1. Bölüm
Ahu Parla / ŞAH VE MAT'MAZEL / 1. Bölüm

1. Bölüm

Ahu Parla
ahu_parla

 

“Kaçış yok, çünkü kader bizimle satranç oynuyor — hamle sırası hep onda.”

ŞAH VE MAT'MAZEL - 1. BÖLÜM

Suratıma patlayan flaşlarla gözlerimi kırpıştırıyorum. Muhabir mikrofonu bana doğru uzatıyor; ortamda duyulan diğer sesleri işitmiyorum bile. İnsanlar benden bir cevap bekliyor, beklenti içindeki gözler yüzümde dolaşıyor. Tek istediğim bu lanet kalabalıktan kurtulup dinlenmek. Ama bu imkânsız. Gömleğimin yakasını düzeltip muhabirden sorusunu yinelemesini istiyorum.

 

“Yakalanan örgüt üyesi C.K’nin aynı zamanda Şifa Hastanesi’nde doktor olduğu doğru mu?”

Zaten bu bilgiler her an ortaya çıkacaktı. Saklamanın bir anlamı yoktu. Aksi takdirde, gizlemeye çalışan bir yandaş gibi görünürdüm. Zaten halkın devlete olan güveni gitgide azalıyordu; bu yalanı söylemek istemedim. Dürüst olmam ayrı bir sıkıntı yaratabilirdi ama onunla başa çıkabilirdim.

 

“Maalesef doğru. Ülkemizde kıymetli mesleklerimiz böyle korkunç zihniyete sahip insanlar tarafından kirletilmeye çalışılıyor. Umarız ki bir gün bunun önüne geçebiliriz. Halkımızın refahı her zaman önceliğimizdir. Korkuya kapılmayın lütfen ve sağlıkçılarımıza karşı ön yargı geliştirmeyin. Bu, tamamen birlik ve beraberliğimize karşı yapılmış bir saldırıdır. Suçlu, suçludur ve suçu işlediği an mesleğinin onurunu kaybeder. Adaletin varlığına olan inancınızı yitirmeyin. İyi günler dilerim.”

 

Samimi bir gülümsemeyle aralarından sıyrılmaya çalıştım. Her kafadan bir ses çıkarken polisler ve görevliler basını dağıtıyordu. Arabama zar zor ulaşıp şoför koltuğuna oturduğumda derin bir nefes aldım.

 

Ulan Cemil!

İnsanları yaşatmak için yemin edenler artık öldürüyor. Dünya ne ara böyle boktan bir yer hâline geldi?

 

Direksiyonu sinirle sıkarken parmak uçlarımın uyuştuğunu fark ettim.

Ah lan Ceylan… Kaç yıldır bu işlerin içindesin, hâlâ alışamadın ya... Sana da helal olsun.

Gerçi alışmamam daha iyiydi. Böyle olaylara karşı hissizleşmek, onları normal karşılamak istemiyorum.

 

Bir doktorun görevi yaşatmak, yok etmek değil.

Bu normal değil.

Bunlar insan değil.

 

Boğazımın kuruduğunu fark edince gözümü yoldan ayırmadan yan koltuktaki bölmeden su şişemi aldım ve kafama diktim. Boş şişeyi gelişi güzel bir kenara attım. Gözüm dikiz aynasına takıldı. İçimde kötü bir his vardı. Etrafıma bakınırken olağan dışı bir şey bekliyordum.

 

Her şey normal, Ceylan. Kuruntu yapmayı bırak.

Rahatlamak için radyoyu açtım. Gülşen - Yatcaz Kalkcaz arabanın içini doldurdu. Ben de mırıldanarak eşlik ettim. Kırmızı ışıkta durduğumda arkamdan kornaya basan andavala sövmemek için kendimi zor tuttum. Trafik nedeniyle uzayan yolculuğun sonunda otoparka girdim, boş bir yere arabamı park ettim. Eşyalarımı toplayıp arabadan inerken yanımdaki arabanın içindeki adamın benim arabama dikkatlice baktığını fark ettim.

 

Beğenmişe benziyordu. Umarım bir gün istediği arabayı alır.

Benim izlediğimi fark edince gülümsedi.

Ama bu gülüş iyi niyetli değildi. İçinde kıskançlık ve küçümseme gizliydi.

 

“Güzel araba. Baba mı zengin, koca mı?”

Senin ben o gevşek ağzını... İyi niyetime de tüküreyim.

Adamla aramda sadece iki araba vardı. Ben ise kendi arabamın hemen önündeydim. Yani şu an onu gırtlaklamam o kadar da zor değildi. Sadece birkaç adım yeterliydi.

Soğukkanlılıkla gülümsedim.

“Yok. Zengin olan benim. Sizin peki? Baba mı fakir, koca mı?”

Normalde insanları maddi durumlarına göre yargılayan biri değilimdir. Ama bu adam sinirimi bozmuştu. Üstelik zaten sinirliydim. Bu kadarı da fazlaydı. Bu tarz insanların da bir şekilde ceza alması gerekiyor.

Yüzü sinir ve şaşkınlıkla çeşitli duygular arasında gidip gelirken, “Koca da baba da yok galiba başında. Mesleğini tahmin edebiliyorum. Benim de faydalanmam mümkün mü?” dedi.

Yaptığı ima ile sağ gözüm seğirmeye başladı. Kendimi tutuyordum, bu adama uçmamak için içimdeki öfkeyi bastırmaya çalışıyordum. Her gün bu tip insanlarla karşılaşsam, mesleğim elimden alınırdı herhalde.

Ama bugün o gün değil, seni şerefsiz.

Verecek cevabı olmayan her zavallı, kadına “orospu” damgasını vuran bu acınası mahluk, yanlış kişiye bulaştığının farkında değildi. Birkaç adımda önüne geldim ama çok da yaklaşmadım. Mesafeyi korumak her zaman en iyisiydi.

“Doğru tahmin edip etmediğinizi öğrenmeniz için size yardımcı olayım.”
Çantamdan çıkardığım kartı uzatırken,
“Ve evet, illa ki faydalanırsınız. Oldukça geniş çaplı bir meslek,” dedim.
Bu kez küçümseyen gülümsemenin sahibi bendim.

Adam, kartı gördüğü an bembeyaz kesildi. Titreyen elinden kartı çektim, topuklarımın üzerinde dönerken omzumun üstünden geride bıraktığım yıkıma baktım.

“Galiba bu siteden değilsiniz. İlk defa karşılaşıyoruz. Herhangi bir hukuki sorununuz olursa bana internetten ulaşabilirsiniz. Ya da biz o zamana kadar size ulaşmış oluruz, merak etmeyin. İyi günler.”

Adam zar zor arkamdan özür cümleleri sıralıyordu ama kâle bile almadım.

Hâlbuki bir şey yapmayacaktım, amacım korkutmaktı. Bir daha böyle bir şey yapacağını sanmıyorum ama yine de ne olur ne olmaz, suç kaydına baktırıp geçmişini öğreneceğim. Bugünkü hadsizliği bir ilkti belki, o zaman bağışlarım.

Elimdeki karta baktım.
Hakimler ve Savcılar Kurulu – Savcı: Ceylan KARACA

Savcı Ceylan… İşte ben buyum.
Bu kadarım.
Ben, bu zamanda adalet için savaşan azınlığın bir parçası olmak için çabalayanım. Milletimi, insan olmayı unutanlardan korumaya çalışanım. Bu savaşta yok olup gitsem bile, geride iz bırakacağıma kendime söz vermişim.

Söz verdiğim tek kişi de kendim değilim.
Kimse bilmese de ben, adaleti yaşatmaya yemin etmiş biri olarak, asla öldürenlerden olmayacağım.
Bu yüzden her kararımda, iki, yetmezse üç kere düşünürüm.
Yanlış bir şey yapıp, birinin umut ışığını söndürmeyeceğim.

Beni oradan izliyor musun abi?

Benimle gurur duyuyor musun?

Otoparktan ayrılmak için asansöre doğru ilerledim. Çağrı düğmesine basıp beklerken, ensemden aşağı doğru karıncalanma hissettim. İrkilip etrafıma bakındım. Neden bu kadar husursuz hisstettiğimi bilmiyorum ama içgüdülerime her zaman güvenirim.

Asansör bulunduğum kata geldiğinde o karakteristik "ding" sesi duyuldu. Kapılar açıldı, ben de kabine girdim. Kapı tam kapanmak üzereydi ki bir el araya girdi. "Savcı Ceylan Karaca?" yabancı bir ses... Uzanan elin sahibi yavaşça içeri girdi ve gözlerini bana dikip asansörün kapatma düğmesine bastı. Üzerinde şık mavi bir takım vardı ama adamı daha önce hiç görmemiştim.Kaşımı kaldırarak sordum:

"Tanışıyor muyuz?"

Adam gömleğinin kollarını düzeltirken bana doğru yaklaştı. Üzerindeki ağır parfüm kokusu burnumu sızlattı. Yaklaşınca refleksle bir adım geriye çekildim. Sırtım asansörün aynasına çarpınca durmak zorunda kaldım.

"Sizi tanımayan mı var, Savcı Ceylan?"

Sesinde hafif bir alay vardı. Sanki bana özel bir gıcıklığı varmış gibi. Rahatsızlıkla yerimde kıpırdandım. Bu garip adam yüzünden kat düğmesine basmayı bile unutmuştum. Elimi düğmelere uzatıp kendi katıma bastım. O ise gözünü kırpmadan beni izliyordu. "Bu soruma cevap olmadı. Beni yakından tanıyor gibisiniz, sebebini merak ettim." dedim. Ellerimi göğsümde birleştirerek güçlü görünmeye çalıştım.

Adam hâlâ cevap vermiyordu. Kaskatı duruşuyla bana bakıyordu. Asansör nihayet benim kata ulaştığında kapılar açıldı. Onu umursamadan yanından geçiyordum ki güçlü bir el beni kavrayıp tekrar aynaya itti. Karşı koymaya çalıştım, çantamı yüzüne savurdum ama bu onu durdurmak bir yana, daha da sinirlendirdi.

Çantamı kaptığı gibi asansörün dışına fırlattı. Kapılar kapandıktan sonra asansörün durdurma duşuna bastı, gözleri öfkeyle parlıyordu. Gözlerini bana diktiğinde içim buz kesti.

Ben bu gözleri tanıyordum. Kırmızı damarlarla kaplı bu gözleri... Bunlar insan gözü değil, bir canavarın gözleriydi. Madde etkisindeydi ve ne yapacağı belli olmazdı. Onunla kavga etmek, delilik olurdu. Bir anda üzerime atladı ve ellerini boğazıma sardı. Bu ani hareketle başım aynaya çarptı. Ciğerlerimdeki havayı parça parça kullanmaya çalışıyordum. Korku ve panikle hızlı nefesler alıp bayılmak istemiyordum. Ellerimle onun ellerini itmeye çalıştım ama nafileydi.

Göz göze geldiğimizde kendimi derin bir kuyuya düşüyor gibi hissettim. Karanlık anılar, suya damlatılan mürekkep gibi zihnimi kaplamaya başladı.

Küçük Ceylancık..

Titriyorsun. Tıpkı seyrettiğimiz belgesellerdeki o ceylanlar gibi. Savunmasız ve acizsin. Gözlerin ne kadar güzel, Ceylan...

Korkma, yanıma gel. Artık abin yok, seni kim koruyacak benden minik Ceylan?

Nefessiz kaldığımda gözlerim kararır gibi oldu. Renkli baloncuklar gözümün önünde patlıyordu.

Tam bayılacakken adam ellerini gevşetti. Ciğerlerime dolan havayla öksürmeye başladım. Ayakta duramayarak dizlerimin üzerine çöktüm. Boğazımı ovalarken adam kolumdan sertçe tutup beni kaldırdı. Bir eli ensemdeki saçlarımı kavrayarak başımı arkaya çekti. Acıdan dişlerimi sıksam da tepki vermedim. Beni ona bakmam için zorladığında bu kez ben, onun gözlerinin içine öfkeyle bakıyordum.

Korkudan çok öfke vardı içimde.
Yıllar önce kendime bir söz vermiştim. Bir daha kendimi ezdirmeyecektim. Güçlü olacaktım. Çok güçlü.

“Cemil’i serbest bıraktıracaksın. Yoksa onun da, senin de işini bitiririz Savcı. Ve emin ol bu bir blöf değil. Kimlerle uğraştığını bilmiyorsun. Bu mesele seni de, beni de aşar. O yüzden canını seviyorsan susacaksın. Cemil’in soruşturmasına girip onu aklayacaksın. Anladın mı?”

Tahmin ettiğim gibi, Cemil itiyle bağlantılıydı. İşin zaten büyük olduğunu biliyorduk. Örgütlenme vardı, bu belliydi. Ama daha adam yeni yakalanmışken bu kadar hızlı bana ulaşmalarını beklemiyordum.

Benden istedikleri şey çok saçmaydı. Ben, adaleti sağlamakla yükümlüydüm. Onu engelleyeceksem bu işi neden yapıyordum?
Şu an tehdit ediliyordum ve az önce boğularak ölmekten son anda kurtulmuştum.
Kabul etmezsem yine karşıma çıkıp beni öldürebilirlerdi.
Ve bu, onlar için çocuk oyuncağı olurdu.
Ama o zaman aklıma şu soru geldi:

“Neden beni şimdi öldürmüyorsunuz? Bu kadar kolayken neden bana seçenek sunuyorsunuz?”

Yani, eşeğin aklına karpuz kabuğu sokmak gibi olmasın ama… Merak ettim. Ve sorgulayıcı tarafım asla susmaz. Sormasam gece uyuyamam. Gerçi o kadar yaşamayıp yaşamayacağım da belli değil ama neyse.

Adam önce kısa bir şaşkınlık yaşadı. Sonra hafifçe gülümsedi, kafasını iki yana sallayarak konuştu:

“Patron senin zeki olduğunu söylemişti. Haklıymış. Ama fazla merak iyi değildir, Savcı. Sana bir şans verildiyse, onu değerlendir. Ya yaşayacaksın… ya da öleceksin.”

Düşünmek için zamana ihtiyacım vardı ama ortam pek müsait değildi. Adam sabırsızdı. Cevap almak için saçımı biraz daha çekti. Yüzümü buruşturarak elimle saçındaki elini itmeye çalıştım.

“Kabul, tamam...” dedim başımı hafifçe sallayarak.

Adam, gülerek elini çekti.

“Aferin. Akıllı kadınmışsın, Savcı.”

Pis sırıtışı midemi bulandırdı. Ardından bana doğru eğilip yüzüme yaklaştı, gözleri dudaklarıma kaydı. Kafamı yana çevirip hızla asansörü çalıştırdım.

Adam gülerek ellerini cebine soktu.
Piç seni.
Sana öyle bir pişmanlık yaşatacağım ki…
Bir daha gülemeyeceksin.

Asansör açıldığında adam indi, kapının önünde durdu. Sırtı bana dönüktü. Parlak cilalı ayakkabılarının üstünde dönerek bana tehditkâr bir gülümsemeyle el salladı. Ardından otoparkın içinde arabaların arasında gözden kayboldu.

Ben ise hızla asansörden indim. İçeride nefes alamıyor gibiydim. Merdivenlere yönelip koşmaya başladım. Topuklu ayakkabılarım yüzünden düşecek gibi olunca onları çıkarıp yalın ayak koştum.

Çantam.
Onu hemen almam lazımdı.

Nefes nefese dairemin katına vardığımda, asansörün önünde çantamı gördüm. Başında da karşı komşum vardı. Elini çantama uzatmak üzereydi.

“SAKIN ÇANTAYA DOKUNMAYIN!”

Kadın korkuyla geri çekildi, şok içinde bana baktı.
O bakışları görünce utanmadan edemedim.
Ben normalde kimseye bağırmam. Kaba konuşmam.
Her zaman jilet gibi takım elbiselerimle, özenle yapılmış saçlarımla podyumda yürüyormuş gibi gezen biriydim.
Ama şu an saç baş dağılmış, elbise kırışmış, elimde de topuklu ayakkabılarla rezil bir haldeydim.
Ve en sevmediğim komşum bu halimi görüyordu.

Saçımı düzeltmeye çalıştım. Çıplak ayaklarımın üzerinde olabildiğince havalı yürüyerek, hiç demin bir adam tarafından boğulmamış gibi davrandım.

Kadın bakışlarını üzerimden çekmeden burun kıvırdı.

“Yemedik ayol. Çantanı al, ne yaparsan yap!” deyip asansöre bindi.

Şu an ona açıklama yapacak hâlim yoktu.
Psikopatça sırıttım, yerdeki çantaya baktım.
Saçımı karıştırırken bozulan sinirimle yüksek sesle gülmeye başladım.

Bittin oğlum.
Çok yanlış bir savcıya denk geldin.

Ellerim titriyordu. Sinirden ve sabırsızlıktan.
Titrememi bastırmak için yumruk yaptım ellerimi.
Boynumdaki küçük fuları çözüp çantaya elimi değdirmeden fular yardımıyla tuttum.

Artık bunu parmak izi incelemesi için emniyete götüreceğim.
O adamın sabıka kaydı olup olmadığına baktıracağım.
Ve gerekiyorsa tutuklatacağım.

Cumhuriyet savcısını tehdit etmek öyle kolay mı sanıyorsun?
Sonunda başıma bela gelecekse bile, o adam bu geceyi hücrede geçirecek!

Bölüm : 15.03.2025 14:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...