
ŞAH VE MAT'MAZEL – 19. BÖLÜM
Bir kaç gün önce:
"Şimdi Savcım, rolünü o kadar iyi oynamalısın ki asla senden şüphelenmemeleri lazım, yoksa ölürsün. Bu adama dikkat et, yoksa ölebilirsin. Şu kemik maskeli adama da dikkat edelim, bir şeye taktı mı bırakmıyor... Ve Kuzgun maskeli adam, ondan uzak durmaya çalış; ne olur ne olmaz, içlerinde en tehlikeli olan o."
Şâher bana hızlı bir şekilde tüyolar verirken gözlerimi devirdim.
"Onu yapma ölürsün, şunu yapma ölürsün... Yaşayacağım bir ihtimal var mı?"
Elindeki çubuğu bırakıp tahtanın önünden ayrılarak yanıma, koltuğa oturdu.
O yine böyle yakınımdayken akli dengem altüst oluyor ve beynim kısa devre yapıyordu.
"Senin ciddiye alman için söylüyorum, yoksa senin ölmeni izlemem. Ben varken kimse sana bir şey yapamaz Savcım. Ama işler zorlaşmasın ve mükemmel bir şekilde hallolsun isteriz, değil mi?"
Başımı usulca sallayarak onu onayladım.
Tekrar tahtanın başına geçerek öğretmen edasıyla çubuğu tahtaya yapıştırılmış fotoğrafın üzerine koydu.
Gerçekten öğretmenim olsaydı ne olurdu acaba?
Kesinlikle ondan hoşlanabilirdim.
Kolları kıvrılmış beyaz gömleği ve tek bir kırışı bile olmayan siyah kumaş pantolonunda gözlerimi gezdirdim. İnce çubuğu tutan zarif ama erkeksi parmakları da çubuk gibi ince ve uzundu. Teni öyle beyazdı ki damarlarının maviliği ve yeşilliği "Ben buradayım" diyordu.Öksürme sesiyle irkildim.Şâher bana kınayan ama aynı yaramazlıkla parıldayan gözleriyle bakıyordu.
"Savcım, dikkatin hep böyle kolay mı dağılır, yoksa kişisel mi algılamalıyım?"
Elindeki çubuğu uzatıp çenemin altına koydu ve çubuğu hareket ettirerek başımı kaldırmamı sağladı. Ardından iyice bana yaklaşarak kafasını hafifçe eğdi. Hâlâ bana yukarıdan bakıyor, gözleriyle adeta beni yiyip bitiriyordu.Açık kahve gözlerine bakarken kendi itaatkâr yansımamı gördüm. Onun önünde oturuyor ve uslu bir öğrenci gibi başımı kaldırıp onu dinliyordum.
"Bana odaklan Savcım... Dikkatimi dağıtıyorsun."
Sonlara doğru sesi kısılırken gözleri, gerginlikten dişlemeye başladığım dudaklarıma kaydı.Ortamın havası onunlayken aniden değişip kızışabiliyor ve ruhumu alev alev yakıyordu.
Ruhum, ateşin etrafında uçan güve gibi ona uçuyor, beni zor durumda bırakıyordu.
Belki de gerçekten akli dengemi yitirmiştim ve her şey birer yanılsamadan ibaretti; çünkü bir aydır gördüğüm tek insan oydu.
Dilimi kuruyan dudaklarımın üzerinde gezdirdikten sonra sırıttım ve gömleğinin yakalarını yakalayıp onu kendime çektim.Gözleri, bu yaptığım ani hareketle dudaklarımdan ayrılıp irileşerek gözlerime tırmandı.Gözlerimiz, yakınlığı çözmeye çalışır gibi birbirimizin yüzünde hızlıca gezinirken nefesi yüzüme çarptı.
Şâh heyecanlanmıştı.Onu heyecanlandırmıştım.Sorun şuydu ki bu yakınlıktan tek etkilenen o değildi.Fakat bu sefer bunu ben yaptığım için dirayetli olan taraf bendim.
Biraz da ben eğlenmeliydim.Ona iyice yaklaştığımda burunlarımız birbirine sürtündü ve Şâher derin bir iç çekti.Gözleri gözlerimle buluştuğunda bakışlarında saf etkilenmeyi görebiliyordum.Titrek bir nefes verdim ve nefesimi yüzünde hissedip gözlerini kapattı.Onu öpeceğimi sanıyordu, dudakları aralanmıştı.Gözleri kapalı, beklentiyle derin nefesler alan Şâher’in görüntüsü oldukça albeniliydi.
Öyle ki inadımı kırıp onu öpebilirdim... ama kırmadım.
Dudaklarıma yanağını sürterek kulağına yaklaştım.
"Seni öpeceğimi sanman çok komik, Şâh. Dikkatini dağıtmak istesem böyle yapardım işte. Sen de aklınca oyunlar oynayacaksan bunu düzgün yap, ya da hiç yapma. Bana yaklaşma bile. Ben senin gibi bir adamı öpmeyeceğim."diyerek fısıldadım ve aynı yavaşlıkta geri çekildim.
Gömleğinin yakalarını bırakıp onu ittirerek kendimden uzaklaştırdım.Şâher, kirpiklerini birkaç kez kırpıştırıp afallayarak bana baktı.Sanki buz gibi suyla uyandırılmış gibi şaşkındı.Bu görüntü beni o kadar tatmin etmişti ki gülümsememi gizleyemedim bile.
Şâher’i bildiğiniz göt etmiştim!
Şâher'in afallamış ifadesi değişerek yine o karanlık, yaramaz hâline büründü.Dudağının bir kenarı usulca kıvrılırken gözleri tehlikeli bir şekilde parıldıyordu.Başını yana çevirip siniri bozulmuş gibi güldü ve sonra tekrar bana baktı.Alt dudağını dişlerinin arasına alıp ısırdı, sonra bıraktı.
"Savcım, gerçekten çok eğlenceli bir kadınsın. Her seferinde daha fazlasını isteyeceğim kadar… Ama fazla iddialıydın sanki... Öpmeyeceğim falan... Hem benim gibi derken? Benim gibi adamlar nasıl olurmuş?"
Tek kaşı havalanırken kollarını göğsünde birleştirdi.Bu hareketi, her zamanki gibi gömleğinin kumaşının gerilmesine ve fiziğinin daha belirgin olmasına yol açtı.Bilerek yapıyor, şerefsiz herif...
Yutkunup bakışlarımı yumruk atmak istediğim yüzüne çevirdim ve kendimden emin bir ifade takınarak bacak bacak üstüne attım.
"Senin gibi adamlar, Şâh... Tehlikeli ve güven vermeyen kişilerdir. Ben sizin duygulardan anlayacağınıza asla inanmıyorum. Suçlu suçludur ve sen pişman bir adama da benzemiyorsun. Ne yaptığının gayet farkındasın. Biz seninle denk değiliz, olamayız. Benden uzak dursan iyi edersin. Sadece işimizi halletmeye bakalım. Ben savcıyım, sen ise örgüt mensubusun. Bu değişmeyecek. Nerede durmamız gerektiğini bilelim. Etkilenip toz pembe hayallere kapılacak bir kadın değilim, hiç olmadım. Bunun farkında olursun umarım."
Oturduğum sandalyeden yavaşça kalkarken söylediklerim benim de ayılmamı sağlamıştı.Şâher, karmakarışık bir ifadeyle bana bakarken elleri göğsünden ayrılıp iki yanına düştü.Bakışlarında kısa süreli bir kırgınlığı yakalar gibi oldum fakat Şâher hemen toparlanıp poker ifadesini takınmıştı.
Başını aşağı yukarı sallarken gözlerini sıkıca yumup derin bir nefes aldı."Tamam, öyle olsun Savcım... Ama unutma, bu söylediklerini bir gün hatırlaman gerekecek."dedi ve benim bir şey söylememe fırsat vermeden hızlıca odadan çıkıp gözden kayboldu.
Şâh istediği her şeye hâkim olabilirdi belki ama bana olamayacaktı.
-------------------
Şimdiki zaman:
"İçeri ne zaman gireceğim ben?" diye sordum, yanımda kaskatı kesilmiş, düşünceli Şâher’e.
Bana cevap vermeden takım elbisesinin yakalarını düzeltti, elini iç cebine attı ve telefonunu çıkarıp birini aradı.Bir süre çaldıktan sonra karşı taraf açmış olacak ki Şâher ona:
"Alabilirsiniz." dedi ve cevap beklemeden telefonu kapatıp ceketinin iç cebine koydu.
Bana döndü:
"Birazdan olacaklar için özür dilerim, Savcım."
Tereddüt eden gözleri yüzümde dolaştı, hiç rahat değildi ve söyledikleri kafamı karıştırmıştı.
Anlayamadığım için yüzümü buruşturup:
"Ne saçmalıyorsun Şâher, neler oluyor?" diye sordum fakat o bana cevap vermedi ve köşkün açılan kapısına baktı.
Köşkün kapısı açılırken ben ne olduğunu anlayamadan Şâher, bedenime arkadan güçlü kollarını sarıp kollarımı kelepçeler gibi kilitledi, bedenimi hapsetti.O bunu yaparken açılan kapıdan bir düzine adam çıkmış, hızlıca merdivenlerden iniyordu.
Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilememiş ve tepki verememiştim.Yere düşen beyaz maskeye baktım, sonra da bana doğru gelen adamlara…
Nefesini kulağıma üfleyip tüylerimi diken diken eden arkamdaki Şâher’e döndüm.Dudaklarım şaşkınlıkla açılıyor, ne söyleyeceğimi bilemediğim için geri kapanıyordu."N-ne… Ne halt ediyorsun Şâher!" diyerek öfkeyle tısladım.Tehlikeli kıkırtısı kulağıma doldu ve beynimde yankılandı."Sorun yok Savcım, sadece biraz eğleneceğiz. Merak etme ve bana güven." dedi ve beni yana doğru çevirip başımın yanına bir öpücük kondurdu, saçlarımın arasından derin bir nefes aldı.
Sonra da beni ileri, köşke doğru itekledi.
"Ben hallederim beyler, sonuçta ben yakaladım." demesiyle ona hayretler içerisinde bakakaldım.
Planımızda böyle bir şey yoktu, beraber içeri girmemiz gerekiyordu!
Şâher bana ihanet mi ediyordu? Her şey birer yalan mıydı?
Tanrım! Nasıl bu kadar aptal olmuştum?
Gözlerim öfkeyle dolup taşıyor, adeta yanıyordu.Yüzümü kapatan saçlarımı arkaya atıp hışımla Şâher’in üzerine doğru atılıyordum ki adamlar beni tuttu ve yumruğum havada sallanmakla kaldı.Şâher elleri cebinde birkaç adım geri gidip sinir bozucu bir şekilde güldü:"Beyler ben hallederim dedim çekin ellerinizi onun üzerinden. Hemen."
Sesinden saklamaya çalışsa da sinirlendiği belliydi.Adamlar benden uzaklaştı ve Şâher, dirseğimden tutup beni köşke doğru sürüklemeye başladı."Bırak beni seni şerefsiz piç!"Sinirli bağırışım köşkte yankılanırken Şâher ilerlemeyi kesmiş, yüzünü korkutucu bir yavaşlıkla bana çevirmişti.Derin bir sessizlik olmuştu.Fakat arkamdan bir adamın arkadaşına:
"Şimdi sıçtı. Şâh onu öldürecek." dediğini duymuştum. Ben ondan zerre korkmuyordum içimde öyle bir nefret vardıki ona karşı bunu hiç bir şey söndüremez gibi geliyordu.
Şâher gözlerini yumup derin bir nefes aldı.Bu, onun sakin kalmaya çalıştığını gösteriyordu.Gözlerini tekrar açtığında hâlâ harelerindeki kıvılcımları görebiliyordum.Bu sefer beni, öncekine kıyasla daha sert bir tutuşla çekti ama hâlâ kolumu çok sıkmıyordu."Şansını daha fazla zorlama istersen. Ve yürü." dedi buz gibi bir sesle.Bu benim tanıdığım adam değildi...Hem de hiç.Ya da aslında, asıl tanımam gereken adam buydu ve bunca zaman bana rol yapmıştı.
Hayatımı kurtarması, beni iyileştirmesi, her şeyimle ilgilenmesi...
Zihnim onunla olan anılarla dolarken en sonunda dans ettiğimiz ana takılı kalmıştı ve sürekli başa çalarak bana işkence ediyordu.
Şarkı susmuyordu.
Onun benim için çevirdiği şarkı...
Gözlerim bu sefer öfke değil, başka bir duygu sebebiyle yanıyor ve görüşüm bulanıklaşıyordu.Başımı eğip saçlarımla yüzümü kapattım ve kendimi Şâh’a bıraktım.Köşke girdiğimizde labirent gibi uzun, karmaşık koridorlardan geçtik ve en sonunda bir odaya girdik.Yoğun kahverengi tonlarının hâkim olduğu oda deri ve kül kokuyordu.Külün sebebi yüksek ihtimalle sönmüş şömine, deri kokusu ise koltuklardan geliyordu.Şâh kolumu bırakıp kapıyı kapattı ve büyük çalışma masasına ilerleyip çekmeceyi açtı, siyah bir kutu çıkardı.Kutuyu açıp içindekini çıkardığında Şâh'ın meşhur siyah deri veba maskesi ortaya çıkmış oldu.
Aynı onu ilk gördüğüm zamanki gibiydi...
Beni kaçırdığı ve aramızda gerilim yaşandığı o günler.
Yüzünü saklayan maske elindeydi.
Aynanın karşısına geçip maskeyi başına geçirmesini sessizce izledim.
Şâh aynanın önünden ayrılıp tekrar bana yaklaştı."Sessizleştin bakıyorum." başım yine eğik olduğundan sadece parlak, cilalı ayakkabılarını görüyordum.Ona cevap vermemeyi tercih ederek sessiz kaldım."Benimle konuşmayacaksın demek..."diyerek mırıldandı.Fakat ben yine cevap vermedim.Eğer ağzımı açarsam hiç susmayabilirdim ve duygusal davranabilirdim.Mantıklı konuşabilmek için zamana ihtiyacım vardı.
Ve de... ağlama isteğinin geçmesi için.
Başımı eğdiğim için dolan gözlerimden bir damla, Şâh'ın ayakkabısına düştü.Ve ben, onun fark etmemesi için içimden dualar ederken, o hızlı bir hareketle elini uzatıp çenemi yakaladı ve kaldırdı.Dirensem de kaçmayı başaramadım.Başımı kaldırdım ve gözlerimiz buluştu.Maskesine rağmen gözlerini yuvarlak camlardan görebiliyordum fakat bu bakışma kısa sürdü; çünkü ben ona bakmaya dayanamıyordum.O yüzden gözlerim farklı yerlere kaçışıyordu.
"S-sen... ağlıyor musun?"
Sesi, maske yüzünden boğuk çıkıyordu.Hayretle sorduğu bu soru ile sinirlenmiş ve utanmıştım.Ağladığımın görülmesi hoşuma gitmiyordu.Hem de onun yüzünden ağlarken...Gözlerimi ona çevirdiğimde, gözlerinde derin bir hüzün görüp afalladım.Yanağımdan aşağı yavaşça süzülen yaşa bakarken gözleri titredi.
"Seni ağlattım."
Bunu bana değil de daha çok kendine söylüyor gibiydi."Evet, mutlusundur umarım."dedim.Sesim adeta can çekişiyormuşum gibi acı dolu ve kısık çıkmıştı.Şâher, çenemi tutan eline yaşımın düşmesiyle eli yanmış gibi hızlıca geri çekildi ve bana arkasını döndü.Şâh, yüzündeki maskeye rağmen yüzünü benden saklama ihtiyacı duyuyordu.
"Götürün!"
Hâlâ arkası dönükken bağırdı ve odanın kapısı açıldı.İçeri, iki takım elbiseli ve düz beyaz maskeli adam girip beni odadan çıkardılar.Arkamı dönüp baktığımda, Şâh başı ellerinin arasında, bir enkaz gibi oturuyordu.Adamlar beni yine labirent gibi koridorlardan geçirdikten sonra farklı bir kapının önüne getirdi.Biri beni bırakıp kapıyı açtı ve diğeri de beni odaya doğru ittirdi.İçerisi kapkaranlıktı, tek ışık koridordan gelen ışıktı.Odaya ilk giren adam yan tarafa gidip bir tuşa basınca içerisi loş sarı bir ışıkla aydınlandı.
Oda, gri duvarlar ve ortadaki eski sandalyeden ibaretti.
Yüksek ihtimalle de o sandalye benim içindi.
Hiç zorluk çıkarmadan gidip sandalyeye kendimi bıraktım.Bu da adamları bir hayli şaşırttı fakat umursamadım.O kadar yorulmuştum ki artık oturmam gerekiyordu.Topuklu ayakkabılarımı çıkarıp kenara koydum ve arkama yaslandım.Adamlar beni hayretle izlerken biri elindeki ipe, sonra da bana baktı:
"Neyse, buna gerek yok, kapıyı kilitleriz." dedi arkadaşına ve odadan çıktılar.
Tavandaki sarı ampul yanıp sönmeye başlayınca zihnim kirli anılarla doldu.
Tavandan asılı cesetler.
Cızırdayan ampul.
Bıçaklar ve bacağımdaki acı.
"Işığı söndürür müsünüz?" dedim, adamlar çıkmadan.Arkalarını dönüp garipser gibi baktılar.Kim böyle bir odada zifiri karanlıkta kalmayı tercih ederdi ki?
Ben. Ben ederdim.
"Lütfen." dedim.Sesim öylesine yalvarırcasına çıkmıştı ki, adam bir şey demeden hızlıca lambayı kapattı ve odadan çıktı.Arkadaşı kapıyı kapatırken:
"Teşekkür ederim."diye fısıldadım ve kapı cevap olarak sessizce kapandı.
Zifiri karanlık beni kucakladı.
Bir hiçliğin ortasındaydım ve bu sefer beni kurtarmak için gelecek birinin olmadığını biliyordum.
Artık koruyucu bir Şâh’ım yoktu. O da herkes gibi celladım olmayı seçmişti.
SON
Bir sonraki bölüm 30 yorumda gelecek
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |