

Yeni bölümle herkese merhabaaaa nasılsınız umarım iyisinizdir sınav haftası geliyor maaleseff ama yine de bölüm atmaya çalışacağım elimden geldiğince sizi seviyorum
iyi okumalar 💙
ŞAH VE MAT'MAZEL 10. BÖLÜM
“Bazen en büyük ceza, öldürdüklerinin sesini susturamazken, hâlâ yaşıyor olmaktır.”
Ayaklarım çıplak, ayak bileğime kadar suya batmış bir tarlanın ortasındaydım. Tanıdık yerde gözlerim uzun otları aradı ama beni gizleyen otlar, buğday yoktu bu kez, sadece su…kırmızıya çalan, ağır ve ılık.
Kan.
Baktığım her yerde suyun içinde yatan gölgeler vardı. Tek ayakta olan bendim ama üzerimde ki baskı beni yere itiyordu. Yerde uzanan bedenlere baktım tekrar, kim olduklarını bilmiyordum ama hepsi bana dönüktü.
Boğazlarına kadar batmışlardı.
Ama gözleri dışarıdaydı.
Ve hepsi...
sadece bakıyordu.
Su konuşmuyordu.
Ben de konuşamıyordum.
Ama bir fısıltı vardı —
bir tanesi yaklaşıyordu.
Ağır hareketlerle, suyun içinden çıkıyordu. Sürüne sürüne bana ulaşmaya çalışan beden büyüktü.
Yüzünü seçemedim önce.
Ama sonra biraz daha yaklaştığında..
gözlerindeki öfkeyi,
kaşlarındaki çöküntüyü,
ve çenesindeki kanı tanıdım.
O adamdı.
Benim defalarca bıçakladığım adam. Düşünmeden deli gibi canını aldığım adam...
Son nefesinde "Sen de benim gibisin," diyen ve artık haklı olduğunu düşünmeye başladığım o adam.
Elinde kocaman bir bıçak vardı.
Ama bana saldırmıyordu.
Sadece bıçağı bana doğru uzatıyordu.
“Al,” dedi. Zar zor çıkan sesi ile sanki yine son nefesi ile konuşuyordu.
“Sıra sende.”
İrkilerek geriye çekildim.
Su daha da yükseldi.
Artık bileklerimde değil, dizlerime uzanıyordu.
“Neden buradasın? Rahat bırak artık beni!” dedim ama sesim çıkmadı.
Sadece dudaklarım kıpırdadı. Bağırışım içimde kalıp canımı yaktı.
Adam yaklaştı.
Artık yüz yüzedeydik.
“Çünkü beni seçtin,” dedi.
“Ve o bıçağı ilk tuttuğun an,
artık sen bendin.”
Gözlerimi kapadım.
Ama görüntü gitmedi.
Aksine, o anı yeniden yaşadım.
O tokat.
O kan.
O nefes.
O son bakış.
Hepsi yeniden önümdeydi.
Yere çöküp ellerimi yüzüme bastırdım.
Ama ellerim...
kan içindeydi.
Yalnızca onun değil,
benim de.
Karanlığın içinde onun sesi yankılandı:
“Benim gibi olmayı seçtin, Ceylan.
Artık geri dönüş yok.”
Ve sonra...
bir şey içimde kırıldı.
Gözümün önüne bir başka yüz geldi.
Şâh. Onu görünce yüzümde hafif bir tebessüm oldu ağlayarak bana uzattığı ellerine ulaşmaya çalıştım.
Beni tutan kollar.
Yüzümdeki kanı silen parmaklar.
Sessiz, suçlamayan gözler.
Tam o anda arkadan boğazıma bir el sarıldı. Şah'a döndüm korkuyla ama o donuk bir şekilde sadece olanları izliyordu.
O adam, o karanlık ses arkamdan kulağıma doğru eğildi.
“Sen bir savcıydın,” dedi.
“Şimdi yalnızca bir cellatsın.”
Nefesim kesildi. Yükselen su boynuma ulaşmıştı çoktan.
Boğuluyordum.
Kan suyu ciğerlerime doldu.
Çırpındım. İçmek istemediğim tatmak istemediğim şeyle doyasıya boğuluyordum.
Gözlerimi açmak istedim ama olmadı atmaya çalıştığım çığlıklar boğazımda kalıyor beni daha çok boğuyordu. Şah suyun içinden elini bana uzattı, tutmaya çalıştım fakat olmadı.
o kayboldu.
Ben de kana karıştım.
Nefes nefese uyandığımda, tanıdık tavanla rahatladım. Güvendeydim.
En azından şimdilik.
Odanın kokusu değişmemişti.
Hâlâ o ferah ama belli belirsiz erkeksi koku…
Belki parfüm, belki Şah…
Ama huzurlu.
Beni şaşırtan şeylerden biri de buydu:
Bu kadar acıdan, kandan, öfkeden sonra hâlâ huzur hissedebilmek.
Yavaşça doğruldum.
Serum hâlâ bağlıydı, damarlarımın içine usul usul damlayan sıvının soğukluğunu hissettim.
Bir yanım bu yatakta sonsuza dek kalmak isterken,
diğer yanım uyanık kalmak zorundaydı.
Çünkü bu adamın niyeti ne kadar net görünürse görünsün,
benim geçmişim bana bir şey öğrettiyse,
o da hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığıydı.
Ayaklarımı yatağın kenarına sarkıttım.
Yere basmamla birlikte bacağımdaki dikişler kendini hatırlattı.
İnceden bir sızı.
Ama acı alıştığım bir histi, artık yabancı değildi.
Gözüm odada gezindi.
Gece mi, sabah mı tam anlayamıyordum ama siyah tüllerin arasından gelen solgun ışıktan dolayı sabaha yakın olduğunu düşündüm.
Ve sonra... kapı aralandı.
Bu kez temkinli, kontrollü bir şekilde değil.
Daha rahat, daha sessiz.
Şâh yine içeri girdi.
Üzerinde siyah gömleği, saçları biraz dağınık,
ama yüzünde hâlâ o tanıdık ifadesizlik vardı.
Fakat bu kez onun bakışlarında bir tedirginlik değil,
sessiz bir rahatlama sezdim.
Sanki beni ayakta gördüğüne sevinmiş gibiydi.
Göz göze geldik.
Ben bir şey söylemedim.
O da söylemedi.
Ama odada sessizce salınan bir cümle vardı sanki:
“Buradayım.”
Ben sessizliğimi bozmadım.
Çünkü bazı sorular vardır,
cevabını duymak istemezsin.
Ya da zaten çoktan biliyorsundur.
Ama Şâh sonunda konuştu.
Dizlerini büküp yatağın karşısındaki koltuğa oturdu,
ellerini dizlerinin üzerine bıraktı.
Bakışı bana değil, yereydi.
“Burada güvendesin, Ceylan. Sana zarar verecek kimse yok” dedi. Sanki içimde ki rahatsızlığı biliyor gibi beni rahatlatmak istemişti.
Güvende...
Ne tuhaf bir kelime.
İlk defa biri bana böyle bir cümle kurduğunda
kulağa tehdit gibi gelmedi.
Ama yine de içimdeki o ses hâlâ uyanıktı.
"Kimse gerçekten güvenli değil."
Ben değilim.
O da değil.
Usulca, yorgun bir tebessümle cevap verdim:
“Ben artık kendimde bile güvende hissetmiyorum.”
Şâh bu kez gözlerini bana çevirdi.
Gözlerinde suçluluk yoktu.
Ama tanıdığım başka bir şey vardı.
Anlayış.
Anlayan biriyle konuşmak çok tehlikeliydi.
Çünkü seni zayıf yerinden tutar. Seni bir bulmaca gibi çözer ve kartlarını ona göre oynar.
Yine de konuşmaya devam ettim, içimdekileri birine itiraf etme ihtiyacı duyuyordum.
Çünkü artık susmak daha ağır geliyordu:
“Birini öldürdüm, Şâh. Bile isteye.
Korkmadım.
Titremedim.
Ve en kötüsü...
rahatsız olmadım.”
Sözlerim odamızın içinde yankılanmadı.
Sadece Şâh’ın sessizliğine çarptı,
orada kaldı.
Ne yargı, ne teselli...
sadece kabul.
Zaten ondan teselli beklemiyordum, söyleyeceği hiç bir şey beni teselli edemezdi. O da bunu biliyor gibiydi.
O an içimden geçen cümleyi yüksek sesle söylemedim ama
biliyordum, o da duymuş gibiydi:
“Artık ben de senin gibiyim.”
SON
Bölüm hakkında ki düşünceleriniz neler?
ilerisi için çok güzel planlarım var umarım gerçekleşirrr
Bir sonra ki bölümde görüşmek üzere ben kaçtımm öptüm bays
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |