Her gün yeni bir sayfa
Her sayfa bir macera
Bölüm şarkısı: Ozbi&Gülce Bu Nasıl Sevda?
Not: Bölüm 2 saat kadar geç kaldı kusura bakmayın lütfen. Biraz eksiği vardı onu tamamladım. Uzun zamandır istediğiniz bir şey gerçekleşti bu bölümde sizce ne? Aşağıya inmeden buraya tahminlerinizi yazar mısınız? Gelecek bölüm biraz kaoslu olacak ve bayadır böyle bir kaoslu bölüm okumadığımızı söyleyebilirim. Bolca yorum ve oy bekliyorum hadi bakalım. Cumartesi günü görüşürüz.
Pazar günü geldiğinde sabah erkenden uyandık. Erken derken gerçekten erkendi saat altı da uyandık ve sekizde hava limanına gelmiştik. Nasıl yetiştim bende emin değilim yataktan kalkıp hazırlandığım kıyafetleri giyip kahvaltısız evden çıkmıştık. Uçakta bir şeyler yedik. Biraz fazla trübalanslı bir yolculuk olmuştu bir ara korkudan kendimden geçecek kadar sarsıntılı olmuştu. Feyyaz beni sakinleştirmek için baya bir uğraşmak zorunda kalmıştı. Neyse ki indik de bitti.
İnince doğruca kendimi arabaya attım. Hava buz gibiydi. “Miden hala bulanıyor mu?” Biraz daha sakinleşmişti. Hava oldukça soğuktu ve soğuk havaya temas eden vücudum anlık bir şok ile sarsılmıştı. Belki soğuk havadan belki de uçaktan indiğimiz için mi bilmem ama daha rahat hissediyordum. “Daha iyi.”
“Uzan.” Diyerek başımı dizlerine yatırdı. Araba hala hareket ediyordu. Bir ara saçlarımla oynadığı için uyuyakalmışım. Uzun zamandır arabada olduğumuzu fark edince “Daha var mı gideceğimiz yere.” Diye sormadan kendimi alamadım. Şu an bir an önce gideceğimiz yere ulaşıp uyumak istiyordum. Beynim allak bullak olmuştu ve sakinleşip durulması için bir süre hiç hareket etmeden kalmalıydım.
“Biraz daha. Ne oldu sıkıldın mı şimdiden?” Tabi ki sıkılmamıştım ama şu anda kendimi çok da yorgun hissediyordum. Biraz dinlendikten sonra toparlanabilirdim ve daha enerjik olurdum. “Niye bu kadar uzak bir yere gidiyoruz ki daha yakın bir yerde niye kalmıyoruz?” ne fark edecekti ki ha yakınlardaki bir yer ha bu kadar uzaktaki bir yer. Hatta yakında olsa daha iyi olmaz mıydı? En azından merkeze ne kadar yakın olursa o kadar çok gezilecek yere yakın olurdu.
“Doğum günü hediyeni görmeye gidiyoruz.” Mızmızlanmak istemiyordum ama şu an gerçekten düz ve sabit bir zemine uzanıp dinlenmezsen vertigo olacaktım. Uçak yeterince hareketliydi ve araba da aynı şekilde dümdüz zemin yerine toprak ve çamur yollara giriyordu hep.
“Doğum günüme daha var yarın görsek olmaz mı?” saçlarıma bir öpücük bırakırken “olmaz” dedi. Gözümü kapatıp tekrar uyumaya çalıştım ama araba salladıkça midem tekrar bulanıyordu ve uyumamı zorlaştırıyordu. Allah’tan ben kendimden geçmeden geldik. Arabadan inince direkt derin bir nefes alarak soğuk havayı ciğerlerime doldurdum. Aldığım nefesi bir süre vermeden ciğerlerimde tuttum. Verdiğimde daha iyiydim. Midemin bulantısı daha iyi hale gelmişti. Gözünün önündeki perde aralanmaya başlayınca derin bir nefes verip kendime geldim. “Daha iyi misin?”
“Evet.” Etrafıma bir göz attım. Hediye işini niye bu kadar önemliydi emin değildim ama sonunda gelmiştik. Büyük bir bahçenin ortasına durmuştu araba. Karşımda da büyük hatta kocaman bir bembeyaz bir ev vardı. Bahçede evin etrafında kocaman ağaçlar vardı. Güzel bir evdi de biz niye buradaydık anlamadım. “Hava soğuk içeri girelim.” Feyyaz elimden tutup eve doğru çekti. Zile basıp beklemeye başladı. Birkaç saniye sonra birisi kapıyı açtı. Genç sayılabilecek bir kadın kapıyı açtı. Üzerinde televizyondaki dizi ve filmlerde hizmetlilerin giydiği kıyafetlerden vardı. “Dobro pozhalovat', gospodin Feyyaz”
Feyyaz cevap vermek yerine başını sallayarak içeri ilerledi. Beni de arkasından çekmeye devam ediyordu. Kadın kapıyı kapatıp peşimizden geldi. “Buraya niye geldik şimdi?” kaşlarını çatıp bana baktı. Ben mi bir şeyi kaçırıyordum. “Hediyeni beğenmedin mi?” Hediyem? Daha vermemişti ki? Hangi ara beğenecektim?
“Hangi hediyem?” Kaşlarını kaldırıp yok artık der gibi bir bakış attı. Hala bir şeyleri kaçırıyor gibi hissediyordum ama neyi? Beynim durma noktasındaydı ve toparlanmam için biraz daha süre gerekiyordu bu yüzden açıklasa iyi olacaktı. “Yine beynin hata veriyor galiba.”
“Ne oldu da?” Beynimin hata verdiğinin ben de farkındaydım ama sebebini de açıklasana be adam. Kendimde olsam zaten sana ne gerek var ki? “Berfu biz neden kalkıp bir eve gelmiş olabiliriz.” Hediye vereceğim diye getirdi ya o kadarını biliyordum tabi ki o kadar aklım gitmemişti.
“Hediye vereceğim dedin diye.” Başını sallayıp bana baktı. “Evet.” Hediye vereceğim diye eve gelmiştik. Aa- aa hediye bu muydu? “Aa hediye... Ev...”
“Aferin.” Derken başımı okşadı. Sanki bir çocuğu kutluyordu. Sabah çok erken uyanmıştık ve çok sallantılı bir uçak yolculuğu geçirmiştim bir de üstüne çooook uzun bir araba yolcuğu yapmıştık benim beynimin yerinde olmaması bence gayet normaldi. “Dalga geçme ya daha kendime gelmedim ben.”
“Belli güzelim belli.” Ciddi ciddi doğum günüm için ev mi almıştı? “Gerçekten hediye olarak ev mi aldın?” Hoş bende neye şaşırıyorsam. Adam asla alçaktan uçmuyordu. Bu tarz konularda adının hakkını veriyordu.
“Usadba snezhinok.” Söylediğinden sadece kar kısmını anlamıştım. Beynim gerçekten uçuş modunda kalmış olmalıydı. “Kar ne?”
“Hani daha iyiydi Rusçan?” Ben diyorum aklım başımda değil o da bana bilmece gibi konuşuyor ya hu. Kafam yerinde olsa zaten evin hediye olduğunu tek seferde anlardım. “İyi de şu an aklım başımda değil.”
“Kar tanesi malikanesi.” Ciddi miydi? Cidden kar tanesi ismini mi vermişti? Bu şekilde davrandığında kesinlikle kalbimi kazanıyordu. “Ya cidden adı bu mu?”
“Evet. Beğendin mi?” Yani aldığı eve bana hitap ettiği ismi vermişti ve benim beğenmeme lüksüm mü vardı? Beğenmek kelime bile değildi bayılmıştım. Bu şekilde her davrandığında kesinlikle seni seviyorum demese de olurdu ama onu da diyordu şimdi yalan yok. “Çok güzel.”
“Senden daha fazla değil ama.” Zaten kendime gelemiyordum bu şekilde de davranınca iyice başım döndü bir an. “Kalbimi alıyorsun ama böyle yapınca.”
“O akıl değil miydi?” Akıl alma korkutunca olmuyor muydu? Zamanında aklımı aldığı da çok olmuştu ama bu aralar kalbime çalışıyordu. “Düz mantık yürütür müsün neden aklımı alasın ki?”
“Peki bir şey demedim kalbin zaten bende ayrıca.” Nasıl da kendimizden eminiz öyle ya. Asla şüphede yok. Öyle bir durum yani. “Öyle miymiş?”
“Öyleymiş.” Salonda kalakalmıştık. Üzerimde kalın eşofmanlarla pişmeye başlamıştım resmen. Ayrıca başım tekrar dönmeye başlamıştı ama bu sefer metaforik anlamda değildi. “Hmm şimdi geri kalan zamanı salonda mı geçireceğiz yoksa evin geri kalan kısmını da görecek miyiz?”
“Görelim bakalım.”
“excursion po domou”
Kadın başını sallayıp önden yürümeye başladı. Eteği biraz kısa mıydı? Yürüdükçe arkasındaki yırtmaç açılıyordu. Kısa değilmiş gibi daha da açılıyordu. Bu havada bu kıyafet biraz fazla abartı değil mi? Bir de kendime baktım. Kafamdaki bereyi bile çıkartmamıştım. Üzerimde kalın bir mont vardı onun altında da kalın bir eşofman takımı. Şu an kadının yanında kendimi sönük kalmış gibi hissediyordum.
Aklıma gelen başka bir şeyle gözlerim kocaman açıldı. Feyyaz her Rusya’ya geliyorum dediğinde bu eve mi geliyordu? Hem de bu kadın varken? Kafamı çevirip Feyyaz’a baktım. “Sen her Rusya’ya geliyorum dediğinde bu evde mi kalıyorsun?” Bazen haftalarca kalmış oluyordu. Bu kadınla aynı evde... Yok artık! “Hayır.” Ev varsa neden kalmamıştı başka evde mi kalıyordu? BU ADAM RUSYA’YA GELDİĞİNDE NEREDE KALIYORDU?
“Emin misin?” Bana dönüp tuhaf bir bakış attı. Ama bence bu sefer ben haklıydım. Bu kadın benden biraz büyük duruyordu ama Feyyaz’la aynı yaşlarda olmalıydı. Ayrıca benden boylu ve gayet de güzel bir kadındı. “Evet. Yoksa neden kadından ev gezdirmesini isteyim kendim gezdirirdim.” Ha bu da mantıklıydı. Öyle ola da bilirdi şimdi.
“Hmm sende ilk defa geliyorsun yani.”
“Evet. Bende ilk defa görüyorum evi. Ne oldu?”
“Bir şey yok.” Yatak odasına geldiğimizde kadını geri gönderdi. Biraz kendime gelmem lazımdı. Şu an hiç sağlıklı düşünmüyordum. Üzerimdeki montu ve bereyi çıkarttım. “İçerisi sıcak üzerini değiştir istersen.” Valla şu an çıkartma dese bile bir fark yaratmayacaktı bende.
“Olur.” Saçlarımı iyice havalandırdım. Yatağa oturup botlarımı çıkartmaya başladım. “Aç mısın yoksa dinlenir misin?” Şu an midem bulanıyordu ve bir şey yiyecek halim yoktu biraz uyursam daha iyi olacaktı.
“Biraz uzansam iyi gelecek.” Sonunda özgrlüğüne kavuşan ayaklarımı yerde hareket ettirmeye başladım. Feyyaz sannki ben elime geçeni giymemişim gibi o da nerede kalın bir şey var onu giydirmişti. “Tamam.” Bu sırada kapı çalındı Feyyaz kapıyı açtı. Valizler gelmişti. Valizleri içeri alıp kapıyı kapattı. Büyük odada giyinme odası yoktu. Yatağın karşısında yer alan bir kapıda tuvalet ve banyo vardı. Kapı açık olduğu için içerisi görünüyordu. Valizin birini açarak bana bir gecelik attı. Üzerimdeki kalın kıyafetleri çıkartınca daha rahatlamış hissediyordum. Yatağa uzanıp başımı yastıkla buluşturdum. Gözlerimi kapattım. Yatak hareketlendi önce Feyyaz yatağın ucundaki battaniyeyi üzerime örttü.
“Sen biraz dinlen benim işim var.” Hiç dinlenmeden mi çıkacaktı? Yorulmamış mıydı? Başı dönen neden sadece bendim? “Hemen çıkacak mısın?”
“Yok akşama toplantım var ama.” Ona hazırlanacağım demenin farklı bir yoluydu. “Tamam.” Alnıma değen dudaklar yavaşça ayrıldı. Sonra da yataktaki hareketlilik kayboldu. Bende daha fazla direnemeyerek uykunun tatlı kollarına kendimi bıraktım.
Gözümü tekrar açtığımda içeride loş bir ışık vardı. Hava kapalı olduğu için içerideki ışık çok yetersizdi. Bir süre kendime gelmeye çalıştım sonra da ayaklandım. Önce banyoya girip elimi yüzümü yıkadım. Üzerime daha normal bir şey giyerek aşağı kata indim. O seksi hizmetli hala buralarda mıydı acaba? Benimki de saçma bir soru oldu kadın bizi evde bırakıp gidecek hali yoktu ya. İlk önce girdiğimiz salona girdim. Evin için çok güzel beyaz döşenmişti ama bu hastane beyazı değil de kar beyazıydı. Sanki bir kış günü etraf karla kaplı gibi hissettiriyordu. Dekorlarda buna uygun döşenmişti. Adını yansıtıyordu desek yalan olmazdı. Yoksa benim adımı mı demeliydim. İçimden geniş bir kahkaha attım. Yakında gittiğimiz her ülkede bir evim olacaktı. Açık söylemek gerekirse biraz şımarıkça da gelebilirdi ama hediyelerini seviyordum. Sebebi pahalı olmaları değildi sebebi düşünülmüş olmalarıydı. Evet pahalılardı da ama Feyyaz Hancı’nın şimdiye kadar hiç ucuza kaçtığı görülmüş şey değildi. Adam kalite seviyordu. Kendime de pay çıkarmadan durmayarak beni de bu yüzden seviyor olabilirdi. Kaliteli bir insandım ne de olsa. Bu kadar gezinmece ve kendimi övmece yeterdi acıkmıştım. Sıra karnımı doyurma sırasındaydı. Şimdi kimi bulup derdimi anlatmam gerekiyordu. Feyyaz da bazen beni delirtmenin aşamasına getiriyordu. İnsan evde çalışanları falan söylerdi de ben de ona göre kimi bulmam gerektiğini bilirdim. Şimdi bu evin mutfağı nerededir acaba?
Sağıma solama bakındım odadan çıktım koridora baktım. Üç kapı vardı. Benim içinden çıktığımla dört yapıyordu. Koridorun sonunda da merdivenler vardı. Bu kapılardan bir tanesi mutfağa çıkması lazım mantıken ama aşağı kata inen merdivenlerde vardı şimdi aşağı katta da olabilirdi. Sağımdaki ilk kapıyı açtım ama karşıma az önceki odanın bir küçüğü çıktı. Kapıyı kapattım. Karşı taraftaki ilk kapıyı açarken merdivenlerden ses duyup o tarafa döndüm. Ah sonunda Feyyaz. Bende çıktı zannetmiştim. “Ne arıyorsun?”
“Mutfak.”
“Alt katta. Acıktın mı?” Uykumu almıştım sıra karnımı doyurmaktaydı. Kafam yerine gelmişti sıra da midemdeydi. “Evet.” Bu arada yanıma ulaşmıştı.
“Söyledim biraz sonra hazırlarlar.” Ne ara? Hangi ara?
“Söyledin mi?”
“Kalkınca aç olacağını bilecek kadar tanıyorum seni.” Tamam benimki de soruydu yani. Beni hayatta tutan iki şey vardı biri uyku diğeri yemekti ne de olsa. Tahmin etmesi zor bir durumda değildi ama önceden de söylemesi iyi hissettiriyordu.
“Sen çıkıyor musun?”
“Hemen değil.”
“Yemek yiyecek misin?”
“Yemeyim mi?”
“Ye.”
“Sağ ol ya ne düşünceli bir söylem.”
“Açım ben şu an düşünemiyorum.”
“İyi bakalım öyle olsun. Yemek odası.” Diyerek az önce benim kapısını açıp ama girmediğim odayı gösterdi. İçeri girince büyük bir yemek masası karşıladı beni. Ben hayatımda bu kadar büyük bir yemek masası görmemiştim. İki tane servis açılmıştı. Biri masanın başında diğeri sonundaydı. Yuh insanlar bu şekilde yemek yiyebiliyor muydu? Karşıdakiyle konuşmak için de megafon kullanıyorlar mıydı bari? “Bu kadar büyük masa neden gerekli? Benim haberim yokken davet falan mı veriyorsunuz?”
“Hayır.”
“Niye o zaman?” Çünkü insan neden bu kadar büyük bir masa tercih ederdi ki? 20 kişilik masa neyimize gerekti? “Öyle koymuşlar sebebini sorgulamadım yani.”
“Peki.” Sürekli karşılıklı yemek yiyorduk ve şimdiye kadar hiç değişmemişti. Baştaki sandalyeyi çekip bana işaret etti. Sandalyeye otururken o da hemen solumdaki sandalyeye oturdu. “Geç mi dönersin?”
“Büyük ihtimalle beni bekleme sen yat.” Yeni uyandığıma göre biraz daha geç uyurdum ona rağmen yat diyorsa gerçekten geç gelecekti. “O kadar geç yani.”
“Evet.”
“Neden hep bir yere gittiğimizde ilk günden bir işe gidiyorsun?”
“Öyle denk geliyor.”
“İşkolikliğinden değil yani.”
“Sana dinlenme süresi veriyorum da ondan.”
“Ne alaka?”
“İlk geldiğimiz dinlenmezsen bir şey yapacak enerjin olmuyor bende ilk günden bir kısmını hallediyorum ki sonraki zamana çok fazla bir şey kalmasın da sana vakit ayırayım diye.”
“Ne kadar düşüncelisin sen öyle ya.”
“Öyleyimdir.” Bu sırada içeriye sabahki kadın girdi. Bu kızın eteği neden bana her gördüğümde daha kısa geliyordu ki. Neyse Berfu kendine gel. Kadın önce bizim yerlerimizi kafasında bir oturtamadı. Şaşırdı galiba bizim oturma düzenimize. Bir şey demeden masanın sonundaki servisi toplayıp getirerek Feyyaz’ın önüne açtı. Yemekler geldikten sonra ben hızla yemeye başladım. Feyyaz benden sonra gelse de bir şey demedi. Açtım ve ne verseler yerdim şu anda. “Dur yeme.”
“Niye?”
“Eti şarapla marine etmişler.”
“Ne?”
“Yeme.”
“Ama... Neden ya?” kadını çağırdı. Şu an moralim bozulmuştu. Açtım ben aç. Kadın masadan yemekleri aldı. “Şimdi ne yiyeceğim.”
“Bekle biraz bir sonraki geliyor.”
“Peki.”
Birkaç dakika sonra başka bir servis geldi. Neyse ki bu sefer ki alkolsüzdü. Yemek bitince benim de gözüm açılmış oldu. “Evde kaç kişi çalışıyor.”
“Üç kişi. Biri mutfakta diğeri bahçede bir tanesi de işte gördüğün kadın.”
“Peki.”
“Surat yapmaya devam edecek misin?”
“Surat yapmıyorum ki?”
“Öyle mi dersin.”
“Evet öyle.”
“Peki öyle olsun bakalım ben çıkıyorum.”
“Yarın telafi edeceğim surat yapma şimdi.”
“Bir şey demedim ki.”
“Bende dedin demedim ki surat yapma dedim.”
“Tamam yapmıyorum sen git geç kalma.” Feyyaz çıktıktan sonra bende geri yukarı çıktım. Uzun bir banyo yaptıktan sonra kendimi rahatlamıştım. Valizlere göz attım ama ben banyodayken yer değiştirmiş olmalılardı. Şimdi bu giyinme odası neredeydi? Üzerimde bornoz, oda oda gezip bulacaktım herhalde. Bildiğimiz bugün evin içinde kovalamacanın bir değişiği olan bulmaca oynuyordum. Neyse çok zorlanmadım. Yatak odasından çıktım hemen yan odanın kapısı açıktı. Oraya bakınca giyinme odasını bulmuş oldum. Kar kristallerini andıran dolaplarla doluydu. Kadın beni görünce döndü. Kıyafetlerimi alıp odaya geri dündüm. Biraz oturduktan sonra da tekrar uyuyakalmışım zaten.
Sabah boynuma değen sıcaklıkla kendime geldim. “Uyandırdım mı?” hala öpüyordu. Uyanacağımı bilerek yapmıştı. “Sanki bilerek yapmadın.” Dediğime gülerek tekrar öptü.
“Belki.” Gözlerimi ovarken kendime gelmeye çalışıyordum. Çok uyumaktan mı yoksa az uyumaktan mı emin değilim bir sersemlik vardı üstümde. “Günaydın.”
“Günaydın kar tanem.” Çok geç uyumamıştım ama hiç geldiğini de duymamıştım.
“Kaçta geldin hiç duymadım?”
“Üçe geliyordu.”
“Çok geç gelmişsin. Niye erken uyandın?”
“Geç değil ki güzelim.”
“Saat kaç?”
“On bir.”
“Gerçekten de erken değilmiş? Hava kapalı olunca bende zamanda şaştı galiba.”
“Bir şey olmaz.”
“Sabah sabah napıyorsun?”
“Bence anladın.”
“Uyanır uyanmaz aklına bu mu geldi?”
“Belki de aklımdan çıkmıyordur.” Çok fenaydı bu adam.
Kahvaltıya indiğimizde bu sefer dün akşamki gibi açmıştı servisi kadın. Kadın diyorum adını da bilmiyorum. Ama içimdeki sesin hiç öğrenmeye istekli olmadığının da farkındayım nedensiz bir şekilde kadına gıcık olmuştum. Her gördüğüm de can sıkıcı bir şekilde güzel geliyordu gözüme. Ki aynı evin içindeydik. Kahvaltıdan sonra Feyyaz evin dün görmediğimiz kısımlarını da gezdirdi. Çok güzel bir evdi ama işte insanın dikkatini dağıtan yönleri de vardı. Böyle sakin kalıp kafa dinlenmelik bir yerdi. Dışarıda deli gibi kar yağıyordu şimdi ve bana dışarı çıkmak hiç cazip gelmiyordu. Hoş kış ayındaydık ve gayet norma bir durumdu bu ne de olsa. Ev turuna üst kattaki terasta ara verdik. Balkon gibi bir yer tamamen camlarla çevrilip kapatılmıştı. Etrafta bitkilerle dekore edilmişti. Güzel bir yerdi. Katarina bize sıcak bir şeyler getirmeye gitti. Evet adını öğrenmiştim Katarina. Hiç tatlı bir insan gibi de değildi. Aşırı derece soğuk bir yapısı vardı. Sadece bana karşı mı soğuktu yoksa genel olarak mı soğuktu emin olamıyordum nedense. Bana sıcak çay getirirken Feyyaz’a sıcak şarap geldi. Burada normal olan bir şey yok muydu acaba? Neden gündüz vakti sıcak şarap içiyorlardı ki? Neyse Berfu sakin kal an da kal. “Burası hep böyle mi?”
“Nasıl?”
“Soğuk.”
“Normal değil mi güzelim kış ayındayız.”
“Rusya’dan bahsetmiyorum.”
“Terastan bahsediyorsan bana soğuk gelmedi ama sen üşüdün mü?”
“Ay Feyyaz kelime oyunu mu yapıyoruz hayır ne evden ne de Rusya’nın hava durumundan bahsediyorum. İnsanlarından bahsediyorum.”
“İnsanlarından mı?”
“Evet.”
“Sen Katarina’ya kafayı mı taktın yoksa bana mı öyle geliyor?”
“Hayır kafayı falan takmadım kimseye.”
“Öyle mi dersin dünde bir sinir oldun gibi geldi ama neyse.”
“Sinir falan olmadım sadece benim için fazla soğuk birisi.”
“Ne yapacaksın bırak işini yapsa yeter.”
“Çok sağ ol ya bende diyorum ne eksik.”
“Ne eksikmiş?”
“Mantık.”
“Berfu!”
“Of tamam bir şey demedim say.”
“Öyle yapıyorum zaten.”
“Sinir ediyorsun beni.”
“Güzelim sen iyi misin, kahvaltıdan beri bir gerginlik var üzerinde çünkü de.”
“Yok gerginlik falan sadece...”
“Sadece ... Emin değilim şu an.”
“Peki öyle olsun yarın dışarıya çıkarız olur mu?”
“İşin yok mu?”
“Hayır bugün son.”
“Tamam o zaman.”
“Sen evde durmaktan mı sıkıldın diyeceğim daha geleli 24 saat yeni oluyor.”
“Evden sıkılmadım sadece emin değilim.”
“Peki öyle olsun.”
“Bu akşam yemekte olmayacağım sen tek başına yer misin?”
“Sen olmayacaksan yani başka adam falan bulmayacaksak başka seçeneğim yok gibi.”
“...”
“Bakma ayrıca alışkınım ben.”
“Sadece bu akşam.”
“Yani genel olarak işin ya geç bitiyor ya da geç başladığın için çoğu yemeği kaçırıyorsun ama neyse.”
“Yapmamaya çalışıyorum bu ara.”
“Biliyorum.”
“Neyse hadi başka şey konuşalım.”
“Konu da öner o zaman.” Akşam yemeğine yakın Feyyaz çıktı. Bende yemekten sonra gezinirken uyuyakalmışım. Uyandığımda saat onu geçiyordu. Şimdi nasıl geri uyuyacaktım ben. Elime yarım kitabı alıp yatağa oturdum. Ne kadar vakit geçti emin değilim ama kapı açıldı. Feyyaz gelmişti. Daha kapıdan girmeden kokusu gelmişti. Ağır bir içki ve sigara kokusu geliyordu. Ne yapmışlardı sigarayı doğrudan yemişler miydi, sigaranın parfümünü falan mı yapıp sıkmışlardı bu nasıl kokuydu ya?
“Uyumamışsın.” Yüzüne attığım kaçamak bakışla ben biliyorum ben bu bakışı atarak “Yeni uyandın değil mi?” başımla onayladım. “Nasıl geri uyumayı planlıyorsun?”
“Emin değilim.” Kravatını gevşetip çıkarttı. Yüzüme seksi bir gülümseme yerleştirip “Ama beni yorarsan belki uyuyabilirim.”
Hınzır bir şekilde döndü birden. Gömleğin iki düğmesini açıp yatağa oturdu. “Ne oldu yemekte yine şaraplı bir şeyler mi yedirdiler yoksa.”
“O nereden çıktı?”
“Pek senlik cümleler değil kurmuyorsun da ondan.”
“Aman bir şey demedim say.”
“Yok artık o geçti.” Dudaklarıma eğildi. Yavaşça öpmeye başladı ama burnum kokuya alışmayı reddediyordu. Geriye çekilerek “Ama önce banyo yap lütfen çok kötü kokuyorsun.”
“Sende gel.” Elimden tutarak yataktan kaldırdı. Söylenmeden peşinden yürüdüm.
Sabah uyandığımızda artık sabah değildi. 12’yi geçiyordu. Feyyaz şu an yataktan çıkmamak için türlü bahaneler buluyordu. Kapının çalınmasıyla birlikte Feyyaz gitmesini söyledi. İşte bununla İstanbul’da karşılaşmıyorduk ve bundan bahsediyordum. “Siz her Rusya’ya geldiğinizde nerede kalıyorsunuz?”
“Otelde.”
“Niye burada kalmadınız?”
“Çünkü bu ev yeni.”
“Hıı, neden öncesinde bir yer almadınız çok sık gelip gidiyorsunuz?”
“Kısa süreli kalıyoruz da ondan. Ayrıca gelen tek geliyor genellikle de o yüzden.”
“Peki bu evi niye aldın?”
“Güzelim sabah sabah bu sorgu nereden çıktı bilmiyorum ama neyse. Evi doğum günü hediyesi olarak aldım birkaç aydır da hazırlanıyordu.”
“Tek biz mi kullanacağız?”
“Yani başka birine anahtarı vermediğin sürece.”
“Peki.”
“Nereden çıktı bu sorgu peki?”
“Hiç aklıma geldi sadece.”
“Sen yazın Rusya’ya gelmek istiyorum dedin ya bende gelince rahat kalabil diye ev aldım. Yeniden dekore ettirdim ve doğum günün yaklaştığı için hediye olarak hoşuna gider diye de senin üzerine olmuş oldu. Yetti mi bu açıklama?”
“Yetti.”
“Güzel.”
“Başka bir şey diyeceğim.”
“Söyle kar tanem.”
“Şimdi havalar soğuk ya çalışanlar niye buna uygun giyinmiyor?”
“Anlamadım.”
“Ne bileyim sanki dışarısı günlük güneşlik gibi giyiniyor ayrıca çok da soğuk ya.”
“Sen bu kızı kıskanıyor musun?”
“Ne alakası var ya?”
“Güzelim geldiğimiz günden beri kadına kafayı taktın.”
“Takmadım.”
“Taktın ve kıskanıyor gibi de bir halin var.”
“Yok.”
“Kesinlikle var.”
“Yok.”
“İyi o zaman ne yapacaksın eteğinin boyunu.”
“Ha sende dikkat ettin yani eteğinin boyuna.”
“Kıskanıyorsun.”
“Belki.”
“Boşuna kıskanıyorsun ama benim gözüm sadece seni görüyor.”
“Ama kadının eteğinin boyuna bakmışsın.”
“Bakmadım sen söyleyene kadar dikkatimi bile çekmemişti.”
“Emin misin?”
“Kesinlikle.”
“Peki o zaman.”
“Boşuna takılıyorsun ben senden başkasına bakmam, gözüm bile görmez.”
“Hımm öyle mi?”
“Öyle.”
...
Berfu daha fazla yatakta oyalanırsa aç karnına öleceğini düşünmeye başlamıştı. Kahvaltı yaptıktan sonra dışarı çıkmak için hazırlandılar. Rusya’ya sadece evde oturmak için gelmemişti. Tamam ev çok güzeldi hatta baya güzeldi üstelik vakit geçirecek çok fazla yeri de vardı ama dışarıyı da merak ediyordu. Bugünü sadece Hermitage Müzesi’ne ayırmışlardı çünkü dev gibi olan müzenin bir parçası da imparatorluk döneminden kalma kış sarayıydı. Feyyaz açık alandansa kapalı tercih ettiği için müzeye sesini çıkartmamış peşinde dolaşmıştı. Müze kapanış saatine kadar dolaşmışlar sonra da akşam yemeği için şık bir restorana geçmişlerdi. Yemekten sonra da eve dönmüşlerdi.
Berfu kendini yatağa bıraktı. Yorulmuştu ayak bilekleri ağrıyordu şu anda. Daha kullanışlı olması için çizme giymişti ama çok uzun süre ayağında kalınca bu seferde bacaklarını sıkmaya başlamıştı. “Üzerini değiştir öyle yat.”
“Birazcık dinlenmeden hiçbir şey yapmam.” Feyyaz üzerini değiştirip hala yatakta uzanan kadının yanına döndü. Bu şekilde bıraksa sabaha kadar sesi çıkmazdı. Önce üzerindeki eteğin fermuarını açtı. Hiç sesini çıkartmadan yatmaya devam ediyordu. Eteği, çorabı ve ceketi çıkarttı. Üzerinde sadece gömlek kalmıştı. Gömleğe dokunmayarak yanına uzandı. Gömlek biraz fazla büyük gibiydi. “Bu gömlek senin için biraz fazla büyük değil mi?”
“Benim değil zaten.”
“Kimin?”
“Senin.”
“Benim.”
“Evet, beyaz gömlek getirmeyi unutmuşum da. Sende de fazlaca vardı.”
“Sende birini alsam bir şey olmaz dedin herhalde.”
“Yani, kötü mü olmuş.”
“Olmamış hatta şu an fazlaca seksi gözüküyorsun.”
“Hmm öyle miymiş?”
“Kesinlikle öyle.” Öpmeye başladığında itiraz etmeden karşılık verdi.
Üzerinde gömlekle karnının üzerinde oturuyordu. Adam karşısındaki manzaranın tadını çıkartmak ister gibi kolunun birini başının altına koyarken diğeri sanki gerçekliğinden emin olmak istiyor gibi kadının bacağındaydı. Son aylarda araları çok iyiydi. Hatta iyiden çok daha fazlasıydı. En sonunda istediği kıvama geliyorlardı. Belki de gelmişlerdi. Hislerine karşılık aldığının farkındaydı. Tam olarak bir itiraf alamasa da biliyordu ayrıca Berfu’dan böyle bir itiraf gelmeyeceğini de biliyordu çünkü karısının duygularını ifade etmede bir sorunu olduğu kesindi. Onu üzen ya da sevindiren şeyleri söylemek yerine ruh haline yansıtıyordu. Bu aralar ruh hali ise fazlasıyla iyiydi. Bu raddeye de ilk defa geldiklerinin farkındaydı. Daha önce de bu yolda yürümüşler ama yine bir şeyleri ters yapıp bozmayı başarmıştı. Şimdi aynı hataları yapmak istemiyordu. O yüzden attığı adımları dikkatle atıyordu. Bu aşırı dikkat sürekli tetikte olmasını sağlıyordu ama en azından aralarının kötü olmasına tercih ederdi. Tekrar dikkatini konuşmasına verdi. “Çok güzel değil miydi?” açık söylemek gerekirse tam dikkatini vermediği içi güzel olan neydi emin değildi şu an ama tasdik etmeye karar verdi.
“Evet.”
“Bizde yapalım mı?”
“Hıh?” Ne yapıyorlardı? Neye güzel dediğini bilmiyordu ama şu an her neye demişse bile yapabileceleri bir şey olduğundan emindi. “Sen beni dinliyor musun? Kardan adam yapalım mı dedim?”
“Bir an dikkatim dağılmış. Hava soğuk olmaz.”
“Bir şey olmaz ya.” Feyyaz kaşlarını kaldırmış olmaz anlamına gelen bakışlar atıyordu. “Ne olur ne olur ne olur.”
“Berfu!”
“Ama lütfen.”
“Kimle yapacaksın?”
“Bahçıvan ve aşçı ile nasıl olur hatta yan biraz ilerideki komşularımızı da çağırırım olmaz mı?”
“Ne işin var tanımadığın adamlarla.”
“Niye kimle diye soruyorsun o zaman.”
“Benimle.”
“Beyninin yüzde yüzünü kullanmaya karar verdin galiba.”
“Dalga geçme.”
“Geçmiyorum peki bir şey demedim. Yapar mıyız?”
“Sabah.”
“Söz mü?”
“Söz.” Feyyaz kadının dağılmış saçlarına bozulmuş makyajına baktı. Gömleğin sadece ortada iki düğmesi iliklenmişti. Daha sık giydirmesi gerekiyordu gömleklerini.
Ertesi gün uyandıklarında önce kahvaltı için aşağı indiler. Feyyaz Berfu’yu vazgeçiremeyeceğini anladığında ise karla oynamak için dışarı çıkmışlardı.
Yuvarladığı büyük kar topunu diğer ikisinin üstüne koydu. “Oldu mu şimdi?”
“Şimdi benzedi.”
“İlla üç toptan oluşacak diye bir kural mı var?”
“Yani emin değilim çok fazla karla oynayan birisi olmadığım için ama genellikle öyle gördüm.”
“Oldu mu şimdi?”
“Dur şunları da takalım.” Berfu eldivendeki karı temizleyip kenarda tabakta duran havucu alıp kardan adama taktı. Sonrasında boynuna atkı, başına şapka, eline çalı taktı. Şimdi televizyonda gördüğü kardan adamlara benzemişti. Hem de küçük değil kocaman olmuştu. Üşüyen burnunun ısıtmak için boynundaki atkıyı biraz yukarı kaldırıp telefonunu cebinden çıkarttı. Eldivenler ıslak olduğu için telefonun ekranı basmamıştı. Eldivenin birisini çıkartıp fotoğrafını çekti. Çok hoş gözüküyordu. Yanağına değen dudaklarla dikkati dağılmıştı. “Hadi içeri girelim üşüdün.”
“Birazcık daha.”
“Hadi ama sadece kardan adam yapana kadar dedin.”
“Sen sıkıldın beni bahane ediyor gibisin.”
“İkisi de.”
“Tamam bekle.” Berfu telefonu cebine koyarken aklına gelen fikirle sinsice gülümsedi. Eldiveni giyip yere doğru eğildi. Eline aldığı kar parçasını kocasına doğru fırlattı. Gelen kar topunu beklemediği aşikâr olan adam bir anlık boşlukla küfretmişti. Kadının kahkahası bahçeyi doldururken adam arkasını döndü ve gülerken yerden kar avuçlayan karısına baktı. “Berfu!”
“Efendim.” Sesi kesik kesik çıkmıştı. Gülmekten konuşamıyordu. “Komik mi?”
“Evet, sence değil mi?”
“Değil.”
“Ay sen hiç çocuk olmadın mı?”
“Olmadım.”
“Belli ama ben oldum.” Diyerek elindeki kar topunu attı. İsabet etmemişti ama gülmekten tam göremiyordu. “Senin canının savaş istiyor gibi.” Diyerek kadına doğru yürümeye başlayınca Berfu karın içinde koşmaya çalıştı ama zordu. Sabaha kadar aralıksız yar yerde yaklaşık 50 santimlik bir kar bırakmıştı ve hala yağmaya devam ediyordu. Yakalanacağını anlayınca eline aldığı büyükçe bir kar yığınını havaya kaldırdı. “Eskiden abim ve kuzenlerim karda oynarken kar toplarının içine taş koyarmış biliyor musun?” dedi. Abisinin moraran eli, kolu, hatta yüzü fazlasıyla kötü görünürdü. Bir ara Mustafa abisinin başına gelen taşlı kar toplu kafasına üç dikiş atılmasına sebep olmuştu. Bir süre evdekiler içi büyük bir gizem olarak kalmıştı bu durum. Bir kar topu ve içindeki küçük bir taş nasıl kafayı yararda üç dikiş attırırdı kimse işin içinden çıkamamıştı. “Niye içine taş mı koydun?”
“Aşk olsun ben şiddet yanlısı biri miyim?” derken elindeki kar topunu adama doğru fırlattı. Omzuna çarpıp parçalanan kar topu adamı yerinde tutamamıştı iki büyük adımda yanına gelerek yakalamıştı. “Neyse ki öyle huyların yok olsa bir de.”
“Olsa ne olurmuş?” Feyyaz karşısındaki kadına baktı. Atkı aşağı kaymış ve üşümüş olan yüzü açığa çıkmıştı. Burnu, yanakları ve göz altları soğuktan kızarmıştı. Onun haricinde dudakları soğuktan kabarmıştı. Açıkta kalan saçlarına karlar düşüyor ve beyaza boyuyordu. Kendine çekip öptü. Geri çekildiğinde dudaklarından “seni seviyorum” kelimeleri döküldü. İçinden gelmişti planlı değildi. Kabul ediyordu çok sık söylemiyordu ama içinden geldiğinde dilinden dökülüyordu. Gözleri hala dudaklarındaydı içeri girip hem soğuyan bedenini kendi bedeni ile ısıtmayı planlıyordu. “Bende...” Feyyaz bir cevap gelmemesine alıştığı için kulağına ulaşan kelime ile bir an şaşırdı. Berfu cümlesini tamamlayamadan kendini yerde buldu. “Ah...”
Feyyaz karşılık beklemediği için mi yoksa böyle bir karşılık aldığı için mi emin değildi ama bir an kollarını açı vermiş kollarının arasındaki kadın saliseler içinde karın içinde kaybolmuştu. Feyyaz ne yaptığını fark edince hemen yere eğildi. Berfu’nun eli yüzü tüm kar olmuştu. “Bir an...”
“Bir an ne ya romantik bir an yaşayalım dedik içine ettin ama ya.” Oturur pozisyona gelmeye çalıştı ama üst üste eline geçtiği için giydiği için şu an oturacak pozisyona gelemiyordu.
“Özür dilerim bir an elimden kaydın.”
“Ben vazo muyum?” Berfu’nun tribini görmezden gelerek üstüne doğru eğildi. Yüzündeki karları temizledi. “Sen ne diyordun?”
“Vazo muyum?”
“Hayır canım düşmeden önce.”
“Söylemiyorum onu düşürmeden önce düşünecektin.”
“Tamam özür dilerim içeri kadar ben taşıyacağım sen söyle önce.”
“Tekrar düşürürsün istemem.”
“Düşürmem düşürmem ama sen önce düşmeden önce diyordun onu söyle.”
“Şey...”
“Ney?”
“Unuttum.”
“Bende dedin sonrası yok.”
“Düştüm çünkü.”
“Tamam ama ne diyecektin.”
“Demiyorum.” Feyyaz yine işi inada bindireceğini fark etti. Tam şaşıracak anı bulmuştu. İki buçuk yılda ilk defa duyacaktı ama gel gör bir şaşkınlıkla elinden kaybetmişti. En azından bir cevap geleceğini biliyordu. Oturur pozisyona gelmiş kadını tekrar geri yatırıp tekrar dudaklarına kapandı. İstediği cevabı almadan gitmiyorlardı. Geri çekildiğinde “seni seviyorum” dedi bu sefer kasıtlı söylemişti. Berfu’nun da inadını kırdığını düşünüyordu. Eskiye nazaran uzun küslükleri yoktu artık. “Bende seni seviyorum.” Dedi. Feyyaz aldığı cevap hoşuna gitmişti. Tekrar öpmeye eğildi ama öpemeden Berfu kafasını yana çevirip hapşırmıştı. Bununla birlikte gerçekliğe uyandı. İki saattir hala yağmaya devam eden karın altındalardı. Kardan adamı, kar topu falan derken vakit kaybetmişlerdi bir de üstüne karın üstünde yatıyorlardı. Gözleri artık küçülmeye başlamış, burnu akıyordu, yüzü ve dudakları mora dönmeye başlamıştı. Bir kar sevdasına hastanelik olacak gibiydi. “İçeri girelim” diyerek birden ayaklandı. Kendiyle birlikte kadının elini tutarak kaldırmıştı. Dengesini sağlayınca az önce verdiği sözü hatırlayarak kucağına aldı. Berfu’nun pek sesini çıkartası yoktu. Yeni bir hastalık dalgasının geldiğini hissediyordu. İçeri girdiklerinde doğruca üst kata çıkıp üstlerini değiştirdiler. Islak ve kalın kıyafetlerden çıkmak Berfu’yu büyük ölçüde rahatlatmıştı. “Sıcak bir banyo yap bende sıcak bir şeyler getireyim seni hastalanmadan kurtaralım.”
“Banyo yapmak istemiyorum.”
“Rusya tatili boyunca evinde mi kalmak istiyorsun?”
“Hayır.”
“İyi o zaman hastalanmaman lazım. Hadi mızıkçılık yapma.”
Berfu söylenerek banyoya girdi. Banyodan çıktığında çok daha iyiydi. Rahatlamıştı. Saçlarını kurutup yatağa uzandı. Bu arada kocası içeri elinde bir tepsi ile girmişti. Büyük bir kupa bitki çayı içip kendini uykuya verdi. Gözünü tekrar açtığında çok daha iyi hissediyordu. Tabi bunda yaptığı sıcak banyo, bitki çayı ve içtiği ilacın etkisi vardı.
Bir süre daha yatakta kaldıktan sonra ayaklanıp aşağı indi. Kocası ortada görünmüyordu. İlk olarak oturma odasına girdi. Boştu. Oradan çıkıp yemek odasına baktı servisler açılmıştı ama masa daha hazır değildi. Çalışma odasına üst kattaydı ve şu an geldiği yere hiç geri gidesi yoktu. Bu sırada elinde bir tepsi ile meze taşıyan Katarina’yı gördü. Feyyaz nerede olduğunu sorusunun cevabı onu şaşırtmamıştı. Çalışma odası. Dünyanın neresine giderse gitsin eğer yatak odasında değilse çalışma odasında oluyordu. Saray gibi evlerde yaşayıp ama sadece iki odayı kullanıyor olması hem eve hem de tüm hayatı iki odaya sığan insanlara haksızlık gibi geliyordu ama bu konuda bir şey demeyi tercih etmiyordu. Yemek odasına girip sandalyeye oturup beklemeye başladı. Masa hazırlanınca Katarina yemek için çağırmaya gitmişti. İlk bakışta fark etmemişti ama kadın bugün etek yerine pantolon giymişti. Kendisi söylemediğine göre kocası söylemiş olmalıydı. Gülümsemesine sebep olmuştu. En azından kıskanacağı bir durum bırakmıyordu ortada. Birkaç dakika sonra aşağı inmişti. Birlikte yemek yedikten sonra bir şeyler izlemek için televizyonun başına oturdular. Bugünü evde geçirmişlerdi ama fazlasıyla eğlendiği bir gün olduğu kesindi. Hayatında ilk defa karla bu kadar uzun süre temas etmişti.
“İyi hissediyor musun?”
“Sayılır başımda biraz ağrı var o sayılır mı?”
“Nasıl bir ağrı peki?”
“Hayatta kalınabilir bir ağrı.”
“Dalga geçme Berfu.”
“Geçmiyorum ki gerçekten çok kötü değil. Yarına kadar geçer.”
“Çok fazla kaldık dışarıda ve hastalanırsan ne olacak?”
“Bir şey olmaz.”
“Çocuk gibisin.”
“İçimdeki çocuk büyümeyi reddediyor.”
“İçindeki çocuğu büyüteceğiz diye öldürmeyelim de.”
“Abartma iyiyim ben.”
“Peki yarına uyanamazsan acilde gözünü açtığında bunu hatırlatacağım sana.”
“Açmayacağım çünkü ilaçlarımı içtim ve son dönemlerde kendime dikkat ediyorum.”
“Bakalım ama birimizin sabahlayacağız kesin.”
“Başka bir şey için sabahlasak artık.”
“Ne gibi?”
“İçimdeki çocuğu büyütmek yerine kendi çocuğumuzu mu büyütsek?”
“Önce senin içindekini büyütelim sonrasına bakarız.”
“Ciddiyim ben.”
“Nasıl, anlamadım. Sen şimdi çocuk mu istiyorsun?”
“Güzel olmaz mıydı?”
“Ciddi misin?”
“Ciddiyim dedim ya az önce niye bu kadar şaşırdın ki?”
“Bu kadar erken isteyebileceğini düşünmedim de o yüzden okulun bitmesini beklersin diye düşünmüştüm.”
“Başta ben de ama okulun ne zaman bittiğinin bir anlamı da yok değil mi her halükârda çalışmama izin vermeyeceksin birkaç yıl sarksa bir şey olmaz gibi geldi de sen istemiyor musun bebek?”
“Üstüne hiç düşünmedim desek daha doğru olur.”
“Gerçekten mi?”
“Evet.”
“Şimdiye kadar hiç.” Feyyaz olumsuz anlamda başını salladı. “Evlendikten sonra bile.” Feyyaz bu sefer kararsız kalmıştı. Kalbini kırmak istemiyordu. “Yani zamanı var gibi gelmişti. Okul falan olunca.”
“Peki şimdi?”
“Yani olur, fark etmez.”
“Fark etmez mi?”
“Bir an ne diyeceğimi bilemedim.”
“İstemiyorsan eğer daha sonra konuşabiliriz.” Kaçamayacağı bir gerçeklikte olduğunu biliyordu. Şimdi olmasa bile ilerde Berfu kesin çocuk isteyecekti. Çocukları seviyordu. Ha bu yıl ha gelecek yıl çok da bir şey değişmeyecekti büyük ihtimalle. Ayrıca bu mevzunun aralarına girmesini istemiyordu.
“Gerek yok çalışmalara şimdi başlayabiliriz.” Diyerek eğilip öptü. Hamile kalana kadar vakti olduğundan emindi en azından bu fikre alışmak için.
Rusya tatilinin sonuna geldiklerinde Berfu halinden fazlasıyla memnundu. Çok kötü bir hastalık geçirmemiş ve gezmeye devam edebilmişti. Feyyaz ise çocuk mevzusundan kaynaklı olarak çok da aklı başında değildi.
Okulların açılmasına birkaç gün kala döndüler. Berfu hamilelik ve bebek için heyecanlı olsa da kimseye anlatmamıştı. Hem ortada bir şey yoktu hem de neden şimdiden çocuk istediğini açıklamak istemiyordu. Yaş olarak küçük olduğunun farkındaydı ama abartılacak kadar da küçük değildi. 23 olmuştu, daha birkaç gün olmuş olabilirdi ama olmuştu işte.
Feyyaz ise fazlasıyla gergindi bu konuda. Tüm hayatı boyunca çocuk istememişti ama bu konuda hatanın kendisinde olduğunu biliyordu. Berfu ile evlendiğinde çocuk isteyebileceğini biliyordu. Kadının tüm hayatı kalabalık ve bol çocuklu bir ailede geçmişti. Çocuklarla ne kadar iyi anlaştığını ve çocuk istediğini de biliyordu ama buna kendisini alıştırmamıştı. Eğer bu fikre kendisini daha önce alıştırmış olsaydı bu kadar kendini köşeye sıkışmış hissetmezdi.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
80.63k Okunma |
4.48k Oy |
0 Takip |
106 Bölümlü Kitap |