcasının gülü. "
"Hiiii sen Leyloşa çirkin mi dedin amca, seni leyloşa söyleyeceğim. Babacığım biz sonra konuşuruz. Sen görürsün amca"
Mina elimi tutup öptükten sonra yanımızdan koşarak uzaklaştı. Hepimiz Hazar'a bakarken Hazar; "Benim de vuslatım buraya kadarmış gençler" diyerek ayağa kalktığında;
"Nereye"
"Kaleye"
"Ne yapacaksın Hazar'ım"
"Kendimi atacağım. Leyla ona çirkin dediğimi duyduktan sonra o beni kesin öldürür yada evlenmeden boşar"
Masadaki herkes kahkaha atmaya başladığında Genco bey kendini biraz topladıktan sonra;
"Bir şey yapmaz otur, sana bir şey derse Cüneyt'in üzerine salarım. Cüneyt'ten alacağı bir intikamı var "
Hepimiz ona baktığımızda Cüneyt bey;
"Genco sakın hatırlatma ona onu. Ya nasıl yaptım bilmiyorum zaten"
Hazar birden ;
"Ne yaptın Leyla'ya"
"Ya karımla yan yana oturuyorlardı. O zaman Leyla'nın saçları siyahtı. Benim karımın saçı doğuştan siyah ve Leyla'nın saçları gibi merinos. Bende karımın saçlarını kesecektim"
"Neden"
"Kıskançlığımdan. İşte bunlarda yan yana oturuyor. Leyla da o gün karım gibi saçlarını örünce yemek masasında Kerem'e bakarken Leyla'nın saçlarını kestim. Ondan sonrası kıyamet zaten. Meryemce Leyla'yı zor zapt etti. Cankız ayrı çıldırdı. Bir hafta eve gidemedim. Meryemce de kalamadım Leyla orada kalıyordu. Genconun karısı zaten Cankız'a aşık oraya gidemiyorum. Bende Kerem'in evine gittim. Kerem de yalnız sıkılırım diye karısını bırakıp yanıma geliyordu."
"Ulan şu kadını karıştırmasınız olmuyor dimi"
"Olmaz Jülide çok farklı bir kadındı"
"Şımarıktı onun hakkından Meryemce geliyordu. "
"Meryemce ile yarışıyordu. Erdem dede bunu fark etti. Ne kızdı o zaman ona Kerem o zaman yurtdışındaydın"
"Erdem Hünkar'ın göz bebeği, nefesi Meryemceydi. Bana kızacağı zaman Meryemce'yi eve çağırıyordum. Kolunun altına alıyordu, sohbet ederken bana kızacağı durumu unutuyordu."
Dağhan tek kaşını kaldırıp;
"Erdem Hünkar dediğiniz adam babamın cenazesinde Meryemcenin yanında oturup elini sıkıca tutan ve ' dik dur nefesim' diyen adamdı dimi"
"Evet abi o adamdı. Vefat edene kadar hep ablamın yanındaydı"
Kerem önündeki boş bardağını kenara iterek;
"Mert"
"Efendim Kerem bey"
"Dedem ablanın yanında olmasaydı, ablan onun köşkünde olacaktı."
"Nasıl yani"
"Mert neden bu kadar eskiye dönmeye çalışıyorsun. On dokuz yaşında babanı, anneni kaybettin. Sen acını odandan çıkmadan yaşarken, Dağhan babasının cenazesinin yedinci günü hemen gitmesi gerekti. Peki sen kırk gün boyunca yas tutarken, ablan ne yapıyor diye hiç odadan dışarıya çıktın mı"
"Hayır "
"Biliyorum çünkü kırk gün boyunca evin içinde ben vardım. Genco, Cüneyt her akşam Meryemcenin yanına gelip ona destek olurken sen odanda son ses kulağında müzik dinliyordun. Kırk günün sonunda odandan çıktığında ablanın başını omzumda gördün. Ben yemek yediriyorum diye bir sürü hakaret ettin. Sen bilmezsin ama ablanın kırk gün boyunca kırk saatlik uykuyla ayakta durduğunu. Sen bilmezsin o ortağın olduğun amcanın Meryemceyi nelerle uğraştırdığını, Dağhan kırk günün sonunda sadece bir iki saatlik İstanbul'a geldi vasiyet için sen ona bile gitmedin. Hala bilmezsin dimi vasiyette ne yazılıydı. Mert, ablan sen, Dağhan için hatta Gülcan için neler sildi sen bilmiyor musun. Sana bu kadar ailem dediği adamların içinde bir şey söyleyeyim mi? senin beğenmediğin Erdem Hünkar var ya sen evin içindeyken ablanı sinir krizi geçirirken buldu. Kaç defa ölümün ucundan aldım, aldık ablanı. Şimdi sana son ikazım onu yorma. Bu gözlerimin gördüğünü görseydin, ablanın değil ellerini ayaklarını öpersin. Vasiyette yazılanı biliyorsun dimi Dağhan"
"Ben biliyorum ama o ben halledeceğim demişti. Konuşup halledeceğim demişti. O şartları kız başına yapamazdı zaten "
"Halletti sen merak etme. Bak koskoca Ateş şirketi ayakta duruyor. "
"Ne demek istiyorsun"
"Mert yüzünden çok kötü dayak yediğinde, doktorun ona dediğini biliyor musun Dağhan"
"Hayır"
"Hastaneye götürdüğümüzde doktor Meryemcenin yüzüne karşı senin çocuğun olamaz dedi. O zaman sadece Meryemce'nin çocuğu olmasın diye dövüldü sen bunu biliyor musun"
"Bunu Gülcan biliyor mu"
"Biliyor"
"Bana bilmiyorum dedi"
Kerem başını salladığında hepimiz boyun damarları oklava kadar şişmiş Kerem'i izliyorduk. Dağhan ağızını açarak bir şey diyecekken Gülcan yanımıza geldi. Dağhan ayağa kalktığında;
"Dağhan amcamın kızı kalp krizi geçirmiş, oraya gidelim lütfen"
"Tamam sakin ol. Ben arayayım bakalım duruma ona göre gidelim"
"Dağhan lütfen"
"Tamam, Hazar bizi af etsen olur mu"
"Olur Dağhan abi olur. İşlerinizi halledin artık konağımda ağırlarım sizi"
"Eyvallah"
Dağhan hepimizle görüşürken gözüm Meryemceyi aradı. Konaktan onlar çıkarken Mert'in telefonu çaldı. Birden 'nasıl olur' dediğinde hepimiz ona baktık. Mert telefonu kapatıp yukarıya merdivenleri çıkarken Kerem;
"Genco bir bakın kim bastı bunun kuyruğuna. Ulan bu itin yediği naneler Meryemceyi saracak diye geriliyorum"
Genco bey başını sallayarak ayağa kalktığında;
"Nereye Genco bey"
"Dışarıdaki adamıma "
"Gerek yok çıkmanıza, Boran Ali"
Dakika olmadan avluya Boran girdi. Ağızında lokması olduğu için gülmek istesem de kaşlarımı çatarak;
"Afiyet olsun"
"Şey ağam "
"Tamam, Genco beyin adamı arkada mı"
"Evet ağam dediğin gibi yemek yiyorduk"
"Tamam çağır gelsin"
"Hemen ağam"
Herkes bana bakarken orta boylu bir adam yanımıza gelip;
"Buyur abi"
"İstanbul'dan haber al"
"Hemen abi"
Adam içeriye giderken Mert merdivenlerden koşarak indi. Hazar'a başımla konuş dediğimde;
"Mert hayırdır"
"Hazar abi beni de af etsen olur mu"
"Olur da ne oldu"
"Amcamın yani yaptığım işlerim karışmış, çizdiğim projeler vardı yeni ofiste onlar yani ofiste yangın çıkmış. Ben gideyim"
"Tamam haber ver merak ederiz. Bizden biri gelsin mi"
"Yok abi sağ olun. Ablama söylersiniz yukarıda yoktu. Nisa'ya haber verdim"
"Tamam sen git biz söyleriz ona "
Mert koşarak çıktığında bizim odanın olduğu taraftan Meryemce kucağında oğullarımızla avluya girdi. Genco'nun adamı avluya geldiğinde Genco gözleri Meryemce de;
"Git, isterse İstanbul yansın banane. Bizim kız buraya gel"
Meryemce bize doğru gelirken yan yana oturan iki adam dua okuyordu. Meryemce tam yanımıza geldiğinde Genco ayağa kalktı. Meryemcenin kucağından bir bebeği alarak yerine oturdu. Cüneyt bey başını eğmiş ellerine bakarken Meryemce gülerek onun yanına gitti. Dirseğiyle Cüneyt beyin omzuna vurup;
"Bunu da sen al"
Adam başını kaldırıp Meryemce'ye baktığında, ağlamamak için kendini sıktığı belliydi. Meryemce tebessümle;
"Cüneyt alsana "
"Yok almam"
"Neden"
"Kızım bunlar senin."
"E ne olmuş"
Cüneyt bey yerinden kalkarak Mirza'yı kucağına aldığında;
"Kerem bunlar mucize oğlum"
"Evet Cüneyt"
İki adam hiç bebek görmemiş gibi oğullarımızı severken Meryemce yanımıza oturdu. Elini kimseye belli etmeden bacağıma koyarak;
"Nerede benim abim ve kardeşim"
"Gülcan'ın amcasının kızı kalp krizi geçirmiş, aceleyle oraya gittiler. Mert'in de acil İstanbul'a gitmesi gerekti. İşlerine bir şey olmuş"
"Anladım. "
Meryemce karşında olan manzaraya bakarken, benimle birlikte Bedirhan, Hazar ve Baran Meryemceyi izliyorduk. Onun yüz ifadesi rahatlamış gibiydi. Biraz eğilip ellerini yumruk yaparak çenesini yumruklarına, direklerini masaya yaslayarak karşısında çocuk gibi bebeklerimiz seven üç adamı izliyordu. Hazar hafif masaya eğilip;
"Benden veya mahşerin üç atlısından başkasını böyle izleyemezsin. Çabuk kapat gözlerini"
Meryemce başını eğip ona bakarak;"
"Kıskandın mı Hazar abim"
"Kıskandım abim"
Meryemce kendini geriye çektiğinde önce Cüneyt bey "İsmail" sonra Genco bey; "Mesut" diye bağırdı. İki adam avluya girdiğinde yine önce Cüneyt bey;
"İstanbul'da Meryemce ve Mina'nın sadakası için sonra bu adamlar için erzak dağıtın. Hatta yardım kuruluşlarına makul bir bağış yapın"
"Hemen abi. Cüneyt abi"
"Evet İsmail"
"Ankara'da büyük hareketlilik var. Yeni yapılan iki inşaat vardı ya rahatsız olduğun"
"Evet, Musa Yıldız'ın inşaatlarını diyorsun"
"Evet abi, az önce biri bütün projeleri yıkmış abi"
"Tamam araştırma boşuna, Mimarı Mert'ti zaten"
Adam başını sallayarak konağın dışına çıkarken, Genco adamını çağırdığını unutmuş kucağındaki oğlumu seyretmeye devam ederken Meryemce;
"Mesut nasılsın"
"İyiyim hanımefendi, siz nasılsınız"
"İyiyim. Ben seni niye çağırdığını tahmin ediyorum. Ben söyleyeyim erzak dağıtın benim ve çocuklarım için"
"Anladım hanımefendi. Bu arada hanımefendi, az önce bana araştır dedi abi ama dinlemedi beni. Siz bilin Mert beyin yeni ofisi ve Tevfik adıcan ve Sedat kök'ün ortak yaptıkları özel binalar yıkılmış"
"Anladım"
"Mert beyi koruyacak mıyız"
"Yok gerek yok adam büyüdü başının çaresine bakar"
"Anladım hanım efendi"
"Tamam Mesut sen geç yerine, yemek yediniz mi"
"Allah razı olsun, Boran mutfağa davet etti"
"Cümlemizden"
Adam yanımızdan uzaklaşmıştı ki elinde kına tepsisiyle Ömür merdivenden inmeye başladı. Hepimiz ayağa kalktığımızda İnci anne gülerek;"
"Hazar oğlum al bir sandalye otur bakalım"
Hazar sandalye alıp oraya geçtiğinde bende babamların yanına geçtim. Diğerleri yanımıza geldiğinde hanımlar da yan tarafta durdu. Leyla merdivenlerin başında;
"Benim buradaki annem ve annemden sonra annem olan ablam tam karşıma geçebilir mi"
Annem ve Meryemce yan yana geldiğinde Leyla ağlamaklı güldükten sonra;
"Helal eyle helal eyle
Anam hakkın helal eyle
Gidiyorum el evine
Anam hakkın helal eyle
Kınam yakıldı elime
Kuşak bağlandı belime
Düğüncüler ev önüne
Geldi anam gidiyorum
Anam kızın gelin oldu
Senin değil elin oldu
Helal eyle helal eyle
Anam hakkın helal eyle
Gidiyorum el evine
Anam hakkın helal eyle"
Annem ağlamaya başladığında Leyla, avluya inmişti. Leyla ve annem sarıldığında ikisi de için için ağlıyordu. Biz onları izlerken annem Leyla'yı kendinden uzaklaştırıp alnını öptükten sonra bir şeyler söyledi. Meryemce kollarını açıp sıkıca sarıldığında Leyla daha şiddetli ağlamaya başladı. Meryemce onu sakinleştirerek yanında elinde ufak toprak testiyle duran Yıldız'ın elinden testiyi alarak Leyla'ya verdi.' Leyla güldüğünde kızlar da gülünce Hazar Genco'ya dönerek;
"Genco birader"
"Efendim enişte"
" Kaleden atlasaydım kesin çözümdü. Leyla kafamda kıracak bunu"
Avludaki herkes gülerken Leyla hafif etrafında müzikle dönmeye başladığında Hazar tetikte duruyordu. Leyla elini atıyormuş gibi yaptığında ayaklarını havaya kaldırdı. Herkesten kahkaha sesi yankılanırken, Meryemce kenarda izliyordu. Leyla tekrar kaldırdığında Hazar elini hafif uzatıp;
"Leyla'm"
"Ben çirkinim yani Hazar ağa"
"Vallahi ben sana çirkin demedim Mina'mı evlilikten vazgeçirmek için dedim"
"Sus ağa"
"Leyla'm bir tanem."
Hazar birden ayağa kalktığında Leyla tam ayaklarının ucunda testiyi kırdı. Bir adım atarak Leyla'ya sarılıp şakağını öptükten sonra;
"Görünce aşık oldum gözlerine, tutuldum
Alem ne derse desin kız ben sana vuruldum
Bir gördüm aşık oldum gözlerine tutuldum
Alem ne derse desin le ben sana vuruldum Mardinli güzel yarim inan sana hayranım
Uğruna feda olsun varım yoğum bu canım
Midyatlı güzel yarim inan sana hayranım
Uğruna feda olsun varım yoğum bu canım Bülbül konmuş çalıya aşığım Midyatlıya
Ölürüm ayrılamam düştüm kara sevdaya
Bülbül konmuş çalıya aşığım Midyatlıya
Ölürüm ayrılamam düştüm kara sevdaya Mardinli güzel yarim inan sana hayranım
Uğruna feda olsun varım yoğum bu canım
Midyatlı güzel yarim inan sana hayranım
Uğruna feda olsun varım yoğum bu canım Evleri tetirbeli ceylan gözler sürmeli
Dünya güzeli yarim şu Mardin'in dilberi
Evleri tetirbeli ceylan gözler sürmeli
Dünya güzeli yarim şu Midyat'ın güzeli Mardinli güzel yarim inan sana hayranım
Uğruna feda olsun varım yoğum bu canım
Midyatlı güzel yarim inan sana hayranım
Uğruna feda olsun varım yoğum bu canım Mardinli güzel yarim inan sana hayranım
Uğruna feda olsun varım yoğum bu canım
Midyatlı güzel yarim inan sana hayranım
Uğruna feda olsun varım yoğum bu canım Mardinli güzel yarim inan sana hayranım
Uğruna feda olsun varım yoğum bu canım
Midyatlı güzel yarim inan sana hayranım
Uğruna feda olsun varım yoğum bu canım"
Hepimiz Hazar'ı alkışladığımızda Leyla şaşkınca Hazar'ı izliyordu. Biz onları izlerken iki dayısının kucağında duran oğullarımız ağlamaya başladığında annem ve Sare teyzem onların yanına gitti. Birden aklıma Mina'nın olmadığı geldi. Etrafı izlemeye başladığımda tam ensemde hissettiğim dudaklarla gözlerimi kapadım. Burnumdan derin nefes almıştım ki;
"Gülru ile Sinan onu alıp dama çıktılar. Merak etme kızımın kahraman babası"
Boynumda kısacık zaman parmaklarını hissetsem de arkama dönemedim. Meryemce annemlerin peşinden merdivenleri çıkarken, misafirlerimiz tek tek müsaade isteyerek odalarına çekilmeye başladı. Sedire oturduğumda Kerem, Genco ve Cüneyt'in konaktan çıktıklarını gördüm. Hazar, Leyla'nın alnını öpüp;
"Bu akşam ben yokum ceylanım. Seni seviyorum"
"Bende seni ama nereye "
"Bu akşam konağımda zaman geçireceğim"
"Anladım. Allaha emanet ol"
Hazar eliyle görüşürüz diyerek konaktan çıkarken, Bedirhan da ailesini alarak konaktan ayrıldı. Baran kolunun altına Zümrüt'ü alarak merdivenleri çıkarken olduğum yerde kaldım. Tek başıma kaldığımda yavaş yavaş yukarıya çıktım. Üst avludan koca konağıma baktım. Her geçen gün yeni ışıkları yanan konağıma.
Boran gece ışıklarını yakıp avludan geriye çıktığında belimde hissettiğim elle yanıma baktım. Güzeller güzeli karım gözlerimin en derinliklerine bakarken;
"Hadi ağam çalışma odana gidelim"
"Meryemce'm hadi gel gidip yatalım."
"Hadi bu ağır taşı kuyudan dışarıya atalım. "
"Hadi karım"
Meryemcenin elini tutarak çalışma odama yürürken;
"Telefonumu ne zaman vereceksin"
"Bende mi kalmış fark etmedim. "
"Kerem sana verme diye işaret etti ve sen cebine koydun ağam"
Çalışma odasının önüne geldiğimizde kapıyı açtım. Meryemce ile odaya girdiğimizde güzel karım odadaki uzun koltuğa oturup; "Al kutuyu gel kocam" dediğinde başımı salladım.
Kutu ile yanına gittiğimde Meryemce elimden kutuyu aldı. Yanına oturup ona bakarken, o kutuyu korkar gibi açarak başını omzuma yasladı. Alnına dudaklarımı bastırıp duvarı izlemeye başladığımda Meryemce'den gelen hıçkırık sesleriyle gözlerimi kapadım. Bir kaç derin hıçkırıktan sonra kutuyu orta sehpaya bırakıp alnını çeneme yaslayarak elini şah damarıma yasladı. Gözlerimi sıktığımda derin bir nefes alarak;
"Murat başkomiser yardımcısıydı. Otuz iki yaşında bir tek anası olan sağlam bir polisti. Ben on yedi yaşımda bir gün ateş avukatlık ofisinde dosyaları hallederken bu geldi. İş arıyorum öyle böyle derken Kemal ateş bunu işe aldı. Ben iki üniversite arasında mekik dokurken bununla da her gün ofiste sohbet ederek dostluğumuzu ilerlettik. Biraz zaman sonra bizimkiler askerden dönünce bunu ilk başta sevmeseler de sonra alıştılar. Hep birlikte bir şeyler yapmaya başladık. Bir hafta sonu beraber pikniğe gittiğimiz de beni sessiz bir yere çekerek; 'Ben polisim, babanı araştırıyoruz. Bir sürü kirli işini bulduk.' bunun gibi bir sürü şey söylediğinde şaşırdım. Ondan uzaklaşmak istemiyordum çünkü o konuşmasa da onun yanında kendimi güvende hissediyordum. O gün arabasıyla beni eve bırakırken; 'On sekize girdiğin gün sana evlenme teklif etsem, seni ateş ailesinden alsam bana evet der misin ' dediğinde korkmadım ama ben ona aşık değildim. Sadece ona gülerek, ona cevap vermeden arabadan indim. O günden sonra bana Kemal beyle ilgili hiç bir şey sormadı. Beraber gülüyor, beraber geziyorduk. O gün, o gün benim doğum günümün olduğu gün hep birlikte olalım dediler Keremler. Ben ailemle geçirmezdim doğum günlerimi neyse o gün Kemal ateş'e ben çıkıyorum dediğimde o akşam ilk defa işin bitti mi? nereye gidiyorsun? gibi hiç bir şey sormadan tamam dedi. Ben şaşırdım ama fakat hoşuma da gitmişti. Onun odasından çıkıp kendi ufak odamda krem rengi hırkamı beyaz badimin üzerine giyerek çantamı alıp ofisten çıktım. Binadan çıktığımda arabasının önünde üzerinde beyaz gömlek, siyah pantolonla Murat bana gülüyordu. Onun yanına gittim. O gece bana evlenme teklif edecekti ama ben onu olmayacağına ikna edebileceğimi biliyordum. Yanına gittiğimde elimi sıkıca tutup arabaya bindirdi. Murat, yolda Filiz hocamı arayarak onun doğum gününü kutladı. Filiz hoca, Murat'ın babasının amcasının kızıydı. Murat vakit kazanmak için arabayı sahilde durdurdu. Keremler, Genco da hazırlık yapıyorlardı. Sessizce denizi izlerken Murat elimi tutarak ona bakmamı söylediğinde ona döndüm. Ben bana evlenme teklif edecek zannederken Murat gayet ciddi bir ses tonuyla babamı yarın alacaklarını söyledi. Ben başımı tamam manasında salladığımda tebessümle bana hep söylediği şarkıyı söylemeye başladı. Ben ona sarılmak için hafif eğilmiştim ki birden arabanın kapıları açıldı. Ben daha ne olduğunu anlamadan ikimizi de bir arabaya tıktılar. Murat sıkıca bana sarıldığında korktuğumu söyledim. Araba gittikçe yanımdaki adamların yüzlerine baktım. Yanımızdaki adamları tanıyordum. Adnan koçun en sadık itleriydi. Başımı Murat'ın göğsüne yasladım. O beni sıkıca sararken gözlerimi kapadım. Gözlerimi araba durunca açtım. Murat ile bizi sürükleyerek izbe, pis, eski bir dağ evine soktular. İçeriye girdiğimde Kemal ateş ve Adnan koç sigara içiyordu. Kemal ateş beni görünce pis bir şekilde güldüğünde kolumu tutan adam beni onun ayak ucuna attı. Kemal bey beni ayağa kaldırıp yüzünü yüzüme yaklaştırıp; "Saat on ikiye yaklaşıyor sevgili kızım, baban sana ilk defa doğum günü hediyesi verecek. Mutlu olmalısın." diyerek beni kenara çekti. Kollarımdan arkamdan tutarak Murat'ı gösterdi bana. Murat'ın kollarını dört adam tutuyordu. O kadarda kalıplı bir adam değildi oysa ki. Murat ile göz göze geldiğimizde gülerek; 'Korkma İnci tanem' dediğinde önce Adnan koç ona vurmaya başladı. Ben ne kadar yalvardıysam durmadılar. Yumruk attılar, sopayla vurdular ama beni duyup durmadılar. Kemal Ateş'e yalvardım. En sonunda Kemal ateş yeter demişti ama tanıyordum onu, Kemal ateş'in bu tavrında da bir şey vardı. Kemal Ateş beni yanına gelen iki adama bırakarak yerde baygın duran Murat'ın yanına gitti. Yanında ayakta duran adamlara ayıltın dediğinde Murat'ın başına bir kova su döktüler. Murat ayılınca yanındaki adamlara ayağa kaldırmalarını söylediğinde Murat'ı çuval gibi tutarak ayağa kaldırmışlardı. Murat'ın gözleri bulunduğumuz yerde beni aradı kısa bir an, beni görünce gülmeye çalışarak; "Ağlama İnci tanem" dediğinde ağızımı açmıştım ki Kemal beyin elinde parlayan nesneyi fark ettim. Çığlık atarak yapma desem de o, o Murat'ı tam tamına yedi defa bıçakladı. Murat yere düştüğünde ben adamların kollarında çırpınırken, Kemal beyin sesi yankılandı. Öyle pis gülüyordu ki. Ben ağlarken dedikleriyle kanım dondu. "İyi ki doğdun güzel kızım. Bu adamı senin aşkın öldürdü. Senin neşen, mutluluğun öldürdü. Mert'ten çektiğin ilgini bu adama verdiğin için, oğullarımdan çaldığın zaman için sen öldürdün"
Bunları söyleyerek yanındaki adamlarla o ıssız evde beni bırakıp gitti. Deli gibi Murat'a koştum. Elime ne geçtiyse yaralarına bastırdım. Kanı durmak yerine sanki daha da çoğalıyordu. Başını bacağımın üzerine alarak alnına dudaklarımı bastırdım. Uyan dedim uyanmadı. O adam beni sevdiği için, beni mutlu ettiği için öldü.
Ben Murat'ın cansız bedeniyle o pis salonda tam tamına üç gün kaldım. En son gün yanına kıvrıldığımı hatırlıyorum. Gözlerimi açtığımda huzur bulduğum gözlerle karşılaştım. Kerem yanağımı ağlayarak severken; 'Uyu güzelim uyu' dediğinde ağlayarak gitti dediğimi hatırlıyorum. Mezarı neresi bilmem. Bir ay kendime gelemedim. Benim yüzümden ölen bir hayat, beni sevdiği için annesini tek bıraktı Murat.
Bir gün ofiste Kemal beye seni şikayet edeceğim dediğimde beni, Kerem'le tehdit etti. Kerem İnci annemin gözünün ışığıydı. Benim büyük destekçimdi. Bu tehdidi Kemal bey ölene kadar Erdem dedeme söyleyemedim bile.
Beni bu olayla da Adnan koç senden uzaklaştıracaktı işte"
Meryemce kucağıma iyice saklanırken;
"Ağlama sevgilim, ağlama. Onu ne sen nede senin sevgin öldürdü. Onu Kemal ateş öldürdü."
Meryemce başını tamam manasında salladığında başımı önüme eğince gördüğüm üç adamla şaşırdım. Üçü de kan çanağına dönmüş gözlerle Meryemce'ye bakıyorlardı. Meryemce yüzü boynumda öylece duruyordu. Kerem birden;
"Sen ben öleceğim diye mi sustun Kemal ateş ölene kadar"
Meryemce konuşmadan başını salladığında, Kerem ayağa kalktı. Genco bileğini tuttuğunda;
"Kaç yıldan sonra bunu duyuyorum Genco"
"Tamam sakin ol"
Meryemce başını boynumdan çıkardığında ona baktım. Ayaklarını yanına toplayarak başını omzuma koyduğunda koca çınar gibi bir anda silkelenip dostlarına baktıktan sonra hafif öksürüp;
"Resimleri sen al sakla, içindeki yüzüğü biriniz alın, tesbih çünkü Genco'nun. Bu kutuyu beraber toplamıştık hatırlıyorsunuz. Kerem hiç cesaret edemediğim mektubu okur musun"
Kerem başını salladığında sararmış zarfı eline aldı. Meryemce yüzünü boynuma saklayarak elini tekrar şah damarıma koyup;
"Beni affet bu göz yaşlarım aşktan değil acıdan kocam. Ben bir tek seni sevdim, sana aşık oldum."
Meryemcenin beline sıkıca sarılıp şakağını öptüm. Sessizce;
"Senin yoluna ölürüm, seni sen yapan her şey başım üzerine."
Kerem'e baktığımda Kerem hafif öksürüp;
" İNCİ TANEM!
Sen bu mektubu okuyorsan ben yokum bu dünyada o zaman. Ağlama, ben senin göz yaşlarına dayanamıyorum. Şehit mi oldum ben yoksa babanın tuzağına mı düştüm?
Nazlı meryemim, şirin gülüşlü inci tanem.
Ben bu görevi kabul ederken sana aşık olmak yoktu hesapta. Ofiste seni görünce kaldım. Gözlerimi kaç defa kapatıp açtım bilmiyorum. Güzelliğini, naifliğini gördüğüm her gün kendime kızdım. Senden yaşça küçük dedim, belki o da suçlu dedim ama yok sen tertemiz papatyaydın. her geçen gün içime işledin.
Seninle ofiste sabahladığımız gece bana anlattığın hayalindeki adamı kıskandım. Öyle gülerek demiştin ki adı bile var. Mustafa...
Umarım bulursun o Mustafa'nı... Biliyorum ben sana evlenelim desem de sen kabul etmeyeceksin. Eğer bulursan söyle o Mustafa'na seni ağlatmasın, seni çok sevsin. İçinde ağlayan yalnız kalan kız çocuğunu hep sevsin. Meryem babanın seni ezmesine izin verme. Sen beni biliyorsun. Anlatmaya başlarsam 'ama Murat sus korkuyorum' dersin. O gözlerindeki parlaklık hiç kaybolmasın. Her zaman deli divane, neşeli gez. Hep gül. Benim için bir sabah kalk şekerli türk kahvesi iç. Kerem seni hiç bir zaman bırakmaz, Genco ve Cüneyt onlara da söyle seni lisedeki anlattığınız gibi gözlerinden bile sakınsınlar.
Sana son bir şey söyleyeceğim. Sana aşık olduğum dakikadan beri hep bir dua var dilimde. Bu dünyadan göçüp giderken en son senin yüzünü görmek.
Seni seviyorum İnci tanem....."
Mektup bittiğinde kucağımda uyuyan karımla şaşırdım. Mektubu dinlemedi bile. Sıkıca sarıldığımda Kerem;
"Ne yapayım ben şimdi Mustafa"
"Resimleri ve mektubu benim masama bırak, emanetleriniz sizin olsun. "
"Mustafa"
"Efendim"
"Onun her şeyi sensin. İçine saçma sapan bir tohum düşmesin"
"Düşmez, ben onun beklediği Mustafa'sıyım. Hadi gidin yatın ben de karımı alarak odamıza gideceğim"
"Mustafa"
"Efendim"
"Mert'e fena darbe indirdin"
"Az bile o ite, ben dünden beri kafayı yedim "
"Nasıl yani"
"Ben dünden beri bu olayı biliyorum"
"Sen yeni öğrenmedin mi"
"Hayır, bana bu kutuyu gönderen adam, dün epostayla başladı kafamı karıştırmaya. Allahtan eskisi gibi ön yargılı davranıp, yargısız infaz yapmadım. Meryemce iyileştirdi beni. "
"İyi ki, hadi çocuklar"
Kerem ayağa kalktığında, bende karımı bir anda kucağıma aldım. Genco birden;
"Oha nasıl aldın bir anda kucağına, hem de yanında otururken. Ben dianayı önce koltuğa bırakıp ayağa kalkıyorum. Has enişteye bak, otururken aldı kucağına "
"Hem çok zayıfladı, hem de benim için yüz kilo olsa da hep hafiftir, narin gülümdür. Hadi ben çıkayım kapıyı kapatın."
Ben kucağımda Meryemce ile odadan çıktığımda, Kerem kapıyı kilitleyerek anahtarı cebime koydu. Ben ona bakınca;
"Sen kaldırırsın resimleri. Şimdi senin yılanlardan biri odaya girer uğraş dur"
"Doğru dedin."
Onlara tekrar iyi geceler diyerek merdivenlerden indim. Odamıza zorda olsa girdiğimde yatağımızda oturan Mina ile şaşırdım. Mina hızla yataktan kalkıp benim için örtüsünü açtığında annesini yatağa yatırdım. Mina ufacık elleriyle annesinin üzerini örterken;
"Örtme kızım, annenin başından şalını çıkaralım"
"Tamam baba ben iğneleri çıkarırım"
Mina ile Meryemcenin başını açtık. Mina annesinin başını öpüp gözün kenarında kalan göz yaşını sildiğinde;
"Mina ne oldu babacığım sen niye buradaydın"
"Ben sizin odanıza geliyordum. Çalışma odasına giren dayımı ve dostlarını görünce kapının yanına geldim. Annem sana ağlayarak bir şey anlatıyordu. Bende üzüldüm ve buraya geldim. Bende sizinle yatabilir miyim"
"Tabi yatabilirsin babacığım. Sen annenin sağına geç yat bende üzerimi değiştirip geleyim"
"Kızdın mı baba"
"Neden kızayım"
"Geldim ya"
"Mina sana hiç bir zaman kızmam babacığım konuştuk biz bunu. Biri bir şey mi dedi yoksa sana"
"Yok babacığım, öyle üzgünsünüz ya"
"Yok prensesim hadi yat bende geleceğim hemen"
Mina annesinin sağ göğsüne başını koyunca, Meryemce hissetmiş olacak ki hemen kolunu kızımıza sardı. Onların üzerine örterek odanın ışığını söndürdüm. Kendi tarafımda olan abajuru yakarak banyoya girdim. Üzerimdekileri çıkarırken gömleğimdeki hafif ıslaklıkla Kemal ateş'e sövmeye başladım. Her geçen gün kuyunun içindekileri merakım daha çok artarken karımın üzerine gitmemeye karar verdiğim için bekleyecektim. Kuyu sızdırmaya başladığı için her geçen gün farklı ve beni sinir edecek şeyler duyacağıma emindim.
Üzerime eşofmanlarımı giyerek içeriye girdiğimde Meryemce Mina'ya doğru dönmüş kızımıza sıkıca sarılmış uyuyordu. Hemen yanına uzanıp ikisine birden sarıldığımda yoğun gül kokusuyla tebessüm ettim. Uyku beni içine çekerken;
"Seni seviyorum Mustafa. Benim bedenim de kalbim de hayatım da senin. Sen benim kış güneşim, sen benim huzurum, yeniden bana getirdiğin neşemsin. Ben sana gözüm kapalı güveniyorum. Sende bana inandığın, güvendiğin için çok teşekkür ederim"
Bir şey söylemeden yanağını öperek derince burnumdan nefes alıp kokusunu ciğerlerime doldurdum. Meryemcenin hafif aldığı nefesle;
"İşte sen nefes aldıkça bende nefes alıyorum. Sen ve kızım benim şah damarımsınız."
...............................................
Kelime harf hatam olursa aff ola...
Allaha emanet olun...
Sizi seven çatlak yazar.... :) :)
Umarım beğenirsiniz...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 31.09k Okunma |
3.32k Oy |
0 Takip |
79 Bölümlü Kitap |