20. Bölüm

20. Bölüm

Ahu Parla
ahu_parla

Uzun bir aradan sonra uzun bir ölüm atlırrr

iyi okumalar sınır 30 yorum da yeni bölüm gelecek iyi okumalarrr

ŞÂH VE MAT'MAZEL 20. BÖLÜM

Hayat yine yapacağını yapmış ve beni yerle bir etmişti. Her ayağa kalktığımda bir tekme ile beni yere çalıyor ve benimle alay ediyordu. Bu sefer tekme beklemediğim bir yerden gelmişti, kalkmam zor olacaktı fakat sonunda ben yine kalkardım çünkü bana el uzatan ve beni ayağa kaldıran bir öfke vardı. O, benim intikam almamı öyle güçlü bir şekilde istiyordu ki bir saniye bile oturamazdım.

Karanlığın içinde otururken aklımdan kırk tane vahşet fikri dolanıyor ve şeytanlarım şaşkınlıkla kenara kaçıyordu. Hiçbir ışık olmadığı için zamanın ne kadar geçtiğini, ne kadar süredir burada bulunduğumu anlamıyordum. Burası öyle bir yerdi ki hiçlik gibi ve en akıllı insanı bile delirtebilirdi. Ben zaten delirmiş olduğumdan burası bende büyük bir etki yaratmamıştı ama sessizlik ve karanlık artık sinirimi bozmaya başlamıştı.

Kapının arkasında duyduğum adım sesleri ile diklenip kulak kesildim. İki kişi olduklarını anlamıştım ve birini tanıyordum. Şâh… Bana doğru geliyordu. Onu görmek, sesini duymak bile istemiyordum; onu gerçekten acılar içinde öldürmek istiyordum. Ama bir yandan da oturup ağlayarak neden bana bunu yaptığını sormak…

Kapının açılması ile odaya dolan ışık gözlerimi yakmıştı ve girenlere bakamadan yanan gözlerimi kapatıp elimle ovuşturdum. Ellerimi gözümden çektiğimde karşımda iki adam duruyordu. Biri adı lazım değil veba maskeli adam, diğeri de aslana benzer bir maske takmış, yeleleri andıran kabarık siyah saçlı biriydi. Boyu biraz kısaydı ama iri yapılı bir adamdı. Şâh ona göre daha uzun ve ince duruyordu. Giydiği siyah takımla çok görkemli duruyor, omuzlarında duran kabanı ve uzun boyu sebebiyle sandalyede oturan benim için biraz ürkütücü büyüklükte gözüküyordu.

Dikleşip bacak bacak üstüne atarak kollarımı göğsümde birleştirdim. Şâh başını eğdi, tam olarak nereye baktığını göremesem de bacak bacak üstüne attığım için üstteki bacağım yırtmaçtan dolayı tamamen gözler önüne çıkmış, kapıdan gelen ışıkla adeta beraber “ben buradayım” diyordu. Şâh’ın elleri yumruk halini alırken yanındaki adam konuşmaya başladı:

“Evet, dinleyelim bakalım, sen kimsin? Duyduğuma göre Ercüment’i öldürmüşsün, bu doğru mu?”

Kalın ama ürkütücü olan bir sakinlikle sarf ettiği şeylerle kafam karışmıştı. Benim birini öldürdüğümü nereden öğrenmişti? Tabii ki Şâh’tan… Şâh beni satmıştı hem de tamamıyla. Ama istediği olmayacaktı, ben sandığı gibi kolayca alt edebileceği bir kadın olmayacaktım.

“Evet, ben öldürdüm. Herhalde beni doğramak isteyen bir adamla oturup konuşarak anlaşamazdım değil mi?”

Tek kaşımı kaldırıp iyice arkama yaslandım. Rahat ve korkusuz gözükmek için verdiğim çaba işe yarıyordu galiba çünkü adam benim rahatlığım karşısında biraz duraklamıştı.

“Savcı Ceylan Karaca… Bu yüzü televizyonda çok görüyorduk. Kim bilirdi ki ünlü savcımızın böyle kucağımıza düşecek olduğunu… Hayat çok şaşırtıcı, öyle değil mi?”

Şâh’a dönüp onay beklerken beni küçümser şekilde güldü. Şâh ise sadece başını sallayıp kapıya doğru hafifçe çevirdi. Bana bakmaya tahammül edemiyor gibiydi.

Maskelerin ardından bile bana bakacak yüzü yoktu.

Şâh’tan gözümü ayırdım çünkü ona baktıkça sinirim artıyor ve kafam karışıyordu. Sıktığım çenemi gevşetip alaycı bir kahkaha patlattım. Sinirli olduğum için biraz histerik bir gülüş olmuştu.

“Beni bu kadar yakından takip ediyor olmanız… Ah, ne büyük bir gurur! Bu kadar ünlü olduğumu bilmiyordum. İsterseniz imza verebilirim, hatıra olarak saklarsınız?”

Aslan maskeli adam sesli bir şekilde güldü. Narsist ruhunu zedelediğim, ürkütücü kahkahasından anlaşılıyordu. Şâh başını bana çevirip boğazını temizledi. Yalandan öksürmesinin amacını anlamıyordum ama sanki beni uyarmaya çalışıyordu.

“Bu aslan maskeli kim?”

“O, liderimiz. Tehlikeli bir adamdır. Egoist, kendini beğenmiş piçin teki… Zeki ama nasıl yapılacağını öğrendiğinde kandırması kolay biridir.”

Aklıma düşen diyaloglarla bu adamla fazla iddialı konuşmamaya karar verdim.

“Cesur olmanız takdire şayan, savcı. Fakat ne demişler: Akılla birleşmeyen cesaret, delilik olur.”

Odanın diğer ucuna gidip ışığı açtı. Sarı ampul tepemde yanarken kalp atışlarımın hızlandığını hissettim. Başımı kaldırıp ampule baktığımda cızırdadı ve kulak tırmalayan o sesi çıkardı. Fakat odada bu sesten ve görüntüden rahatsız olan bir tek bendim. Derin nefesler alırken odaklanmaya çalıştım.

Zoraki gülümsememi yüzüme kondururken Şâh’ın bakışlarını üzerimde hissediyordum. Bana baktığını hissediyordum; adeta ruhumda açtığı deliklere yenilerini ekler gibi beni izliyordu.

Titrek bir nefes verdiğimde Aslan,

“İyi misiniz, savcı?” diye sordu.

Başımı usulca aşağı yukarı sallarken kollarımı bedenime sarıp,

“Şimdi ne olacak?” sorum üzerine ciddileşen adam karşıma geçti ve kravatını düzeltirken:

“Sence sana ne olur?” dediğinde, kendimden emin bir şekilde cevap verdim. Çünkü bu adam benim korkmamı ve buna bağlı olarak hata yapmamı bekliyordu. Bu sayede tek bir hamlede beni yakalayacak ve nefesimi kesecekti; adeta bir ceylanı boynundan kapan bir aslan gibi…

“Sizin doğru karar vereceğinizi biliyorum. Zeki ve güçlü bir adamsınız, hamleleriniz hatalı olamaz.”

Söylediklerimle omuzları kabarıp büyüdü. Gerçekten de övülmeyi seven, kendini beğenmiş adamın tekiydi. Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum ve yüzümdeki sahte hayranlığı sabit tutmaya çalıştım.

“Beni yakından tanıyor gibisin…”

Hah, narsist piç!

“Evet öyle, sizi araştırdım. Örgüt hakkında da bilgiliyim. Aranıza katılmak istiyorum, pişman olmayacağınıza emin olabilirsiniz.”

Bana iyice yaklaşıp üzerime doğru eğildi ve saçları yüzüme sürtündü.

“Bir kadını… Üstelik işime çomak sokmuş bir savcı olan bir kadını neden örgütüme sokayım ki? O kadar aptal mıyım?”

Sinirle sarf ettiği sözler tüylerimi diken diken ediyordu. Bu adamın yaydığı enerji gerçekten de çok ürkütücüydü fakat korkusuz rolümü devam ettirmek zorundaydım. Dibimde olan adamdan gözlerimi kaçırdığımda arkasındaki Şâh ile bakışlarım buluştu. Ellerini yavaşça havaya kaldırarak işaret diliyle çantan dedi.

İlk birkaç saniye dediğini anlamayarak tekrar dibimdeki adama döndüm ve yutkundum. Sonra çantamda olan şeyleri düşündüğüm anda Şâh’ın neyi kastettiğini de anladım ve başka bir şeyi de…

“Evet, bir savcıyım fakat aslında sizin işinizi hiç karıştırmadım. Cemil’i yakalamam ve patronu olan o Ercüment’i öldürmemin bir sebebi vardı. Hem bir düşünün, Ercüment niye beni o kadar öldürmek istesin ki? Ben sıradan bir devlet çalışanıyım. Buradan onun korktuğu bir şeyler olduğunu anlayabilirsiniz çünkü bilmemem gereken şeyleri biliyordum ve size söylemek üzereydim.”

Ulan Ceylan, tek ayak üstünde kırk yalanı da nasıl atıyorsun be! Helal olsun sana kızım!

Aslan afallayarak duraksadı ve dediklerimi kafasında tartıyor olacak ki geri çekilip benden uzaklaştı. Söylediklerimle ikileme düşmüştü ve az önce sıkıştırdığı kravatını şimdi gevşetiyordu.

“Yani, Ercüment benden bir şeyler saklıyordu öyle mi? Ve seni ortadan kaldıramadan sen onu öldürdün?”

Aynen öyle oldu der gibi gözlerimi yumup başımı salladım. Kollarımı arkaya, enseme atıp gerindim ve:

"Yoksa bu kadar rahat neden olayım ve aslanın mağarasına geleyim ben gelmek istemeseydim bu adam beni asla alamazdı. O ayı gibi Ercüment'i alt ettim sonuçta." Götümü biraz kalkmış ve fırsattan istifade Şah’a da laf sokmuştum. Şu an o, patronuna aradığı kişiyi getirmeyi başarmış biriydi fakat bu imajı zedelemiştim. Şah'ın başı hızla bana dönerken otuz iki diş sırıttım. "Ah yazık, bu adamın da kendi başardı sanıyor değil mi?"

Aslan bir bana bir Şah’a baktıktan sonra "Şah yetenekli bir adamdır ama söylediklerinde haklı olabilirsin. Açıkçası Ercüment'i öldürdüğüne inanmakta zorlanıyordum fakat hem Şah hem de Ercüment'in bir adamı sadece senin olabileceğini doğruladı. Fakat sana yine de bir soru soracağım, Ercüment'i öldürdüysen eğer bunu biliyor olmalısın?"

Sürekli ölüm konuşmak ve odadaki katillerden biri olmak, bu yüzden sorgulanıyor olmak midemi bulandırmaya başlamıştı artık. O adamı unutmak istiyordum; ölüsü bile beni zor duruma sokuyordu. Yutkunup başımı salladım, gerginliğimi hafifletmek için gülümsemeye çalışırken "Sorun lütfen." dedim.

Şah’ın da gerildiğini ellerini cebinden çıkarmasıyla anladım çünkü o genelde rahat hissettiği anlarda elini cebinde tutardı. Onu tanıyor olmak, hareketlerini ezberlemek, yüzündeki maskeye rağmen onu görebiliyor olmak bir tek bana mı acı veriyordu?

Bakışlarımı ondan çekmem Aslan’ın kan donduran sorusu ile gerçekleşmişti:

"Ercüment'i öldüren kişi bunu bıçakla yapmış. Eğer sen öldürdüysen bunu kaç darbe ile yaptın? Onu kaç yerinden bıçakladın? Yaklaşırsan bile sana bir şans vermeyi düşüneceğim yoksa..."

Elini arkaya atıp belinden bir tabanca çıkardı ve alnıma dayadı. Soğuk metali hissetmem ile gözlerimi yumdum ve nefesimi istemsizce tuttum. "Yoksa Yaralı Ceylan, beynini akıtırım." Açıkta kalan bacağımdaki yara izine bakarak bana taktığı lakap kanıma dokunmuştu ve keskin sözleri içimi yakıp geçerken kalbim, az zamanı kaldığını düşünerek tüm gücünü şu an bitirmek ister gibi hızla atıyordu.

Gözlerimi açtığımda Şah karşımda, Aslan ise yanı başımdaydı. Bir anlık, başıma dayalı silahı ve onu tutan azrailimi unutup sadece Şah’a odaklandım. Bir baş farkıyla yaşandı tüm bu çılgınlıklar... Görüşüm bulanıklaşmaya başladığı için gözlerimi birkaç defa kırpıştırdım ve Şah’ın yumruk yaptığı eline baktım; öyle bir sıkıyordu ki parmak boğumlarına kan gitmiyordu.

 

"Hadi Savcım, süren azalıyor." Azrailimin sesi ile başımdaki metali tekrar hisseder oldum ve soğukluğu ile üşüdüm. Beni ısıtacak olan ise azıcık ilerimdeydi oysa...

 

Gözlerimi yumup kaç gündür unutmak için çok çaba sarf ettiğim kabuslarımı süsleyen o anları kendi isteğimle çağırdım. Hatırla. Hatırla. Hatırla! Kaç kere sapladın o bıçağı Ceylan? Sahi, hiç utanmadın mı o an? Can alanları cezalandıran nasıl alır can, hiç acımadan defalarca bıçak saplayan bir savcı... Hatırla şimdi ve hiç unutma o sayıyı; hem uğursuz hem de hayatın anahtarı olan o sayıyı...

"17." Tek nefeste söylediğim sayı odada derin bir sessizlik oluşturdu. Yumduğum gözlerimi korkudan mı yoksa utançtan mı bilmem açamadım ve birinin bir şey söylemesini bekledim.

Alnımdan ayrılan soğuk metal ile ardından bir alkış sesi geldi. Gözlerimi yavaşça aralarken alkış sesi odada yankılanıyordu. "İnanılmaz! Nokta atışı yaptın Yaralı Ceylan. Ben yakın bir sayı söylemeni beklerken sen direkt doğru cevabı bildin. Adamı bıçaklarken gerçekten saydın mı? Deli kadın!" Attığı iğrenç kahkaha kulak tırmalıyordu fakat Aslan o kadar eğleniyordu ki kahkahasının ardı arkası kesilmiyordu.

Yanıma gelip elini omzuma koyup yavaşça okşadı. "Gerçekten de etkilendim, benim aradığım gibi birisisin. Ama tek karar veremem, diğer üyelere de sormamız gerek. Hadi gel, takip et beni."

Eğlenir, neşeli sesi öyle sinir bozucuydu ki kafasını kapının arasında ezmek istiyordum. Aslan Şah’a da gelmesini işaret etti ve odadan çıkıp ıslık çalarak koridorda yürümeye başladı. Oturduğum sandalyeden kalkıp Şah’a hiç bakmayarak kapıya ilerliyordum ki belime dolanan kollar ile bedenim çekildi ve sert bir bedene çarptım.

Şah maskesini çıkarmıştı; bunu saçlarımın arasına gömülen yüzü ile hissediyordum. Sırtım göğsüne yapışmış, Şah’ın büyük elleri karnımın üzerinde birleşmişti. Ellerimi ellerinin üzerine koyup onu ittirmeye çalıştım.

"Dur Savcım, bir kerede rahat dur! Aklım çıktı bir şey olacak diye. Sen ölmedin ama ben bin kere öldüm sanki..." Saçlarımın arasından gelen boğuk sesi kalbime ulaşıp orada bir şeyleri kaynatmıştı. Bunu istemiyordum, o bunu hak etmiyordu.

"Bırak beni hemen." dedim fakat yine bırakmadı. "Sen bırak, kokun kazınsın zihnime, üstüme."

Az önce vurulmamıştım fakat şu an bazı hasarlar almış gibi hissediyordum. Bu adam beni acilen bırakmalı ve benden hemen uzaklaşmalıydı. "Onu beni satmadan önce düşünecektin." dedim sertçe dişlerimin arasından, duymasınlar diye sesimi çok yükseltmemeye çalışıyordum.

"Seni hiçbir zaman satmadım Savcım. Duygularını bir kenara bırakıp mantıklı düşün biraz. Söz, baş başa kaldığımız zaman duyguları da ele alacağız."

Ağzımı açıp tam bir şey diyordum ki yanağımda hissettiğim öpücük ile sesim buhar olup uçtu. Şah da ellerini üzerimden çekip odadan çıktı ve geride eli yanağında şaşkın bir ben bıraktı. Yanaklarım yanmaya başlamış ve orada başlayan alev kalbime inmiş, tüm bedenime yayılmıştı ya da aslında o alev kalbimde çoktan sahiplik ilan etmiş miydi ki?

Kendime gelmem birkaç saniyemi almıştı. Şah’ı takip ederek bu karanlık odadan koridora çıktığımda onu ileride büyük beyaz bir kapının önünde, maskesini çoktan takmış, hazır bir şekilde beni beklerken buldum. Birkaç adımda yanına vardığımda bana benim için yaptırdığı beyaz maskeyi uzattı.

"Bunu tak."

Az önceki sıcak, samimi halinden eser yoktu; yine başka biri gibi soğuk bir ses tonu ile benimle konuşmaya başlamıştı. Elimden usulca maskeyi aldığımda maskenin vernikli soğuk yüzeyi yanan parmak uçlarımı serinletmişti. Maske porselen gibi duruyordu fakat aslında kalın bir kartondu; bu yüzden de hafifti. Arkasındaki ince siyah kurdeleyi çözüp maskeyi yüzüme takmaya çalışırken Şah arkama geçip "Yardım edeyim." diyerek maskenin iki yanından sarkan kurdeleleri birleştirip düğüm atmaya başladı.

Bağlama işini öyle yavaş yapıyordu ki sanki içeri girmeyi istemiyor, bu yüzden de işi uzatıyordu. Yakınlığı beni heyecanlandıran tek insan olabilirdi. Son zamanlarda kalbimi hızlandıran iki şey vardı: biri sürekli farklı şekillerde, bazen alnımda bir tabanca, bazen de tarladaki tüfek sesi ile ensemde olan ölüm; biri de Şah’tı...

Saçlarıma değen eli yavaşça aşağı inerek açıkta kalan omuzlarımda durdu ve sonra iki yana düştü. "Hadi içeri girelim bakalım, Ceylan."

Galiba bu Şah’ın bana ismim ile seslendiği ilk seferdi. İsmimi onun sesiyle duymak içimi ısıtırken ismimi ilk kez güzel bulmuştum. Kapıyı açacağı sırada omzunun üstünden dönüp bana baktı ve "Dikkatli ol. Lütfen." dedi yalvarırcasına. Ve ben cevap veremeden Şah’ın ittirmesi ile kapının iki kanadı da açıldığında görüş alanıma kocaman bir salon ve dev gibi bir avizenin altındaki uzun masanın etrafında dizilmiş garip maskeli adamlar karşılamıştı.

Devasa avizeye rağmen oda o kadar kasvetli ve ürperticiydi ki tüylerim diken diken olmuştu. Odanın duvarları bordo renkteydi ve avizenin altındaki büyük masa, duvara asılı büyük ekran dışında odada sadece kitaplık vardı. Büyük ekrana baktığımda orada da masadaki adamların takma adlarının yazılı olduğu bir tablo ve yan tarafında dikdörtgenin etrafında yanıp sönen kırmızı noktalar vardı.

Şah bana bu ekrandan bahsetmişti, bu hepsinin konumunu gösteriyordu; yani o noktalar onları simgeliyor ve bu sayede Aslan onların nerede olduğunu bu ekrandan takip edebiliyordu. Üstü çizilen ismi gördüğümde yine yoğun bir rahatsızlık duydum; Demir, yani Ercüment. O adamın üstünü ben çizmiş, onu listeden çıkarmıştım.

Birinin hayatına son veren kişi olmak çok büyük bir sorumluluktu ve ben bu yükü taşımakta güçlük çekiyordum. "İşte size bahsettiğim misafirimiz de geldi." Masanın baş köşesindeki görkemli tahtı andıran koltuğunda oturan Aslan, adeta "Ben buranın kralıyım!" diye haykırıyordu. Otuğu yerden kalkıp iki elini birbirine sürterek bana doğru yaklaştı.

Tam önüme geldiğinde zarif bir el hareketiyle dansa kaldırır gibi elini bana uzattığında ne yapacağım konusunda aşırı ikileme düşmüş ve Şah’a bakma ihtiyacı ile dolmuştum. Ama dikkat çekmek istemediğim için hızlıca elimi eline koyarak olanları hızlandırmak istedim.

Yan tarafımda Şah’ın huzursuz olduğunu, nefes alıp veriş hızının değişmesinden anlamıştım. Benim kadar olmasa da o da gergindi. Parmakları elimin etrafını sararken ondan yayılan kötü enerji sanki bana geçiyor gibi hissettim. Bu adam gerçekten de rahatsız ediciydi, adeta hiçbir temasta bulunmak istemeyeceğiniz türden biriydi.

Odaki diğer adamlardan meraklı mırıltılar çıkarken Aslan beni yürüterek kendi masasının çaprazında olan boş sandalyeye getirdi ve boşta kalan eli ile sandalyeyi benim için çekti. "Kadınları memnun ederseniz başınız belaya girmez derler." derken sesi o kadar alay eder gibiydi ki benimle dalga geçtiğini düşünüyordum. Güzel davranışlarla beni kandırmaya, rahatlattırmaya çalışıyordu fakat ben orada olmasa da alnıma dayalı bir tabancanın varlığını yine de hissediyordum.

"Kim demiş ise doğru demiş. Çok centilmensiniz." diyerek yavaşça sandalyeye oturdum. Karşıma baktığımda Şah tam oradaydı ve beni izlediğini maskesinin cam merceklerinden görebiliyordum. Gözleri anlayamadığım ama negatif olduğuna emin olduğum bir şekilde parlıyordu. Sanki bu duygular kıskançlıktı. Gözleri az önce Aslan’ın elini tuttuğum elime kaydı da yavaşça kısıldı.

"Efendim, biz de tanışmak isteriz yeni misafirimiz ile." dedi Şah’ın yanında oturan, deri maske takan adam. Hatırladığım kadarıyla onun takma adı Kara’ydı. Gözleri asla benden ayrılmadan Aslan’a söyledikleri ile yerimde kıpırdandım. Varlığımdan rahatsızlık duydukları o kadar hissediliyordu ki söylemelerine gerek yoktu.

Aslan da tahtı andıran koltuğuna kurulup bacak bacak üstüne atarken iki elini başının altına koydu. "Sabırsız olmayın, tanışmak için daha çok vaktiniz olacak. Hanımefendi yeni üye adayımız ne de olsa... Demir öldüğü için boşluğu kapatmamız gerekiyordu." dediğinde sanki odaya bir bomba düşmüş gibi adamlar hızlıca birbirlerine dönüp baktılar.

"Nasıl yani, bir kadını? Efendim, kadın üye yok ki?" dedi küçümser gibi Kara’nın yanında, gri timsah derisi gibi pulları andıran desenli maskesi olan adam. Onun adı da Avcı’ydı. Lakabı da düşünüldüğünde gözümde maskeyi yapmak için bir timsahı öldürüp derisini yüzdüğü anlar canlandı. Adam o kadar iriydi ki Kara yanında küçük kalıyordu.

Cinsiyetim yüzünden aşağılayıcı tavır takınması hemen sinirimi zıplatırken istemsizce elimi sıkmıştım. İki dirseğimi de masaya koyarken parmaklarımı birbirine kenetleyerek Avcı’ya döndüm:

"Ee, ne güzel işte ilk olacağım o halde, tabii siz de izin verirseniz Efendim."

Aslan’a şirinlik de yapıp aynı zamanda söylemek istediklerimi de söylüyor ve ezik bir pozisyona düşmemeye çalışıyordum. Aslan keyifli bir kahkaha atıp "Bu kadın kimseye benzemez, önyargılı olmayın derim. Hem daha kesin değil, emin olmam gerek." diyerek masaya doğru eğilip ciddileşti.

"Yine de kadın üye almama kuralımız vardı efendim. Kadınlara güven olmaz, bilirsiniz ihanete meyilliler." Kara memnuniyetsizce önemsiz fikrini bizimle paylaşırken sabrımın son demlerine yaklaşıldığını hissetmiştim.

"Kuralı ben koyar, ben kaldırırım Kara. Sen beni mi sorguluyorsun? Hem sadakat sizde olsaydı Demir bize ihanet etmezdi." Aslan Kara’ya sert çıkışınca diğerleri de sus pus olmuştu. Zaten benim yanımda oturan siyah tüylü maske takan, lakabı Kuzgun olan adam hiç konuşmamıştı.

"Hayır efendim, ne haddime... Affedin hatamı. Bir de anlamadım, nasıl yani Demir bize ihanet mi etmiş?" diyerek şaşkınlığını dile getiren Kara’ya cevabını ben vermiştim:

"Demir ihanet etti, ben de nefesini kestim. Kadınlara güvenilmeyeceğini söylediniz; bilseydim hazır kesime başlarken onun fazlalığını da keser size takdim ederdim. Ha, bu arada size de lazım olursa söyleyebilirsiniz, iyiyimdir o konuda. İçiniz rahat olsun, zaten 4 adamsınız burada, ihaneti çözememişsiniz; ben üye olmadan çözdüm işi. Olsam kim bilir kimlerin fazlalığını keserim."

Hahayttt! Elimle sonda makas hareketi yaparken Kara sertçe yutkundu ve önündeki suya uzanırken başımı oldukça yüksek bir kahkaha atan Aslan’a çevirdim. Gülerken adeta kendinden geçiyor, omuzları sarsılırken bir yandan da beni alkışlıyordu.

"Bayıldım! Kesinlikle çetin ceviz... İnanılmaz bir kadınsı—" Lafını bitiremeden Şah da Aslan’ınki kadar olmasa da yüksek bir kahkaha patlattı ve Aslan’ın lafını kesmiş oldu.

"Çok haklısınız, gerçekten de çetin ceviz efendim. Ben yeni anladım da, fazlalığı ondan. Geç güldüm kusura bakmayın." dedi ama bal gibi de anlamıştı. Şah’a "Ne yapıyorsun?" der gibi baktığımda bana sinirli bakıyordu ama siniri bana değildi.

Aslan biraz duraksamış, Şah’ın davranışını garipsemişti ama çok üstünde durmadan tekrar bana döndü.

"Halbuki zehir gibi adam... Neyse, başka kimsenin bir diyeceği yoksa eğer size aklımdakini açıklayacağım. Bu sağ kolum Şah ise sol kolumu bu kadın yapacağım. Tabii bu öyle kolay olmayacak; sizin en yetenekli olduğunuz konularda sizi yenmesi gerekecek, Kara, Avcı ve Kuzgun."

Afallayarak Aslan'a, sonra göz ucuyla Şah’a baktım. O da en az benim kadar şaşkındı. Yanımdaki adam ilk defa konuştu; buz gibi sesiyle, tüm bu zamandır başını hiç kaldırmamıştı bile. Sanki uyukluyor gibi bir pozisyonu vardı, başı yavaşça kalkarken konuştu:

"İyi de bu imkânsız."

İmkânsız.

"İmkânsız falan anlamam, ben sol kolum olmak kolay olmayacak elbet." dedi eğlenir gibi Aslan. Şah yerinde kıpırdandı.

"Diyelim ki yapamadı, o zaman ne olacak?"

Benim hiç aklıma gelmeyen bu soru içimde bir merak uyandırırken tekrar Aslan’a baktım. Arkasına yaslanırken elini yumruk yaptı.

"Puff, ve ölür..." dedi ve elini açtı.

"Bizi bilen yaşamaz. Bu ilk kural."

Yaşayacağım. Tanrı yazdığı kaderim ile beni sürekli yanına almak istese bile, ben buradan sizi mahvetmeden ayrılmayacağım.

 

 

Bitttiiiiiii

nasıldıı sizceee?

Bir dahaki bölümde görüşmek üzereeee

 

Bölüm : 21.08.2025 03:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...