
MUSTAFA HAMZA...
Talhasız geçen koskoca bir ay. Cenazemiz çok kalabalıktı. Cenazede Devran, Avşin ve Gül sakinleştiriciyle ayakta duruyorlardı. Devran hastanede uyandığından beri elinde Talha'nın kanlı tişörtüyle gezerken, Avşin hem kendi acısını yaşadı, hem de Devran'ın acısını yaşıyordu. Bizi hepimizi yıkan Talha'nın öldüğü gece Meryemcenin morga gidip oğlumuzu kucağına alarak yerde uyuması olmuştu. Talha'nın cansız bedenini Hazar, Meryemcenin kucağından alırken, Meryemcenin uyanıp; 'abi alma' demesiyle Hazar kaşlarını çatmıştı. Meryemce yeni bir ağlama krizi geçirirken kucağıma alıp tekrar odasına getirdim. O ağlarken annem elini tutuyordu.
Sabah gözlerini açan Yılmaz'ın ilk sorduğu Talha olmuştu. Serdar yanına girerek başını öptükten sonra haberi verince, 'ben ölmeliydim o değil amca' diyerek bağırdığını hepimiz duymuştuk.
Annem, ah anam torun acısını en derinden yaşadığı her halinden belliydi. Herkes tükenmiş gibiydi.
Cenaze namazından sonra tabutu omuzumuza aldığımızda, hepimizi ağlatan şüphesiz Mina'nın Meleğin kucağında ağlayarak; '' Götürmeyin eşkıyamı, baba götürmeyin biz okula gidecektik. O beni bırakıp gidiyor baba. Ben onu istiyorum.'' dediğinde acım daha da ağırlaştı.
Cenaze arabası mezarlığa girdiğinde, bizde arabaları bırakıp hemen indik. Cenaze arabasına yaklaştığımızda tabutun yanına giden adamla şaşırmıştık. Savaş kendi başına tabutu çekerken yanına gitmiştim. Mezarlığa kadar tabutu bırakmamıştı. Tabutu yere koyduğumuzda mezarlıkta derin gür bir ses oğlum deyince Devran'ın bağırdığını hepimiz anlamıştık. Kendi ellerimle yıkayarak, kefenlediğim oğlumu mezara koyduğumda, sanki kalbimin yarısını oraya koydum. Mezarlıktan çıkmak için elimi uzattığımda Hazar beni çekmişti. Yerdeki kürekle ilk toprağı attığımda kulağıma Talha'nın sesi geldi; ''En çok seni sevdim baba iyi ki babamsın''
Defin işi bittiğinde, Hazar halimden anlamış olacak ki herkesi mezarlıktan konağa göndermişti. Mezarlıkta sadece ben ve Hazar kalmıştık. Biraz benden uzaklaştığında oğlumun mezarını severek azcık konuşmuştum. Derin bir nefes alıp, Hazar ile beraber yürüyerek konağa gelmiştik. Avluya girdiğimde herkes sessizce ağlarken, odama girmiştim. Beşikte uyuyan oğullarımdan başka kimse yoktu. Hızla avluya çıktığımda annem yanıma gelerek elini koluma koydu. Ona baktığımda ;
"Talha'nın kıyafetlerini kaldırıyor yanına gitme"
Meryemce'nin ağlama sesleri geliyordu. Biraz zaman geçmişti ki, üzerinde beyaz uzun bir elbise yalın ayak avluya geldi. Devran Meryemcenin yanına gittiğinde sıkıca kollarının arasına aldı. Elleri yanında, sağ elinde beyaz eski bir zıbın vardı. Devran kollarını çözdüğünde, onun yüzüne baktıktan sonra konuşmadan odamıza yürüdü. Odanın kapısını kapadığında, Boran, Meriç ve Eren ellerinde valiz ve kutularla indi. Eren Mina'nın yanından geçerken, Mina İngilizce bir şey demişti sanki, Eren yanında durduğunda eliyle eğilmesini söyledi. Kutunun üzerindeki en son Talha'ya aldığım kırmızı uzaktan kumandalı arabayı almıştı. Mina arabayı biraz sevdikten sonra odasına gitmişti. Avşin ve Dağhan Devran'ı odaya taşırlarken, bende odama yürümeye başladım. Odaya girdiğimde Meryemce yatağın ortasına oturmuş, Ömer'i emziriyordu. Biraz onu izledikten sonra aynanın çekmecesini çektim. Bir çift çorap ve patiklerini elime aldım. Yatağın ayak ucuna oturup, ayağına giydirdikten sonra ellerimle ayaklarını ısıtmaya çalıştım. Başımı kaldırdığımda göz göze gelmiştik..
Bir ay böyle sessiz gül güzelime alışmaya çalıştım. Herkes kendini biraz toplarken, Meryemce sadece Talha'nın ölümünden sonra yedinci gün avluya çıkmıştı. Başkada avluya çıkmamıştı.
........................
Akşam yemeği hazırlanırken, bizde sedirde gün içindeki şirkette yaptığımız işleri konuşuyorduk. Bir kaç gündür Mina'm eski neşesine kavuşmuştu. Avlu onun kahkahalarıyla canlanırken, babam sabah Devran'ın bize ne söylediğini sorunca Hazar babama anlatmıştı. Arabanın kurşunlanma olayının Devran'ın dağda ki düşmanının olduğunu söylemişti. Babam ve amcam birbirlerine bakarken, Hazar'ın bir anda, acaba maşa kimdi ağam demesiyle hepsi bana bakmıştı. Elimizde bir kaç şey vardı ama az kalmıştı bulacaktım.
Biz bunları konuşurken, Melek ve Peri bizim odaya girdiler. Ben onların peşinden bakarken, Sinan'ın kolunda Yılmaz merdivenlerden iniyordu. Gözlerim Gül'ü aradığında, annemin yanında buldum. Yılmaz'ı görünce annemin yanından kalktı. Yılmaz annemin yanına oturduğunda, annem sıkıca sarıldığında onları izliyordum.
Ben onlara bakarken, bizim odadan bacılarım çıkmıştı. Meleğin ve Peri'nin kucağında battaniyeye sarılı oğullarım bize doğru geliyorlardı. Devran yerinden kalkıp Ömer'i Peri'nin kucağından alırken, Melek'te Mirza'yı isteyen Dağhan abime Mirza'yı verdi. Onlar bebeklerimi severken, ben masadan çaktırmadan sarma yiyen kızımı izliyordum.
Sultan abla masanın hazır olduğunu söylediğinde herkes yerine geçerken, ben yerimden kalkmamıştım. Herkes yerini aldığında, yavaşça yerimden kalktım. Masaya oturmadan afiyet olsun demiştim. Onlar yerken, ben odama yürümeye başladım. Elimi kapının koluna uzatmıştım ki, Sultan ablanın yeğeni Asiye yanıma geldi. Elindeki bir bardak ılık sütü bana uzatıp;
"Fırtana beyim, Meryemce ablamın sağlam duvarı. Bir aydır sende doğru düzgün bir şey yemiyorsun. Sen dik duracaksın ki beyim, Meryemce ablam ayağa kalksın. Hadi iç "
Kapımın yanındaki sedire oturup, bana uzattığı ılık sütü üç yudumda içtim. Asiye gülerek yanımdan ayrıldığında bende ayağa kalkarak odama girdim. Meryemce sol tarafına dönmüş uyuyordu. Biraz yaklaştığımda kucağında benim yastığımın olduğunu anladım. Yatağa oturup saçlarını severken, gözlerinin altındaki koyu mor halkalar canımı sıkıyordu artık. Bir ayda hamilelikte aldığı kilolarının üstüne birkaç kilo daha vermişti. Ağlamıyordu, konuşmuyordu. Ağızına bir şey koymuyordu, ama annem ve Yengem üstüne titriyorlardı.
Annem ve yengem her gün ellerinde tepsiyle yanına gidiyor, o da sessizce yemeğini zorluk çıkarmadan yiyordu. Annem sütü azalmasın diye her şeyi yediriyordu. Bir gün yanına girdiğimde annem elini yanağıma koyarak; 'Acı çekse de, sussa da zorluk çıkarmaması da bir lütuf oğlum. Şükür Allaha sütü kesilmedi, hatta arttı bile ' dediğinde içim rahat etmişti. Dağhan, Mert ve Devran'ın da bizi şaşırtan söz dinliyor olması demişlerdi.
Meryemcenin başına dudaklarımı bastırarak derin nefes almıştım. Kokusu ciğerlerime şifa gibi iyi gelirken, görünüşü beni yakıyordu. Yavaşça yataktan kalktım. Üzerine battaniyesini örterken, gözlerinden akan yaşları fark ettim. Bir aydır her gece sabaha kadar, rüyasında hep ağlıyordu. Göz yaşlarını silerek odadan çıktım.
Avluya çıktığımda herkes hoş bir sohbetteydi. Derin bir nefesle biraz adımlarımı açarak masaya yaklaştım. Yerime oturduğumda babamla göz göze geldik. Meryemcenin yerinde bir aydır oturan Mina sandalyesinde ayağa kalktığında yanında oturan Hazar hemen belinden tutmuştu. Masaya eğilerek sarmadan bir tane alıp, gözlerime baktı. Hayır gibi başımı sallayınca;
"Aç bakim ağızını hımm canavar geliyor"
Masada herkes gülmeye başladığında, tekrar başımı istemiyorum gibi sallayınca;
"Aç yoksa sakallı cici anneme veririm aç ağızını"
Kızımın güzel haline baktıktan sonra ağzımı açtım. Ağızımdaki sarmayı yerken, kızımı da kucağıma aldım. Burnumu gür siyah saçlarına dayayarak, derin nefes çektim. Talha'dan sonra kızımı kaybetme korkusu iyice çöreklenmişti yüreğime. Derin bir nefes aldıktan sonra, Mina'ya baktığımda Hazar'ın önümüze koyduğu tabağındaki böreğini yiyordu. Kızımın saçlarını severken, geriye yaslanmıştı. Dudaklarını çeneme getirerek, öpmüştü. Elini sakalıma getirerek;
"Babacım"
"Efendim neşem"
"Annem ne zaman konuşacak, bizimle oturacak"
"Ruhu ne zaman iyileşir, yarasına ne zaman alışırsa o zaman"
"Çok mu zor iyileşir onlar, benim dizimdeki yaram hemen iyileşiyor. Kader yengem yıkadı geçti baba yaram"
"Mina'm bu gece beraber yatalım mı?"
"Annem "
"Annende oğullarıyla yatsın. Belki ben yanında duruyorum diye iyileşmiyordur"
"Olur mu babaannem dün gece dedeme dedi ki, Mustafa olmasa çok çabuk yıkılır dedi"
"Öyle mi dedi"
"Öyle dediler şttt ben uyuyorum zannediyorlardı"
"Çok ayıp gizli gizli onları mı dinledin"
"Ben hep yapıyorum dedemde burnumun ucunu ısırıyor hemen anlıyor baba"
"Anlar o benimde az ısırmadı burnumu"
"Senin burnunu mu? ayy acıdı mı babam"
"Yok babam"
Kızıma sıkıca sarıldığımda, Sultan ablalarda masayı topluyorlardı. Mina'm elinde kalan yarım böreğini Sultan ablaya uzattığında, Sultan abla kaşlarını çatınca;
"Sultan anne doydum ben ya"
"Mina ye o böreği"
"Peki yerim ama süt verme bu akşam"
"Olmaz"
"Kilo alıyorum sultancım"
Masada herkes tekrar gülmeye başladığında, sultan ablaya gülerek;
"Bu akşam süt vermeyin abla, birde masada içelim çayları"
"Olur beyim"
Masa tamamen boşaldığında, herkes kendi arasında sohbet ederken, bende kızıma sıkıca sarılmış avluyu dinliyordum. Alnım Mina'nın alnına değiyordu. Mina'm akıllı kızım güç verdiğini bildiği için elini sakallarıma koymuş seviyordu. Biraz öyle durduktan sonra alnımı hafif omzuna dayadım. Yanağını başıma dayayarak;
"Yoruldun mu babacım"
"Yoruldum babacım dinleneyim azcık izin var mı"
"Ama sen benim yanımda dinlenmezsin ki, atmacanın kanatlarının altını seversin sen"
"Bak sen prensese"
Mina biraz tatlı bir ses çıkarmıştı. Yanağını öptüğümde Sultan abla çayları getirdi. Çaylarımızdan birer yudum almıştık ki, konağın kapısı açıldı. Bir aydır Şule'nin konağına misafir olan sevgili halalarım ve Helin hanım avluya girdiler. Halamlar, Avşin ve Devran'a baş sağlığı dilediklerinde şaşırmıştım. Mina kucağımda kıpırdanmaya başladığında, göz göze geldik. Yerine geçmek istediğinde Hazar yanına çekmişti. Mina oturmak yerine sandalyede ayağa kalktığında masadaki kurabiyelerden alacak sandığım için tatlı kurabiyeyi ona uzatınca, hayır der gibi başını salladı. Gözlerini Helin'e dikmiş bakıyordu. İlk önce kaşlarını çattı. Derin bir nefes alıp;
"Helin hanım bir gelebilir misin"
Hepimiz Mina'nın annesi gibi hanım demesine şaşırdığımız için ona bakmıştık. Helin gülerek yanımıza geldiğinde, Mina kaşlarını iyice çattı. Mina derin bir nefes alıp, yüz yüze olduğu Helin'e elini kaldırmasıyla, boyundan büyük kuvvetle öyle bir tokat atmıştı ki, sesi avluda yankılanmıştı. Helin elini yanağına koyduğunda Mina işaret parmağını sallayarak;
"Sen çok kötü bir kızsın Helin, seni annem iyileşir iyileşmez şikayet edeceğim"
Mina'ya sarıldığımda, Helin kocaman gözlerini açarak, bakıyordu. Kızımın yanağını öperek kulağına;
"Ben buradayım bana söyle neye kızdın meleğim"
Mina sessizce kulağıma;
"Talha öldüğü zaman, Şule'ye dedi ki 'oh piçlerin biri öldü' dedi baba. "
Hızla yerimden kalkarken, Mina hala kucağımdaydı. Mina'yı Hazar'a bıraktığımda Helin bir iki adım geriye gidiyordu. Helin'e döndüğümde, iki elini bana doğru uzatıp;
"Mustafa ağam vallahi ben-"
Heline tokat attığımda yere düştü. Saçlarından tutarak ayağa kaldırdığımda gözüm kararmıştı bir kere. Helin'e ne kadar tokat attım bilmiyorum ama Hazar beni durdurduğunda, Helin'in dudaklarının patladığını gördüm. Saçlarından tutarak kaldırıp kapıya doğru attım. Gür bir sesle Boran'ı çağırdığımda dakika olmadan avluya girdi Boran ellerini önünde bağladığında;
"Helin artık konakta kalmayacak. Dedemin dağ başında olan ufak konağına gidecek kapısında dört tane adam dikilecek. "
Kezban halam yanıma gelerek kolumdan tutup;
"Yapma ağam köpeğin olayım kızımı o eski konağa gönderme. Korkar benim kızım "
"Sus Kezban hanım sus, sizi de göndermemi istemiyorsanız sus"
Babam oturduğu yerden gür bir sesle;
"Hiç bir zaman işine karışmadım fakat artık halanları da konakta istemiyorum onlarda gidecek"
"Onlar burada kalacaklar, dedeme sözüm var. Kocaları bunları bırakıp giderken, söz verdiği için"
"O zaman içinde iki mezar olan konağa Helin de gitmeyecek"
"Baba"
"Mustafa Ağamsın ama sen bilirsin"
"Tamam son şans veriyorum, oda senin için baba. Tek bir hata da hepsini gebertirim"
Kezban halam ve Kevser halam yerde ki Helin'i zorda olsa ayağa kaldırıp, odalarına çıkmışlardı. Sedirlere baktığımda Gülcan ve Nisa'nın kucağında uyuyan oğullarımı alarak odaya yürümeye başladım. Kapının önüne geldiğimde dirseğimle açmak için eğiliyordum ki, yanıma gelen Mina hemen kapıyı açtı. Ben girdikten sonra Mina kapıyı kapatarak yanıma geldi. İki bebeğimi aynı anda beşiğe koyamayacağım için ne yapsam diye düşünürken, yatağın üzerine çıkmış olan kızım;
"Azcık tutabilirim birini babacığım. "
Korkarak, Ömer'i ona uzatmıştım. Mina sıkıca Ömer'i tutarken, hemen Mirza'yı beşiğe koydum. Üzerini örttükten sonra Ömer'i almak için eğildiğim beşikten doğrulduğumda Mina'nın Ömer'e sarılması beni bitirmişti. İkisinin yanına giderek, başlarına birer öpücük kondurup, Ömer'i kucağıma aldım. Ömer'i beşiğe yatırıp üzerini örtmüştüm. Beşikten doğrulduğumda bacağıma sarılan, Mina'yı kucağıma aldım. Meryemcenin yanına uzandığımda, Mina'nın başı sol göğsüme gelmişti. Saçlarını severken;
"Babacığım ben seni çok seviyorum"
"Bende seni prensesim"
"Babacım biliyor musun ben annemin sesini özledim"
"Bende küçük çawreşamın bende"
"Babişko"
"Kara kızım"
"Biliyor musun niye sessiz söyledim. "
"Neyi babam"
"Helin'in dediklerini"
"Evet kızım niye öyle söyledin."
"Devran dayımla, Avşin halayengem duyup üzülmesinler ağlamasınlar diye. Çünkü Talha rüyama gelip küsüyor bana"
"Ah nazlı kızım, masum meleğim"
"Asi ağam, hanımağamızı öpsem uyanır mı"
"Uyanmaz bebeğim hadi öp"
Mina göğsümden kalkarak, Meryemceyle arama geçti. Meryemcenin yanaklarına iki öpücük bıraktı. Tekrar yerine geçtiğinde bende saçlarına bir öpücük bıraktım. Derin bir nefes alıp;
"İkinci defa niye öptün bebeğim"
"İkincisi Talha içindi baba"
"Hadi uyu kızım"
Mina annesine yaptığını bana yapmıştı. Göğsümün üzerini öptükten sonra yanağını öptüğü yere koydu. Saçlarını severken, sağ göğsümün üzerine konulan elle sağ tarafıma baktım. Meryemce elini sağ göğsüme koymuştu. Bileğinden biraz kendime çektiğimde başını göğsüme koydu. Sağ göğsümde Meryemcenin başı, sol göğsümde Mina'nın başı kendimi uykuya teslim etmeye korkuyordum. Bir aydır her gece gözlerimi kapatır kapatmaz aynı görüntü. Ağlayan ve annesini isteyen Talha. Uyku beni içine çekerken sağ göğsümdeki el yumruk olmuştu. Kulağıma inler gibi bir ses geldiğinde gözlerimi açtım. Meryemce yine sessizce rüyasında ağlıyordu. Mina'nın başını zorda olsa yastığıma yatırdığımda, sağ tarafıma döndüm. Meryemceyi kollarımın arasına alarak yanağına anlına bir kaç buse kondurdum. Ah be karım bir sesli içini döksen rahatlayacaksın.
Meryemce gözlerini hızla açtığında içimden yalvarıyordum konuşsun diye. Yatakta oturduktan sonra önce oğullarına baktı. İçi rahat bana döndüğünde bakışlarından kızını sorduğunu anlamıştım. Elimi yanağına koyduğumda kısa bir an gözünü kapatıp açtı. Gözlerime bakmaya devam ederken;
"Arkamda uyuyor"
Meryemce tekrar uzandığında yerimden kalktım. Bu gece de konuşmayacaktı. Mina'yı ona yaklaştırdığımda, hemen göğsüne çekmişti. Biraz onlara baktıktan sonra odadan çıktım. Avluya çıktığımda annem ve yengem selviyle oturuyordu. Babam ve amcamın yanına oturduğumda babam elini elimin üzerine koyarak;
"Herkes kendi odalarına çekildi"
"Bu saatte mi baba"
"Oğlum herkes alıştı da ne bileyim. Meryemce orada öyle sessiz. Kimse de keyif yok"
"Haklısın baba çok haklısın"
Kadir ve Serdar da müsaade isteyerek kalktığında babam, amcam, Hazar ve Baran kalmıştık. İşlerden sohbet ederken, Meryemcenin emrine verdiğim Boran'ın sağlam adam ağam dediği adam Eren bize doğru geliyordu. Tam önümde durduğunda Boran 'da mutfak tarafından gelmişti. Boran derin bir nefes alıp;
"Ağam rahatsız ediyoruz ama Eren size bir şeyler söyleyecek"
"Buyur Eren"
"Mustafa Hamza ağam, olayın olduğu gün Şule hanım damda birini arayarak çocukların çıktığını söyledi"
"Ne diyorsun sen"
"Ağam ben duyduğumu söylüyorum"
"Tamam çıkabilirsin "
Eren çıkarken, Boran bize doğru biraz eğildikten sonra;
"Ağam çok sağlam çocuk"
"Farkındayım araştırın şu çocuğun dediğini"
"Ağam araştırmaya gerek yok"
"Nasıl yani Boran'ım"
"Şöyle Mirza ağam, Songül de duymuş. Talha'nın haberi geldiğinde merdivenden inerken, birini arayarak Talha'nın öldüğünü söylemiş, her şeyi haber vermiş yani"
"Boran ali arabamı hazırla geliyorum"
Hızla yerimden kalkarak odama girdim. Kızım girişimden uyanmış olacak ki, gözlerini ovuşturuyordu. Yanına giderek Meryemceyi uyandırmasın diye yanından aldım. Başını omzuma koyduğunda çekmeceden silahımı aldım. Tek elimle belime koydum. Odadan çıktığımda annem ayağa kalktı. Mina'yı kucağımdan alırken, babam önüme geldi. Elini koluma koyduğunda;
"O kadar kısacık kaldı ki sabrım sen bile şaşırırsın baba. Baba o iş olmasa bir saniye beklemem dördününde kafalarını bir tarafa gövdelerini bir tarafa koyarım."
Babam başını önüne eğdiğinde hızla yanından geçtim. Kapıya çıktığımda arabam kapının önündeydi. Hızla arabanın direksiyonuna geçtiğimde, arabanın arka kapıları açıldı. Dikiz aynasından baktığımda Baran ve Hazar aynı anda;
"Bizde geliyoruz"
Arabayı hareket ettiriyordum ki Bedirhan'ın minibüs önümde durdu. Ünal baba, çiçek anne ve Başak arabadan indiğinde en son bedo indi. Ünal amca benim bakışlarımdan anlamış olacak ki hanımları konağa geçirdi. Tek elini açık camıma koyarak;
"Dikkat et ağam şerefsiz, namert arkadan vurur"
Başımı sallamıştım. Ünal baba konağa girerken, Bedirhan arkaya oturmuştu. Kaşlarımı çatarak;
"Sen niye arkaya oturdun Bedo"
"Ağam oranın sahibi var "
Bir şey demeden arabayı çalıştırarak, yola çıktım. Yollar akıp giderken iyice sinirleniyordum. Mazhar ağanın konağının önünde ani frenle durduğumda korumalar korkmuş olacak ki geri kaçtılar. Arabadan hızla inerek konağa girdim. Avlunun ortasına gelerek;
"Şule buraya gel hemen, neredesin Allah'ın belası"
Şule'yi beklerken, üst kattan belindeki silahı göstere göstere inen Mazhar beni görünce kendini toplamak istese de geç kalmıştı.
"Ne o Mazhar beni mi vuracaksın"
"Yoo, yook ağam ne haddime "
"Hadsizlik sizde dededen miras. Bilirsin ben silah göstermem belimden çıkarsa konuşmadan yerine girmez. "
"Bilirim ağam çok iyi bilirim."
"Nerede o karın olacak, tövbe estağfurullah. "
Mazhar ağızını açmıştı ki Şule merdivenden iniyordu. Mazhar'ı geçerek, Şule'nin saçlarından tutarak avlunun ortasına attım. Şule elini karnına koyduğunda iyice delirmiştim. Mazhar hemen elinden tutarak yerden kaldırdı. Mazhar ağızını açıyordu ki, amcası ve annesi avluya girdi. Mazhar'ın ilk karısı yukarıdan bize bakarken, Şule bir adım öne çıkarak;
"Ne yaptım ben "
Ağızımı açmıştım ki Mazhar elini beline tekrar koyup, silahını açığa çıkartarak;
"Evet ağam ne yaptı karım "
"Ne mi yaptı? Sen önce koynundaki kadının ne halt yediğini öğren. Sen ne biçim ağasın lan it. Yarından itibaren senin bir aşiretin yok Mazhar. Aşiretine söyle Azrail ağanın aşiretine bağlıyız de. Sizler fare yavrusu gibi yer yere pisliyorsunuz."
"Ağam yapma"
"Ne yapma lan. Senin bu karın benim oğlumun ölümünde öyle yada böyle parmağı var. Senin karının elinde günahsız bir çocuğun kanı var "
"Ağam ben.. ben"
"Ahh yazık bu yüzden aşiretini aldım senden. sen karını yönetemiyorsun, aşireti mi yöneteceksin"
Şule'ye doğru bir adım atarak saçlarını elime doladım. Yüzünü yüzüme yaklaştırarak;
"Bana bu acıyı yaşattın ya, aynısını sana yaşatacağım "
Şule'yi öylece bırakıp, arkama döndüm. Konağın kapısının önünde dostlarım, kardeşlerim ellerini beline koymuş bana bakıyorlardı. Bir adım atmıştım ki Abidin dalga geçer bir ses tonuyla;
"Asi ağa gerçekten sen bir evlat acısı ne biliyor musun? birde gözüme bakarak gelinimizi tehdit ediyorsun. "
Hızla arkamı dönerken, belimdeki silahımı alarak sağ koluna sıkmıştım. Abidin yerde köpek gibi bağırırken, yanına gittim. Saçlarından tutarak bana bakmasını sağladım;
"Bu çektiğin acı var ya yüz mislisi kalbimdeydi. O ölen çocuk benim ilk oğlumdu. Şuan beşiğinde uyuyan Mirza'mdan, Ömer'imden bir farkı yoktu. Benimdi o Mustafa Talha Alibeyoğluydu. Bir ay önce sizler kendi ellerinizle Azrail ağayı çıkardınız. Artık duyulsun hiç kimsenin gözünün yaşına bakmam, af yok"
Arkamı dönerek kapıya bir adım atmıştım ki Şule'nin ağlama sesi kulağıma geldi. Hızla ona döndüm, yanına gidersem öldürürdüm. İşaret parmağımı sallayarak;
"O timsah göz yaşların koynuna girdiğin erkeklere söker. Ulan vicdansız köpek o kadın senin konaktan gelinlikle çıkmana vesile oldu. Dul bir kadın gibi, hamile bir kadın gibi çıkarmadı seni o konakta bu muydu hakkı onun. Karnındayken iyi sev bebeğini"
Mazhar'ın konağından çıktığımda bizimkiler hızla arabaya bindiler. Yola çıktığımızda, kimseden ses çıkmıyordu. Geldiğimin aksine yavaş kullanıyordum arabayı. Biraz gitmiştik ki telefonum çalmaya başladı. Yasin yazıyordu. Açarak hoperlöre verdim. İtalyanca bir şeyler söyledikten sonra;
"Hayırlı akşamlar Mustafa Hamza bey, ben Yasin Buharalı"
"Biliyorum Yasin bey numaranız kayıtlı"
"Öncelikle başınız sağ olsun. Biraz geç aradım ama benimde atlatmam kolay olmadı. Talha'yı severdim."
"Oğlumu sevmeyen var mıydı? neyse "
"Mustafa bey ben Mardin'deyim sizinle konuşmam gereken bir iki konu var. Eğer müsaitseniz ben ilk tanıştığımız yerde karavandayım."
"Geliyorum ama önce konağıma uğramam lazım. Dışarı da kısa bir işim vardı. Dostlarımı konağa bırakıp, güvenliği biraz artırmam lazım"
"Gerek yok, dostlarınız da gelsin. Güvenlik işini hallederiz"
"Tamam geliyoruz"
Telefonu kapatıp, Boran'ı aradım. Konağa biraz geç gideceğimizi söylediğimde ne demek istediğimi anlamış olacak ki, güvenliği artırıyorum dedi. Telefonu kapatıp, camı açtığımda üşüdüğümde ceketimin üzerimde olmadığını anladım. Yanımda oturan Hazar bir sigara yakarak bana uzatmıştı. Sigaramı içerken, hızımı arttırmıştım. Karavanın gizli olduğu yere giden yola girmiştik ki arabanın önü dört serseri kılıklı adam tarafından kesildi. Yanıma gelen biri elini açık cama koyarak;
"Yanlış yola girdiniz beyefendi"
"Yasin beyle görüşmeye geldik"
Adamlar birbirlerine bakarken, karanlığın içinden bir adam koşarak geldi. Kapının yanında durup benle konuşan adama bir tokat atıp geriye itti. Yanındaki adamlara ters baktıktan sonra;
"Buyurun Mustafa bey, mekan sizin"
Durdurduğum arabayı çalıştırırken, açık olan camdan konuşmaları duymuştu.
"Angut sen onun kim olduğunu biliyor musun? hanımefendinin kocası canına mı susadın"
Arabayı hareket ettirdiğimde, hazar birden ;
"Ben hanım ağamdan korkmaya başladım"
Üçümüzde aynı anda "bende" dediğimizde az da olsa gülmek iyi gelmişti. Geniş alana girdiğimizde arabayı kenara park etmiştim. Arabadan indiğimizde Ertuğrul yanımıza geldi. Bize hoş geldiniz dedikten sonra bize karavana kadar eşlik etmişti. Karavanın kapısı açıldığında Peş peşe karavana girdik. Bir iki basamak sonra oturduğu geniş koltuktan zoraki bir tebessümle Yasin bey kalktı. Bir kaç hızlı adımla önümüzde durarak elini uzatmıştı. El sıkıştıktan sonra geniş ve önünde kare masa olan köşeye oturttu. Biz yerimize otururken karavanın içindeki merdivenden kaşları çatık, dudağındaki kanla inen Pars beni görünce gülmüştü. Kaşlarımı çatarak;
"Pars bey sıkıntı mı var"
"Yok ağa yok. Yukarıda antereman yapıyorduk. Hocamız olan beyefendi yumruk attı."
Başımı sallarken, Yasin gülmeye başlamıştı. Pars parmağını sallayarak;
"Reis sinir etme beni, Ertuğrul'u bul kahvesini götürsün. "
"Sen götür, Meryemcenin odasına da gir onun geniş erkek hırkasını getir Mustafa beyin sırtına "
"Tamam reis tamam sen dua et yukarıdaki aşırı sinirli"
Pars filtre kahve demliğini ve bardağını alıp, yukarı çıkarken karavana Ertuğrul girdi. Mutfak bölümüne geçerek, çaydanlık çıkarmıştı. Ben onu izlerken Yasin bey öksürerek dikkati üzerine çekti. Yüzüne baktığımda;
"Biliyorum niye çağırdım sizi"
"Evet Yasin bey"
"Hemen söze gireceğim bir dakika"
Yasin gür bir sesle Merdivene doğru 'Pars meryemcenin odasından siyah dosyayı da getir' demişti. Derin nefes çekerek;
"Meryemcenin bu karavanda bir odası mı var"
"Karavan onun Mustafa bey"
Hepimiz ona bakarken, Pars merdivenlerden indi. Elindeki dosyayı Yasin'in önüne masaya attıktan sonra, elindeki hırkayı bana giydirmişti. Yasin'in yanına oturduğunda Yasin dosyayı açarak;
"Şimdi ben buraya gelmeden geniş çaplı bir araştırma yaptım. Tabi ki haddim olmayarak demeyeceğim çünkü ben yapmam gerekeni yaptım. Bu işi Devran beyin dağdan düşmanı olan Emrullah diye bir it yaptırdığını benim gibi sizde biliyorsunuz. Bu sabah itibariyle Dağhan beyin bir rütbe altı olan Ankara doğumlu bordo bereli yüzbaşı Yiğit Bozkurt'un düzenlediği operasyonla ölü ele geçirildi. Bu Emrullah, Devran beyin gizli göreve çekildiğini bir şekilde öğrenmiş ve canını yakmak istemiş çok uğraşmış ve Talha'mızı bulmuş. Kendi bunu yaparsa hemen öğrenileceğini bildiği için bir maşa aramış ve onu da sıkıntı çekmeden bulmuş. Adamı korkutan sizdiniz ama size ihanet etmek isteyen bir it çıkınca onu yaptı maşa. Atabek seve seve maşa oldu. Bir taşla çantasını doldurmak istedi. Hem sizin canınızı yakacaktı ki yaktı. Hem Savaş ve Süreyya hanımın gözüne girecekti. Hem işine burnunu sokan Yılmaz'ı ortadan kaldıracaktı. Hem de eski parasına kavuşacaktı."
"Süreyya ne alaka ben anlamadım"
"Onun sırası var Baran bey anlatacağım"
Yasin beyle göz göze geldiğimizde ;
"Sen nasıl öğrendin bunları"
"Şöyle sevgili yeni dolaylı yoldan patronlarım. Meryemce bize sizin dördünüzü ve ailenizi korumak için büyük bir emir verdi. Onun için yorulmadan hepinizi koruyabiliyorum ve her şeyi bir saat geçmeden öğreniyorum. Hepinizin adamlarının içinde bir tane sağlam adamım var. Asıl mevzu burada Meryemceydi. Onun tırnağına şuan zarar gelse katliam yaparız ve yapabilecek adamlar yetiştiriyoruz."
"Yasin "
"Buyur Mustafa Hamza bey"
"Bizimkilerin içindeki Eren değil mi"
"Evet Hayalet Eren, Meryemce ilk telefonda ben Mardin'e yerleşiyorum dediğinde biraz tek bıraktık. Sizinle evlenmesiyle açıkçası size güvenmediğimiz için en cani ve en sakin adamımızı gönderdik. Birden olaylar farklı gelişmeye başlarken, Bedirhan beyin, Baran beyin konağına bir adam daha yerleştirdik. Şuan Eren haricinde sizin adamlarınız içinde kimse yok bir tek dışarıda Bedirhan beyin ailesini korumak için bir adam var"
"Bende diyorum ki bu Eren niye Meryemceyi görünce bembeyaz oluyor."
Hepimiz gülmeye başladığında, Pars acı bir tebessümle, sesindeki hissedilebilir bir özlemle;
"Ah o şuan sessizliğe bürünen yaralı atmaca var ya, gerçek anlamda sinirlendiğinde durması yoktur. O duruma geldiğinde gözü kararır ve Allah yarattı demez, kadın demez kız demez öldüresiye döver. Onu sadece durduranın yukarıdaki manyak olduğunu sanıyorduk ki Urfa olayını duyana kadar. Orada siz durdurmuşsunuz onu. O kadının, yüzünü parçalayacak duruma geldiğinde siz durdurmuşsunuz. O bileği nasıl tuttunuz bilmiyorum. "
"Nasıl yani, hiç bir şey anlamıyoruz"
"Şöyle Hazar, orada Mustafa bey onu durdurmasıydı. Meryemce, Mina'nın ona dediği gibi cellat meryemce olacaktı. Şimdi orada durdu mu, durmadı mı"
"Evet durdurdum yani durdu"
"İşte sen olmasaydın, o kadının ölüsünü annesi bile gelse tanıyamazdı. Allaha şükür hiç adam öldürmedi ama öldürmekten beter etti. Hani o kadının kardeşi geldi ya köye o şekilde Meryemce yollattı. Bakın ben bir yanlış anlama yüzünden bir kere hastanelik oldum. Dört defa kolum, iki kere parmaklarım kırıldı. Ertuğrul bir kere yoğum bakımlık oldu. Hani Mina'yı götürüyor diye karşı çıktınız ya Ertuğrul'a elinde kalem şekildeki silahı Meryemce gördüğünde fark etmedin ama çıldırmış ve Amerika'da o elinin parmaklarını tek tek yukarıdaki manyak kırdı. Size silah çektiği için. Ah asıl acı çeken Yasin, dört defa kaburgası kırıldı, bir kere burnu ve en acısı üç ay yatağa bağımlı kaldı. Bir sinirle beyzbol sopasıyla bacaklarını kırdı. O meryemce siz melek daha doğrusu ailesine melek ama dışarıda sinirlenince şeytan, acımasız cellat bir atmaca olur ve yakar kavurur"
Hepimiz Parsın anlattıklarından sonra ona bakarken, Yasin bir nefes çekerek;
"Birinin ölümünü izleyemez. Mesleği gereği çok yaşadı ve gördü ama birebir göremez. Fakat çok sinirlendiğinde gözü onu bile görmez. Ertuğrul daha doğrusu onun çok sinirlendiği anları anlarız ve ona göre davranırız. Asıl neye seviniyoruz biliyor musunuz inşallah hiç biriniz görmezsiniz o halini, her neyse konumuz bunlar değil. Mustafa bey Atabek'e ne yapacaksınız"
"Ölecek "
"O zaman size bir teklifim var öldürmeden önce can çekişmesini izlemek istemez misiniz"
"Nasıl, o şerefsiz kimseyi sevmez karılarını kızlarını ailesini yani zor ne kanı çekilir nede can çekişir "
Yasin ağızını açmıştı ki yanımda oturan Hazar soğuk ölüm kokan sesiyle;
"Yanılıyorsun ağam, bir adamın canım dediği insanları elinden alırsan öyle bir can çekişir ki yaptığı her şeyi itirafta eder. O itin Süreyya hanımdan nur topu gibi bir oğlu var."
Biz Hazar'a bakarken, Yasin bey yandan bir gülüşle;
"Aynen öyle Hazar bey. O adam kof bir ağalık yapıyor. Çok kısa zaman sonra oğlunu alacaktı"
Tekrar bakışlarımızı Yasin beye çevirdiğimizde bütün yapacaklarımızı daha doğru kendi yapacaklarını anlatmıştı. İki saate yakın anlattıkları çok hoşuma gitmişti. Çaylarımız bitmiş, Yasin bey Ertuğrul'a kahve söylediğinde, aynı anda Pars'ın telefonu çaldı. Yukarıya baktıktan sonra telefonu açtı.
"Buyur kahve, çay, viski, votka, bira"
"....."
"Hayır oturuyoruz, şimdi ulaşır sorarım"
"....."
"Bekle, bekle"
Yasin'e elini uzattığında, Yasin masadaki büyük defter büyüklüğündeki tableti uzatmıştı. Pars, telefonu kulağıyla omzu arasına koyduktan sonra tablete bir şeyler yaptı. Derin bir nefes alıp telefondaki adama İtalyanca bir şeyler söylemeye başladı. Karşısındaki adam ne dediyse;
"Ne yapayım he ne yapayım izin vermiyorsun yarasına tuz basayım, saldırsın etrafa"
"....."
"Gördüm sakin uyuyor bu saate ne yapabilir ki"
"...."
"Tamam bağırmam, bir şey istiyor musun"
Telefonu kapatıp, tableti neredeyse kıracak şekilde sıkıyordu ki kısa zaman sonra ekranın çatlama sesi geldi. Yasin tableti elinden alıp;
"Sabret Pars yeniden huzur gelecek. Sadece son iki hafta"
"Hayır neyse sen Markoyu arada Mustafa Hamza beyle tanışsın. Bu arada Ertuğrul, yukardakine votka götür, kapısına bırak. Sana sinir olmuş seni görürse her yerini kırar"
Ertuğrul eline aldığı tepsiye dolaptan şişe ve bardak, limon ve tuz koyarak yukarıya çıktı. Derin bir nefes alıp;
"Yukarıdaki adam şahin yani başkan dediğiniz adam mı? yani bizim hastanenin bağlı olduğu kuruluşun başındaki adam"
"Mustafa bey siz biliyor musunuz"
"Hayır tahmin yürüttüm. Derdi sevgilisi falan mı"
"Onun sevgilisi yok, kadınlardan nefret eder. Derdi başka onun. Bu arada çok aşırı zekisiniz."
Yasin başını salladıktan sonra yanıma oturdu. Karşımızdaki büyük televizyon birden açılmıştı. Kısa bir an sonra telefon işareti ve sesi gelince, ekrana dikkat ettim. Esmer mavi gözlü bir kadın ekrana geldi. Yasin derin nefes alıp;
"Reis"
"Nasılsın meleğim"
"İyiyim siz nasılsınız"
"iyiyiz, nerede marko"
"Marry burada yatak odasındalar."
"Anladım meleğim"
"Yanındaki hanımefendinin sahibi galiba"
"Evet Mustafa Hamza bey, neyse git şu adamın yanına ama sen girme odaya "
"Peki Yasin peki"
Kadın merdivenleri çıkarken, Parsa sesi kıs demişti. Pars kıssa da karavanın içine kısa bir an sesler dolmuştu. Kız kapıyı çalsa da duyulmadığı için, derin bir nefes alıp;
"Yasin ben giriyorum"
"Gir yavrum gir. Allah'ın belası pars hatırlat bu adamı ben öldüreceğim"
Görüntüye gelen, manzarayla başımızı eğmiştik. Yasin gür bir sesle;
"Çalışma odasına geç Marko, beş dakikan var "
Kız odadan çıktığında pars kahkaha atmaya başlamıştı. Görüntüye tekrar gelen kız;
"Ahh pars unutma ki yaralı bir atmaca ve hırçın bir şahin kendine geldiğinde seni yemek için durmazlar. Ahh Allahtan dileğim aşık ol, bakma sen ona sevgilim "
"Tamam hadi cıvıtmayın, sende artık eve git"
Pars susmuş bize bakarken, kız çalışma odasından çıktı. Görüntü başka bir açıya geçtiğinde, biz boş sandalyeye bakarken, yanımdaki Yasin'e döndüm. Ne iş gibi bakınca;
"Dört senelik sevgilim ve en sağlam çalışanım. "
Onun bu haline gülerken, görüntüye elli yaşlarına gelmiş top sakallı bir adam geldi. Yasin derin bir nefes aldıktan sonra karşısındaki adama;
"Marko"
"Reis umarım işimi böldüğüne değer yoksa Çınar'a sevdiririm seni"
"Kes sesini de dinle beni, sevgili karın Süreyya ve biricik oğlun burada bir ağanın yanında kalıyorlar ve Bu adam oğlunu kendi oğlu gibi tanıtacak çünkü sevgili karın o adama senin çocuğun diyor muş"
"Yalan "
"Sana ne zaman yalan konuştum yada dediğim ne zaman yalan çıktı"
"Hiç bir zaman çıkmadı."
"E o zaman dinle beni bu yanımdaki adam Mustafa Hamza Alibeyoğlu "
"Şerefsiz bu adam mı"
"Yavaş gel ağızından çıkana dikkat et, kesmeyeyim o çok işine yarayan dilini. Dinle beni bu adam buranın yani herkesin ağası sana o iti tepside sunacak adam "
"Özür dilerim "
"Ahhh sen özür diler miydin. Emin ol keyifim olsaydı bu halini izlerdim. Şimdi beni dinle o adamı öldürme zevki bize kalacak sen canlı canlı nefesini kesmen yeterli"
"Olurda sen açıklasana şu olayı"
"Bu adam bir ay evvel altı yaşında masum bir çocuğun öldürttü. Senin masum Charlie'ne neler yapmaz ah masum junior marko"
"Neredesin, nerede bu it"
"Ben Türkiye deyim sana haber vereceğim sende geleceksin"
"O adamı istiyorum ve Süreyya'mı da "
"Gelir alırsın, yalnız öldürmek yok"
"Tamam "
Yasin görüntüyü kapadığında, hepimiz ona bakıyorduk. Yasin sakince ayağa kalkıp karşıma oturdu. Derin bir nefes alıp, arkasına gelen Ertuğrul ve Pars'a baktıktan sonra;
"Her şeyi halettik bir konu kaldı ama"
"Nedir"
"Mustafa Hamza bey, Meryemce iki aydır haddinden fazla yıprandı. Doğum ve Talha'nın ölümü onu yıprattı. Sizin için çok kıymetli, sizin için nefes gibi belki ama bizim için o yaşam. Şu dışarıdaki adamların, bizim daha bir sürü şeyin ana damarı o. Size kısaca bir şey diyeyim, şuan arasa yakın yıkın dünyayı benim yandığım gibi yakın dese bir saat sonra kimsenin külü bulunmaz ama susuyor. Biraz önce Pars'ın size demek istediği, uzaklaştırın onu. Sana, daha doğrusu dördünüze öyle güveniyor, öyle saygı duyuyor ki anlatamam. O ne Mert'i, ne Dağhan'ı nede Devran'ı dinler. Onun susması her şeyi sana bıraktığı için Mustafa Hamza bey. Onu o derin kuyudan sen çıkaracaksın. Sarıp sarmala ama uzun bir süre hiç bir şeye karıştırmayın."
"Biz kalkalım Yasin bey, konuştuğumuz gibi on gün sonra Talha'mı toprağa koyduğumun kırkıncı günü bütün ağalar konakta olacak. "
"Tamam Mustafa Hamza bey. Bu arada üzerinizdeki hırkayı"
Gülerek başımı salladıktan sonra omzumdaki hırkayı Yasin'e uzattım. Karavandan çıktığımızda üçümüzde Hazar'a bakıyorduk. Arabaya geçtiğimizde Hazar sormamıza gerek kalmadan konağa kadar nerede nasıl duyduğunu her şeyi anlatmıştı.
....................................................
Konağa geldiğimizde Başak burada kaldığı için Bedirhan bizimle konağa girmişti. Avluda oturduğumuzda Boran yanımıza geldi. Elini karnına koyarak;
"Her şey yolunda ağam, Mina'mız Mihriban anayla yatmaya gitmiş. Onun gece gezdiğini bildiğimiz için konağın içinde Eren, Meriç ve Selçuk bir saat arayla duruyorlar."
"Eren nerede "
"Eren içeride çay içiyor ağam"
"Çağır bana "
Boran hızla mutfak tarafına giderken, bizimkiler Baran ve Bedirhan sabah konuşuruz diyerek yanımızdan ayrıldılar. Hazar'la karşılıklı otururken, Eren ve Boran yanımıza geldiler. Boran'a dönerek;
"Boran'ım nöbetlerini ayarla bu gece git yat oğlum sana yardımcı arıyordum ya Eren olacak artık sana yardım eden. Meriç ve Selçuk da gitsin yatsın. Eren sabaha kadar nöbet tutacak"
"Ağam ama"
"Hadi Boran ali "
Boran biraz olsa keyiflenmiş giderken, Eren yüzüme bakıyordu. Ağızımı açıyordum ki;
"Mustafa Hamza bey beni öğrendiğinizi biliyorum. Beni istediğiniz kadar zorlayın beş yani 120 saat uykusuz kalsam da dikkat bozukluğum yoktur. Ben sizin emrinizdeyim"
"Eren hoş geldin git bakalım"
"Emriniz olur"
Eren gülerek kapıya doğru yürürken, merdivenlerden üzerindeki hırkasına sarılmış Leyla yanımıza geliyordu. Yanımıza geldiğinde Hazar ile ona baktığımızda;
"Ben yanınıza geldim ama "
"Otur Leyla otur bacım. Bizde öyle Hazar'la oturuyorduk"
Leyla Hazar'ın yanına oturmuştu. Başını önüne eğerek;
"Mustafa abi ben Meryemceyi ben onu ilk defa böyle tükenmiş, sessiz görüyorum. Onun çoktan anka kuşu gibi küllerinden doğması ve etrafa saldırması lazımdı. Devran baba olarak çabuk toparladı sanki"
"Ah benim güzel bacım. Devran toparlamadı sadece o acısına çabuk alıştı. Meryemce ilk anneliği Talha da tattı. İlk bebek kokusu onun kokusu vardı hep burnunda. Meryemce önce evlat acısına alışması lazım. Bilmem biliyor musun bir ay oldu daha mezarlığına gitmedi. Hoş bir aydır hiç odadan çıkmadı."
"Abi ben Meryemceyi çok özledim"
Leyla başını Hazar'ın omzuna koyduktan sonra devam etti;
"Ben Meryemceyi bana tek başına aile olan güçlü kadını çok özledim abi, Hazar"
"Leyla özlemek deme. Sen her geçen gün sevdiğinin gözünün önünde erimesi veya sesini duyamamak ne demek bilir misin. Onu hepimiz özledik Leyla hepimiz. Bak bu söyleyeceğim biraz garip olacak ama ben koynuma aldığım, sıcaklığıyla huzuruyla uyuduğum kadını özledim. O masada yemiyor diye ben bir aydır doymuyorum. O içerideki kadın var ya donuk, soğuk, solmuş ve sessiz olan ben onun iyileşmesi ne kadar çok bekliyorum bilemezsin. Onun önce ruhunun iyileşmesi lazım"
"Anladım abi anladım"
"Neyse size iyi oturmalar ben odama geçiyorum saat baya geç oldu"
Yavaşça yerimden kalkarak, bir iki adım atmıştım ki Hazar dikkatimi çekti. Elini Leyla'nın beline atmış baş parmağıyla yavaş yavaş Leyla'nın belini okşuyordu. Kısa bir saniye ona baktıktan sonra odama yürümeye devam ettim. Odaya girdiğimde Meryemce yatakta loş ışıkta fark ettiğim kadarıyla Ömer'i emziriyordu. Biraz yatağın yanına yaklaştığımda, gerçekten Ömer'i emzirdiğini anlamıştım. Elimi karımın saçlarına atarak azcık sevdim. Uysal kedi gibi kısa bir gözlerini kapatıp açmıştı. Onu öyle yatakta bırakıp banyoya girdim. Kısa bir duş alıp belime havlumu sararak çıktığımda, Mirza'yı beşiğe koyuyordu. Dolabın önüne gidecekken, yatağın ayak ucundaki kıyafetlerimle azda olsa mutlu olmuştum. Üzerimi giyinerek yatağa döndüğümde Meryemce sırtını yatağın başlığına dayamış, bacaklarını uzatmış yatakta oturuyordu. Saçımın suyunu biraz daha havluya aldırıp banyoya attım. Odaya girdiğimde Meryemce hala aynı şekilde oturuyordu. Göz göze geldiğimizde koca bir boşluk olan gözlerine fazla bakmamak için başımı önüme eğdim. Yatağa oturduğumda bir aydır yapmadığımı yaptım. Başımı göğsüne yasladım. Ona has kokusunu içime çekerek;
"Bu gecede konuşmayacak mısın sessiz gül güzelim. Bak sana ne anlatacağım. Biliyor musun ilk konağa geldiği akşam seninle yatmıştı ya Talha. İçim bir garip olmuştu. Böyle kıskançlık gibi değil gurur gibi, mutluluk gibiydi. Ben o gece dedim içimden ben büyük oğluma kavuştum dedim. Talha konakta koştukça, güldükçe mutlu oldum. Sen hep diyordun ya emanet bebeklerim diye gerçekten emanetti onlara iyi baktıkça huzur buluyordum ve buluyorum. Sen çok yanıyorsun belki bu bir aydır ama bende yanıyorum gülüm, ben daha kötü sanki biri sağ kolumu kesip almış gibi hissediyorum. Meryemce karım kadınım biz seni çok özledik. Bak gülüm ölümde yaşamda bizim için. Hadi karım "
Gözlerimi kapamıştım ki saçlarımın arasında o çok sevdiğim ince parmaklar dolanmaya başladı. Gözlerimi açıp hafif başımı kaldırıyordum ki, başımın üzerinde sevdiğim o dudakları hissettim. Elimi yukarıya kaldırıp, görmeden yanağını sevdim. Gözlerim kapalı ne kadar öyle durduk bilmiyorum ama elime değen sakin nefeslerle karımın uyuduğunu anlamıştım. Biraz aşağıya kayarak göğsünden başımı kaldırdım. Yatakta diz üstünde durup, başını yastığa koymasını sağladım. Yanına yatarak kendime çektim. Üzerimizi örtüğümde derin bir nefes alıp kulağına;
"İyileş Meryemce ne olur iyileş ben artık sessiz ve sensiz olamıyorum. Solmuş gül kokusunu da yaymıyor ki can bulayım hadi karım hadi"
.........................................
HAZAR...
Mustafa odasına geçtiğinde Leyla'nın başı da göğsüme düştü. Elimi korkarak saçına koyduğumda derin bir nefes almıştı. Çenemi başına koyarak;
"Ne oldu kıvırcık lady"
"Hazar ben çok korkuyorum"
"Neyden korkuyorsun canım benim"
"Meryemcesizlikten ya o iyileşmezse hep böyle kalırsa"
"Meryemce iyileşecek canım. Sende korkma ne dedim ben sana kalenin orada ben yoksam kork ürkek serçem"
"Hazar ağam "
"Leyla'm"
"Ahtapot gibi sarılmayı bırakır mısın "
"Niye ben gayet rahatım"
"Ya bıraksana gameş sigara içeceğim"
"Onun için hiç bırakmam"
"Ne demek bırakmam neden "
"İçme, sen artık sigara içme"
"Allah Allah'ım niye, sebep"
"İçme kızımız için zararlı annesi"
Leyla sinirle başını kaldırıp zorla kollarımın arasından çıktı. Yumruk yaptığı elini omzuma vurduktan sonra;
"Yapma Ağa yapma"
"Ne yapmayayım avukat"
"Beni seviyor görünme, fazla bir zaman olmadı seviliyor gibi görünenin nasıl çıktığını anladık"
"Beni o itle bir tutma Leyla soylu. Ben sana o gece kalenin orada ne dediysem hala geçerli."
"Hazar ben, sen afff ben seni"
"Leyla, hadi git yat yavrum yat "
"Hazar ben uyuyana kadar yanımda durur musun"
"Leyla'm huzur gözlüm, Ava dilemin ( gönül suyum)"
"Söyle"
"Hoşuna mı gitti merinos"
"Odunsun"
"Benimle evlenir misin? "
"Hayır gameş, evlenmem. Sakın peşimden gelme"
Leyla hızla yanımdan kalktığında, tutmak istesem de rahatsız etmemek için vazgeçtim. Üzerindeki hırkasına sarılarak merdivenleri sert sert çıkarken, nefesim dediğim kızı izledim. Odasının kapısının kapandığını duyunca yerimden kalktım. Yan yana odalarda kalıyorduk aslında. Cebimdeki sigaramı çıkarıp bir tane almıştım. Üst avluya çıktığımda yakmıştım. Gözlerim Mustafa'nın odasındaydı. Ah benim dilamdan sonra dilam olan Meryemce, Ah abisinin güzel bacısı iyileş de alalım bu kızı bana. Sigaradan son nefesi derin çekmiştim. Sigaramı söndürdüğümde bacaklarıma sarılan kollarla hemen arkama baktım. Mina başını bacağıma yaslamış dolu gözlerle bana bakıyordu. Hemen kucağıma aldığımda kollarını boynuma dolayarak, sessizce biraz ağladıktan sonra başını omzumdan kaldırdı. Gözündeki yaşlarını tek eliyle sildikten sonra;
"Aşkım amcam"
"Söyle amcam söyle"
"Ben abimi, Talha'mı çok özledim"
"Bende oğlumu özledim ama orada daha mutludur bence. Bak benim annem, babam, bacım, hamza dede ve Mizgin sultan da orada hem belki benim kardeşim ona anne olmuştur."
"Güzel bakar mı annem gibi sever mi onu "
"Bakar tabi, niye sevmesin o ölmeden çocukları çok severdi. Hem aramızda kalsın şuan yaşasaydı seni kaçırırdık"
"Yaaa öyle mi aşkım amca"
"Tabi seni ve Talha'yı kimseye vermezdik"
"Aşkım amcam yaaa"
"Güzel kızım benim"
Mina sıkıca tekrar boynuma sarıldığında, elimle saçını severken Mirza baba odasından çıktı. Bizi görünce yanımıza geldi. Mina, Mirza babamı fark etmiş olacak ki hemen başını kaldırdı. Babam kolunu uzattığında, tek omzunu çekerek;
"Dede amcamla yatmak istiyorum"
"Belki amcan yorgundur bebeğim"
Mina sorar gibi gözlerime bakınca, saçını severek;
"Babam sen yat, prensesimiz benimle yatacak bu akşam"
Mirza babam Mina'nın elini öperek odasına gitmişti. Kucağımda Mina ile odama girdim. Mina'yı yatağa bırakıp, dolabımın önüne geçtim. Bir kaç parça eşya alıp banyonun önüne geldiğimde omzumdan Mina'ya baktığımda sanki bana bakan Dila'mdı. Ufaktık, gök gürültüsünden korkmuş yanıma gelmişti. Eskiden çıkmak için başımı salladıktan sonra nefes alıp;
"Amcam, buradan ayrılma tamam mı? kısa bir duşa girip geleyim"
"Amcam, eğer istemezsen ben gül ablamın yanına giderim"
"Hayır amcam bekle beni tamam mı?"
Mina tamam manasında başını salladığında hemen banyoya girdim. Hızla duşumu alıp, üzerimi giyindim. Siyah tişörtümü giyinip odaya girdiğimde, Mina yatağın üzerinde elinde benim telefonum kilit tuşuna basıp bakıyordu. Omzumu kapıya dayamış onu izlerken beni fark etmiş olacak ki;
"Amca özür dilerim senden izinsiz aldım ama canım sıkıldı."
"Evet bebeğim başkasının özel eşyaları izinsiz alınmaz. Aferin ama biliyorsun"
"Annem derdi amca."
"Anladım güzel kızım"
Mina telefonun ekranı kilitleme tuşundan açarak görüntüyü gösterip;
"Ne güzel gülmüşüz dimi amca"
Mina benim kucağımda, Mustafa'nın dediğine gülerek, Meryemce gizlice çekip bana yollamıştı. Bende ekran resmi yapmıştım. Çünkü Meryemce bana bir kıyak geçmişti. Resmin bir köşesinde bizi gülerek izleyen leyla vardı.
"Evet amcam çok güzel gülmüşüz"
"Amca"
"Efendim canım"
"Beni çok seviyorsun dimi"
"Çook amcam "
"Amcaaaaa"
"Kara kızımmm"
"Pekiiii leyloşu mu seviyor musun"
"Seviyorum meleğim çok seviyorum"
"Hadi gidelim amcam"
"Nereye gidiyoruz"
"Hadi üzerine hırka giyin hasta olma "
Dolaptan hırkamı aldım. Mina eşofmanımın cebine telefonumu koyarak odadan çekerek çıkardı beni. Mina'ya ayak uydurdum nereye çekerse gidecektim. Bir kaç adımda Leyla'nın odasının önüne geldim. Mina garip sanki melodik Leyla'nın kapısını çalmıştı. Dakika olmadan Leyla kapıyı açtı. Dizlerinin üzerine çökerek;
"Mina'm kapıyı niye öyle çaldın. "
"Ben hem seninle yatmak, hem de amcamın kokusunu duymak istiyorum"
"Mina'm şey"
"Leyloş lütfen"
"Hadi gelin bakalım başımın püskülü belaları"
Odaya girdiğimizde Mina koşarak Leyla'nın yatağına çıktı. Yorganı üzerine örttüğünde, yanımda lacivert saten pijama takımıyla ayakta duran gönlümün sesine, nefesime baktım. Elinin birini beline koymuş Mina'ya bakıyordu. Derin bir nefes alıp;
"Mina uyusun odama geçerim"
"Gidemezsin, şu odadan çıktığın an derin uykuda olsa da uyanır Mina"
"Nasıl"
"Mina'nın koku hafızası çok kuvvetli. İstediği kokuya döner uyur. Şuan dediği gibi senin kokunu almak, benimle uyumak istiyor."
"Ciddi olamazsın"
"Gerçekten Meryemce çözdü. Meryemcenin tülbentiyle iki gün oyaladığımızı biliyoruz. Bu onun takıntısı."
"Peki kapıyı çalması"
"Oda üzgünüm ben, sana ihtiyacım var demek. Üzgünse üç defa çalar içeriye girmez onu alalım diye. Normalde bir kere çalar bekler, sonra bir daha çalar öyle girer hemen koynumuza siner. Evde de burada da."
"Ben hiç dikkat etmedim, yani bilmiyordum."
"Sen hep yanına kendi isteğinle aldın ondan "
"Hadi o zaman yatalım"
Beraber yatağın yanına yürüdük. Mina gözlerini açıp bize baktıktan sonra yorganı üzerinden attı. Ben soluna, Leyla sağına uzandığında hepimizin üzerini örttüm. Mina, Leyla'nın yanağını öptükten sonra sağ elini kendi üzerine çekerek tuttu. Başını bana dönerek burnundan derin bir nefes aldıktan sonra gözlerini kapadı. Biraz uyuyan hayatıma girmiş üç melekten ikisini izlemiştim. Uyuduklarına kanaat getirdikten sonra yerimden usulca kalktım. Kapının yanına gitmeden yatağın yanındaki abajuru yaktım. Kapının yanına gittiğimde biraz daha uyuyan meleklerimi izledikten sonra arkamı dönmüştüm. Elimi ana ışığın düğmesine koyduğumda;
"Amca nereye "
Arkamı döndüğümde Mina yatakta oturmuş bana bakıyordu. Derin bir nefes alıp;
"Buradayım prensesim ışığı açık unuttuk ya onu kapatacaktım"
Işığı kapatıp loş ışıkta yine Mina'nın yanına gittim. Az önce kalktığım yere tekrar uzandığımda, Mina yine aynısını yapmıştı. Gözlerimi kapatıyordum ki Mina sol eliyle sağ elimi tutup, burnundan derin bir nefes aldı. Gözlerimi kapadığımda derin bir nefes çekmiştim ki;
"Niye benimle aynı odada kalmak istemiyorsun Hazar"
"Senin için nefesim. Kimse sana kötü gözle baksın, kötü söz söylesin istemiyorum"
"Merak etme Mina burada, rahat uyu"
"Leyla'm ben nasıl"
"Hazar'ım, uyu canım uyu"
İkimizde aynı anda derin bir nefes çekmiştik. Gözlerim kapalı sağ omzumun üzerine Mina'ya doğru biraz daha dönerek uykunun beni çekmesini beklerken, yanağımda hissettiğim elle yüzümü hafif çevirip içini öptüm. Tekrar derin bir nefes çekerek;
"İyi geceler avukat"
"İyi geceler Ahmet Hazar bey"
.........................................
DEVRAN...
Yeşil gözlüm neşem bizi bırakıp gideli koskoca bir ay olmuştu. Bir aydır aldığım nefes ciğerlerimi yakıyordu. Ah umman gözlüm, Avşin'im olmasa belki de daha zor olurdu. Beni bebek gibi nazlaması, gece sevmeleri olmasa bu kadar çabuk alışamazdım belki. Şimdi beni daha doğrusu kocaman konağı yıpratan, üzen durum Meryemcenin hala kendine gelmemiş olmasıydı. En son avluya Talha öleli yedi gün olmuştu akşam oturması için bebeklerle çıkmıştı. Yılmaz Meryemceyi gördüğünde Sinan'ın yardımıyla Meryemcenin yanına oturduktan sonra dizine yattı. Meryemce öylece duruyordu. Yılmaz ağlayarak; 'affet yengem, affet duamız olan kadın. Oğlunu kardeşimizi koruyamadım' diyerek ağlarken belki açılır konuşur demiştik ama nafile. Gül'e bilerek onun yanında olay anını anlattırdık, fakat yine tepki vermemişti. O günden sonra Mustafa bunaltmamak için üstüne gitmiyordu. Cenaze günü bir tek sesli ağladığını duyduk daha hiç bir sesi yoktu. İkizlerde sanki annelerini anlamış gibi bir kere ağladığını duymadık. Dağhan'ın bu sabah Mustafa'ya çıkışır gibi hiç mi ağlamıyor, dediğinde uykusunda ağlıyor oda sessizce demişti.
Derin bir nefes alıp daldığım yerden ve düşüncelerden çıktığımda Avşin banyodan çıkmış beni izlediğini fark ettim. Yanıma elimle vurduğumda hemen yanıma gelerek uzanmıştı. Bir elimle sarılıp göğsündeki başını öptüm. Saçlarını sevmeye başladığımda;
"Devran'ım, nefesim kocam"
"Söyle hatun"
"Ben Talha'mızı özledim"
"Ben de özledim Avşin"
"Biz onu çok mu ihmal ettik"
"Etmedik bebeğim etmedik. O hep annesiyle zaman geçirmek istedi. Talham her zaman annesinin, Meryemcenin koynunda mutluydu. Hep yanında o olsun istedi. Sen ona iyi geldin, seni bile benim için istedi. Ben mutlu olayım diye ama o hep meryemcenindi."
"Devran "
"Söyle ağa kızı"
"Ben aslında galiba Meryemceyi özledim. Biz aslında o mezara Meryemceyi gömdük. Şuan o odada onun mezarı bir bakıma değil mi"
"Öyle bir tanem. Avşin ben ona dayanamadığım için yanına gidemiyorum. Nasıl "
"Çok zayıfladı"
"En son onu o gün gördüm daha görmedim"
"Yengemler yediriyorlar ama nasıl oluyorsa her geçen gün zayıflıyor"
"Acı yiyor onu. Yeter artık yarın yanına gideceğim beni görünce canı yanacaksa yansın. Biz alıştık ama o"
"Tamam sabah Mustafa'ya söyleriz kocam. Gülcan ve Nisa dedi bu gün zor tutuyorlarmış Dağhan abimle Mert'i"
"Biliyorum bir arada ikisi de Mustafa çıkarmıyor zannediyorlardı."
"Yok artık"
"Öyle karım, hadi uyuyalım"
Yatağın başındaki düğmeden ışıkları söndürdüğümde Avşin göğsüme iyice sinmişti. Odanın camından dışarıya baktığımda, dışarının loş ışığı Meryemce ve Talha'nın benim yanımda gecenin bir yarısı ettikleri sohbeti hatırlattı. Gözümden yastığıma düşen göz yaşlarıma izin vermiştim. Şuan her şeyi bırakıp gitsem ya bacımın yanına, alsam ya koynuma ağlasak bağıra çağıra. Bir şeker için bizim konağın avlusunda ağladığımız gibi. Büyümemeliydik. Ah oğlum ah ufak eşkıyam beni yaktın da keşke o çok sevdiğin aşık olduğun anneni, meleğini de öldürmeseydin. Kabul oğlum, duy beni. Senin annen ne ölen Melek , nede Aşkım annen. Senin tek annen senin bir gece yanağını severken dediğin gibi gül kokulu, huzur nefesli, papatya gülüşlü meryemcen
...........................................
MUSTAFA HAMZA...
Gözlerimi kulağıma gelen ince hıçkırık sesiyle açtım. Yanıma baktığımda karım yanımda yoktu. Hızla yerimden kalktığımda odamızın kapısının açık olduğunu fark ettim. Hemen dışarıya koştuğumda gördüğüm manzarayla aldığım nefes ciğerimi yaktı geçti. Meryemce elindeki eski beyaz zıbın, Talha'nın öldü gün sabahı hızlı hızlı yüzünü öptüğü yere oturmuş ağlıyordu. Yanına gittiğimde kısa bir an bana baktıktan sonra tekrar başını eğerek ağlamaya devam etti. Yanına oturarak göğsüme çektim. Elini göğsüme koyarak biraz daha yüksek ağlamaya başladı. Elimi yanağına koyduğumda biraz daha yüksek bir sesle;
"Yaktı beni bu Mardin. Oğlumu, oğullarımı aldı benden. Mustafa benim oğlum küçüktü, bir ay önce tam burada gitme anne dedi, seni seviyorum dedi. O benim için korkarken, bir aydır o toprağın altında ben buradayım. Yaktılar yüreğimi, oğlumuz hani pilot olacaktı Mustafa. Hani kardeşlerini büyütecektik. Yandım ben diri diri yandım. Senin büyük oğlun beni yaşarken öldürdü Mustafaaa. Sen, sen nasıl yıkadın nasıl sardın onu o kefene, hiç mi elin titremedi Mustafa'm. Sen bizim Talhamızı nasıl koydun o toprağın altına, hiç mi canın yanmadı hiç mi. Benim oğlum benim kollarım olmadan üşürdü şimdi bak o soğuk toprağın altında. Mustafa beni yakanı yak öyle bir yak ki ateşini herkes görsün, duysun. Beni yakanı yakmazsan, beni de bu ellerinle canlı canlı o toprağın altına göm"
"Tamam karım, hadi kalk bak soğuk burası odamızda konuşalım"
Meryemce hızla yerden kalktı. Kaşlarını çatarak bana baktığında bende ayağa kalktım. Ellerimi ona uzattığımda gür sesle çıldırmış gibi;
"Bak benim burada azcık taşa oturmama dayanamıyorsun. Ben ne yapayım söylesene ben ne yapayım. Benim oğlum orada bir aydır o soğuk toprağın altında "
"Meryemcem"
Meryemceyi kendime hızla çekmiştim. Kollarımın arasına aldığımda;
"Mustafa üşüyorum, Mustafa yanıyorum. Kocam cayır cayır yanıyorum da kimse görmüyor. O benim ilk bebeğimdi benim elime doğdu benim oğlum. ilk evlat kokusuydu. O benimdi benim. O kurşunlar ona, onlara gelirken, karanlıkta kaldığında dediği gibi melek anne neredesin demiş ama bu sefer yetişemedim. Ben oğluma yetişemedim. "
Meryemce hem ağlıyor, hem de çırpınıyordu. Onu zapt etmeye zorlanmaya başladığımda avluya baktığımda herkes ağlıyordu. Meryemce çığlık atarak ağlamaya başladığında Dağhan ve Devran yanıma geliyorlardı ki, merdivenlerden babamın indiğini gördüm. Meryemce birden beni ittiğinde tutmaya çalışıyordum ki, babamı fark etti. Kollarını yukarıya doğru kaldırıp;
"Bak baba bak, ufak kızını, annemin tek gelinini öldürdüler "
Babam son iki adımını hızlı atmasaydı Meryemce yere düşecekti. Babamın kollarında bayıldığında kucağıma alacakken, babam izin vermemişti. En son belki de Peri'yi kucağına almıştı oda ufakken. Meryemceyi kucağına alıp, merdivenlere doğru yürümeye başladı. Babamın peşinden bende merdivenleri çıkmaya başladım. Üst avluya çıktığımda babam anneme başıyla odayı göstermişti. Biz onlara bakarken onlar odalarına girdiklerinde, annem kapıyı kilitlemişti. Herkes odalarına giderken, bende odama geçmiştim. Yatağın ortasına uzandığımda uykum gitmişti. Gözlerimi kapamıştım ki odamın kapısı açıldı. Kapı kapandığında gelene baktım. Mina'm gözlerini silerek yanıma uzandı. Kollarımın arasına aldığımda;
"Babacım annem de mi ölecek, o kutunun içine onu da mı koyacaksın"
"Hayır prensesim. Annenin ruhu iyileşmeye başladı. "
..............................................
Gözlerimi yanağıma yediğim minik tokatla açtım. Sağ omzuma doğru uyuduğum için gözlerimi açtığımda Mirza ile karşılaştım. Biraz yaklaşıp oğlumun kokusunu içime derin bir nefesle çekmiştim. Parmağımla yanağını sevdikten sonra aklıma Meryemce geldi. Beşiğe baktığımda Ömer de yoktu. Ayağa kalkıp banyoyu dinlediğimde içeride olmadıklarını anladım. Mirza'yı battaniyesiyle kucağıma alıp doğrulduğumda kapının açılma sesiyle o tarafa baktım. Meryemce kucağında Ömer'le içeriye girdi. Tek eliyle kapıyı kapatıp bana döndüğünde, karımı izledim. O sabahın üzerinden on gün geçmişti. Gün geçtikçe kendini toplamaya başlamıştı. O sabahtan sonra odasında kalmıyor, aramıza geliyor, az da olsa konuşup sohbet ediyordu.
Mirza'mı tek elimle sağlam tutup karıma yaklaştım. Elimi beline koyarak kendime çektim. Anlına dudaklarımı bastırıp derin bir nefes aldıktan sonra öpmüştüm. Biraz geriye giderek göz göze geldiğimizde;
"Neredeydiniz hatunum"
"Ömer azcık ateşlendi. Mutfağa gittim Hattabın şurubu var mı bakmak için. Olmadığını görünce, Boran'ı ilaç almaya yolladım belki lazım olur diye"
"Beni niye uyandırmadın"
"Mirza'mın uyandıracağını biliyordum"
"Uyandırdı oğlum sağ olsun."
"Oğlum işte"
"Nasılsın güzel karım"
"İyiyim merak etme kocam. Mirzayı ver bana, sen namazını kıl bak ezan okunuyor"
"Sen kılmayacak mısın"
"Şey kocam, şey"
"Pardon karım, hadi sen gel yatağa otur bende yanına koyayım Mirza'yı"
Meryemce önümden yatağa Ömer'le oturduğunda, biraz bekledim. Bacaklarını uzatıp, Ömer'i bacaklarının arasına koyduktan sonra Mirza'yı almak için kollarını bana uzattı. Tek dizimi yatağa koyarak Mirza'yı Meryemceye bıraktım. Banyoya geçip, abdest aldım. Banyodan çıktığımda Meryemce Mirza'yı doyuruyordu. Göz kırptığımda tebessüm etmişti. Seccademi alarak kütüphaneye geçtim. Sabah namazına niyet ederek, namazımı kılmıştım. Dua etmeye başladığımda kapımız çalmıştı. Biraz sonra kapımızın açılma sesini duydum. Ayağa kalktığımda, Mina'mı görmüştüm. Mina yatağın ayak ucuna gelerek;
"Günaydın annem, günaydın babamın oğulları"
"Günaydın annem, günaydın. Söyle bakalım bu akşam nerede uyudun"
"Annem dün akşam da Serdar amcamlarla yattım."
"Mina'm"
"Efendim annem"
"Niye kendi odanda uyumuyorsun"
"Şey anne ağlama ama tamam mı? ben Talha yok ya ben onun için. Bak ağlama söz yatacağım odamda"
"Ağlamam annem merak etme. Mina'm ama artık yatmalısın bence"
"Tamam annem. Yanına gelebilir miyim? hani asiciği doyuruyorsun ya"
"Tabi ki gelebilirsin, yalnız burada oynayan bir aslan var ablası"
Mina yatağa ayak ucundan çıkarak annesinin bacaklarının arasında oynayan Mirza'nın ellerini öptükten sonra Meryemce gibi sırtını yatağın başlığına dayamıştı. Meryemce Ömer'i doyurduktan sonra beşiğe koymuştu. Bacaklarının arasındaki Mirza'yı da koyduğunda ben üzerlerini örtmüştüm. Yatağın yanına geldiğimde Mina gözlerime bakarak;
"OOO asi ağam Allah kabul etsin"
"OOO prensesim amin"
Yatağa Meryemce ile Mina'nın arasına uzandığımda, Mina elini yanağıma koyarak;
"Babacım kardeşlerim çabuk büyüyemez mi"
"Niye ki kızım"
"Onlara pastayla, baklava yedireceğim, ımmm sonra sarma var, hamsi var"
"Onlar büyüyene kadar beraber yiyebiliriz"
"Tamam anlaştık ortak ."
"Mina'm"
"Babam"
"Odanı başka bir odaya taşıyabiliriz kardeşlerin büyüyene kadar"
"Yok babacım"
"Tamam sen bilirsin bebeğim"
"Hem baba, anne ben çok gecedir Hazar amcamla leyloşun arasında yatıyorum"
Gözlerimi açtığımda, Meryemce benim yerime;
"Nasıl Mina'm"
"Annem, Leyloş yine gece uykusunda korkuyor"
"Niye "
"Bilmiyorum ki, bir gece odasına girdim. Ellerini yine yumruk yapmıştı yanında. Ben de senin dediğini yaptım. Gittim öptüm saçlarımı yüzüne sürdüm, kokumu duyunca uyandı. Bana sarıldı ama bu sefer de ince ince ağladı. Bir gece amcamla baş başa otururken dedi ki ben uyuyana kadar yanımda kalır mısın amcam da git yat dedi ona. Bende amcamı o akşam Leyloşun yanına götürdüm. Ondan sonra hep uyudu, bende sen hastasın diye yaptım anne "
Meryemce ile aynı anda;
"İyi yapmışsın prensesim"
Mina gülerek yanıma uzandığında sağ kolumla sardım. Yüzünü önce boynuma koyarak;
"Baba!"
"Babam!"
"Kimse senin gibi kokmuyor biliyor musun"
"Nasıl kokuyorum ki"
"Böyle baba gibi ımmm şey yani böyle çok mutluluk gibi rahat gibi"
"Güven gibi annem, huzur gibi. Baba güven kokuyor. Babalar karşılık beklemeden içten sever öyle kokar"
"Sende babama sarılınca bunlarımı hissediyorsun anne"
"Benim hissettiklerimin içinde var bunlar"
"Anladım gül kokulu annem, sen daha çok seviyorsun ama babam en çok beni seviyor"
"O zaman siz hayatımın güzel kızları, biriniz bir tarafıma biriniz bir tarafıma yatın bakayım bende gül kokunuzdan bayılayım"
Mina başını sol göğsüme koyduktan sonra Meryemceye baktım. Kırk gün sonra huzurum kadınım bana gözleriyle gülmüştü. Meryemce yavaşça başını göğsüme koyduğunda, sağ kolumla belini sardım. Azcık açılmış belini baş parmağımla severken, Mina birden başını kaldırıp elini göğsüme koydu. Kocaman açtığı gözleriyle;
"Baba senin kalbin çok hızlı atmaya başladı."
"Nasıl babam"
"Böyle ben yattım ya güm güm güm diye sesi geliyordu. Annem başını göğsüne koyduğunda çok hızlı sesi gelmeye başladı."
"Dikkatli dinle o kalp güm güm diye atmıyor "
"Nasıl atıyor tık tık diye mi"
"Babayla dalga geçilmez. İyi dinle "
Mina başını göğsüme koyduğunda, Meryemce ile göz göze geldik. Sessizce seni seviyorum dediğinde kalbimin hızlı attığını ben bile duymuştum. Mina ağlamaklı sert bir şekilde;
"Bak anne sen kalp doktorusun babamın kalbi çok hızlı atmaya başladı. Bak lütfen bak "
Meryemce yerinden doğrulup, kulağını sol göğsüme dayadığında, sol eline şah damarıma dayadı. Mina dikkatle annesini izlerken, Meryemce gülerek başını kaldırdı. Mina sorarcasına Meryemceye baktığında;
"Annem normal atıyor ama biraz hızlı atıyor."
"Niye bir şey mi olacak babama"
"Hayır babalar evlatları, hele de ilk göz ağrıları yanına yaklaştığında kalpleri çok hızlı atar. Mesela ben dinlerken, ilk Talha, sonra Mirza Asaf sonra Ömer Hamza dedi. Birden çok hızlandı Minam dilam dedi "
"Bende bakayım, bende dinleyeyim"
Mina başını göğsüme koyduğunda Meryemce yerini almıştı tekrar. Mina başı göğsümde;
"Ayy bak anne Afra dedi kalbi"
"Afra kim annem"
"Kız kardeşim"
"Yok kızım sana kız kardeş. Bak zaten kız kardeşlerin geliyor, Dağhan dayının kızı olacak, Kadir amcanın kızı olacak, Hem bak Gülşah var oda senin kardeşin."
"Ya baba ya, anne bir şey de"
"Hadi küçük hanım annen bir şey demeyecek sende uyuyacaksın"
Mina başını göğsümden kaldırıp, kaşları çatık bana ters baktıktan sonra;
"Annecim sen ortada yatar mısın? Bu asi ağaya küstüm"
Mina yatakta ayağa kalktığında Meryemce ile kenara kaymıştık. Mina bana bakıp saçını savurduktan sonra, beşikle meryemcenin arasına yattı. Meryemce ona dönünce bende arkasından sarılmıştım. Omzuyla boynunun birleştiği yere dudaklarımı bastırdım. Mina uyuduğunda, beşiğe baktım. Oğullarımda kendi başlarına uyumuşlardı. Derin bir nefes alıp, Meryemcenin yanağını öptüğümde;
"Hadi kahve içelim"
"Sen uyanık mıydın"
"Evet afra diyen kalbini dinliyordum"
"Meryemce sende mi ya"
"Yedi çocuk istiyordun ağam ne oldu"
"Ah bizim yedi çocuğumuz var ya sevgilim"
"Nasıl"
"Bak Talha, Mina, doğmadan giden, Mirza Asaf, Ömer Hamza, Hattab ve Gülşah"
"Hadi kalk damda kahve içelim"
"Hadi gidelim gülüm"
Meryemce dolabın önüne geçerek, üzerine feracesini ve tülbentini aldı. Odanın ışıklarını söndürüp, Meryemcenin elini tutarak avluya çıktım. Biraz yanıma geçtiğinde elini tuttuğum elimin koluna koyarak;
"Bu ne hazırlığı var avluda"
"Bu akşam ağalar toplanacak burada. Öğleden sonra herkes çiftliğe gidecek"
"Ben "
"Sen ve oğullarım konakta kalacaksınız. Mina annemle gidecek. Biraz fazla sesler yükselebilir"
"Mustafa'm"
"Bir dakika gülüm"
Boran ve Eren yanımıza geldiğinde Meryemce, başını omzuma dayadı. Boran ve Eren bana bakmıyorlardı. Hafif bir öksürükle dikkati kendime çektiğimde, hızla bana döndüler;
"Kızlara söyle dama iki şekersiz kahve yollasınlar"
"Emrin olur ağam"
Meryemceyle, bizim odanın yanından yapılan merdivenlerden, dama çıkarken Meryemce titriyordu. Kollarımın arasına aldığımda, Meryemce sessizce;
"Sağ ol ağam"
"Her zaman gönül suyum"
Dama çıktığımızda Meryemce kare olan sedire oturmuştu. Yanına oturduğumda yan şekilde dönerek göğsüme sindi. Sarılmış şekilde öyle dururken, arkamızdan bir ince öksürük sesi geldi. Arkama baktığımda Sultan ablanın diğer yeğeni Gülendam tatlı bir tebessümle;
"Buyurun fırtına beyim"
Meryemce ile kahvelerimizi aldığımızda, kız Meryemceye gülünce;
"Gülendamım, Ömer biraz ateşliydi. Sultan ablama söyle sen odada dur hem Mina da orada"
"Peki Meryemce ablam"
Kız merdivenlerden inerken, elimdeki fincandan bir yudum aldığımda Meryemce etrafı izliyordu. Kahvelerimiz bittiğinde, boş fincanları arkamdaki geniş yere koydum. Meryemce bana bakınca;
"Meryemce'm"
"Söyle gönlüm"
"Talha'yı öldüren Atabek"
"Mustafa biraz daha sonra yüzmeye gidelim mi? Mina seninle yüzmek istiyor"
"Anladım karım. Gidelim birtanem, Mina yüzmeyi biliyor mu ki"
"Biliyor tabi hem de yetişkin havuzunda yüzüyor"
"Hadi canım"
"Hem de kolluksuz"
"Bizim kızımız"
"Öyle senin kızın"
Meryemce sessizce tekrar göğsüme sindiğinde, sıkıca sarılmıştım. Biraz serin olduğu için yanımda duran battaniyeyi üzerimize örttüm. Başımı arkamdaki yükseltiye yaslayarak gözlerimi kapadım. Kısacık bir andan sonra Meryemce battaniyeyi yüzüne kapatmıştı. İnce bir hıçkırık geldiğinde, canım acımıştı. Başımı kaldırıp battaniyeyi açarak yüzünü ellerimin arasına alarak, yüzünün her yerini öptüm. En son dudaklarına uzun bir buse kondurduktan sonra;
"Ağla karım, ağla kadınım. Acı senin, evlat senindi. Ağla ama kurban olayım son olsun. Talha içimizde artık. Hep belki eksik olacağız ama hayat devam ediyor karım. Sen farkında mısın bilmiyorum ama sen ağladıkça Mina yoruluyor, sen sustukça oğullarımız susuyor. Konakta sen gülmüyorsun diye kimse gülmüyor"
Meryemce sessizce başını sallamıştı. Göğsüme tekrar başını koyduğunda, battaniyeyi yüzüne kadar kapatmıştı. Biraz ağladıktan sonra uyuduğunu anlamıştım. Gözlerimi yıkık dökük bir eve diktim. Meryemce ile benzetmiştim. O yıkık viran evi onarmak benim elimdeydi. Derin bir nefes alıp başımı çevirdiğimde merdivenleri elinde sigarayla çıkan Hazar'la göz göze geldik. Bizi beklemediği her halinden belliydi. Yanımıza yaklaşırken, cebinden sigara paketini çıkardı. Yanımıza geldiğinde uzattığında istemiyorum diye başımı sallamıştım. Hazar dudaklarındaki sigaradan bir nefes çektikten sonra tek eliyle battaniyeyi kaldırıp tebessümle baktı. Battaniyeyi kapatırken;
"Nasıl dilam"
"Yavaş yavaş topluyor Hazar"
"Toplasın, toplasın ki kumamla kavga edebilelim"
"Hazar "
"Olmuyor onunla ağız dalaşı yapmadan"
"Hazar'ım"
"Söyle "
"Atabek'i söyledim, konuyu değiştirdi"
"E Yasin sana dedi ya her şeyi sana bırakmış, açma konuyu "
"Öğlen Devran'a söyleyeceğim"
"Onu bana bırak ben söylerim. Zaten Dağhan, Mert ve Baran çiftlikte olacaklar. Babamları toplantı bittiğinde onlar getirecek ya"
"Tamam konakta bir tek Meryemce ve oğullarım kalacak"
"Tamam ağam sen nasıl istersen"
Başımı sallayarak, kucağımdaki meryemceyi sedire yatırdım. Ayağa kalkıp karımı kucağıma aldım. Hazar üzerindeki battaniyeyi düzelttiğinde, mutfak tarafına inen merdivenlere yürüdük. Bir kat inmiştim ki odasından çıkan babamla göz göze geldik. Kaşlarını çatarak;
"Ne oldu "
"Bir şey olmadı Mirza ağa, damda kahve içtikten sonra uyudu"
"Tamam "
Babam merdivenleri inerken, Hazar yanıma geldi. Göz göze geldiğimizde;
"Oğlum, babam en sonunda seni öldürecek."
"Aynen"
"Aralarında farklı bir bağ var sanki. Bence kumam o ameliyatta babamın kalbine bir şey yaptı"
"Yok ya ben sana söyleyeyim. Ben onun damadıyım, o benim kayınbabam"
Gülerek merdivenlerden indiğimizde babam ters bir şekilde baktıktan sonra, yanındaki amcama döndü. Hazar'la benim odanın önüne geldiğimizde kapıyı bana açtığında içeriye gidiyordum ki Hazar kulağıma;
"Hadi damat gir içeriye"
Göz kırpıp yanından geçtim. Hazar arkamdan kapıyı kapadığında, Koltukta oturan Gülendam yerinden kalktı. Hemen yatağın yanına giderek yorganı kaldırdı. Meryemceyi yatırdığımda, Gülendam;
"Fırtına beyim, Ömer şehzademin ateşi normal. Ben müsaadenizle çıkıyorum"
"Tamam kızım çok sağ ol çıkabilirsin"
…….………….
Konakta öğlenden sonra kimse kalmamıştı. Mina'm giderken sıkıca boynuma sarılıp; "Gece eve geleceğiz dimi baba" dediğinde sıkıca sarıldım. Kulağına; 'gelmezseniz nasıl uyurum ben' dediğimde daha sıkmıştı boynumu.
Avluda Bedirhan, Devran ve Hazar çay içerken, üzerimi değiştirmek için odama girdim. Meryemce yan yatmış önünde de oğullarımızla sohbet ediyordu. Parmaklarını gözlerinin önünde oynatıyordu. Yanlarına uzandığımda elini yanağıma koyarak;
"Nasılsınız Azrail ağam"
"Oğullarıma bakmaya geldim"
"Öyle mi"
"Öyle"
Meryemce gülerken, bende yanımda uzanan Ömer'in yanağını seviyordum ki garip bir ses çıkarmıştı. Biraz daha sevmeye başladığımda çıkardığı sesler biraz yükselmişti. Gülerek;
"Anlaştığımıza sevindim oğlum. "
Meryemce içten bir gülüş bana sunuca ona baktım. Yerimden kalktığımda;
"Nereye "
"Üzerimi giyineceğim"
Meryemce konuşmadan başını sallamıştı. Dolabımdan siyah gömleğimi ve siyah takımı alıp giyinmeye başladım. Aynada üzerime bakarken, belime dolanan ellerle aynada göz göze geldik karımla, başını omzuma koyduğunda;
"Ne oldu "
"Bir şey yok sarılmak istedim"
Arkamı dönerek dudaklarına uzun ama içten bir öpücük bıraktıktan sonra;
"Meryemcem, ben odadan çıktıktan sonra kapı kilitlenecek"
"Niye"
"Çünkü şu kapıdan çıktıktan sonra Azrail ağa olacağım. "
"Tamam ağam"
Meryemceye biraz daha sokulduğumda, bebeklerimizin sesleriyle ayrılmak zorunda kaldık. Meryemce yatağa giderken ben aynada üzerimi düzelttim. Yatakta Ömer'in karnını doyuran karımın başını öptükten sonra odadan çıktım. Kapıyı kapatıp, kendim kilitlemiştim. Anahtarı cebime koyduğumda, Hazar'la göz göze geldik. Masaya oturduğumda, Devran burnundan soluyordu. Ben ağızımı açmadan Hazar, Devrana sakin olmasını söylemişti.
Zaman su misali akmış ağalar yavaş yavaş konağa gelmeye başlamışlardı. Benim solumda Hazar ve Devran sağ tarafımda Bedirhan oturuyordu. Bütün ağalar yerine oturduğunda sadece Atabek'i bekliyorduk. Kısa zaman sonra yüzünde hin bir gülüşle Atabek konağa girdi. Derin bir nefes alıp, tövbe çektikten sonra;
"Öncelikle hoş geldiniz. Sizi buraya niye topladığımı az çok biliyorsunuz. Çocuklarımın başına gelen olay yüzünden. Bu olayın sonunda iki evladım yaralanırken, canımın yarısı olan oğlum öldü."
Her ağızdan geçmiş olsun başınız sağ olsun cümleleri çıkarken herkesi elimle susturdum. Derin bir nefes almıştım ki, Savaş önündeki çayından bir yudum içip;
"Ağam müsaade var mı"
"Buyur Varlıoğlu"
"Ben senelerce Azrail ağaya kin güderim babadan kalma biraz da. Şuan çekip anlından vurma isteğiyle yanıp tutuşuyorum. Onu kızdırmak için sürekli bin türlü yol deniyorum. Bakın onu sinir etmek için hele de ufak bir çocuğun canına kıydım demiyorum ne yapıyorsam ona yapıyorum. Ben Savaş Varlıoğlu o çocuğun ölümünde bizden birinin parmağı varsa, ben bile çeker vururum. Bu husumet biz ağaların arasında çocukları niye karıştırıyorsunuz"
Melihşah biraz ters baktıktan sonra;
"İlk defa it savaşla aynı fikirdeyim. Azrail ağayla derdi olan çıksın onu vursun, ne bileyim bir şey yapsın ama çocuklara bulaşılmasın"
Göz ucuyla Atabek'e baktığımda hiç yüzünde değişiklik yoktu. Ya sabır dedikten sonra ağızını açıyordum ki konağın kapısından içeriye Eren, Ertuğrul ve Pars girdiler. Onlar Meryemcenin kütüphaneden avluyu göreceği camın önüne geçerek sırtlarını dönmüşlerdi. Elleri karınlarında bize değil direk karşıya bakıyorlardı. Toplantının başından beri konağın içindeki adamlar yarım saatte bir değiştiği için dikkat çekmemişti. Birde benim adamlarımın çokluğundan hiç kimse onlardan şüphelenmemişlerdi. Diğer ağalar kendi fikirlerini söylerken, Boran avluya girdi. Elini karnına koyarak;
"Ağam bir adam geldi seni görmesi gerekiyor muş"
"Gelsin Boran kimse artık"
Hepimiz oraya bakarken, on gün önce kamerada gördüğüm adam yavaş adımlarla içeriye girdi. Pis bir gülüşle;
"Mustafa Hamza Alibeyoğlu rahatsız ediyorum ama uzun zamandır aradığım adam buradaymış bir iki bir şey söyleyecektim"
"Kimsin"
"Ben Marko gerisini bilmesen de olur"
"Derdin ne be adam"
"Atabek kim burada"
Atabek ayağa kalktı. Elini beline koyarak silahını göstermişti. Adam eliyle burnunu sıktığında;
"Benim, ne var lan"
"Ne mi var "
"Evet ne var"
"Bak fare önce benimle dikkatli konuş ben sabırlı bir adam değilim. Sana bir kaç şey söyleyerek gideceğim."
"Ne söyleyeceksin."
"Ben seni bir aydır arıyordum. Dün gece senin evine daha doğrusu benim karıma açtığın evde karımla aynı yataktayken o söyledi burada olacağını. Süreyya'yı tanıyorsun değil mi? Dört senedir benim karım olan kadın. Hani senin bir türlü nikaha ikna edemediğin kadın"
"Benim Süreyya'm temiz bir kadın. Oğlumun annesi"
"Oğlun, senin tek oğlun değil mi? "
"Evet o benim tek oğlum"
"Biliyorum çünkü benim çocuğum olmuyor ve senin can dediğin bebek benim Charlie'm benim üzerime kayıtlı ben ailemi alıp gidiyorum. Bu arada, Süreyyanın sana verdiği mal ve mülk bir saat önce bir dostumun üzerine geçti. "
"Yapamazsın sen kimsin lan benim oğlumu alamazsın benden"
"Niye bu kadar kuduruyorsun. İki ay önce bir gece Süreyya yokken yattığın hayat kadınından aldığın Hiv (AIDS) virüsü yüzünden mi? Ah doğru değil mi sen şimdi çocuk yaparsan oda AIDS'li olacak."
Atabek sinirle ona bakarken, Marko bana dönerek;
"Neyse benim uçağım hazır bekliyor, galiba karımın çalıştığı hastanenin sahibi sizsiniz. Yerine biri gelir en yakın zamanda özür dilerim"
Adam arkasını döndüğüne kahkahası avluda yankılanmıştı. Konağın kapısı kapandığında Atabek olduğu yerde bağırmaya başladığında hepimiz ona bakıyorduk. Atabek hızla bana döndüğünde, gözlerime bakmıştı. Korkusundan bir adım geriye gitse de, ağızına geleni söylemeye başladı.
"Bana acı çektiriyorsun ağa, Belkıs anneyi öldürdüğüm için, oğlunu öldürdüğüm için canımı yakıyorsun"
"Efendim Atabek duymadım"
"Senin oğlunu, ölüm Hazar'ın annesini öldürdüğüm diye bana ceza veriyorsun"
Devran ayağa kalkıp, elini beline attığında silahı yoktu. Hazar sinirlendiğinde fark ettirmeden silahı belinden almıştı. Devran gözlerime baktığında, otur demiştim. Ellerimi masaya koymuştum ki Atabek;
"Bu cezanın hesabını çok sevdiğin kızınla ödeyeceksin Azrail ağa"
Hızla yerimden kalktığımda belimdeki silahımı alıp üç el ateş etmiştim. Atabek'in cansız bedeni yere düştüğünde masaya döndüm. Herkes gözlerime bakıyordu. Savaş'ın gözleri benimle Atabek arasında gidip geliyordu. Sertçe ellerimi masaya vurarak;
"Ben size kan istemiyorum dedikçe siz kaşındınız, ben size Azrail çıksın istemiyorum dedikçe eşelediniz. Artık buradayım tek hatanız da tek ufacık bir hatanızda, Atabek'e sabrettiğim gibi sabretmem. Şimdilik bu kadar Boran ağalarına yolu göster"
Ağalar yerinden kalkarken benden korktukları belliydi. Avlu tamamen boşaldığında, yerime tekrar oturdum. Pars ve Ertuğrul büyük bir çuval içine normal bir şey koyuyormuş gibi Atabek'in cesetini koymuşlardı. Sabah bulunurdu bir yerde. Onlarda konaktan çıktığında Adamlar yerdeki kanı yıkıyorlardı. Devran elini gözümün önünde salladıktan sonra;
"Sen Atabek'i öldürdün"
"O benim canımı almıştı, kıssasa kıssas "
"Ben çok şaşırdım"
"Emin ol ilk değil, ben boşuna Azrail olmadım. Neyse"
"Tamam ağam, Bedirhan konağına giderken beni mezarlığa bıraksana"
"Olur Devran"
Onlar avludan çıktığında, Hazar elini omzuma koydu. Ayağa kalktığımda;
"Sen git yat, ben buralar temizlenince, bizimkileri getirtirim. Aklın kalmasın"
"Tamam odaya gidiyorum. Bu akşam Mina'yı al Leyla ile aynı odada kal, fakat halamlara dikkat et"
"Sen biliyor muydun"
"Konağımda bilmediğim var mı"
"Yok ağam, Hayırlı geceler. İnşallah sabah görüşürüz"
Hazar'ı avluda bırakıp, odamın önüne geldim. Cebimdeki anahtarı çıkarıp kapımı açtım. Odanın gece aplikleri yanıyordu. Yatağa baktığımda Meryemce beşiğin parmaklıklarının arasından elini sokmuş oğullarımızın birer ellerini tek eliyle tutuyordu. Oğullarımda yüzlerini annelerinin bileğine dönmüş çok güzel bir görüntü sunuyorlardı bana. Banyoya girdiğimde üzerimdekileri neredeyse yırtarak çıkardım. Suyu kaynar duruma getirerek altına girdim. Üzerimden akan suyla birlikte göz yaşlarımda akıyordu. Uzun bir süre sonra belime sardığım havluyla odaya girdim. Yataktaki manzara hala aynı duruyordu. Üzerimi giyinip yatağa girdiğimde sırtı bana dönük olan karıma sarıldığımda uykulu sesle;
"Mustafa'm"
"Uyu karım uyu, sende oğlum da rahat uyuyun."
…….…………….
Yazım hataları olursa aff ola..
Allaha emanet olun canlarım...
Sizi seven deli yazar... :)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 31.09k Okunma |
3.32k Oy |
0 Takip |
79 Bölümlü Kitap |