60. Bölüm

Sen benim kızımsın...

Aslıhan k.
ahan5354

MERYEMCE...

Sabah gözlerimi açtığımda göğsümdeki baş ile güldüm. Ellerimle gözümü kapatarak sevdiğim saçları severken gözümün önüne bir kaç saat önce odaya girişi gelmişti. O kurşunlanma olayını Gülperi'nin babasının yaptığını söylediğinde inanamamıştım. Gözlerimi açıp zorda olsa Mustafa'nın başını yastığına bıraktım. Yatakta ayağa kalkarak ayak ucundan indim. Beşiğe yaklaşıp minik adamlarıma baktığımda mışıl mışıl uyuyorlardı. Sessiz adımlarla banyoya girip kısa bir duş alıp çıktım. Havluyla odaya girdiğimde üç adamımın hala uyuyor olmalarına sevindim. Dolaptan çamaşırlarımı ve giyeceklerimi alarak hemen giyindim. Dolaptan siyah büyük kol çantamı alıp içini hazırlarken çok mutlu olmuştum. Mustafa gece Mina'nın kimliğini bırakmamı istediği için aynanın önüne bırakmıştım. Ayağa kalktığımda ezan okunmaya başladı. Biraz ezanı dinledikten sonra seccademi serip namazıma niyetlendim. Namazını dikkatle kıldıktan sonra tesbihimi çekerek yerden kalktım. Mustafa'nın bel boşluğuna oturup Rabbimin bana verdiği en güzel nimetime bakarak duamı etmeye başladım. Gözlerini, yüzünü izlerken duamı ettikten sonra ellerimi yüzüne sürerken alnını öpüp;
"Kocam hadi kalk namazını kıl sevgilim"
"Hımm tamam "
Mustafa yatakta oturduğunda, yüzünü severken uykulu puslu bakan gözlerle;
"Sen gidiyor musun"

"Annemin yanına gidip çıkacağım sonra. Bir şey mi isteyeceksin"

"Yok, çantan burada kalsın. Annemin yanına git gel"

"Tamam koca bebeğim sen nasıl istersen"

Yataktan kalktığımda Mustafa da kalktı. O banyoya giderken ben odadan çıktım. Havanın en zifiri karanlığında avluya çıktığımda sabahın ayazını ciğerlerime kadar çektim. Merdivenleri biraz hızlı çıkıp önce Leyla'nın odasına girdiğimde boş olduğunu görünce gülmüştüm. Yan odanın kapısını çaldığımda kısa zaman sonra açıldı. Babam gülen gözlerle bana bakarken;

"Günaydın yakışıklı babam"

"Günaydın göz aydınlığım"

"Babam annem müsait mi"

"Müsait kızım gel"

Ben içeriye girdiğimde babam arkamızdan kapıyı kapamıştı. Annem odasında ki koltukta tesbih çekiyordu. Beni görünce ayağa kalkıp önüme geldi. Yanağımı öpüp;

"Günaydın deli gelin"

"Günaydın annem"

"Gidiyor musun kızım"

"Birazdan çıkacağım anne. Ben akşam gelmeyeceğim. Sen ne yapacağını bilirsin Mihriban sultan"

"Merak etme annem. Rabbim sana başarılar versin. Allaha emanet ol gözün arkada kalmasın"

Annem yanağımdan tekrar öptüğünde, bende öpmüştüm. Babam gülerek kollarını açtığında, anneme dönerek;

"Mihriban sultan, kocanız şuan bana kompliman yapıyor karışmam bak"

"Sende cevap ver kocama "

"AAA olmaz benim kocam var hem de çok sinirli bir adam kendi"

Üçümüz gülmeye başladığımızda, babama doğru yürüdüm. Babamın kollarının arasına girdiğimde babam sıkıca sarılıp kulağıma sessizce;

"Dikkat et kendine nazlı gelinim"

"Ederim baba"

Babamın yanağını bastırarak öptükten sonra odadan çıktım. Merdivenlere doğru yürürken odasından telefonuyla konuşarak çıkan Sinan'ı fark ettim. Mutfak merdivenlerinden inerken bende sessizce onu takip ettim. Mutfak kapısında durup onu izlerken o bir bardak su alıp sandalyeye oturdu. Gülru'yu dikkatle dinlerken hiç uyumadığı göz altlarından belli oluyordu. Bir adım içeriye atarak ani den '' günaydın prensim'' dediğimde olduğu yerden sıçramıştı. Bana dönerek '' yengem '' dediğinde yanına gidip elimi omzuna koyarak;

"Hiç uyumadınız galiba beyfendi. Telefondaki menekşe hanıma da söyle hadi bir iki saat yatmaya "

"Yenge bir şeyi de anlama ne olur"

"Hadi paşam gerçekten okulda dikkat dağınıklığın çok olacak. Menekşemde gün içinde yorgun düşecek. Bir iki saat uyuyun hiç olmazsa"

"Yenge"

"Efendim"

"Gülrü benimle birlikte üniversite sınavına hazırlanmak istiyor"

"Ne güzel Sinan ama bir dakika bu bakışlar da tamam anladım. Akşam amcanı kenara çek ve söyle, eminim arkanızda olacaktır"

"Seni seviyorum tabi yengem olarak"

"Aaa prensim bizim büyük aşkımıza ne oldu"

"O ben tatilden döndükten sonra bitti"

"Bak sen. Bende seni, sizi çok seviyorum. Sinan, akşam Mina'da olsun gözün"

"Sen yoksun dimi akşama yenge"

"Evet canım."

"Tamam aklın kalmasın yengem. "

"Hadi gideyim çantamı alıp çıkacağım. Sende kendine bir türk kahvesi yap iç"

"Tamam hanımağam emrin olur"

Sinan'a yalandan kaşlarımı çatarak mutfaktan çıktım. Mutfak avlusundan, ana avluya çıktığımda Mustafa ayakta elinde benim büyük çantam ve siyah kalın şalımla beni bekliyordu. Kısacık bir an etrafa baktıktan sonra Mustafa'ya koştum. Kocam kollarını iki yana açınca en güvende hissettiğim yere girdiğimde içim sıcacık olurken kocam kollarını sıkıca kapadı. Gözlerimi kapadığımda, Mustafa alnıma dudaklarını bastırdı. Biraz öyle durduktan sonra Mustafa kendinden biraz uzaklaştırarak;

"Allaha emanet gül güzeli, aklın bizde kalmasın"

"Aklım kalmaz, sen varsın"

"Hadi git yoksa bırakmayacağım"

"Kocam be"

"Hadi gülüm hadi sen git mesleğini icra et bende seninle tekrar tekrar gurur duyayım"

"Sen benimle gurur duyuyor musun gerçekten"

"Ben seninle her zaman, her kimliğinle gurur duyuyorum. İster deli doktor ol, ister atmaca ol ben seninle ilk gördüğüm andan beri gurur duydum ve duymaya devam ediyorum. Ben çok şanslı bir adamım ki senin gibi güçlü bir karım var. Ben her zaman ne olursa olsun sana saygım da var güvenimde. Senin o hazır olduğunda anlatacağın zifiri karanlığın var ya hani, onunla bile ne olursa olsun gurur duyarım. Her zaman göğsümü gere gere arkanda ben olmaktan onur duyarım. Seni seviyorum nazlı bir o kadar da hırçın deli karım"

"Yani sen dün gece bana kızmadın mı "

"Hiç kızmadım sevgilim"

Mustafa'ya tekrar sarıldığımda avluda bir öksürük duyduğumuzda birbirimizden uzaklaştık. Eren başı önünde aracın hazır olduğunu söylediğinde kocamla kapıya yürüdük. Kapıdan çıktığımızda bütün korumalar hazır ola geçmişti. Boran eliyle açtığı kapıya doğru buyur der gibi yapınca arabaya bindim. Mustafa kapımı kapatırken göz kırpmıştı. Çantamı yanıma koyduğumda Meriç, Boran ve Eren arabaya bindiğinde direksiyona geçen Boran arabayı çalıştırıp yola çıktık. Biraz gitmiştik ki;

"Eren"

"Buyurun hanımefendi oh be hanımefendi, Hanım efendi"

"Eminim siz üçünüz güzel kahvaltı edebileceğimiz yer biliyorsunuzdur"

"Geçen sabah gittiğimiz bir yer var ama Boran ne dersin"

"Olur Eren gidelim"

"Güzel bir kahvaltı edeyim sizinle"

Meriç'in başını eğdiğini fark etmiştim. Gözlerimi dikiz aynasına çevirdiğimde Boran gözlerimin içine bakarak;

"Meryemce abla nasıl böyle olabiliyorsun"

"Nasıl yani Boran"

"Çok sakin bir kadınsın. Fakat kendi gözlerimle gördüm saygısızlığa tahammülün olmadığını. Hatta o adamı döverken. Sen hiç yüksünmeden bizimle kahvaltı edeceksin. Sen çok okumuş bir kadınsın hem de bu yaşına rağmen"

"Boran biz bu konuları geçmedik mi oğlum ya. Bak şuan ortanızda oturan hayalet sizin bildiğiniz adıyla Eren benim ibremin en yüksek seviyesini görmüş bir adam normalde gerçekten ne o hastanedeki nede o düğünlerdeki halim benim en yüksek seviyem değil. Ben gerçekten sinirlenirsem hiç biriniz beni tanıyamazsınız. Boran çok acıktım"

"Tamam hanımağam "

Bakışlarımı elimdeki telefonuma çevirdiğimde Eren'in onlara 'onu daha kimse tanımıyor' dediğini duymuştum. Ben maillerimle ilgilenirken arabanın yavaşladığını fark edince başımı kaldırdım. Boran arabayı park ettiğinde inerken benim kim olduğumu kimseye söylemeyeceksiniz demiştim. Boran ve Meriç yok falan deseler de kaşlarımı çatınca kabul etmek zorunda kalmışlardı. Araçtan indiğimizde Boran;

"Abla ya sana saygısızlık yaparlarsa"

"Bir şey olmaz Boran ali, hem beni tanımayan yoktur eminim"

Bir masaya oturduğumuzda garson fazla yanımızda oyalanmasın diye Boran hemen kahvaltı getir demişti. Azrail korkusu bu olsa gerek.
Ben etrafı izlerken, bir kaç garson masayı hazırlıyordu. Eren birine şekersiz türk kahvesi biraz hızlı dediğinde göz ucuyla ona bakmıştım. Bakır ufak semaverle beraber bakır fincanda kahvem geldiğinde sevinmiştim. Kahvemden bir yudum aldığımda Boran'lar kahvaltı etmeye başlamışlardı. Kahvemi bitirmiştim ki Meriç çayımı koymuştu. Tebessümle önüme bardağımı koymuştu ki yanımıza kırk yaşlarında bir adam geldi. Boran ile aramızda ayakta duruyordu. Adam hafif boğazını temizledikten sonra;

"Boran seni gördüğüm iyi oldu"

"Hayırdır Oktay"

"Ağama iletir misin? Bir şey diyeceğim sana"

"Şimdi mi Oktay "

"Tunceli'ye gidiyorum kamyonu doldurdum. Geç olmasın diye söyleyeceğim"

"Söyle Oktay"

"Sami var ya hani Şanlı Urfa'daki "

"Evet Oktay taksit taksit konuşmasan"

"Helin hanım onun yanındaymış annesi ve teyzesiyle . "

"Oraya ne zaman gitmiş onlar. Teyzelerindeydiler"

"Asıl mevzu o değil Boran, Helin hanım Hanımağa ben olacağım. Hanımağanın suyu ısındı. Az kaldı biri çıkar öldürür onu sonra ben ağa olurum diyormuş, Sami de destekliyormuş"

Çayımdan bir yudum alıp Boran'ın konuşmasına fırsat vermeden;

"Oktay bey siz merak etmeyin. Bizzat birazdan arayarak Mustafa Hamza ağaya ben anlatacağım bu dediklerinizi"

"Na.nası.nasıl yani"

"Helin'in suyu ısındı diye söylediği hanımağa benim galiba. "

Adam renkten renge girerken, Boran masadaki suyu uzatmıştı. Adam suyu içtikten sonra;

"Hanımağam kusura bakmayın rahatsız ettim sizi"

"Önemli değil Oktay bey. "

Adam yanımızdan uzaklaştığında garson benim kim olduğumu öğrenmiş olacak ki yanıma gelip başka bir isteğim var mı diye sorduğunda hesap demiştim. Garson şaşkınca baktıktan sonra hemen yanımdan uzaklaştı. Rüzgarı dinmeden yanımıza tekrar geldiğinde çocuklar elini uzatırken, kaşlarımı çattım. Cüzdanımdan hesaptan biraz fazla bırakarak ayağa kalktığımda Meriç elinde kaymak ve balı sürdüğü ekmeği ağızına atıyordu ki bir anda durup ;

"Hanımağam yer misiniz"

"Sen ye oğlum "

"Ama hanım ağam siz yeseniz"

"Niye ki"

"Benim ablam evlenip İstanbul'a gittikten kısa zaman sonra babam ve annem öldü. Daha sonra Hazar ağam yanına aldı beni. Ben böyle ekmek verirdim ablama o gülerek yerdi. Siz yeseniz içimden geldi. Tabi ben sürdüm diye rahatsız olmazsanız"

Meriç'in elinden ekmeği alıp yiyerek arabanın yanına giderken, Boran telefonuyla birisiyle konuşuyordu. Arabaya oturduğumda Eren kapımı kapadı. Yola çıktığımızda elime telefonumu alıp maillerime bakmaya devam ettim. Hastanenin önüne geldiğimizde Boran hızla inip kapımı açtığında hazırlanıp indim. Çocuklar kalmak için ısrar etseler de hayır demiştim. Eren fazla bir mesafe yok bir şey olsa hemen geliriz diye ikna etmişti. Onlar hastane önünden ayrıldıktan sonra doktor Meryemce kimliğime girerek hastaneye girdim. Danışmadaki kızlara baş hekimin odasını sorduğumda gayet lakayt şekilde söylemişlerdi. Sert bir o kadar hızlı adımlarla baş hekimin odasının önüne geldiğimde kapıda ki kız tek kaşını kaldırıp;

"Buyurun"

"Baş hekim içeride mi"

"Randevunuz var mı?"

"Bak canım baş hekim içeride mi"

"Evet içeride ama siz kimsiniz"

"Bak şimdi ben sinirlenmeden şu telefonu al ve içerideki baş hekime Meryemce alibeyoğlu geldi de"

"Tabi o profesör sensen bende ordinaryüs demet"

"Öyle mi Demet hanım ben iyice gerilmeden Özkan beye söyle geldiğimi"

Kadın bir sinirle ayağa kalktığında içerideki beyzade sesleri duymuş olacak ki dışarıya çıktı. Özkan bey beni görünce bir anda ten rengi beyazlasa da belli etmeden önüme gelip;

"Meryemce hanım hoş geldiniz, kapıda beklemeseydiniz. "

"Hoş bulduk Özkan bey, bu hanımefendi hangi dalda ordinaryüs merak ettim. Ben kendimi tanıtınca o da kendini tanıttı"

"Şey Meryemce hanım o benim asistanım Demet, umuyorum size şaka yapmak istemiştir. Kendisi çok şakacıdır. Ayakta kalmayın buyurun odama geçelim. Demet sende bize iki kahve söyle"

Odaya girdiğimde Özkan bey kapıyı kapatıp hemen yerine oturdu. Odadaki uzun koltuğa oturduğumda Özkan bey;

"Nasılsınız Meryemce hanım"

"Hastaneye gelene kadar gayet iyiydim"

"Nasıl yani"

"Disiplinsizliğe tahammüllüm yoktur. Danışmadaki kızlar, hasta bakıcılarınız daha bir sürü şey. Tabi birde Demet hanım"

"Gerçekten şey kusura"

"Bakarım Özkan bey burası hastane bu şekilde olmaz. Benim sizden istediğim tahliller yapılmıştır umarım"

"Tabi yapıldı. Kahvelerimizi içelim, toplantı odasına geçeriz. Ameliyata girecek diğer meslektaşlarınızla da tanışırsınız."

"Gerek var mı tanışmaya. Onlar mesleklerini iyi icra etsinler gerek yok tanışmaya"

Adam başını salladığında, kapı çalmıştı. Demet hanım başı önünde önce benim kahvemi önümdeki sehpaya koydu. Özkan bey kahvesini alıp hemen eliyle çıkmasını söyledi. Kadın dışarıya çıktığında Özkan bey konuşmak için hazırlanırken, odasının kapısını çalma gereği duymayan iki adam içeriye girdi. Özkan beyin masasının önündeki koltuklara oturarak;

"Özkan bey bize de bir kahve söylesene"

Özkan bey başını sallamıştı. O telefonu eline alıp iki kahve daha söylediğinde, adamlardan biri;

"Merhaba hanımefendi"

"Merhaba "

"Ben plastik cerrahi Zeynel gür sizde Finans müdürlüğü için geldiniz galiba"

"Meryemce Alibeyoğlu"

Adam anladım manasında başını salladığında karşındaki adam biraz kibirle;

"Alibeyoğlu mu? Mustafa Hamza Alibeyoğlu'nun nesi oluyorsunuz"

"Karısıyım, Siz kimsiniz"

"Ben kalp cerrahı Fatih arkın. Mustafa ağanın parası yok mu ki karısını çalıştırıyor"

"Siz Mustafa Hamza ağanın karısının ne işle uğraştığını biliyor musunuz"

"Evlendiğini şimdi sizden duydum. İki senedir Almanya da eğitimdeydim"

"Anladım. Özkan bey bana asistan diye bu adamı düşünüyorsan gerek yok ben bu adamı etrafımda istemiyorum"

İki adam aynı anda nasıl yani dediğinde oturduğum yerden kalktım. Çantamı elime almıştım ki Özkan bey;

"Kendisi dünyaca ünlü kalp ve damar cerrahi Meryemce Ateş"

Özkan beye ters bir şekilde baktıktan sonra adının Zeynel olduğunu öğrendiğim adam birden;

"Genç yaşında profesör olan Ateş mi"

"Özkan bey ben toplantı odasına geçiyorum. Sizde bu iki hıımmm he doktor olan beyfendiyle gelirsiniz"

Odadan çıktığımda Demet hanım ayağa kalktı. Ona sert bir şekilde baktıktan sonra bir iki adım atmıştım ki Özkan bey yanıma geldi. Merdivenleri çıkarken geldiğim duyulmuş olacak ki herkes bana bakıyordu. Toplantı odasına girdiğimizde içeride bir kaç tane doktor vardı. Masanın sonunda bir yere geçtiğimde gözlerimle Eflah'ı aradım. Neredeydi bu adam..
Önümdeki hasta dosyasına bakarken az önce ki adamlar toplantı odasına girdi. Kaşlarımı çattığımda onlarda yerlerine oturmuştu. Kısa zaman sonra Eflah her zamanki ne düşündüğünü belli etmeyen bakışlarla odaya girdi. Herkesle selamlaşıp bana başıyla selam vermişti. Eflah oturduğunda baş hekim beni tanıttıktan sonra ameliyatı yönetmek için benimle Eflah arasında oylama yaptığında sessizce baktım. Doktorların hepsi beni seçince sinirlendim. Eflah gibi başarılı bir adam varken neden beni seçiyorlar anlamamıştım. Sinirimi belli etmeden derin bir nefes alıp;

"Bu ameliyatı yönlendirmek doktor Aral'ın hakkı arkadaşlar. Ben yalnızca işimi yapmak istiyorum. Özkan beyin söylediği gibi büyük bir teşhis koymuş ve ameliyatı doktor Aral'ın yönlendirmesi daha doğru olacaktır."

Bütün doktorlar bana uzaylıymışım gibi baksalar da hiç umursamadım. Aral ağızını açmıştı ki baş hekim fark etmeden susturmuştu. Baş hekim bir kaç bir şey daha söyledikten sonra başarılar dileyerek yanımızdan ayrıldı. Doktorlar da baş hekimin peşinden toplantı odasından çıktılar. Sol tarafımda duran Eflah'a baktım. Eflah ile tatlı sert sohbetimizden sonra o da hazırlanmak için toplantı odasından çıktı. Elime çantamı alıp bende hazırlanmak için odadan çıktım. Giyinme odasına girdiğimde yeni ameliyat kıyafetlerinin bedenimden bir beden büyüğünü alıp giyindim. Beyaz boğazlı dar badimin, boğazını biraz daha yukarıya çekip en sevdiğim, hiç bir şekilde başımdan çıkmayan bonemi başıma taktım. Eşyalarımı bir dolaba koyup kilitledikten sonra cebime telefonumu koyarak odadan çıktım. Ameliyat uzun olduğu için kantine gidip sert bir kahve içmeye karar verdim. Kantine indiğimde herkesin gözü hala bana dönüyordu. Tezgahtaki adama büyük porselen bardağa türk kahvesi yapmasını söylediğimde yüzüme boş boş baktığında kaşlarımı çatarak 'elin çalışsın ' dediğimde kendine gelmişti. Adam işini yaparken etrafıma bakarak derin nefesler alıyordum. Naci hocaya her zaman ki gibi içimden helal olsun demiştim. Bizim hastanemizde yüksek bir disiplin vardı. Adam kahvemi uzattığında cebime aldığım yüz lirayı tezgaha bıraktım. Adam para üstünü veriyordu ki gerek olmadığını söyledim. Elimde fincanım ameliyat haneye doğru giderken, yanıma birinin yaklaştığını fark ettim. Sol tarafıma baktığımda sabah ki kalp doktoru olduğunu anlamıştım. Tek kaşımı kaldırıp durduğumda tam karşımda durdu. Adam yalandan güldüğünde;

"Hayırdır"

"Sen nasıl bir doktorsun. Neredeyse on iki saatlik ameliyata gireceğiz ve sen sadece bir bardak kahvemi içiyorsun"

"Bir mahsurumu var doktor. Herkes kendine iyi gelecek şeyi tüketiyor. Görüyorum ki sende nefesini tüketiyorsun. Umarım bu sigara kokusuyla ameliyata girmeyeceksin. "

"Bak doktor"

"Orada dur, doktor değil hocam diyecektin galiba. Doktor sen bence konuşarak nefesini tüketeceğine en iyisi soğuyan kahvemi tazele. "

Eli havada duran adamın elinin içine sıcak fincanımı koyarak;

"Hadi doktor hadi ayakların işlesin. On beş dakikan var koş yoksa almam seni ameliyata"

Doktora kısa bir an baktıktan sonra yanından uzaklaştım. Ameliyathanenin önüne geldiğimde bir hemşire içeriye girerken kapıyı açıp geçmesini bekledim. Hemşire içeriye girdiğinde bende peşinden içeriye girdim. Hemşire elindeki serumlardan birini yere düşürecekken ellerini yıkayan eflah havada yakaladı. Hemşire mahcup bir şekilde içeriye girdiğinde Eflahı tebrik ettiğimde o tebessümle bana emir verince sinirlenmiştim. Hastane ortamında bana bir tek Çınar emir verebilirdi. Eflah'a doğru bir adım atarak;

"Ah bana emir vermemen gerektiğini sen hala öğrenememişsin. Şimdi yıkıl karşımdan ben kemiklerini kırmadan"

Eflah gülerek elleri havada ameliyathaneye girdi. Bende ellerimi yıkadıktan sonra içeriye girdiğimde hemşire önüme gelip önce ameliyat önlüğü giydirdi. Elime eldivenleri geçirecekken bir an durdu. Niye durdu diye baktığımda hipnoz olmuş gibi ellerime bakıyordu. Hafif öksürdüğümde kendine gelip eldivenleri elime geçirdi. Eflahın yanına geçtiğimde, ameliyat gidişatının nasıl olacağını anlatıyordu. Eflah bistüri dediğinde hemşirenin uzattığı babasının ona hediye ettiği altın bistürisini gördüğümde çok hoşuma gitti. Eflah demek ki bazı şeylere güçlü ve cesareti tam olmuş demektir. Eflah kesiyi atmadan bize bakan doktor ve asistanlara hafif bağırdıktan sonra ilk kesikle ameliyatı başlattı. Biraz zaman geçmişti ki doktorlardan biri elindeki klempi ana artere değdirince fazla kanama oldu. Eflah iyice sinirlenip doktoru azarlarken dışarıya çıkarmayacak sandığımda 'çık dışarı' dediğimde Eflah 'la aynı anda dediğimizi anladım. Onunda benim gibi disiplinsizle tahammülü yoktu.
Eflah görevini tamamladığında ben görevimi ele aldım. Herkesin beni incelediğinin farkındaydım. İşlemi tamamladığımda Eflah herkese geçmiş olsun diyerek ameliyathaneden çıktı. Kısa bir an kapanan kapıya baktıktan sonra hastayı kapatan doktorları izledim. İşlerini temiz yapmaya çalışırken, benden dolayı heyecanlandıklarını anladım. Bende geçmiş olsun diyerek ameliyathaneden çıktım. Kapıda duran ikizlerin ailesine başımla selam verip yanlarından ayrıldım. Lavaboya girip elimi yüzümü yıkadıktan sonra lavabodan çıkıyordum ki bir hemşire önümü kesti. Yüzüne baktığımda tebessüm ederek;

"Meryemce hocam şey, Özkan hocam sizin hastanede kalacağınızı söyledi. Onun için Eflah hocam da sizin için odasını hazırlamamızı istedi."

"Tamam canım. Ben eşyalarımı alıp gelirim Eflah beyin odasına"

"Tamam hocam"

"Canım senden bir şey isteyebilir miyim"

"Tabi hocam buyurun"

"Büyük porselen bardağa türk kahvesi istiyorum. Türk kahvesi yapmazsa o kantindeki adam, sert filtre kahve de olur"

"Hemen hocam"

Hemşire yanımdan hızlı bir şekilde ayrıldığında giyinme odasına yürüdüm. Odaya girdiğimde ameliyata girmesini engellediğim kalp cerrahi sinirli bir şekilde koltukta oturuyordu. Ayağa kalktığında;

"Doktor ameliyata girmediniz bir şey mi oldu"

"Dooo hocam işim vardı. Onun için sizin gibi bir hocama yardım edemedim çok üzüldüm."

"Merak etme başka sefere "

Dolaptan eşyalarımı alıp çıkıyordum ki bir anda geriye döndüm. Doktor yüzüme bakarken;

"Doktorluk yürek ister. Can kurtarıyoruz ve hiç bir zaman kibirli olmamak lazım. Sizde saygı hiç bir şey yok. Onun için sizi almadım o ameliyata"

Fatih bey başını sallayarak benden önce çıktı odadan. Elimde çantamla Eflah'ın odasını bulmak için koridorda yürürken, beni tanıyanlar yanındakini hafif sallayarak beni gösteriyordu. Eflah'ın odasını bulduğumda odadan elinde sarı bir bezle kısa boylu toplu bir kadın çıktı. Kadın kaşları çatık bana bakıp;

"Sen doktor Meryemce misin"

"Evet"

"Tamam geç içeriye o zaman. Eflah bey senin hastanede çok titiz olduğunu söyledi. Onun için ben son temizliği yaptım seni bekliyordum. Eflah bey kendi değerlendirme raporlarını masaya bırakmış bakarmışsın. Başhekim sonra imzalanacak kağıtları getirecek miş"

"Teşekkür ederim "

"Rica ederim"

Kadın yanımdan ayrıldığında odaya girdim. Kapımı kapatıp elimdeki eşyalarımı askıya astım. Ağır adımlarla masaya yaklaşıp Eflahın koltuğuna oturduğumda kapı çaldı. Gel dediğimde kahve istediğim hemşire içeriye girdi. Fincanı masaya bırakıp sakince odadan çıktı. Kahvemden bir yudum içip gözlerimi kapamıştım. Kahvenin tadını çıkarırken aklıma adamlarım ve kızım geldi. Hemen olduğum yerde doğrulup cebimdeki telefonumu çıkardım. Annemi aradığım da bir iki defa çaldıktan sonra açılmıştı. Ağızımı açıyordum ki arkadan ağlama sesi gelmeye başladığında;

"Anne"

"Merak etme kızım. Minik asiler uyuyorlar. Ağlayan diğer paşa Hattab. Biraz ateşli süt annesi"

"Oy annesi sevsin. Hastaneye gittiler mi"

"Yok düşer gibi azcık gazı var da"

"Anne Sultan abla çay yapsın söyle ona"

"Dimi kızım hiç aklımıza gelmedi. Fakat başka birinin aklına gelmiş olacak ki elinde ufak bir bardakla geliyor"

"Aslan Sultan"

"Bence de. Meryemce"

"Annem"

"Birazdan Meriç sana yemen için bir şeyler getirecek ye tamam mı annem aç kalma"

"Anne kantinden bir şeyler yerdim ben"

"Meryemce"

"Tamam anne sustum. "

"Susma susma. Senin ameliyat bitti mi?"

"Bitti annem. Normalde on iki saat sürecekti ama çabuk bitti. On saatte çıktık"

"Hay maşallah annem sen çok acıkmıştırsın"

"Tamam anne gelsin yiyeceğim o oğlun benim kilolarıma taktı"

"Aman kızım bırak taksın. Halalar geldi burnundan soluyor. Bir de başka bir şey var sanki aşırı bir sinir var onda"

"Ben biliyorum anne"

"Ney kızım"

"Ben yokum konakta gerilmiştir"

"Anam şuna bak bulunmayan hint kumaşı sanki. Anası burada, oğulları, kızı yanında sana ne hacet"

"Doğru sultanım ben kimim ki. Neyse anne sen kapat ben babamı arayayım. O da olmasa beni"

"Meryemce alırım ayağımın altına"

"Oldu anacığım. Size hayırlı akşamlar pek kıymetli torunlarına ve kızıma iyi bak"

"Bu kadar mı"

"Ne bu kadar mı anacım"

"Başkasını emanet etmiyor musun"

"Anne, ben sana ilk göz ağrını emanet etmem. Ben seni ilk gördüğüm andan beri Mustafa'yı bir gözünle hep kolladığını, takip ettiğini bilirim."

"Allaha emanet güzel akıllı gelinim. Aklın kalmasın"

Telefonu kapadığımda ayağa kalktım. Üzerimdeki ameliyat kıyafetleri olduğu için değiştirip normal kıyafetlerimi giyerek beyaz önlüğümü giydim. Telefonumu ve odanın anahtarını elime alarak odadan çıkıp kapıyı kilitledim. İkizleri kontrol etmek istediğim için odalarına çıkmak istediğimde odanın nerede olduğunu öğrenmek için danışmaya yürürken alyansım ve ağalık yüzüğümü parmağıma takmıştım. Danışmaya geldiğimde dört kız vardı. İkisi hemşire ikisi de danışmada çalışan kızlardı. Hemşireler bir şeyler yerken, kızlarda onlara dönmüş konuşuyorlardı. Elimi danışma bankosuna koyduğumda kızlardan biri;

"Hatice gerçekten çok mu güzel hanım ağa"

"Çok güzel iki göz istiyor bakmaya. Mustafa Hamza ağa yaraşır bir kadın"

"Kızım yüzü güzel ama çok sinirli disiplini bir kadın, tam hanımağa. Ameliyathanede eline eldiven geçirecektim. Ellerini bir gördüm nutkum tutuldu. Nasıl ince güzel parmakları var. "

"Ay konuştun mu Hatice. "

Kız başını yok diye sallarken;

"Ben ameliyatta işimi icra ederken konuşmam. "

Dört kız oldukları yerde sıçradıklarında, kaşlarımı biraz normal tutmaya çalışarak;

"İkizlerin odasını öğrenecektim."

"Şey, şey bir dakika Meryemce hocam hemen söylüyorum."

Kız bilgisayar ekranına bakarken, diğer kızlar bankonun üzerindeki elime bakıyorlardı. Biraz zaman sonra kız oda numarasını, hangi katta olduğunu söylediğinde;

"Bak seninle konuştum. Kolay gelsin size. Bu arada güzellik gören gözdedir. Sizler beni güzel görüyorsunuz. Ben güzel değilim"

"Olur mu hocam siz, siz nasıl desem"

"Teşekkür ederim tekrar kolay gelsin"

Kızların yanından ayrılarak asansörün önüne geçtim. Katta olan asansöre binerek yukarıya çıktım. Asansörden indiğimde bana kahve getiren hemşireyle karşı karşıya geldiğimde;

"Canım senden bir şey daha rica edebilir miyim"

"Tabi ki Meryemce hocam"

"Bana Meriç adında bir adam bir paket getirecek onu odama koyar mısın"

"Tabi ki hocam, verin odanın anahtarını"

"Çok teşekkür ederim"

Hemşireye anahtarımı verip yanından ayrıldım. İkizlerin odasının önüne geldiğimde yavaşça içeriye girdim. İkizlerin yanında duran anneleri bana tebessüm ettiğinde başımla selam verdim. Yataklarının kenarında duran dosyalarını elime alıp en son olan değerlerine bakarken, içeriye biri girdi. Göz ucuyla baktığımda orta yaşlı bir adamdı. Yanımdan geçip kadının yanında durdu. Dosyalarla işimi bitirip çıkarken "geçmiş olsun" dediğimde adam sessizce ; "sağ olun doktor hanım" demesi o kadar hoşuma gitmişti ki. Özlemiştim ben doktor olmayı.
İkizlerin odasından çıktığımda karşı odadan Eflahın sesi geliyordu. Hızlı adımlarla odaya girdiğimde Eflah yatakta yatan adamın göğsünü açtığında tam arkasında durdum. Odada bana bakanlara umursamadan Eflahı takip ederken, birden arkasını döndü. Gözlerime baktığında sinirlenmiştim. Bu adam ailesi söz konusu olduğunda niye soğuk kanlı olamıyor ki. Sertçe "çekil" dediğimde Eflah kenara çekildi. Cebimdeki ufak Steteskopu çıkarıp kalbini dinlerken hafif bir sıkıntı olduğu belliydi. Kimseye bakmadan "Kahve ve Elektrokardiyografi" dediğimde kenarda duran hemşirenin hareket etmediğini gördüğümde gür sesle; "hemen" dedim. Hemşire giderken yatakta yatan hastanın kalp sancısıyla tansiyonu düştüğü için baygın olduğu belliydi. Sinirle başımı hafif çevirip;

"Bir böbrek naklinden sonra hastanın kalp spazmı geçirmesinin nedenini bana açıklayabilir misin"

"Alibeyoğlu"

"Sen dur Aral ben açıklayayım, kardeşinin ameliyat sırasında kalbi durdu ve sen diğer hastayla ilgilendiğin için yetişene kadar zaman geçti. Müdahale ettikten sonra kalp atınca kalp cerrahı çağırmadın"

"Anlık bir şeydi ve asistanlar"

"Kes sesini ne zamandan beri kalp ve beyni asistanlara bırakıyoruz"

Aral başını sessizce önüne eğdiğinde sabır çekerek yatakta ki hastaya bakıyordum ki odaya giren hemşire Elektrokardiyografi bana getirirken ayağı kayınca sinirle 'yavaş ol! ne yapıyorsun' diye bağırdığımda Eflah'ın da benimle aynı anda söylediğini fark ettim.
Odadaki biri bu tepkimize sesli bir şekilde kahkaha attığında ters bir şekilde bakıp hastaya döndüm. Hastanın kalbini dinlerken fazla bir sıkıntı olmadığını anlamıştım. İşimi bitirmiştim ki hasta gözlerini açtı. Yüzüme belli bir süre baktıktan sonra Eflah'a benim kim olduğumu sormuştu. Eflahın konuşmasına fırsat vermeden kendimi tanıttım. Ayağa kalkıp hastaya neler yapması gerektiğini söyledikten sonra elinde kahveyle beni bekleyen hemşireden kahvemi alıp kenarda duran Eflah'ın önüne geçtim. Tek kaşımı kaldırıp;

"Senin odandayım Abil Eflah Aral. Dikkat her zaman, her koşulda ne olursa olsun çok önemli bunu unutma. Elindeki neşter sana bir çok zorluktan sonra altın tepside sunuldu. Anladın umarım beni Aral"

Eflah başını sallarken odadan çıktım. Kahvemi içerek merdivenleri indim. Bana tahsis edilen Aral'ın odasının önüne geldiğimde Meriç'le karşılaştım. Elindekini bana uzatıp;

"Ağamın kesin emriydi. Seni görmeden geri dönemezdim ablam"

"Hangi ağanın"

"Aslında hepsi öyle dedi"

"Tamam tek mi geldin"

"Yok Eren'de benimle geldi ama bir işim var diyerek bahçeye çıktı"

"Tamam"

Meriç başını eğip yanımdan ayrıldığında anahtarı verdiğim hemşire yanıma geldi. Yüzüme bakıp gelecek olan adamın gelmediğini söylediğinde tebessümle geldiğini söyledim. Anahtarı bana uzatıp yanımdan ayrıldı. Odaya girip elimdeki çantayı masaya bıraktım. Aral'ın koltuğuna oturup başımı arkaya yaslamıştım ki telefonum çalmaya başladı. Cebimden çıkarıp baktığımda Çınar'ın görüntülü aradığını gördüm. Hemen açıp;

"Çınar "

"Merhaba Lilyum prenses, nasılsın"

"Yorgunum ve çok sinirliyim"

"Neden ne oldu"

"Hastane çok ama çok disiplinsiz. Hemşireler, doktorlar çok lakayt acayip yani"

"Aral oradaydı dimi"

"Evet o ve bir kaç doktor gerisi kof. Fakat Çınar Aral var ya zehir gibi olmuş sorma."

"Anladım. Peki özlemiş misin mesleğini"

"Özlemişim. Çınar ben altı ay dolduktan sonra mesleğime dönmek istiyorum"

"Tamam ayarlarız merak etme. "

"Dur bir dakika aklıma iyi geldi. Çocukları alex'in hayvanat bahçesine götürmek nedir Çınar"

"Eğlendiler ama"

"Mina etkilenmiş ama yaralı hayvanları timsahlara veriyorlarmış anne devim öyle dedi dedi"

"Hım tamam Mina'm bana güveniyor merak etme"

"Bu son olsun Çınar"

"Karışmasan mı acaba hazır ben keyifliyim."

"İyi bir şey demedim. "

"Ben Ankara'ya geldim. Yarın akşam Ali reha yanına gelir. Ertesi akşam büyük kızımı ve Ali reha'yı alıp giderim. "

"Sizin toplantı ne oldu. Hani şu hastane toplantısı baya gecikti"

"Bay jaguar toplantı tarihini ileri bir zaman attı. Bay jaguar bize haber verecek"

"Ve sen kızmadın öyle mi?"

"Niye kızayım ki, adamın geçerli sebepleri var"

"Neymiş o sebepler"

"Meryemce"

"Tamam sustum hocam. Yalnız ben bunu unutmam"

"Hadi azcık dinlen, bende dinleneyim. Yorucu bir yirmi dört saat geçirdim"

"Tamam Çınar"

Telefonu kapadığımda önümdeki dosyalara göz ucuyla bakarken kapım çaldı. Gel dediğimde Aral tebessümle içeriye girdi. Odadaki koltuğa oturup ameliyatla ilgili konuştuktan sonra ayağa kalktı. Ona baktığımda beni saygı gereği övmeye başladığında hoşlanmadığım için kibarca kendi odasından kahve isteyerek kovdum.

.....................................

MUSTAFA HAMZA...

Sabah Meryemce'm konaktan ayrıldıktan sonra sedirlere oturdum. Biraz öylece etrafa bakarken elinde ufak tepside iki türk kahvesiyle Sinan yanıma geldi. Kahveyi önüme bırakıp;

"Amcam"

"Oğlum hayırdır"

"Ben gece uyumadım yengemde gitmeden kahve içmemi söyledi de"

"Anladım oğlum"

"Amca ben seninle bir şey konuşmak istiyorum ama ne dersin bilmiyorum"

"Dinliyorum oğlum söyle"

"Amca şimdi Gülru lise okumuş fakat üniversite okumamış ya ben de dedim ki şey"

"Ney Sinan"

"Amca ben istiyorum Gülru da benimle birlikte üniversite okusun. Şimdi benimle nişanlı diye Yusuf ağa yok diyecektir. Sen şey büyük ağasın ya"

"Tamam aynı yeri yazın ama"

"Amca hemen yoo ney "

"Sinan ben konuşurum Yusuf ağa ile. Sen liseden ne gerekiyorsa ayarla. Ben arkanızdayım. Sınavda Gülru kazanamazsa ben yine de onu yanına yazdırırım"

"Amcam ya aslan amcam"

"Sinan sınavdan sonra size düğün yapacağım oğlum haberin olsun. Gülru konakta gözümün önünde olsun. Adı, lafı çıkmasın"

"Tamam amcam sen nasıl istersen"

"Hadi sen iç kahveni bende odama gidiyorum"

"E kahve amcam"

"Sen iç onu da ancak ayılırsın. Bir daha da geç saatlere kadar konuşmayın "

Sinan başını önüne eğdiğinde bende ayağa kalktım. Ağır adımlarla odama yürürken odadan ince ince ağlama sesleri geliyordu. İçeriye girdiğimde beşikte mızıldanan oğullarımın yanına giderken odamın kapısı çalındı. Gel dediğimde annem ve Selvi içeriye girdi. Selvi tebessümle günaydın ağam dediğinde başımı salladım. Annem beşiğe yaklaşıp;

"Sen rahatına bak ağam. Oğullarını biz alırız "

Bir şey demeden başımı salladım. Annem Mirza Asaf'ı alırken, Selvi Ömer Hamza'yı kucağına aldı. Beşiğin kenarındaki örgü battaniyelerini oğullarımın üzerine koyup odamın kapısını açtım. Onlar çıktığında kapıyı kapatıp, üzerimdeki hırkayı çıkardım. Hırkamı yatağın üzerine bırakıp banyoya girdim. Lavabonun önüne geçip sakallarımı biraz inceltip duşa girdim.
Banyodan belimde havluyla çıktığımda Mina'm bir şey arıyordu. Bir anda beni görünce korkup, bir adım geriye gittikten sonra kaşlarını çatarak sinirle;

"Baba"

"Efendim "

"Niye korkutuyorsun"

"Özür dilerim prenses. Sen ne arıyorsun"

"Selvi yengem Mirza'ya mendil getirmemi istedi"

"Bak o çekmece de var babacığım"

Mina çekmeceden bez mendil alıp kapıya doğru yürürken başı önündeydi. Ondaki hafif durgunluk canımı sıkmıştı aslında. Annesi kılıklı kırgınlıkları hep gözünde, vücut dilinde;

"Mina"

Mina arkasını yavaşça dönerek, gözlerime baktığında;

"Neyin var gözümün nuru"

"Hiç baba. Baba biliyor musun Yekta bana dedi ki ' asi ağanın asi kızı ' dedi."

"Doğru demiş"

Mina kaşlarını çatarak 'baba' dediğinde gülmemek için kendimi tutmuştum. Bir adım ona doğru attığımda;

"Sen hasta olacaksın babacığım üzerini giyinsene"

"Tamam Mina sultan. Sen çık ben üzerimi giyinip geleyim"

Mina başını salladığında yanılmadığımı anladım. Mina'ya bir şey olmuş ve onu düşünüyordu. Bir insanın bu kadar annesi olmadığı halde tıpatıp annesine benzemesi. Başımı sallayarak dolaptan eşyalarımı alarak giyindim. Aynanın önünde elimle saçıma şekil verirken Meryemceden gece istediğimi unutmadığını fark ettim. Mina'nın kimliği aynanın önündeydi. Kimliği cüzdanıma koyarak odadan çıktım. Masaya baktığımda bir tek ben eksiktim. Yerime oturduğumda afiyet olsun dediğimde herkes tebessümle başladı.

Keyifli hoş sohbetle geçen kahvaltıdan sonra Yusuf ağa ve dayımlar kahve içmeden kalkmışlardı. Onları babamlarla yolcu ettikten sonra avluya girdiğimizde üzerini giyinmiş çıkmaya hazır olan Leyla'nın önünü kestim. Leyla bir an korktuğunda;

"Ay Mustafa ağam korktum"

"Korkma kızım korkma"

"Tamam abi korkmam. Bir şey mi istedin"

"Evet öncelikle nasılsın "

"İyiyim abi sen nasılsın"

"İyiyim. Leyla bu gün yoğun musun çok"

"Fazla değil abi bir sorun mu var"

"Yok Mina'yı yanımda şirkete götüreceğimde"

"Anladım abi. Sıkıntı yapma ağam benim yanımda, Baran'ın Kadir'in yanında zaman geçirir. Canı sıkılmaz"

"Tamam çok iyi olur. Meryemce yokken gözümün önünden ayrılsın istemiyorum"

"Anladım, çok iyi anladım. Biz şimdi Hazar, Kadir, Serdar beraber şirkete geçiyoruz"

"Tamam Leyla"

Leyla kapıdan çıktığında yanımdan Kadir ve Serdar şirkete görüşürüz ağam diyerek geçerken, Kadir'in omzuna hafif yumruk attığımda;

"Mina üzgün galiba abi"

"Fark ettim. Öğrenirim inşallah. Kadir niye Mina ile bu kadar ilgilisin"

"Mert'i veya başkasını bilmem ama o benim senden olan ilk göz ağrım yeğenim. Üzülsün, ağlasın dışlansın istemiyorum ağam. Serdar da aynısını düşünüyor"

Serdar'a baktığımda evet manasında başını sallıyordu. Kadir'e başımı sallayarak elimle gidin dediğimde başlarını eğerek kapıya çıktılar. Avlunun ortasına bir iki adım atmıştım ki Hazar sol eli cebinde önümde durdu. Tek kaşımı kaldırıp baktığımda;

"Mustafa'm Üzeyir aradı. Sana ulaşamamış. "

"Odada kaldı telefonum. Ne dedi"

"Mert havaalanından direk Hande akça diye bir kadının evine gitmiş. "

"Tamam Hazar'ım tamam"

"Hayırdır Mert'i niye takip ettiriyorsun. Bir sıkıntı mı var, ne yapıyorsun yani"

"Karımın yükünü omuzlarından alacağım"

"Nasıl yani"

"Zamanı geldiğinde Hazar'ım zamanı geldiğinde anlatacağım şimdi zamanı değil"

"Anladım kardeşim anladım. Ne yaparsan yap arkandayım. Meryemce inanılmaz bir şekilde kendini geri çekmiş gibi sessiz sakin farkındayım. Mert'in tavırları beni bile geriyor düşün "

"Hadi Hazar hadi. Şirkette görüşürüz"

Hazar başını sallayarak yanımdan ayrıldığında, avluya tamamen girdim. Dağhan ve Devran yanıma yaklaştığında ;

"Nereye gidiyorsunuz beraber"

"Gece geç geliriz. Şanlıurfa'da bir olay varmış. Operasyon gibi "

"Tamam Allaha emanetsiniz"

Sedirlere oturacakken çocuklar önüme geldiler. Emrah eliyle saçını düzeltirken yanımıza Berfe Ömür ve Cansel geldi. Cansel'e göz kırptığımda gülmüştü. Emrah bir den;

"Amca, ağanın eli tutulmaz. Bizi bu gün harçlıksız gönderme"

"Sen gidebilirsin Emrah "

"Olmaz amca ya! bu gün minik sincabımla kantinde oturacağız"

"Banane oğlum oturacaksan"

"Tabi, tabi sen yeğen ayırıyorsun amca. Oh Yılmaz paşam, sevdiği kızla rahat, Sinan abim desen iki haftalık harçlığı hala cebinde adam cimri değil çok güzel tutumlu. Kızlar zaten hepsi ay kilo alacağız diye kuş kadar yiyorlar. "

"Emrah"

"Efendim amcam"

"Oğlum hilal çok mu yiyor"

"Yok amca, aslında çok yemiyor. Onun sorunu çok kararsız kalıyor minik kelebeğim. Mesela dün önce patates kızartması istedi sonra yok hamburger dedi. Onu yedi çikolata istedi sonra ondan vazgeçip popkek istedi. Hilal'in biraz kafası karışık karar veremiyor"

Ağızımı açmıştım ki yanımda gülen Berfe ve Cansel'e baktım. Cansel birden kendini hafif toparlayarak;

"Sende nasıl karar verdi merak ettim doğrusu amcamın oğlu"

"Amcam kızı, Cansel ayıp oluyor ama "

Cansel yüzünü Berfe'nin sırtına sakladığında, Sinan Emrah'ın yanına geldi. Elini Emrah'ın koluna koyup çekerken cebimden para çıkardım. Çocuklara harçlıklarını verirken Berfe kendi eliyle, Cansel'in elini uzatırken, Cansel elini çekmeye uğraşıyordu. Çocuklara yüzer lira verdiğimde, Berfe ve Cansel'e iki yüz lira vermiştim. Emrah elindeki paraya baktı önce, sonra hafif kaşlarını çatarak;

"Amca hak mı bu şimdi. Onlara iki yüz bize yüz lira. Bana en yakışıklı yeğenine yüz lira hiç yakışmadı"

Cansel gülerek;

"Emrah iki ellin varsa yüzün yarısını sana vereyim"

Emrah'ın arkasındakiler başıyla hayır derken, saf oğlum cebindeki bütün parayı çıkardığında sol elinde tuttuğu harçlığını elinden alıp;

"Bak sen üç kağıtçıya. Senin cebindeki harçlığın sana yeter, hadi doğru okula"

Emrah yakalanmanın verdiği utançla kıpkırmızı olurken, Cansel elindeki parayı ona uzatıp;

"Amcam oğlu al bunu"

"Yok amcam kızı senin harçlığın yoktur. Hilal hanımda bu gün az yesin"

Emrah'ın ve diğerlerini Cansel'i hemen benimsemeleri çok hoşuma gidiyordu. Emrah'ın güzel tavrına elimdeki harçlığını geriye vermiştim. Emrah gülerek elimden alıp kapıya doğru giderken, "Allahım o ramazan ayında iyi ki duamızı kabul ettin" diyerek dışarıya çıktı. Berfe teyzemin yanına gitmek için yanımızdan ayrıldığında Cansel verdiğim harçlığı bana uzatıp;

"Abim çok sağ ol ama ben bunu kabul edemem"

"Niye ki kızım"

"Annem iki gün önce harçlığımı verdi. Babamda sabah verdi."

"Cansel ben kimim"

"Mustafa ağa abim"

"Başka"

"Annemin kocası, Mina ve minik asilerin babası "

"O zaman seninde"

"Allah cici babamsın dimi"

"Galiba"

Cansel elindeki parayı çenesine sürdüğünde gülmüştüm. Yanından ayrılmıştım ki Berfe önüme gelip;

"Ağam, haberin olsun. Nisa abla, Avşin ablam ve Gülcan ablayla Cansel'i alıp çarşıya gezmeye gideceğiz"

"Tamam adam alın yanınıza. Bu itlerin ne yapacağı belli olmaz"

"Hamza abi zaten Eren abi yanımızda olacak "

"Tamam kendinize dikkat edin. Akşam görüşürüz"

Sedire yaklaşıp kucağında Ömer'im olan anneme sonra Mirza'yı kucağında tutan teyzeme baktım. Teyzem bana güldüğünde göz kırpmıştım. Anneme dönerek;

"Şu görümcelerini ara eğer bir kaç gündür kaldıkları konaktan buraya bu akşam gelmezlerse sonuçları hiç iyi olmayacak"

"Ağam"

"Annem ben diyeceğimi dedim"

"Tamam ağam"

"Selvi kızımı hazırlar mısın? benimle şirkete gelecek"

"Abi biz burada"

"Yok Selvi hepiniz zaten yorgunsunuz. Kızım benim yanımda gözümün önünde duracak"

Selvi ayağa kalktığında Mina elinde sarmayla avluya geldi. Yanıma hızlı gelip;

"Baba bu soğuktu, bende elime alıp bir kaç defa hooh yaptım ısınmıştır dimi"

"Hım sen onu Sare babaanneye ver o yesin. Sen Selvi yengenle git seni hazırlasın. Benimle şirkete geleceksin"

"Baba bunu ben yesem olmaz mı"

"Peki sana bir soru; sarma mı? yoksa sıcacık su böreğiyle ıpılık çay mı"

Mina yanımdan uzaklaşıp teyzemin yanına gitti. Elindeki sarmayı teyzeme uzatırken;

"Saye babaanne sen bunu ye. Ben babamla gideyim olur mu? Sen onlara söyle bana ayırsınlar yinede"

"Biterse ben sana akşam kendi elimle su böreği açarım. Sen çok mu seviyorsun börek"

"Hımmm bayılıyorum "

"O zaman akşama börek benden "

"Yok sabah kahvaltıya yap ben senin yanında oturacağım sen yedir bana Berfe ablam kazık kadar oldu dedin ya"

"Qurbana te bim , tamam"

"Sen ne dedin bana Saye babaanne"

"Kurban olurum sana dedim"

"Sen bana kurban olma, sen beni sev "

Mina teyzemin elinin üzerini öpüp Selvi'nin yanına gitti. Merdivenleri çıkarlarken, bende odama doğru yürürken Mina'nın teyzeme niye öyle dediğini düşünüyordum. Odama girdiğimde aynanın önündeki telefonumu ve silahımı aldım. Silahı belime takarken gözüm odamızın duvarındaki karımın resmine takıldı. Nasılda masumca gülüyordu. Elime telefonu alıp mesaj çekecektim ki ondan gelen mesajı gördüm. Tebessümle açtığımda ameliyata gireceğini, kendi alanı olsa telefonu yanında olacağını fakat bu ameliyat zor ve karışık bir ameliyat olduğu için odada bıraktığını yazmıştı. Mesajın geldiği saate baktığımda üç saat öncesiydi. Telefonu cebime koyarak avluya çıktığımda Mirza ve Ömer avluyu inletiyordu. Zümrüt'ün kucağında uslu duran Hattab bile sesten korkmuş gibiydi. Annemlerin yanına yaklaştığımda ana kucaklarında olan iki aslanıma baktığımda bir anda susmuşlardı. Sağ elimle Mirza'nın, sol elimle Ömer'in yanağını severken;

"Acıktılar mı anne"

"Evet oğlum. Mustafa Hamza "

"Efendim anne"

"Mina'yı bıraksaydın oğlum"

"Niye anne"

"Oğlum işinize engel olur, rahat edemezsiniz"

"Hayır anne sende mi?"

"Mustafa o nasıl söz oğlum. Benim gözümde senin olan ilk torunum, bütün torunlarımdan kıymetli o benim için. Masun bebeğim Mina Dila'm. Sana belli etmiyorlar ama Kadir ve Serdar Mert'e çok kızmışlar. Kadir o kadar içerlemiş ki onu alıp Kader'in yanına getirip yatırmış"

Kader'e baktığımda başını salladıktan sonra;

"Abi aslında dün gece onu yukarıdaki avluda sedirde otururken bulmuş. Yanımıza geldiğinde uzun süre orada oturduğu belliydi. "

"Nasıl yani"

"Kadir onu saat üç gibi getirdi yanımıza."

Ağızımı açtığımda Mina koşarak elinde kahve rengi hırkasıyla indi. Yanıma gelip elini bacağıma koyup;

"Baba ben niye seninle geliyorum"

"İstemez misin herkesle uğraşırsın "

"Uğraşılmaz ayıp babişko. Kadir amcam ve Serdar amcam orada mı"

"Evet güzel kızım."

"Hadi gidelim sıkılırsam Kadir amcam beni konağa getirir"

Mina'nın elini tutmuştum ki kahvaltıya gelmeyen Baran, elinde kahve fincanıyla yanımıza geldiğinde Mina gülmeye başladı. Baran Mina'ya gülerek göz kırptığında, Mina;

"Baba biliyor musun Baran amcanın üzerinden tır geçmiş "

"Kim dedi kızım"

"Ben üstümü giyinip odadan Selvi yengemle çıktığımızda amcamı gördüm. Ne oldu amca dedim. Oda dedi ki üzerimden tır geçti Diloş dedi hatta plakasını almış"

Gülerek Mina'yı kucağıma aldığımda, Baran'a hadi demiştim. Tamam manasında başını salladığında kapıya doğru yürümeye başladığımda Mina elini yanağıma koyarak;

"Baba sen çok güçlüsün"

"Biliyorum"

"Nasıl "

"Çünkü benim Meryemcem var, kara kızım Mina'm var, iki asim var ve ileride ablası gibi cadı fakat bir o kadar ablası gibi çok güzel bir afram olacak inşallah"

Sabahtan beri gözlerinde görmediğim pırıltıları görmüştüm. Sıkıca boynuma sarılıp;

"Seni çok seviyorum babacığım"

Mina ile kapıya çıktığımızda bütün adamlarım hazır ola geçtiğinde, Boran arabamın arka kapısını açtı. Mina'yı oturtup yanına oturdum. Arabanın diğer tarafından Baran'da yanımıza oturduğumda Mina ortamızda kalmıştı. Boran yola çıktığında Baran Mina'nın saçını sevdikten sonra;

"Patroniçe sen ne yapacaksın şirkette"

"Bilmem ki amca, babam götürüyor"

"Mina"

"Efendim amca"

"Sen niye bu gün öyle üzgün gibi suskunsun amcam"

"Amca beni ne kadar seviyorsun"

"Çok seviyorum Mina. Sen benim gözümde camdan yapılmış bebek gibi kıymetlisin"

"Ama ben babamın gerçek, öz çocuğu değilim sen Ömer ve Mirza'yı daha çok seviyorsun dimi"

Baran ile kısa bir an birbirimize baktıktan sonra hemen Mina'yı kucağıma alıp;

"Mina"

"Baba dün Reşat dedemler gelmeden Nisa yengem ile Mert dayım yukarıda avluda konuşurken duydum. Yengem ablamı kırdın dedi, dayım ablam bana kırılmaz beni sever dedi"

"Nasıl kırmış peki babacığım"

"Ben üveymişim ya onu demiş anneme. Ömer ve Mirza daha kıymetliymiş"

"Mina, sen benim kızımsın. Seni kimse sevmek zorunda değil. Annen seni seviyor mu?"

"Her şeyden çok seviyor"

"Peki ben seni seviyor muyum sence"

"Annemden bile çok"

"Mirza ve Ömer"

"Beni görünce gülüyor gibi oluyorlar baba"

"Demek ki seni annen, baban ve kardeşlerin çok seviyor. Başkasının sevmesine gerek var mı? Bizim sevgimiz sana yetmez mi?"

"Yeter baba"

"Bizim için üvey diye bir şey yok aklından çıkar onu. Amcaların, halaların, dedelerin herkes seni Ömer ve Mirza'dan daha çok seviyorlar. Mirza ve Ömer'de seni herkesten çok sevecek"

Mina sıkıca boynuma sarıldı. Biraz öyle durduktan sonra kulağıma sessizce; ' Allah seni iyi ki bana baba diye göndermiş baba' dedi. Sıkıca sarıldığımda Baran Mina'nın başını sevince duyduğunu anlamıştım. Kısa bir an sonra araba durunca geldiğimizi anladım. Arabadan indiğimizde Mina koşarak binanın kapısına gitmişti. Adamlar kapıyı açtığında içeriye girmişti bile. Şirkete girdiğimde herkes bana bakıyordu. Mina asansörün önünde bizi bekliyordu. Yeni iş ortaklarımızdan Bengü hanım, Mina'nın örgülü saçlarını sevmeye başladığında Mina kaşlarını çattı. Yanlarına gittiğimizde Bengü hanım;

"Mustafa Hamza bey, Baran bey günaydın"

Baran başını salladığında Mina kucağıma gelmek istediğini söyledi. Mina'yı kucağım aldığımda Bengü hanım;

"Küçük hanım kim Mustafa bey"

"Kızım Mina Dila Alibeyoğlu"

Bengü hanım garip baktıktan sonra bizimle beraber asansöre bindi. Asansör benim odamın olduğu kata çıkarken Mina gülmeye başladı. Yüzüne baktığımda ;

"Baba aynı sizi ilk gördüğüm zaman gibi bakıyorsun"

"Nasıl yani"

"Sizi yani seni ilk gördüğümde böyle bakıyordun taş gibi çok sert"

Bengü hanım konuşmayı duymuş olacak ki;

"Küçük hanım sizin evlatlık kızınız mı Mustafa bey"

Ağızımı açıyordum ki Mina;

"Ben evlatlık değilim. Allah bizi sonradan babama verdi. "

Mina yüzünü asıp başını omzuma koyduğunda korkmasın diye Bengü hanıma bir şey dememiştim. Bizden önce inmişti Baran Mina anlamasın diye sessizce küfürler sıralarken asansörden indik. Odamın önüne geldiğimizde asistanıma ' Aykun Aköz'ü bağla bana 'diyerek odama girdim. Mina'yı kucağımdan bıraktığımda odamdaki büyük koltuğa oturduğunda, bende masama geçtim. Telefonum çaldığında telefonu açarken, sandalyeme oturdum. Baran karşıma oturduğunda gür bir sesle;

"Aykun bey lafı uzatmayacağım. On dakika önce müdürünüz olan kızınızın benim için çok büyük hatası yüzünden ortaklığı fes ediyorum"

"Mustafa bey anlaşabiliriz. Kızımın hatasını bir şekilde telafi edebiliriz"

"Edemezsiniz. Benim değerlerime küçümsermiş gibi konuşursa bir insan onu öldürmediğime dua edebilirsiniz"

"Çok özür dilerim Mustafa bey, kızım biraz "

"Şımarık kızınız, edep yoksunu bence yeterli. Sözleşmede ki miktar bu gün hesabınızda olacaktır"

"Gerek yok Mustafa bey, gönül rahatlığıyla fes edin. Benim kızımın bu kaçıncı hatası. Sizin gibi bir adama mahcup olmak istemezdim"

"Anladım Aykun bey. Benim size tavsiyem kızınızı yanınıza alın. Sağlam başka müdürler bulun"

"Tavsiyenize uyacağımdan emin olabilirsiniz"

Telefonu kapadığımda Mina yüzüme bakıyordu. Göz kırpıp;

"Babacığım o kapıdaki ablaya bize iki kahve söyle, sende şirket içinde dolaşabilirsin"

"Yok babacığım"

"Kadir amcan ile Serdar amcan aynı odada çalışıyor, yan odalarında Leyla var"

Mina gülerek odadan çıktığında kapıyı kapatmıştı. Telefonla asistanımı arayarak iki kahve söylediğimde Mina'nın söylediğini söylemişti. Kısa zaman sonra kahvelerimiz geldiğinde, asistan fincanları bırakıp çıktı. Kahvelerimizi sessizce içerken ;

"Sen Mina'ya öyle dedi diye İtalya'daki anlaşmayı fes ettin"

"Evet"

"Aslanım ağam benim, sen etmeseydin, ben o kadından başka şekilde hırsımı alacaktım. Peki ne yapacağız. "

"İtalya'da benim okuldan çok samimi dostum var. Onunla ortak olabilirim. "

"Anladım."

Kahvelerimiz bittiğinde Baran kendi işleri için odadan çıktığında, şirketin kamera sistemine girdim. Mina'yı ararken çalışanların arasında sessizce gezdiğini gördüm. Çalışanlar göz ucuyla Mina'yı takip ediyorlardı. Bilgi işlem müdürü Bilgehan'ın kapısının kenarından ona bakarken, Bilgehan onu fark etmiş olacak ki kapıya çıktı. Elini uzattığında Mina ellerini arkadan belinin üzerinde bağlayarak konuşmuştu. Bilgehan şaşkınca ona baktığında ne söylediğini merak etmiştim. Görüntüyü izleyecekken kapım çalındı. Gel dediğimde bir taraftan görüntüyü kapadım. Asistanım içeriye girip şirket için genel toplantıyı haber vermişti. Telefonumu alıp odadan çıktığımda asistanıma Mina'ya bakmasını söyleyecekken Mina yanıma geldi. Ben ona baktığımda Kadir yanımıza gelmişti. Hep birlikte toplantı odasına girdiğimizde Mina benim sandalyeme oturdu. Bizimkilerle Mert'in çizdiği hastane projesine bakarken, Mina yanıma geldi. Ona baktığımda gülüyordu. Kucağıma aldığımda Kadir projeyi anlatırken Mina birden;

"Baba bu hastanede niye çocukların oynayabileceği gibi bir yer yok"

"Nasıl prenses"

"Mesela doktorların çocuklarını bırakacak yeri yoktur annem gibi, öyle ufak oda gibi salon gibi bir yer yanlarında öğretmen gibi biri olabilir çocuklar orada olabilir"

Kadir ve Serdar şaşkınca Mina'ya bakarken, ben kızıma hayran olmuştum. Yanağını öptüğümde Hazar ;

"Doğru diyor Dila'm aslında. Hasta yakınları da bırakabilir"

"Evet kızım haklı Mert beye söylersiniz. Toplantı bitmiştir ben kızımla su böreği yemeğe gidiyorum. Kızım bu gün çok çalıştı. Sizin iki aydır bulamadığınız eksiği buldu"

Mina kucağımda toplantı odasından çıktığımda arkamda kalanlar gülüyordu. Mina ile şirketten çıktığımızda yürümeye başladım. Mina yüzüme bakarken;

"Çawreşamın"

"Efendim asi ağa"

"Niye öyle bakıyorsun"

"Sen aynı annem gibisin baba"

"Nasıl yani"

"Beni mutlu etmeyi seviyorsun. Benim güzel büyümemi istiyorsun. Ben anladım seni"

"Mina'm sen mutlu musun peki"

"Ben çok mutluyum baba"

Kızımın alnını öptüğümde börekçiye gelmiştik. Ufak dükkana girdiğimde oturanların hepsi ayağa kalkmıştı. Tek elimle oturun dediğimde kalkanlar oturmuştu. Mina'yı bir sandalyeye oturtup yanına oturdum. Sahibi Salih yanımıza geldiğinde Mina iki porsiyon su böreği dediğinde kızıma baktım. Salih gülerek benim ne istediğimi sorunca Mina'ya tekrar baktım. Mina gülerek 'babama da üç porsiyon karışık börek, iki çay ' dediğinde Salih'e başımı salladım.
Mina börekler gelene kadar etrafa bakarken bende kızımı izliyordum. Mina ile Meryemce hem öksüz hem yetimdi aslında. Ah ah........

Börekler geldiğinde kızımla sohbet ederken böreklerimizi yemiştik. Annesiyle ben yokken yaşadıkları komik anıları anlatırken nasıl gülüyordu. Bir an kendime kızdım. Belki de kızımızı ihmal ediyorduk. Mina ile daha çok vakit geçirmeyi aklıma yazarken Mina sanki aklımı okumuş gibi;

"Baba şanslıyım annem ve sen yokken amcalarım, abilerim ve ablalarım var. "

Mina'nın başını öperken, hırkasının cebine gizli para koydum. Salih'ten hesabı istediğimde hesabı getirdi. Salih'e göz kırpıp hafif Mina'ya doğru eğilip;

"Mina ben cüzdanımı almayı unuttum"

"Nasıl yani baba"

"Param yok benim"

"Eyvah ne yapacağız baba"

"Bilmem sende para var mı "

"Ay baba yok"

"Ceplerine bak belki vardır"

Mina hırkasının cebine elini sokunca parayı buldu. Gözleri parlamıştı. Parayı çıkarıp Salih'e uzatırken;

"Yeter mi bu para "

"Yeter minik ağa yeter"

Mina'yı kucağıma alarak ayağa kalktığımda Salih'e bir miktar daha para bıraktım. İçeride olanlara selam verip tekrar yürüyerek şirkete giderken;

"İyi ki cebinde para varmış Mina yoksa kalacaktık orada"

"Kalmazdık ki babam"

"Nasıl kalmazdık"

"Çünkü sen kocaman ağasın ve sen ben üzülmeyim diye her şeyi yapardın."

"Yapardım her şeyi yaparım. "

"O zaman sen benim için annemle konuşursun"

"Ney için prensesim"

"Annem benim dışarıda hamburger yememe kızıyor. Amerika'da Yasinler de annemden korkusuna almadılar. Sen annemden korkmuyorsun bana kolayla alır mısın"

"Şimdi mi bebeğim"

"Şimdi değil baba hem cebinde para yok hem de ben boğazıma kadar doydum"

"Tamam kızım söz. Ben annene söylerim o da izin verir eminim"

"Tamam baba annemde kızar zaten bir şey sakladığımızda "

"Evet"

Şirkete geldiğimizde zaman su gibi akmış, akşam olmuştu. Odamdan çıktığımda dört saattir şirketin her katında gezen Mina'yı çağırması için asistanımı yolladığımda Kadir, Serdar, Baran, Hazar, Leyla sırayla yanıma gelmişti. Asistan kaşları çatık yanıma geldiğinde;

"Mina hanım nerede "

"Geliyor Mustafa bey, Bilgehan bey ile çayı bitecekmiş "

Başımı sallayarak hep beraber aynı katta olduğumuz Bilgehan'ın odasının önüne gittik. Ellerimi pantolonumun cebine koyarak odaya girdiğimde Bilgehan ayağa kalktı. Mina boş bardağını masaya bırakıp yanıma gelince, Bilgehan tebessümle;

"Nasılsınız Mustafa bey"

"İyiyim Bilgehan, inşallah bilgi işlem raporlarını hazırlarsın "

"Hazırlarım Mustafa bey, burada kızınız çok zeki maşallah. "

"Teşekkür ederim. Size kolay gelsin. Hadi Mina dila düş önüme"

"Canım acır baba"

"Nasıl yani"

"Düş önüme dedin ya"

"Mina"

"Şaka yaptım hadi gidelim"

Mina önümüzde biz peşinden yürürken Mina merdivenlerden iniyor diye bizde merdivenleri inmeye başladık. Şirketten çıktığımızda Minibüs gelmişti. Kadir, Serdar kendi arabalarına bindiğinde biz minibüse bindik. Meriç arabayı çalıştırdığında biraz gitmiştik mi Leyla ve Mina kendi arasında gülmeye başladığında Hazar gülerek;

"Pişt küçük hanımlar siz neye gülüyorsunuz"

"Hazar amca Bilgehan amcanın oğlu varmış benimle yaşıt. Çok güzel bir çocuk. Baba beni onlara götürür müsün arkadaş olmak istiyorum"

Baran, Hazar ile aynı anda hayır dediğimizde Leyla ile bize gözlerini kocaman açıp baktılar. Mina şaşkınca bakarken, Leyla iyice gülmeye başladı. Mina'nın başını öpüp;

"Mina'm prensesim geçmiş olsun "

"Niye ki leyloş"

"Hiç Mina'm hiç. Hazar ağa sarnufu açabilir miyiz"

"Niye Merinos"

"Mina ile bakacağız"

"Çocuk musunuz siz"

Mina birden ayağa kalktığında, tek elini beline koyarak;

"Sakallı cici annem farkında mısın ben çocuğum dimi baba"

"Evet prensesim, Meriç sarnufu aç azcıkta yavaşla"

Meriç sarnufu açtığında, Leyla, Mina'yı kucağına aldı. Hazar oturduğu yerden Leyla'nın belini tutuyordu. Biraz gitmişti ki Leyla ile Mina'nın şen kahkahaları kulağımıza dolmuştu. Konağa kadar Mina'nın sevinç çığlıkları, Leyla'nın kahkahasına karışıyordu. Konağın önüne geldiğimizi Mina'nın 'Ekrem amca ' diye bağırmasıyla anlamıştık. Minibüs durduğunda kapımız açıldı. Leyla kucağında Mina ile arabadan indiğinde bize onları takip ettik. Konağın kapısında durduklarında Mina;

"Baba azcık oradaki çocuklarla oynayayım mı"

"Yorulmadın mı Mina"

"Azcık baba"

Boran'a baktığımda başını salladı. Leyla'ya bırak dediğimde Mina koşarak kenarda oynayan çocukların yanına gitmişti. Konağa girdiğimizde herkes avludaydı. Melek ve Peri kendi evlerine döndükleri için biraz daha boş gibiydi konak. Hazar'a düğüne iki gün kala git dediğim için hala bizimle kalacaktı. Sedirlere oturmuştum ki Mirza amcamın, Ömer babamın kucağında üst avluda gezdiklerini gördüm. Asiye önüme kahvemi koymuştu ki Mina içeriye girdi. Annem kollarını Mina'ya açtığında Mina gülerek anneme sarıldı. Annem kucağında Mina ile sedire oturduğunda, Mina peri gibi başını annemin göğsüne koymuş öyle duruyordu. Kader Mina'nın başını sevip;

"Mina hadi elini yüzünü yıka "

"Olur Kader yengem"

"Sen niye bize anne demiyorsun daha Mina"

"Olmaz Selvi yenge"

"Niye kız"

"İşte"

"Cadı"

Mina gülerek annemin kucağından inip odasına çıkan merdivenlere giderken diğer merdivenlerden halamlar ve Helin iniyordu. Sedirlere oturduklarında sakinleşmeye uğraşıyordum. Üzerimi değiştirmek için ayağa kalktığımda avluda kısa bir an herkes sustu. Ağır adımlarla odama yürüdüm. Odama girip hemen banyoya girmiştim. Duş almayı geceye bırakıp elimi yüzümü yıkayarak banyodan çıktım. Üzerimi değiştirmekten vazgeçip ceketimi kravatımı dilsiz uşağın üzerine bıraktım. Odadan çıkıyordum ki telefonum çaldı. Arayana baktığımda hemen açtım.

"Efendim Firaz"

"Ağam, hanımağam hala ameliyatta. Burası da sakin"

"Tamam Firaz kaç kişisiniz"

"Benimle birlikte sekiz kişiyiz ağam. Dört kişi dışarıda, dört kişi biz içerideyiz"

"Tamam Firaz, Yarın hanımağanızın yanında ben olacağım büyük ihtimalle eğer değişirse durumlar ben sana söylerim. Ben olsam da olmasam da konağa gelene kadar hanımağan bir dakika bile tek kalmayacak gözün üzerinde olsun"

"Emret ağam"

Telefonu kapatıp avluya çıktığımda masaya son şeyler konuluyordu. Yerime oturduğumda herkes masaya oturuyordu. Mert masaya oturduğunda;

"Mert nasılsın aslanım"

"İyi Mustafa ağam sen nasılsın"

"İyi ne olsun iş güç. Sen işlerini hallettin mi İstanbuldaki"

"Hale yola girdi çok şükür."

"Sevindim. Biz senin hastane projene bir şey ekledik yarın bakarsın"

"Olur abi"

Masa tam olduğunda masanın sonuna baktığımda çocuklar kendi arasında sohbet ediyorlardı. Cansel onlara iyice neşe getirmişti. Emrah, Cansel'in saçını çekince ağızımı açıyordum ki Helin;

"Ağam çocukların içindeki kız kim? Yılmaz, Sinan, Emrah amcam kızı diyorlar hep"

"Meryemce hanımın candan kızı"

Helin kaşlarını çattığında Kevser halam;

"Bizimle mi yaşayacak"

"Yaşasa ne olacak ki Kevser hala"

"Hiç ağam hanımağamızın bütün tanıdıkları burada maşallah"

"İlk gelenler sizsiniz. Benim gözümde konaktaki herkes ailemdir. "

Halamlar sustuğunda, başta Leyla olmak üzere herkes halamın dediklerinden rahatsız olmuştu. Derin bir nefes alıp konuşacakken, onları rahatlatacakken Cansel hafif öksürüp;

"Dört veya beş gündür buradayım sizi ilk defa görüyorum. Fakat görüyorum ki siz maalesef ki abimin halasısınız. Şimdi o iğrenerek hanımağam dediğiniz kadını tanımıyorsunuz anladığım kadarıyla tanısaydınız beni sormayı cesaret bile demezdiniz. Annemde öyle bir yürek vardır ki kime pamuk kimine demir. Annem hayatına herkesi sokar. O hayatına giren insanlar karar verir başının üzerinde mi yoksa ayaklarının altında kalacağına. Beni merak ettiyseniz ben söyleyeyim. Ben Cansel Meryemce hanımın yani annemin kızıyım. İtalya da kendi başıma dört tane değerli dadımla yaşıyorum. Bu konağın yavrusu kadar bir tripleks bir evim var. On sekiz yaşıma girdiğim dakika benim olacak evim. Şimdi size az önce annemin ailesi için o ima ettiğiniz sığıntılık nasıl olur onu anlatayım. Birinin yanında yaşarsınız, hiç bir şey yapmadan. Ekmek elden su gölden misali yediğiniz önünüzde yemediğiniz ardınızda. Birde bunlar yetmez gibi yediğiniz kaba pisler hane halkından daha çok söz hakkınız varmış gibi konuşursunuz. Arkadan iş çevirir hane halkının yüzüne gülersiniz ay pardon bu karaktersizlik düpedüz kalleşlik oluyordu pardon. Şimdi kıymetli abimin maalesef halası olan hanım. Mert bey işi için burada ailesiyle, Dağhan beyde aynen öyle. Devran bey bizzat Mirza amcanın damadı olma durumundan burada. Leyla hanım aa o Mustafa abimin kan kardeşinin dini nikahlı eşi oda düğünlerine kadar misafirmiş. Konuyu toplamak gerekirse Mustafa abim istemeseydi annemin kardeşlerini, size şu kadarını söyleyeyim. Şuan bu güzel insanların hepsinin bu şehirde güzel evleri vardı. Mustafa abimin aile dediklerine söz söyleyecek kadar rahatsanız, annemin dediği gibi ya yağlı yediniz diliniz kayıyor yada kurşundan hızlı koşuyorsunuz. Şimdi ben kalıcı değilim, bu gün var yarın gideceğim ya siz hanımefendiler "

Hepimiz yaşı küçük kendi olgun hanımefendi olan Cansel'e bakıyorduk. Cansel suyunu içip ayağa kalktığında teyzemin kucağında oturan Mina teyzemin kucağından inip Cansel'in yanına gitti. Cansel kısa bir an gözlerime bakıp;

"Abi müsaaden varsa ben doydum."

"Müsaade senin Cansel"

Cansel giderken Mina peşine takılmıştı ki Mert;

"Mina sen nereye"

"Ablamın yanında gidiyorum Mert dayı"

"Geç yemeğini ye"

"Mert dayı, babam nereye diye sormadı sende sorma"

Mina, Cansel'in elini tuttuğunda arkasından gülmüştüm. Aslan karım nasıl gururlu, akıllı kızlar yetiştiriyordu. İki kızım mutfak tarafına giderken gözden kaybolduklarında masaya döndüm. Babam kızdı mı acaba diye baktığımda, göz ucuyla bembeyaz olmuş halamlara bakıp amcamla gülüyorlardı. Bu zamana kadar kimse aba altından laf sokmamıştı halamlara. Masadaki suyumdan bir yudum almıştım ki Sinan ayağa kalkıp;

"Ağa amcam bizde kalkalım. Cansel ve Mina tek kalmasınlar zaten doyduk"

"Tamam Sinan kalkın"

Çocuklarda masadan kalktıklarında Mert kaşları çatık yemeğini yiyordu. Sağ tarafımda Meryemcenin sandalyesinde oturan Hazar hafif sessizce;

"Ne şanslı adamsın ağam"

"Nasıl"

"Allah sana ne cabbar kızlar verdi. Büyüğü halanlara, küçüğü dayısına posta koydu"

"Allah'ım nazardan saklasın. Sende öyle bir gelin verirsen başka ne isterim"

Hazar birden hafif sesli; " Allah'ım duydun " dediğinde herkes ona bakarken, ben sadece tebessüm ediyordum.
.....................................................................

Yemekler yenmiş çaylarımızı içerken, Mina yanıma geldi. Kucağıma çıkmak isteyince hemen bacaklarıma oturttum. Mina başını omzuma koymuştu ki Helin yanıma geldi. Ona baktığımda;

"Mustafa ağam, seninle bir şey konuşmak istiyorum"

"Söyle Helin"

"Ağam ben şey bir kaç zamanlığına urfadaki teyze kızımda kalmak istiyorum"

"Neden buranın suyumu çıktı"

"Ağam azcık uzaklaşmak istiyorum "

"Niye!!! orada burada hanımağan hakkında konuş diye mi ? Helin attığın her adımdan haberim var otur oturduğun yere beni çileden çıkarma"

"Ağam ama"

"Helin son kez diyorum bir daha bu dediklerimi demem haberin olsun kulaklarını aç iyi dinle. En ufacık hatanda doğru dedemin ufak konağına, herkese hasret ölürsün"

"Ağam beni, beni"

"Kes sesini ve gözümün önünden kaybol"

Helin yanımızdan ayrıldığında Mina yüzünü boynuma soktu. Bütün gün yorulduğu için uyumak istiyordu belli. Başımı hafif ona doğru yasladığımda;

"Babacığım beraber uyuyalım mı"

"Babam benim çalışma odasında azcık işlerim var onlara bakmam lazım"

"O zaman ben uyuyana kadar yanımda dursan olur mu"

"Olur zaten sen bu akşam bizim yatakta yat kardeşlerinle aynı odada uyu olur mu"

"Olur "

Mina kucağımda beraber benim odama girdiğimde, Mina'nın başı hafif koluma doğru düştü. Tebessümle yatağın üzerine koymuştum ki odamın kapısı çaldı. Gel dediğimde teyzem ve annem içeriye girdi. Kucaklarındaki oğullarım da uyuyordu. Onlar bebeklerimi beşiğe koyarken bende kızımı yatağa yatırdım. Üzerini örterken annem yanıma geldi. Elini koluma koyup;

"Biz hallederiz sen işine bak ağam"

"Anne neyin var senin"

"Bir şey yok sen alışkın"

"Alışırım anne alışırım. Bende bu deli kadın olduktan sonra"

Teyzem ve annem gülerken;

"Beşiğin kenarındaki beyaz tülbenti Mirza ve Ömer'in burnuna yakın koyun hanımlar"

Teyzem ve annem bana gülerken, dolaptan eşyalarımı alıp banyoya girdiğimde kıyafetlerimi sepetin üzerine koydum. Sıcak suyu açtığımda içim bir garip olmuştu. Suyun altına girdiğimde nedensiz sıcak suda üşüdüm. Hızlıca duşumu alıp suyun altından çıktım. Üzerimi giyinip banyodan odaya geçtiğimde Sare teyzem koltukta oturuyordu. Elimdeki havluyla saçlarımı kurulayarak yanına oturdum. Teyzem elimden havluyu alıp saçlarımı kurularken;

"Teyzem sen niye buradasın"

"Annen dedi ki Meryemcenin kokusundan ve düzenlerinden ayrılmasınlar. Bende sen git eniştemle yat ben burada koltukta yatar bakarım çocuklara dedim"

"Teyze koltuk sana geniş gelir sen şu berjerde yat. Teyze koskoca yatak var orada sen yat orada Mina ile. Benim işlerim var çalışma odasında olacağım. "

"Olmaz senin yatağın o "

"Teyze "

"Tamam ağam tamam. Mustafa'm"

"Söyle teyzem"

"Hicret'i o kaynım olacak iten al artık"

"Alacağım anne yarım alacağım. Hicret ablayı direk buraya konağa alacağım. Bedirhan konağına alamaz biliyorsun. Zamanında Çiçek teyzenin babası Dijvar amca büyük yemin etti. "

"Mustafa ne için yemin etti o adam gerçekten. Hicret gelin geldiğinde gözünün akları kıpkırmızıydı"

"Boş ver teyze bilme sen. Sana sadece bir şey diyeyim kırk yaşındayım, ufacık çocuktum o büyük aşiret toplantılarına girdim. O kararın verildiği aşiret toplantısını unutmam. Çiçek teyze ağlayarak anlattığında Ünal ağa kayınpederine bir şey diyememiş."

"Mustafa oğlum sen ne kadar çok değiştin"

"Nasıl yani teyzem"

"İyi yönden teyzem iyi yönden. "

"Yumuşadın mı diyorsun yani"

"Aksine sen daha güçlüsün, daha sertsin. "

"Teyzem rahatına bak, ben kalkayım. İşlerim ve görüşmelerim var sabah namazdan sonra gelir üzerimi değiştiririm ben "

"Tamam oğlum. Sabah bir yere mi gideceksin oğlum"

"Meryemceyi almaya gideceğim teyze. Yarını nasipse onunla geçirmek istiyorum"

"Anladım oğlum. Ne kadar iyi geldi sana "

Sadece başımı sallayarak telefonumu aynanın önünden elime aldım. Teyzemin alnını öpüp kapıya doğru bir adım atmıştım ki ;

"Baba"

Arkamı döndüğümde Mina yatakta oturmuş gözünü ovuşturuyordu. Yanına gidip yatağa oturduğumda;

"Baba nereye"

"Çalışma odasına gidiyorum prensesim"

"Beni beklemeyecek misin"

"Mina Sare teyzem yatacak seninle ben sana bir sır vereyim mi "

"Ver babacığım"

"Çok güzel masallar anlatır"

Mina yatakta ayağa kalkıp sıkıca boynuma sarıldı. Bende sıkıca sarıldığımda yanağımı öpüp uykulu sesiyle kolay gelsin babacığım diyerek tekrar yatağa uzandı. Üzerini örtüp çıkarken teyzem Mina'nın yanına uzanıyordu.
Avluya çıktığımda kimse yoktu. Kolumdaki saate baktığımda saat on biri gösteriyordu. Ağır adımlarla merdivenlere doğru bir kaç adım atmıştım ki konağın kapısı açıldı. Kim geldi diye baktığımda Devran ve Dağhan içeriye girdi. Dağhan düşünceli, Devran ise aşırı sinirli gibiydi. Yanıma geldiklerinde Dağhan tebessüm etmeye çalışarak;

"Nasılsın Mustafa"

"İyiyim abi sen nasılsın"

"Yorgun be ağam. Gülcanlar çay demlemiş damdalar sende gel"

"Yok abi işlerim var çalışma odasına gidiyorum"

"Çaya beklerim yine ağam"

"Bakarız abi ama gelebileceğimi sanmıyorum"

"Tamam ağam"

Dağhan abim mutfak tarafına giderken, Devran elini koluma koyup;

"Meryemce nerede yatıyor mu"

"Bu gün hastanede kalacak ya"

"Doğru önemli bir ameliyata gitmişti dimi o"

"İyi misin sen"

"Sinirliyim ağam çok sinirliyim"

"İşle mi alakalı"

"Meryemce çıkmış mıdır ameliyattan"

"Çıkmış olabilir ben bugün hiç konuşamadım. "

"Neden konuşmuyorsun Mustafa "

"Yorgun olabilir Devran, o müsait olduğunda beni arayacaktır"

"Ya bir şey olduysa sana haber veremiyorsa, bütün adamlar burada"

"Devran benim adamlarım sadece kapıdakiler değil. Meryemce bilmiyor ama sekiz adam onun etrafında. Bana karısını korumuyor muamelesi yapma"

"Kusura bakma Mustafa"

"Sizi bilmem ama ben karıma çok aşırı düşkünüm. Bazı konulara sesim çıkmıyor diye arkasız değil benim karım. Ben sadece karıma saygı duyuyorum. Ben önüne geçersem hiç iyi şeyler olmaz "

"Anladım Mustafa özür dilerim. Ben bir an "

Devran etrafa kısa bir an göz geçirdikten sonra;

"Ben Mert yüzünden kırıldığını, yorulduğunu hissediyorum ondan böyle oldu."

"Tamam Devran müsaadenle çok işim var"

Merdivenleri neredeyse uçarak sinirle çıktım. Çalışma odasına girdiğimde sabır çekiyordum. Elimdeki telefonu öylesine masaya attım. Koltuğuma oturup bilgisayarımı açtığımda kısa an gözlerimi kapadım. Önüme gelen dosyalara bakarken her şeyi unutmaya çalışıyordum.

.......................................................

DEVRAN....

Mustafa'yı sinirlendirdiğimi anlamıştım. Sinirime birde yaptığım yargısız infazda eklenince iyice sinirlendim. Merdivenleri çıktığımda Avşin ile karşılaştım. Yanıma gelip belime sarılınca;

"Ne oldu gönül yangınım"

"Hiç seni özledim. Aç mısın yemek hazırlayayım"

"Yok, Gülcan çay hazırlamış Dağhan çağırdı oraya geçelim sonra yatarız olur mu yorgunum"

"Olur Devran da sen sinirli misin"

"Hem de aşırı sinirliyim. "

"Odamıza geçelim gitmeyelim istersen "

"Yok ağa kızı hadi gidelim"

Avşin'in elini tutup bir iki adım atmıştık ki Hazar ağa odasından çıktı. Yanımıza geldiğinde;

"Yeni mi geldin Devran "

"Oluyor yarım saat kadar, sen nereye"

"Ben mi şey Mustafa duymasın da dışarıya çıkıyorum"

"Nasıl yani, bir şey mi var"

"Meryemceye bakmaya gidiyorum. Aklım kaldı gece gelmeyecek ya"

"Tamam anladım."

Hazar yanımızdan ayrıldığında bende onunla gitmek istesem de Avşin'imle merdivenleri çıkmaya başladık. Üst kata çıktığımızda Mert, Nisa, Gülcan ve Dağhan kare sedirde oturuyordu. Yanlarına gittiğimizde Avşin sedire çıkıp oturdu. Avşin'in yanına oturup bağdaş kurduğumda Gülcan ve Nisa bir garip bakıyorlardı bana. Dağhan birden 'kaşlarını düzelt korkutuyorsun hanımları devrem' dediğinde başımı salladım. Avşin çay uzattığında elinden tebessümle almıştım. Gülcan Meryemce için 'Ne güzel oldu, hastane onu az da olsa kendine getirecek' dediğinde hepimiz başımızı sallamıştık. Derin bir nefes alıp;

"Gülcan siz hep Meryemce ile böyle miydiniz"

"Meryemce ile şimdi biraz uzak gibiyiz. Normalde daha sıkıydık. Şimdi benim kocam var, onun bir kocası ve yetişmesi gereken büyük bir ailesi var."

"Kıskanmıyor musun? Avşin, Kader, Selvi daha bir sürü kişi girdi aranıza"

"Aslında başta kıskandım ama ne güzel olduk. Şimdi bu aileden ayrılacağım diye üzülüyorum"

"Nasıl yani Meryemceden ayrılacağın için değil aile için mi üzülüyorsun"

"Öyle değil Devran abi ama "

"Anladım benimde bir ailem var artık diyorsun yani"

"Öyle olmadı mı ama devrem"

"Öyle Dağhan öyle. Hepimizin bağı Meryemce. Hepimizi evlendirdi."

Dağhan başını salladığında, Mert birden;

"Mustafa Hamza abim ablamı çok değiştirdi"

"Nasıl Meryemce değişmedi ki"

"Ablam eskisi kadar benimle sizinle ilgilenmiyor farkında değil misiniz"

"Mert bu halini hiç sevmiyorum, hele o kahvaltıda Mina'ya üvey demen Meryemceyi çok üzdü."

"Ablamın öz çocukları ikizler, Mina onun değil ki benim öz yeğenimde değil "

"Mert kendine gel"

"Kendimdeyim ben. Mina'yı seviyordum çünkü ablamın hiç evlenmeyeceğini sanıyordum. Mustafa ağa ile evlendi çocuk yapmaz diye Mina'ya hala düşkündüm, fakat benim artık öz yeğenlerim var. Biraz daha büyüsünler ablam tekrar beni sevmeye değer vermeye başlayacak siz üzüldü diyorsunuz ya ablam benim dediklerime üzülmez "

"Sen nasıl seviyorsun Meryemceyi. Gözün görsün azcık ablanı"

"Ben ablamı çok seviyorum. Her şeyden çok "

"Belli, Avşin hadi kalk odamıza geçelim. Dağhan hayırlı geceler devrem"

"Sağ ol devran sağ ol"

Ayağa kalktığımda Mert;

"Devran abi bak kızıyorsun ama sana bir şey diyeyim. Dağhan abim hiç yanımızda yoktu. Hep askerdi. Gülcan yengemle evlenince yanımızda şimdi. Seni tanımıyordum bile. Hep ben vardım. Bir gün Mina kucağında eve geldiğinde aslında çok sinirlendim. Biraz düşündüğümde Mina'yı evlat edinirse evlenmez ve hep benimle kalırdı. Kartal'ı er yada geç bırakacak diye hiç üzerine düşmedim. Buraya geldi Dağhan abim ağa ile evlendirdiğinde çocuk yapmaz dedim yaptı. Bakın sizi bilmem ama ablam benim"

"Mert evlisin ve yanında karın var. Ablanı saplantılı gibi sevmen normal değil"

"Ablam benim ve size bir şey diyeyim mi çok değil yakın zamanda ablam özgürlüğü için Mustafa Hamza abiyi bırakacak. Ablam emir altında olmaktan işlerine karışılmasından hiç hoşlanmaz. Babam ona azcık baskı uyguladığında eve gelmezdi. Mustafa Hamza ağa onu o çok sevdiği mesleğinden ediyor çok az kaldı. Bende onun için İstanbul'daki işlerimi büyütüyorum. Burada önemli bir konu var ki ablam benim. Babam ve annem beni ablama bıraktılar"

"Mert, oğlum bende sana önemli bir konu söyleyeyim mi?"

"Söyle Devran abi"

"Meryemcenin senin yüzünden canı sıkılırsa bende senin canını sıkarım kardeşim. Benim karım gönlüm, bacım nefesim umarım anladın. Hayırlı geceler size"

Dağhan'ın gözlerine baktığımda, bakışlarını gök yüzüne çevirdi. Başımı tamam manasında sallayarak onların yanından ayrıldım. Biz biraz yürümüştük ki Avşin;

"Mert beni korkutuyor Devran"

"Beni korkutmadı gülüm sinirlendiriyor. "

"Mustafa bunları duyarsa hiç iyi olmaz Devran. Mustafa karısı için can alacak durumda siz onu tanımıyorsunuz gerçekten o.. o.. o azrail olursa kimse duramaz önünde. Meryemcenin canı yanarsa bizi bile gözü görmez ben sana diyeyim"

"Nasıl tanımıyorsunuz derken"

"Devran, Mustafa bir gece de kaç kişiyi öldürdüğünü, kaç kişiyi herkesin içinde döverek sakat bırakacak duruma getirdiğini hiç bir şey bilmiyorsunuz. O sizin gördüğünüz perde önündeki azrail. Sizler o perde arkasındaki azraili görürseniz hiç iyi olmaz"

Ağızımı açmıştım ki Avşin hafif kendine çeki düzen verince arkama baktım. Mustafa elinde kahve fincanı merdivenlerin başına gelmiş. Göz kırpıp;

"Gençler hayırdır bu saatte"

"Çay içtik odaya geçiyorduk Mustafa ağam"

"Devran sen neye sinirlisin"

"Bir şeye sinirli değilim. "

"Onun için mi Avşin'in elini sıkıca tutuyorsun ve kaşların haddinden fazla çatık"

Avşin'in elini bıraktığımda Mustafa kaşlarını hafif çatarak;

"Gel sana kahve yapayım. Sinirin geçer "

Başımı tamam manasında salladığımda Avşin yanımdan geçerken sessizce; 'bir şey belli etme olur mu' demişti. Mustafa'ya doğru yürürken o merdivenleri iniyordu. Mutfağa girdiğimde kahveyi yapmaya başlamıştı bile. Sandalyeye oturup kollarımı masaya yasladım. Sağ profilden gördüğüm Mustafa'ya bakarken asker olmama rağmen içim üşüdü.
Kahvelerle yanıma gelip fincanımı önüme bıraktığında, kendi fincanıyla karşıma oturdu. Kahvemden bir yudum aldığımda;

"Anlat bakalım süt kayın"

"Ne anlatayım"

"Neye sinirlendin"

"Mert saçma sapan konuştu ona sinirlendim"

"Ne dedi ki"

"Ablası onu çok severmiş"

"Geldiğinde neye sinirliydin"

"Dağhan'ın söylediklerine Mert hep böyleymiş de bize yeni kendini gösteriyormuş"

"Bunlara mı sinirlendin sen şimdi"

"Başka ne olabilir"

"Devran bu dediklerin gerçek olabilir ama şuan ki sinirin daha farklı bir şey ama üzerine düşmeyeceğim. Yakında kokusu çıkar. Ben sana bir şey soracağım"

"Sor "

"Sen de Mina'mı üvey gözüyle mi görüyorsun"

"Sen deli misin ağa. Mert saçma salak konuştuğu için beni onunla aynı kefeye koyma. Benim adım Devran, soy adım Kurt. Mina benim öz yeğenim ve Talha'nın öz kardeşidir. Bu soruyu değil sormak aklına getirme bile. Mina Allah nasip ederse doğacak çocuğumun ve çocuklarımın ablası da olacak"

Yerimden hızla kalktığımda Mustafa yavaşça kahvesini içiyordu. Odadan çıkarken bir an durup sağ omzumun üzerinden Mustafa'ya bakıp;

"Ben Meryemcenin, Mina'yı nasıl pamuklara sarıp kokladığını gözlerimle gördüm. Talha'ya nasıl baktıysa Mina'yı da aynı öptü kokladı. Benim için Meryemcenin kan bağından çok can bağıyla sevdiği çocuğu ilk göz ağrısı daha kıymetli. Senin dediğin gibi o kız Allahın bize verdiği en güzel hediye. Hadi hayırlı geceler"

Mutfak avlusundan merdivenleri çıktığımda, sinirden bağırmak istemiştim. Ağır adımlarla odamıza girdiğimde Avşin çoktan uyumuştu. Benim için karımın yeri ayrı, bacımın yeri apayrıydı.

..............................................................

MERYEMCE...

Gece yarısı olduğunda daracık odada canım sıkılmıştı. Hemen üzerime çeki düzen verip odadan çıktım. Kantine indiğimde çalışanlar değişmişti. Büyük boy kahve istediğimde adam hemen başını sallayarak kahvemi yaparken etrafa bakıyordum. Bir adama dikkat ettiğimde kahvemi önüme bırakmıştı çalışan. Bardağımı elime alıp başımı yukarıya kaldırdım. Terasa çıkmaya karar verip seri adımlarla hastanenin içine girip hemen asansöre bindim. Terasa çıktığımda etrafa bakarken derin nefes çekip arkamı dönmüştüm ki Eflah'ın kardeşinin odasında gördüğüm güzel kızla karşılaştık. Biraz konuşunca islami bilgiye benden daha hakim olduğu belli olan kızın umutsuzluğa düşmüş olması canımı sıkınca ona iyi gelecek hikayeyi anlatmaya karar verdim. Kız ilgiyle beni can kulağıyla dinlemesi hoşuma gitmişti. Hikaye bittiğinde gözlerinin iyice parlaması çok hoşuma gitti. Telefon numaramı verip yanından ayrıldığımda kulağımda Kemal ateşin sözleri çınlayınca başımı sallayarak odama gittim.
Odaya girdiğimde kapımı kilitleyerek başımı açtım. Saçlarımı tokadan kurtarıp uzun koltuğa oturdum. Ayakkabılarımı çıkarıp bacaklarımı uzattım. Başımı yastığa koyup üzerime de kenardaki pikeyi alıp gözlerimi kapadım. Koltukta beş dakikada bir dönerek uyumaya çalışsam da gözüme uyku girmiyordu. En sonunda oturduğumda duvardaki saat gece üç buçuğu gösteriyordu. Elime telefonumu alıp Mustafa'mı görüntülü aradım. İki defa çalınca uyuyor olabilecek diye kapatıyordum ki görüntü açıldı. Mustafa gülerek;

"Nefesim, garım"

"Sevgilim"

"Nasılsın, yorgun gibisin. Nasıl geçti ameliyat, çok yoruldun mu? gelip alayım mı seni? yemek yedin mi? kahve içtin mi?"

"Yavaş kocam yavaş. Tane tane sor "

"Meryemcem"

"Can kocam söyle"

"Ben sensiz yatamadım"

"Bende yatamadım galiba. Bir iki saattir uyumaya çalışıyorum"

"Peki nasıl geçti ameliyat"

"On saatte bitti. Bende her hangi bir komplikasyon için buradayım biliyorsun. Yorucuydu fakat güzel sonuçlar alacağız inşallah"

"İnşallah huzurum. Adam da istemedin yanına aklım sende"

"Merak etme ben Azrail ağanın, azrail karısıyım unuttun mu?"

"Ah gül güzelim, nefesim. Bir dakika senin başın, saçların niye açık"

"Başım ağırdı. Bir saat sonra imsak girer namazı kılıp azcık kestiririm"

"Peki kaldığın odanın kapısı kilitli mi?"

"Kilitli kocam kilitli"

"Oda kimin? bayan doktorun inşallah"

"Hayır kocam, Abil Eflah Aral'ın azcık ucundan öğrencim daha doğrusu çok sağlam bir meslektaşım"

"Erkek yani, sen şimdi erkek bir doktorun odasında uyuyacaksın yani öyle mi?"

"Evet ama kocam ufak bir ayrıntıyı atlıyorsun"

"Neymiş o ufak ayrıntı bayan deli doktor"

"Ufak ayrıntı şudur, ben tek başıma bu odada uyuyacağım."

"İyi "

Mustafa bakışlarını başka tarafa çevirince;

"Benim yakışıklı kocam, karısını kıskanan siyah jaguarım, güneşim olan ağam. Sen yarın gelir beni alırsan, geçenlerde anlattığın beyaz suya beni götürürsen ve bütün gününü hamile olduğum zaman gibi bana ayırırsan sana Eflahı kim ve nasıl biri olduğunu anlatırım."

"Zaten ben seni gelip alacağım. Yarını sana ayırdım"

"Böyle sert, yüzüme bakmayacaksan gelme kapat bu telefonu"

"Karım"

"Efendim kocam söyle"

"Ne yapayım karım sen söyle. Her geçen gün iliklerime kadar işliyorsun. Yoksun diye canım sıkılıyor"

"Mustafa bir şey oldu dimi"

"Meryemce bir gün senin üzerine karar versem. Bir gün senin değerlerin hakkında kesin bir karar versem karşı çıkar mısın yoksa söz dinler misin"

"Nasıl yani"

"Sana saygı duysam da, seni en yakının bile üzse önüne geçsem"

"Mustafa sana tek bir şey söyleyeceğim. Sen anlarsın"

"Söyle Meryemce"

"Bilsem ki Kadir senin canını yakıyor, için için kavruluyorsun ve artık dayanamayacak yere geldin. Hani derler ya bıçak kemiğe dayandı o duruma geldin. Seni çok sevsem de, sana saygı duyup, değer versem de onun sert bir şekilde uyarırım. Kadir hala anlamıyorsa onu çiğner geçerim ama o duruma da senin benim gözümün önünde artık tükenip diz çöktüğünü görmem lazım. O zaman her şeyi yaparım. Beni anladın umarım. Seni seviyorum kocam. Senin dediğin gibi sen bensin, ben senim. "

"Meryemce"

Konuşmadan kocamın gözlerine baktım. Mustafa'nın Mert'e olan limiti doluyordu farkındaydım. Konakta bir şey olmuş yada bir şeyler öğrenmişti bu gün. Derin bir nefes alıp;

"Hadi kalk namaz kılalım. Birazdan imsak girecek"

Mustafa başını sallamıştı sadece. Gözlerini burnundan derin bir nefes alarak kapadı. Sessizce seni seviyorum adam diye telefonu kapadım. Odadaki lavaboda abdest alıp namazımı kıldıktan sonra uyuyamadım. Telefonumu elime alıp biraz zaman geçsin diye şirket işlerine bakmaya başladım.

Zaman su gibi geçmiş saat vizite saatini bulmuştu. Başımı düzeltip odadan çıktım. İkizleri kontrol etmek için odalarına çıktım. İkizler geceyi çok güzel geçirmişlerdi. Değerlerinin de normal olduğunu gördüğümde ailesine geçmiş olsun diyerek odalarından çıktım. Baş hekimin odasına girdiğimde yeni odaya girdiği belliydi. Ameliyat belgelerine son imzalarımı atarak onun odasından ayrıldım. Eflah'ın odasına girdiğimde dün ki temizlik görevlisi kadına yastığım ve pikemi verdiğimde yüzüme baktı. Derin bir nefesle kaşlarımı çatarak;

"Eflah beye temizlerini getirirsiniz"

"Dün temiz koymuştum."

"Bende kullandım. Temizleyin öyle koyun eşyaları"

Kadın başını salladığında eşyaları alıp odadan çıkarken, Mustafa'm geldiğini bildiren mesaj atmıştı. Çıkacağımı yazıp odadan çıktığımda Eflah'ın erkek kardeşi önüme geldi. İkizi için kalp doktorunu sorarken Eflah da yanımıza geldi. Ayak üzeri konuşurken hastane koridorunda bir hareketlilik olunca o tarafa baktık üçümüzde. Mustafa bastığı yeri inlete inlete bize doğru geliyordu. Yanımıza gelip Eflah ve kardeşiyle tanıştığında, Eflah odasına davet etti. Odasına girdiğimizde Mustafa derin bir nefes aldığında gözlerimi kocaman açıp ona baktım. Başımı sallayarak yanına oturduğumda çaylarımız gelmişti. Eflahlarla hoş sohbet ettikten sonra hastaneden çıkarken, gerçekleşen tatsız olayla azcık Mustafa'nın canı sıkılsa da pek bir şey demedi. Arabaya yürürken Eflah'ın aldığı eğitimin hakkını nasıl verdiğini görünce gururlanmıştım. Arabaya bindiğimde;

"Bu araba"

"Eren sabah getirdi. Senin arabanın yerine tamircin vermiş"

"Anladım kocam"

"Hadi azcık gözlerini kapat hiç uyumadığın belli"

"Mustafa"

"Meryemce gözlerinin altı kararmış"

"Tamam ağam uyudum bile"

.................................................

MUSTAFA HAMZA...

Beyaz suya geldiğimizde iki saatlik yolu deliksiz uyuyan karıma baktım. Arabayı kenara park ettiğimde sessizce çalan radyoyu kapatıyordum ki bir şarkı çalmaya başladı. Hafif sesini açtığımda Meryemce gözlerini açtı. Göz göze geldiğimizde Meryemce tebessüm ettiğinde, bilmediğim şarkıya eşlik etmeye çalışırken, Meryemce göğsüme yaslandı. Sıkıca sarıldığımda beraber söylemeye başladık.

Tuttuğumda elini
Yürekte can sesi var
Gördüğümde yüzünü
Ah, içime sarasım var Ben senin aşkınla yandım
Dur, gözlerine daldım
Bi' yarınıma ortak
Muradı sende aldım Öyle bir sevmişim, gel de tarif et
Sen bana armağansın
Yüzümden süzülse inan bir damla
Gönlümde çağlayansın Öyle bir sevmişim, gel de tarif et
Sen bana armağansın
Yüzümden süzülse inan bir damla
Gönlümde çağlayansın Tuttuğumda elini
Yürekte can sesi var
Gördüğümde yüzünü
Ah, içime sarasım var Ben senin aşkınla yandım
Dur gözlerine daldım
Bi' yarınıma ortak
Muradı sende aldım Öyle bir sevmişim, gel de tarif et
Sen bana armağansın
Yüzümden süzülse inan bir damla
Gönlümde çağlayansın Öyle bir sevmişim, gel de tarif et
Sen bana armağansın
Yüzümden süzülse inan bir damla
Gönlümde çağlayansın....

Funda arar'ın söylediği şarkı bittiğinde, Meryemce başını kaldırdığında elimi yanağına koydum. Burnunun ucunu öptüğümde Meryemce gülünce dayanamadan dudağını kenarını öptüm. Meryemce utanıp başını eğince;

"Hadi hanımağa in bakalım"

Meryemce sevinçle hemen kapıyı açıp inmişti. Ceketimi arka koltuktan alıp arabadan indiğimde Meryemce arabanın önünde beni bekliyordu. Arabayı kumandasından kapatıp yanına gittim. Beraber yürümeye başladığımızda Meryemce her yeri izlemeye çalışıyordu.
Kahvaltı edeceğimiz yere girdiğimizde mekanın sahibi İzzet abi yanıma geldi. Elini uzatırken;

"Seni burada görmek ne şeref ağam. Çok uzun zamandır yoktun"

"Öyle oldu İzzet abi, Meryemce hanımla azcık"

"Anladım ağam gel sizi sessiz bir yere alalım"

İzzet abi önden giderken, Meryemce ile yan yana onu takip ediyorduk. Yürürken beni tanıyanlar ayağa kalkıp selam verirken başımla karşılık veriyordum. İzzet abi mekanın en sonunda bir yere bizi buyur edince Meryemce hemen ayağındaki ayakkabılarını çıkarıp, yere bağdaş kurup oturduğunda göz ucuyla ona baktım. İzzet abi yanımızdan ayrılırken, hemen masayı hazırlatıyorum diyerek gitti. Ayakkabılarımı çıkarıp Meryemcenin yanına oturmadan ceketimi karşıya bıraktım. Karımın yanına oturduğumda arkası bana hafif dönük eli suyun içinde olan karıma baktım. Meryemce ince parmaklarıyla buz gibi suyla çocuk gibi oynaması o kadar hoşuma gitmişti ki. Onun haline tebessümle bakarken, ellerini sudan çekip bana döndü. Hafif bana sokulup;

"Burası çok güzel kocam"

"Öyle güzelim. Sakin bir yer, sen azcık dinlen diye"

Meryemcenin ellerini elimde ısıtmaya çalışırken, Meryemce gözlerime bakıp;

"Ben seni şimdi öpsem buradakiler sana garip bakarlar dimi"

"Bir öp bakayım "

Meryemce yanağıma hafif utanarak öptüğünde sağ elimle belinden sarılıp kendime çektim. Meryemce başını sağ göğsüme koyup, elini sol göğsüme koydu. Eli hafif düşer gibi olduğunda garsonlar yanımıza geldi. Başımı eğmiştim ki genç garson;

"Ağam hanımağamız uyuyor galiba şal getireyim mi"

Ağızımı açmıştım ki Meryemce başını kaldırdı. Garsonlar başları önünde hemen masayı kurup yanımızdan ayrıldılar. Meryemce ile kahvaltı etmeye başladığımızda, fazla konuşmadık. Arada yemesi için ne uzattıysam geri çevirmeden yemişti. Karnımız doyduğunda garsonlar yanımıza gelmişti. Masayı topladıklarında yarım saat sonra kahve getirmesini söyledim. Garsonlar gidince ayağımdaki çorapları çıkardım. Meryemce şaşkınca bana bakarken, pantolon paçalarımı kıvırdığımda Meryemce hafif gülmüştü. Elimi onun ayaklarına uzatınca;

"Mustafa bu su çok soğuk"

"Hadi gel bir şey olmaz kimse seni görmez "

Ayağındaki bembeyaz çorapları çıkarıp benimle birlikte ayaklarını suya soktum. Meryemce suyun içinde ayaklarını benim ayaklarımın üzerine koyunca sağ elimi beline koyarak kendime çektim. Meryemce şakağını dudaklarıma yasladığında hafif öptüm. Gözlerimi kapatıp suyun sesiyle karımın sıcaklarını hissederek öyle dururken, Meryemcenin göğsüme koyduğu eli bacağıma düşmüştü. Karımı sıkıca tutarken arkamızda bir beden hissettim. Dudaklarımı karımın şakağından çekip baktığımda İzzet abi başı önünde öylece duruyordu. Hafif öksürünce başını kaldırdı. Tek kaşımı kaldırdığımda halinden bir şey diyeceği belliydi. Başımla ona git dediğimde yanımızdan hızla uzaklaştı. Meryemcenin şakağını tekrar öperek;

"Meryemcem"

"Hım"

"Uyanık mısın"

"İçim geçmiş biraz"

"Fark ettim sultanım. Benim az işim var sen ayaklarını sudan çıkar. Ben garsona sana şal ve kahveni göndermesini söyleyeyim. "

"Tamam kocam "

Meryemce ile ayaklarımızı sudan çıkardığımızda masanın kenarındaki peçeteyi alıp karımın ayaklarını sildim. O çoraplarını giyinirken, bende ayaklarımı gelişi güzel kurulayıp çoraplarımı giydim. Meryemce tebessümle bana bakınca göz kırpıp ayakkabılarımı giyindim. İzzet abinin ofisine doğru yürürken adamıma tek kaşımı kaldırıp Meryemceyi işaret ettim. Tamam manasında başını salladığında yanından geçtim. İzzet abinin ofise giriyordum ki kapıdaki garson önündeki ufak grubun lideri gibi duran genç adama;

"Beyfendi o taraf şuan kapalı "

Garsonla göz göze geldiğimizde garson başını önüne eğdi. Yanına giderek;

"Hayırdır"

"Şey ağam sizin olduğunuz tarafın kapalı olduğunu söyledim. Beyler biraz"

"Tamam önce hanımağanıza şal ve kahvesini götürün sonra da beylere yerlerini açın"

"Emrin olur Azrail ağam"

İzzet abinin ofisine girdiğimde, İzzet abi yerini vermişti ki elimle otur diyerek camın önüne geçip Meryemceninn olduğu tarafa bakmaya başladım. Yüzünü ve hafif bedenini yaklaşan grup yüzünden suya dönmüştü. Karımı izlerken;

"Anlat İzzet neler dönüyor."

......................................................................................

MERYEMCE...

Mustafa giderken arkasından izledim. Sert adımlarıyla bakanı korkutan duruşuyla tebessüm ettim. Zamanında kıymetli bir ablamın dediği gibi ağızından çıkana dikkat et duan olur diye demişti. Oldu işte herkesi hatta beni bile bazen korkutan kocam olmuştu. Bir kaç adım sonra bir adamın kocama bakıp başını tamam manasında salladığını fark ettim de gülmüştüm. Adam benim dün gece hastane kantinde gördüğüm adamdı. Ah kocam ah...

Başımı sallarken, benim olduğum tarafa en az yirmi kişilik bir grup gibi bir topluluk gelirken yönümü suya döndüm. Gözlerimi kapatıp suyun sesini dinlerken biraz daha sırtımı gruba dönmüştüm. Kısa bir zaman geçmişti ki uzun zamandır duymadığım ve duymakta istemediğim ses kulaklarımı doldurdu. Gözlerimi açıp suya bakarken aynı ses adımı ikinci defa zikredince yavaşça arkamı döndüm. Karşımda duruyordu işte staj yıllarımın katili kalp cerrahi Asaf namlı. İçimden sabır çekerken;

"Meryemce ateş, güzel asistanım"

Yüzünde göz gezdirdim tanımaya çalışır gibi. O yaşını taşımayan yılışık gülüşü, iğrenç bakışları hala yüzündeydi. Sağ yanağındaki derin yara izi kirli kırlaşmış sakallarının arasından kendini belli ediyordu. Soğuk bakışımla;

"Asaf hoca"

"Hiç değişmemişsin. Yine aynı ışığını saçıyorsun "

"Siz de her zaman ki gibi eski tavrınızı bana gösteriyorsunuz"

"Ah asi deli başlı asistanım. Sen burada olduğuna göre Çınar da burada o zaman"

"İstanbul'da Çınar hocam"

"Hayret siz böyle otantik ve eğlenceli gezileri beraber yapardınız"

"Ben buraya gezmeye gelmedim Asaf hoca. Evlendim "

"Çınar'la mı? "

"Onunla olsa ne olur ki hoca"

"Sizin evliliğiniz olay olur tıp dünyasında, hiç duymadım"

Ağızımı açmıştım ki Asaf hoca yanıma oturdu. Bana biraz yaklaşır gibi olunca kendimi geriye çektim. Asaf hoca bana döndüğünde içimden kocamın gelmesi için dua ediyordum. Başımı kocamın gittiği tarafa çevirdiğimde bize doğru gelen kocamı gördüm. Bize doğru gelen kocam değil azrail ağaydı. Üzerindeki beyaz gömleği gergin, boyun damarları oklava gibi kendini gösteriyordu. Yanımıza gelip ayakta durup bize bakarken, Asaf hoca;

"Başımızda dikilmede bize iki şekerli türk kahvesi getir"

"Ben mi"

"Tabi ki sen"

Mustafa başını bir sağa bir sola yatırdıktan sonra ayakkabılarını çıkarırken yanından geçen garsonun omzunu tuttu. Garson korkar bakışlarla;

"Bu.bu..buyur aaağğaam "

"Üç türk kahvesi ikisi şekersiz"

"Emrin olur ağam"

Garson yanımızdan ayrılıyordu ki sert sesiyle hafif gür;

"O kapıdaki ite söyle buraya gelsin"

"Emmmmriiinnnn olurrrr ağaaam"

Garson hızla yanımızdan ayrıldığında Mustafa karşıma tamda heybetine, ağalığına yakışır şekilde oturdu. Derin bir nefes alıp;

"İşini hallettin mi Mustafa Hamza ağam"

"Hallettim hanımağam. Beyfendi kim"

"Benim staj yıllarından Kalp cerrahı Asaf Namlı. Kendisi hocam olur "

Mustafa elini uzatıp;

"Ben Mustafa Hamza Alibeyoğlu, Meryemce hanımın kocasıyım"

Asaf hocanın, Çınar'dan sonra ilk defa bir adama memnun oldum derken ellerinin ve sesinin titrediğini gördüm, duydum. Onun haline gülerken yanımızda bir adam başı önünde durdu. Mustafa bakıp gayet sakin ama yine benim korktuğum sakin tonda;

"Lan ben sana kapıda ne dedim"

"Ağam vallahi affet ben, şey bir anda aklımdan çıktı"

"Benimde aklımdan çıkmak ister misin"

"Ağam "

"Git gözüm görmesin seni"

Adam giderken Asaf hoca yanımdan kalktı. Üzerini düzeltip;

"İstanbul'a yolun düşerse beklerim Meryemce hanım. Kahvemi içersin"

"Yıl sonu tıp balosu bu sene Mardin'de ev sahibi de "

"Sen misin"

"Tabi ki hayır, Altın parmak beyin cerrahi Çınar Karaaslan. Çka sağlık kuruluşu olarak. Seni gördüğüne çok mutlu olacaktır eminim"

Asaf hoca başını sallayarak yanımızdan ayrıldığında kahvelerimiz geldi. Mustafa kahvesinden bir yudum alıp;

"Anlat bakalım kim bu Eflah bey"

"Sen şimdi sadece Eflahı mı soruyorsun. "

"Meryemce'm sabırım son deminde kim anlat kafam dağılsın"

"Bir ara askerlere yardım için kısa bir zaman Hakkari de gitmiştim. Eflah ile ilk orada tanıştık. O asistandı ve bana yardım için yollamışlardı. Benimle birlikte görev yaptı Eflah. Orada görevimiz bittiğinde o buraya, ben ise İstanbul'a döndüm. Hatırlıyor musun Devran'ın düğününe bir komutan geldi, Gaffar komutan. O Hakkari de çok şiddetli bir çatışmada ağır yaralandı. Ankara'ya getirilirken, dayım beni aradı. Gece üç gibi ben Ankara'ya gittiğimde bana asistanlık edecek adam yine Eflahtı. O çok farklı bir doktor, kalp bile ameliyat eder. Mesleğinde sağlam adımlarla yürürken, başka işlerde de yürümeye başladı. Allah'ım onu dinimizle şereflendirsin "

"Nasıl yani"

"Süryani o"

"Gerçekten mi "

"Gerçekten"

"Rabbim huzuruna alsın inşallah"

Başımı salladığımda Mustafa yan tarafta oturan Asaf hoca'ya dik bir şekilde baktıktan sonra bana döndü. Ona baktığımda;

"Yüzündeki derin kesik izi ney biliyor musun"

"Biliyorum. Çınar hocam bir ameliyat esnasında neşterle yaptı. "

"Sen gördün mü yani o ameliyatta mıydın"

"Evet benim yüzümden kesti zaten"

"Nasıl"

"Okulda Çınar'ın, hastane de Asaf hocanın asistanıydım. Öyle bir ameliyata girdik ki ikisi de beni istedi. Uzun bir ameliyatın sonuna doğru bu bana hadsiz bir şey teklif edince Çınar hocam iki parmağının arasına neşteri koyarak tokat attı. Yüzü öyle kesildikten sonra bir de Çınar dikti yüzünü"

"Sana ne teklif etti Meryemce"

"Hadi kocam gidelim ben çocuklarımı özledim"

"Meryemce sana ne teklif etti bu adam"

"Birlikte olmayı"

Mustafa hızla ayağa kalktığında bende kalktım. Mustafa gözlerime bakarken, başımı hafif yana eğerek;

"Hadi gidelim gerçekten"

"Çantanı al hadi gidelim"

Çantamı elime aldığımda, Mustafa ceketini giyerken bana bakıyordu. Ayakkabılarımı giyerek yanına bir adım attığımda Asaf hocanın masasında ki bir kaç doktorun Meryemce hanım değil mi o dediklerini duymuştum. Mustafa bir adım atmıştı ki elimle durdurdum. Bana bakınca yere eğilip kıvrık olan paçasını düzelttim. Bütün doktorların bana baktığına emindim. Mustafa elimi tutarak eğildiğim yerden kaldırdı. Elimi tutarak yürürken mekanın kapısına geldiğimizde adının izzet olduğunu öğrendiğim adam Mustafa ile el sıkıştıklarında göz ucuyla bile bana bakmamıştı. Mustafa adama tek kaşını kaldırıp;

"Şu gruptan hesap almayın"

"Neden ağam"

"İzzet abi alma hesap açıklayıcı oldu mu"

"Oldu ağam"

Mustafa ile arabaya yürürken, rahatlamıştım. Mustafa bana kapımı açtığında sakince oturdum. Aşırı sinirli olduğu belliydi. Kapımı kapatıp arabanın önünden dolaşıp kapıyı açtı. Koltuğa oturmadan ceketini çıkarıp bana uzattığında, hemen elinden aldım. Belinden silahını çıkarıp yanıma oturdu. Silahı bacağının kenarına koyarak kapısını sertçe kapadı. Arabayı çalıştırdığında göz ucuyla ona baktım. Dikiz aynasından arkasına baktıktan sonra yola çıktı. Biraz gitmiştik ki;

"Etrafımızda kaç koruman var"

"Sekiz tane, sen nasıl anladın"

"Boş ver kocam ben anlarım."

Mustafa kucağımdaki elimi tutup dudağına yaklaştırdı. Hafif bana doğru eğilip;

"Sen onun için adını Asaf koydun oğlumuzun öyle mi Meryemce"

Hızla elimi çekip kaşlarımı çatarak;

"Yok artık kocam. Sen iyi misin? Nefret ederim ben o adamdan"

"Emin misin"

"Mustafa Hamza. Oğlumuzun adını asaf koyan sendin, hem de hastane odasında"

"Öyle oldu dimi"

"Evet kocam "

Mustafa elimi tekrar tutarak kendine çektiğinde, ona baktım. Ufak çocuk gibi bakınca sakallı yanağını sevdim. Onun bu kıskanç halleri o kadar hoşuma gidiyordu ki.
Yola bakarken havanın güzel olmasına baktım. Havanın güzel olması hoşuma giderken, mevsimlerin değişmesi hiç hoşuma gitmiyordu. Derin nefes alıp elimi kendi bacağının üzerinde tutan kocama bakarak;

"Hava ne güzel dimi Mustafa"

"Evet karım güzel ama iki senedir doğru düzgün bir kış görmedik. Mesela kar yağdığında bizim avlu kar olur çocuklarla, Kadirlerle kar topu oynardık. Sen kışı sever misin"

"Sevmem yani kar yağsın ama ben sevmem"

"Neden karım "

"Bacaklarım üşür, parmaklarım sızlar. Sırtım ağrır"

" Kar yağdığında seni ben sararım üşümezsin. Ellerin ellerimde olur parmakların sızlamaz"

"Niye üşür sormayacak mısın"

"Sormayacağım karım. Sen söylersin elbet bir gün"

"Bak sana Nazım hikmetin bir şiirini okuyayım."

"Oku karım"

"Dinle kocam...

Lambayı yakma, bırak,
sarı bir insan başı
düşmesin pencereden kara.
Kar yağıyor
karanlıklara.
Kar yağıyor
ve ben hatırlıyorum.
Kar...
Üflenen bir mum gibi söndü
koskocaman ışıklar..
Ve şehir
kör bir insan gibi kaldı
altında yağan karın.
Lambayı yakma, bırak!
Kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların
dilsiz olduklarını anlıyorum.
Kar yağıyor
ve ben hatırlıyorum"

"Seni nasıl sevsem bir türlü karar veremiyorum"

....................................................................................

Kelime harf hatam olursa aff ola...

Allaha emanet olun...

Sizi seven çatlak yazar....

Umarım beğenirsiniz...

Bölüm : 27.07.2025 01:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Aslıhan k. / Deli ve Asi / Sen benim kızımsın...
Aslıhan k.
Deli ve Asi

31.1k Okunma

3.32k Oy

0 Takip
79
Bölümlü Kitap
Bir deli bir asi...Yeni başlangıç Mardin...Yanlışlıklar...Deli doktor...Siyah inci gibi gözler...Çawreşamın...Bay asi...Sende gitme...Onun kalbinde sen varken...Biri var haram bana... Deli atmaca...Sensin benim alınyazım...Gül güzelim...Asi deli...Gönlümün ağası...Canın olayım...Ömrüme ömür olan adam...Seni özledim deli kadın...Yeryüzünde kanatsız melek...Bir eşi olmalı insanın...Oğlan bizim kız bizim...Hanım ağa...Mustafa'm albatros kuşu...Masum ağa, güçlü hanım ağa...Küçük asilerim...Ağalar ağası azrail ağa...Kış güneşim...Neredesin dilemin neredesin delalamın... Beni bırakma...Sen bana aitsin karım...Sana aşık, sana meftun...Ne mükemmel şey seni sevmek...Eşim değil kocam...Azrail ağanın karısı...Asi siyah jaguar'ım..Gönlümün ilk kıblesi...Fırtına ağa...Kocasının, Hamza ağanın ruhu...Ruhum kadın...Beni ihtiyar eyledin...Mahşerin dört atlısıÖzel bölüm " Lilyum prenses"...Bayan ateş...Baba bırakma beni...Özel bölüm "Dev ve Mina"Azrail ağanın azrail karısı...Düğün dernek...Elimi bırakma...Hoş geldiniz aslan parçalarım..Gitti canımın cananı...Sessiz gül güzelim...Fırtına olup esen Azrail ağaÖzel bölüm " kabul olan duam"...Kabul olmuş duamsın...Gizli hazinem...Sizin ağanız benim kocam...Bu can sana mecbur...Senden daha güzel...İyi ki kalbimde...Sen benim kızımsın...Kızım iyi ki...Bir dünya insan, bir insan dünyam...Özel bölüm " baba ne olur"...Huzurlu ilk kahramanım...Sen ateş ben azrail...O hüzünlü bir kız çocuğu...Kuyunun ışığı...Güneş olmadan...Onun beklediği Mustafa'sıyım...Ağa düğünü...Sen bizim kocaman çınar ağacımızsın...Sensiz hep eksikmişim...Aslanın karısı da aslandır...Karım bir aslan...Benim nadide çiçeğimsin...Tırnağın taşa değse...Benim en değerli hazinemMerhaba tekrardan....Beni dinler misiniz
Hikayeyi Paylaş
Loading...