
MERYEMCE...
Nisa'nın doğumunun üzerinden bir hafta geçmişti. Konak içi bebek sesleriyle her geçen gün şenlense de Mustafa'nın her geçen gün artan siniri hepimizi tedirgin ediyordu. Düne kadar konak halkına yansıtmazken en sonunda bizde nasibimizi almıştık.
Doğumun ertesi sabahı annemin Leyla artık yerini, yurdunu, yuvasını bilsin diyerek erkenden hastaneden ayrılarak konağa gidip Hazar ve Leyla'yı dualar eşliğinde Hancıoğlu konağına yerleştirdi. Babam konaktan ayrılırken; "Bir hafta alibeyoğlu konağına gelmeyeceksiniz demesi üzerine Mustafa da; "Şirketlere geçmeyeceksin" demiş. Onlar bir haftadır konaklarında baş başa zaman geçirirken Bedirhan abimde Başakla birlikte bir haftalık tatile gitmişlerdi. Mustafa bu duruma sinirlense de hak ettiklerini düşünüyordu.
Bir haftalık süre zarfında, Mert, baba Dağhan da amca olduğunu hala bilmiyordu. Nisa kesinlikle istemiyordu. Dün kahvaltı masasında Mustafa neden sakladığını sorduğunda Nisa hafif kaşları çatık; "Gerçekten heyecanla baba olmayı bekleseydi yanımda, emin ol abi büyük bir heyecanla haber verirdim. İşini bahane edip gezen adama neden haber vereyim ki" dediğinde hepimiz susmuştuk.
Akşam babamın sakince konuşmasıyla Nisa sadece mesajla haber vermişti. Nisa'nın bu soğukluğu hepimizi şaşırtıyordu.
.....................................................
Sabah gözlerimi göğsüme konulan ufak ağırlıkla açtım. Minik başla tebessüm edip hafif eğilip omzuna baktım. M harfini görünce sağ elimi başına koyup severken sol tarafındaki hareketlilikle hafif başımı çevirdim. Mustafa neredeyse gözleri kapalı yatağa girip başını sol göğsüme yasladı. Derin nefes alıp gözlerimi kapamıştım ki pürüzlü uykulu davudi sesi kulaklarıma ulaştı. Kürtçe bir şey mırıldandı. Sol elimi saçlarına koyup;
"Ne dedin bana"
"Yaramın ez te wek dina hezdıkım u eze te hetta mırınê hezbıkım. Tû her tıştê mınî."
"Yani Mustafa'm"
" Yarim seni deliler gibi seviyorum ve ölüme kadar seveceğim. Sen benim her şeyimsin."
"Mustafa Hamza"
"Tû zani ez tû pîr hezdîkîm canamîni evinamıni delalamıni."
"Bak ya şimdi ne dedin"
" Biliyorsun ki seni çok seviyorum canımsın aşkımsın güzelimsin."
"Mustafa Hamza "
"Efendim güzelim"
"Günaydın sevgilim"
"Roşbaş evinamın"
Mustafa gülmeye başladığında parmaklarımın arasındaki saçlarını hafif çekerek ismini söylediğimde;
"Tamam tamam günaydın sevgilim. Sadece kürtçe cevap vermek istedim"
"Kocam ya"
"Bu gün konakta mısın"
"Değilim ameliyatlarım var"
"Tam gün mesleğine başlamana sevinsem mi? üzülsem mi bilemedim. Sen konakta iyiydin sanki"
"Aman sus biri duyacak, ağa, deli doktoru konağa kapadı diyecek"
"Bir gün seni bir kapatacağım konağa, ah beee"
"Yavaş ağa yavaş"
Mustafa boynumu öpünce ağızımı açmıştım ki göğsümde sakince yatan Mirza başını kaldırırken garip bir ses çıkarınca Mustafa ile ona baktık. Mustafa onu göğsümden çekerken oğlum askılı badimin askısını tutup çekince Mustafa kaşlarını çatarak;
"Bıraksana oğlum karımı"
Mirza sanki dik şekilde Mustafa'ya bakarken birden dilini dışarıya çıkarıp Mustafa'nın yüzünü tükürük edince kendimi tutamadan gülmeye başladığımda kocam kaşları çatık ;
"Lan zibidi, insan hiç babasının yüzüne tükürür mü"
Mirza sanki anlamış gibi önce güldü sonra tekrar tükürüklerini savurduğunda Mustafa kucağımdan çekmişti. Mirza'yı yatağa yatırıp yüzünü karnına bastırıp güldürürken başını sağ tarafa çevirdim. Bir an boş beşikle;
"Ömer nerede"
"Ayak ucumuza bak"
Hızla yataktan kalkıp ayak ucumuza geçtiğimde Mina ve Ömer'i kucak kucağa uyurken buldum. Kaşlarımı çatarak;
"Bunlar neden burada bu şekilde uyuyor Mustafa, ya ayaklarımızla vurduysak"
"Merak etme senin ayaklarını bacaklarımın arasına aldım. Zaten bir saat oluyor ikisi öyle orada uyudu."
"Ama neden "
Mustafa, Mirza'yı yatakta bırakıp ayağa kalktığında kızımla oğlumun üzerini örttüm. Mustafa yanıma gelip şakağımı öptükten sonra;
"Sen geç ve yorgun gelince duymadın. Gece geldi Mina gözlerindeki yaşı silip bende sizinle yatabilir miyim dedi. Tamam kızım gel aramıza gir dediğimde yok ben ayaklarına sarılmak istiyorum dedi. Kaşlarımı çatarak neden dediğimde sadece omzunu çekti. Ayak ucumuza yattı ve sabaha kadar bacaklarıma sarıldı."
"Ne olmuş olabilir ki, Mina birinin ayağına dokunmaz bile."
"İnan sabaha kadar ayak bileklerime sarıldı. Ben de çok rahatsız oldum ama neden bilmiyorum sıkıca sarıldı. Bir saat evvel oğlunda uyanınca, senin biraz daha dinlenmeni istiyordum. Mina da benim gibi sabaha kadar uyumadığı için; "Annen biraz daha uyusun kızım, sen Ömer'e bakar mısın" dedim. Hemen gözleri parladı ve manzaramız bu"
"Mina ilk defa böyle tepkiler veriyor. Biri bir şey mi dedi acaba. Sen uyanınca bir sor bakalım istersen"
"Aklımda soracağım"
"Zaten sana anlatmazsa bir gün sabah erkenden uçak bileti alıp İtalya yaparım"
"Neden"
"Psikiyatri doktoru orada"
"Nasıl yani"
"Ben onun o zaman psikolojisini bozunca arada konuştuğu bir doktor ama Mina onu Çınar'ın arkadaşı sanıyor"
"Gerek yok benim kızım babasına her şeyi anlatıyor. Doktor gerekmez"
"Tamam babası, o zaman anne abdest alsın namaz kılsın"
"Tamam sen geç bende Mirza'nın yanına yastık koyayım"
Banyoya girdiğimde aklım kızımda kalmıştı. Ne kadar süre lavabonun önünde düşüncelerle durdum bilmem kulağıma gelen ezan sesiyle yerimden sıçradım. Hızlıca abdest alıp odaya tekrar döndüğümde oğullarım beşikte kendilerinden beklenmeyecek şekilde gür sesler çıkarırken kızım ve babası ortalıkta yoktu. Biraz içeriyi dinlediğimde kütüphaneden sesler geliyordu. Üzerime feracemi giyinerek namazıma niyet ettiğimde sanki kulağım kapanmıştı.
Son selamı verdiğimde kütüphaneden Mina'nın ağlama sesi gelmeye başlayınca hızla yerden kalktım. Kütüphanenin kapısını hafif tıklatıp içeriye girdiğimde Mina sırtı kapıya dönük babasının kucağına yüzünü boynuna kapatmış içini çekerek ağlıyordu. Mustafa sağ eliyle kızımızın saçın severken sol eliyle bana çık demişti. Başımı sallayarak geriye odaya döndüm. Dolabımın önüne geçerek önce Mustafa'ya sonra kendime bu günlük giyeceklerimizi hazırladım. Üzerimdeki namaz feracemi çıkarmıştım ki baba kız odaya girdiler. Mina yavaşça bana yürürken Mustafa'nın bakışları garip, yüz ifadesi değişikti. O banyoya girdiğinde arkasından boş gözlerle banyo kapısına bakarken bacağıma sarılan Mina'mla hemen ona dönerek kızımı kucağıma aldım. Onunla beraber odamdaki koltuğa oturduğumda kızım bacaklarıma yan şekilde oturup sağ şakağını gerdanıma yasladı. Kızımın saçlarını severken;
"Anneciğim iyi misin"
"İyiyim anne"
"Kütüphanede neden ağladın sorsam söyler misin"
"Söylemem babamla konuştum ben"
"Peki. Bu gün okula gitmeyip benimle hastaneye gelmek ister misin anneciğim"
"Hayır bu gün okula gitmeliyim. "
"Neden"
"Samet kek getirecek. Selvi yengem de bana kurabiye yapacaktı. Beraber yiyeceğiz"
"Peki senin altın saçlı prensesine ne oldu"
"O mu? Delfin anneannesine gitti anne. Orada kalacaklarmış"
"Hep mi"
"Yok anneciğim. Annesi özlemiş öyle gittiler"
"Hım anladım prensesim"
Mina başını sallayarak öylece dururken Mustafa odaya girdi. Mina'm hızla başını kaldırıp babasına bakarken Mustafa salavat çekiyordu. Babasına o kadar dikkatli bakıyordu ki bakışları içimi sıkmıştı. Kızımın saçlarını severken Mustafa niyet edip tekbir getirdiğinde Mina yavaşça kucağımdan inip babasının ayak ucuna oturdu. Ellerini dua etmek için açıp öylece gözleri kapalı bir şeyler mırıldanırken onu izledim. Bir sıkıntısı var ama çözemedim. Babasıyla olan bağı her geçen gün çok hoşuma gidiyordu.
Ayağa kalktığımda Ömer ve Mirza ağlamaya başlamıştı. Beşiğin yanına giderek önce Mirza'yı sonra Ömer'i yatağımıza bıraktım. Yatağı ortalayıp önce Mirza'yı kucağıma aldığımda acıkmış olan oğlum gür sesiyle odayı inletiyordu. Mirza emmeye başladığında Ömer'i kendime doğru çektim. Ömer yüzüme saniyelik baktığında bir anda ağlaması durmuştu. Elimle yanağını severken aslında minik sevgilimin canı beni görmek istemişti anladım. Ömer benim konuşmalarıma tatlı tatlı sesler çıkarırken bir an gözüm yerdeki ikiliye takıldı. Mina babasının kucağına oturmuş ellerini babasının elinin içine bırakmış beraber dua ediyorlardı. Mustafa avucunu kızımızın yüzüne sürüp arkasını dönmüştü. Bir anda kaşlarını çatarak;
"Ne yapıyorsun, Mirza'yı mı kandırıyorsun"
"Ne alakası var Mustafa azda olsa sütüm geliyor"
"Senin sütün vardı ve sen saçma sapan sıkıntılar yüzünden kaybettin"
"Mustafa"
"Ne Mustafa'sı. Senin salak kardeşin ve neyse konuşmayacağım."
Mustafa ayağa kalkıp yerdeki kızımızı kucağına alıp beraber koltuğa oturduklarında göz ucuyla onlara bakıyordum. Mustafa kızına sarılmış öylece gözleri kapalı dururken yavaşça yerimden kalktım. Önce Mirza'yı sonra Ömer'i yere battaniyenin üzerine oturttum. Yanlarına yastık koyup önlerine renkli oyuncaklarını koymuştum. Onlar oynarken Mustafa'nın yanına çekinerek oturmuştum, çünkü süt konusunda haklıydı. Mina başını kaldırıp gözlerime bakarak;
"Anne sende böyle sarılınca mutlu oluyor muydun"
"Evet kızım bende babana sarılınca mutlu oluyorum"
"Hayır sen kendi babana sarılınca "
"Mina kızım, şey ben babama senin kadar sarılmadım."
"Anladım anneciğim"
"Hadi koş gidip seni hazırlayalım. Hastaneye giderken seni okula bu gün ben bırakacağım"
"Tamam ben hemen odama gidiyorum"
Mina babasının bacaklarından yavaşça kayarak yere indiğinde biraz babasının yüzüne baktıktan sonra bacaklarına ellerini koyup başını sağ omzuna eğerek daha dikkatli baktı. Mustafa dizlerinde olan kızının ellerinin üzerine ellerini koyup;
"Korkma prensesim. Senin kahraman baban ne seni nede kardeşlerini bırakıp bir yere gitmeyecek"
"Ya ama"
"Hani bana anlattığın rüyan gibi gelip seni okuldan alacağız"
"Peki o çocuğu dövecek misin"
"Yok onu yine Hazar amcana bırakırım. Sarılmak varken neden çöple uğraşayım"
Mina tebessüm ettikten sonra babasının dizini öptüğünde ikimizde şaşırdık. Mina bir daha bize bakmadan hızla odadan çıktığında ben onun arkasından ayağa kalktım. Kapı kapanmıştı ki bir anda Mustafa bileğimden çekerek kucağına oturttu. Kocamın gözlerine bakarken;
"Söz dinle artık hatun söz dinle"
"Tamam bey söz dinlerim. "
"Aferin sana"
"Neler oluyor bana da söyleyecek misin"
"Kızımızdan hiç bir şey anlamadım karım. Bir kaç defadır beni rüyasında karanlıklar içinde görüyormuş. Arkamı size dönüp gidiyormuşum. Peşimden koşarak geliyormuş ama bana yetişemiyormuş. Dün gece yine koşmuş ama kaşlarım çatık ona bağırarak git demişim. Elini bacaklarıma koymak istemiş koyamamış bacaklarım yok olmuş. Ben senin kucağına oturmayacak mıyım baba dedi"
"Anladım kabus görüyor demek ki. Geçen gece Emrah'la film izlemişti. Ondan etkilenmiştir. Şu okul rüyasını bana da anlatsana merak ettim."
Mustafa biraz güldükten sonra elini yanağıma koyup;
"Üniversiteye gittiğini görmüş. hatta Hazar'la da sürpriz onu almaya gittiğimizi ve Hazar'ın birini dövdüğünü"
"Üniversiteye gittiğini mi görmüş"
"Evet. Meryemce bu kız büyüyecek ve okula başka şehre gitmek isteyecek dimi"
"Sana bu kadar aşıkken sanmıyorum. Senin kızın anası gibi deli. Annem hanım ağalık yapsın, sen benimle gel baba der. Ah ağam ah neyse ben oğullarımı avluya bırakıp kızımı hazırlamaya gideyim"
"Tamam hatunum. "
Üzerimi giyinirken Mustafa'm da oğullarımızı ana kucaklarına koymuştu. Onların yanaklarını severken yanına yaklaşıp hafif eğilip yerden oğullarım alırken biraz fazla ağırlaşmış olmalarıyla derin nefes almıştım. Kapının önüne oğullarımla yürüdüğümde Mustafa'm alnımı öpüp tebessümle; "heyt be aslan parçası" dediğinde ona gülerken Mustafa yanağımı öpmek için eğiliyordu ki kapının dışından;
"Rahat bırak ağamı hanımağa, o benim ilk aşkım"
"Ahaaa abim gelmiş ya ne kadar çok özledim şu adamı "
Mustafa bir anda kaşlarını çatarak hızla kapıyı açıp elimdeki ana kucaklarını alıp kapının önünde tebessümle bize bakan Hazar abime uzatarak;
"Al şu yeğenini ve damadını ve kaybol hemen"
"Ulan sabah sabah bu ne sinir"
Mustafa cevap vermeden sertçe kapıyı Hazar abimin suratına kapadığında şaşkınca ona bakarken;
"Neden öyle bakıyorsun "
"Ne, ne oldu sana şimdi"
"Neden kekeliyorsun Meryemce"
"Azrail ağa gibi bakıyorsun ve bu beni gerçekten çok korkutuyor"
"Bir daha sakın ama sakın benden başkasını gözlerin parlayarak özleme"
"Ama o "
Mustafa sıkıca bana sarıldığında odunsu kokusunu içime çekerken rahatlamıştım. Mustafa yanağımı severek;
"Seni çok özledim. Seni üzmemek için, zararım dokunur diye yaklaşmıyorum sana ama Meryemce"
"Gidelim mi bir yerlere. "
"Gidelim sevgilim nereye istersen."
"Tamam işlerimizi ayarlayalım. Sen şu hep ertelenen büyük ağalık toplantından hemen önce çıkalım "
"Olur karım"
Mustafa benden biraz uzaklaşıp dudaklarını dudaklarıma değdirmişti ki odamızın kapısı çalındı. Sabır çekerek benden uzaklaşırken neredeyse bağırarak sinirle gel dediğinde odamızın kapısı yavaşça açıldı. Mina üzerini değiştirmiş yanımıza gelmişti. Ben ona bakarken Mina yavru kedi gibi başını kaldırıp bize baktıktan sonra;
"Selvi yengem üzerimi değiştirdi. Sende saçlarımı balık sırtı örer misin"
"Tabi ki prensesim hemen, hadi geç koltuğa"
Mina koltuğa giderken Mustafa odanın yarım açık olan kapısını sertçe kapatıp banyoya giderken; "Bir soğuk suya gireyim." dediğinde ağızımı açıyordum ki Mina;
"Baba soğuk suyla hasta olursun. "
"Merak etme kızım ben alışkınım sayenizde soğuk suyla duş almaya"
Mustafa sert adımlarla banyoya girip kapıyı kapamıştı ki zor tuttuğum kahkahalarımı serbest bıraktım. Mina da bana gülerek eşlik ediyordu ki Mustafa gür sesiyle banyodan "Sen gül gül karım " dediğinde iyice kahkahalarım çoğalmıştı. Mina'nın yanına yavaşça oturduğumda kızım elini yanağıma koyarak;
"Anne sen güldüğünde ben çok mutlu oluyorum biliyor musun"
"Biliyorum çünkü bende sen gülünce çok mutlu oluyorum"
Mina'nın saçlarını tarayarak örmeye başladığımda, Mustafa da banyodan belinde havluyla çıktı. Dolabın önüne yürürken kaşları hala çatıktı. Mina'nın saçlarıyla işim bittiğinde kızım bize öpücük atıp çıktığında Mustafa'nın yanına yürüdüm. Elimi omzuna koyduğumda sakallarını elimin üzerine sürterek;
"Hadi sende çık gül güzelim bende hemen geleceğim"
"İyi misin Mustafa gerçekten"
"İyiyim ama bu gün bana ulaşamazsan merak etme tamam mı?"
"Tamam ama neden ulaşamayacağım ki"
"Biraz işlerim var"
"Tamam "
Mustafa'nın yanağını öperek odadan çıktığımda serin avlu biraz içimi üşütmüştü. Büyük salona yürürken merdivenin başında kucağında pembe battaniyeye sarılı Ezel'le beni bekleyen Kadir'le kaşlarımı çatınca;
"Bir şey yok çatma kaşlarını yengem, bir doya doya sevemedin ya Zeynep Ezel'i onun için seni bekliyorum"
"Sevemedim değil Kadir senden fırsat kalmıyor ki seveyim kızımı"
Merdivenin başında kucağındaki kızını bana uzatan Kadir'e baktığımda;
"Az birazcık sen bak kızına, bende azcık annesine bakayım "
"Hadi koş, en fazla on beş dakikanız var. Abin üzerini giyiniyordu"
"Aslan yengem"
Kadir hızlı adımlarla odasına giderken kucağımdaki minik Kader'imle salona girdiğimde bir anda gördüğüm yüzlerle canım sıkılmıştı. Kucağımdaki prensesi Ömür'e kaptırınca başımı bana doğru gelen Mert'e çevirdim. DenizAlp kucağında yanağını öperken sesi gür ve sinirliydi. Yüzüne baktığımda kaşları çatık;
"Oğlum dünyaya geliyor ve ben neredeyse on gün sonra öğreniyorum abla neden"
"Nisa'mı düşünmek zorundaydım. Karın senin gelmeni istemedi. Bende sinirlenip veya üzülüp sütünün etkilenmesini istemedim"
"Sende saygı duydun yani. Bu çocuğun babasıyım, babası"
"Benim ailemin her ferdi önemli ve kararlarını ne olursa olsun arkalarında olurum unuttun mu"
"Peki neden adını Kemal koymadınız. "
"Onu da Nisa'm istedi. Bizde adını Mustafa Deniz Alp koyduk. "
"Mustafa'yı sen istedin kesin"
Ağızımı açıyordum ki salona giren Nisa Mert'in yanına geçip kucağından minik adamı alırken;
"Ben istedim Mustafa koymasını. Mustafa abim gibi saygılı, mert, dürüst, yiğit aslan gibi adam olsun diye, hatta öyle ki adını da ilk o adamın sesinden duysun diye kulağına ezanını adını aldığı eniştesinin sesinden duydu Mert. Başka bir sıkıntın yoksa kahvaltı masasına geçelim"
Hepimiz Nisa'ya bakarken Mert burnundan sinirle soluyarak masaya oturduğunda bakışlarımı köşeden kalkan Dağhan ve Gülcan'a çevirdim. Dağhan yarım sarılarak yanağımı öptüğünde Gülcan elimi sıkmakla yetindi. Gülcan yerine otururken Dağhan ona yardım ederken;
"Nasılsın Meryemce"
"İyiyim hoş geldiniz. Mert direk konuşunca size fırsat kalmadı."
"Önemli değil Meryemce"
Başımı sallayarak yerime oturuyordum ki salonun kenarındaki oyun parkında ağlamaya başlayan oğullarımla onların yanına yürüdüm. Ağlayan Ömer'i kucağıma aldığımda Ömür de Mirza'yı almıştı. Beraber masaya yürürken Mustafa salona girdi. Göz göze geldiğimizde sinirinin iyice katlandığını anlamıştım. Masanın başına oturduğunda bende yanına oturdum. Ömür Mirza'yı anneme bıraktığında o Mirza'ya, ben de Ömer'e bir şeyler yedirecektik. Annem sütümün kesildiğini duyduğunda çok üzülmüştü ama bana yansıtmamak için; "Olsun kızım" dese de anlamıştım.
Mustafa gür sesiyle afiyet olsun dediğinde Ömer ve Mirza babalarına baktıklarında babamın bakışı çok hoşuma gitmişti. Az az bir şeyler yerken yanımda Hazar abimin kucağında kahvaltısını eden Mina bir anda;
"Aşkım amca siz neden hiç gelmediniz? hani her akşam burada olacaktınız"
"Dedenle baban bizi istemedi kuzum. Bu sabah Leyloşun ağlayarak ailemi, ablamı özledim artık gidelim dedi bizde geldik. Hani sen gelecektin konağımın hafta sonları neşesi olacaktın"
"Ben babamın kızıyım. O bir şeye yok diyorsa ben sözünü dinlerim babamın"
Hazar kızımıza sıkıca sarılıp şakağını öptüğünde onları izleyerek elimdeki minik kaşığı Ömer'in ağızına yaklaştırdığımda Ömer birden; "bababababaa baba" dediğinde hepimiz ona bakarken Mirza da aynısını dediğinde salona tatlı bir uğultu olmuştu. Kahvesini içen kocama baktığımda öylece elinde fincan eli havada duruyordu. Bir kaç gündür böyle sesler çıkarıyorlardı ama net baba ilk defa demişlerdi. Mina birden Hazar abimin kucağından inip Mustafa'nın yanına gidip elini bacağına koyup;
"Baba dediler. Baba sana baba dediler "
Mustafa elindeki fincanı masaya bırakıp başını sallayarak yanındaki kızımızı kucağına aldı. Mina'ya sıkıca sarılıp yüzünü boynuna sakladı. Herkes onlara bakarken derin nefes alıp; "Kahvaltımıza devam edelim." dediğimde masanın altından bacağını bacağıma sürtünce doğru bir şey yaptığımı anlamıştım. Kahvaltı tatlı bir uğultuyla devam ederken salona elinde iki biberonla giren Nur'la mutlu olmuştum. Nur çekinerek yanımıza yaklaşıp;
"Hanım ağa sultan annem gönderdi."
"Tamam güzelim teşekkür ederim"
Nur başını sallayarak yanımızdan ayrıldığında Sare teyzem yerinden kalkıp yanıma geldi. Ömer'i kucağımdan alırken;
"Sen çıkacaksın dimi Meryemce"
"Evet teyzem"
Teyzem kucağında Ömer'le ve biberonuyla koltuklara geçerken annemde ayağa kalktığında elini bana uzatmıştı. Yanımda kalan biberonu ona uzatırken;
"Anne benim iki ameliyatım var. Mina'yı ben götüreceğim ama Kadir ve Serdar amcası alacak bu gün "
"Tamam aklın kalmasın "
Annem eline biberonu alıp Sare teyzemin yanına geçtiğinde onlara bakarken yeni yeni yürümeyi öğrenen Baran'ın yakışıklı oğlu Hattab elini bacağıma koydu. Başımı ona çevirip baktığımda ellerini bana uzatıp; "Anne" dediğinde hemen kucağıma aldım. Başını sağ omzuma yatırıp yüzünü Baran abime çevirdiğinde Hazar abim gülerek ;
"Aferin oğlum süt annene sahip çık"
Herkes gülerken Gülcan hafif öksürüp;
"Mesleğine döndün mü sen"
"Evet dönecektim zaten, ne oldu ki"
"Ben artık bırakırsın diye düşünüyordum daha doğrusu Dağhan ile öyle düşünüyorduk"
"Düşünmeyin bende değişen bir şey yok. Ben mesleğimi seviyorum ve ne mutlu ki bana benimle mesleğimi yaparken gurur duyan bir kocam var. Şimdi müsaadenizle akşam görüşürüz"
Ayağa kalktığımda Mina'da babasının kucağından inmişti. Elimi sıkıca tuttuğunda anneme dönerek;
"Anne daha salona gelmem, Allaha emanet olun. "
"Tamam kızım"
Mina ile salondan çıktığımızda merdivenleri inerken Mina elimi sertçe sıkmaya çalışınca ona döndüm. Gözlerindeki hüzünle kucağıma aldığımda başını omzuma yaslayarak;
"Anne babam neden ağladı"
"Ne zaman kızım"
"Beni kucağına aldı ya boynuma göz yaşı düştü. Kardeşlerim baba dediği için üzüldü mü?
"Hayır bebeğim üzülmedi aslında çok mutlu oldu ama ya işte "
Mina bir şey demeden boynuma sarıldığında başımı tebessümle sallayarak merdivenleri inmeye başladım. Odamın önüne geldiğimizde Mina'yı kucağımdan indirdim. Mina'm kapının önünde dururken odamda vakit kaybetmeden kabanımı giydim. Çantamı elime alarak odadan çıktığımda Mina'm üzerine ince montunu giymiş olduğunu görünce;
"Senin üzerini kim giydirdi"
"Sare babaannem; "Senin şaşkın annen seni giydirmeden götürecekti her halde " dedi "
"Nasıl tanıyor beni ama"
Mina kıkırdayarak; "Sana şaşkın dedi bir de anne" dediğinde bende ona gülerek eşlik ettim. Kızımın elini tutup konaktan çıktığımızda konağın önünde çalışır durumda duran minibüsün arka sürgülü kapısını açan Eren'le, yavaşça bindiğimizde minibüste tek oturan kocamla tebessüm ettim. Mina babasının yanına oturmak yerine kucağına çıkarken bende karşılarına oturdum. Eren minibüsün kapısını kapattığında Boran da vakit kaybetmeden yola çıktı. Boran sakince mahalleden çıkarken kısa bir an filmli camdan dışarıya baktıktan sonra bakışlarımı en güzel manzarama çevirdim. Mustafa sakallarını yavaş yavaş seven kızıyla sakinleşmeye uğraşırken gözleri kapalıydı. Mina'ya yansıtmamak için böyle durduğunu anladığımda Rabbime bir kere daha şükrettim.
Kısa zaman sonra Mina'nın okuluna geldiğimizde beraber minibüsten inip okula girdik. Mina merdivenleri koşarak çıkarken bizde peşinden çıkıyorduk. Sınıfların olduğu kata geldiğimizde merdivenin başındaki minik adamı görünce ben tebessüm ettiğimde Mustafa homurdanmıştı. Mina son bir kaç adımı daha hızlı atarak hemen Samet'in yanına gitti. Samet Mina'nın elini tutarak; "Günaydın Dila" dediğinde Mustafa sessizce "Elini tuttu Meryemce " dedi. Hızla başımı kocama çevirip elimi koluna koyarak sessizce; "Ne olur bütün sinirini minik adamdan çıkarma " dedim. Mustafa başını salladığında Mina'nın yanında durduk. Mina, arkadaşının elini bırakıp önce benim bacaklarıma sarıldığında eğilip elimi çenesine koyup yanaklarını koklayarak öperken;
"Kolay gelsin anneciğim sana"
"Teşekkür ederim güzel gözlüm"
Mina biraz daha nazlandığında Mustafa eğilerek kızımızı kucağına alıp ayağa kalktı. Mina'yı koklayarak öptükten sonra;
"İyi dersler prensesim"
"Sana da baba, sana da iyi dersler, kolay gelsin"
Mustafa sabahtan beri belki ilk defa bu kadar keyifle kahkaha atmıştı. Kızımızın yanağını öperken garip bir ima ile "Teşekkür ederim çawreşamın" demişti ki içim üşümüştü. Mina babasının kucağından indiğinde Samet biraz utanarak ellerini arkasında birleştirip;
"Günaydın Meryemce teyze"
"Günaydın Sametcim"
"Günaydın Mustafa Hamza amca"
"Günaydın delikanlı. Allaha emanet olun kızıma iyi bak olur mu"
"Merak etme Mustafa amca"
Samet ve Mina yanımızdan ayrıldığında kapının yanında bize bakan Gülşah öğretmene baş selamı verip merdivenleri kocamla el ele indik. Binadan çıktığımızda hemen kapının önünde duran minibüse bindiğimizde kocam Boran'a ara camı kapattırdı. Kocamın yanına oturduğumda Mustafa bir anda beni kolunun altına alıp yanağımı bastırarak öpüp derin nefes alınca;
"Neden yine bir ordu adamla geziyoruz kocam"
"Gaziantep' deki ve Şanlıurfa'daki minik ağaların bütün mallarını patlatmışlar. Birde üstüne Saruhan'ı hastanede öldürmüşler. "
"Başka bir şey daha var bence"
"Beni seninle tehdit ettiler "
"Anladım daha dikkatli olurum. Birde bu sabah için teşekkür ederim. "
"Neden karım"
"Çünkü Mert, Dağhan ve Gülcan geldi ve sen hiç bir şey demedin. "
"Karım ben koca konakta yılan besledim ve hala besliyorum. Onların lafımı olur senin canın sağ olsun"
"Mustafa"
"Meryemce gerçekten onlara son damladayım. "
Mustafa'ya bir şey diyememiştim. Her geçen gün onlara daha çok sinirlenirken Devran ile bağları daha da kuvvetleniyordu. Kerem ile benden daha çok haberleşir olmuşlardı. Sadece bir kişi kaldı, Çınar Karaaslan...
Hastanenin önüne geldiğimizde Mustafa benden önce inmişti. Beraber hastaneye girdiğimizde herkes selam verirken kocam kaşları çatık başıyla selam veriyordu. Benim odama girdiğimizde Mustafa kapıyı kapatıp sıkıca sarılıp alnını öptüğünde gözlerimi kapadım. Beline sarıldığımda;
"Allaha emanet bitanem. Hastane de rahat ol korumaların gözüne batmayacak. Hepsi çalışan gibi olacak. Kimse rahatsız olmayacak"
"Tamam"
"Aslında sana korumaya gerek yok ama tedbir karım tedbir yoksa aslan yürekli karım, aslan parçalarsın"
Mustafa'nın dediğine gülerken alnımı tekrar öpüp odadan çıktı. Üzerimi değiştirmek için kıyafetlerimi aldığımda telefonumdan mail sesi geldi. Başımı sallayarak çantamın içinden alacakken vazgeçtim. Ameliyat için hazırlanıp odamdan çıktım.
..............................................................
BORAN ALİ...
Meryemce ablamı hastaneye getirdiğimizde ağamla birlikte hastaneye girdiklerinde bende minibüsten inip bizimle gelen bir kaç korumaya hastanede kalmasını söyledim. Onlar bahçeye dağılırken Hazar ağam da gelmişti. Meriç arabayı bir korumaya teslim ederek yanıma geldiğinde Hazar ağam vakit kaybetmeden minibüse geçti. Hastaneden çıkan ağamla kanım dondu. Ağam hızla minibüse bindiğinde Meriç'le vakit kaybetmeden minibüse bindik. Yola çıktığımızda aradaki camı açan ağam;
"Eski konağa Boran "
"Emrin olur ağam"
"Eren konakta kaldı dimi"
"Evet ağam o konakta. Ben haber verdiğimde hastaneye geçecek. Hiç kimse yalnız değil ağam"
"İkisi de ne durumda"
"Bir çizik bile yok ağam. ikisi de sizi bekliyor"
"Beklesin it herifler"
Hamza ağamın eski konağının önüne geldiğimizde buradaki korumalar hazırola geçmişlerdi. Kapıyı açan koruma ağamın yüzünü görünce bir anda bembeyaz olmuştu. Başımla kenara çekil dediğimde hemen kenara geçti. Ağam ve Hazar ağam peş peşe konağa girdiklerinde Meriç'le takip ettik. Konağın altına inen merdivenlerden aşağıya indiğimizde rutubet kokusu midemi bulandırmıştı. Büyük odanın kapısını ağam açtığında Hazar ağam sigarasını yakıp üzerindeki ceketi çıkardı. İçeriye girdiğimizde Meriç ışığı yaktığında ağam da üzerinden ceketini çıkarıp kenardaki sandalyenin üzerine attı. Gömleğinin kollarını kıvırırken başıyla Behçet ağanın oğlunu gösterip; "Şu iti ayıltın" dedi. Meriç bir kova suyu başına döktüğünde bir anda gözlerini açtı. Ağam soğuk sesiyle;
"Günaydın it herif"
"Ağam kurban olayım af et. Ben, ben"
"Kes sesini, ben sana ne dedim lan. Uslu uslu boşanmak varken birde tehdit etmeye mi başladın. Seni salonda dövdüğümde akıllanmışsındır dedim ama nerede. Gözünü kırpmadan az sonra bu adama yapacaklarımı izle sonra yine konuşacağız seninle "
Behçet ağanın oğlu korkuyla başını salladığında ağam diğer adamı ayıltın demişti. Meriç onunda başından aşağıya bir kova soğuk suyu boşalttığında adam küfür ederek uyandı. Ağam ve Hazar ağam başlarını sağa sola yatırarak boyunlarını rahatlatmışlardı. Hazar ağam beyaz gömleğinin kollarını katlarken ağam bir sigara daha yakıp; "Behçet ağanın minik oğlunun ağızını bantlayın" demişti. Ben bantlarken diğer adam;
"Benden ne istiyorsunuz, kimsiniz "
"Gerçekten beni tanımıyor musun lan"
"Mardin'in ağalarındansın biliyorum ama benden ne istiyorsun"
"Senden canını istiyorum ve alacağım şerefsiz"
"Ne yaptım sana karına mı baktım, kızına mı"
Ağam bir anda kenarda duran demir sopayı alıp adamın bacağına vurduğunda kırılma sesini duymuştuk. Adam avazı çıktığı kadar bağırdığında Behçet ağanın oğlu ağlamaya başlamıştı. Adam canının acısıyla;
"Seni süründüreceğim. Hayatını hapishanelerde geçireceksin. Suçsuz bir adamı alıkoymaktan ve darp etmekten en az yedi yıl yersin, birde üstüne darp var"
"Sen mi suçsuzsun pezevenk herif. Orospu çocuğu o minik kızdan ne istedin."
Adam bembeyaz kesildiğinde ağamın elindeki demir sopayı Hazar ağam alıp sol bacağına vurmuştu. Adam tekrar avazı çıktığı kadar bağırırken ağam çenesine yumruk attı. Çeneden mi yoksa boyundan mı gelmişti ses anlamamıştım. Adam ağlayarak;
"Ağa ben, ben şeytana uydum. "
"Bekle bak şimdi dinle"
Ağam telefonunu cebinden çıkarıp bir şeyler yaptıktan sonra hoperlöre aldı. Çalma sesi odada yankılanırken birden kalın erkek sesi boş odada yankılandı.
"Buyurun"
"Selamın Aleyküm Affan Ali, ben Mustafa Hamza nasılsın"
"Ve Aleyküm selam Mustafa Hamza abi elhamdülillah sen nasılsın"
"Elhamdülillah Affan Ali, ben senin vaktini fazla almayacağım. Bir şey soracağım"
"Estağfurullah Mustafa abi istediğin kadar vaktimi alabilirsin. Evimdeyim buyur sor"
"Suçsuz yere adam alıkoymanın cezası nedir"
"Uzun uzun anlatmayacağım abi, bir yılla yedi yıl arasında değişiyor"
"Peki pedofillinin cezası"
" Çocukların cinsel istismarı suçu Türk Ceza Kanunu'nun 103. Maddesinde düzenlenmiştir. İlgili maddenin 1. Fıkrasına göre "Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, sekiz yıldan on beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Benim için de ama neyse hayırdır abi"
"Teşekkür ederim Affan Ali verdiğin bilgiler için. Yanımda bir arkadaş merak etti de"
"Ne demek abi kolay gelsin. Ablama selam söyle"
"Ve aleyküm selam"
Ağam telefonu kapadığında adam ağlayarak;
"Affet şeytana uydum. Bir anda bana çok güzel geldi yani "
Ağam iki tane yumruğunu peş peşe yüzüne indirdiğinde gözüm Hazar ağama takıldı. Sandalyeye ters oturmuş elinde kerpeten açıp kapatıyordu. O kadar sessizdi ki sanki nefes bile almıyordu. Ölüm lakabı o kadar oturuyordu ki üzerine. Ayağa kalktığında o kerpetenle çok iş yapacaktı belliydi. Ağam bir tane daha yumruk attığında Meriç'e başımla çıkalım dedim. Meriç başını salladığında kapıya doğru bir adım atmıştım ki ağam kezzapların olduğu tarafa giderken midem kasılmıştı. Kimse bu yüzünü bilmiyordu işte ağamın.
Beraber odadan çıktığımızda içeriden çığlık sesi gelmeye başlamıştı. Meriç cebinden çıkardığı paketi bana uzattığında içinden bir tane almıştım. Kendi ve benim sigaramı yakarken;
"Kimdi bu adam"
"Mina'nın ilk okula başladığı gün aşiretten olan psikiyatri Erkan abi var onun kliniğine gitmiştik. Ağam orada Mina yaşlarında bir kız çocuğu görmüş. Bu it herif o kızı yetimhaneden evlatlık alan ailenin dayısıymış. Kızı istismar etmiş ve kanıtlanamamış daha doğrusu bir şekilde kurtarılmış. Ağamda arattı ve bulduk. Bulduğumuz yerde en boktan kısmı"
"Nasıl yani"
"Ekrem ağa yok mu?, onun şirketinde çalışıyormuş bu piç. Ağam bunu Ekrem sakladı kesin dedi ve buradan çıkışta oraya gideceğiz"
Meriç gözleri kıpkırmızı yanıma gelip;
"Ağamlar bize izin vermez mi "
"Adamı sağ çıkacağına ihtimalin var mı Meriç"
"Yook"
"O zaman "
"Behçet ağanın oğlu her şeyi görüyor "
"O bugünden sonra ağızını bile açamayacak ki"
"Nasıl yani"
"O şerefsizde Derya hanımı tehdit ediyormuş benden boşanamazsın ya benimsin ya kara toprağın ağam onu kesin gömer buraya"
" Bende bu zihniyeti anlamıyorum. Seninken ilgilenme, sevme senden gidince kıymetli olsun"
"İşte ağamda ona gösterecek"
Neredeyse bir saat sonra ağamla Hazar ağam odadan çıktığında biz de onları takip ettik. Üst kattaki odaya geçtiklerinde ne zaman geldiğini anlamadığımız Eren koltuktan kalktı. Ağam üzerindeki gömleği çıkarırken;
"Ne yaptın Eren"
"Tamam adamı birazdan alacaklar. Sabahta neden bu halde olduğu üzerinde yazılı şekilde ibret için meydan da olacak. Behçet ağanın oğlu ne olacak ağam"
"O ebedi billah konuşmaz ya da konuşsun kendi bilir."
"Konuşmaz ağam ama sizden korkması baki kalacak emin olun"
"Tamam Eren, ben Boran'la Ekrem ağanın konağına gidiyorum. Burayı temizlersiniz sonra Meryemcenin yanına gidiyorsun"
"Emriniz olur ağam"
Hazar ağamla ağam hızla odadan çıkarken bizde takip ettik. Konak önüne çıktığımızda kapıdaki korumalar bizim korumalar değildi. Kaşlarımı çattığımda ağam ben ve Meriç'e kısa bir an baktıktan sonra;
"Eren'in arkadaşları. Bu olaya sizin karışmanızı istemedim. Hazar ağanı hastanenin oraya bırakalım"
Arabaya binip hastanenin önüne giderken Meriç sessizce;
"Eren nasıl bir pislikmiş lan"
"Ne demek istiyorsun, bizim yerimize geçmiş gibi mi"
"Hayır lan. Eren gerçekten cani bence. Ben giremezdim o odaya "
"Eren başka yetiştirilmiş adam, seviyorum dostumu"
"Gerçekten güzel dost oldu bize "
Başımı salladığımda ağamlar kendi arasında konuşuyorlardı. Hastanenin önünde durduğumuzda Hazar ağam ile Meriç minibüsten indiğinde bizde vakit kaybetmeden Diyarbakır yoluna çıktık. Her geçen saniye ağam sanki sinirine sinir ekliyordu. Sol şeritte yoluma devam ederken ağam telefon görüşmeleri yapıyordu.
Bir saatin sonunda Diyarbakır'a girdiğimizde ağam belindeki silahı minibüse bırakmasıyla konağın önüne gittiğimizde araçtan inip inmemeyi düşünmeye başlamıştım.
Ekrem ağanın konağının önünde durduğumuzda ağam aracı park etmemi beklemeden yıldırım gibi minibüsten indi. Minibüsü kenara zor park edip konağa koştuğumda arkamızdaki korumalar çoktan etrafı sarmıştı. Konağa hızla girdiğimde ağamın salondan sesi geliyordu. Hızla salona girdiğimde ağam Ekrem ağayı öyle böyle dövmüyordu. En son çenesine attığı sol yumrukla bayılan Ekrem ağayı yerde bırakıp ayağa kalktı. Bir kaç adım ileriye atıp büyük koltuğun arkasından genç bir kızı çıkardı. Kız ağlayarak;
"Ağam sen beni kurtardın, sen gelmeseydin"
"Tamam ağlama "
Salondan kızla birlikte ağam çıktığında konağın çalışanlarından en yaşlısı ağamın önüne gelerek;
"Ağam seni Allah gönderdi. Ekrem ağanın bu kıza yaptığı bir değil, on değil. Sana haber göndermemizi bile engelledi hep Berzê ana"
Ağam bağırarak Ekrem ağanın anası Berzê kadını çağırdığında korka korka diğer odadan çıktı. Ağamın önüne geldiğinde ağam kadına sert bir adım atarak gür sesiyle;
"O it oğluna söyle tedavisi bittiğinde ayağıma gelsin. Onun cezasını kendim ellerimle keseceğim."
"Ağam yalvarırım ağalığını alma"
"Kes sesini kadın. Sana dediğimi yap"
Ağam yaşlı kadın ve genç kıza hazırlanın gidiyorsunuz dediğinde Ekrem ağanın anası ağızını açmıştı ki ağam;
"Bundan sonra hayatınızı Yusuf ağanın konağında sürdüreceksiniz"
Kadın ve genç kız yanımızdan ayrıldığında korumalar Ekrem ağayı salondan çıkardılar. Ekrem ağanın anası oğlunun peşinden giderken bizde ağamla konak kapısına çıktık. Yanımızdaki korumalara kadın ve kız için emrini verip minibüse yürüdü. Hemen yanına gidip kapıyı açtığımda sinirle yerine yerleşti. Direksiyona geçip vakit kaybetmeden yola çıktığımda ağam sigarasını yakmıştı. Otobana çıktımda hafif boğazımı temizleyerek;
"Ağam "
"Ne var Boran Ali"
"Ekrem ağaya ne olacak"
"İşine bak Boran "
"Emrin olur ağam"
Ağam aradaki camı kapadığında biraz yavaşlamıştım. Ağamın bu siniri hiç olmayacak birine patlamasın diye dua ediyordum.
....................................................
MUSTAFA HAMZA...
Akşam üzeri Mardin'e girdiğimizde telefonum çalmaya başladı. Ekrana bakıp Hazar'ın aradığını görünce meşgule düşürmüştüm ki tekrar aradığında konağın önüne gelmiştik. Minibüsün kapısını açan korumaya başımla selam verip aşağıya indiğimde babam ve amcamla karşılaştım. Babam önüme gelirken konaktan Baran, Bedirhan, Hazar da çıktı. Babam elini koluma koyarak;
"Ağam aşiretten komutan Doğan vardı ya "
"Evet en son Hakkari de görevdeydi, kardeşi öyle demişti. "
"Vatan sağ olsun ağam. Biz oraya geçiyoruz, sende gelirsin"
"Tamam siz gidin ben üzerimi değiştirip geliyorum. Kimse geriye kalmasın. Hazar ağa duydun beni"
Hazar omzuma omzuyla vurup arabasına geçerken, bizimkiler de onu takip ederek araçlara geçtiler. Konağa girdiğimde annem ve yengem de yanımdan geçerek konaktan ayrıldılar. Hızlı adımlarla odama yürürken avluda duran hanımlara başımla selam vererek odamın kapısını açtım. Odama girdiğimde Sare teyzem ve yeni cici çalışan yardımcı kızımız Nur vardı. Mirza onun kucağında, Ömer teyzemin kucağında odada volta atarlarken;
"Bana müsaade edin."
Teyzem ve Nur hızla çıkarken dolaptan kıyafetlerimi alıp banyoya geçtim. Üzerimdeki kan kokusu beni rahatsız edince hemen suyun altına girdim. Vakit kaybetmeden kısa duş alıp üzerimi giyindikten sonra odadan çıktığımda avluda akşam yemeği hazırlığı yapılırken; "Şimdiden afiyet olsun " diyerek konaktan ayrıldım. Boran minibüsün kapısını açtığında;
"Sağlam korunsun konak hepimiz oradayız. "
"Aklın kalmasın ağam. Her şey ayarlandı. Ekrem abim arka tarafı toparlayarak öne geçecek. "
"Tamam, en önemlisi"
"Hanımağam son ameliyatından on dakika önce çıktı. Şehit haberini duyunca Eren'le oraya yanımıza gelecekmiş ağam"
"Tamam yanına bir kaç koruma daha gönderin"
"Gönderdim çoktan ağam"
"Tamam hadi gidelim."
Minibüse binerek yerime yerleşirken Boran kapıyı kapatıp direksiyona geçti. Zaman kaybetmeden yola çıktığımızda arkamızdaki ve önümüzdeki korumalarla şehit Doğan abinin evine doğru gidiyorduk. Yirmi dakikalık süreden sonra evin önünde durduğumuzda belimdeki silahı koltuğa bırakıyordum ki Boran hafif öksürüp; "Ağam, Devran abi belinden silahını eksik etmesin dedi" dediğinde tekrar belime koydum. Minibüsün sürgülü kapısı açıldığında aşağıya indim. Üzerimi düzeltip evin bahçe kapısından içeriye girdiğimde sağ taraftaki bütün ağalar ayağa kalkarken sol taraftaki askeri kısım bana bakıyordu. Başımla sol tarafa selam verip sağ tarafa yürüdüm. Hazar yerini bana verince başımla teşekkür edip sandalyeye otururken Hazar da yanıma oturdu. Sağımda Hazar solumda Bedirhan otururken bahçeye giren Savaş'la iyice sinirlenmiştim. Bize yaklaştığında tek kaşımı kaldırıp yüzüne baktığımda hin gülüşüyle çaprazımdaki sandalyeye oturdu. Hafif öksürüp herkese selam verip bana dönerek;
"Ekrem ağayı neden gidip dövdünüz ağam"
"Ne oldu derdi seni mi sardı yoksa senin de mi canın çekti. Merak etme sıra sende "
"Azrail ağa"
"Savaş Varlıoğlu yediğin her boktan haberim var, çok az kaldı senin de ipini çekeceğim"
Savaş mırıldanarak başını eğdiğinde herkes kendine çeki düzen vermişti. Bütün ağaların bu gün Ekrem ağayı öldüresiye dövdüğümden haberi olduğunu anlamıştım.
Gözlerim tam karşımdaki askeri gruptayken bahçeye üniformalı giren Devran ile gurur duyarken Dağhan yüzünden biraz gerilmiştim. Onlar adımlarını köşede oturan ve yeni fark ettiğim Ömer komutanın yanına atarken Savaş'ın mırıldanmasıyla;
"Neden mırıldanıyorsun kedi gibi Savaş. Sen de haklısın yeşil üniforma sende kaşıntı yapıyordu dimi"
"Ağam"
"Sen kısa yapmıştın dimi. Rapor çıkarmıştı baban sen yapamayınca"
Savaş sinirle önünde ki ikram edilen çayı içerken bakışlarımı beni izleyen İbrahim komutanıma diktim. Yıllar adama sadece beyaz saç eklemişti. Hala aynı dik bakışlar, sert yüz ifadesi. Bu manyak ancak bordo bereli olurdu zaten. Kendime içimden gülerek yanımda konuşan Hazar ve dayıma baktım.
Doğan abinin kardeşlerinin yanına giderek baş sağlığı verdiğimizde gözlerindeki gururla "vatan sağ olsun" dediklerinde gurur duymuştum.
Bir saat geçmişti ki bahçe kapısından içeriye giren karımla herkes gibi bende kalakaldım. Üzerinde yeşil uzun gömlek, altında siyah geniş pantolon ve düz ayakkabılar ama hepimizin ona bakma sebebi kesinlikle boynundaki sayısız asker künyesiydi. Bakışlarımı karşıya çevirdiğimde Devran ve Dağhan'ında şaşkın baktığını fark ettim. Karım hiç kimseye bakmadan kaşları haddinden fazla çatık eve girdiğinde gururla arkama yaslandım.
...............................................
Saatler ilerlemiş gece yarısına geldiğinde annem ve yengem babamlarla birlikte evden ayrıldılar. Boran ile göz göze geldiğimizde ne demek istediğimi anladığı için elini göğsüne hafifçe vurdu, hallettim der gibi.
Hiç durmaksızın önümüze gelen çaylarla herkesin içi ısınırken dayımın sessizce; "Askerlere yemek dağıtılması lazım " demesi üzerine daha cümlesi bitmemişti ki bizim korumalar yemek tepsileriyle bahçeye girdi. Eren ve Boran Ömer komutanlara gittiğinde gurur duymuştum. Kimin emir verdiğini bulmak zor değildi. Boran'ı yanıma çağırdığımda tam karşımda durup;
"Buyur ağam"
"Yemekler"
"Ağam, hanım ağam her şeyi halletmiş. Komşular ve ağalarımızın konaklarından gelen yemekler içeriye geçerken, dışarıyı hanımağam. "
"Anladım Boran çekilebilirsin"
Boran diğerlerinin yanına gittiğinde bizim masaya Eren servis yapmaya başlamıştı. Eren'deki yüz ifadesine herkes bakarken Eren hiç istifini bozmadan işini yapmaya devam ediyordu.
Gece yerini gündüze bıraktığında hiç kimse yerinden dahi kıpırdamadan öylece oturuyordu. Bazen evden gelen sesli ağlamalar herkesin içini yakarken, kimsenin elinden bir şey gelmiyordu. Doğan abimin üç tane dünya tatlısı kızı vardı. En büyükleri yeni evlenmiş hatta yeni anne olmuştu. Doğan abi daha torununu sevememiş. Vatanına bağlı mert bir askerdi. İkinci kızı diş hekimiydi. En küçükleri lise sondaydı. Ömrünü önce vatanı sonra ailesi için feda etmişti.
Beni düşüncelerimden sıyıran Hazar olmuştu. Ona baktığımda kulağıma eğilip;
"Meydan karıştı"
"Nasıl yani"
"Eren ne ara yaptı bilmiyorum ama adamı asmışlar. Behçet ağanın oğlunu hastaneye bırakmışlar."
"Tamam bırak konumuz şuan bu değil."
Önüme bırakılan çayla arkama doğru baktığımda Eren başıyla selam verip yanımızdan ayrıldı. Başımı kapı tarafına çevirmiştim ki bahçe kapısından içeri kaşları çatık önce bir teğmen girdi. Ömer komutana doğru yürürken onu gözümle takip ediyordum ki kapıya doğru garip bakan Devran ve Dağhan yüzünden tekrar kapıya bakmıştım. Uzun boylu, bordo bereli, kaşları haddinden fazla çatık bir asker etrafa bakarak bahçeye girdi. Omzundan anladığım kadarıyla yüzbaşı olan asker Ömer komutana doğru yürürken yanımdaki Hazar'ın; "Bu ne lan. Kanım çekildi. Bakışlarıyla adam öldürüyor resmen" dediğinde masadaki bütün ağalar desteklemişti. Yüzbaşı üst rütbeli askerlere selam verip kendinden kısa zaman önce bahçeye giren üst teğmenle kenarda ayakta durdular. İki askerin herkesi radar misali taramasından herkes gibi bende rahatsız olsam da bir şey diyememiştim. Devran elinde iki çayla onların yanına gittiğinde üst teğmen çayı alırken bordo bereli almamıştı. Devran elindeki çayı kenardaki masaya bırakıp üst teğmenle sohbet ederken bordo bereli dik şekilde herkese bakmaya devam ediyordu. Bakışlarımı ondan çekemezken yanımdaki Baran'ın ; "Bu ne lan gözünü dahi kırpmıyor sanki" demesiyle gözlerine dikkat etmediğimi daha doğrusu gözlerine bakmadığımı fark ettim.
Kapıya gelen cenaze arabasıyla dikkatim dağılmıştı. Evden çıkan kadınlarla bizde ayağa kalktık. Doğan abinin büyük kızları sessizce ağlayarak tabutunu severken, evden neredeyse ok gibi sonradan çıkan küçük kızı tabuta sıkıca sarılıp;
"Baba kalk, gel sarıl bana. Sana daha bir hafta önce seni özledim dedim, gel dedim. Baba böyle gelmeseydin baba. Benim üç kızım bir vatanım var, sizin için canımı veririm derdin baba."
Kızın söylediklerine hıçkırıkları da eklendikçe ablaları sarılsa da kız hırçınlıkla çırpınıyordu. Amcaları çekmek istediğinde ise çığlığı Mardin'i titretmişti. Biz ona bakarken kalabalığın içinden çıkıp gelen karım arkasından iki kolunu sertçe tutup çekti. Kız birden anlık sustuğunda Meryemce kaşları çatık;
"Dik duracaksın. Şehit kızı gibi onurlu gururlu olacaksın. Acın büyük ama gururun daha çok olacak ki vatan hainleri sevinmeyecek. Ne güzel bir duygudur benden daha iyi bilirsin, asker kızı, kardeşi ve yareni olmak hele birde kavuşamamak olursa bu dünyada cennete yerin hazırdır o en kıymetli şerefe erenle. Şimdi sağlam dur ki bizde sağlam durup sizi koruyup kollayalım. "
Kız karımın beline sıkıca sarıldığında Meryemce de sarılmıştı. Şehidimiz için kapıda helallik verdikten sonra yürüyerek camiye giderken Meryemce bir kolunun altında Doğan abinin küçük kızı, bir kolunda Doğan abinin kıymetli hanımı bizimle beraber yürüyordu.
.......................................................................
Cenaze namazı kılındıktan sonra kabristanda şehidimizi toprağa teslim ettik. Doğan abinin kardeşlerine tekrar baş sağlığı veren yanımızdan ayrılırken bir an Meryemceyi fark ettim. Telefonla konuşurken kaşları çatıktı. Eren'e başıyla hadi dediğinde kaşlarımı çattım. Boran'ı yanıma çağırmıştım ki Ömer komutan, İbrahim komutan yanındaki diğer özel harekat komutanı olan adamla kenarda konuşuyorlardı. Mezarlık tamamen boşaldığında Doğan abinin kardeşlerinin yanına geçtik. Tekrar baş sağlığı dilerken çaprazımızda duran Ömer komutanın yanına yürüdüm. Benimle birlikte Doğan abinin kardeşleri de geldi. Ağızımı açmıştım ki Doğan abinin büyük kardeşi elini Ömer komutana uzatıp evlerinde ağırlamak istediğini söylediğinde;
"Teşekkür ederiz Barış kardeşim. Az önce Mustafa Hamza ağanız ağırlayacağını bildirdi. Tekrar başımız sağ olsun. Vatanımız var olsun"
"Allah razı olsun, sizler sağ olun. Allaha emanet olun"
Cami avlusundan çıkıyorduk ki önümüze sabah gördüğümüz asker çıktı. Ömer komutana selam verdiğinde ; "Rahat Akrep" dediğinde asker kısa bir an etrafa baktıktan sonra bordo beresini eline alıp;
"Sağ olun komutanım. Tekrar vatanımız, milletimiz sağ olsun."
"Sağ ol Akrep, sen Hakkari'ye mi?"
"Evet ama önce buradaki karargaha uğrayacağım."
"Anladım yüzbaşım. Allaha emanet olun, binbaşı Servet'e selam söyle"
"Ve aleyküm selam"
Asker tekrar selam verip yanımızdan ayrıldığında Ömer komutanıma araçlara geçelim desem de üç komutanda yürümek istediler. Ağır adımlarla konağa yürürken aklımda Meryemcenin aceleyle gitmesi vardı.
Konağın önüne geldiğimizde adamlarım kendilerine çeki düzen verirken, kapıyı açan Ekrem abi başıyla bize selam verdi. Ömer komutan ve yanındaki komutanlar peş peşe avluya girdiğinde bizi karşılayan babama minnetle bakmıştım. Babam ve amcam komutanları sedirlere davet ederken adının Devran'dan öğrendiğim Gaffar komutan, Devran'a dönerek ufak çantalarını bulup gelmesini söylediğinde Devran'ın bir anlık şaşkınlığına gülmeden edemedim. Devran söylene söylene konaktan çıktığında Dağhan müsaade isteyerek odasına yürüyerek yanımızdan ayrıldı. Odama geçmeden kızlara kahve dediğimde koşarak mutfağa gitmişlerdi. Babamlar yaşları gereği komutanlarla genel konularda sohbet etmeye başladığında Hazar biraz yanıma yaklaşıp kendi konağına geçip geleceğini söylediğinde başımla tamam demiştim. Baran da peşinden şirkete gitmek için çıkmıştı. Kahveler geldiğinde misafirlerden sonra bana dönen Gülendam sessizce ; "Komutanlar kalacaklarmış ağam öyle mi" dediğinde başımı salladım. Kahvemi içerken babamları dinliyordum. Onlar konudan konuya geçerken elimdeki fincanımdan son yudumu alıp ayağa kalktım. Odama üzerimi değiştirmek için girdiğimde annem, Sare teyzem ve yengem konuşuyorlardı. Kaşlarımı çatarak;
"Hanımlar konağımda bir sürü oda var neden benim yatak odamdasınız"
Teyzem ve yengem başını eğdiğinde annem tek kaşını kaldırıp;
"Oğullarınız anca uyudu Mustafa bey. Bizde öyle kaldık, ne var yani "
"Tamam bir şey demedim ama sizde müsaade edin bana"
Annemler başını sallayarak odadan çıktıklarında kendimi banyoya attım. Kendimi sıcak suyun altına attığımda vücudumu gevşetse de beynimdeki düşüncüler, olaylar rahat vermiyordu.
Banyodan odaya girdiğimde oğullarım hala uyuyorlardı. Üzerimi giyinirken dolabın içinden gelen kokuyla gözlerimi kapatıp burnumdan derin nefes aldım. Biraz öyle gözlerim kapalı dururken bir anda beyimde çakan şimşeklerle hemen yatağın üzerine bıraktığım telefonumu elime aldım. Meryemceyi aradığımda telefonu kapalıydı. İçimdeki sıkıntıyla iyice gerildiğimde hızla üzerimi giyindim. Avluya çıktığımda Dağhan merdivenlerden iniyordu. Sedire oturduğumda Boran'ı çağırdığımda herkes bana bakarken Boran yerine Ekrem abi gelmişti. Elini karnının üzerinde birleştirip; "Buyur fırtına beyim" dediğinde iyice sinirlenerek başımla yok bir şey dediğimde Ekrem abi geriye mutfak tarafına giderken bir durum döndüğünü anladım. Derin nefesler alırken gençler olağan üstü gürültüleriyle içeriye girdi. Ben onlara kaşlarım çatık bakarken bir anda sustular. Önüme gelirken korkuyorlardı. Sinan biraz öne çıkarak;
"Hayırlı günler ağam "
"Neden hepiniz bu saatte konaktasınız"
"Bu gün öğretmenler toplantısı vardı. Onun için öğrencileri bıraktılar ağam"
"Tamam odalarınıza, gürültü istemiyorum"
"Tamam ağam"
Gençler merdivenleri sessizce çıkarken üç komutanın bana baktığının farkındaydım. Kızlar ikramlık bir şeyler getirdiğinde Devran konak kapısından içeriye girdi. Elindeki ufak valizleri Songül'e uzatıp yanıma gelip oturdu. Ağızını açmıştı ki İbrahim komutan;
"Nasılsın hayırsız asker"
"İyiyim İbrahim komutanım. Konuşamadık asıl siz nasılsınız"
"Hala görevimin başındayım görmüyor musun hayırsız"
"Görüyorum ve hala beni dövecek gibi bakıyorsunuz onu da görüyorum"
"Seni daha dövemem. Dün seni gördüğüm dakikadan bu ana kadar çok değiştiğinin farkındayım. Herkesin sana olan saygısı. Oysa ki seninle uğraşmak isterdim"
"Ne zaman isterseniz komutanım."
"Sen paslanmışsındır asker"
"Emin misiniz komutanım"
"Bu akşam herkesin içinde alırım ifadeni"
"Her zaman"
İbrahim komutan Ömer komutana dönerek;
"Bunu bu akşam ezmeden gitmeyeceğim Ömer"
"Tamam İbo gitme"
Avluda herkes bize bıyık altından gülerken yanımıza gelen Dağhan;
"İbrahim komutanım yüzbaşı Yiğit neden geldi görev yerinden buraya"
"Görev için geldi. Bu gece sıcak bir operasyon var. Sabah geri dönecekler"
"Kimler var, neden bizim haberimiz yok"
"Kimler mi ? Dağhan sen unuttun mu? Yiğit'in olduğu yerde timine ihtiyacı var mı?. Servet burada, birde zaten buranın gururu Kurt timi var. Onun da başında üst teğmen Kartal var. Üst teğmen akrebe yol gösterecek sadece onun için yan yanalar"
"Tamam biz niye yokuz"
"Çünkü Yiğit ayağının altında kimseyi istemiyordu. Siz etrafa öyle bakarken o sadece yarım saat içinde hainleri buldu. Sabaha karşı da alacak onları"
"Çok soğuk ve ürkütücü biri. İlk gördüğüm andan beri içim çekiliyor onu görünce. "
İbrahim komutan yanındaki Ömer komutana baktığında, başını sallayarak söze o devam etti.
"Binbaşı sadece senin mi için çekiliyor. Biz koskoca adamlar üstelik komutanları olduğumuz halde ondan çekiniyoruz. Bizim hepimizin gurur ve saygı duyduğu bir askerdir. En son hepimizin görevli olduğu rahmetli Doğan'ın olduğu operasyonun başını o çekiyordu tabi hiç birinizin haberi yoktu. Siz yara alıp döndüğünüz için operasyon nasıl bitti bilmiyorsunuz. Üstün başarı belgesi aldı ama her zaman ki gibi sadece haberi oldu. Belgesi yine kıymetli annesinin gururu oldu. O üniforma içine girdiğinde ailesini gözünü kırpmadan vurmak için eğitildi. Sana bir soru Dağhan"
"Buyurun komutanım"
"Karın en sıcak noktada yanında olsa ne yaparsın"
"Ne yapacağım komutanım onu korumaya uğraşırım"
"O yüzbaşı Yiğit sevdiği kızı resmen çiğneyecek duruma geldi. Sen, Devran hatta biz bile ondaki vatan sevgisinin yanında bir hiçiz. Onun kendi erkek kardeşini görevi için kalbinin sadece beş santim uzağından vurduğunu biliyor musun? Bunlar böyle eğitilen on kişi, en manyak psikopatı bu"
Dağhan başını hayır manasında sallarken Devran bildiğini gülmesiyle göstermişti. Yanımıza ne zaman geldiğini fark etmediğim Hazar; "Kardeşi yaşıyor mu bari " dediğinde Gaffar komutan gülerek;
"Aslan gibi hem de, o da ayrı manyak. Yüzbaşı üniformasını çıkardığında normal hayata çabuk adapte olurken Mehmet Akif her zaman bozkurt komiser. Adam amirliğe yürüyor ama hiç oralı değil. Ömer onun tanısan var ya hayran olursun. Karşındaki düşmanını sakin sakin dinler sonra bir sürü şans verir ama en sonunda bir patlar, işte ondan sonrası seyirlik. Onun boynunda sol tarafta bir damar var bizzat ben şahit oldum. Gerçekten sinirlendiğinde o damar bildiğin simsiyah olup şişiyor, tamamen siniri boşalmadan inmiyor. Devran'ın düğününe zorla getirdim. İki günlük Tunceli'deydi o zaman. Devran hiç yakında haber aldın mı Bozkurttan"
"Yeni büyük bir operasyona hazırlık yapıyorlar. Bingöl'e gidecekmiş, İbrahim komutan bilir belki, eski bir dosyayı yeniden açıyorlar. Yeni yeni belgeler çıkmış"
"Hala eve gitmiyor dimi? adamın evi yarım saatlik mesafede, ancak iki ayda bir o da çok işi olursa o da gece"
Üç komutanında gözünde gurur vardı. Böyle yiğitlerin olması bizi bile gururlandırırken eğiten aynı kaptan yemek yiyen adamları nasıl gururlandırmaz.
............................................
Akşam yemeğine kadar konudan konuya geçerken upuzun bir masa avluya kurulurken oğullarımı seven İbrahim komutanım gözleri bende; "Ömer ara bizim akrebi, bu iki ağa çocuğuna komutan olsun. " dediğinde avluda herkes gülerken aklım hala karımdaydı. Kolumdaki saate baktığımda Mina'nın okuldan gelmemiş olmasıyla gür sesimle Boran'ı çağırdığımda herkes susmuştu. Boran'ın gelmemesiyle bir daha bağırmıştım ki konağın kapısı açıldı. Bakışlarımı o tarafa çevirdiğimde gördüğüm manzarayla kan beynime sıçramıştı. Meryemce kucağında sol kolu alçı da olan Mina ile bize doğru yürürken hızla yerimden kalkıp onlara doğru yürüdüm. Mina'yı dikkatle kucağıma aldığımda Mina sesli ağlamaya başladı. Sağ kolunu boynuma sarmıştı ki;
"Meryemce kızıma ne oldu? "
"Okulun bahçesinde oynarken yani bir kız varmış. Mustafa dur azcık inan çok yoruldum"
"Ne demek çok yoruldum. Ne oldu kızıma diyorum sana"
"Bak sınıfında bir kız varmış, Mina arkadaşı Samet'le oyun alanında kaydıraktan kayarlarken kız Mina'yı itince iki yüz santim yükseklikten kızımız kayamadan düşmüş. Başını biraz sert vurunca bu saatte kadar hastanedeydik. Beyin tomografisi, Emar, baş grafisi bir sürü tetkikle uğraştık. Sol kolu da iki yerden kırılmış. Şimdilik bir şey yok ama gece dikkatli olmalıymışız"
"Sen bu kadar şeyle tek başına uğraşırken bana neden haber vermiyorsun"
"Birimizin burada kalması gerekiyordu "
"Buna sen mi karar veriyorsun Meryemce"
"Ama "
"Sus"
Mina'ya sıkıca sarılıp arkamda Meryemceyi bıraktım. Masaya yaklaştığımda Hazar sandalyemi çekmişti. Kızımla oturduğumda herkes sessizce öyle duruyordu. Meryemce yanımızdan odamıza doğru giderken;
"Nereye"
"Elimi yüzümü yıkayıp geleceğim Mustafa Hamza"
Başımı salladığımda Meryemce odaya doğru giderken, kızıma biraz daha sarılarak afiyet olsun dedim. Herkes yemeğini yerken Mina'nın içini çekme sesleriyle kulağına dudaklarımı yaklaştırıp;
"Ağlama prensesim, ağlama. Sen ağlama ki babanın aklı başında dursun. "
"Baba o kız vardı ya hani sana anlatmıştım, o beni itti"
"Neden itti kızım"
"Samet bana bahçede baban seni ne diye seviyor diye sordu. Bende prensesim diyor dedim. O kızda kıskançlığından beni itti. Onun babası onu sevmiyorsa sen sinirli bir adammışsın sende beni sevmemeliymişsin"
Derin nefes alıp kızımın şakağını öptüğümde yanımıza gelen Meryemceye baktım. Gözlerinin kızarık olmasıyla hafif ona doğru eğilip sandalyesini kendime doğru çektim. Biraz yaklaşıyordum ki yanında oturan Hazar Meryemce'nin sandalyesini kendine doğru çekip sessizce;
"Önce özür dile bacımdan kırmayayım ağızını burnunu. "
"Hazar karışma"
"Mustafa Hamza kaşınma, özür dile hemen"
Hazar'a başımı sallayarak karımın sandalyesini kendime çekip hafif eğildim. Kulağına sessizce;
"Özür dilerim bir an aklım gitti sandım. Seni kırdım özür dilerim"
Meryemce başını tamam manasında salladığında Mina tekrar ağlamaya başladı. Meryemce ile ona baktığımızda alnını göğsüme yasladığında saçını severken;
"Babacığım ne oldu"
"Elimi sakalına koyamadım."
Alçılı elini yavaşça tutarak sakalıma koydum. Mina'nın minik parmakları sakalımda dururken Meryemce elini kızımın alnına koydu. Biraz öyle durduktan sonra ;
"Anneciğim bir şeyler yemelisin. Mustafa senin yedirmeni istediği için hastanede yediremedim. "
Mina'nın alnını öpüp önümde soğumaya yüz tutan çorbadan kızıma içirirken Meryemce öylece bize bakıyordu. Bir anda Hazar'ın gür sesi masada duyuldu.
"Sen neden yemiyorsun Meryemce "
"İştahım yok ki Hazar abi"
"Meryemce yemek ye"
"Tamam abi"
Meryemce yavaşça bir şeyler yerken bende kızımı yediriyordum. Yemeğin sonuna gelmiştik ki Meryemcenin telefonu çalmaya başladı. Yüzüme bakınca başımı salladığımda elindeki telefonu açarak kulağına koydu.
"Efendim"
"..."
"Sakinim gerçekten"
"..."
"Sonuçlarda gerçekten bir şey yoktu dimi"
"..."
"Yok hala uyumadı. İyi, şuan Mustafa Hamza beyin kucağında yemek yiyor"
"..."
"Tamam öyle yatırırım"
"..."
"Hoperlöre alıyorum. "
Meryemce telefonu masaya bıraktığında gür ses avluda yankılandı sanki. "Peri kızım" dediğinde Mina hızla başını kaldırıp;
"Devim, devim"
"İyisin dimi ? başında bir ağrı var mı ?"
"Yok, yok ben çok iyiyim ki. Babam bana sıkıca sarıldı, benim hiç ağrım kalmadı ki"
"Demek baban sarılınca her şey geçti. "
"Evet devim"
"O zaman ilaçlarını içiyorsun ve anneni üzmüyorsun"
"Okey, devim ben senden bir şey isteyeceğim"
"Söyle kızım"
"Serdar dedeme kızar mısın? o annene telefonda çok kızdı "
"Tamam peri kızım ben şimdi arıyorum o adamı? nasıl annene kızabilir bir sorayım"
"Tamam sor ona"
"Tamam perim"
"Seni çok seviyorum "
"Bende seni, bende seni seviyorum"
Meryemce telefonu kapadığında babam hafif öksürüp;
"O düğüne gelen hocandı dimi kızım"
"Evet baba. Mina'nın durumundan onu haberdar etmek zorunda kaldım emar da gördüğümüz şeyden dolayı"
"Anladım kızım. Mina iyi ama dimi"
"İyi babam iyi"
..............................................
Yemek faslı bitmiş hanımlar bir tarafa geçtiğinde bizde babamlarla oturuyorduk. Kızımı bir dakika bile kucağımdan indirmeden sohbeti dinliyordum. Hazar kızımın yüzünü sevdiğinde;
"Uyuyor mu"
"Yok gözleri kapalı ara ara açıp bana bakıyor"
Başımı sallamıştım ki Meryemce elinde iki şurup şişesiyle yanımıza geldi. Mina başını kaldırdığında sanki herkes susmuştu. Meryemce pembe renkteki şurubu ölçeğine koyup Mina'ya uzattığında prensesim alnını çeneme yaslayarak;
"O acı ilaç dimi"
"Evet kızım "
"Püfff anne"
"Mina"
"Peki"
Mina şurubu içtiğinde yüzü acayip şekilde olunca Hazar kaşlarını çatmıştı ki kaşlarımı hayır manasında kaldırıp indirdim. Hazar yüzünü başka tarafa çevirdiğinde Meryemce sarı renkte olan şurubu ölçekle Mina'ya tekrar uzattığında kızım ağlamaya başladı. Meryemce kaşlarını çatarak;
"Mina"
"Ben onu biliyorum, bu ilaç benim midemi bulandırıyor"
"Mina lütfen, bu gece rahat uyuman için"
"Anne"
Meryemce sol elini Mina'nın yanağına koyduğunda sıkacak sandığım için sessizce;
"Sakın Meryemce"
"Ne sakın Mustafa Hamza, yanağını seveceğim kızımın"
"Meryemce"
"Kurban olayım sakin ol. Senin bu hallerin beni iyice geriyor"
Ben ağızımı açmıştım ki Mina sessizce annesine tamam demesiyle Meryemce şurubu içirdi. Mina yutmasıyla ağlamaya başladığında su demiştim ki Meryemce hayır dedi. Mina ağlayarak yüzünü göğsüme koyduğunda kızımın saçını severken herkes sessizce bize bakıyordu. Mina'm yavaş yavaş susarken Meryemce elinde suyla geldi. Mina'ya suyu içirirken başı hafif sallanıyordu. Meryemce yanımızdan uzaklaştığında kızım sarhoş gibi başını tekrar göğsüme yasladı.
Kısa zaman geçmişti ki Meryemce yanımıza gelip kızımızı kucağına aldı. Onlar odalarına giderken önümdeki soğumuş çayı Songül'e uzattım. Elindeki bardakla yanımdan uzaklaşırken İbrahim komutan gülerek;
"Ömer bence artık vakti geldi. Bunu azcık eğitime alalım. "
"Alalım üzerindeki gerginliği de atar "
Ben gülerek başımı salladığımda Emrah;
"Rahmetli koca dedem de Dağhan amcaya yaptırmıştı dimi"
Herkes gülerek başını salladığında Boran Ali'ye yastıkları getirmesini söyledim. Üzerimi değiştirmek için odaya girdiğimde Mina bizim yatakta yatarken Meryemce odada yoktu.
.............................................
HAZAR...
Mirza babam sadece Mustafa olmaz dediği için hepimiz eşofmanlarımızı giymiş bekliyorduk. Hanımlar ve Mirza babamlar köşede dururken Leyla ile göz göze geldik. Bana öyle güzel gülmüştü ki kucağındaki Mirza Asaf'ın başını öptüğünde de yanına yürüyordum ki Mustafa odasından çıktı. Ömer komutan ve Gaffar komutan da bizimle birlikte sıraya girdiğinde İbrahim komutan eğitime başladı. İbrahim komutan beş şınav dediğinde Emrah'ın alay eder gibi beş şınav nedir ya dediğinde hepimiz ona gülmüştük. İbrahim komutan her beş olduğunda bir dediğinde Emrah en son isyan edip yanındaki Sinan ve Yılmaz'ı yalnız bırakıp kaçtığında haline güldük. Ömer komutan sıradan çıkıp ördek yürüyüşü dediğinde hemen başlamıştık. Avluyu beş defa tur atmıştık ki Sinan ve Yılmaz da kaçtı.
Komutanların verdiği eğitimler ağırlaştıkça sırayla Mert, Baran, Kadir, Serdar ve en son ben kaçmıştık. Ortada sadece Devran, Dağhan ve Mustafa kalmıştı.
Gaffar komutan hin bir gülüşle;
"Bunlar üç kişi kaldı. İlk Dağhan ve Devran dövüşsün. Kazanan Mustafa ile dövüşsün Ömer"
"Olur "
Devran ve Dağhan karşı karşıya geldiklerinde pür dikkat onları izliyorduk. Devran öyle böyle karşılık vermiyordu. On dakika olmadan Devran'ın sert tekmesiyle yere düşen Dağhan ile Ömer komutan yerinden sertçe kalkıp;
"Kalk asker kalk. Dağhan emekliye ben ayrılacağım, sen değil. Bu nasıl formdan düşmek"
Dağhan çocuk gibi azarlanmanın verdiği utançla kenara çekilirken, Mustafa ile Devran karşı karşıya geldi. On dakika geçmiş ne Devran ne Mustafa yıkılmadan, yorulmadan birbirlerine karşılık veriyordu. Devran Mustafa'yı devirmek için bacağına vurduğunda, hafif sendelese de hızla karşılığını verince Devran hacı yatmaz gibi yere düşmesiyle kalkması aynı anda olmuştu sanki. İkili yorulmadan devam ederken İbrahim komutan ve Ömer komutan tamam dedi. Herkes dinlenirken avluya giren Meryemce bize tebessümle bakarken İbrahim komutanla Gaffar komutan aynı anda; "Atmaca kocanın karşısına geç" dediğinde Meryemce başını salladıktan sonra;
"Bana bulaşmayın İbrahim abi"
"Ne o paslandın mı"
"Ben mi"
"Evet sen baksana elbiseyle geldin oturdun"
Meryemce hızla yerinden kalkıp; "Bir dakikaya geliyorum" diyerek odasına hızlı hızlı yürüdü.
Kısa zaman sonra üzerinde ayak ve el bilekleri lastikli geniş eşofmanı, başında değişik farklı bir bonesiyle yanımıza geldiğinde Ömer komutan gülerek;
"Aslan parçam"
"Hadi seçin gelsin"
"Kardeşin Mert'i al"
"O olmaz ölsün istemiyorum. Yeni baba oldu yazık günah"
Hepimiz gülerken İbrahim komutan Dağhan'a bakıp;
"O zaman Dağhan'ı al. Devran'a güç yetiremedi."
Meryemce başını salladığında Dağhan ağır adımlarla Meryemcenin önüne geçti. Meryemce Dağhan'a eliyle bir dakika dedikten sonra Eren'i çağırdı. Eren elinde beyaz el bantlarıyla yanımıza geldi. Meryemce parmaklarını sararken Gaffar komutan;
"Meryemce karşındaki abin değil düşmanın unutma, sende Dağhan acımak yok. "
"Komutanım bana kız kardeşimin kemiklerini kırdıracaksınız. "
Komutanların hepsi gülerek başını sallamıştı ki Meryemce olduğu yerden hızla kalkıp tekmesini Dağhan'ın sağ kürek kemiğine vurunca Dağhan öne doğru savruldu. Dağhan ters şekilde arkasına baktığında; "Sana öğretmediler mi binbaşı düşmana arkanı dönmeyeceksin. " dediğinde Dağhan kaşlarını çattı.
Dağhan bir iki adımı hızlı atarak Meryemceye cevap olarak yumruğunu savurduğunda Meryemce eliyle değil tekmesiyle onu geri itmişti. Dağhan iyice sinirlenirken Meryemce ustaca kendinden uzaklaştırdıkça daha da sertleşti. Meryemce en son olduğu yerde dönerek tekmesini çenesine sertçe geçirdiğinde Dağhan yere düştü. Yerde çenesini yoklarken Meryemce eğilerek ellerini dizlerini koyduğunda Dağhan ters ters bakarak;
"Sen nasıl böyle sertçe dövüşebiliyorsun kızım"
Meryemce başını sallayarak Gaffar komutana ; "Sıradaki Gaffar abi " dediğinde komutan bakışlarını Devran'a çevirmişti ki Ömer komutan;
"Kimse değil, güzel reklamlar izledik. Mustafa Hamza karının karşısına geç"
Mustafa Hamza başını sallayarak Meryemcenin karşısına geçtiğinde hepimiz nefesimizi tutmuştuk. Meryemce bir adım atmıştı ki Mustafa sertçe tekmesini savurduğunda Meryemce sırt üstü düştü. Mihriban annem; "Mustafa" dediğinde Meryemce yerden hızla kalkıp Mustafa'nın bacağına tekme attı. İkisinin arasındaki durum biraz ciddileşmiş gibi devam ediyordu.
Hiç durmaksızın birbirlerinin canını okurken Meryemce hızla tekmesini atmıştı ki Mustafa hızla bacağını tutarak onu yere atacak diye bir adım atmıştım ki Meryemce bir anda nasıl yaptı anlamadım ama yeri boylayan Mustafa oldu. Ayağa kalkıyordu ki Mirza babam Mustafa'yı yerde tuttu. Meryemce ağır adımlarla kocasının yanına geçerek, elini uzattığında Mustafa sessizce bir şey söyledi. Meryemce tebessümle başını salladıktan sonra bize dönerek;
"Benden bu kadar"
Meryemce odasına yürürken yerden kalkan Mustafa ile yanına yürüdüm. Elimi omzuna koymuştum ki Ömer komutan;
"İbrahim, Meryemce ne kadar daha güçlenmiş fark ettiniz mi?"
"Mirza bey durdurmasa hala devam edeceklerdi."
"Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş"
Biz gülmeye başladığımızda, Mustafa ağır adımlarla odasına yürürken hepimiz göz ucuyla onun arkasından bakıyorduk. Kapıyı açtığında hafif başını bana doğru çevirip göz kırptığında onun haline gülmüştüm.
..............................................
MUSTAFA HAMZA...
Odamıza girdiğimde yatakta oturan Mina ile biraz hızla yanına yürüdüm. Yatağa oturduğumda Mina hafif bana yaklaşarak;
"Babacığım"
"Prensesim"
"Siz ne güzel annemle dövüşme oyunu oynadınız"
"Sen gördün mü?"
"Kütüphane camından izledim ki sizi"
"HıM"
"Yaaa, ama keşke annemin karnına sertçe vurmasaydın."
"Ben annenin karnına vurdum mu?"
Mina başını sallayarak yüzünü göğsüme koyduğunda saçını severken banyodan havluyla çıkan Meryemce ile;
"Karnın nasıl"
"Karnım iyi de bacağım biraz ağrıyor"
"Nasıl yani"
"Baldırıma güzel tekme attın"
Başımı salladığımda Meryemce yatağın kenarına koyduğu kıyafetlerini alıp banyoya tekrar geçti. Kızımı yavaşça yatağa yatırıp üzerini örttüğümde minik çawreşamım gülünce, saçlarını sevip gözlerini öptüm. O gözlerini kapadığında yerimden kalkıp banyoya girdim. Meryemce üzerine beyaz badisini giyerken kızarık olan karnını görünce elimi karnına koydum. Gül güzelim tebessüm ederek badisini karnının üzerine çektiğinde elimi geri çektim. Bir adım geriye çekilerek aynanın önüne geçtiğinde arkasına geçtim. Aynadan göz göze geldiğimizde sırtını göğsüme yaslayıp başını omzuma yatırdı. Ellerimi karnının üzerinde birleştirip sırasıyla boynunu, yanağını, şakağını öptükten sonra;
"Nasılsın karım"
"İyiyim sevgilim"
"Nasıl iyisin baya hırpalamışım seni"
Meryemce kollarımın arasında dönerek ellerini belime sarıp;
"Hadi ılık duş al sonra gel. Bu arada kocam yarın dosya gelecek konağa haberin olsun"
"Ne dosyası"
"Hani seni boşuyorum ya onun dosyası"
"Tamam hatırladım"
"Hadi ben çıkıyorum."
Meryemcenin alnını öptüğümde oda boynumu öpüp banyodan çıktı. Kendimi suyun altına attığımda vücudum rahatlıyordu. Elimi soğuk duvara koyup derin nefes aldığımda kulağımda Meryemcenin sesi yankılandı.
"Seni boşuyorum ya"
Meryemceden ayrılmak, ayrı düşmek nefesimi kesiyordu sanki....
Derin nefes alıp suyu soğuttum. Soğuk su bedenimi soğuturken içimdeki harlanan ateş iyice alevleniyordu.
Banyodan odaya geçtiğimde odanın loşluğuyla sanki hemen sakinleşmiştim. Beşikteki aslanlarım, yatakta benim yastığıma sarılmış prensesim. Ayak ucunda duran kıyafetlerimi alıp banyoya geçip üzerimi giyinerek odaya girdim. Koltuktan seccademi elime alıp yere sererek yatsı namazımı kılmak için niyet edip tekbir getirdim. Odadaki üç sakin nefesle namazımı kılıp son selamı verip ellerimi Allah'ıma açtım. Bana verdiklerine şükür edip sağlıkları için dua ettim. Yerimden kalkıp seccademi koltuğun üzerine bıraktım. Beşiğe baktığımda Ömer'in üzeri biraz açıktı. Onun üzerini örtüp kızımın üzerini kontrol edip odadan çıktım. Gece ışıkları yanmış avluya adım attığımda Meryemce dikkatimi çekti. Sedirde bacaklarını karnına çekmiş başını yan şekilde dizine yaslamıştı. Karşısındaki duvarı izliyordu. Yanına oturduğumda birden bana döndü. Sıkıca belime sarılıp alnını boynuma yasladı. Gül güzelime sıkıca sarıldığımda titrek aldığı nefesle;
"Bir şey var dimi? Mina iyi değil dimi"
Meryemce hızla benden uzaklaşıp elini sakallı yanağıma koyarak;
"Hayır hayır çok iyi ama ben çok korktum. Hastanedeki beyin cerrahı bir şey var sanki dediğinde nefesim kesildi. Ben, ben kızımı kaybedeceğim sandım. "
"Onun için mi gönderdin raporları o adama"
"Evet, Mina'yı kaybetmeyi kaldıramam"
Meryemceyi kollarından çekerek kendime yaslayarak içime sokarcasına sarılırken; "Korkma, bak kızımız içeride derin uykusunda uyuyor" dediğimde Meryemce iyice bana sinmişti ki hafif bir öksürük duyuldu. Meryemce benden biraz uzaklaştığında arkamıza baktık. Babam ve annem el ele yanımıza geliyorlardı. Meryemce biraz daha benden uzaklaştığında annem ve babam tam karşımıza oturdular. Ağızımı açmıştım ki Sultan abla önümüze dört tane kahve bırakıp ağır adımlarla yanımızdan ayrıldı. Sessizlikle kahvelerimizi içtikten sonra annem Meryemcenin masanın üzerindeki elini tutarak;
"Meryemce'm sana hüzün yakışmıyor annem"
"Anne ben şey"
"Bak güzel kızım, biricik gelinim. Anneciğim sen çok güçlü görünsen de senin de fire vermek hakkın. Her zaman tek başına her şeye göğüs gerdiğin gibi artık öyle davranmak zorunda değilsin. Kolay şeyler geçirmedin bir kaç senedir. Yıkılabilirsin, korkabilirsin, ağlayabilirsin. Sana bunu çok söylüyoruz. Sen tek değilsin. Bırak senin için veya Mina için bizde bir şeyler yapalım. "
Meryemce başını önüne eğdiğinde elimi bacağına koydum. Babam tebessümle o yatıştırıcı sesiyle;
"Meryemce, en iyi güzel dostum. Dağhan ve Mert seni çok ama çok yoruyor. Az kaldı güzel kızım her şey yoluna girecek eminim. Kocan ve sen her zaman akıllı ve güçlüsünüz. Sizin gibi birbirinin aynısı olan bir çift yoktur. Birbirinizi çok güzel tamamlıyorsunuz. Annen ve ben size baktığımızda imreniyoruz. Gelelim benden sakladığınız ve annenizin bildiği sırınıza, üzülme kederlenme güzel mevlam yeniden sizi sevindirecek. Hiç bir şeyi içinize atarak kalbinizi acı zehriyle doldurmayın."
İkimiz de başımızı salladığımızda annem başını babamın omzuna yaslayarak;
"Mustafa o zaman bir yaşlarında var yok. Mizgin annem bana dedi ki bir gece; "Al kocanı kaleye çık" dedim ki; "Ana neden" Mizgin sultan hafif kıkırdadıktan sonra; "Bir baş başa kalın oğlum doysun sana" demişti. "
Meryemce hafif gülerek;
"Anne ama neden"
"O zaman bende bebeğimi kaybetmiştim. "
"Nasıl yani"
"Ben içimde tutmak istemiştim ama Mizgin sultan hemen anlamıştı"
Meryemce başını omzuma yasladığında elimi beline koyup biraz kendime çektim. Belindeki elimle belini hafif severken;
"Anne, babamı ilk gördüğünde ne hissettin"
"Ne hissedeceğim, öyle böyle güven hissetmedim"
"Başka yani babam denince aklına ne geliyor"
"Nefesim, güvenim, sırtımı dayadığım, gözümü nuru. Bir gün bu dünyadan göçüp gitsem benim yerime hayatı kaldığım yerden yaşayacak güçlü adamım"
"Anne ama"
"Ben babanızı öyle seviyorum."
" Peki anne Mustafa doğduğunda ne hissetin"
"İlk sevgilim doğdu dedim. Meryemce'm öyle güzel bir his, öyle bir duygu anlatamam. Mustafa benim babam, abim. Bütün evlatlarım bir yana Mustafa bir yana. Hiç bir evladımdan ayırmadım kayırmadım ama Mustafa çok farklı geldi bana"
Meryemce alnını boğazıma yasladığında annem gözleri dolu ağlamaklı;
"Sizde kendimizi, sizde abim ve yengem Seyhan'ın yaşayamadığı aşkını görüyorum. "
Ağızımı açmıştım ki babam annemin elini tutup ayağa kaldırdı. Onlar yanımızdan sessizce giderken Meryemceyi sıkıca sarıp şakağını öptükten sonra sessizce; "Bizde odamıza gidelim" dediğimde sadece başını salladı. Ayağa kalktığımda elini tutup kaldırdım. Gül kokulumu peşimden çekerek odamıza girdiğimizde yatağımızda yatan meleğimle ikimizde durduk. Meryemce üzerindekileri çıkarmak için dolabın önüne giderken üzerimdeki eşofmanı çıkarıp kızımın yanına uzandım. Mina'yı göğsüme yatırırken alçılı kolunu göğsüme yasladığımda kızım kısa bir an gözlerini açıp bana gülümseyerek yanağımı öpüp tekrar uyudu. Meryemce üzerine geceliğini giyinip yanımıza gelmeden evvel beşiğin yanına uğradı. Oğullarımızla ilgilendikten sonra yatağın ayak ucundan emekleyerek arkama uzandı. Elini bel boşluğumdan uzatıp kızımızın yanağını sevip tekrar elini karnıma bıraktı. Yanağını sırtıma yasladığında derin nefes aldım.
Uyku beni içine çekerken Mina ve Meryemcenin nefeslerini aynı anda duyduğumda burnumdan derin nefes aldım. Nefes aldım ki onların kokusuyla, nefesleriyle can bulayım. Uyku beni tamamen içine alıyordu ki önce karnımdaki elini çekti. Gözlerimi açıyordum ki sağ eliyle saçımı yavaş yavaş severken;
"Kızıyorum, kıskanıyorum, küsüyorum, naz yapıyorum ama tırnağın taşa değse canım yanar kocam. İyi ki benim ve kızımın yanındasın arkasındasın. Sen iyi ol, mutlu ol diye ömrümden verecek kadar seviyorum seni. "
................................................
MİRZA...
Sabah namazından sonra her zaman yaptığımız gibi gözümün nuru tesbih çekerken dizine başımı yasladım. Mihriban'ım saçlarımı severken;
"Oğul ve gelinin çok hüzünlüydüler Mihrim"
"Meryemceyi o düşük sarstı Mirza'm. Mina'yı kaybedeceğini sanmış. Dün diyor ki; cenazeden nasıl ayrıldım, nasıl hastaneye gittim bilmiyorum anne"
"Talha'dan sonra korkuyor Mihri'm"
"Mina hepimize nefes gibi aslında dimi "
"Öyle hatun öyle"
Mihriban'ın dizinden başımı kaldırıp yavaşça yerden kalktım. Yerde oturan gönlümün sultanının alnına dudaklarımı bastırıp gözlerimi kapatarak derin nefesle öptüm. Elini tutunca oturduğu yerden kalkmasına yardım ettim. O abdest tazelemek için banyoya geçerken bende üzerimi değiştirip odadan çıktım. Ağır adımlarla avluya indiğimde Ömer komutanı kahve içerken gördüm. Adımlarımı biraz hızlandırıp yanına oturdum. Elimi omzuna koyduğumda kapalı gözlerini açarak eliyle bir dakika dediğinde başımı salladım. Kısa zaman sonra "Sadakallahülazim" dedikten sonra;
"Hayırlı sabahlar Mirza"
"Hayırlı sabahlar Ömer, Allah kabul etsin. Hayırdır sabah sabah"
"Alışkanlık Mirza"
"İbrahim ve Gaffar komutanlar yok mu?"
"Onlar sabaha karşı çıktılar. "
"Anladım. "
Ömer ile günlük sohbetlere girmiştik ki önümüze bırakılan kahvelerle sağ tarafıma baktık. Sare elinde tepsiyle kenara giderken;
"Elinize sağlık Sare"
"Afiyet olsun enişte, Sultan hanım yapmış mutfağın önünden geçerken elime tutuşturdu. "
"Tamam sağ ol Sare"
Sare köşedeki sedire oturduğunda Ömer hafif öksürüp;
"Bu Sare senin zamanında kocasını araştırdığın baldızın değil mi? hani sınır ötesinde"
"Evet o, şerefsiz kocası göçtü gitti olan bu iki günahsıza oldu. "
Ömer başını anladığını belli edercesine sallarken, avluya dünden beri keyifsiz olan Ömür kucağında minik Ezel'imizle indi. Elimle yanıma çağırdığımda kucağında bebekle yanımıza yaklaşıp;
"Efendim enişte"
"Günaydın eniştesinin çirkini. Senin neyin var prensesim dün bir astın suratını hala aynı surat"
Kısa bir an Ömer'e göz ucuyla baktıktan sonra;
"Bir şey yok ki enişte. "
"Ömür"
"Gerçekten yok enişte"
"Peki güzel kızım peki"
Ömür yanımızdan ayrılıp annesin yanına geçti. Annesine kucağındaki Ezel'i verip avludan ayrıldığında Ömer göz ucuyla gözden kaybolana kadar arkasından baktıktan sonra;
"Bu kız, o sınırdaki beyaz battaniyedeki kız dimi"
"Evet o. Sen o gün o adamı tanımasan, Ömür şuan kim bilir hangi evde büyümüş bir kızdı"
"İt herif kumar borcu yüzünden satacak mıydı gerçekten Mirza"
"Evet hala kimse bilmez. Babam, sen ve ben birde Allah "
"Yirmi sekiz, yirmi dokuz yaşlarında dimi"
"Evet. O sabah montunun içinden çıkarıp bu Berfe'yi buradan alıp götürün demiştin hatırlıyor musun"
"Evet hala kar gibi bembeyaz, tertemiz maşallah. Rabbim anasına babasına aman anasına bağışlasın"
"Ömer bak şimdi"
Ömer başını sallarken hafif arkamı dönüp Sare'ye seslendim. Sare başını kaldırıp;
"Efendim enişte"
"Ömür'e ismini kim koydu"
"Ömür ismini abim koydu ama Berfe ismini bilmiyorum. Rahmetli Hamza ağa kulağına okurken Berfe Ömür dedi, sorduğumuzda bu meleğin kalbini ısıtan, onu koruyan bir yiğit demişti."
"Tamam Sare"
Ömer'e döndüğümde şaşkınca bana bakarken elimi bacağına koymuştum ki hafif tebessümle ;
"Farkında mısın Mirza biz zaten hep bir aileymişiz"
"Öyle ama sen ve kızın bizi hep koruyorsunuz"
"Belki de aslında bizim hepimiz Meryemce ve Mustafa için bir araya gelmiş olabiliriz."
"Belki de komutan belki de"
Konumuz tekrar dağıldığında avluda dolmaya başlamıştı. Kahvaltı masası avluya kurulurken konu mevsimlere gelmişti ki avluya giren Mustafa Hamza ile hepimiz kendimize çeki düzen verirken bir şey fark ettim. Mustafa bu sabah odasından azrail olarak çıkmıştı. Sedire tek başına oturmuştu ki yanımda oturan Ömer;
"Mustafa oğlun da olsa "
"Saygımız çok büyük. Koskoca aşiretlerin başında Ömer. Onun yükü çok büyüdü"
"O çok değişmiş Mirza. Mustafa haddinden fazla büyümüş, bakışları demir gibi sert ve soğuk."
"Sen birde o bakışları kızına, karısına bakarken gördün mü.?"
"Dün fark ettim o bakışları."
"Mustafa'nın bütün serveti o ikisi. Bizim burada ağalar toplantısına dışarıdan kimse giremez hatta kadın asla. Mustafa için söz konusu kızı oldu mu kimseyi görmez gözü. Şu avluda yedi aylık, sekiz aylık olmuş oğullarını bir kere kucağına almadı ama Mina"
Ömer başını sallamıştı ki Mustafa gür sesiyle Boran'ı çağırdığında avlu bir anda sessizleşti. Boran koşarak avluya girmişti ki Mustafa Boran'a öyle bir sert tokat atmıştı ki sesi kaç defa yankı yaptı anlamadık. Boran yerinde dimdik dururken;
"Lan sana ne dedim bu gece. O it herif bu şehirde bir dakika bile nefes almayacak demedim mi?"
"Ağam, ağam "
"Kes sesini gözüm görmesin seni "
"Ağam bir kere dinlesen"
"Boran alacağım ayağımın altına, kaybol gözümün önünden"
Boran avludan ayrıldığında Mustafa yanımıza gelmişti. Kahvesi geldiğinde sessizce içerken elindeki hırkasıyla yanımıza yaklaşan Mina ile hepimiz tebessüm ettik. Sinan'ım yerinden kalkıp hırkasını giyinmeye uğraşan Mina'ya yardım ederken biraz hızlı çekmiş olacak ki yüzünü acı çeker gibi yapınca Mustafa sert sesiyle; "Canını yaktın Sinan" dedi. Sinan başını salladığında Mustafa yerinden kalkıp kızını yavaşça giydirip kucağına aldı. Mina başını babasının omzuna yasladığında Mustafa kızının sırtını severek masanın başına geçip oturdu. Hepimiz masadaki yerimizi alırken Meryemce odadan kucağında zor taşıdığı oğullarıyla çıktığında Mustafa afiyet olsun demişti. Çocukları Songül'ün yardımıyla sedirdeki ana kucaklarına bıraktığında Ömer ve Mirza etrafa bakarken Meryemce de yerine oturdu. Önündeki çayından bir yudum almıştı ki Mert hafif öksürüp; "Abla şimdi Ömer komutan gerçekten bizim dayımız ya neden ne dedemlerden nede annemden duymadık adını. " dediğinde Meryemce boğazını temizlemişti ki Ömer elindeki bardağı bırakıp kaşları çatık;
"Ben istemedim beni bilmenizi. Meryemceyi ilk gördüğümde ayrılamadım ama siz yani sen veya Başak benim yeğenim olmanızı istemedim. Sizinle bir alakası yok aslında. Annen de teyzen de istemedi sizin bilmenizi çünkü anneanneniz rahat bırakmayacaktı. Kemal ilginç şekilde seni sakınırken ablanı kucağıma bırakmıştı. Bir keresinde sınırı geçeceğim için ne zaman geleceğim belli değildi, Meryemceyi görmek için geldiğimde babanın al bunu da götür hasret kalmazsın dediğini biliyorum ama seni göstermedi, ben de sizi görmek istemedim. "
Mert kaşlarını çatarken Dağhan gülerek başına vurup; "Ne o hergele kıskandın mı?" dediğinde Meryemce ve Hazar yan gözle birbirine bakıp homurdandıklarında onların haline gülmüştüm. Rahmetli bacısı Dila gibi gözünden sakındığının farkındaydım. Onları gözlerimle severken gençler okula gitmek için müsaade isteyerek masadan kalktıklarında Mina da babasının kucağından indi. Minik prensesimiz yavaşça mutfağa gittiğinde Meryemce Songül'e peşinden gitmesini söyledi.
Kahvaltımızın sonuna gelmiştik ki Eren avluya girdi. Elindeki sarı zarfı Mustafa'nın önüne bırakıp geriye kenara çekildi. Mustafa zarftan çıkardığı kağıtlara bakarken boyun damarları kabardıkça kabarıyordu. Bedirhan, Baran ve Hazar Mustafa'yı bizim gibi izlerken, bir anda ayağa kalktı. Kaşları çatık Meryemceye bakarken elindeki dosyayı tam önüne vurup;
"Beni boşuyor musun Meryemce hanım"
Meryemce önündeki kağıtları sakince eline alıp bakarken Gülcan'ın sessizce 'sonunda ' dediğini duymuştum. Bakışlarımı onlara çevirdiğimde Mert ile birbirlerine gülerek baktıklarını fark ettim. İçimde onlara karşı olan sevgimi hak etmediklerini acı bir şekilde öğrenmiştim. Başımı tekrar Mustafa tarafına çevirmiştim ki hızla Meryemcenin dirseğinden tutarak ayağa kaldırdı. Meryemce Mustafa'nın gözlerine bakarken, Devran ilk şaşkınlığını üzerinden atmış olacak ki hızla yerinden kalkıp sandalyesini iterek;
"Ne saçmalıyorsun sen Meryemce, kocanı boşamakta ne olur. Sen bu kararı nasıl alabiliyorsun"
Meryemcenin konuşmasına fırsat kalmadan Hazar'ın gür sesi avluda yankılandı.
"Meryemce Alibeyoğlu, sen ne hakla, kocanla konuşmadan bu kararı alabiliyorsun. "
Meryemce başını Hazar'a çevirmişti ki Dağhan yerinden kalkıp bir kaç adımla onlara yaklaşıp;
"Hazar, Devran bir kendinize gelin. Meryemce kendini bilen biri ve mutlaka bildiği bir şey vardır. Boşanmak istiyorsa en büyük hakkı. Özgür biri Meryemce belki gerçekleri görmüştür. Size karışmak düşmez"
Meryemce bakışlarını Hazar'dan çekerek Dağhan'a baktığında Hazar ve Devran'a baktığı gibi bakmıyordu. Mihriban'ım; "Yavrum, yavrularım nasıl" dediğinde Mustafa annesine bakıp iyice kaşlarını çatarak ağızını açmıştı ki Devran Dağhan'ın yanına yürüyerek;
"Ne bildiği olacak sadece saçmalıyor Meryemce. Bu kadar kolay mı lan evliliği bitirmek. Kızım manyak mısın mutluluğundan bu kadar kolay mı vazgeçiyorsun? "
Meryemce bakışlarını Devran'a çevirdiğinde gözlerinde gördüğüm sevgiye imrenerek baktım. Mustafa Devran'a baktığında ağızını açıyordu ki Kader'in; "Abla, Abla düşün ne olur" demesi üzerine Selvi kucağında Ezel'le; "Sen bizi bırakmazsın ki dimi abla" dedi. Meryemce sessizce kim ne söylerse onlara bakıyordu. Gülcan kızlara bakarak başını sallamasıyla Nisa yanında oturan Mert'e dönerek; 'Senin yüzünden' demesiyle Gülcan'ın; "Sen dur az Nisa, Mert'in yüzünden neden olsun" dedi. Masada herkes bir anda sustuğunda Meryemce dirseğini kocasının elinden çekip elini koluna koydu. Başını evet gibi sallayarak sessizce yürürken odasına girmişti ki Avşin'in bir anda bağırırcasına; "Mustafa bir şey yap gidiyor Meryemce" demesiyle Hazar'ın bağırarak;
"Mustafa, Meryemce o odadan boşanmak üzere çıkarsa inan öldürürüm onu."
Mert bir anda yerinden kalkıp abisinin yanına gelerek;
"Dağ başı mı burası ne öldürmesi. Abim size öyle vermedi ki ablamı. Abi bir şey desene ne öldürmesi"
Hazar hızla arkasını dönerek ölüm gibi soğuk ses tonuyla;
"Sanane Mert, sanane. Meryemce, Mustafa'nın karısı ve o istemeden kimse Meryemceyi boşayamaz."
"Olmaz boşanacaklar zorla mı tutacaksınız ablamı. "
"Mert ablan boşanamaz, gücü yetmez"
"Ya ne istiyorsunuz? çocukları, Mina'yı bile size bırakıyor, maddelerde yazıyor"
Mustafa hafif ima ile gülerek;
"Mert sen maddeleri nereden biliyorsun ki? kağıtlara bir tek ben baktım"
"Şey hımm, ya ben tahmin ettim. Ablam birini bıraktıysa ondan geleni istemez ki"
Mustafa başını aşağı yukarıya sallarken Meryemce odasından çıkıp ağır ağır bize yaklaştı. Elini Mustafa'nın koluna koydu. Mustafa ona göz ucuyla bakarken Ömer elindeki sıktığı çatalını bırakarak;
"Ne oluyor Meryemce'm"
"Dayı az bir dakika"
Ömer başını tamam manasında sallamıştı ki Boran içeriye girdi. Mustafa'nın önüne geçerek;
"Ağam kapıda polis var Mert beyle görüşmek istiyorlar"
"Tamam gelsinler"
Boran koşarak dışarıya çıkmasının üzerinden fazla geçmeden üç tane polis memuru içeriye girdi. İçlerinden rütbeli polis Mustafa'ya elini uzatıp;
"Mustafa bey rahatsız ettik ama ben komiser Tunç, Mert Ateş için İstanbul'dan şikayet var"
Mustafa eliyle Mert'i gösterdiğinde Mert bir adım öne çıkarak;
"Buyurun benim"
"Buyurun merkeze geçelim."
"Neden, şikayet neyle alakalı öğrenebilir miyim"
"Tabi ki belgede sahtecilik. Siz ve özel avukatınız Selami Perviz beyle noter tasdikli imza kullanmışsınız "
"Biz yani ben öyle bir şey yapmadım. Selami yapıp üzerime bırakmıştır. Beni kandırmıştır"
"Mert bey Selami bey itiraf etti. Kendisi dün nöbetçi mahkemesiyle beş yıl ceza aldı. Mert bey buyurun merkezde geri kalanını konuşalım. "
Mert bir adım atmıştı ki Dağhan;
"Tunç bey, Mert söz de kimin imzasını taklit etmiş"
"Meryemce Alibeyoğlu'nun imzasını taklit edip sahte boşanma protokolü hazırlamışlar"
Mert ablasına baktığında Meryemce bir adım atarak;
"Ne oldu Mert"
"Abla senin imzan noter tasdikli miydi"
"Evet Mert"
"Abla ben"
Dağhan birden;
"Meryemce şikayetini geri çek. "
Meryemce kaşlarını sertçe çatarak bir adım Dağhan'a doğru atarak;
"Ben koskoca kadınım. Kendimi bilen özgür biriyim belki gördüğüm bir şey vardır. Adam benim imzamı kullanıp sahte belge düzenliyor sen bana diyorsun ki şikayetini geri çek. Memur bey görevinizi yapabilirsiniz. Avukatım Nedret bey gelmiştir"
"Merkezde zaten avukat bey, buyurun Mert bey"
Mert memurlarla avludan çıktıklarında Gülcan yerinden kalkıp;
"Neden Meryemce, neden yapıyorsun. Mert sadece kıskançlığının kurbanı oluyor. Şikayetini geriye çek. "
Dağhan Gülcan'ın yanına geçerek;
"Tamam canım sakin ol, Meryemce bir şey yap ve şikayetini geriye çek. Mert, Gülcan'ın dediği gibi çocukluk yapıp, kıskançlık yapıyor. Ablası olarak affet"
"Tamam Dağhan ben ablası olarak bir şey yapmıyorum, sen abisi olarak git çıkar. "
"Onun karısı ve oğlu var Meryemce"
"O bunun farkında değil ne yazık ki dimi"
Dağhan bir adım atarak ;
"Kendine gel artık"
"Ben kendimdeyim. Senin görmediğini sana söyleyeyim. Senin erkek kardeşin, kız kardeşinin yuvasını yıkıyor yetmiyor evlatlarından ayırıyor."
"Meryemce ama"
"Tamam Dağhan ben seni anladım ama üzgünüm sizin yüzünüzden, sizin üçünüz yüzünden ait olduğum ailemi silemem. Şimdi gidip kardeşini kurtar."
"Meryemce "
"Neyi anladım biliyor musun az önce? Ben senin kız kardeşin olmamışım hiç."
Meryemce arkasını dönerek mutfak tarafına yürürken hızla yerimden kalkıp kızıma, dostuma seslendim. Meryemce bana bakınca bir kaç adımla yanına gittim. Kollarımın arasına alıp kulağına;
"Baban hep yanında, ben daha ölmedim. Seni seviyorum nazlı bir o kadar deli kızım"
.........................................................
Kelime harf hatam olursa aff ola...
Allaha emanet olun...
Sizi seven çatlak yazar.... :) :)
Umarım beğenirsiniz...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 31.1k Okunma |
3.32k Oy |
0 Takip |
79 Bölümlü Kitap |