16. Bölüm

15. Bölüm

Ahu Parla
ahu_parla

Hellooo yeni bölümle yine buradayızzzz

İyi okumalar yorum yapmayı unutmayınnn

 

ŞÂH VE MAT'MAZEL – 15. BÖLÜM

Şâher’in söylediklerinden sonra hiçbir şey diyememiş, bir süre onunla bakıştıktan sonra hızla oradan kaçıp kaldığım odaya gitmiştim. Bana en son söylediği şey “Koşma savcım, bacağına dikkat et.” olmuştu. O zamandan beri onu görmemiştim çünkü odadan hiç çıkmamıştım, o da yanıma gelmemiş, beni rahat bırakmıştı. Açıkçası nedenini bilmiyorum ama onun yanıma gelmesini istemiştim. Arada koridorda ayak seslerini duyuyordum ve odamın önünden geçtiğinde heyecanlanıyor, içeri gireceğini sanıyordum ama sonra geçip gidiyordu işte...

Tanrım...

Başım büyük belaya giriyordu. Şâher, beni örgüte gizlice sokacak olmaktan çok daha fazla heyecanlandırıyordu. Beni korkutuyordu. Onunla fazla göz teması kuramazdınız; çünkü sakladığınız şeylere bile tek tek ulaşıyormuş gibi hissettiriyordu. Sanki hiç gizlim saklım yokmuş gibi… Ne düşündüğümü bile biliyormuş gibi. Ve ben de düşüncelerimi duyduğunu sanıp utanıyor, garip davranıyordum. Onun yanında bazen fark etmeden nefesimi bile tutuyordum. Bu, hiç benlik bir hareket değildi.

Gerilmek ve korkmak.

Bunlar bana ters şeylerdi. Ondan çok daha korkunç insanlar görmüştüm, oldukça tehlikeli kişiler… Ve onlar benden nefret ediyordu. Yani asıl onların karşısında korkmam gerekiyordu. Şâher benden nefret etmiyordu, hatta bana karşı yakın olmaya çalışıyordu. Bu da benim dengelerimi bozan şeydi. Belki de nefret ediyor olsaydı her şey çok daha kolay olurdu.

Yatağın üstünde dizlerimi kendime çekmiş oturuyor, gelecek hakkında ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Onların arasına girerken nasıl bir tavır takınmalıydım? Takma adım ne olmalıydı? Eski hayatıma dönebilecek miydim? Veya… beş yıl daha hayatta kalabilecek miyim? Çünkü her an ölebilecek gibi hissediyordum.

Her an yine bir saldırı olabilir ve ben yerin altını boylayabilirdim.

Hep diken üstünde olmak o kadar stresli ve yorucuydu ki... Önceden mesleğimin verdiği yorgunluktan şikâyet ettiğim günleri özlemiştim. O zamanlarda da hedeftim ama şu an… Öyle büyük bir hedeftim ki, işler benim için hiçbir zaman kolaylaşmayacak gibiydi.

Kapının tıklatılmasıyla irkildim. Düşüncelere o kadar dalmıştım ki yatakta zıplamıştım.

“Gel.” derken, uzun dalgalı saçlarımı omzumdan arkaya atıp parmaklarımla tarar gibi düzelttim.

Kapı yavaşça açıldı ve uzun, ince bedeniyle, “Ben her şeyi bilirim ve harikayım,” edasıyla Şâh içeri girdi.

Üzerinde beyaz bir gömlek vardı ve kollarını dirseklerine kadar katlamıştı. Altında siyah kumaş pantolon… Yani anlayacağınız, yine kendi halindeydi. Kaç zamandır onunla kalıyordum ama değişen tek şey gömleğinin rengi oluyordu. Adam evde bile model gibi dolaşıyordu.

Ayrıca bir şey fark etmiştim: Adamda ciddi bir simetri takıntısı veya düzen sorunu vardı. Kahvaltı hazırladığı zaman veya bana yemek getirdiğinde tabakları ya da masanın üzerindeki en ufak şeyi bile yamuk koyamıyordu. Hatta denemek için ben bozup öyle gidiyordum ama bir an sonra baktığımda her şey yine mükemmel bir açıyla yerleştirilmiş oluyordu. Evine bakarak da anlayabilirdiniz: Her şey yine muazzam bir düzen içindeydi. Raftaki biblolar, çiçek saksıları, kitaplar, mobilyalar… O kadar simetrikti ki bakınca ben bile rahatlıyordum –ki ben dünyanın en dağınık insanıydım. Hoşuma gidiyordu.

Şâher’i boydan inceleyip gözlerine baktım.

“Bir sorun mu var?”

Bu soruyu sormamın sebebi, elinde bir ecza çantası olmasıydı.

Başını iki yana sallayarak yatağımın yanındaki –ben rahatsızken hep oturduğu– koltuğu çekip iyice yaklaştı ve çantayı yatağa bıraktı.

“Dikişlerini alacağım.” demesiyle yüzümü buruşturdum. O ipin çekilme hissi o kadar rahatsız ediciydi ki,

“Kalsın, ben iplerle mutluyum,” dedim.

Bana ‘Ciddi misin sen?’ der gibi bakıp gözlerini devirdi. O gözlerini oyasım o kadar çok geliyordu ki… Bu bir gün gerçekleşebilir.

“Uzat bacağını, savcım.” diyerek eliyle yatağın kendi tarafındaki yere birkaç kere hafifçe vurdu. Tedirgin bir şekilde bir ona, bir bacağıma baktım. Sonra o ısrarcı bakışlarına dayanamayarak bacağımı uzattım.

“Sen mi dikmiştin bacağımı? Yapabilecek misin? Bak, bir şey olmasın. Senin şahsi doktorun falan yok mu? Ne biçim adamsın ya?”

Tek nefeste söylediklerime önce şaşırdı, şapşal bir ifadeyle baktı. Sonra siniri bozulmuş gibi güldü. Ama bu gülüş… O kadar seksiydi ki… Gözlerim sadece dudaklarına bakmak zorundaymış gibi bu gülüşle lanetlendi.

Seksi... Sinirlenince...

Beynimde yaşadığım dejavu ile yutkundum ve başımı hemen önüme çevirdim.

“Savcım, bazen çok zeki olduğunu düşünüyorum. Ama bazen öyle konuşuyorsun ki, bunu düşünmemem gerektiğini hatırlatıyorsun bana… Neyse, belli ki unuttun ama ben doktorum ve bu benim için aşırı kolay bir işlem. Yani korkma. İkincisi, bacağını ben dikmedim çünkü o an... kafam yerinde değildi. Ve evet, şahsi doktorum var. Bacağını da o dikti. İstediğin biçimde bir adam olabildim mi?” dedi, dalga geçer gibi.

Adam resmen beni eziklemişti.

Kaşlarımı çatıp hemen cevap vermek için derin bir nefes aldım, ağzımı açtım ama... hiçbir mantıklı cümle çıkmadı ve öylece kaldım.

AKLIMA HİÇ KARŞI BİR ATAK GELMEMİŞTİ!

“Sus be!” dedim ve kollarımı birbirine dolayıp göğsümde birleştirerek yatağın deri başlığına yaslandım. Şâher, o derin nefes alıştan sonra benden etkileyici bir cevap bekliyordu anlaşılan. Ama söylediklerim karşısında bir an afalladı ve bana yine o “Ciddi misin sen?” içeren alaycı bakışını attı.

Sonra başını arkaya atıp öyle bir kahkaha attı ki kendimi Tanrı tarafından kutsanıyor gibi hissettim. Derin, erkeksi sesini ilk defa gerçekten kahkaha atarken duymak beni defalarca tokatlanmışım gibi sersemletmişti. Sanki kahkahasıyla etrafa kalpler saçılıyor ve ben de kalpler arasında boğuluyordum. Zihnim bu görüntüyü gerçekten kafamda canlandırmıştı –yani kalpler arasında boğulma. Tabii ben sonradan kendime gelmiştim.

Bana güldüğünün yeni farkına varsam da, bu tepki göstermeyeceğim anlamına gelmiyordu.

Yaralı ayağımla ona bir tekme atmak için hareketlendim. Hatta bunu tam olarak başarmak üzereydim. Eğer istediğim gibi olursa, Şâher’e sert bir tekme atacak ve onun koltukla birlikte arkaya düşmesine sebep olacaktım. Sonra da kahkaha atma sırası bana geçecekti.

Ama işler yine istediğim gibi gitmedi. Şâher, bana bakmıyor olduğu hâlde, hızlı bir hareketle ayağımı havada kapıp kucağına, bacaklarının üzerine koydu.

Dudaklarım büzüldü ve hayal kırıklığı içinde yakaladığı ayağıma baktım. Sonra da az önce çok güldüğü için gözleri hafifçe ıslanmış olan Şâher’e,

“Spider-Man misin be? Ne bu refleks?” diye söylendim.

Ciddileşerek boğazını temizledi.

“Reflekslerim iyidir. Ve bu yaptığın hoş değildi savcım. Bacağın daha yeni iyileşti. Yine bir sakatlık çıksın istemeyiz.” diyerek ecza çantasına uzandı.

Ama sonra, sanki bir şey olmuş gibi duraksadı. Ayağımın üzerindeki eline baktı, hemen elini çekip panikle bana döndü:

“Özür dilerim. Dokunmamalıydım ama bir an refleksle… bacağın acımasın diye tuttum.” dedi.

Yaptığı açıklamayla neyi kastettiğini anladım.

Ama sorun şuydu ki, dokunmasını istemeyen ben… onun dokunuşundan rahatsız olmamıştım. Hatta fark etmemiştim bile. Onun böyle, söylediğim şeylere değer vermesi içime sıcak hislerin yayılmasına sebep oluyordu.

Şâher aşırı düşünceli bir adamdı. Onun gibi birini daha önce hiç tanımamıştım. Hatta o kadar düşünceli biriydi ki, size “Yeterince düşünceli biri miyim?” diye sorgulatıyordu.

Aslında olması gereken onun tarzı mıydı?

Bilmiyorum... ama ben onun bu huyunu gittikçe daha çok seviyordum.

Tedirgin bakışları yüzümde gezinirken onu çok sevimli buldum ve gülümsedim. Gülümsememle gözleri dudaklarıma kaydı ve bakışlarındaki tedirginlik yerini rahatlamaya bıraktı.

“Sorun değil Şâher, fark etmedim bile.” dedim gülümsemeye devam ederek.

Ama gülümsemem, ayağımın altında hissettiğim şeyle bozulmaya başladı ve gözlerim faltaşı gibi açıldı.

Ayağımın altında bir sertlik vardı!

Ben dehşet içinde Şâher’in kucağına bakarken ayağımı hemen çekmek istedim ama bedenim şokla kaskatı kesilmişti.

Şâher, bakışlarımdaki değişimi fark edip benim baktığım yere –kucağına– bakmak için başını eğdi ve:

“Siktir...” diye fısıldadı.

Yine ve yine siktir! Siktir!

Başı ışık hızında kalktı ve bana baktı. O da benim gibi şaşkındı ama sonra yüzü muzip bir hâl aldı ve eliyle ayağımı göstererek:

“Savcım... ayağını neden hareket ettiriyorsun? Ve hâlâ niye kucağımda?” dedi. Çenesi, kendini sıkıyormuş gibi kasılıydı; zorlukla konuşuyordu.

Hemen ayağımı iki elimle tutup çektim ve ayağa fırladım.

Tanrım! O kadar utanmıştım ki yerin dibine kafamı sokmak istiyordum!

Şâher’in alaylı, çapkın bakışlarına daha fazla dayanamadım ve hemen örtüyü kaldırıp altına girdim.

Adeta bir top haline geldim...

"Çık! Sonra alırsın ipleri, hadi git git!" dedim ve gözlerimi sıkıca yumdum. Sanki görmezsem her şey yaşanmamış gibi olacaktı. Koltukta bir hareketlilik oldu ve Şâher, yatağın üzerindeki çantayı da alarak odadan çıkıyordu ki durdu.

"Utanmana gerek yok, Savcım. Belli ki bir şeyi ölçmek istedin... Sorman yeterli," dedi ve odadan çıktı. Kendi odasına giderken onun kısık kıkırdamalarını hâlâ duyuyordum...

Neden, neden, neden!

Bana ne olmuştu böyle?

Sürekli adama rezil olmaktan hiçbir ağırlığım kalmayacaktı. Neyse ki bunları kimse görmüyor, bilmiyordu. Emir bilseydi, benimle yıllarca alay ederdi ve dilinden kurtulamazdım.

"Senden nefret ediyorum Şâh! Pislik, sapık ve gıcıksın!" diye bağırdım yorganın altından.

"Sapık olanın ben olduğumu düşünmüyorum, Savcım... Ve ben de seni seviyorum, teşekkür ederim!" diyen alaycı sesiyle cevabı gecikmemişti.

Sapık olan benmişim gibi konuşması beni hem sinirlendirmiş hem de yine utandırmıştı. Oflayıp yorganın altından başımı çıkardım, yoksa birazdan boğulacaktım.

--

Birkaç saat sonra Şâher, hiçbir şey olmamış gibi tekrar yanıma gelmişti. Dikişlerimi alacağını söyleyince onun girmesine izin verdim. Bana hiç alaylı imalarda bulunmamıştı; ben de buna uyum sağladım. Sonuçta rezil olan bendim, değil mi!

İkimiz de hiçbir şey olmamış gibi davranırken, bacağımı — geceliğimi yukarı çekerek — açtım. Yara baldırımda olduğundan bacağım epey açıkta kalmıştı ama Şâher sadece yarama odaklanmış, beni hiç rahatsız hissettirmemişti.

Eli o kadar hafifti ki hiçbir şey hissetmedim. Bir çırpıda ipi almış ve çantasını toplamıştı. Bacağıma baktığımda silik kurşun izini gördüm. Bir an kulağımda kurşunun sesi tekrar çınladı ve bacağım o acıyı yeniden yaşıyormuş gibi kasıldı.

Zihnime, mürekkebin suya dağılması kadar hızlı yayılan kötü anılarla irkildim.

"İyi misin, Savcım?"

Şâher'in endişeli sesiyle ana geri döndüm. Bakışlarımı bacağımdan ayırıp geceliğimi aşağıya çektim ve bacağımı kapattım.

"İyiyim."

Verdiğim kısa cevaptan tatmin olmamış gibi bana bakıyordu. Gülümseyerek onu rahatlatmak istedim ve "İyiyim" der gibi gözlerimi kapatıp açtım. Başını ağır ağır sallayıp eşyaları topladı ve kapıya doğru ilerledi. Çıkarken eli lambayı kapatmak üzere düğmeye uzandı ama duraksayıp omzunun üzerinden bana baktı.

"İyi geceler, Savcım," dedi şefkatli bir sesle. Sesi, sanki bu karanlık gecede bile "yalnız değilsin" diyordu.

"İyi geceler, Şâh. Ve... teşekkür ederim," dedim gülümseyerek.

Bakışları bir süre gülüşümde gezindi ve gözlerime çıktı.

"Ben teşekkür ederim, Savcım."

Ve ben neden? diye soramadan lambayı kapatıp, beni sorularımla karanlıkta bırakarak odadan çıkıp kapıyı kapattı.

Yüksek ihtimalle, benim teşekkür etmemin sebebinin dikişlerimi alması olduğunu sanıyordu.

Ama... benim tek sebebim o değildi.

Peki ya onun sebepleri nelerdi?

 

SON

 

Bitiiğğğ

Nasıldıı sizceeee

Sonraki bölümde görüşürüzzz

 

Bölüm : 09.06.2025 16:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...